11 Şubat 2012 Cumartesi
HAMA - HUMUS “KATLİAMI” ve VETO
Mihrac Ural – 4 Şubat 2012
Humus “katliamı” hikayesi de yalan çıktı. “Devlet katliam yapıtı” diye yaygara yapanlar katil çıktı. Bunların da eli kanlı Müslüman Kardeşler Örgütü şebekesi olduğu anlaşıldı. Bu şebekeler uzun süredir ellerinde bulundurdukları rehinleri öldürüp, “devlet öldürdü” diyerek yaygara yaptıkları anlaşıldı. Uzun süredir ellerinde rehin tuttukları suçsuz sivil insanları ve aynı gün kaçırdıkları askerleri öldürerek, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BM GK) toplantısında Suriye aleyhine bir koz sunmak istediler. Ancak TV’lerde yayınlanan cesetleri gören akrabaları, bu çirkin oyunu açığa çıkardı. Halk bir süredir kaçırılmış olan akrabalarının katledildiğini anlaması üzerine yapılan başvurularda, oyun tüm çirkinliğiyle ortaya çıkmış oldu. Bir kez daha Rusya ve Çin’in vetosuyla önü kesilen emperyalist saldırı, Suriye’nin BM temsilcisi bilge Beşşar El Caferi’nin konuşmasıyla yankılandı.
3 Şubat 2012 gece yarısından sonra Humus kentinde bir kez daha kıyamet koptu. BM Güvenlik Konseyinde Suriye de olaylarla ilgili oturumunda, dünya şer medyası bitip tükenmez bir katliam haberi geçmeye başladı. Haber ilginç bir saatte yayınlanmıştı. Haber, Suriye saatiyle gece yarısından sonraya bırakılmış, ama ne tesadüfse BM Güvenlik Konseyi toplantı saatine denk getirilmişti. Bu tesadüf (!), işlevini gören bir komplonun parçası olarak yürürken, dünyanın farklı yerlerinde Suriye konsolosluklarına saldırılar başlamıştı; hazırlıklar önceden yapılmış gece yarısından sonra sabaha karşı vatan hani çeteler harekete geçirilmişti.
HAMA KATLİAMI YALANI
Bir başka tesadüfte BM Güvenlik konseyi toplantısının 1982 hama olaylarının 30 yıl dönemine denk getirilmesiydi. Hama olaylarını önceki yazılarımda irdeledim yeniden ele alacağım. Ancak yeri gelmişken bu konuda yapılan abartıları yalanları göz önüne sermek için yaptığım araştırmaların sonucunda şunları sizlerle paylaşacağım;
16 Haziran 1979 Halep Askeri Akademisi (Topçu birliği) kıyımıyla (özel olarak Alevi subaylar duvara dizilerek, 83 ölü 54 yaralı bir bilanço ortaya çıkmıştır) Müslüman Kardeşler Örgütü şebekelerinin ölüm ve kıyım eylemleri başlamıştır. Buradan itibaren binlerce sivil katledilmiş, intihar eylemleri, bubi tuzaklarıyla, ilkokul öğrencileri dahil, kadın, yaşlı demeden ilgili ilgisiz ayrımı yapmadan vahşi bir terör süreci yaygınlık kazandırılmıştı. O kesitte de saflar, bu günkü gibiydi; Saddam diktatörlüğü, bu günkü Katar’ın rolünü, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleriyle birlikte ve 12 Eylül 1980 askeri rejimin Kenan Evren başkanlığında bu günün Erdoğan rolünü, Amerika ve İsrail’in kuklaları olarak oynuyordu. Bu tırmanış eli kanlı şebekeleri, Hama kentinde son şanslarını büyük bir silahlı çıkışla oynamaya kalkıştılar (2 Şubat 1982). Hama olaylarını ana kaynağından araştırdım; Hama’da iddia edilen ölü bilançosunun en küçük rakamı 30 ile 40 binden başlıyordu. Tümünün kocaman bir yalan olduğunu belgeledim.
Hama olaylarının Askeri Komutanı olan Liva Ali Haydar’la (Tüm General) bire bir yaptığım konuşmalarda, açık ve net olarak sayısal verilerle şunu söyledi “eli silahlı güçler ve onlarla birlikte Hama şehirden katılanlar bu sayı 3000 kişi hiçbir şekilde geçmez.” dedi ve ekledi “Biz Hama’yı adım adım kıstırdık. Çevre mahallelere girdikçe eli silahlı şebekeler Hama’nın en eski mahallesinde öbekleşmeye başladılar. Teslim çağrılarımıza silahla cevap verince mecburen imha saldırısı yaptık. Silah sesleri kesilince, anladık ki evlerin bodrum katlarına ya da açılan tünellerde saklanan yüzlerce kişi vardı Bu ölüm kalım savaşında, durmamızın mümkünü olmamasına karşın, kimisi Hama’lı olan komutanlarımın “savaşa devem” ısrarına rağmen bunu kabul etmedim. Eli silah tutmayan, kurşun sıkmayan teslim olmak isteyene hiçbir şey yapılmayacak diyerek yüzlercesini bu tünellerden çıkartıp tutukladık. Bunun dışında ki ne diyorsa sadece yalan ve abartı için konuşuyor demektir.”
İşte Hama katliamı yalanı da budur. 50 bin kişi katledildi diyeninden 100 bin kişi diyenine kadar tümü yalan ve abartmadan ibaret söylemler ise olay yeri, alan yüz ölçümleriyle de akıl almaz çelişkili olduğunu ayrıca belirteceğim. Böyle bir katliam yoktu, bir askeri çatışma vardı ve bunun sonucunda ortaya çıkan tablo da bundan ibaretti. Ancak amacı yalan ve abartma olanlar bu olayı kendi kirli amaçları için 30 yıl sonra da hatırlayıp gündeme taşıma çabaları bu günün komplosuyla ilgili olmaktan başka bir değeri yoktur.
HUMUS KATLİAMI YALANI
Böylesi tarihsel yalan süreçleri ve birikimleri üzerinde bu günde Suriye’nin siyasal tutumuna bedel ödetmek isteyenler, İnsanlık tarihinin eli en kanlı emperyalist ülkelerinin Dışişleri Bakanlarının da katılımıyla başlayan Suriye aleyhine karar çıkarmak üzere BM Güvenlik Konseyi toplantısı organize etmiş oldu. Humus katliamı olayı da tam bunun üzerine geldi. Bu tabloda bunca tesadüf b.ir araya getiren şey, komplo denen şeyden başkası değildi. Komplocu açıklamalar, komplo akıllarına asla prim vermeyen bu satırların yazarı, gerçekçi nedenlerle başlayıp yükselen olaylar üzerine komplonun zemin bulup ikame edilebileceğini söyler.
Humus olaylarının büyük bir medya tantanasıyla verilmesi de bu komplonun bir parçası olarak sahnelendi. BM Güvenlik Konseyi toplantısı esnasında Humus katliam haberlerinin tek bir işlevi vardı oda Konsey üyeleri üzerine baskı yapmaktı. Şok etkisi yaratma çabasıyla olay tekrarla malum medya tarafından dünyaya pompalanmaya başladı. Cesetler, tekrar tekrar gösterilerek Suriye’de “insanlık dramı yaşandığı” yaygarası yapılmaya başlandı.
Humus yaygarası, BM kulislerinde, tüm hazırlıkları önceden yapılmış bir senaryonun icrasıyla devam etti. Özel flaşlarla lap-topların ekranları “Humus katliamlarının” görüntüsüyle kaplanmaya başladı. Tezgah çok ince elenip sık dokunmuştu. Herkes şaşkınlık içindeydi. Haber, yerel saatle gece yarısından sonra yaygınlaştıkça kartopu gibi üzerine yapılan eklemelerle dünyanın dört bir köşesine yayılmaya başladı. Ardından, yine sihirli bir değnek değmiş gibi, Ürdün, Yunanistan, Almanya Berlin’de, Londra’da, İstanbul’da, Suriye konsolosluklarına saldırıların başladığı haberleri gelmeye başlandı.
Her şey tam bir komplo düzeneği içinde yürüyordu Suriye bu haberler altında ezilecekti, BM Güvenlik konseyi üyeleri baskı altına alınacaktı, dünya kamuoyu “toplu katliam” adı altında kışkırtılacaktı. Suriye içinde de, yapıla bilecek tüm kışkırtmalar doruğuna tırmandırılacaktı. Bu kirli plan ilk adımda iyi de işlediği görülmüştü; El Jezire TV, El Arabiye TV, Franca 24, CNN, BBC bu haberi kesilmeden, kendine bağlı tüm kanallarda yaygaraya verdi. Bu yaygaranın içler acısı görüntüleri cesetler de durmadan sergileniyordu.
İşte ne olduysa bu ceset sergisinde oldu. Uzun zamandır kaçırılmış olan, karşılığında fidye istenilen, kişilerin yüzleri ceset olarak görülmeye başlandı. Bunun üzerine, gün ağardıkça (3 Şubat 2012) Humus’lu aileler birbirine haber vererek, kaybolan akrabalarının ceset haline gelmiş görüntülerine tanık oldukları söylemleri dolaşmaya başladı. Akrabalar birbirine haber vermeye başladı. Cesetler, Devletin vurduğu ya da öldürdüğü insanlar değildi. Uzun zamandır kaçırılmış masum insanlardı vatansever, yönetim yanlısı Alevi çoğunluklu insanlardı. 46 cesedin büyük bir çoğunluğu tanınmış bu gerçek ortaya çıkmıştı. Kirli oyun, elik kanlı şebekelerin katliamı bir daha kendi oyunlarının tuzaklarına düşerek ortaya çıkıyordu. Gerçekler ortaya çıkmıştı. Oyun bozulmuştu.
Humusta özel haber kaynaklarıma başvurup olayı öğrenmeye çalıştığımda, Bağımsız milletvekili dostum Meyhub Şihadi konunun ayrıntılarını şöyle özetledi; “Ölenlerin tümü vatanseverlerdendi, Çoğunluğu da Aleviydi ve bunların önemli bir kısmı önceden kaçırılmış insanlardı” dedi.
Milletvekili devamla “46 cesedin tümü, uzun zamandır ellerinde rehin bekletilen kaçırılmış 200 Humuslu vatansever yanlısı ve çoğunluğu alevi olan mühendisler, doktorlar, memurlar, esnaflar emekçiler, halktan insanların 30’u verilen talimat üzerine katledildiler. Bu kıyıma aynı gün nöbet mevkiinden kaçırılan 16 askerin de katledilmesiyle sayı 46’ya ulaşmıştır. Bu kıyım bir medya işareti ve gerekliliği olarak, Suriye yönetimine diz çökertmenin bir parçası olarak, BM Güvenlik Konseyin toplantısı anında yapılmıştır. Burada sormak gerekir, yeryüzünde böylesi kritik bir oylama anında, hangi yönetim, hangi devlet kendisini suçlu duruma düşürecek böylesi bir katliama girişir, bunu düşünmek yeterlidir. Cesetlerin yakın mesafeden kurşunlanmış olmaları ise tartışmaya yer bırakmıyor…” İşte, Humustan, barikatların arasından kaynağından gelen bilgi budur. Bunun da ötesinde, katliamın yapıldığı yer ve nokta da verilmektedir;
“Katliam, eli silahlı şebekelerin elinde bulunan Halit Bin Velid cami yakınlarındaki Hadikıt Beyt 3illo parkında infaz edilmiştir”
Milletvekili devamla, “Ölenlerin tümü yönetim yanlısı, Zahira, Sebil, Nüzha, âkrama, Vadi el dehab, Hadara, Abassiyin mahallelerindendi.” diye ekledi.
“Sırf Alevi ve vatansever olmalı dolaysıyla infaz edilenlerden, El Jezire ve El Arabiye TV de yüzleri görülüp tanınanlar arasında, Şevki el Ali, Ahmet Adullah adında şahıslar oldu. Şevketi köyünden olduğu belirlenen maktullerin aileleri derhal resmi makamlara müracaatlarda bulunarak olaya karşı protestolarını ve tepkilerini ortaya koydular” diyen dostum Humustaki son durumlar üzerine de şunları aktardı;
”Dün gece itibariyle, ellerindeki rehineleri doğrayan bu cellatlar, vatansever mahallelere, Alevi yerleşim birimlerine 300 den fazla füze atışı yaptılar. Füzelerin vurduğu yerlerde büyük çaplı hasarlar meydana geldi, yarlerde su göletleri oluşturacak delikler açıldı. Bu gece de (4 Ocak 2012 saat 20.00 itibariyle) saldırı hazırlığı içinde oldukları haberin aldık. Bu gece çok sert çatışmalar olacağını bildiririm” dedi
Dostuma muhaliflerin iddia ettikleri “Humus çevresini sarmış ve saldırı yapan askeri birlikleri” sordum. Cevaben “Askeri birlikler Arap Birliği gözlemci heyeti geldiği dönemden beri kışlalarını merkezlerine çekildi hiçbir ağır silah yoktur. Silahlı tüm güçler çekileli birkaç hafta oldu. Ortalıkta iddia edilen hiçbir şey yoktur. Sadece yollarda silah taşıma ihtimali olan araçların aramak için ‘hacizler’ bulunmaktadır (kontrol noktaları). Bu açıdan iddiaların tümü yalan abartıdır. Kendi katliamlarını ordunun ve yönetimin sırtına yıkmak için yapılan bu uydurmalar kimseyi aldatmamalıdır” diye cevaplandırdı. Yakın zamanda şama gittiğimde de buna kendi gözlemlerimle tanık olmuştum.
İşte Humus “katliamı” yalanının ipi de buraya kadar.
VETO
Bu arada BM Güvenlik konseyi oylamaya geçti. Ve Çin ile Rusya bir kez daha emperyalistlerin oyunun bozarak VETO dedi. Suriye halkı ise meydanlara milyonlarca insanla inerek şu saatlerde devam eden kutlamaları yapmaya başladı.
Burada da okurlarıma şunu iletmek isterim. Suriye ile Veto alayını mekanik bir akılla ele almamak gerek. Bu veriler birbirinin sonucudur, bir bütündür. Bu anlamda kimse vetonun Suriye’yi kurtardığı gibi bir hesapsı düşünceye girmemelidir. Suriye, yeri ve merkeziyle dünyanın en önemli ülkeleri arasında bir siyasal duruşun sahibi olmasaydı, siyasal, geo-stratejik etkinliği bulunmasaydı, veto sahiplerinin de bu bölgede esamisi olamazdı. Dünyanın içine girdiği son saflaşmada ise artık kimse kimseyi tek başına değerlendirmemelidir. Dünya emperyalist güçleri ve kuklaları bir saftır ve kirli amaçları için çalışmaktadırlar. Suriye’de kendi bağımsız irade ve siyasal duruşunun safında yerini almaktadır
Dolaysıyla veto, Suriye için bir lütuf değil, bu safın gücünün, birliğinin karşılıklı dengelerinin ifadesidir. Sonuçta vetoyla kazanan bu saftır, çünkü alması gereken tutumu, dünya ölçeğindeki çıkar ve dengelerin gereğine cevap olarak alabilmiştir. Bu da insanı katleden emperyalist saffa karşı duruşu bir sonucudur.
BEŞŞAR EL CAFERİ’NİN FALŞ SÖZLERİ
BM Güvenlik Konseyi oturumunda oylama sonrası yaptığı konuşmada her zaman ki gibi büyük performans gösteren Beşşar el Caferi bir kez daha dikkatleri üzerine çekti. ABD’nin BM temsilcisi Suzan Rice’ın Çin ve Rusya’nın veto kararından “tiksinti duyuyorum” deyişini hatırlatarak, bu temsilcinin ABD’nin, Filistinlilere karşı her türlü zulmü yapan İsrail korumak için 60 kez veto hakkını kullandığını hatırlatarak, aynı tiksintiyi bu tutma karşı neden duymadığını sorguladı.
Caferi devamla, bu gün el Cezire TV’nin Londra’dan İngilizce yayın ekibine Katar Emirlik sarayından gelen “Suriye üzerine baskı yapabilecek yayınlarını artırın” talimatını ifşa etmesi Suriye üzerine kurgulanan komplonun, Humus katliamı ve bunu takip eden olayların kışkırtıcılarına önemli bir göndermeydi.
Caferi son olarak, 2,5 ay önce El Jezire TV’de, Faysal Kasım’ın yaptığı ünlü “itticah el muakis” programında, bu günkü Tunus Cumhurbaşkanı Munsif el Marzuki’ye söylediği “kaynağını sormayın, ama Katar’dan aldığım çok özel bir bilgiye dayanarak, 22 Aralık 2011 tarihi itibariyle Suriye’de Beşşar Esad yönetim devrilmiş olacaktır” sözlerini hatırlatması, esasında olan biten her şeyi anlamak için önemli bir mesajdı. Buradan da bir kez daha anlıyoruz ki, Suriye gerçek anlamda uluslararası bir komplonun orta yerinde siyasi duruşuna bedel ödetilmek istenmektedir. O da buna halkıyla omuz omuza direnmektedir.
Bizde buradan şunu söyleyeceğiz. Arkasında halkın durduğu bir yönetimi yeryüzünde yıkacak güç yoktur….
Humus “katliamı” hikayesi de yalan çıktı. “Devlet katliam yapıtı” diye yaygara yapanlar katil çıktı. Bunların da eli kanlı Müslüman Kardeşler Örgütü şebekesi olduğu anlaşıldı. Bu şebekeler uzun süredir ellerinde bulundurdukları rehinleri öldürüp, “devlet öldürdü” diyerek yaygara yaptıkları anlaşıldı. Uzun süredir ellerinde rehin tuttukları suçsuz sivil insanları ve aynı gün kaçırdıkları askerleri öldürerek, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BM GK) toplantısında Suriye aleyhine bir koz sunmak istediler. Ancak TV’lerde yayınlanan cesetleri gören akrabaları, bu çirkin oyunu açığa çıkardı. Halk bir süredir kaçırılmış olan akrabalarının katledildiğini anlaması üzerine yapılan başvurularda, oyun tüm çirkinliğiyle ortaya çıkmış oldu. Bir kez daha Rusya ve Çin’in vetosuyla önü kesilen emperyalist saldırı, Suriye’nin BM temsilcisi bilge Beşşar El Caferi’nin konuşmasıyla yankılandı.
3 Şubat 2012 gece yarısından sonra Humus kentinde bir kez daha kıyamet koptu. BM Güvenlik Konseyinde Suriye de olaylarla ilgili oturumunda, dünya şer medyası bitip tükenmez bir katliam haberi geçmeye başladı. Haber ilginç bir saatte yayınlanmıştı. Haber, Suriye saatiyle gece yarısından sonraya bırakılmış, ama ne tesadüfse BM Güvenlik Konseyi toplantı saatine denk getirilmişti. Bu tesadüf (!), işlevini gören bir komplonun parçası olarak yürürken, dünyanın farklı yerlerinde Suriye konsolosluklarına saldırılar başlamıştı; hazırlıklar önceden yapılmış gece yarısından sonra sabaha karşı vatan hani çeteler harekete geçirilmişti.
HAMA KATLİAMI YALANI
Bir başka tesadüfte BM Güvenlik konseyi toplantısının 1982 hama olaylarının 30 yıl dönemine denk getirilmesiydi. Hama olaylarını önceki yazılarımda irdeledim yeniden ele alacağım. Ancak yeri gelmişken bu konuda yapılan abartıları yalanları göz önüne sermek için yaptığım araştırmaların sonucunda şunları sizlerle paylaşacağım;
16 Haziran 1979 Halep Askeri Akademisi (Topçu birliği) kıyımıyla (özel olarak Alevi subaylar duvara dizilerek, 83 ölü 54 yaralı bir bilanço ortaya çıkmıştır) Müslüman Kardeşler Örgütü şebekelerinin ölüm ve kıyım eylemleri başlamıştır. Buradan itibaren binlerce sivil katledilmiş, intihar eylemleri, bubi tuzaklarıyla, ilkokul öğrencileri dahil, kadın, yaşlı demeden ilgili ilgisiz ayrımı yapmadan vahşi bir terör süreci yaygınlık kazandırılmıştı. O kesitte de saflar, bu günkü gibiydi; Saddam diktatörlüğü, bu günkü Katar’ın rolünü, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleriyle birlikte ve 12 Eylül 1980 askeri rejimin Kenan Evren başkanlığında bu günün Erdoğan rolünü, Amerika ve İsrail’in kuklaları olarak oynuyordu. Bu tırmanış eli kanlı şebekeleri, Hama kentinde son şanslarını büyük bir silahlı çıkışla oynamaya kalkıştılar (2 Şubat 1982). Hama olaylarını ana kaynağından araştırdım; Hama’da iddia edilen ölü bilançosunun en küçük rakamı 30 ile 40 binden başlıyordu. Tümünün kocaman bir yalan olduğunu belgeledim.
Hama olaylarının Askeri Komutanı olan Liva Ali Haydar’la (Tüm General) bire bir yaptığım konuşmalarda, açık ve net olarak sayısal verilerle şunu söyledi “eli silahlı güçler ve onlarla birlikte Hama şehirden katılanlar bu sayı 3000 kişi hiçbir şekilde geçmez.” dedi ve ekledi “Biz Hama’yı adım adım kıstırdık. Çevre mahallelere girdikçe eli silahlı şebekeler Hama’nın en eski mahallesinde öbekleşmeye başladılar. Teslim çağrılarımıza silahla cevap verince mecburen imha saldırısı yaptık. Silah sesleri kesilince, anladık ki evlerin bodrum katlarına ya da açılan tünellerde saklanan yüzlerce kişi vardı Bu ölüm kalım savaşında, durmamızın mümkünü olmamasına karşın, kimisi Hama’lı olan komutanlarımın “savaşa devem” ısrarına rağmen bunu kabul etmedim. Eli silah tutmayan, kurşun sıkmayan teslim olmak isteyene hiçbir şey yapılmayacak diyerek yüzlercesini bu tünellerden çıkartıp tutukladık. Bunun dışında ki ne diyorsa sadece yalan ve abartı için konuşuyor demektir.”
İşte Hama katliamı yalanı da budur. 50 bin kişi katledildi diyeninden 100 bin kişi diyenine kadar tümü yalan ve abartmadan ibaret söylemler ise olay yeri, alan yüz ölçümleriyle de akıl almaz çelişkili olduğunu ayrıca belirteceğim. Böyle bir katliam yoktu, bir askeri çatışma vardı ve bunun sonucunda ortaya çıkan tablo da bundan ibaretti. Ancak amacı yalan ve abartma olanlar bu olayı kendi kirli amaçları için 30 yıl sonra da hatırlayıp gündeme taşıma çabaları bu günün komplosuyla ilgili olmaktan başka bir değeri yoktur.
HUMUS KATLİAMI YALANI
Böylesi tarihsel yalan süreçleri ve birikimleri üzerinde bu günde Suriye’nin siyasal tutumuna bedel ödetmek isteyenler, İnsanlık tarihinin eli en kanlı emperyalist ülkelerinin Dışişleri Bakanlarının da katılımıyla başlayan Suriye aleyhine karar çıkarmak üzere BM Güvenlik Konseyi toplantısı organize etmiş oldu. Humus katliamı olayı da tam bunun üzerine geldi. Bu tabloda bunca tesadüf b.ir araya getiren şey, komplo denen şeyden başkası değildi. Komplocu açıklamalar, komplo akıllarına asla prim vermeyen bu satırların yazarı, gerçekçi nedenlerle başlayıp yükselen olaylar üzerine komplonun zemin bulup ikame edilebileceğini söyler.
Humus olaylarının büyük bir medya tantanasıyla verilmesi de bu komplonun bir parçası olarak sahnelendi. BM Güvenlik Konseyi toplantısı esnasında Humus katliam haberlerinin tek bir işlevi vardı oda Konsey üyeleri üzerine baskı yapmaktı. Şok etkisi yaratma çabasıyla olay tekrarla malum medya tarafından dünyaya pompalanmaya başladı. Cesetler, tekrar tekrar gösterilerek Suriye’de “insanlık dramı yaşandığı” yaygarası yapılmaya başlandı.
Humus yaygarası, BM kulislerinde, tüm hazırlıkları önceden yapılmış bir senaryonun icrasıyla devam etti. Özel flaşlarla lap-topların ekranları “Humus katliamlarının” görüntüsüyle kaplanmaya başladı. Tezgah çok ince elenip sık dokunmuştu. Herkes şaşkınlık içindeydi. Haber, yerel saatle gece yarısından sonra yaygınlaştıkça kartopu gibi üzerine yapılan eklemelerle dünyanın dört bir köşesine yayılmaya başladı. Ardından, yine sihirli bir değnek değmiş gibi, Ürdün, Yunanistan, Almanya Berlin’de, Londra’da, İstanbul’da, Suriye konsolosluklarına saldırıların başladığı haberleri gelmeye başlandı.
Her şey tam bir komplo düzeneği içinde yürüyordu Suriye bu haberler altında ezilecekti, BM Güvenlik konseyi üyeleri baskı altına alınacaktı, dünya kamuoyu “toplu katliam” adı altında kışkırtılacaktı. Suriye içinde de, yapıla bilecek tüm kışkırtmalar doruğuna tırmandırılacaktı. Bu kirli plan ilk adımda iyi de işlediği görülmüştü; El Jezire TV, El Arabiye TV, Franca 24, CNN, BBC bu haberi kesilmeden, kendine bağlı tüm kanallarda yaygaraya verdi. Bu yaygaranın içler acısı görüntüleri cesetler de durmadan sergileniyordu.
İşte ne olduysa bu ceset sergisinde oldu. Uzun zamandır kaçırılmış olan, karşılığında fidye istenilen, kişilerin yüzleri ceset olarak görülmeye başlandı. Bunun üzerine, gün ağardıkça (3 Şubat 2012) Humus’lu aileler birbirine haber vererek, kaybolan akrabalarının ceset haline gelmiş görüntülerine tanık oldukları söylemleri dolaşmaya başladı. Akrabalar birbirine haber vermeye başladı. Cesetler, Devletin vurduğu ya da öldürdüğü insanlar değildi. Uzun zamandır kaçırılmış masum insanlardı vatansever, yönetim yanlısı Alevi çoğunluklu insanlardı. 46 cesedin büyük bir çoğunluğu tanınmış bu gerçek ortaya çıkmıştı. Kirli oyun, elik kanlı şebekelerin katliamı bir daha kendi oyunlarının tuzaklarına düşerek ortaya çıkıyordu. Gerçekler ortaya çıkmıştı. Oyun bozulmuştu.
Humusta özel haber kaynaklarıma başvurup olayı öğrenmeye çalıştığımda, Bağımsız milletvekili dostum Meyhub Şihadi konunun ayrıntılarını şöyle özetledi; “Ölenlerin tümü vatanseverlerdendi, Çoğunluğu da Aleviydi ve bunların önemli bir kısmı önceden kaçırılmış insanlardı” dedi.
Milletvekili devamla “46 cesedin tümü, uzun zamandır ellerinde rehin bekletilen kaçırılmış 200 Humuslu vatansever yanlısı ve çoğunluğu alevi olan mühendisler, doktorlar, memurlar, esnaflar emekçiler, halktan insanların 30’u verilen talimat üzerine katledildiler. Bu kıyıma aynı gün nöbet mevkiinden kaçırılan 16 askerin de katledilmesiyle sayı 46’ya ulaşmıştır. Bu kıyım bir medya işareti ve gerekliliği olarak, Suriye yönetimine diz çökertmenin bir parçası olarak, BM Güvenlik Konseyin toplantısı anında yapılmıştır. Burada sormak gerekir, yeryüzünde böylesi kritik bir oylama anında, hangi yönetim, hangi devlet kendisini suçlu duruma düşürecek böylesi bir katliama girişir, bunu düşünmek yeterlidir. Cesetlerin yakın mesafeden kurşunlanmış olmaları ise tartışmaya yer bırakmıyor…” İşte, Humustan, barikatların arasından kaynağından gelen bilgi budur. Bunun da ötesinde, katliamın yapıldığı yer ve nokta da verilmektedir;
“Katliam, eli silahlı şebekelerin elinde bulunan Halit Bin Velid cami yakınlarındaki Hadikıt Beyt 3illo parkında infaz edilmiştir”
Milletvekili devamla, “Ölenlerin tümü yönetim yanlısı, Zahira, Sebil, Nüzha, âkrama, Vadi el dehab, Hadara, Abassiyin mahallelerindendi.” diye ekledi.
“Sırf Alevi ve vatansever olmalı dolaysıyla infaz edilenlerden, El Jezire ve El Arabiye TV de yüzleri görülüp tanınanlar arasında, Şevki el Ali, Ahmet Adullah adında şahıslar oldu. Şevketi köyünden olduğu belirlenen maktullerin aileleri derhal resmi makamlara müracaatlarda bulunarak olaya karşı protestolarını ve tepkilerini ortaya koydular” diyen dostum Humustaki son durumlar üzerine de şunları aktardı;
”Dün gece itibariyle, ellerindeki rehineleri doğrayan bu cellatlar, vatansever mahallelere, Alevi yerleşim birimlerine 300 den fazla füze atışı yaptılar. Füzelerin vurduğu yerlerde büyük çaplı hasarlar meydana geldi, yarlerde su göletleri oluşturacak delikler açıldı. Bu gece de (4 Ocak 2012 saat 20.00 itibariyle) saldırı hazırlığı içinde oldukları haberin aldık. Bu gece çok sert çatışmalar olacağını bildiririm” dedi
Dostuma muhaliflerin iddia ettikleri “Humus çevresini sarmış ve saldırı yapan askeri birlikleri” sordum. Cevaben “Askeri birlikler Arap Birliği gözlemci heyeti geldiği dönemden beri kışlalarını merkezlerine çekildi hiçbir ağır silah yoktur. Silahlı tüm güçler çekileli birkaç hafta oldu. Ortalıkta iddia edilen hiçbir şey yoktur. Sadece yollarda silah taşıma ihtimali olan araçların aramak için ‘hacizler’ bulunmaktadır (kontrol noktaları). Bu açıdan iddiaların tümü yalan abartıdır. Kendi katliamlarını ordunun ve yönetimin sırtına yıkmak için yapılan bu uydurmalar kimseyi aldatmamalıdır” diye cevaplandırdı. Yakın zamanda şama gittiğimde de buna kendi gözlemlerimle tanık olmuştum.
İşte Humus “katliamı” yalanının ipi de buraya kadar.
VETO
Bu arada BM Güvenlik konseyi oylamaya geçti. Ve Çin ile Rusya bir kez daha emperyalistlerin oyunun bozarak VETO dedi. Suriye halkı ise meydanlara milyonlarca insanla inerek şu saatlerde devam eden kutlamaları yapmaya başladı.
Burada da okurlarıma şunu iletmek isterim. Suriye ile Veto alayını mekanik bir akılla ele almamak gerek. Bu veriler birbirinin sonucudur, bir bütündür. Bu anlamda kimse vetonun Suriye’yi kurtardığı gibi bir hesapsı düşünceye girmemelidir. Suriye, yeri ve merkeziyle dünyanın en önemli ülkeleri arasında bir siyasal duruşun sahibi olmasaydı, siyasal, geo-stratejik etkinliği bulunmasaydı, veto sahiplerinin de bu bölgede esamisi olamazdı. Dünyanın içine girdiği son saflaşmada ise artık kimse kimseyi tek başına değerlendirmemelidir. Dünya emperyalist güçleri ve kuklaları bir saftır ve kirli amaçları için çalışmaktadırlar. Suriye’de kendi bağımsız irade ve siyasal duruşunun safında yerini almaktadır
Dolaysıyla veto, Suriye için bir lütuf değil, bu safın gücünün, birliğinin karşılıklı dengelerinin ifadesidir. Sonuçta vetoyla kazanan bu saftır, çünkü alması gereken tutumu, dünya ölçeğindeki çıkar ve dengelerin gereğine cevap olarak alabilmiştir. Bu da insanı katleden emperyalist saffa karşı duruşu bir sonucudur.
BEŞŞAR EL CAFERİ’NİN FALŞ SÖZLERİ
BM Güvenlik Konseyi oturumunda oylama sonrası yaptığı konuşmada her zaman ki gibi büyük performans gösteren Beşşar el Caferi bir kez daha dikkatleri üzerine çekti. ABD’nin BM temsilcisi Suzan Rice’ın Çin ve Rusya’nın veto kararından “tiksinti duyuyorum” deyişini hatırlatarak, bu temsilcinin ABD’nin, Filistinlilere karşı her türlü zulmü yapan İsrail korumak için 60 kez veto hakkını kullandığını hatırlatarak, aynı tiksintiyi bu tutma karşı neden duymadığını sorguladı.
Caferi devamla, bu gün el Cezire TV’nin Londra’dan İngilizce yayın ekibine Katar Emirlik sarayından gelen “Suriye üzerine baskı yapabilecek yayınlarını artırın” talimatını ifşa etmesi Suriye üzerine kurgulanan komplonun, Humus katliamı ve bunu takip eden olayların kışkırtıcılarına önemli bir göndermeydi.
Caferi son olarak, 2,5 ay önce El Jezire TV’de, Faysal Kasım’ın yaptığı ünlü “itticah el muakis” programında, bu günkü Tunus Cumhurbaşkanı Munsif el Marzuki’ye söylediği “kaynağını sormayın, ama Katar’dan aldığım çok özel bir bilgiye dayanarak, 22 Aralık 2011 tarihi itibariyle Suriye’de Beşşar Esad yönetim devrilmiş olacaktır” sözlerini hatırlatması, esasında olan biten her şeyi anlamak için önemli bir mesajdı. Buradan da bir kez daha anlıyoruz ki, Suriye gerçek anlamda uluslararası bir komplonun orta yerinde siyasi duruşuna bedel ödetilmek istenmektedir. O da buna halkıyla omuz omuza direnmektedir.
Bizde buradan şunu söyleyeceğiz. Arkasında halkın durduğu bir yönetimi yeryüzünde yıkacak güç yoktur….
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder