16 Mart 2012 Cuma
ORTAK SİYASAL DİL
Mihrac Ural - 3 Şubat 2012 / Cuma
Alta vereceğim kavramlar uzun siyasal mücadele sürecinde şekillenmiş, hazmedilmiş bilince çıkmış yazılırımın temel taşları olan ve siyasal yönelimlerini belirleyen kavramlardır. Bu kavramları, Türkiye Arap halkının kimlik hakları uğruna yükselen mücadele reflekslerini ortak bir paydada ifade etmek için kaleme aldım. Ortak kanaate sahip tüm arkadaşlarımdan bu kavramları kullanmaya, yazılarında, sohbetlerinde yer vermeye çağırıyorum.
Halkımızın, ortak ülkemiz özgürlük ve demokrasi mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olan kimlik hakları uğruna mücadelesi aynı zamanda kavramlarda ortak jargon üzerinden ifade edilmesi gereği bulunmaktadır. Buna, tüm arkadaşların katkısı olmalıdır. Kavramlaştırma mücadele hedeflerini halkımızı algı alanına daha hızlı bir yolla iletebilmen çabamızın bir boyutudur. Ancak her kavram belli bir tarihi kesit içinde belli bir olayı, olguyu ya da olaylar dizinini temsil eder. Bu yanıyla durağandır. Bu kavramların bu aşamaya ait olduğu gerçeğini göz önüne alarak değerlendirmek, ne öncesi ne sonrası için de geçerli olduğu iddiasında bulanmamak gerek.
Altta verdiğim kavramlar, ısrarla ve tekrarla ifade ettiğim gibi, ortak ülkemizde, ırkçı-milliyetçi her türden bölücülüğe karşı, barışçıl, laik, özgürlükçü- demokratik, katılımcı, çoğulcu bir siyasal rejim altında, tüm farklılıklarımızın hakları güvenceye alınmış olarak yaşama amacı taşır; böylesi bir ülkede eşit kurucular olarak yaşama isteğimizi ifade etmek isteriz.
ORTAK ÜLKE
“Ortak ülke” söylemi, siyasal söylemlerimizin temelini oluşturur. İnancımız odur ki, bu ülke birimizin değil hepimizindir; bu gerçekliğin şüphe götürmez olduğunu, egemen ya da mahkum topluluk ve inançların olmadığı bir ülke yaşadığımızın birbirimize anayasa, yasa, kurum ve eğitimin her dalında, güvenlik, ordu ve devlete ait tüm kurumlarda ifade edilip ikamesi gereklidir. Bu ülke ortak ülkemizdir…Bu algıyla Anadolu toprakları içinde yaşayan tüm inanç ve etnik yapıların, barış içinde bir arada yaşaması gerektiğini savunduğumuzu ifade ederiz. Ortak ülkemiz kavramı aynı zamanda bu toprakların tarihsel gerçekliğini zorlayan tek ulusçu egemenliğe karşı, çok uluslu çok dille katılımcı demokratik bir ülkede özgürce yaşama irademizi de ifade eder.
CUMHURİYETTEKİ OSMANLI
Cumhuriyet, kurucuları tarafından Osmanlıdan farklı bir planla kurulduğu iddiasıyla yola çıkmıştır. Cumhuriyet, ittihatçı-milliyetçi militarist Osmanlı artığı subayların I. Dünya savaşı maceralarının iflasıyla öne çıkan milliyetçi subaylar önderliğinde kuruldu. Ancak İttihatçı subaylar, yaşanan yenilginin sorumluları olarak liderlerini kaybetmelerine rağmen (Talat, Cemal, Enver ) cumhuriyetini kuruluşunda etken bir güçtüler; bu güç Cumhuriyetin siyasal, askeri. Sosyal ilişkilerini bu güne kadar belirleyen en önemli öğe olmuştur. Atatürk’e bile suikast (İzmir suikastı) edecek kadar zıvanadan çıkmış militarist tetikçiler, Kürt halk ayaklanmalarının kitlesel olarak kanlı kıyımla bastırılmasından, 6-7 Eylül 1955 olayları dahil, 1960, 1970 ve 1980 askeri darbeleri organize etmeye kadar bu sürecin en kanlı olaylarında baş aktördüler. Anadolu mozaiğini hiçe sayıp, demokratik bir ortak ülke algısı yerine, tek ulusçu, Irkçı-milliyetçi yapılanmayı kuranda bu akıldır. Osmanlının genetik yayılmacı talancı virüsü Cumhuriyetin bitip tükenmeyene sorunlarının da kaynağıdır, Hatay ilhakı Kıbrıs işgali gibi girişimler ise bu güne kadar durmadan kanayan birer yaradır. Cumhuriyetteki Osmanlı, bu gün yakaladığı iktidar etkinliğiyle Atatürk’ün Osmanlıdan çıkışta, Cumhuriyetin farklı bir planla kurulması için ortaya koyduğu tüm değerleri yıkarak Yeni-Osmanlıyı ikame etme çılgınlığı içindedir; Laiklik, “yurtta Sulh Cihanda Sulh” gibi barışçıl komşu ülkelerle ilişkiler, çoğulcu, katılımcı demokrasi ve bunun Anadolu mozaiğine uygun gelişiminin önü kesilmiş Faşizan sivil diktatörlük yoluna girilmiştir. İçte baskı, dışta yayılmacı militarizm öne çıkmaya başlamıştır. Her defasında iflasla sonuçlanan bu yönelim, Osmanlının sonunu getiren maceracı süreçler içine de girerek, Lazan Anlaşmasıyla zar zor elde tutulan alanları, II. Sevr Anlaşmasıyla dağılma riskine girmiştir. Tarihin bir üst düzeyde tekerrürü olan bu gidiş, Cumhuriyetteki Osmanlıyı tanımlayan en açık veridir.
ÇOK DİLLİ VE ÇOK BAŞKENTLİ
Ortak ülkemiz çok dilli ve çok başkentli olmalıdır. Barış içinde bir arada yaşamın önemli öğesi yerel demokratik özekliklerin kökleşip etkinleştirilmesine gidilmelidir. Resmi dil ne olursa olsun yerelin de özgün dili resmi alanda kullanılabilmelidir. Çok dillilik kadar yerilen başkentleri de olmalıdır. Ortak ülkemizde Ankara resmi başkent ise, İstanbul mali, Diyarbakır ve Antakya ihtiyari (seçmeli) başkent ilan edilmelidir. Ülkemizin etnik topluluk haritasına en uyumlu yönetim belirtileri budur.
İKİ AYRI DEVLETTE AYNI HALK
Tarihin kirli entrikalarıyla iki ayrı devlet altında yaşamaya mahkum edilmiş aynı halkın ortak reflekslerinin dile getirme hakkından söz ederken, Suriye ikinci anavatanımızdır vurgusunun öne çıkması gerekmektedir. Biz Arap halkı ortak ülke olarak tanımladığımız Türkiye’de her türden bölücülüğe karşı olacağız; inancımız odur ki, verdiğimiz mücadele ortak ülkemizin özgürlük ve demokrasi mücadelesidir. Bu mücadelede barışçıl yolları esas alacağız, sonuna kadar yasal zeminde mücadele edeceğiz. Ama savunmamızı gerektirecek her türden ihtiyatı da almaktan geri kalmayacağız. Milliyetçiliğin her türüne öncelikle kendi saflarımızda mücadele edeceğiz. Halkımızın kimlik hakları mücadelesi esas olarak Türkiye Arap halkı kitlesini ilgilendiren bir mücadele olsa da bu, ortak ülkemizin özgürlük ve demokrasi mücadelesi olarak Türk, Kürt Tüm etnik kesimleri içine alan, onların yiğit evlatlarını öncümüz, yöneticimiz, kadro ve militanımız olarak yer almalarını içiren bir kapsamda olacaktır.
SURİYE İKİNCİ ANVATANIMIZDIR
Biz Türkiye Arapları, bu toprakların en kadım sakinleriyiz, yerliyiz. Ak deniz uygarlıklarının tümünü kuran medeni bir etnik topluluğuz. Hangi siyasi hüküm üzerimize çökmüş olursa olsun, tarihsel süreçlerin evrimin birikimleriyle kendi sentezlerini yaratarak bu güne gelmiş olan kültürel varlığımız, inanç algılarımız, gelenek ve geleneklerimiz, anadili birliğimiz ortak bir coğrafyada yaşama kararlılığımız Arap etnik kimliğimizi tanımlar. Bugün ayrı devlet hükmü altında, her kim askerini nereye kadar getirip koymuşsa orayı sınır edinmesinin talihsizliğiyle bu bir ve aynı olan halk suni bölünmelere maruz kalmıştır. Ancak dikenli teller hiçbir zaman coğrafyanın doğallığını ve doğasını bozamamıştır. Bölgemizde sınırların askeri sınırlar olduğu, ne ulusal ne de kültürel sınarları temsil etmediği gerçeği bu halkın siyasal kaderinde önemli roller oynamaya adaydır. Anavatan, Bekir bir coğrafyayı, bölge ya da toprağı yaşama, ziraata ilk açan ve bunu kararlıca devam ettiren toplulukların yaşam alanıdır. Siyasi hükümlerin değişmesi, anavatanı başkasına mal etmez. Barbar akınlarına maruz kalsa da, her türlü hükümden uzak bırakılsa da, kılıç hakkı diye toprakları gasp edilip parçalansa da anavatan, yerli halkın tarihsel, yaşamsal, tarımsal, gelenek görenek ve kültürel birikimlerini yaratan emeklerine aittir. Hiçbir askeri ya da siyasi sınırın bozamayacağı bu tarih bizler için Suriye’yi gerçek anavatan olarak tanımlar. 7000 yıllık ortak tarihiyle Suriye, gaspla, “kılıç hakkı” adı altında talanla, ilhakla şekillenen ve geleceği oldukça belirsiz olan hiç bir devlet ya da devlet adı halkımızın gerçek anavatanı olarak görülemez. Ayrıca, coğrafyayı, yaşanılan toprakları tüm yöneliriyle tanımlayamayan isimler anavatan adı olamazlar. Suriye anavatanımızdır. Bu günün siyasal konjonktüründe, halkımızın ayrı devletler altında yaşamaya mahkum edilişi nedeniyle, Suriye’yi, “iki anavatanımızdan biri” olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır.
ANADİLİMİZ ANA HEDEFİMİZ
İsteğimiz, verdiğimiz vergilerin karşılığı olarak, herkes gibi, özellikle Türk kardeşlerimiz gibi, ana okulundan üniversiteye kadar anadillimiz ve alfabemizle resmi okullarda eğitim hakkıdır. Tekrar ediyorum resmi okullarda ana dille eğitim hakkı…
Halkımızın kimlik haklarının en önemli adımı olduğu kadar, inanç haklarımızın da en önemli adımı budur. Bu minvalde, Arapçılık yapma gibi sapmalara düşülmemesi içinde ısrarla uyarılarımı yapıyorum. Her türden milliyetçiliğin bir veba olduğunu ve ret edilmesi gerektiğini oldum olası savundum, buradan da bu münasebetle tekrar ederim. Sözlerimi kimse bulandırmasın, bu haklı bir demokratik taleptir ve 8 Milyon nüfusuyla Arapların bu hakkı elde etmeleri kadar doğal hiçbir şey olamaz; vatandaşı bile olmayan ve tamamen ırkçı ön yargılarla davranılarak, ülkemiz sırtına akıl almaz sorunları da yıkarak ve sonuçta eli boş çıkılacağı kesin olan 150 bin Kıbrıslı “Türk” için, savaş dahil her şeyi göze alan bu devlet, vergisi dahil her türlü vatandaşlık yükümlülüklerini yerine getiren milyonlarca Arap vatandaşı için resmi okullarda anadille eğitim hakkını tanımaması tekrarla işlenmeye devam eden bir cinayet türüdür. Arap halkı kimlik ve resmi okullarda anadille eğitim haklarını, doğal, barışçıl ve demokrat bir hak olarak talep etmektedirler.
TÜRKLEŞMİŞ-ARAPLAR
Arap orijinli insanların egemen ulusun tek ulusçu baskı ve yönelimlerini onaylayan yaklaşımlarını tanımlar. Türk halkını, Türk milletini tenzih ederek bu kraldan çok kralcı etnik kimliğini inkar etmiş, egemen ulus milliyetçiliğini mensup olduğu etnik kimliğe karşı süren asimilasyonu siyasi bir yönelim olarak destekleyenleri tanımlar. Bu tanımlama halkımızın kimlik haklarını savunma mücadelesinde karşımıza sıklıkla çıkacaktır. Halkımızın kimlik hakları uğruna yürüteceği özgürlük ve demokrasi mücadelesinde en çok sorunu da bu çevrelerle yaşayacağız. Bu çevreleri kavramlaştırmak, kendi siyasal edebiyatımızda tanımlamanın en uygun terimi TÜRKLEŞMİŞ –ARAP terimidir. Bu tanımlamamızı illa tersten okumak isteyip “milliyetçiliğin bir türü” olarak lanse etmeleri, zorlama bir eleştiridir. Tekrarla belirtecek olursak, “TÜRKLEŞMİŞ-ARAP” tanımı, Türk halkı ve milletini tenzih ederek, Arap etnik kökenli kişilerin, egemen ulus milliyetçi baskı ve asimilasyon politikalarını benimseyen, destekleyen siyasi eğilim olarak bunu ortaya koyanlara yapılan tanıtıcı bir tanımlamadır. Arap halkının kimlik hakları uğruna mücadelesi, özgürlük ve demokrasi mücadelesi olması dolaysıyla da Türk, Kürt farklı tüm etnik kökenden insanı kapsayan milliyetçilikten uzak bir mücadeledir. On yıllar boyu ortak ülke adı altında yürüttüğümüz mücadele gibi, Arap halkının kimlik hakları mücadelesinde Türk, Kürt ve tüm farklılıklardan insanların da katılacağı, içinde örgütsel olarak yer almaları gereken bir mücadeledir. Arap halkını Türkiye’deki kimli mücadelesinin öncüleri arasında Türk, Kürt devrimcilerin yer alması bu mücadelenin birleştirici, barışçıl karakterinin de ifadesi olacaktır. On yıllardır bizim omuz verdiğimiz mücadele de böylesi bir dayanışma mücadelesiydi, bu gün Araplar olarak bizim de diğer etnik kökenli arkadaşlarımızdan beklediğimizi budur. Bu beklenti milliyetçiliğe karşı duruşumuzun bir ifadesidir. Tersi de doğrudur, Türk milliyetçiliğinin egemen ulus baskısı olarak sürdürdüğü anti-demokratik asimilasyonca yönelimlere karşı, Türk insanının mücadelesi olacaktır.
MİLLİYETÇİ SOLCULAR
Sosyalist, komünist, demokrat, halkçı, emekçi haklarını savunucu olarak kendini tanıtsa da ortak ülkemizin zenginliği olan etnik ve inançsal mozaiğini göz önüne almayan ve sol adı altında toplanan baskıcı egemen milliyetçiliği savunucularını tanımlar. Ülkemizde sol hareketlerin ayrışması özellikle 1980 sonrası dönemle birlikte gelişen özgürlük ve demokrasi hareketleriyle belirginleşmiştir. Bu haklı halk davaları yükseldikçe kimi sol güçler artan oranda milliyetçi eğilimlere savruldular. Ortak ülkemizin özgürlük ve demokrasi yönünde gelişiminin önemli engellerinden biri olan bu algı aynı zamanda siyasi alanda dini gericiliğin artan etkisine de katkı sağlayan bir unsurdur. Laiklik dahil her çağdaş değerin kısırlaşmasına yol açan dar ulusalcı çıkarlar, gerçek anlamda çoğulcu, katılımcı kapsayıcı demokrasi taraftarı sayılamazlar. Milliyetçi solcular ülkemizde tüm ırkçı-milliyetçilerin dayattıkları bölücülüğün, ötekileştiriciliğin, inkarcılığın da önemli unsurudurlar.
Devam edecek…
Alta vereceğim kavramlar uzun siyasal mücadele sürecinde şekillenmiş, hazmedilmiş bilince çıkmış yazılırımın temel taşları olan ve siyasal yönelimlerini belirleyen kavramlardır. Bu kavramları, Türkiye Arap halkının kimlik hakları uğruna yükselen mücadele reflekslerini ortak bir paydada ifade etmek için kaleme aldım. Ortak kanaate sahip tüm arkadaşlarımdan bu kavramları kullanmaya, yazılarında, sohbetlerinde yer vermeye çağırıyorum.
Halkımızın, ortak ülkemiz özgürlük ve demokrasi mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olan kimlik hakları uğruna mücadelesi aynı zamanda kavramlarda ortak jargon üzerinden ifade edilmesi gereği bulunmaktadır. Buna, tüm arkadaşların katkısı olmalıdır. Kavramlaştırma mücadele hedeflerini halkımızı algı alanına daha hızlı bir yolla iletebilmen çabamızın bir boyutudur. Ancak her kavram belli bir tarihi kesit içinde belli bir olayı, olguyu ya da olaylar dizinini temsil eder. Bu yanıyla durağandır. Bu kavramların bu aşamaya ait olduğu gerçeğini göz önüne alarak değerlendirmek, ne öncesi ne sonrası için de geçerli olduğu iddiasında bulanmamak gerek.
Altta verdiğim kavramlar, ısrarla ve tekrarla ifade ettiğim gibi, ortak ülkemizde, ırkçı-milliyetçi her türden bölücülüğe karşı, barışçıl, laik, özgürlükçü- demokratik, katılımcı, çoğulcu bir siyasal rejim altında, tüm farklılıklarımızın hakları güvenceye alınmış olarak yaşama amacı taşır; böylesi bir ülkede eşit kurucular olarak yaşama isteğimizi ifade etmek isteriz.
ORTAK ÜLKE
“Ortak ülke” söylemi, siyasal söylemlerimizin temelini oluşturur. İnancımız odur ki, bu ülke birimizin değil hepimizindir; bu gerçekliğin şüphe götürmez olduğunu, egemen ya da mahkum topluluk ve inançların olmadığı bir ülke yaşadığımızın birbirimize anayasa, yasa, kurum ve eğitimin her dalında, güvenlik, ordu ve devlete ait tüm kurumlarda ifade edilip ikamesi gereklidir. Bu ülke ortak ülkemizdir…Bu algıyla Anadolu toprakları içinde yaşayan tüm inanç ve etnik yapıların, barış içinde bir arada yaşaması gerektiğini savunduğumuzu ifade ederiz. Ortak ülkemiz kavramı aynı zamanda bu toprakların tarihsel gerçekliğini zorlayan tek ulusçu egemenliğe karşı, çok uluslu çok dille katılımcı demokratik bir ülkede özgürce yaşama irademizi de ifade eder.
CUMHURİYETTEKİ OSMANLI
Cumhuriyet, kurucuları tarafından Osmanlıdan farklı bir planla kurulduğu iddiasıyla yola çıkmıştır. Cumhuriyet, ittihatçı-milliyetçi militarist Osmanlı artığı subayların I. Dünya savaşı maceralarının iflasıyla öne çıkan milliyetçi subaylar önderliğinde kuruldu. Ancak İttihatçı subaylar, yaşanan yenilginin sorumluları olarak liderlerini kaybetmelerine rağmen (Talat, Cemal, Enver ) cumhuriyetini kuruluşunda etken bir güçtüler; bu güç Cumhuriyetin siyasal, askeri. Sosyal ilişkilerini bu güne kadar belirleyen en önemli öğe olmuştur. Atatürk’e bile suikast (İzmir suikastı) edecek kadar zıvanadan çıkmış militarist tetikçiler, Kürt halk ayaklanmalarının kitlesel olarak kanlı kıyımla bastırılmasından, 6-7 Eylül 1955 olayları dahil, 1960, 1970 ve 1980 askeri darbeleri organize etmeye kadar bu sürecin en kanlı olaylarında baş aktördüler. Anadolu mozaiğini hiçe sayıp, demokratik bir ortak ülke algısı yerine, tek ulusçu, Irkçı-milliyetçi yapılanmayı kuranda bu akıldır. Osmanlının genetik yayılmacı talancı virüsü Cumhuriyetin bitip tükenmeyene sorunlarının da kaynağıdır, Hatay ilhakı Kıbrıs işgali gibi girişimler ise bu güne kadar durmadan kanayan birer yaradır. Cumhuriyetteki Osmanlı, bu gün yakaladığı iktidar etkinliğiyle Atatürk’ün Osmanlıdan çıkışta, Cumhuriyetin farklı bir planla kurulması için ortaya koyduğu tüm değerleri yıkarak Yeni-Osmanlıyı ikame etme çılgınlığı içindedir; Laiklik, “yurtta Sulh Cihanda Sulh” gibi barışçıl komşu ülkelerle ilişkiler, çoğulcu, katılımcı demokrasi ve bunun Anadolu mozaiğine uygun gelişiminin önü kesilmiş Faşizan sivil diktatörlük yoluna girilmiştir. İçte baskı, dışta yayılmacı militarizm öne çıkmaya başlamıştır. Her defasında iflasla sonuçlanan bu yönelim, Osmanlının sonunu getiren maceracı süreçler içine de girerek, Lazan Anlaşmasıyla zar zor elde tutulan alanları, II. Sevr Anlaşmasıyla dağılma riskine girmiştir. Tarihin bir üst düzeyde tekerrürü olan bu gidiş, Cumhuriyetteki Osmanlıyı tanımlayan en açık veridir.
ÇOK DİLLİ VE ÇOK BAŞKENTLİ
Ortak ülkemiz çok dilli ve çok başkentli olmalıdır. Barış içinde bir arada yaşamın önemli öğesi yerel demokratik özekliklerin kökleşip etkinleştirilmesine gidilmelidir. Resmi dil ne olursa olsun yerelin de özgün dili resmi alanda kullanılabilmelidir. Çok dillilik kadar yerilen başkentleri de olmalıdır. Ortak ülkemizde Ankara resmi başkent ise, İstanbul mali, Diyarbakır ve Antakya ihtiyari (seçmeli) başkent ilan edilmelidir. Ülkemizin etnik topluluk haritasına en uyumlu yönetim belirtileri budur.
İKİ AYRI DEVLETTE AYNI HALK
Tarihin kirli entrikalarıyla iki ayrı devlet altında yaşamaya mahkum edilmiş aynı halkın ortak reflekslerinin dile getirme hakkından söz ederken, Suriye ikinci anavatanımızdır vurgusunun öne çıkması gerekmektedir. Biz Arap halkı ortak ülke olarak tanımladığımız Türkiye’de her türden bölücülüğe karşı olacağız; inancımız odur ki, verdiğimiz mücadele ortak ülkemizin özgürlük ve demokrasi mücadelesidir. Bu mücadelede barışçıl yolları esas alacağız, sonuna kadar yasal zeminde mücadele edeceğiz. Ama savunmamızı gerektirecek her türden ihtiyatı da almaktan geri kalmayacağız. Milliyetçiliğin her türüne öncelikle kendi saflarımızda mücadele edeceğiz. Halkımızın kimlik hakları mücadelesi esas olarak Türkiye Arap halkı kitlesini ilgilendiren bir mücadele olsa da bu, ortak ülkemizin özgürlük ve demokrasi mücadelesi olarak Türk, Kürt Tüm etnik kesimleri içine alan, onların yiğit evlatlarını öncümüz, yöneticimiz, kadro ve militanımız olarak yer almalarını içiren bir kapsamda olacaktır.
SURİYE İKİNCİ ANVATANIMIZDIR
Biz Türkiye Arapları, bu toprakların en kadım sakinleriyiz, yerliyiz. Ak deniz uygarlıklarının tümünü kuran medeni bir etnik topluluğuz. Hangi siyasi hüküm üzerimize çökmüş olursa olsun, tarihsel süreçlerin evrimin birikimleriyle kendi sentezlerini yaratarak bu güne gelmiş olan kültürel varlığımız, inanç algılarımız, gelenek ve geleneklerimiz, anadili birliğimiz ortak bir coğrafyada yaşama kararlılığımız Arap etnik kimliğimizi tanımlar. Bugün ayrı devlet hükmü altında, her kim askerini nereye kadar getirip koymuşsa orayı sınır edinmesinin talihsizliğiyle bu bir ve aynı olan halk suni bölünmelere maruz kalmıştır. Ancak dikenli teller hiçbir zaman coğrafyanın doğallığını ve doğasını bozamamıştır. Bölgemizde sınırların askeri sınırlar olduğu, ne ulusal ne de kültürel sınarları temsil etmediği gerçeği bu halkın siyasal kaderinde önemli roller oynamaya adaydır. Anavatan, Bekir bir coğrafyayı, bölge ya da toprağı yaşama, ziraata ilk açan ve bunu kararlıca devam ettiren toplulukların yaşam alanıdır. Siyasi hükümlerin değişmesi, anavatanı başkasına mal etmez. Barbar akınlarına maruz kalsa da, her türlü hükümden uzak bırakılsa da, kılıç hakkı diye toprakları gasp edilip parçalansa da anavatan, yerli halkın tarihsel, yaşamsal, tarımsal, gelenek görenek ve kültürel birikimlerini yaratan emeklerine aittir. Hiçbir askeri ya da siyasi sınırın bozamayacağı bu tarih bizler için Suriye’yi gerçek anavatan olarak tanımlar. 7000 yıllık ortak tarihiyle Suriye, gaspla, “kılıç hakkı” adı altında talanla, ilhakla şekillenen ve geleceği oldukça belirsiz olan hiç bir devlet ya da devlet adı halkımızın gerçek anavatanı olarak görülemez. Ayrıca, coğrafyayı, yaşanılan toprakları tüm yöneliriyle tanımlayamayan isimler anavatan adı olamazlar. Suriye anavatanımızdır. Bu günün siyasal konjonktüründe, halkımızın ayrı devletler altında yaşamaya mahkum edilişi nedeniyle, Suriye’yi, “iki anavatanımızdan biri” olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır.
ANADİLİMİZ ANA HEDEFİMİZ
İsteğimiz, verdiğimiz vergilerin karşılığı olarak, herkes gibi, özellikle Türk kardeşlerimiz gibi, ana okulundan üniversiteye kadar anadillimiz ve alfabemizle resmi okullarda eğitim hakkıdır. Tekrar ediyorum resmi okullarda ana dille eğitim hakkı…
Halkımızın kimlik haklarının en önemli adımı olduğu kadar, inanç haklarımızın da en önemli adımı budur. Bu minvalde, Arapçılık yapma gibi sapmalara düşülmemesi içinde ısrarla uyarılarımı yapıyorum. Her türden milliyetçiliğin bir veba olduğunu ve ret edilmesi gerektiğini oldum olası savundum, buradan da bu münasebetle tekrar ederim. Sözlerimi kimse bulandırmasın, bu haklı bir demokratik taleptir ve 8 Milyon nüfusuyla Arapların bu hakkı elde etmeleri kadar doğal hiçbir şey olamaz; vatandaşı bile olmayan ve tamamen ırkçı ön yargılarla davranılarak, ülkemiz sırtına akıl almaz sorunları da yıkarak ve sonuçta eli boş çıkılacağı kesin olan 150 bin Kıbrıslı “Türk” için, savaş dahil her şeyi göze alan bu devlet, vergisi dahil her türlü vatandaşlık yükümlülüklerini yerine getiren milyonlarca Arap vatandaşı için resmi okullarda anadille eğitim hakkını tanımaması tekrarla işlenmeye devam eden bir cinayet türüdür. Arap halkı kimlik ve resmi okullarda anadille eğitim haklarını, doğal, barışçıl ve demokrat bir hak olarak talep etmektedirler.
TÜRKLEŞMİŞ-ARAPLAR
Arap orijinli insanların egemen ulusun tek ulusçu baskı ve yönelimlerini onaylayan yaklaşımlarını tanımlar. Türk halkını, Türk milletini tenzih ederek bu kraldan çok kralcı etnik kimliğini inkar etmiş, egemen ulus milliyetçiliğini mensup olduğu etnik kimliğe karşı süren asimilasyonu siyasi bir yönelim olarak destekleyenleri tanımlar. Bu tanımlama halkımızın kimlik haklarını savunma mücadelesinde karşımıza sıklıkla çıkacaktır. Halkımızın kimlik hakları uğruna yürüteceği özgürlük ve demokrasi mücadelesinde en çok sorunu da bu çevrelerle yaşayacağız. Bu çevreleri kavramlaştırmak, kendi siyasal edebiyatımızda tanımlamanın en uygun terimi TÜRKLEŞMİŞ –ARAP terimidir. Bu tanımlamamızı illa tersten okumak isteyip “milliyetçiliğin bir türü” olarak lanse etmeleri, zorlama bir eleştiridir. Tekrarla belirtecek olursak, “TÜRKLEŞMİŞ-ARAP” tanımı, Türk halkı ve milletini tenzih ederek, Arap etnik kökenli kişilerin, egemen ulus milliyetçi baskı ve asimilasyon politikalarını benimseyen, destekleyen siyasi eğilim olarak bunu ortaya koyanlara yapılan tanıtıcı bir tanımlamadır. Arap halkının kimlik hakları uğruna mücadelesi, özgürlük ve demokrasi mücadelesi olması dolaysıyla da Türk, Kürt farklı tüm etnik kökenden insanı kapsayan milliyetçilikten uzak bir mücadeledir. On yıllar boyu ortak ülke adı altında yürüttüğümüz mücadele gibi, Arap halkının kimlik hakları mücadelesinde Türk, Kürt ve tüm farklılıklardan insanların da katılacağı, içinde örgütsel olarak yer almaları gereken bir mücadeledir. Arap halkını Türkiye’deki kimli mücadelesinin öncüleri arasında Türk, Kürt devrimcilerin yer alması bu mücadelenin birleştirici, barışçıl karakterinin de ifadesi olacaktır. On yıllardır bizim omuz verdiğimiz mücadele de böylesi bir dayanışma mücadelesiydi, bu gün Araplar olarak bizim de diğer etnik kökenli arkadaşlarımızdan beklediğimizi budur. Bu beklenti milliyetçiliğe karşı duruşumuzun bir ifadesidir. Tersi de doğrudur, Türk milliyetçiliğinin egemen ulus baskısı olarak sürdürdüğü anti-demokratik asimilasyonca yönelimlere karşı, Türk insanının mücadelesi olacaktır.
MİLLİYETÇİ SOLCULAR
Sosyalist, komünist, demokrat, halkçı, emekçi haklarını savunucu olarak kendini tanıtsa da ortak ülkemizin zenginliği olan etnik ve inançsal mozaiğini göz önüne almayan ve sol adı altında toplanan baskıcı egemen milliyetçiliği savunucularını tanımlar. Ülkemizde sol hareketlerin ayrışması özellikle 1980 sonrası dönemle birlikte gelişen özgürlük ve demokrasi hareketleriyle belirginleşmiştir. Bu haklı halk davaları yükseldikçe kimi sol güçler artan oranda milliyetçi eğilimlere savruldular. Ortak ülkemizin özgürlük ve demokrasi yönünde gelişiminin önemli engellerinden biri olan bu algı aynı zamanda siyasi alanda dini gericiliğin artan etkisine de katkı sağlayan bir unsurdur. Laiklik dahil her çağdaş değerin kısırlaşmasına yol açan dar ulusalcı çıkarlar, gerçek anlamda çoğulcu, katılımcı kapsayıcı demokrasi taraftarı sayılamazlar. Milliyetçi solcular ülkemizde tüm ırkçı-milliyetçilerin dayattıkları bölücülüğün, ötekileştiriciliğin, inkarcılığın da önemli unsurudurlar.
Devam edecek…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder