11 Şubat 2012 Cumartesi
ZİNDAN FOTOĞRAFININ ARKA PALANI
Bu fotoğraf 25 Ocak 1979 tarihinde Konya ceza evi siyasi koğuşunda alınmıştır. Önde Enver Kalasın, hasan bülbül ortada Bünyamin Doğan yoldaş, Mihrac Ural (eşofmanlı) ve Tahsin Doğan Üstte ise sakallı olan, Ali Sönmez yoldaştır.
Mihrac Ural – 2 Şubat 2012 / Perşembe
Bu fotoğrafı okumak çok kolay olduğu kadar çok da zordur. Kolay olan görüntünün yansıttığı yoksulluk, sıkışıklık, sabası, ranzası, kitaplığı, 3 m² boş alanıyla yaşama dair bil veridir. Bu veriler, her zamanki gibi, acının resmine ilham olabilir, yanık bir türküye, gökyüzüne bir siteme yol açabilir. Ama bu fotoğrafta bunların çok ötesinde bir geçmiş ve bir gelecek mesajı yatıyor.
Bu fotoğrafta, hiç kimse hiçbir zaman aç kaldığımız günleri göremeyecektir. Sağmalcılar, Selimiye Kışlası, Eskişehir, afyon, Isparta, Bolvadin zindanları sürgününden sonra omuzlara çokmuş halsizlikleri, çocuk yaşta çalkalanan bedenleri kahredici umutsuzluğun geleceği karartmaya çalışan baskıları görülmeyecektir. Bolvadin zindanı dönemin amansızıydı, orada girer girmez saçların sıfıra vurulmasını engellemek yürek isterdi; duvar dibine çömelterek dizdiler, kurşuna dizecekler gibi. Kurşuna dizmek mi onur kırmak mı daha zor? Gel sen bunu bana sor… Ringi arabasın attılar bizi. Eller ayaklar kelepçeli, pamuk toplamaya mı gidiyoruz ? Dehlize mi? Üç beş çamaşırla hazıra serilmiş yataklarımız, tuvalete bile gitme yasağıyla altımıza yapmaya mahkum edilişimizi mi anlatayım… Ufak su dökmek için milletin gözü önünde meydana indirilip süngülü jandarma kuşatması altında çiş yapmaya mecbur edildiğimizi mi?.. Hangi birini… İşte böyle geldik Bolvadin zindanından Konya’ya.
Bu günlere rastgelen bayramda herse ailesinden envai çeşit yemek, tatlı ve giyim gelirken karavanın taşlı çorbalarına yaptığımız talimi kimse bilmeyecektir; bu onur kırıcı zorba kuşatmanın zulalarında, martaval yerine paylaşımı bilmeyen sofra sahiplerine bir dostumuzun, zıkkımlanmaları için sunduğu yemek listesinin edebiyat şaheseri olan dizelerini hiç görmeyecektir; bu liste öylesine uzun bir liste ki, öylesine trajikomik ki, kırk aşçı bir araya gelse de yemek isimlerini, katkı maddelerin, et, sebze tahıl yemekleri yanı sıra çorba çeşitleri ve tatlılarını dizemez. Bu protest yemek listesini anlamanız için, yazım adabını sığmayan bir çorba çeşidini aktarmakla yetineceğim; “sıcak katır sidiği katılmış, güherçileli, pirinç çorbası”. Gerisini siz anlayın., Bu tepkinin nedenleri ise anılarımda yer alacak bir anlatımı gerektirir, konumuz bu fotoğrafla sınırlı. Ancak aç insan tepkisinde kimsenin adabı aramamsı gerektiğini hatırlatmakla yetineceğim.
Bu fotoğrafta, böylesi zorlu günlerde yaşanmamış gençliğin, aşka dair bir deneye bile girememiş yüreklerin, sigarayı, her türden içkiyi “devrimci ilke” gereği kendine yasaklamış kararlılığın yürekleri hiç görünmeyecektir. Bu fotoğraf karesinde, bir itirafçının sırtımıza vurduğu hançerin acısı, ilgili ilgisiz suçların sırtımıza yıkılışı ve idamdan yargılanmanın dehşet verici adaletsizliğinin yüreğimizde hangi vurgunları yaptığını ve buna karşı nasıl bir direnme savaşı içinde olduğumuzu bilse de kimse görmeyecektir.
Ama bu yürek, bütün bu baskılara karşı bir köşede yine halkının davası için okumaya, yazmaya ve bir an önce özgür olmak için yol aramaya devam edecektir: Bu da Nazım’ın dediği gibi "ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında , ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında"
Bu fotoğraf karesinde mahkeme heyetine karşı devrimci sloganları haykırarak örgüt bayrağını açan kahraman yoldaşlar omuz omuza durulduğu gibi, ihanetin onursuz itirafçılığını yapanla, dava dosyasında olduğu gibi, içler acıtan sessiz, sitemsiz bir arada kalma direnci gösterilecektir. Zorlu günler geçilirken, düşmana prim verilmemeye çalışanların çabası da bu karede kolay kolay fark edilmeyecektir.
Bu kesitte teorik çalışmalar ülke geneline ayak uydurarak merkez yayın organı CEPHE kararlı bir yayına kavuşturulmuştur. Polemikler, tartışmalar ve ülke gerçekleriyle yüzleşmiş teorik sonuçlar üretilmiştir. Burada, henüz 22 yaşında, orijinal nüshasını bu güne kadar yanımda taşıdığım ikinci kitabımı yazmıştım; “MİLLİ MESELE”. O dönem, iktidarda baskıların şampiyonluğunu yapan CHP’nin faşizan baskılarda, Demirel’in başbakanlığındaki Milliyetçi Cephe’sinden (MC) geri kalmadığını belirleyip tutumlarımızı aymıştık.
Bu fotoğrafta yer alan sakaları henüz yeni tüylenmiş gencin, bitip tükenmez ziyaretçileriyle zindanın aşılmaz gibi görünen davarlarını aşarak sesini ülkenin en ücra köşelerine yoldaşlarının katkısıyla ulaştırdığı kesitlerdi. Örgütsel çabaların ana yönelim talimatlarının çıktığı mekan bu zindandı. Bu zindanda yoğun eğitim çalışmaları yükseltildi, insanlar örgütlendi, mücadele alanına seferber edildi. Bu zindanı siyasal bir okula çeviren, yoldaşların ve dostların Kabe’si haline getiren irade işte bu kararlılığı o günden bu güne aksetmeden yerine getiren iradeydi. Zindandan firar eden yoldaşlar, risk göze alıp bu mekanının iradesinden şifahi olarak talimat almayı arzulardı. Niğde’den firar eder etmez yanıma gelen Nebil yoldaşı, Filistin mücadelesine gönderip sonra ki gidişlerin kapısını böyle açmıştık. Bu irade şehit Recep yoldaşı Mersin çalışmalarına yönlendirerek zindanda örgütlenen militanları sorumluluk verme cesareti göstermişti.
Küçük bir fotoğraf karesinin arka planında anlatacak çok şey var. Bunların küçük bir kısmını sizlerle paylaştım. Bu fotoğrafın dili olsa da konuşsa…
Şu fotoğraf karesinin oturumundaki diziliş bile onlarca mesaj taşır anlayana…
Gencecik bir insandım, sorumluluklarım beni çok aşıyordu. Bu yükümlülüğe her zamanki gibi kararlıca sarıldım, eksikler bendendi, olumlulukların tümü yoldaşlarımındı. Biz böyle öğrendik sorumlu olmayı biz böyle mücadele ettik direnip bu günlere dik geldik….
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder