16 Mart 2012 Cuma
ATEŞLE OYNAMAK THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 29 Şubat 2012 / No: 38
ATEŞLE OYNAMAK
Bölgemiz yoğun bir gerginlik içinde kırılma noktasına doğru gitmektedir. Tarihinin en sorunlu dönemine girmiştir. Yeryüzünün çatışma halindeki güçleri, bölgemiz üzerinde akıl almaz bir basınç uygulamakta sonucu kanlı kıyım ve yıkıma giden süreçleri açmaktadır. Sırat köprüsünden geçilen, bir cehennem yolculuğu okyanus ötesi güçlerin çıkarları için bölgedeki kukla yönetimleriyle tetikçileriyle son düelloya tutuşan bir saldırganlık sergilenmektedir. Afganistan’dan Irak’a, santim santim yakılan bölgemizde gelecek kuşakların yaşama dair tüm algıları rehin alınmış gerginlik ve ölüm kaygısının pençesinde umutsuzluk bataklığına gömülmüştür; Ak denizden Kafkaslara, Enerji kaynakları ve yolları, tatlı su, tahıl, pamuk, değerli yer altı madenleri ve zenginliklerinin kontrol altında tutulması dar çıkarlar için talanı bu hengamenin oturduğu zemin olmuştur. Sahiplerine ölüm ve yıkımdan başka bir şey getirmeyen bu saldırganlıkta ülkemiz, tarihi dersleri alamamış, kendi varoluş etkinliklerine aykırı duran, üzerinde hüküm sürdüğü coğrafyanın etnik, inançsal verilerince oluşan mozaiğini hiçe sayan, faşizan bir sivil diktatörlük dayatmasıyla despotça yönetmeye kalkışan ortak ülkemizin iktidarı, bölgemize yönelen talanın bir kuklası olarak hesapsız bir sürükleniş içindedir.
Bu sürüklenişin en önemli ayağı bilişim çağının iletişim etkinliklerinin hoyratça kullanılması olmuştur. Sanal dünyada Medya sanal savaşların üreticisi, yönlendiricisi ve fiili sonuçlarında en etkin güç olarak ortaya çıkmıştır. Medya etkinlikleri askeri karargahlar olarak sürece sokurken spikerler, danışmanlar program yapımcıları da bilim, eğitim, ahlak ve düzeylerin ayaklar altına alarak, askeri stratejist, askeri planlamacı yönlendirici haline geldiği görülmüştür. Bu arbede de tek amaç daha çok katletmek, daha çok parçalamak, daha çok talandır. “Özgürlük ve demokrasi, insan hakları” gibi insan erdem ve ideallerinin bütünleştiği kavramlar, içeriği boşaltılarak, bu vahşet saldırganlığının ideolojik bir silahı haline gelmiştir.
Bu tabloda ülkemiz, bölgede oynanan tüm kirli işlerin baş aktörü olarak yerine almaktadır. Erdoğan iktidarı, iç politikada olduğu gibi dış politikada da ikiyüzlü kirli süreçler içinde komşularımıza karış tarihi düşmanlıkları açacak maceralara sürüklenmiştir. Ülkemiz 400 yıllık Osmanlı mezalim despotluğunun sürdüğü bölge hakimiyetinin acı izleri, Cumhuriyet dönemiyle “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesiyle yaşanan olumlu kısa süreç II. Dünya savaşıyla birlikte, NATO uşaklığıyla sonuçlanmıştır. Buradan itibaren, Bağdat paktı, CENTO, gibi emperyalist askeri bölge paktlarında tetikçiliğe soyunmuş, 1958 Lübnan iç savaşı, Irak devriminde kirli roller alınmış, tüm İsrail-Arap savaşlarında da Siyonist yanlısı tutumlar alanmış, bu güne kadar süren askeri, istihbarat birlikteliğiyle bölge halkalarına karşı düşmanlığın baş aktörü olmuştur. Bu derin ırkçı-milliyetçi militarist yönelim, ülkemizi bölgede ikrahla karşılanan ülkesi haline getirmiştir. Buna rağmen Komşumuz Suriye’nin dostluk ve kardeşlik ve ortak bölüşüm ilkesiyle “beyaz bir sayfa” açarak, ülkemizin bölgeye girişini sağlamıştır. Son on yıl içinde de tüm Arap ve İslam aleminde köklü ilişki ve etkinlik için imkan sağlanmıştır. Bu kardeşlik, bu barış, bu yakınlık, ülkemizin kuklaca bölgede oynaması emredilen kirli işler için ayaklar altına alınarak Suriye düşmanlığına ve bunun da ötesinde Suriye halkının birbirini kırması için kullanılmaya başlanmıştır. Türkiye bu gün, Suriye’de eli kanlı şebekelerin, vatana haini asker kaçakların, insanlık dışı Selefi Cihat (el Kaide) yamyamlarının askeri, mali, her türlü lojistik desteklerini sağlayan bir ülke konumuna düşürülmüştür. Ülkemiz, emperyalist çıkarlar için kardeş ve dost ülke Suriye’yi kanlı arenayı çeviren tüm olayların içinde birinci derecede rol oynayan bur kukla ülke konumundadır.
Bu sürecin son halkası, bu basın açıklamamızın da esasını oluşturmuştur. Erdoğan iktidarı, ölüm ihalelerine yönelerek komşumuz Suriye’ye karşı kanıl organizasyonlar içine inatla öne atmaktadır. Aklin hiçbir ölçüsüne uymayan bu düşmanlığın Suriye’den kaynaklı en küçük bir nedeni bile yoktur. Suriye hep kardeş, hep iyi niyetle ülkemize yaklaşmış ve bunun bedeli insafsızca, vicdansızca ve ahlaksızca ödetilmek istenmiştir.
Tunus’ta bağlanan, Suriye düşmanı ülkeler konferansı (onlar buna “Suriye dostları” diyor), fiyaskoyla bitmesine, muhalif güçlerin birbirine düşüp, Suudi Arabistan’ın konferanstan kopmasına rağmen, Erdoğan yönetimi, ikinci konferansın kıs sürede Türkiye‘de bağlanmasını istemiştir. Konferanstan ayrılan Suudi Arabistan ise, bu güne kadar yaptığı gizi kapaklı silahlandırmayı yetersiz görüp, uluslar arası medya önünde bir halkın açıkça katledilmesi ve iç savaşın tırmandırılması amacıyla “muhalefetin silahlandırılmasının iyi fikir” olduğunu Dışişleri Bakını Prens Suud el Faysa bin Adülaziz tarafından doğrudan ilan edilmiştir.
Türkiye bu ilanın tetikçisidir. İlki Tunus’ta bağlanan “Suriye düşmanı ülkeler konferansı”nın ikinci adımı için Erdoğan yönetimi talip çıkmıştır. Kardeş ülke, barış sınırları, sıfır sorun politikasının tümden bir aldatmaca ve yalan olduğunu gösteren bu yönelimler, tarihi düşmanlıklarında tek kaynağıdır. Ülkemiz, Erdoğan’ın faşizan sivil diktatörlük rejimiyle, bölgemizde bir kez daha kirli emperyalist çıkar tetikçiliğine soyunmuş olmaktadır.
Bu girişimler ateşle oynamaktır. Komşuyu yakmaya çalışmak bölgeyi yakmaktır. Bu girişimler maceracı cahil cüretidir. Halkımızın sırtına tarihi düşmanlıklar ekleme ahlaksızlığıdır. Amerika ve İsrail siyonizminin bölgemizde yıkılması muhkem olan egemenliklerini, koruma adına kendi halkını ateşe atmaktır. Bu girişim haksızdır, gerekçesizdir, zalimdir ve karşısında durulması gereken bir yıkım girişimidir.
Halkımıza çağrımız, bölgemizi ateşten koruyalım, ülkemizin ateşleri körükleyip içine atmak isteyen Erdoğan yönetimine geçit vermeyelim. Bu ateş herkesi yakar öncelikle de sonu gelmez biçimde ülke halklarımızı yakar. Barışı kazanmak için savaşı engellemenin yolu, ülkemizin eli kanlı iktidarını dizginlememiz gereklidir. Bunun için bölgenin tüm halkları dayanışma içinde olmalıdır. Bunun sorumluluk ve yükümlülüğünü yerine getirmemiz gereklidir. Bu amaca hizmet edecek tüm etkinliklerde yerimizi almalı sesimizi yükseltmeliyiz.
THKP-C (Acilciler)
29 Şubat 2012
Bölgemiz yoğun bir gerginlik içinde kırılma noktasına doğru gitmektedir. Tarihinin en sorunlu dönemine girmiştir. Yeryüzünün çatışma halindeki güçleri, bölgemiz üzerinde akıl almaz bir basınç uygulamakta sonucu kanlı kıyım ve yıkıma giden süreçleri açmaktadır. Sırat köprüsünden geçilen, bir cehennem yolculuğu okyanus ötesi güçlerin çıkarları için bölgedeki kukla yönetimleriyle tetikçileriyle son düelloya tutuşan bir saldırganlık sergilenmektedir. Afganistan’dan Irak’a, santim santim yakılan bölgemizde gelecek kuşakların yaşama dair tüm algıları rehin alınmış gerginlik ve ölüm kaygısının pençesinde umutsuzluk bataklığına gömülmüştür; Ak denizden Kafkaslara, Enerji kaynakları ve yolları, tatlı su, tahıl, pamuk, değerli yer altı madenleri ve zenginliklerinin kontrol altında tutulması dar çıkarlar için talanı bu hengamenin oturduğu zemin olmuştur. Sahiplerine ölüm ve yıkımdan başka bir şey getirmeyen bu saldırganlıkta ülkemiz, tarihi dersleri alamamış, kendi varoluş etkinliklerine aykırı duran, üzerinde hüküm sürdüğü coğrafyanın etnik, inançsal verilerince oluşan mozaiğini hiçe sayan, faşizan bir sivil diktatörlük dayatmasıyla despotça yönetmeye kalkışan ortak ülkemizin iktidarı, bölgemize yönelen talanın bir kuklası olarak hesapsız bir sürükleniş içindedir.
Bu sürüklenişin en önemli ayağı bilişim çağının iletişim etkinliklerinin hoyratça kullanılması olmuştur. Sanal dünyada Medya sanal savaşların üreticisi, yönlendiricisi ve fiili sonuçlarında en etkin güç olarak ortaya çıkmıştır. Medya etkinlikleri askeri karargahlar olarak sürece sokurken spikerler, danışmanlar program yapımcıları da bilim, eğitim, ahlak ve düzeylerin ayaklar altına alarak, askeri stratejist, askeri planlamacı yönlendirici haline geldiği görülmüştür. Bu arbede de tek amaç daha çok katletmek, daha çok parçalamak, daha çok talandır. “Özgürlük ve demokrasi, insan hakları” gibi insan erdem ve ideallerinin bütünleştiği kavramlar, içeriği boşaltılarak, bu vahşet saldırganlığının ideolojik bir silahı haline gelmiştir.
Bu tabloda ülkemiz, bölgede oynanan tüm kirli işlerin baş aktörü olarak yerine almaktadır. Erdoğan iktidarı, iç politikada olduğu gibi dış politikada da ikiyüzlü kirli süreçler içinde komşularımıza karış tarihi düşmanlıkları açacak maceralara sürüklenmiştir. Ülkemiz 400 yıllık Osmanlı mezalim despotluğunun sürdüğü bölge hakimiyetinin acı izleri, Cumhuriyet dönemiyle “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesiyle yaşanan olumlu kısa süreç II. Dünya savaşıyla birlikte, NATO uşaklığıyla sonuçlanmıştır. Buradan itibaren, Bağdat paktı, CENTO, gibi emperyalist askeri bölge paktlarında tetikçiliğe soyunmuş, 1958 Lübnan iç savaşı, Irak devriminde kirli roller alınmış, tüm İsrail-Arap savaşlarında da Siyonist yanlısı tutumlar alanmış, bu güne kadar süren askeri, istihbarat birlikteliğiyle bölge halkalarına karşı düşmanlığın baş aktörü olmuştur. Bu derin ırkçı-milliyetçi militarist yönelim, ülkemizi bölgede ikrahla karşılanan ülkesi haline getirmiştir. Buna rağmen Komşumuz Suriye’nin dostluk ve kardeşlik ve ortak bölüşüm ilkesiyle “beyaz bir sayfa” açarak, ülkemizin bölgeye girişini sağlamıştır. Son on yıl içinde de tüm Arap ve İslam aleminde köklü ilişki ve etkinlik için imkan sağlanmıştır. Bu kardeşlik, bu barış, bu yakınlık, ülkemizin kuklaca bölgede oynaması emredilen kirli işler için ayaklar altına alınarak Suriye düşmanlığına ve bunun da ötesinde Suriye halkının birbirini kırması için kullanılmaya başlanmıştır. Türkiye bu gün, Suriye’de eli kanlı şebekelerin, vatana haini asker kaçakların, insanlık dışı Selefi Cihat (el Kaide) yamyamlarının askeri, mali, her türlü lojistik desteklerini sağlayan bir ülke konumuna düşürülmüştür. Ülkemiz, emperyalist çıkarlar için kardeş ve dost ülke Suriye’yi kanlı arenayı çeviren tüm olayların içinde birinci derecede rol oynayan bur kukla ülke konumundadır.
Bu sürecin son halkası, bu basın açıklamamızın da esasını oluşturmuştur. Erdoğan iktidarı, ölüm ihalelerine yönelerek komşumuz Suriye’ye karşı kanıl organizasyonlar içine inatla öne atmaktadır. Aklin hiçbir ölçüsüne uymayan bu düşmanlığın Suriye’den kaynaklı en küçük bir nedeni bile yoktur. Suriye hep kardeş, hep iyi niyetle ülkemize yaklaşmış ve bunun bedeli insafsızca, vicdansızca ve ahlaksızca ödetilmek istenmiştir.
Tunus’ta bağlanan, Suriye düşmanı ülkeler konferansı (onlar buna “Suriye dostları” diyor), fiyaskoyla bitmesine, muhalif güçlerin birbirine düşüp, Suudi Arabistan’ın konferanstan kopmasına rağmen, Erdoğan yönetimi, ikinci konferansın kıs sürede Türkiye‘de bağlanmasını istemiştir. Konferanstan ayrılan Suudi Arabistan ise, bu güne kadar yaptığı gizi kapaklı silahlandırmayı yetersiz görüp, uluslar arası medya önünde bir halkın açıkça katledilmesi ve iç savaşın tırmandırılması amacıyla “muhalefetin silahlandırılmasının iyi fikir” olduğunu Dışişleri Bakını Prens Suud el Faysa bin Adülaziz tarafından doğrudan ilan edilmiştir.
Türkiye bu ilanın tetikçisidir. İlki Tunus’ta bağlanan “Suriye düşmanı ülkeler konferansı”nın ikinci adımı için Erdoğan yönetimi talip çıkmıştır. Kardeş ülke, barış sınırları, sıfır sorun politikasının tümden bir aldatmaca ve yalan olduğunu gösteren bu yönelimler, tarihi düşmanlıklarında tek kaynağıdır. Ülkemiz, Erdoğan’ın faşizan sivil diktatörlük rejimiyle, bölgemizde bir kez daha kirli emperyalist çıkar tetikçiliğine soyunmuş olmaktadır.
Bu girişimler ateşle oynamaktır. Komşuyu yakmaya çalışmak bölgeyi yakmaktır. Bu girişimler maceracı cahil cüretidir. Halkımızın sırtına tarihi düşmanlıklar ekleme ahlaksızlığıdır. Amerika ve İsrail siyonizminin bölgemizde yıkılması muhkem olan egemenliklerini, koruma adına kendi halkını ateşe atmaktır. Bu girişim haksızdır, gerekçesizdir, zalimdir ve karşısında durulması gereken bir yıkım girişimidir.
Halkımıza çağrımız, bölgemizi ateşten koruyalım, ülkemizin ateşleri körükleyip içine atmak isteyen Erdoğan yönetimine geçit vermeyelim. Bu ateş herkesi yakar öncelikle de sonu gelmez biçimde ülke halklarımızı yakar. Barışı kazanmak için savaşı engellemenin yolu, ülkemizin eli kanlı iktidarını dizginlememiz gereklidir. Bunun için bölgenin tüm halkları dayanışma içinde olmalıdır. Bunun sorumluluk ve yükümlülüğünü yerine getirmemiz gereklidir. Bu amaca hizmet edecek tüm etkinliklerde yerimizi almalı sesimizi yükseltmeliyiz.
THKP-C (Acilciler)
29 Şubat 2012
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder