11 Şubat 2012 Cumartesi
12 Eylül Darbesi ve 78'lilerin yolu...
Celalettin Can - 5 Ocak 2012
12 Eylül 1980 darbesi öncesinde, Türkiye’de egemen oligarşik zümrelerin politik güçleri arasında kıyasıya bir iktidar kavgası ortaya çıktı. Bu iktidar kavgasında en faşist, en gerici, en şöven güçlerin siyasi koalisyonu olarak ortaya çıkan “Milliyetçi Cephe”(MC) devlet içindeki kontrgerilla aygıtını da harekete geçirerek, bu iktidar kavgasını silahlı çatışmaya dönüştürdü.
1975 yılında kurulan MC içinde iş bölümü gereği, parlamento ve bürokrasinin Adalet Partisi ve Süleyman Demirel’e, sokağın Milliyetçi Hareket Partisi ve Alpaslan Türkeş’e bırakıldığı bu süreçte, faşist hareket bizim kuşağımızın sol, devrimci/yurtsever güçlerine saldırarak, Cumhuriyet Halk Partisi ve Bülent Ecevit’e dolaylı darbeler vurarak, kanlı bir iktidar yolunu döşemeye başladı.
Bizim kuşağımızın sırtından yürütülen ve 1977 -78 yıllarında iç savaşa dönüşen bu iktidar kavgasında, 78’liler bütün güçleriyle halkın can ve mal güvenliğini, demokratik hak ve özgürlüklerini, işçilerin birliğini, halkların kardeşliğini, ülkenin bağımsızlığını savundular ve ileri olan her şeyin biricik tarafı haline geldiler.
Başka bir yanıyla, ABD ve Sovyet Rusya arasında süren soğuk savaşta Türkiye emperyalist –kapitalist sistemin kanat ülkesiydi. Hızla iç savaşa doğru sürüklenen Türkiye’de, gerek darbe yanlıları, gerekse ABD, bu gelişmeleri MC aracılığıyla kendi amaçları doğrultusunda kullandılar.Türk sermaye çevreleri, iç savaştan bir darbeyle çıkışı teşvik ettiler. Evren, çok sonra, ‘darbe ortamını olgunlaştırabilmek için sıkıyönetim güçlerini harekete geçirmediğini’ söyledi ve ABD çevreleri darbecilere “bizim oğlanlar geldi” diyerek sahip çıktı.
***
Kısacası tüm bu gelişmeler sonucu, Türkiye 1974-80 arasında iç savaşa doğru sürüklendi.
Türkiye’yi bu iç savaşa 78’lilerin temsil ettiği sol ve devrimci/yurtsever halk güçleri sürüklemedi.
Sol bu dönemde bütünüyle, iktidar perspektifine sahip olmayan tek gücü oluşturdu, konumu, faşizme ve faşist saldırılara karşı meşru savunma konumunu aşamadı.
Buna karşılık, bu iç savaş koşullarında önüne iktidar perspektifini koyan faşist hareket ile darbeci güçler, onları destekleyen egemen oligarşik sermaye ve ABD, Türkiye’yi bilerek bu ‘kargaşaya’ itmişler ve amaçlarına da ulaştılar.
Türkiye iç savaş koşullarından demokratik yollarla çıkabilirdi, çıkamadı, askeri darbeyle çıktı.
İşte Türkiye’nin o günden bu yana krizlerle belirlenen bütün yakın tarihi, bu “talihsiz olay” yüzündendir. Eğer Türkiye iç savaş koşullarından demokratik yollarla çıkabilseydi, 1974-80 iç savaşını, sonraki dönemde patlayan ve binlerce Kürt ve Türk insanının kaybıyla sonuçlanan bir başka iç savaş izlemez, bütün temel sorunlar demokratik platformlarda çözüme kavuşabilirdi.
İşte bu gerçekleri örtbas etmek isteyenler, yaşanan bu döneme bilinçli olarak “anarşi ve terör” dönemi adını verdiler. Böylece Türkiye’yi iç savaşa doğru sürüklemedeki kendi gerçek suçlarının ortaya çıkmasını önlemek ve sorumluluğu, 78 kuşağının sol, devrimci/yurtsever güçlerine yüklemek istediler.
Bundan dolayıdır ki, bugün hala bu iç savaş ortamının sorumlusu olarak ilan edilen 78’liler, yalnızca onlar, temel yurttaşlık haklarından, en basit insan haklarından yoksun olarak Mart 2004 yılına kadar yaşamaya mahkûm edildiler.
Buna karşılık, her biri bu iç savaştan iktidar umanlar, MC ortakları, darbeciler, Ecevit hükümetini gazete ilanlarıyla düşürüp, darbeyi kışkırtan TÜSİAD’çılar ve bölgedeki çıkarlarını böyle bir darbeyle sağlayan ABD, iç savaşın sorumluluğundan yakalarını sıyırdılar, Türkiye’nin yazgısına bütünüyle egemen oldular.
Bu sonuç, 78’lilerin 1974-80 iç savaş ortamından sorumlu olmadığını gösteren en önemli kanıttır.
78’liler bu iç savaş ortamında saldırıya uğrayan taraftır.
Onların sırtından bir iktidar kavgası yürütüldü.
Elbette biz, 78’lilerin “oyuna getirildiğini” söyleyecek değiliz. Burada oyuna gelmek söz konusu değildir. 78’lilere karşı oynanan oyunda, hepimiz bu oyunu bozmak için, yakın tarihimizin daha önce görüp tanık olmadığı en dürüst, en içten ve bir başka seçeneği olmayan bir yola koyulduk. Faşizme karşı direniş yoluydu bu!
Hareketlerimizin gücünün, bu oyunu bozmaya yetmediği açıktır. İşte bunun sonuçlarından birisi de, kuşağımızın bugün bile iç savaşın sorumlusu olarak ilan edilmesi, aylarca sorgu birimlerinde işkenceden geçirilmesi, on yıllarca cezaevlerinde tutulması, salıverilince de yıllarca yasaklı bir kuşak olarak kalmasıdır.
***
Biz 78’liler, 12 yıl önce 12 Eylül defterini kapatmak için yola çıkarken, gerçek bir 12 Eylül hesaplaşmasının, Türkiye’de gerçek bir özgürlük ortamının kalıcılığı bakımından büyük bir önem taşıdığına inandık.
Bize göre bu defteri kapatmanın olmazsa olmaz koşulları vardı:
Öncelikle kuşağımızın yurttaşlık hakları yasakları kaldırılmalıydı.
Aynı isimle açtığımız bir kampanya sonucu bu yönlü yasaklarımızı 4 Mart 2004 tarihinde önemli ölçüde kaldırdık. Kalıntılar da kaldırılmalıdır.
12 Eylül dönemini “anarşi ve terör dönemi” olarak değil, suçluları hala aramızda gezen bir “iç savaş” dönemi olarak tanımlanmalıydı. 12 Eylül darbesini “ anarşi ve teröre son vermek” amacıyla yapılmış “haklı” bir müdahale olarak değil, iç savaşı kışkırtanların ve ondan yararlanmak isteyenlerin “parlamenter rejime ve son vermek amacıyla” yaptığı bir gayri meşru bir darbe olarak mahkum edilmeli, 12 Eylül darbecileri yargılanmalıydı.
12 yıldır sürdürdüğümüz 12 Eylül karşıtı kampanya sonucu -istediğimiz biçimde olmasa bile- 12 Eylül darbesi ve darbecileri “şüpheli olarak yargı önüne çıkarıldığına göre kamuoyunda “darbenin gayri meşruluğu” hakkında genel bir mutabakat oluşmuş demektir.
Öyleyse bunun sonuçları vardır. 12 yıl önce yola çıkarken ifade ettiğimiz gibi, 12 Eylül döneminin askeri mahkemeleri ve tüm mahkumiyet kararları darbe ürünüdür, gayri meşrudur, tüm sonuçlarıyla beraber iptal edilmelidirler.
Devamla, 12 Eylül anayasası, Siyasi Partiler Kanunu, YÖK kanunu, RTÜK kanunu, sendikalar kanunu başta olmak üzere, 12 Eylül devletinin yasal temellerini oluşturan 600 civarında yasa ve binlerce kararname darbe ürünüdür, gayrı meşrudur, iptal edilmelidirler.
Tüm bunların başka sonuçları vardır. Devam edeceğiz…
12 Eylül 1980 darbesi öncesinde, Türkiye’de egemen oligarşik zümrelerin politik güçleri arasında kıyasıya bir iktidar kavgası ortaya çıktı. Bu iktidar kavgasında en faşist, en gerici, en şöven güçlerin siyasi koalisyonu olarak ortaya çıkan “Milliyetçi Cephe”(MC) devlet içindeki kontrgerilla aygıtını da harekete geçirerek, bu iktidar kavgasını silahlı çatışmaya dönüştürdü.
1975 yılında kurulan MC içinde iş bölümü gereği, parlamento ve bürokrasinin Adalet Partisi ve Süleyman Demirel’e, sokağın Milliyetçi Hareket Partisi ve Alpaslan Türkeş’e bırakıldığı bu süreçte, faşist hareket bizim kuşağımızın sol, devrimci/yurtsever güçlerine saldırarak, Cumhuriyet Halk Partisi ve Bülent Ecevit’e dolaylı darbeler vurarak, kanlı bir iktidar yolunu döşemeye başladı.
Bizim kuşağımızın sırtından yürütülen ve 1977 -78 yıllarında iç savaşa dönüşen bu iktidar kavgasında, 78’liler bütün güçleriyle halkın can ve mal güvenliğini, demokratik hak ve özgürlüklerini, işçilerin birliğini, halkların kardeşliğini, ülkenin bağımsızlığını savundular ve ileri olan her şeyin biricik tarafı haline geldiler.
Başka bir yanıyla, ABD ve Sovyet Rusya arasında süren soğuk savaşta Türkiye emperyalist –kapitalist sistemin kanat ülkesiydi. Hızla iç savaşa doğru sürüklenen Türkiye’de, gerek darbe yanlıları, gerekse ABD, bu gelişmeleri MC aracılığıyla kendi amaçları doğrultusunda kullandılar.Türk sermaye çevreleri, iç savaştan bir darbeyle çıkışı teşvik ettiler. Evren, çok sonra, ‘darbe ortamını olgunlaştırabilmek için sıkıyönetim güçlerini harekete geçirmediğini’ söyledi ve ABD çevreleri darbecilere “bizim oğlanlar geldi” diyerek sahip çıktı.
***
Kısacası tüm bu gelişmeler sonucu, Türkiye 1974-80 arasında iç savaşa doğru sürüklendi.
Türkiye’yi bu iç savaşa 78’lilerin temsil ettiği sol ve devrimci/yurtsever halk güçleri sürüklemedi.
Sol bu dönemde bütünüyle, iktidar perspektifine sahip olmayan tek gücü oluşturdu, konumu, faşizme ve faşist saldırılara karşı meşru savunma konumunu aşamadı.
Buna karşılık, bu iç savaş koşullarında önüne iktidar perspektifini koyan faşist hareket ile darbeci güçler, onları destekleyen egemen oligarşik sermaye ve ABD, Türkiye’yi bilerek bu ‘kargaşaya’ itmişler ve amaçlarına da ulaştılar.
Türkiye iç savaş koşullarından demokratik yollarla çıkabilirdi, çıkamadı, askeri darbeyle çıktı.
İşte Türkiye’nin o günden bu yana krizlerle belirlenen bütün yakın tarihi, bu “talihsiz olay” yüzündendir. Eğer Türkiye iç savaş koşullarından demokratik yollarla çıkabilseydi, 1974-80 iç savaşını, sonraki dönemde patlayan ve binlerce Kürt ve Türk insanının kaybıyla sonuçlanan bir başka iç savaş izlemez, bütün temel sorunlar demokratik platformlarda çözüme kavuşabilirdi.
İşte bu gerçekleri örtbas etmek isteyenler, yaşanan bu döneme bilinçli olarak “anarşi ve terör” dönemi adını verdiler. Böylece Türkiye’yi iç savaşa doğru sürüklemedeki kendi gerçek suçlarının ortaya çıkmasını önlemek ve sorumluluğu, 78 kuşağının sol, devrimci/yurtsever güçlerine yüklemek istediler.
Bundan dolayıdır ki, bugün hala bu iç savaş ortamının sorumlusu olarak ilan edilen 78’liler, yalnızca onlar, temel yurttaşlık haklarından, en basit insan haklarından yoksun olarak Mart 2004 yılına kadar yaşamaya mahkûm edildiler.
Buna karşılık, her biri bu iç savaştan iktidar umanlar, MC ortakları, darbeciler, Ecevit hükümetini gazete ilanlarıyla düşürüp, darbeyi kışkırtan TÜSİAD’çılar ve bölgedeki çıkarlarını böyle bir darbeyle sağlayan ABD, iç savaşın sorumluluğundan yakalarını sıyırdılar, Türkiye’nin yazgısına bütünüyle egemen oldular.
Bu sonuç, 78’lilerin 1974-80 iç savaş ortamından sorumlu olmadığını gösteren en önemli kanıttır.
78’liler bu iç savaş ortamında saldırıya uğrayan taraftır.
Onların sırtından bir iktidar kavgası yürütüldü.
Elbette biz, 78’lilerin “oyuna getirildiğini” söyleyecek değiliz. Burada oyuna gelmek söz konusu değildir. 78’lilere karşı oynanan oyunda, hepimiz bu oyunu bozmak için, yakın tarihimizin daha önce görüp tanık olmadığı en dürüst, en içten ve bir başka seçeneği olmayan bir yola koyulduk. Faşizme karşı direniş yoluydu bu!
Hareketlerimizin gücünün, bu oyunu bozmaya yetmediği açıktır. İşte bunun sonuçlarından birisi de, kuşağımızın bugün bile iç savaşın sorumlusu olarak ilan edilmesi, aylarca sorgu birimlerinde işkenceden geçirilmesi, on yıllarca cezaevlerinde tutulması, salıverilince de yıllarca yasaklı bir kuşak olarak kalmasıdır.
***
Biz 78’liler, 12 yıl önce 12 Eylül defterini kapatmak için yola çıkarken, gerçek bir 12 Eylül hesaplaşmasının, Türkiye’de gerçek bir özgürlük ortamının kalıcılığı bakımından büyük bir önem taşıdığına inandık.
Bize göre bu defteri kapatmanın olmazsa olmaz koşulları vardı:
Öncelikle kuşağımızın yurttaşlık hakları yasakları kaldırılmalıydı.
Aynı isimle açtığımız bir kampanya sonucu bu yönlü yasaklarımızı 4 Mart 2004 tarihinde önemli ölçüde kaldırdık. Kalıntılar da kaldırılmalıdır.
12 Eylül dönemini “anarşi ve terör dönemi” olarak değil, suçluları hala aramızda gezen bir “iç savaş” dönemi olarak tanımlanmalıydı. 12 Eylül darbesini “ anarşi ve teröre son vermek” amacıyla yapılmış “haklı” bir müdahale olarak değil, iç savaşı kışkırtanların ve ondan yararlanmak isteyenlerin “parlamenter rejime ve son vermek amacıyla” yaptığı bir gayri meşru bir darbe olarak mahkum edilmeli, 12 Eylül darbecileri yargılanmalıydı.
12 yıldır sürdürdüğümüz 12 Eylül karşıtı kampanya sonucu -istediğimiz biçimde olmasa bile- 12 Eylül darbesi ve darbecileri “şüpheli olarak yargı önüne çıkarıldığına göre kamuoyunda “darbenin gayri meşruluğu” hakkında genel bir mutabakat oluşmuş demektir.
Öyleyse bunun sonuçları vardır. 12 yıl önce yola çıkarken ifade ettiğimiz gibi, 12 Eylül döneminin askeri mahkemeleri ve tüm mahkumiyet kararları darbe ürünüdür, gayri meşrudur, tüm sonuçlarıyla beraber iptal edilmelidirler.
Devamla, 12 Eylül anayasası, Siyasi Partiler Kanunu, YÖK kanunu, RTÜK kanunu, sendikalar kanunu başta olmak üzere, 12 Eylül devletinin yasal temellerini oluşturan 600 civarında yasa ve binlerce kararname darbe ürünüdür, gayrı meşrudur, iptal edilmelidirler.
Tüm bunların başka sonuçları vardır. Devam edeceğiz…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder