20 Mart 2012 Salı
SİVAS KATLİAMI VE ZAMAN AŞIMI
Mihrac Ural – 13 Mart 2012 / Salı / İdlip - Cisir el Şuğur/ Kitrin köyü
Sivas katliamının eli kanlı şebekeleri için zaman aşımı bu gün 13 Mart 2012 tarihi itibariyle doldu. Mahkeme heyeti, “15 yıllık aşırı zaman aşımı” adı altında davanın düştüğünü ilan etti. 35 canın yakılarak katledildiği bu toplu kıyım davası zaman aşımına uğrarken, beni derinden yaralayan kendi davamın 32 yıldır zaman aşımına uğramamasıydı; bir itirafçının sırtıma yıktığı ilgisiz suçlardan dolayı, hiçbir insana tek bir zararım olmamasına, hakkımda düşünceden başka bir "suç" iddiası isnat edilmemesine rağmen, yurt dışında sürgün olmama karşın, hakkımda iki de bir açılan davalarla zaman aşımı hakkımın gasp edilişi, esasında bu ülkede, nasıl bir adaletsizlik olduğunu anlatmaya yeterlidir.
Sivas Madımak Olayı 2 Temmuz 1993 tarihi itibariyle, Pir Sultan Abdal Şenlikleri için Sivas'ta bulunan yazar ve sanatçıların kaldığı Madımak Oteli, bir grup insan tarafından kundaklandı: 35 kişi yakılarak öldürüldü, Aralarında Aziz Nesin'in de bulunduğu 51 kişi de olaylardan ağır yaralarla kurtuldu.; 35 can, aydın, sanatçı, yazar, şair bu ülkenin yetiştirdiği en önemli akıllar, aklın hayalin almayacağı bir faşizanlıkla kıyıma uğradı.
Bu yazıyı güç koşullarda yazdım; bir yanda içinde bulunduğum koşulların, Suriye’de eli kanlı şebekelerin yarattığı ölüm denklemleri ve yaman çatışmaları, diğer yanda ülkemde adaletin pervasızca çiğnenmesine tanıklık yapıyorum. En acımasız olanı ise, halkımızın siyasi iradesini gasp eden bir yönetimin her iki olayın başaktörü olmasıdır. Komşumuz Suriye’yi kanlı kaoslara sürüklemek isteyen tüm olayların birinci derecedeki faili olan Erdoğan yönetimi, aynı zamanda Sivas katliamı davasının zaman aşımına uğrayarak adaleti kirleten de aynı iktidar olmuştur. Bu iki olayı birbirine bağlayan onlarca bağın en önemlisi de faillerin aynı karanlık akıl mensupları olmalarıdır.
Çağdaş Türkiye tarihinin karanlık akıllarca, farklı bir inanca yönelik en kanlı, en feci olaylarından biri olarak Sivas katliamı, ne bir savaş ortamında, ne de her hangi bir protesto olayında değil, bir festival kutlamasının, bir edebiyat şiir söyleminin barışçıl etkinliğinde, kaldıkları otel yakılarak, orta çağlara taş çıkartacak bir cinayet işlediler. Bu vahşeti önceki yazılarımda şöyle özetledim.
“Bu ülkenin akıl serüveni tarihinde tamamlanmamış birikimlerin, algılanmamış insani erdem ve değerlerin, farklılıkları içseleştirmeyi beceremeyecek kadar sığası dar yönelimlerin akıl sistemleri hakim olagelmiştir.
Ülkemiz, dinini kendi diliyle algılamamış olmanın handikapları içinde yüzen bir toplum yapısını ihtiva ediyor. Kimlik bunalımı aşamamış, kim olduğu üzerine her bir bölgesinin, her bir şehrinin bile tercih farklılıkları çatışma halinde kaoslara sürüklenmiştir. Bu farklılıkların bir birini yok etmek için yeterli bir gerekçe sayılması inançsal ritüellerin bir parçası olarak görebilecek cinnetleri ihtiva etmesine alışmak üzere olan bir toplum dokusu oluşmuştur.
Sivas katliamı bu algıların bir sonucudur.
Bunu ne sınıf mücadelesiyle ne de inanç mücadelesiyle açıklamanın mümkün olmadığı kanaatindeyim. Sonuçta hangi sınıfların kullanımında yer alırsa alsın, olay bir akıl sistematiğinin tarih içindeki evrimi ve dengeleri ya da dengesizlikleriyle ilgilidir.
Bu kıyımın, insan türünün doğadan kopuşuyla birlikte süren tamamlanmamış evrimine ilişkin olduğunu söyleyeceğim.
Buna, Anadolu coğrafyasının bin yıllık kaderinde bu çizginin hala devam ettiğini dehşetle algılamakta olduğumu ekleyeceğim.
Bu aklı üreten, üretimsiz tüketimin tarihsel rolüdür.
Bu, Orta Asya’dan bir kısrak başı gibi gelip batıya uzanan göçebeliğin genetik izleridir. Başka halkların emeklerini gasp ve talan ederek, tarihte ilk kez yaşama açtıkları toprağı üretimsiz ilhak edip anavatan haline getirdiklerini sananların, farklılıklara karşı refleksleridir. Oturmamış toplumsal akıl melekelerinin kaygı ve korkusundan oluşan tepkilerin, sıradan olaylara karşı tehafütüdür (üşüşmesidir). Aydınlanmasını, yaşadığı uygarlığın verileriyle gerçekleştirememiş, modernizasyon zıplamalarını oturtamamış bir toplumun, kararsızlığı ve kaosudur.” ( M. Ural, 2 Temmuz 2008 tarihli “SİVAS KATLYİAMI” başlıklı makale)
Bu katliamın adaletle ilgili süreci ise, şu gelişmelere tanık oldu. Olaylardan bir gün sonra 35 kişi gözaltına alındı. Daha sonra gözaltına alınanların sayısı 190'a çıktı. Gözaltına alınan 190 kişiden 124'ü tutuklandı, geri kalanlar serbest bırakıldı.
Kamuoyunda Sivas Davası olarak bilinen davanın ilk duruşması, Ankara Bir Numaralı Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde 21 ekim 1993 günü yapıldı. 26 aralık 1994'te karara bağlanan dava sonucunda, 22 sanık hakkında 15'er yıl, üç sanık hakkında 10'ar yıl, 54 sanık hakkında üçer yıl, altı sanık hakkında ikişer yıl hapis cezası, 37 sanık hakkında da beraat kararı verildi.
28 Kasım 1997'de açıklanan kararda 33 sanığa idam cezası verildi. Yargıtay Dokuzuncu Ceza Dairesi, 24 Aralık 1998'de hapis cezalarını onadı, 33 idam cezasını ise usul noksanlıkları nedeniyle bozdu. Şubat 1999'da usul eksikliklerinin giderilmesi için başlayan yargılama sonucunda 16 Haziran 2000'de 33 sanık DGM tarafından yeniden idam cezasına çarptırıldı. 2002'de idam cezasının yürürlükten kaldırılmasıyla idam hükümlülerinin cezaları müebbet hapis cezalarına dönüştürüldü.2005’te çıkarılan bir afla dava sanıklarından bir dizi cani serbest bırakıldı. Bu fırsatla yurt dışına kaçan caniler zaman aşımı sonucu kurtulmuş oldular.
Sivas Davası, İstiklal Mahkemeleri sonrasında, tek bir davada bu kadar çok idam cezasının verildiği ilk dava olduğu kadar, siyasetin en çok kirlettiği dava olarak tarihe geçti. Buna anlamak için, daha sonra AKP’den milletvekili olacak 8 avukatın canileri savunduğunu belirtmek yeterlidir.
Bu cinayet yargı sürecinde akıllara durgunluk veren oyalamalar, ertelemelere, karar tekrarlarına maruz kaldı. Adaleti kirli bir ülkede, yargının nasıl da adil olmayacağına zalim bir örnek oluşturdu. Bu gerçek, Türkiye adalet tarihinin Osmanlıdan çıkıp gelmiş haliyle Cumhuriyet dönemi dahil her kesitinde gündeme gelen adli vakaların en kirli olanıdır en bilinçli adaletsizliğin örneği olmuştur. Siyasetin adalete bu davaya karıştığı kadar karıştığı görülmemiştir. Bu dava egemen ırkçı-mezhepçi yaklaşımın ezilen ötekileştirilen mezhebe karşı açık saldırısı, hayasızca ezişi, adaletsizce sindirmesinin örneği olmuştur. Sivas katliamı davasının maruz kaldığı adaletsizlik, bu ülkede adalet arayanlara ya da olduğu iddiasında olanlara atılmış sert bir şamardır. Kirlenmiş yargının adaletsizliği, bu davayı tanımlayacak yegane sözdür.
Hukuk herkese lazım olur derler, ama bu ülkede hukuk sadece canilerin işine yarıyor. Farklılıklarımızı yaşamın her alanında ötekileştirenlerin son sığınağı adalet kemendiyle katledilmesi, bu ülkede bu iktidarlar ve karanlık akıllarıyla birlikte yaşanmanın her türünü imkansız hale getirmektedir. Sivas Katliamı davasının “aşırı zaman aşımı” adı altında adaleti kirleten sonuçları, ölenlerimizi bir kez daha katlediyor.
Sivas’ın mazlumları, mezarında bile huzura kavuşmuyor, bunun da ötesinde biz yaşayanlar için bu kirli yargıyla adalet, bir ölüm fermanı gibi boynumuza asılmış oluyor.
Sivas katliamının eli kanlı şebekeleri için zaman aşımı bu gün 13 Mart 2012 tarihi itibariyle doldu. Mahkeme heyeti, “15 yıllık aşırı zaman aşımı” adı altında davanın düştüğünü ilan etti. 35 canın yakılarak katledildiği bu toplu kıyım davası zaman aşımına uğrarken, beni derinden yaralayan kendi davamın 32 yıldır zaman aşımına uğramamasıydı; bir itirafçının sırtıma yıktığı ilgisiz suçlardan dolayı, hiçbir insana tek bir zararım olmamasına, hakkımda düşünceden başka bir "suç" iddiası isnat edilmemesine rağmen, yurt dışında sürgün olmama karşın, hakkımda iki de bir açılan davalarla zaman aşımı hakkımın gasp edilişi, esasında bu ülkede, nasıl bir adaletsizlik olduğunu anlatmaya yeterlidir.
Sivas Madımak Olayı 2 Temmuz 1993 tarihi itibariyle, Pir Sultan Abdal Şenlikleri için Sivas'ta bulunan yazar ve sanatçıların kaldığı Madımak Oteli, bir grup insan tarafından kundaklandı: 35 kişi yakılarak öldürüldü, Aralarında Aziz Nesin'in de bulunduğu 51 kişi de olaylardan ağır yaralarla kurtuldu.; 35 can, aydın, sanatçı, yazar, şair bu ülkenin yetiştirdiği en önemli akıllar, aklın hayalin almayacağı bir faşizanlıkla kıyıma uğradı.
Bu yazıyı güç koşullarda yazdım; bir yanda içinde bulunduğum koşulların, Suriye’de eli kanlı şebekelerin yarattığı ölüm denklemleri ve yaman çatışmaları, diğer yanda ülkemde adaletin pervasızca çiğnenmesine tanıklık yapıyorum. En acımasız olanı ise, halkımızın siyasi iradesini gasp eden bir yönetimin her iki olayın başaktörü olmasıdır. Komşumuz Suriye’yi kanlı kaoslara sürüklemek isteyen tüm olayların birinci derecedeki faili olan Erdoğan yönetimi, aynı zamanda Sivas katliamı davasının zaman aşımına uğrayarak adaleti kirleten de aynı iktidar olmuştur. Bu iki olayı birbirine bağlayan onlarca bağın en önemlisi de faillerin aynı karanlık akıl mensupları olmalarıdır.
Çağdaş Türkiye tarihinin karanlık akıllarca, farklı bir inanca yönelik en kanlı, en feci olaylarından biri olarak Sivas katliamı, ne bir savaş ortamında, ne de her hangi bir protesto olayında değil, bir festival kutlamasının, bir edebiyat şiir söyleminin barışçıl etkinliğinde, kaldıkları otel yakılarak, orta çağlara taş çıkartacak bir cinayet işlediler. Bu vahşeti önceki yazılarımda şöyle özetledim.
“Bu ülkenin akıl serüveni tarihinde tamamlanmamış birikimlerin, algılanmamış insani erdem ve değerlerin, farklılıkları içseleştirmeyi beceremeyecek kadar sığası dar yönelimlerin akıl sistemleri hakim olagelmiştir.
Ülkemiz, dinini kendi diliyle algılamamış olmanın handikapları içinde yüzen bir toplum yapısını ihtiva ediyor. Kimlik bunalımı aşamamış, kim olduğu üzerine her bir bölgesinin, her bir şehrinin bile tercih farklılıkları çatışma halinde kaoslara sürüklenmiştir. Bu farklılıkların bir birini yok etmek için yeterli bir gerekçe sayılması inançsal ritüellerin bir parçası olarak görebilecek cinnetleri ihtiva etmesine alışmak üzere olan bir toplum dokusu oluşmuştur.
Sivas katliamı bu algıların bir sonucudur.
Bunu ne sınıf mücadelesiyle ne de inanç mücadelesiyle açıklamanın mümkün olmadığı kanaatindeyim. Sonuçta hangi sınıfların kullanımında yer alırsa alsın, olay bir akıl sistematiğinin tarih içindeki evrimi ve dengeleri ya da dengesizlikleriyle ilgilidir.
Bu kıyımın, insan türünün doğadan kopuşuyla birlikte süren tamamlanmamış evrimine ilişkin olduğunu söyleyeceğim.
Buna, Anadolu coğrafyasının bin yıllık kaderinde bu çizginin hala devam ettiğini dehşetle algılamakta olduğumu ekleyeceğim.
Bu aklı üreten, üretimsiz tüketimin tarihsel rolüdür.
Bu, Orta Asya’dan bir kısrak başı gibi gelip batıya uzanan göçebeliğin genetik izleridir. Başka halkların emeklerini gasp ve talan ederek, tarihte ilk kez yaşama açtıkları toprağı üretimsiz ilhak edip anavatan haline getirdiklerini sananların, farklılıklara karşı refleksleridir. Oturmamış toplumsal akıl melekelerinin kaygı ve korkusundan oluşan tepkilerin, sıradan olaylara karşı tehafütüdür (üşüşmesidir). Aydınlanmasını, yaşadığı uygarlığın verileriyle gerçekleştirememiş, modernizasyon zıplamalarını oturtamamış bir toplumun, kararsızlığı ve kaosudur.” ( M. Ural, 2 Temmuz 2008 tarihli “SİVAS KATLYİAMI” başlıklı makale)
Bu katliamın adaletle ilgili süreci ise, şu gelişmelere tanık oldu. Olaylardan bir gün sonra 35 kişi gözaltına alındı. Daha sonra gözaltına alınanların sayısı 190'a çıktı. Gözaltına alınan 190 kişiden 124'ü tutuklandı, geri kalanlar serbest bırakıldı.
Kamuoyunda Sivas Davası olarak bilinen davanın ilk duruşması, Ankara Bir Numaralı Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde 21 ekim 1993 günü yapıldı. 26 aralık 1994'te karara bağlanan dava sonucunda, 22 sanık hakkında 15'er yıl, üç sanık hakkında 10'ar yıl, 54 sanık hakkında üçer yıl, altı sanık hakkında ikişer yıl hapis cezası, 37 sanık hakkında da beraat kararı verildi.
28 Kasım 1997'de açıklanan kararda 33 sanığa idam cezası verildi. Yargıtay Dokuzuncu Ceza Dairesi, 24 Aralık 1998'de hapis cezalarını onadı, 33 idam cezasını ise usul noksanlıkları nedeniyle bozdu. Şubat 1999'da usul eksikliklerinin giderilmesi için başlayan yargılama sonucunda 16 Haziran 2000'de 33 sanık DGM tarafından yeniden idam cezasına çarptırıldı. 2002'de idam cezasının yürürlükten kaldırılmasıyla idam hükümlülerinin cezaları müebbet hapis cezalarına dönüştürüldü.2005’te çıkarılan bir afla dava sanıklarından bir dizi cani serbest bırakıldı. Bu fırsatla yurt dışına kaçan caniler zaman aşımı sonucu kurtulmuş oldular.
Sivas Davası, İstiklal Mahkemeleri sonrasında, tek bir davada bu kadar çok idam cezasının verildiği ilk dava olduğu kadar, siyasetin en çok kirlettiği dava olarak tarihe geçti. Buna anlamak için, daha sonra AKP’den milletvekili olacak 8 avukatın canileri savunduğunu belirtmek yeterlidir.
Bu cinayet yargı sürecinde akıllara durgunluk veren oyalamalar, ertelemelere, karar tekrarlarına maruz kaldı. Adaleti kirli bir ülkede, yargının nasıl da adil olmayacağına zalim bir örnek oluşturdu. Bu gerçek, Türkiye adalet tarihinin Osmanlıdan çıkıp gelmiş haliyle Cumhuriyet dönemi dahil her kesitinde gündeme gelen adli vakaların en kirli olanıdır en bilinçli adaletsizliğin örneği olmuştur. Siyasetin adalete bu davaya karıştığı kadar karıştığı görülmemiştir. Bu dava egemen ırkçı-mezhepçi yaklaşımın ezilen ötekileştirilen mezhebe karşı açık saldırısı, hayasızca ezişi, adaletsizce sindirmesinin örneği olmuştur. Sivas katliamı davasının maruz kaldığı adaletsizlik, bu ülkede adalet arayanlara ya da olduğu iddiasında olanlara atılmış sert bir şamardır. Kirlenmiş yargının adaletsizliği, bu davayı tanımlayacak yegane sözdür.
Hukuk herkese lazım olur derler, ama bu ülkede hukuk sadece canilerin işine yarıyor. Farklılıklarımızı yaşamın her alanında ötekileştirenlerin son sığınağı adalet kemendiyle katledilmesi, bu ülkede bu iktidarlar ve karanlık akıllarıyla birlikte yaşanmanın her türünü imkansız hale getirmektedir. Sivas Katliamı davasının “aşırı zaman aşımı” adı altında adaleti kirleten sonuçları, ölenlerimizi bir kez daha katlediyor.
Sivas’ın mazlumları, mezarında bile huzura kavuşmuyor, bunun da ötesinde biz yaşayanlar için bu kirli yargıyla adalet, bir ölüm fermanı gibi boynumuza asılmış oluyor.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder