25 Şubat 2012 Cumartesi
POSTER VE BAYRAKLARIMIZLA “SURİYE’YE DESTEK” MİTİNGİ İÇİN ANTAKYA’DA
ÇAĞRI
POSTER VE BAYRAKLARIMIZLA “SURİYE’YE DESTEK” MİTİNGİ İÇİN ANTAKYA’DA
UĞUR MUMUCU MEYDANINDA SAAT: 14.00'te
Mihrac Ural - 25 Şubat 2012
26 Şubat 2012 “SURİYE’YE DESTEK” mitinginde, Antakya’da Uğur Mumcu meydanında tüm gücümüzle, yaşlımız ve çocuklarımızla, kadınlarımız ve kızlarımızla, yiğitlerimizle ellerimizde posterler ve bayraklarımızla yer alacağız. Bu mitingde, özgür irademizle, kimi destekliyorsak onun simge ve bayraklarını taşıyacağız. Bu duruşumuzu, kim hangi bayrak altında desteklerse desteklesin ona saygı duyacağız; elinde Türk bayrağı ya da bir başka bayrakla gelip destek sunanları da selamlayacağız. Böylesine anlamlı ve bölge halklarının kaderi üzerinde hayati önem taşıyan konularla ilgili destekleri, hiç kimsenin yasaklı bir desteğe çevirmesi mümkün olamaz; ne valilik ne de mitingi komitesi yasaklarla bu mitingin taşıdığı anlam uğruna yer alacak halkın iradesini çiğneyemez. İsteseler de buna güçleri yetmez.
Posterler, bayraklar, pankartlar büyük olayları, olguları ve algıları karmaşık süreçleriyle birlikte en kısa şekilde, özetle hafıza havuzunda uzun süre tutan simgelerdir. Olayların kavramlaştırılmasının bu anlamda önemi vardır. Bu nedenle, mazlum ülkeleri, saldırıya, askeri baskıya maruz kalan bir ülkeyi bayrağı ve lideriyle simgeleştirmek yanlış değildir. Emperyalist zulme uğrayan bir ülkeyi, yürüyüş ve mitinglerin mantığıyla ancak poster ve bayraklarla ifade ederiz; coğrafyasını, iklimini, komşularını, sorunlarını anlatan ne dövizler ne de posterler taşırız. Bunu yapacağımız açıklamalarla izah etmeye yöneliriz. Bu basit bilgileri bilmeyenler, “SURİYE’Yİ DESTEKLEME”den söz etmesinler.
Komşumuz Suriye, aralarında Erdoğan yönetiminin BOP Eş Başkanı olarak yer aldığı, emperyalist-Siyonist güçlerle gerici Arapların, Suriyeli vatan haini eli kanlı şebekelerini elinde kan ağlıyor. Bu baskılar her an bir askeri işgale bilge gidebilir. Böylesi bir adım bölgeyi ateşler içine atar. Bu ateş ise herkesi yakar. Bunun için bu mitingler yapılıyorsa bunun simgelerini taşımak kadar meşru hiçbir şey olamaz. Beşşar Esad’ın posteri ve Suriye bayrağı bu açıdan başka hiçbir anlama çekilmeyecek simgeler olarak mitinglerde yerin alması kadar doğal hiçbir şey olamaz.
Kaldı ki, bölgemizden söz ediyoruz, başımıza gelme olasılığı yüksek tehlikelerden söz ediyoruz ve en önemlisi, tarihi nedenlerle iki ayrı devlet altında yaşayan aynı halkın birbiriyle kanlı bir sürece sürüklenmesinden söz ediyoruz. Buna karşı da halkın barış çağrısından, savaşa karşı duruşundan söz ediyoruz. Halkın iradesine herkes boyun eğecektir. Halk bu mitingde ne isterse o olacaktır; kuşlardan korkan darı ekmesin. Halkın iradesine yasak koymaya çalışanlar ise gerçek provokatörlerdir. Unutulmamalı ki halkı bu tür mitinglere davet etmek, o halkın iradesine sağı göstermeye gerektirir, ötesi teferruattır…
19 Şubat 2012 Antakya mitingi herkese ders olsun. Bu halkın iradesidir bunu kimse engelleyemez. Üstelik bu kendiliğinden gelip kendini ortaya konmuşsa, bu iradeyi çiğneyip kendi marjinal hallerini yansıtan hesapların kurbanı edemez.
26 Şubat 2012 Antakya’da “SURİYE’YE DESTEK” için tüm gücümüzle yer alacağız, bu ikinci mitingde savaşa karşı barışı savunacağız.. Bir asırdır dünyayı kana bulayan emperyalist güçlerin bölgemizi bir kez daha tahrip etmesine, halkları birbirine kırdırmasına tarihi kin ve nefret yaratacak provokasyonlara sürüklemesine müsaade etmeyeceğiz.
26 Şubat günü önemli bir gün, bu günkü miting kadar Suriye’nin, özgürlük ve demokrasi, katılımcı-çoğulcu, sivil bir anayasayla yeniden yapılandırılmasının son halkası olan Anayasa referandumu günüdür. Bölgemizin en demokratik siyasal sistemin kuruluşuna tanıklık edeceğimiz bu günde, Suriye’yi desteklemenin gerçekçi anlamı da belirginlik kazanmaktadır. Solcu geçinen kimi cahil-cühela takımı, yarım-pabuç Erdoğancı yazarlarının iddiasının aksine, Suriye, halkçı yönetimiyle, halkıyla, lideriyle bir bütün olarak özgürlük ve demokrasi çabasında gösterdikleri kararıl, tutarlı direnmeci tutumları ve ürettikleri sonuçlar nedeniyle desteklenmektedir. Halkımızın ortaya koyduğu bu irade böylesi sağlam bir zemin üzerinde yükselmektedir.
Bu mitin 19 Şubat I. Antakya miting ardından II. mitingdir. Hatay’da yapılmaktadır, kim organize ederse etsin o bu toprakların, bu halkın misafiridir. Bu mitingler, insan olarak ortak ülkemizin her insanını ilgilendirir ancak tarihin kirli ve karanlık çıkar hesapları sonucu ayrı iki devlete yaşamaya mahkum edilen aynı halkın vicdanının sesidir, kimlik birliğinin doğal ve haklı toplumsal refleksinin tecellisidir. Bu mitingleri yasaklayan valiliğin, ırkçı-milliyetçi, Erdoğancı komşuluk ilişkilerine ihanet tutumunun bir ifadesi ise, bu halkın refleksi de kardeşlik ve barış refleksi olarak ortaya çıkmaktadır. Dolaysıyla, mitingleri organize eden komitelerin, halkın iradesine saygı göstermesi, bu etkinliğin ruhuna en uygun olandır.
19 Şubat I. Antakya mitinginin valilikçe yasaklanması nasıl ki yerle bir edilerek delindiyse, bu gün aldığım duyma göre, bu II. Mitingde valilikçe yasaklanmışsa, aynı şekilde, bu yasaklar delinerek mitingi çok daha güçlüce yapılacaktır. Halkımız meşru hakkını barıştan yana ilanını dile getirirken, yasak kararını, mührünü, bağlı olduğu iktidarı ise ayakları altında izmarit gibi ezerek yerle bir edecektir; yarın 26 Şubat 2012’de II. Antakya mitinginde yer gök inleyecektir. Halkımız, özelliklede Arap halkı Posterlerle, bayrak ve pankartlarla barışı haykıracak, savaşa karşı olduğun ilan edecektir.
Bu mitingin alameti farikası Antakya’dır. Kadim roma kenti Antakya, Türkiye Arap halkının gürleyen yüreğidir. Türkiye’de Arap halkının Kabe’si burasıdır. Bu Kabe’nin anadili Arapçadır, toprağı 7000 yıllık Arap halkının tarihsel serüveninin toprağıdır. Burada yer gök Arapça konuşur, Arapça düşünür, Arapça sevinir ve Arapça hüzün yaşar; yürekler burada Arapça çarpar, sevdaların anadili burada çok daha berraktır. Halkın haklı davası, kimlik hakları, geleceği, sanatı, aşkı, sevgisi burada anadilin gücüyle göklere çıkar, dava olur meşruiyet kazanır; burada yiğitler bu davaları uğruna, hiç düşünmeden bedel öder… Bütün bunlar bir iradedir, bir siyasi iradedir. Bu siyasi irade, halkın en meşru iradesi olarak, yasaları faşizan sivil diktatörlük amaçları için kullanıp yasakları dayatılan karşısına diker; 19 Şubat 2012 Antakya’da düzenlenen ”SURİYE’Yİ KORUYALIM” mitinginin valilikçe yasaklanmasını ret eden halk iradesi aynıyla bu meşruiyeti dikmiştir. Yarında olacak olan budur. Vali yasalarını gayri meşru yasakları için kullanarak “YASAKLADIK” der çıkar. Ama artık bu yasaklar ayaklar altına alınıp hak ettiği yere atılmıştır. Herkes buna hazır olsun yasal haklarımız, meşru taleplerimizin ifadesidir, yasaları yasaklar için çalıştıranlar, kaçınılmaz olarak halkın iradesiyle yüz yüze kacaktır.
“SURİYE’YE DESTEK MİTİNGİ” tüm onurlu insanların mitingidir. Çünkü bu destek sadece Suriye için değil, bölge halkları ve kendi halklarımızın geleceğiyle ilgilidir. Bu mitin ülkemizi Yeni-Osmanlıcı militarist yayılmacılığın vahşet kapılarını açmaya çalışan girişimler karşı da bir duruştur.
Yarın hepimiz Türkiye Araplarının Kabe’si Antakya’da “SURİYE’YE DESTEK“ veriyoruz.
Ya şabab el 3urba heyya,
El yom, huva yomuna, irfa3u e-savta kavayya, el yom, yom kadiyatuna el3adila
Not: Miting 26 Şubat Pazar günü Antakya’da Uğur Mumcu bulvarı (Şok Market Civarı ) saat 13.30’da bütün halkımızı “Suriye’de Emperyalist Müdahaleye Hayır demek” için çağırıyoruz." (Samandağ’ından gelecekler ise, saat 12:30’da Antakya’daki Mitinge gitmek için Samandağ 75.yıl Cumhuriyet Park’ında (Yeni Park) buluşuyor. Oradan yola çıkılarak Antakya’ya gelinecektir.)
POSTER VE BAYRAKLARIMIZLA “SURİYE’YE DESTEK” MİTİNGİ İÇİN ANTAKYA’DA
UĞUR MUMUCU MEYDANINDA SAAT: 14.00'te
Mihrac Ural - 25 Şubat 2012
26 Şubat 2012 “SURİYE’YE DESTEK” mitinginde, Antakya’da Uğur Mumcu meydanında tüm gücümüzle, yaşlımız ve çocuklarımızla, kadınlarımız ve kızlarımızla, yiğitlerimizle ellerimizde posterler ve bayraklarımızla yer alacağız. Bu mitingde, özgür irademizle, kimi destekliyorsak onun simge ve bayraklarını taşıyacağız. Bu duruşumuzu, kim hangi bayrak altında desteklerse desteklesin ona saygı duyacağız; elinde Türk bayrağı ya da bir başka bayrakla gelip destek sunanları da selamlayacağız. Böylesine anlamlı ve bölge halklarının kaderi üzerinde hayati önem taşıyan konularla ilgili destekleri, hiç kimsenin yasaklı bir desteğe çevirmesi mümkün olamaz; ne valilik ne de mitingi komitesi yasaklarla bu mitingin taşıdığı anlam uğruna yer alacak halkın iradesini çiğneyemez. İsteseler de buna güçleri yetmez.
Posterler, bayraklar, pankartlar büyük olayları, olguları ve algıları karmaşık süreçleriyle birlikte en kısa şekilde, özetle hafıza havuzunda uzun süre tutan simgelerdir. Olayların kavramlaştırılmasının bu anlamda önemi vardır. Bu nedenle, mazlum ülkeleri, saldırıya, askeri baskıya maruz kalan bir ülkeyi bayrağı ve lideriyle simgeleştirmek yanlış değildir. Emperyalist zulme uğrayan bir ülkeyi, yürüyüş ve mitinglerin mantığıyla ancak poster ve bayraklarla ifade ederiz; coğrafyasını, iklimini, komşularını, sorunlarını anlatan ne dövizler ne de posterler taşırız. Bunu yapacağımız açıklamalarla izah etmeye yöneliriz. Bu basit bilgileri bilmeyenler, “SURİYE’Yİ DESTEKLEME”den söz etmesinler.
Komşumuz Suriye, aralarında Erdoğan yönetiminin BOP Eş Başkanı olarak yer aldığı, emperyalist-Siyonist güçlerle gerici Arapların, Suriyeli vatan haini eli kanlı şebekelerini elinde kan ağlıyor. Bu baskılar her an bir askeri işgale bilge gidebilir. Böylesi bir adım bölgeyi ateşler içine atar. Bu ateş ise herkesi yakar. Bunun için bu mitingler yapılıyorsa bunun simgelerini taşımak kadar meşru hiçbir şey olamaz. Beşşar Esad’ın posteri ve Suriye bayrağı bu açıdan başka hiçbir anlama çekilmeyecek simgeler olarak mitinglerde yerin alması kadar doğal hiçbir şey olamaz.
Kaldı ki, bölgemizden söz ediyoruz, başımıza gelme olasılığı yüksek tehlikelerden söz ediyoruz ve en önemlisi, tarihi nedenlerle iki ayrı devlet altında yaşayan aynı halkın birbiriyle kanlı bir sürece sürüklenmesinden söz ediyoruz. Buna karşı da halkın barış çağrısından, savaşa karşı duruşundan söz ediyoruz. Halkın iradesine herkes boyun eğecektir. Halk bu mitingde ne isterse o olacaktır; kuşlardan korkan darı ekmesin. Halkın iradesine yasak koymaya çalışanlar ise gerçek provokatörlerdir. Unutulmamalı ki halkı bu tür mitinglere davet etmek, o halkın iradesine sağı göstermeye gerektirir, ötesi teferruattır…
19 Şubat 2012 Antakya mitingi herkese ders olsun. Bu halkın iradesidir bunu kimse engelleyemez. Üstelik bu kendiliğinden gelip kendini ortaya konmuşsa, bu iradeyi çiğneyip kendi marjinal hallerini yansıtan hesapların kurbanı edemez.
26 Şubat 2012 Antakya’da “SURİYE’YE DESTEK” için tüm gücümüzle yer alacağız, bu ikinci mitingde savaşa karşı barışı savunacağız.. Bir asırdır dünyayı kana bulayan emperyalist güçlerin bölgemizi bir kez daha tahrip etmesine, halkları birbirine kırdırmasına tarihi kin ve nefret yaratacak provokasyonlara sürüklemesine müsaade etmeyeceğiz.
26 Şubat günü önemli bir gün, bu günkü miting kadar Suriye’nin, özgürlük ve demokrasi, katılımcı-çoğulcu, sivil bir anayasayla yeniden yapılandırılmasının son halkası olan Anayasa referandumu günüdür. Bölgemizin en demokratik siyasal sistemin kuruluşuna tanıklık edeceğimiz bu günde, Suriye’yi desteklemenin gerçekçi anlamı da belirginlik kazanmaktadır. Solcu geçinen kimi cahil-cühela takımı, yarım-pabuç Erdoğancı yazarlarının iddiasının aksine, Suriye, halkçı yönetimiyle, halkıyla, lideriyle bir bütün olarak özgürlük ve demokrasi çabasında gösterdikleri kararıl, tutarlı direnmeci tutumları ve ürettikleri sonuçlar nedeniyle desteklenmektedir. Halkımızın ortaya koyduğu bu irade böylesi sağlam bir zemin üzerinde yükselmektedir.
Bu mitin 19 Şubat I. Antakya miting ardından II. mitingdir. Hatay’da yapılmaktadır, kim organize ederse etsin o bu toprakların, bu halkın misafiridir. Bu mitingler, insan olarak ortak ülkemizin her insanını ilgilendirir ancak tarihin kirli ve karanlık çıkar hesapları sonucu ayrı iki devlete yaşamaya mahkum edilen aynı halkın vicdanının sesidir, kimlik birliğinin doğal ve haklı toplumsal refleksinin tecellisidir. Bu mitingleri yasaklayan valiliğin, ırkçı-milliyetçi, Erdoğancı komşuluk ilişkilerine ihanet tutumunun bir ifadesi ise, bu halkın refleksi de kardeşlik ve barış refleksi olarak ortaya çıkmaktadır. Dolaysıyla, mitingleri organize eden komitelerin, halkın iradesine saygı göstermesi, bu etkinliğin ruhuna en uygun olandır.
19 Şubat I. Antakya mitinginin valilikçe yasaklanması nasıl ki yerle bir edilerek delindiyse, bu gün aldığım duyma göre, bu II. Mitingde valilikçe yasaklanmışsa, aynı şekilde, bu yasaklar delinerek mitingi çok daha güçlüce yapılacaktır. Halkımız meşru hakkını barıştan yana ilanını dile getirirken, yasak kararını, mührünü, bağlı olduğu iktidarı ise ayakları altında izmarit gibi ezerek yerle bir edecektir; yarın 26 Şubat 2012’de II. Antakya mitinginde yer gök inleyecektir. Halkımız, özelliklede Arap halkı Posterlerle, bayrak ve pankartlarla barışı haykıracak, savaşa karşı olduğun ilan edecektir.
Bu mitingin alameti farikası Antakya’dır. Kadim roma kenti Antakya, Türkiye Arap halkının gürleyen yüreğidir. Türkiye’de Arap halkının Kabe’si burasıdır. Bu Kabe’nin anadili Arapçadır, toprağı 7000 yıllık Arap halkının tarihsel serüveninin toprağıdır. Burada yer gök Arapça konuşur, Arapça düşünür, Arapça sevinir ve Arapça hüzün yaşar; yürekler burada Arapça çarpar, sevdaların anadili burada çok daha berraktır. Halkın haklı davası, kimlik hakları, geleceği, sanatı, aşkı, sevgisi burada anadilin gücüyle göklere çıkar, dava olur meşruiyet kazanır; burada yiğitler bu davaları uğruna, hiç düşünmeden bedel öder… Bütün bunlar bir iradedir, bir siyasi iradedir. Bu siyasi irade, halkın en meşru iradesi olarak, yasaları faşizan sivil diktatörlük amaçları için kullanıp yasakları dayatılan karşısına diker; 19 Şubat 2012 Antakya’da düzenlenen ”SURİYE’Yİ KORUYALIM” mitinginin valilikçe yasaklanmasını ret eden halk iradesi aynıyla bu meşruiyeti dikmiştir. Yarında olacak olan budur. Vali yasalarını gayri meşru yasakları için kullanarak “YASAKLADIK” der çıkar. Ama artık bu yasaklar ayaklar altına alınıp hak ettiği yere atılmıştır. Herkes buna hazır olsun yasal haklarımız, meşru taleplerimizin ifadesidir, yasaları yasaklar için çalıştıranlar, kaçınılmaz olarak halkın iradesiyle yüz yüze kacaktır.
“SURİYE’YE DESTEK MİTİNGİ” tüm onurlu insanların mitingidir. Çünkü bu destek sadece Suriye için değil, bölge halkları ve kendi halklarımızın geleceğiyle ilgilidir. Bu mitin ülkemizi Yeni-Osmanlıcı militarist yayılmacılığın vahşet kapılarını açmaya çalışan girişimler karşı da bir duruştur.
Yarın hepimiz Türkiye Araplarının Kabe’si Antakya’da “SURİYE’YE DESTEK“ veriyoruz.
Ya şabab el 3urba heyya,
El yom, huva yomuna, irfa3u e-savta kavayya, el yom, yom kadiyatuna el3adila
Not: Miting 26 Şubat Pazar günü Antakya’da Uğur Mumcu bulvarı (Şok Market Civarı ) saat 13.30’da bütün halkımızı “Suriye’de Emperyalist Müdahaleye Hayır demek” için çağırıyoruz." (Samandağ’ından gelecekler ise, saat 12:30’da Antakya’daki Mitinge gitmek için Samandağ 75.yıl Cumhuriyet Park’ında (Yeni Park) buluşuyor. Oradan yola çıkılarak Antakya’ya gelinecektir.)
YENİ ANAYASA YENİ SURİYE
Mihrac Ural – 24 Şubat 2012
Bu yazımı, 135 yıldır sivil anayasa yapmayı başaramayan cumhuriyetteki Osmanlılara, Onların devamı olan, Yeni Osmanlıcı Erdoğan’ın faşizan sivil diktatörlük hükmüne, oyalama ve aldatma üzerine kurulu ikircimli iç ve dış siyasetine kapak olmak üzeri ithaf ediyorum. Ayrıca, cehaletin, bilgisizliğin, halktan kopuk marjinal hallerin, uluslar arası medya bilgisini geçmeyen kin ve nefret söylemli Erdoğancı sözde sol yazarların suratına bir şamar olarak tevdi ediyorum.
Suriye el mukaveme, bi isim şu3ub el mıntıka se tekun bi hayr ve se tabka bi hayr ve se tantasır bi şa3ba ve kiyadete 3al kul zalim diyorum…
“Madde 60 Fıkra 2: Halk meclisinin en az yarısı işçiler ve köylülerden oluşur. İşçi ve köylü tanımı kanunla belirlenir.” يجب أن يكون نصف أعضاء مجلس الشعب على الأقل من العمال والفلاحين، ويبين القانون تعريف العامل والفلاح.
“Madde 42 fıkra 2: Her vatandaş düşüncesini özgür ve açıkça sözlü ya da yazılı ya da her türlü araçla ilan etme hakkına sahiptir.”
Madde 9: Anayasa, Suriye toplumsal varlığını oluşturan kültürel farklılığı, tüm oluşumları, türleri ve uzantılarıyla koruması altına alır, vatana ait gelenek olması itibariyle de Suriye Arap Cumhuriyetinin toprak birliği çerçevesinde vatan birliğini güçlendirir. يكفل الدستور حماية التنوع الثقافي للمجتمع السوري بجميع مكوناته وتعدد روافده، باعتباره تراثاً وطنياً يعزز الوحدة الوطنية في إطار وحدة أراضي الجمهورية العربية السورية
***
Suriye 26 Şubat 2012 Pazar günü anayasa referandumuna gidiyor. 15 Ekim 2011 tarihli 33 nolu Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle, Mazhar el Amberi başkanlığında hukuk dalında yüksek şahsiyetlerden, siyasal bilimci ve anayasa hukuk profesörlerinden oluşun 29 kişilik heyetin, en geç 4 ay içinde anayasa hazırlaması görevi, halkın onayına sunulan anayasa metninin çıkmasıyla sonuçlanmış oldu. Suriye, altta da sunacağım kimi maddelerinden anlaşılacağı gibi, bölgenin en demokratik sistemini, en demokratik sivil, çoğulcu ve katılımcı demokrasisini, düşünce özgürlüğünü, toplumun farklı etnik ve kültürel mozaiğini güvence altına alıp, geliştirmeyi hedefleyen, siyasi mülteciliğin hak olduğu ilkesini benimseyip, seçilmişlerin ülkesinde halkın, hak için hakla yönetimini esas alan ve 21 Yüzyılda emsali olmayan bir ilkeyle, parlamento üyelerinin %50’sindan fazlasının emekçilerden (İşçiler ve köylülerden) oluşmasını şart koşun bir, sivil anayasaya sahip tek ülkesi olmuştur. 26 şubat 2012 Pazar anayasa referandumu günü, sadece Suriye için değil, tüm bölge halkları için önemli bir gün haline gelmiştir demek abartılı olmayacaktır.
Bölgemizde, İran’ın dini temeldeki anayasal yapılanması, Ürdün’ün monarşi anayasası, Lübnan’ın etnik ve mezhepsel veriler üzerine kurulu anayasal yapısı, Irak’ın Amerikancı işgal ürünü anayasası ve Türkiye’nin 135 yıldır bir türlü içinden çıkamadığı tek boyutlu, toplumsal dokusuyla uyumsuz, askeri vesayet anayasalarına göre, Suriye anayasası gerçek anlamda bir özgürlük ve demokrasi, çoğulcu ve katılımcı sivil bir anayasaya olarak belermiştir.
Soğuk savaş döneminden kalma, tek partili, 21.yy everensel gelişmelerine artık ayak uyduramayan ve sıkıntıların zemini olan rejimi, bu anayasayla ve bir yıldır süren “devrim gibi reformlar”la, ülkenin hiçbir dinamiğini heder etmeden, bölünüp parçalanmadan, kırılmadan, dökülmeden yeniden yapılandırılmaktadır. Soğuk savaş artığı Kuzey Kore, Küba gibi çok az sayıda ülkeden biri olan Suriye, bu açılımını evrimci, barışçıl tarzda sistemin içinden gelen güçle yapabilmesi önemlidir. Doğu Avrupa sosyalist ülkelerini yaşadığı sistemsel çöküş, ya da Irak, Libya gibi ülkelerin kırılmalarla yaşadığı ve istikrar yerine yıkımdan başka bir sonuç elde etmediği ülkelere göre Suriye, dünya şer güçlerinin ağır baskınsına, silahlı şebekelerin yarattığı kaoslara rağmen halkçı yönetimi ve lideri etrafında kenetlenerek bu aşamayı geçme çabası vermektedir.
Bu veriler tamamen Suriye gerçekliğinin 7000 yıllık tarih sentezleri içinde ve son yarım asırdır sürdürdüğü kararlı, dengeli iç ve dış politikalarda aranmalıdır; Baas partisi gibi katı ideolojik partilerin tek başına hakimiyetinin sürdüğü bir koşulda bu açılımların kırılmadan ikame edilebilmesi önemli oranda Hafız Esad’ın yaptığı, tashihat hareketiyle yakından ilgidir; 16 Ekim 1970 hareke el tashihiye, Baas’ın katılığını açımlayan, daha çok halkçı bir parti konumuna getirin girişimi oldu. Bu açılım üzerinde bu günkü açılımlar toplumsal kabul gerebildi.
Suriye, halkçı yönetimi kendi tarihinin birikimleri üzerinde toplumu için çırpınan bir yönetimdir. Bunu son yarım asır içinde ortaya koyduğu anti-emperyalist duruşta olduğu kadar ülke içinde sürdürdüğü halkçı politikalarla da kökleştirmiştir. Suriye ekonomisini güçlü kılan 25 yıldır doların fiyatında hiçbir değişikliğin olmaması (1$ =50 Sl yaklaşık), 25 yıldır ekmek fiyatının da değişmemesi ( 15 Sl = 30 Cent), faiz oranlarının düşüklüğü, kredi olanaklarını güçlü olması, enflasyonun sıfıra yakın hallerinin on yılar boyu sürmesi önemli bir belirtidir; son 6 ay içinde akıl almaz ambargolar altında bile bu verilerde tedirgin edici bir değişimin olmaması Suriye’nin dengelerini anlatması açısından çok önemli birer veridir. Bu veriler ki, Suriye diplomasinde gözlemlenen dengeli, sakin yönelimleri de belirlemektedir. Bu aynı zamanda Suriye toplumsal dengelerinin etnik ve inançsal farklılıklarına rağmen kırılmaya gitmeden kendini yeniden organize ederek özgür ve demokratik bir anayasada hak güvencesine kavuşması bu zemin üzerinde daha anlaşılır bir sonuçtur. Buradan baktığımızda 33 nolu 15 Ekim 2011 tarihli Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükmü olan 4 ay gibi kısa bir sürede böylesine demokratik bir anayasa oluşturmayı anlamamız güç olmayacaktır. Bu noktada Türkiye solunun cehaletini, olayları bilgisizce yorumlayıp Suriye halkına karşı, eli kanlı şebekeleri, karşı-devrim çetelerini destekler konuma düşmelerini anlamak zor değildir.
YENİ SURİYE ANAYASASI
Yeni Suriye anayasası yeni Suriye’dir. Bunun için uzun uzun karşılaştırmalara gitmeye gerek yoktur. Eski anayasanın 8. Maddesi, eski Suriye sistemi oluşturan temel bir maddedir. O da aynıyla şudur “MEDDE 8: Baas Sosyalist Arap partisi, devlet ve toplumun önder partisidir ve İlerici Vatan Cephesi liderliğini, toplumun güç ve etkinliklerini birleştirip Arap ümmeti hedefleri hizmetine koymak üzere yerine getirir.”
Bu madde ve taşıdığı anlam, ülke yaşamıyla ilgili kurum, yasa, kuruluş, ilişki, yönelim ve seçimleri birinci derecede biçimlendiren bir maddedir. Soğuk savaş döneminin yarım asırlık sürecinde Suriye bütünlüğünü koruyan, feodal yapıyı aşan, halka hizmet götüren, halkçı tüm sonuçları üreten ve bu güne kadar halkın çıkarlarını öncelikli kılan militan, dinamik parti çalışması olarak tecelli etmiştir. Ancak tek boyutlu her sistemde olduğu gibi belli bir zaman dilimi sonunda buda iç bükey çürümeye, kastlaşmaya doğru boyut alır. Bunun sonucunda da siyasal ve toplumsal sorunların doğması kaçınılmaz hale gelir.
a.
Suriye işte bu sistemi, devrim gibi reformları resmi gazetede yayınlayarak halkın kazanımları arasına katıp sivil, çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi, düşünce özgürlüğü esasları üzerinde, vatani ve mahalli ölçekte, demokratik seçimlerle oluşmuş meclislerin yönetimine devretmiştir; bunu da 2. Maddede Hakimiyet, Halkın, halka, halk için ilkesi üzerine kuruludur.” Diyerek belirlemiştir.
Yeni Suriye siyasal sisteminin temellerini belirleyen 2. Madde bu adımın bir verisidir.
Madde 2 fıkra 2: egemenlik halkındır, ne ferde ne de topluluğu devredilemez. Hakimiyet, Halkın, halka, halk için ilkesi üzerine kuruludur. ( السيادة للشعب، لا يجوز لفرد أو جماعة ادعاؤها، وتقوم على مبدأ حكم الشعب بالشعب وللشعب.)
b.
Suriye halkçı yönetim ve demokrat lideri Beşşar Esad’ın etkin girişimleri ve halktan aldıkları destekle, eski sistemi aşmıştır. Yeni anayasada her türden ayrımcılığı karşı bir duruş sergilenmiştir, özellikle Arap milliyetçiliğine yoğun vurgu yapan eski sistemi aşarak ülkenin farklı etnik dokusuna farklı inanç dokusunu zedeleyen algıları tasfiye etmiştir. Yeni 8. Ve 33. Madde bunun ifadesidir;
Madde 8 fıkra 4: hiçbir siyasi çaba ya da parti ya da siyasi topluluk, dini ya da mezhebi ya da kabileci ya da bölgeci ya da kastçı ya da meslekçi ya da cins ayrımcılığına ya da asalet ya da soy ya da ırk ya da renk ayrımcılığı üzerine inşa edilemez. لا يجوز مباشرة أي نشاط سياسي أو قيام أحزاب أو تجمعات سياسية على أساس ديني أو طائفي أو قبلي أو مناطقي أو فئوي أو مهني، أو بناءً على التفرقة بسبب الجنس أو الأصل أو العرق أو اللون.
“Madde 33 fıkra 3: Vatandaşlar hak ve ödevler karşısında eşittirler, cinsel ya da soysal ya da dilsel ya da dinsel ya da inançsal nedenlerle hiç bir ayrımcılığa maruz kalamazlar.” المواطنون متساوون في الحقوق والواجبات، لا تمييز بينهم في ذلك بسبب الجنس أو الأصل أو اللغة أو الدين أو العقيدة .
c.
Suriye eski siyasal sisteminde ağır Arap milliyetçiliği egemendi. Soğuk savaş dönemi, sömürge bir ülkenin uluslaşma süreçleri içinde bir ölçüye kadar o kesitte anlamlı gibi gelebilecek ulusçu ağırlık, 21. Yy için artık geçerliğini yitirmiştir. Yeni Suriye, çağdaş özgürlüklerin, demokrasi ve çoğulculuğun siyasal sistemini oturtma çabası yeni anayasada sarih olarak belirlenmiştir. 9. madde, ülke birliğinin esasları ve zenginliği içinde çok etnik yapılı, çok kültürlü bir tarihsel miras üzerinde yükseldiği ve bunların korunması gerektiği üzerinde belirlemesini yapmıştır. Suriye, sadece Arapların değil farklılıkların ülkesi olduğu gerçeği bu maddeyle kesin olarak belirtilmiştir.
Madde 9: Anayasa, Suriye toplumsal varlığını oluşturan kültürel farklılığı, tüm oluşumları, türleri ve uzantılarıyla koruması altına alır, vatana ait gelenek olması itibariyle de Suriye Arap Cumhuriyetinin toprak birliği çerçevesinde vatan birliğini güçlendirir. يكفل الدستور حماية التنوع الثقافي للمجتمع السوري بجميع مكوناته وتعدد روافده، باعتباره تراثاً وطنياً يعزز الوحدة الوطنية في إطار وحدة أراضي الجمهورية العربية السورية
d.
Suriye eski sistemi tek parti olan Baas partisinin görüşleri temelinde toplumu ve devleti yönlendirirdi. Bu gün ise, bu yönlendirme demokratik seçimlerle oluşan meclislere aittir 12. Madde bunu belirtmiştir;
“Madde 12: Vatandaşlar, vatani ve mahalli ölçekte demokratik olarak seçilmiş meclisler ve kurumlar aracılığıyla egemenliklerini ve devlet yapılanmasını ve toplumsal yöneticiliklerini icra ederler.” المجالس المنتخبة ديمقراطياً على الصعيد الوطني أو المحلي مؤسسات يمارس المواطنون عبرها دورهم في السيادة وبناء الدولة وقيادة المجتمع.
e.
Eski Suriye siyasal sistemi tek boyutlu bir sistemdi. Hafız Esad’ın 16 Ekim 1970 “tashih harekatı”yla yaptığı açılım, bu gün Beşşar Esadı’ın reform ve anayasa adımıyla 21. Yüzyılın gereklerine uygun evrensel demokrasi ve insan hakları normlarına uygun yeni bir sisteme kavuşturulmuştur. Bu sistemin en önemli unsuru döşünce özgürlüğünün tüm boyutlarıyla içselleştirilmesidir. Tek partili yönetimden buraya gelmek ise önemli bir başarıdır. Suriye’nin çağdaş, laik halkının talepleri doğrultusunda ileri bir adımdır. 42. Madde bu açıdan oldukça anlamlıdır. Eski sistemin şartlı düşünce özgürlüğü bu maddeyle aşılarak, özgürlüğü ikame etmiştir.
“Madde 42 fıkra 2: Her vatandaş düşüncesini özgür ve açıkça sözlü ya da yazılı ya da her türlü araçla ilan etme hakkına sahiptir.”
f.
Bu satırların yazarını olduğu kadar, bölgenin tüm ilerici güçler açısında önemli bir unsur olan mülteci yasasının anayasaya yansıyan en önemli belirtisi yeni sistemin bir parçası olarak yerini almıştır. Suriye’yi tanımlayan en önemli özelliği bölge devrimci güçlerinin anavatanı olmasıdır. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin kıyımından kurtulmak için Suriye’ye akan Türkiyeli devrimci mülteciler, Saddam zulmünden kaçan 2 milyon Iraklı ilticacı, İsrail istilasından kaçıp Suriye’ sığınan yüz binlerce Lübnanlı, bir milyona yakın Filistinli ilticacı, Suriye’yi kendi anavatanı olarak gördü. Bu bir gelenektir, siyasal bir duruştur, emperyalizme ve bölge gerici güçlere karşı bir barikattır, mevzisidir. Yeni Anayasa 39. maddede bunu mültecinin tek güvencesi olan, zulmünden kaçtığı yönetime teslim edilmemesinin garantisini vererek belirlemiştir.
“Madde 39: Siyasi mülteciler siyasi ilke ve özgürlük mücadeleleri nedeniyle asla teslim edilmezler.” لا يسلم اللاجئون السياسيون بسبب مبادئهم السياسية أو دفاعهم عن الحرية.
g.
Yeni Suriye’nin karakterini ise yeni anayasada en iyi betimleyen madde Suriye toplumunu ve devletinin çıkarlarını koruyacak olan meclisin bileşeniyle ilgili maddesidir. Bu da Suriye’nin halkçı karakterini korumada gösterdiği ısrarın ikamesidir. Bütün maddeleri bir yana, temsili demokrasinin toplumsal-siyasal-ekonomik sistemi belirleyen en önemli mekanizması olan vatan meclisinin bileşimine getirilen kıstaslar, o sistemin de hangi türden bir sistem olduğun belirler. İşte yeni anayasanın 60. maddesi bunu kesin bir hükme bağlıyor. Suriye emekçilerin (işçilerin ve köylülerin) ülkesidir diyor, halkın halk için hakimiyetinin en anlamlı anayasal dayanağı da böylesi açık bir belirtiyle 60. Madde olarak kayıtlara geçiyor.
“Madde 60 Fıkra 2: Halk meclisinin en az yarısı işçiler ve köylülerden oluşur. İşçi ve köylü tanımı kanunla belirlenir.” يجب أن يكون نصف أعضاء مجلس الشعب على الأقل من العمال والفلاحين، ويبين القانون تعريف العامل والفلاح.
SONUÇ
26 Şubat 2012 Pazar günü Suriye halkının milyonları milyonlara katarak özgürlük ve demokrasiye açılan en büyük penceresi yeni anayasasını onaylayacaktır. Bu adımla tamamlanmış olan yeni sistemiyle Suriye, başta Türkiye’nin aldatmacalarıyla meşhur Erdoğan yönetimine ve bölgemizin tüm ülkelerine ders veren siyasal atılımını tamamlamış olacaktır.
Suriye bu adımla, ülkemizin kimi cahil soluculara, kin ve intikamdan başka verisi olmayan, kof söylemlerle, uluslar arası medya yalanlarıyla şekillenmiş sığ algılarına da yerinde bir cevap olacaktır.
Suriye’yi bu atılımı yaparken dünya şer güçleri, halkın kazanımlarını kullanmanın yollarını kesmek üzere bu gün Tunus’ta karanlık odalarda toplantılarını sürdürmektedir. Eli kanlı şebekeleri destekleme kararı almakta, halk indinde temsili gücü olmayanları tanıyarak Suriye’nin meşru ve halkçı yönetimine yeni baskılarla saldırma planları yapmaktadır. Emperyalistlerin, Siyonistlerin, gerici Arapların ve Erdoğan yönetiminin birleşik karanlık ve kanlı güçlerinin diz çökertemediği Suriye, yeni anayasasıyla daha güçlü direnecektir; halkın desteği daha çok ve daha etkin olacaktır.
Bu yazımı, 135 yıldır sivil anayasa yapmayı başaramayan cumhuriyetteki Osmanlılara, Onların devamı olan, Yeni Osmanlıcı Erdoğan’ın faşizan sivil diktatörlük hükmüne, oyalama ve aldatma üzerine kurulu ikircimli iç ve dış siyasetine kapak olmak üzeri ithaf ediyorum. Ayrıca, cehaletin, bilgisizliğin, halktan kopuk marjinal hallerin, uluslar arası medya bilgisini geçmeyen kin ve nefret söylemli Erdoğancı sözde sol yazarların suratına bir şamar olarak tevdi ediyorum.
Suriye el mukaveme, bi isim şu3ub el mıntıka se tekun bi hayr ve se tabka bi hayr ve se tantasır bi şa3ba ve kiyadete 3al kul zalim diyorum…
“Madde 60 Fıkra 2: Halk meclisinin en az yarısı işçiler ve köylülerden oluşur. İşçi ve köylü tanımı kanunla belirlenir.” يجب أن يكون نصف أعضاء مجلس الشعب على الأقل من العمال والفلاحين، ويبين القانون تعريف العامل والفلاح.
“Madde 42 fıkra 2: Her vatandaş düşüncesini özgür ve açıkça sözlü ya da yazılı ya da her türlü araçla ilan etme hakkına sahiptir.”
Madde 9: Anayasa, Suriye toplumsal varlığını oluşturan kültürel farklılığı, tüm oluşumları, türleri ve uzantılarıyla koruması altına alır, vatana ait gelenek olması itibariyle de Suriye Arap Cumhuriyetinin toprak birliği çerçevesinde vatan birliğini güçlendirir. يكفل الدستور حماية التنوع الثقافي للمجتمع السوري بجميع مكوناته وتعدد روافده، باعتباره تراثاً وطنياً يعزز الوحدة الوطنية في إطار وحدة أراضي الجمهورية العربية السورية
***
Suriye 26 Şubat 2012 Pazar günü anayasa referandumuna gidiyor. 15 Ekim 2011 tarihli 33 nolu Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle, Mazhar el Amberi başkanlığında hukuk dalında yüksek şahsiyetlerden, siyasal bilimci ve anayasa hukuk profesörlerinden oluşun 29 kişilik heyetin, en geç 4 ay içinde anayasa hazırlaması görevi, halkın onayına sunulan anayasa metninin çıkmasıyla sonuçlanmış oldu. Suriye, altta da sunacağım kimi maddelerinden anlaşılacağı gibi, bölgenin en demokratik sistemini, en demokratik sivil, çoğulcu ve katılımcı demokrasisini, düşünce özgürlüğünü, toplumun farklı etnik ve kültürel mozaiğini güvence altına alıp, geliştirmeyi hedefleyen, siyasi mülteciliğin hak olduğu ilkesini benimseyip, seçilmişlerin ülkesinde halkın, hak için hakla yönetimini esas alan ve 21 Yüzyılda emsali olmayan bir ilkeyle, parlamento üyelerinin %50’sindan fazlasının emekçilerden (İşçiler ve köylülerden) oluşmasını şart koşun bir, sivil anayasaya sahip tek ülkesi olmuştur. 26 şubat 2012 Pazar anayasa referandumu günü, sadece Suriye için değil, tüm bölge halkları için önemli bir gün haline gelmiştir demek abartılı olmayacaktır.
Bölgemizde, İran’ın dini temeldeki anayasal yapılanması, Ürdün’ün monarşi anayasası, Lübnan’ın etnik ve mezhepsel veriler üzerine kurulu anayasal yapısı, Irak’ın Amerikancı işgal ürünü anayasası ve Türkiye’nin 135 yıldır bir türlü içinden çıkamadığı tek boyutlu, toplumsal dokusuyla uyumsuz, askeri vesayet anayasalarına göre, Suriye anayasası gerçek anlamda bir özgürlük ve demokrasi, çoğulcu ve katılımcı sivil bir anayasaya olarak belermiştir.
Soğuk savaş döneminden kalma, tek partili, 21.yy everensel gelişmelerine artık ayak uyduramayan ve sıkıntıların zemini olan rejimi, bu anayasayla ve bir yıldır süren “devrim gibi reformlar”la, ülkenin hiçbir dinamiğini heder etmeden, bölünüp parçalanmadan, kırılmadan, dökülmeden yeniden yapılandırılmaktadır. Soğuk savaş artığı Kuzey Kore, Küba gibi çok az sayıda ülkeden biri olan Suriye, bu açılımını evrimci, barışçıl tarzda sistemin içinden gelen güçle yapabilmesi önemlidir. Doğu Avrupa sosyalist ülkelerini yaşadığı sistemsel çöküş, ya da Irak, Libya gibi ülkelerin kırılmalarla yaşadığı ve istikrar yerine yıkımdan başka bir sonuç elde etmediği ülkelere göre Suriye, dünya şer güçlerinin ağır baskınsına, silahlı şebekelerin yarattığı kaoslara rağmen halkçı yönetimi ve lideri etrafında kenetlenerek bu aşamayı geçme çabası vermektedir.
Bu veriler tamamen Suriye gerçekliğinin 7000 yıllık tarih sentezleri içinde ve son yarım asırdır sürdürdüğü kararlı, dengeli iç ve dış politikalarda aranmalıdır; Baas partisi gibi katı ideolojik partilerin tek başına hakimiyetinin sürdüğü bir koşulda bu açılımların kırılmadan ikame edilebilmesi önemli oranda Hafız Esad’ın yaptığı, tashihat hareketiyle yakından ilgidir; 16 Ekim 1970 hareke el tashihiye, Baas’ın katılığını açımlayan, daha çok halkçı bir parti konumuna getirin girişimi oldu. Bu açılım üzerinde bu günkü açılımlar toplumsal kabul gerebildi.
Suriye, halkçı yönetimi kendi tarihinin birikimleri üzerinde toplumu için çırpınan bir yönetimdir. Bunu son yarım asır içinde ortaya koyduğu anti-emperyalist duruşta olduğu kadar ülke içinde sürdürdüğü halkçı politikalarla da kökleştirmiştir. Suriye ekonomisini güçlü kılan 25 yıldır doların fiyatında hiçbir değişikliğin olmaması (1$ =50 Sl yaklaşık), 25 yıldır ekmek fiyatının da değişmemesi ( 15 Sl = 30 Cent), faiz oranlarının düşüklüğü, kredi olanaklarını güçlü olması, enflasyonun sıfıra yakın hallerinin on yılar boyu sürmesi önemli bir belirtidir; son 6 ay içinde akıl almaz ambargolar altında bile bu verilerde tedirgin edici bir değişimin olmaması Suriye’nin dengelerini anlatması açısından çok önemli birer veridir. Bu veriler ki, Suriye diplomasinde gözlemlenen dengeli, sakin yönelimleri de belirlemektedir. Bu aynı zamanda Suriye toplumsal dengelerinin etnik ve inançsal farklılıklarına rağmen kırılmaya gitmeden kendini yeniden organize ederek özgür ve demokratik bir anayasada hak güvencesine kavuşması bu zemin üzerinde daha anlaşılır bir sonuçtur. Buradan baktığımızda 33 nolu 15 Ekim 2011 tarihli Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükmü olan 4 ay gibi kısa bir sürede böylesine demokratik bir anayasa oluşturmayı anlamamız güç olmayacaktır. Bu noktada Türkiye solunun cehaletini, olayları bilgisizce yorumlayıp Suriye halkına karşı, eli kanlı şebekeleri, karşı-devrim çetelerini destekler konuma düşmelerini anlamak zor değildir.
YENİ SURİYE ANAYASASI
Yeni Suriye anayasası yeni Suriye’dir. Bunun için uzun uzun karşılaştırmalara gitmeye gerek yoktur. Eski anayasanın 8. Maddesi, eski Suriye sistemi oluşturan temel bir maddedir. O da aynıyla şudur “MEDDE 8: Baas Sosyalist Arap partisi, devlet ve toplumun önder partisidir ve İlerici Vatan Cephesi liderliğini, toplumun güç ve etkinliklerini birleştirip Arap ümmeti hedefleri hizmetine koymak üzere yerine getirir.”
Bu madde ve taşıdığı anlam, ülke yaşamıyla ilgili kurum, yasa, kuruluş, ilişki, yönelim ve seçimleri birinci derecede biçimlendiren bir maddedir. Soğuk savaş döneminin yarım asırlık sürecinde Suriye bütünlüğünü koruyan, feodal yapıyı aşan, halka hizmet götüren, halkçı tüm sonuçları üreten ve bu güne kadar halkın çıkarlarını öncelikli kılan militan, dinamik parti çalışması olarak tecelli etmiştir. Ancak tek boyutlu her sistemde olduğu gibi belli bir zaman dilimi sonunda buda iç bükey çürümeye, kastlaşmaya doğru boyut alır. Bunun sonucunda da siyasal ve toplumsal sorunların doğması kaçınılmaz hale gelir.
a.
Suriye işte bu sistemi, devrim gibi reformları resmi gazetede yayınlayarak halkın kazanımları arasına katıp sivil, çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi, düşünce özgürlüğü esasları üzerinde, vatani ve mahalli ölçekte, demokratik seçimlerle oluşmuş meclislerin yönetimine devretmiştir; bunu da 2. Maddede Hakimiyet, Halkın, halka, halk için ilkesi üzerine kuruludur.” Diyerek belirlemiştir.
Yeni Suriye siyasal sisteminin temellerini belirleyen 2. Madde bu adımın bir verisidir.
Madde 2 fıkra 2: egemenlik halkındır, ne ferde ne de topluluğu devredilemez. Hakimiyet, Halkın, halka, halk için ilkesi üzerine kuruludur. ( السيادة للشعب، لا يجوز لفرد أو جماعة ادعاؤها، وتقوم على مبدأ حكم الشعب بالشعب وللشعب.)
b.
Suriye halkçı yönetim ve demokrat lideri Beşşar Esad’ın etkin girişimleri ve halktan aldıkları destekle, eski sistemi aşmıştır. Yeni anayasada her türden ayrımcılığı karşı bir duruş sergilenmiştir, özellikle Arap milliyetçiliğine yoğun vurgu yapan eski sistemi aşarak ülkenin farklı etnik dokusuna farklı inanç dokusunu zedeleyen algıları tasfiye etmiştir. Yeni 8. Ve 33. Madde bunun ifadesidir;
Madde 8 fıkra 4: hiçbir siyasi çaba ya da parti ya da siyasi topluluk, dini ya da mezhebi ya da kabileci ya da bölgeci ya da kastçı ya da meslekçi ya da cins ayrımcılığına ya da asalet ya da soy ya da ırk ya da renk ayrımcılığı üzerine inşa edilemez. لا يجوز مباشرة أي نشاط سياسي أو قيام أحزاب أو تجمعات سياسية على أساس ديني أو طائفي أو قبلي أو مناطقي أو فئوي أو مهني، أو بناءً على التفرقة بسبب الجنس أو الأصل أو العرق أو اللون.
“Madde 33 fıkra 3: Vatandaşlar hak ve ödevler karşısında eşittirler, cinsel ya da soysal ya da dilsel ya da dinsel ya da inançsal nedenlerle hiç bir ayrımcılığa maruz kalamazlar.” المواطنون متساوون في الحقوق والواجبات، لا تمييز بينهم في ذلك بسبب الجنس أو الأصل أو اللغة أو الدين أو العقيدة .
c.
Suriye eski siyasal sisteminde ağır Arap milliyetçiliği egemendi. Soğuk savaş dönemi, sömürge bir ülkenin uluslaşma süreçleri içinde bir ölçüye kadar o kesitte anlamlı gibi gelebilecek ulusçu ağırlık, 21. Yy için artık geçerliğini yitirmiştir. Yeni Suriye, çağdaş özgürlüklerin, demokrasi ve çoğulculuğun siyasal sistemini oturtma çabası yeni anayasada sarih olarak belirlenmiştir. 9. madde, ülke birliğinin esasları ve zenginliği içinde çok etnik yapılı, çok kültürlü bir tarihsel miras üzerinde yükseldiği ve bunların korunması gerektiği üzerinde belirlemesini yapmıştır. Suriye, sadece Arapların değil farklılıkların ülkesi olduğu gerçeği bu maddeyle kesin olarak belirtilmiştir.
Madde 9: Anayasa, Suriye toplumsal varlığını oluşturan kültürel farklılığı, tüm oluşumları, türleri ve uzantılarıyla koruması altına alır, vatana ait gelenek olması itibariyle de Suriye Arap Cumhuriyetinin toprak birliği çerçevesinde vatan birliğini güçlendirir. يكفل الدستور حماية التنوع الثقافي للمجتمع السوري بجميع مكوناته وتعدد روافده، باعتباره تراثاً وطنياً يعزز الوحدة الوطنية في إطار وحدة أراضي الجمهورية العربية السورية
d.
Suriye eski sistemi tek parti olan Baas partisinin görüşleri temelinde toplumu ve devleti yönlendirirdi. Bu gün ise, bu yönlendirme demokratik seçimlerle oluşan meclislere aittir 12. Madde bunu belirtmiştir;
“Madde 12: Vatandaşlar, vatani ve mahalli ölçekte demokratik olarak seçilmiş meclisler ve kurumlar aracılığıyla egemenliklerini ve devlet yapılanmasını ve toplumsal yöneticiliklerini icra ederler.” المجالس المنتخبة ديمقراطياً على الصعيد الوطني أو المحلي مؤسسات يمارس المواطنون عبرها دورهم في السيادة وبناء الدولة وقيادة المجتمع.
e.
Eski Suriye siyasal sistemi tek boyutlu bir sistemdi. Hafız Esad’ın 16 Ekim 1970 “tashih harekatı”yla yaptığı açılım, bu gün Beşşar Esadı’ın reform ve anayasa adımıyla 21. Yüzyılın gereklerine uygun evrensel demokrasi ve insan hakları normlarına uygun yeni bir sisteme kavuşturulmuştur. Bu sistemin en önemli unsuru döşünce özgürlüğünün tüm boyutlarıyla içselleştirilmesidir. Tek partili yönetimden buraya gelmek ise önemli bir başarıdır. Suriye’nin çağdaş, laik halkının talepleri doğrultusunda ileri bir adımdır. 42. Madde bu açıdan oldukça anlamlıdır. Eski sistemin şartlı düşünce özgürlüğü bu maddeyle aşılarak, özgürlüğü ikame etmiştir.
“Madde 42 fıkra 2: Her vatandaş düşüncesini özgür ve açıkça sözlü ya da yazılı ya da her türlü araçla ilan etme hakkına sahiptir.”
f.
Bu satırların yazarını olduğu kadar, bölgenin tüm ilerici güçler açısında önemli bir unsur olan mülteci yasasının anayasaya yansıyan en önemli belirtisi yeni sistemin bir parçası olarak yerini almıştır. Suriye’yi tanımlayan en önemli özelliği bölge devrimci güçlerinin anavatanı olmasıdır. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin kıyımından kurtulmak için Suriye’ye akan Türkiyeli devrimci mülteciler, Saddam zulmünden kaçan 2 milyon Iraklı ilticacı, İsrail istilasından kaçıp Suriye’ sığınan yüz binlerce Lübnanlı, bir milyona yakın Filistinli ilticacı, Suriye’yi kendi anavatanı olarak gördü. Bu bir gelenektir, siyasal bir duruştur, emperyalizme ve bölge gerici güçlere karşı bir barikattır, mevzisidir. Yeni Anayasa 39. maddede bunu mültecinin tek güvencesi olan, zulmünden kaçtığı yönetime teslim edilmemesinin garantisini vererek belirlemiştir.
“Madde 39: Siyasi mülteciler siyasi ilke ve özgürlük mücadeleleri nedeniyle asla teslim edilmezler.” لا يسلم اللاجئون السياسيون بسبب مبادئهم السياسية أو دفاعهم عن الحرية.
g.
Yeni Suriye’nin karakterini ise yeni anayasada en iyi betimleyen madde Suriye toplumunu ve devletinin çıkarlarını koruyacak olan meclisin bileşeniyle ilgili maddesidir. Bu da Suriye’nin halkçı karakterini korumada gösterdiği ısrarın ikamesidir. Bütün maddeleri bir yana, temsili demokrasinin toplumsal-siyasal-ekonomik sistemi belirleyen en önemli mekanizması olan vatan meclisinin bileşimine getirilen kıstaslar, o sistemin de hangi türden bir sistem olduğun belirler. İşte yeni anayasanın 60. maddesi bunu kesin bir hükme bağlıyor. Suriye emekçilerin (işçilerin ve köylülerin) ülkesidir diyor, halkın halk için hakimiyetinin en anlamlı anayasal dayanağı da böylesi açık bir belirtiyle 60. Madde olarak kayıtlara geçiyor.
“Madde 60 Fıkra 2: Halk meclisinin en az yarısı işçiler ve köylülerden oluşur. İşçi ve köylü tanımı kanunla belirlenir.” يجب أن يكون نصف أعضاء مجلس الشعب على الأقل من العمال والفلاحين، ويبين القانون تعريف العامل والفلاح.
SONUÇ
26 Şubat 2012 Pazar günü Suriye halkının milyonları milyonlara katarak özgürlük ve demokrasiye açılan en büyük penceresi yeni anayasasını onaylayacaktır. Bu adımla tamamlanmış olan yeni sistemiyle Suriye, başta Türkiye’nin aldatmacalarıyla meşhur Erdoğan yönetimine ve bölgemizin tüm ülkelerine ders veren siyasal atılımını tamamlamış olacaktır.
Suriye bu adımla, ülkemizin kimi cahil soluculara, kin ve intikamdan başka verisi olmayan, kof söylemlerle, uluslar arası medya yalanlarıyla şekillenmiş sığ algılarına da yerinde bir cevap olacaktır.
Suriye’yi bu atılımı yaparken dünya şer güçleri, halkın kazanımlarını kullanmanın yollarını kesmek üzere bu gün Tunus’ta karanlık odalarda toplantılarını sürdürmektedir. Eli kanlı şebekeleri destekleme kararı almakta, halk indinde temsili gücü olmayanları tanıyarak Suriye’nin meşru ve halkçı yönetimine yeni baskılarla saldırma planları yapmaktadır. Emperyalistlerin, Siyonistlerin, gerici Arapların ve Erdoğan yönetiminin birleşik karanlık ve kanlı güçlerinin diz çökertemediği Suriye, yeni anayasasıyla daha güçlü direnecektir; halkın desteği daha çok ve daha etkin olacaktır.
24 Şubat 2012 Cuma
ANADİLİM; ANA SÜTÜ GİBİ HELALİM
Mihrac Ural – I. Yayımı 24 Şubat 2009. II. Yayımı 21 Şubat 2012 Salı.
21 Şubat dünya anadil günüdür. UNESCO bu gün insanlık kültür birikiminin temel taşı olan anadiller için koruma kararı almıştır. Ama BM kurumları diğer kurumları gibi, bu kurumda zaman zaman emperyalist çıkarların gölgesi altında gerçek anlamda yok edilmek istenen anadilleri korumaktan çok, bu isim altında anadil kadar o dilin insanların da katledenlere hizmet ediyor gibidir. Buna rağmen, benim anadilim Arapçadır. Türkiye’de 8 milyon Arap yaşar (www.turkiyearaplari.org) . 80 yıldır alfabesi yasak, 70 yıldır Arapça yasak. Arapça dünyanın en zengin dilleri arasınadır; yüz binlerce kelimesi ve sürekli kelime üretme kapasitesiyle Arapça yeryüzünün en kapsamlı dili olarak, felsefe, bilim, teknik, hukuk ve sanat için en elverişli dilerdendir. Allah bile Kuran’ı bu dille indirme gereği görmüştür.
Tüm dille saygım kadar kendi ana dilime de saygıyı aradım her zaman. Ama bunun karşılığında hep öteledim. On yıllarca birlikte yürüdüğümüz cahil solcular bile ırkçı-milliyetçi reflekslerle anadilime kendi onursuzluklarıyla baktılar. Her şeye rağmen tüm anadillere, eksilmeyen ve hiç bir nedenle azalmayacak olan saygım gereği, Arapça anadilime saygı ve özgürlük istiyorum. Anadiller yaklaşımım, benim demokratlığımdır, barış ve sevgi temelinde dost edinme ilkemdir. Bu vurgu, bu ülkede barış içinde bir arada yaşmanın temel ilkesi olarak görüyorum. Anadilime özgürlük istiyorum. Halkımın siyasal kimlik mücadelesini tek bir program maddeyle özetle derseniz işte o da budur; “İlk öğrenimden yüksek öğrenime kadar resmi okullarda Arapça anadille eğitim hakkı” derim. Bu benim en doğal hakkımdır. Bu halkımın varlık hakkı ve geleceğidir. ANADİLİM ANA SÜTÜ GİBİ HELALİM olması esprisi sanırım her şeyi anlatmaya yeter.
Bundan üç yıl önce yazmıştım birlikte okuyalım;
21 Şubat dünya ülkeleri ana dil günü kutlanıyor. Arkadaşlar, ana dilim tutsak. İlkokula gittiğimde hiç Türkçe bilmiyordum. Ben gibi tüm mahallemin çocukları Arapçadan başka dil bilmezdi...
Cumhuriyetin öğretmeni sağ olsun, parmak uçlarımızı toplamamızı emrederdi ve cetvelle uçlarına tüm gücüyle vurup bizi “terbiye” ederdi. Bu eli sopalı hocalar birere cumhuriyetteki Osmanlılardı.
Evet “terbiye” olduk, iyi kötü Türkçe öğrendik, bir çok kitap, binlerce makale yazdım, yılda yaklaşık 100 uzun makalem çıkar, yine kendimi milliyetçilere beğendiremedim; yazımın kırıklıklarından mı? Başka bir şeyden mi? Bilemem ama ben ana dilim gibi, Türkçeyi de bütün dilleri de seviyorum, ülkemi de. İnsanlığı bir aile her dili de bir servet kaynağı sayıyorum, insanlık kültür zincirinin olmasa olmaz halkalarıdır diller. Biri koparsa tümü dökülür…
Türkçe ibadetin bir hak olduğunu savundum, ana dilim Arapçanın “kültür emperyalizmi” suçlamasına maruz kalmaması bu nedenle de ezilmemesi için öncelikle Türkçenin bağımsızlığını savundum durdum. İslam inancının Arapçaya mahkum olmadığını, Türkçe ibadetin, Arapça ibadet gibi olmasının da arkasında durdum…
Ben ne kadar seviyorsam onlar da sevsin, bu ülke birimizin değil hepimizin olduğunu hissedelim birlikte dedim...
Ben, tüm dillerin özgürlüğünü ve özgürce konuşulup, kamu kaynaklarından eşitçe yararlanmasını dile getirdim. Bu uğurda anadilimden önce, herkesin anadiliyle özgürce yükselmesinin taraftarı oldum; onlar için varım, onlar benim için olmasınlar buna içerlenmeyeceğim, alıştığımı ifade ettim…
Ama onlar için karınca kadarınca bir katkı da olsa mücadelemi anlasınlar, bu mücadeleye küçük bir katkı da olsa ana dilime özgürlük desinler, demokrasiyi savunsun hak sahipleriyle omuz omuza olsunlar diyorum…
Davetim budur.
Bu daveti şu güzelim şiirle sizlere iletiyorum...
*************************************
Bedri Rahmi Eyüboğlu
ÜÇ DİL
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Ana avrat dümdüz gideceksin
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde düşünüp rüya göreceksin
En azından üç dil
Birisi ana dilin
Elin ayağın kadar senin
Ana sütü gibi tatlı
Ana sütü gibi bedava
Nenniler, masallar, küfürler de caba
Ötekiler yedi kat yabancı
Her kelime arslan ağzında
Her kelimeyi bir bir dişinle tırnağınla
Kök sökercesine söküp çıkartacaksın
Her kelimede bir tuğla boyu yükselecek
Her kelimede bir kat daha artacaksın
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Canımın içi demesini
Kırmızı gülün alı var demesini
Nerden ince ise ordan kopsun demesini
Atın ölümü arpadan olsun demesini
Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini
İnsanın insanı sömürmesi
Rezilliğin dik alası demesini
Ne demesi be
Gümbür gümbür gümbür demesini becereceksin
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Ana avrat dümdüz gideceksin
En azından üç dil
Çünkü sen ne tarih ne coğrafya
Ne şu ne busun
Oğlum Mernus
Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun.
21 Şubat dünya anadil günüdür. UNESCO bu gün insanlık kültür birikiminin temel taşı olan anadiller için koruma kararı almıştır. Ama BM kurumları diğer kurumları gibi, bu kurumda zaman zaman emperyalist çıkarların gölgesi altında gerçek anlamda yok edilmek istenen anadilleri korumaktan çok, bu isim altında anadil kadar o dilin insanların da katledenlere hizmet ediyor gibidir. Buna rağmen, benim anadilim Arapçadır. Türkiye’de 8 milyon Arap yaşar (www.turkiyearaplari.org) . 80 yıldır alfabesi yasak, 70 yıldır Arapça yasak. Arapça dünyanın en zengin dilleri arasınadır; yüz binlerce kelimesi ve sürekli kelime üretme kapasitesiyle Arapça yeryüzünün en kapsamlı dili olarak, felsefe, bilim, teknik, hukuk ve sanat için en elverişli dilerdendir. Allah bile Kuran’ı bu dille indirme gereği görmüştür.
Tüm dille saygım kadar kendi ana dilime de saygıyı aradım her zaman. Ama bunun karşılığında hep öteledim. On yıllarca birlikte yürüdüğümüz cahil solcular bile ırkçı-milliyetçi reflekslerle anadilime kendi onursuzluklarıyla baktılar. Her şeye rağmen tüm anadillere, eksilmeyen ve hiç bir nedenle azalmayacak olan saygım gereği, Arapça anadilime saygı ve özgürlük istiyorum. Anadiller yaklaşımım, benim demokratlığımdır, barış ve sevgi temelinde dost edinme ilkemdir. Bu vurgu, bu ülkede barış içinde bir arada yaşmanın temel ilkesi olarak görüyorum. Anadilime özgürlük istiyorum. Halkımın siyasal kimlik mücadelesini tek bir program maddeyle özetle derseniz işte o da budur; “İlk öğrenimden yüksek öğrenime kadar resmi okullarda Arapça anadille eğitim hakkı” derim. Bu benim en doğal hakkımdır. Bu halkımın varlık hakkı ve geleceğidir. ANADİLİM ANA SÜTÜ GİBİ HELALİM olması esprisi sanırım her şeyi anlatmaya yeter.
Bundan üç yıl önce yazmıştım birlikte okuyalım;
21 Şubat dünya ülkeleri ana dil günü kutlanıyor. Arkadaşlar, ana dilim tutsak. İlkokula gittiğimde hiç Türkçe bilmiyordum. Ben gibi tüm mahallemin çocukları Arapçadan başka dil bilmezdi...
Cumhuriyetin öğretmeni sağ olsun, parmak uçlarımızı toplamamızı emrederdi ve cetvelle uçlarına tüm gücüyle vurup bizi “terbiye” ederdi. Bu eli sopalı hocalar birere cumhuriyetteki Osmanlılardı.
Evet “terbiye” olduk, iyi kötü Türkçe öğrendik, bir çok kitap, binlerce makale yazdım, yılda yaklaşık 100 uzun makalem çıkar, yine kendimi milliyetçilere beğendiremedim; yazımın kırıklıklarından mı? Başka bir şeyden mi? Bilemem ama ben ana dilim gibi, Türkçeyi de bütün dilleri de seviyorum, ülkemi de. İnsanlığı bir aile her dili de bir servet kaynağı sayıyorum, insanlık kültür zincirinin olmasa olmaz halkalarıdır diller. Biri koparsa tümü dökülür…
Türkçe ibadetin bir hak olduğunu savundum, ana dilim Arapçanın “kültür emperyalizmi” suçlamasına maruz kalmaması bu nedenle de ezilmemesi için öncelikle Türkçenin bağımsızlığını savundum durdum. İslam inancının Arapçaya mahkum olmadığını, Türkçe ibadetin, Arapça ibadet gibi olmasının da arkasında durdum…
Ben ne kadar seviyorsam onlar da sevsin, bu ülke birimizin değil hepimizin olduğunu hissedelim birlikte dedim...
Ben, tüm dillerin özgürlüğünü ve özgürce konuşulup, kamu kaynaklarından eşitçe yararlanmasını dile getirdim. Bu uğurda anadilimden önce, herkesin anadiliyle özgürce yükselmesinin taraftarı oldum; onlar için varım, onlar benim için olmasınlar buna içerlenmeyeceğim, alıştığımı ifade ettim…
Ama onlar için karınca kadarınca bir katkı da olsa mücadelemi anlasınlar, bu mücadeleye küçük bir katkı da olsa ana dilime özgürlük desinler, demokrasiyi savunsun hak sahipleriyle omuz omuza olsunlar diyorum…
Davetim budur.
Bu daveti şu güzelim şiirle sizlere iletiyorum...
*************************************
Bedri Rahmi Eyüboğlu
ÜÇ DİL
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Ana avrat dümdüz gideceksin
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde düşünüp rüya göreceksin
En azından üç dil
Birisi ana dilin
Elin ayağın kadar senin
Ana sütü gibi tatlı
Ana sütü gibi bedava
Nenniler, masallar, küfürler de caba
Ötekiler yedi kat yabancı
Her kelime arslan ağzında
Her kelimeyi bir bir dişinle tırnağınla
Kök sökercesine söküp çıkartacaksın
Her kelimede bir tuğla boyu yükselecek
Her kelimede bir kat daha artacaksın
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Canımın içi demesini
Kırmızı gülün alı var demesini
Nerden ince ise ordan kopsun demesini
Atın ölümü arpadan olsun demesini
Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini
İnsanın insanı sömürmesi
Rezilliğin dik alası demesini
Ne demesi be
Gümbür gümbür gümbür demesini becereceksin
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Ana avrat dümdüz gideceksin
En azından üç dil
Çünkü sen ne tarih ne coğrafya
Ne şu ne busun
Oğlum Mernus
Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun.
19 ŞUBAT 2012 ANTAKYA MİTİNGİ ;YASAKLARIN YENİLGİSİ.. YASAKLARA RAĞMEN, ANTAKYA HALKI “SURİYE’Yİ KORUYALIM“ MİTİNGİNE AKIN ETTİ
Mihrac Ural – 19 Şubat 2012 / Pazar
19 Şubat 2012 “SURİYE’Yİ KORUYALIM“ mitingi yasaklanmasına rağmen Antakya halkı meşru hakkını kullandı ve yasakları elinin tersiyle itti.
Halkımız yasakları valinin suratın bir şamar gibi gerisin geriye yolladı. Meydanlara indi ve korku duvarlarını yıktı. Meşru hakkı olan gösteriyi yaptı, iki ayrı devlet altında yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kardeşleri birbirine sahip çıktı. Hatayı haksızca, halkının iradesine rağmen ilhakından, 1939’dan buya ilk kez içine büktüğü acıyı haykırdı kardeşlerinin katledilmesine, emperyalist müdahaleye, Erdoğan iktidarının ikiyüzlü komşuluğa ihanet politikasına dur dedi. Bu uyarı 7000 yıllık uygarlık birikimlerinin sentezi olan, halkın kendi kardeşlerine sahip çıkışıdır. Yasal haklarını kullanmasıdır. Yasal haklarını yasaklarla engelleyenlere karşı duruş sergilemesidir. Antakya kadim Roma kenti uygarlığın beşiği sessizliği kimseyi aldatmasın tutum takınma anında tereddütsüz ayağa kalacağından hiç kimsenin kaygısı olmasın İşte bu gün olan da tas tamam budur.
Halkımız Başardı...Hepimiz başardık. Geceler yatmadık, karınca kadarınca katkı sunmak için çırpındık kadınlarımız ah o kadınlarımız o öncülerimiz o yiğitlerimiz hep en önde durması gerekenlerimiz. Bastıkları yerlerin öpülesi kadınlarımız bu başarının bayrağı onlardı zılgıtlarıyla, doğruları arkasında dik duruşlarıyla onlar korku duvarını yıkan halkın sedasıydılar.
Halkımız bu ilk adımı başardı. Antakya’yı askeri karargaha çevirip, kardeşlerimizi Suriye’de katletmek isteyenlere dur dedi. “Bu şehir barış şehridir savaş değil, burada size geçit yoktur” dedi.”Şehrimize, kirli amaçlarınız için tetikçi olarak kullanmak istediğiniz vatan hainlerini yığarak, kamplar açarak, silahlandırıp Suriye’deki kardeşlerimizi katletmek için salmanıza artık müsaade edilmeyecektir” dedi.
Halkımız başardı… Östelik yasakçı iktidarın faşizan sivil diktatörlüğüne karşı başardığı kadar moralsizliği, sinmeyi, cehaleti esas alan Siyonist solculara, halkın gücüne karşı inançsız olanlara, meşruiyeti yasalara boyun eğmemek olarak anlayanlara karşı da büyük başarı kazandı.
Halkımız bunları da tek tek bilsin istiyorum;
Birincisi; tertip komitesinin cahil solcuları,. Dünya şer medyasına akıllarını esir etmiş solcu geçinen cahiller, bu mitingi emperyalizme karşı adı altında “Suriye yönetimine karşı” kin ve intikam kusmak için kullanacaklardı. “Esad diktatörlüğü söylemiyle “ de bunu yapıyorlardı Suriye’deki karşı-devrimi bize “halk hareketi” olarak yutturmaya kalkışacaklardı. Bunun da ötesine geçti bu cahil cühela takımı; “sakın kimse Surye bayrağı ve Esad posteri taşımasın” diye yasakçılık yaptı, arkadaşlarımızı Erdoğan’ın valisi gibi uyardılar; “kortej dışı kalırsınız” dediler, tehdit ettiler. Ama sonuçta halk meydana indi ve bu kof, bu cahil cühela Siyonist solcu takımını, elinin tersiyle itti. Onlara “tarihin gerisinde kalmış, orijinalitesi olmayan marjinaller yığını, kimliksiz ve tarihsizliği seçmiş bu nedenle de doğruları olmayan, dik durmayanlarsınız” diyerek itti. Halk söyleyeceğini söyledi haykırışları yeri göğü inletti. Komşu ülke Suriye’ye, yönetimini, lideri ve halkının coşkuyla savundu, yanında olduğunu dile getirdi. Aynı halkın iki ayrı devlet altında yaşamaya mecbur edilişinin öfkesiyle,”… Suriye Beşşar u bes” haykırışlarını yükseltti.
İkincisi; bu mitingde halkımız aynı zamanda bir haftadır sürdürdüğümüz çabaları bir gece aldığı haksız karala yasaklayabileceğini sanan Valiye karşı duruşunu sergilediği kadar, meşruiyet ile yasallığı birbirine karıştıran demokratlara karşıda bir mesaj vermiş oldu. “iptal edilmiş bir mitinge katılmayın, yasa dışı konuma düşersiniz, Müsaadesiz miting yapmak doğru değildir” diye moral bozuculuk, teslimiyetçilik yapma talihsizliği içinde olanlara da iyi bir ders veren bu halk kendi yolunu kendisi açmaya başladı..
Sürgün acılarımın kolu kınadı kırık halleriyle yüreğim halkımla birlikteydi, sevdamla omuz omuzaydı. Kendi orijinalitesine dayanan her siyasal duruşun er ya da geç başaracağına inandım bu da uzak değildir. Bu halkın kimlik haklarına artık sahip çıkmanın zamanı geldi. Hangi siyasal örgüt ya da eğilimde olursanız olun artık halkınıza dönün onun hakları için bir şeyler yapın diyeceğim.
19 Şubat 2012 “SURİYE’Yİ KORUYALIM“ mitingi yasaklanmasına rağmen Antakya halkı meşru hakkını kullandı ve yasakları elinin tersiyle itti.
Halkımız yasakları valinin suratın bir şamar gibi gerisin geriye yolladı. Meydanlara indi ve korku duvarlarını yıktı. Meşru hakkı olan gösteriyi yaptı, iki ayrı devlet altında yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kardeşleri birbirine sahip çıktı. Hatayı haksızca, halkının iradesine rağmen ilhakından, 1939’dan buya ilk kez içine büktüğü acıyı haykırdı kardeşlerinin katledilmesine, emperyalist müdahaleye, Erdoğan iktidarının ikiyüzlü komşuluğa ihanet politikasına dur dedi. Bu uyarı 7000 yıllık uygarlık birikimlerinin sentezi olan, halkın kendi kardeşlerine sahip çıkışıdır. Yasal haklarını kullanmasıdır. Yasal haklarını yasaklarla engelleyenlere karşı duruş sergilemesidir. Antakya kadim Roma kenti uygarlığın beşiği sessizliği kimseyi aldatmasın tutum takınma anında tereddütsüz ayağa kalacağından hiç kimsenin kaygısı olmasın İşte bu gün olan da tas tamam budur.
Halkımız Başardı...Hepimiz başardık. Geceler yatmadık, karınca kadarınca katkı sunmak için çırpındık kadınlarımız ah o kadınlarımız o öncülerimiz o yiğitlerimiz hep en önde durması gerekenlerimiz. Bastıkları yerlerin öpülesi kadınlarımız bu başarının bayrağı onlardı zılgıtlarıyla, doğruları arkasında dik duruşlarıyla onlar korku duvarını yıkan halkın sedasıydılar.
Halkımız bu ilk adımı başardı. Antakya’yı askeri karargaha çevirip, kardeşlerimizi Suriye’de katletmek isteyenlere dur dedi. “Bu şehir barış şehridir savaş değil, burada size geçit yoktur” dedi.”Şehrimize, kirli amaçlarınız için tetikçi olarak kullanmak istediğiniz vatan hainlerini yığarak, kamplar açarak, silahlandırıp Suriye’deki kardeşlerimizi katletmek için salmanıza artık müsaade edilmeyecektir” dedi.
Halkımız başardı… Östelik yasakçı iktidarın faşizan sivil diktatörlüğüne karşı başardığı kadar moralsizliği, sinmeyi, cehaleti esas alan Siyonist solculara, halkın gücüne karşı inançsız olanlara, meşruiyeti yasalara boyun eğmemek olarak anlayanlara karşı da büyük başarı kazandı.
Halkımız bunları da tek tek bilsin istiyorum;
Birincisi; tertip komitesinin cahil solcuları,. Dünya şer medyasına akıllarını esir etmiş solcu geçinen cahiller, bu mitingi emperyalizme karşı adı altında “Suriye yönetimine karşı” kin ve intikam kusmak için kullanacaklardı. “Esad diktatörlüğü söylemiyle “ de bunu yapıyorlardı Suriye’deki karşı-devrimi bize “halk hareketi” olarak yutturmaya kalkışacaklardı. Bunun da ötesine geçti bu cahil cühela takımı; “sakın kimse Surye bayrağı ve Esad posteri taşımasın” diye yasakçılık yaptı, arkadaşlarımızı Erdoğan’ın valisi gibi uyardılar; “kortej dışı kalırsınız” dediler, tehdit ettiler. Ama sonuçta halk meydana indi ve bu kof, bu cahil cühela Siyonist solcu takımını, elinin tersiyle itti. Onlara “tarihin gerisinde kalmış, orijinalitesi olmayan marjinaller yığını, kimliksiz ve tarihsizliği seçmiş bu nedenle de doğruları olmayan, dik durmayanlarsınız” diyerek itti. Halk söyleyeceğini söyledi haykırışları yeri göğü inletti. Komşu ülke Suriye’ye, yönetimini, lideri ve halkının coşkuyla savundu, yanında olduğunu dile getirdi. Aynı halkın iki ayrı devlet altında yaşamaya mecbur edilişinin öfkesiyle,”… Suriye Beşşar u bes” haykırışlarını yükseltti.
İkincisi; bu mitingde halkımız aynı zamanda bir haftadır sürdürdüğümüz çabaları bir gece aldığı haksız karala yasaklayabileceğini sanan Valiye karşı duruşunu sergilediği kadar, meşruiyet ile yasallığı birbirine karıştıran demokratlara karşıda bir mesaj vermiş oldu. “iptal edilmiş bir mitinge katılmayın, yasa dışı konuma düşersiniz, Müsaadesiz miting yapmak doğru değildir” diye moral bozuculuk, teslimiyetçilik yapma talihsizliği içinde olanlara da iyi bir ders veren bu halk kendi yolunu kendisi açmaya başladı..
Sürgün acılarımın kolu kınadı kırık halleriyle yüreğim halkımla birlikteydi, sevdamla omuz omuzaydı. Kendi orijinalitesine dayanan her siyasal duruşun er ya da geç başaracağına inandım bu da uzak değildir. Bu halkın kimlik haklarına artık sahip çıkmanın zamanı geldi. Hangi siyasal örgüt ya da eğilimde olursanız olun artık halkınıza dönün onun hakları için bir şeyler yapın diyeceğim.
O YASAK ONLARINSA… BU MİTGİN BİZLERİNDİR
Mihrac Ural – 19 Şubat 2012 / Pazar
Suçlu olmalarının en büyük kanıtı yasakçı olmalarıdır. Valilik, 19 Şubat 2012 / Pazar yani bugün Doğrular ilkokulu önünde başlayacak olana “SURİYE’Yİ KORUYALIM “ Antakya mitingine izin vermediklerini açıkladı.
Bu adaletsiz ve gayri meşru karara karşı “O YASAK ONLARINSA BU MİTİNG BİZLERİNDİR” diyerek en etkin şekilde katılım gerçekleştireceğiz.
Yasakçı akıl buraya kadardır. Bu akıl yasal hakların ne olduğunu bile bilmeyen bir akıldır, karanlıktır her şeyi karanlıklara bürüyendir. Çünkü suçludur, eli kana bulanmıştır, komşuluk ilişkilerine hiçbir neden yokken ihanet etmiştir. Barış ve güvenlik içinde yaşayan komşumuzu on yıl istismar etmiş sonunda da uluslararası bir komplonun bir kuklası olarak saldırmıştır.
Bu yasakçı akıllar, emperyalistlerin, Siyonist Arapların ortağı olarak komşumuz Suriye’de kardeş kanı aksamı için vatan haini tetikçileri desteklemiş, kamplar kurarak güven vermiş, lojistik tüm desteklerini sunmuş ve yıkım için salmıştır. Suriye’de kardeşlerimizin kanı bu karanlık akılların kararı ve eliyle akıtılmıştır. Bu vahşet, ülkemizde halkın iradesini gasp eden faşizan sivil diktatörlük eliyle bir yıldır bu güne dek, inatla sürdürülmektedir.
Bununda ötesi , hiçbir zararını görmediğimiz Komşumuz Suriye’yle savaş sürecine girilmiştir. Tarihi komplolarla aynı halk iki ayrı devlet altına sokulmuştur. Aynı halkı, dikenli tellerle kim askerini nereye kadar götürebilmişse, orayı sınır ilan ederek birbirinden koparmıştır. Aynı halkı iki ülke diye ayıranlar bu gün bu halkı kanlı bir kıyımla yüz yüze bırakmıştır. Bu karanlık ve yasakçı akıllar, aynı halkı olduğu kadar ( iki ülkede yaşayan Arapları),iki kardeş haklıda ezeli-ebedi kin ve düşmanlıklar ateşine atmak için savaşa ortamına doğru sürüklemektedirler.
Bunun için, 19 Şubat 2012 / Pazar, yani bugün “SURİYE’Yİ KORUYALIM “ mitingi barışı, halkların kardeşliğini, ülkelerin bağımsızlığını savunmak için karara bağlanmıştır. Bu nedenle de bu mitingi kimse yasaklayamaz. Bu miting haklı bir davanın mitingidir, bu mitingin halklara bir barış çağrısı olarak da tüm yasaklardan daha büyüktür. Sesimizi kısmak için yapılanlara karşı bu miting en yasal davranış olarak engellenemez. Bu 5. Çağrı yazısında bir kez daha halkımızı tüm gücüyle mitinge katılmaya davet ediyorum.
O yasak onlarınsa bu miting bizlerin diyerek, bu gün 19 Şubat 2012 Pazar, saat 13:00 de Doğrular okulları önünde buluşacağız.
SONUNA KADAR DİRENECEĞİZ...
Suçlu olmalarının en büyük kanıtı yasakçı olmalarıdır. Valilik, 19 Şubat 2012 / Pazar yani bugün Doğrular ilkokulu önünde başlayacak olana “SURİYE’Yİ KORUYALIM “ Antakya mitingine izin vermediklerini açıkladı.
Bu adaletsiz ve gayri meşru karara karşı “O YASAK ONLARINSA BU MİTİNG BİZLERİNDİR” diyerek en etkin şekilde katılım gerçekleştireceğiz.
Yasakçı akıl buraya kadardır. Bu akıl yasal hakların ne olduğunu bile bilmeyen bir akıldır, karanlıktır her şeyi karanlıklara bürüyendir. Çünkü suçludur, eli kana bulanmıştır, komşuluk ilişkilerine hiçbir neden yokken ihanet etmiştir. Barış ve güvenlik içinde yaşayan komşumuzu on yıl istismar etmiş sonunda da uluslararası bir komplonun bir kuklası olarak saldırmıştır.
Bu yasakçı akıllar, emperyalistlerin, Siyonist Arapların ortağı olarak komşumuz Suriye’de kardeş kanı aksamı için vatan haini tetikçileri desteklemiş, kamplar kurarak güven vermiş, lojistik tüm desteklerini sunmuş ve yıkım için salmıştır. Suriye’de kardeşlerimizin kanı bu karanlık akılların kararı ve eliyle akıtılmıştır. Bu vahşet, ülkemizde halkın iradesini gasp eden faşizan sivil diktatörlük eliyle bir yıldır bu güne dek, inatla sürdürülmektedir.
Bununda ötesi , hiçbir zararını görmediğimiz Komşumuz Suriye’yle savaş sürecine girilmiştir. Tarihi komplolarla aynı halk iki ayrı devlet altına sokulmuştur. Aynı halkı, dikenli tellerle kim askerini nereye kadar götürebilmişse, orayı sınır ilan ederek birbirinden koparmıştır. Aynı halkı iki ülke diye ayıranlar bu gün bu halkı kanlı bir kıyımla yüz yüze bırakmıştır. Bu karanlık ve yasakçı akıllar, aynı halkı olduğu kadar ( iki ülkede yaşayan Arapları),iki kardeş haklıda ezeli-ebedi kin ve düşmanlıklar ateşine atmak için savaşa ortamına doğru sürüklemektedirler.
Bunun için, 19 Şubat 2012 / Pazar, yani bugün “SURİYE’Yİ KORUYALIM “ mitingi barışı, halkların kardeşliğini, ülkelerin bağımsızlığını savunmak için karara bağlanmıştır. Bu nedenle de bu mitingi kimse yasaklayamaz. Bu miting haklı bir davanın mitingidir, bu mitingin halklara bir barış çağrısı olarak da tüm yasaklardan daha büyüktür. Sesimizi kısmak için yapılanlara karşı bu miting en yasal davranış olarak engellenemez. Bu 5. Çağrı yazısında bir kez daha halkımızı tüm gücüyle mitinge katılmaya davet ediyorum.
O yasak onlarınsa bu miting bizlerin diyerek, bu gün 19 Şubat 2012 Pazar, saat 13:00 de Doğrular okulları önünde buluşacağız.
SONUNA KADAR DİRENECEĞİZ...
YASAKÇILIK SUÇLULUK REFLEKSİDİR
Mihrac Ural – 18 Şubat 2012 / Cumartesi
Antakya’da yapılacak olan, 19 Şubat 2012 tarihli “SUYRİYE’İ KORUYALIM” mitingi valilikçe yasaklandı. Yasak kararı dün mitingi komitesine bildirildi. Bu karar esasında bu sistemin doğasını, karanlık akıl algılarını, ilkel faşizan sivil diktatörlük yönelimlerini bilenler açısından anormal bir sonuç değildir. Ancak halkımız kendi deneyleriyle görmeli ve kendi yaşam kesitleri içinde bu yasakçı, faşizan iktidar güruhunun, haklı davalara karşı nasıl davrandığını anlaması gerekmektedir. Demokratik bir hakkın önünü hiçbir haklı gerekçe olmaksızın kesmek, bu iktidarın Osmanlıdan bu güne devam eden yasakçı zihniyetin bir uzantısı olduğunu belirteceğim.
Demokrasi güçleri haftalardın bu mitingin hazırlığı ve bölge açısından önemiyle ilgili çabaları sürüp durmaktaydı. Bu mitin yer ve zaman açısından da çok önemli mesajlar taşıyordu. Bu mesajlar arasında en önemlisi barış mesajıydı. Kadim Roma kenti Antakya adını, kimlik kartlarından bile silmek isteyen ve bununla bu kentin tarihsel anlam ve masajını yok etmek isteyen iktidar güruhu, 19 Şubat mitinginin bu şehirde yapılmasını uzun zamandır kurguladığı komşuluk ilişkilerinden ihanet, düşmanlık müdahaleci şovenist dış siyasetine ve bölgede oynamak istediği kirli rollere yerinde ve zamanı da ağır bir darbe olacağının bilincindedir.
19 Şubat Antakya mitingi, Antakya’yı bölge savaşının askeri karargahı yapmak isteyen, emperyalist istihbarat teşkilatlarına ve onların bölge işbirlikçilerine karşı önemli bir cevaptı. Bölgeyi ağır bir yıkıma götürmek isteyen bu şer güçlerine “Antakya, kirli amaçlarınıza sıçrama tahtası olmayacaktır” mesajıydı.
Antakya mitingi, Komşumuz Suriye’yi bir yıldır iç kanama ile tüketmek isteyen, uygun bir ihanet fırsatında da Türkiye’yi işgalci savaş cürümü işlemek üzere saldırtmak için kışkırtan bu şer güçlerine karşı “ayrı devletler altında yaşıyor da olsa, aynı halkı kimse katledemez, kimse birbirine kırdıramaz” haykırışının ilanı olacaktı. Bu ilan bölgenin tarihsel, kültürel, gelenek, göreneği itibariyle olduğu kadar, etnik ve dil birliğiyle özgün dokusunu birbirine düşman etmek isteyen şer güçlerine ve onların çıkarları için kurgulanan ölümcül projelerine geçit verilmeyeceğinin beyanıdır.
Antakya mitingini yasaklayanlar, savaşa devam diyeni, kardeş kanı akıtmak isteyen, dünya şer güçlerinin kuklası olanlardır. Bölgeyi ölüm kumpasında, ak denizden Kafkaslara uzanan bölgede enerji kaynakları ve yolları, tatlı su, pamuk ve tahıl ambarlarını ele geçirme savaşında bölgemizi ve halklarını savaş esiri haline getirmek isteyenler, bir yıkım rotası üzerinde çalışmaktadırlar. Barışçıl olmanın ötesinde hiçbir duruşu olmayan demokrasi güçlerinin düşüncelerini ilan etmeleri üzerine bir araya gelişlerini ifade eden Antakya mitingi, dünyayı dehşete salan katliamların, yargısız infazların tetikçisi istihbarat örgütlerini ve onlara ülkemizde cirit atmalarını sağlayan güçleri tedirgin etmiştir. Bu tedirginlik başlı başına bir suçtur, bir kirli suratların deşifre olmasıdır. Olay ne etnik ne de inançsal farklılıkların kışkırtılması değildir. Bu yanılgıda olan kimi sol çevrelerin cehalet düzeyine düşmüş algılarının da aksine olay, büyük kirli işlerin merkez karargahı olarak seçilen Antakya’nın, yeni bir direnme ruhuyla ayağa kalkması sonucu hesapların alt üst olmasıdır.
Bölgede on yıllar sürmesi planlanan ve tüm bölge ülkelerini kara bir delik gibi içine çekecek olan bu savaşta milyonlarca insanın katledilmesi planlamaktadır. Antakya bu dehşet palın için merkez seçilmiştir; denize sahili olması, bölgenin içine bir cep gibi uzanması, mozaik dokusu, kuzeyi güneye bağlayan bir köprü konumunda ki geo-stratejek yapısı, böylesi kirli bir savaş için sıçrama tahtası olarak tercih edilmesine yol açmıştır. Kadimi Roma kenti Antakya, dünya şer güçlerinin askeri karargahı olarak tercih ediliş hesaplarıyla 19 Şubat mitingi uyumlu değildir. Tüm hesapların bozulması için bir kıvılcım anlamına gelecek bu mitingi yasaklarla bertaraf edilmek istenmiştir. Ancak her şeye rağmen, bölge halklarının gerçek iradesini temsilen ayağa kalkan halkın haykırışını engellemenin mümkünü yoktur. Bu halk iradesini bir kez belirgin hale getirmeye başlamıştır. Bunu dile getireceği alanları ve ortamı da kendisi yaratmaktan çekinmeyecektir.
Antakya mitingi, bir kıvılcım olacaktı. Her şey değil bir ilk adım. Bu adım bölge açısından olduğu kadar ülkemizin iç dengeleri ve özgürlük ve demokrasi çabaları açısından da hayati mesajlar taşıyordu. BOP eş başkanı Erdoğan’ın faşizan sivil diktatörlük eğilimlerinin kırılma noktası için de bir başlangıcı gücü ortaya çıkaracaktı. İmamlar ordusunun önderliğinde yeniden oluşturulan derin devletin dünya şer güçleriyle bağlantı merkez olan askeri karargahın mezarı için ilk kazma 19 Şubat Antakya mitingiyle atılmış olacaktı. Yasak kararı bu verilerle de yakından ilgilidir. Ancak bu bir iflastır. Kurumuş çalıların bir kıvılcımla tutuşacağı bellidir; sorun ülkeyi böylesine küçük bir kıvılcımla tutuşacak çalı haline getiren ihanet şebekeleriyle ilgilidir. Bu şebekeler bu gün, iç ve dış politikada halkı iradesini ayaklar altına alan Erdoğan i yönetiminde ifadesini bulmuştur; içte süren baskıcı kovuşturmalar yanı sıra komşularımıza örülün şer ekseni içinde fiili olarak yer alışın başka anlamı yoktur.
Her zaman yazıp dile getiriyorum. Burası Antakya, kadim bir şehir. Yani medeniyetin kelime anlamındaki örgülerin sosyal ilişki ve algıların şehri. Bu şehir, Uygarlığın gücünü taşır, farkında olmasa da bu şehrin sosyal dokusu 7000 yıllık uygarlık birikimlerinin sentezidir. Bu sentez, olaylara uzun süre seyirci gibi baktığı sanılır, sessizliği kimseyi aldatmasın. Bu uygar toprakların uygar insanları, tıpkı Greklerin, Maraton savaşına makyaj yaparak hazırlanmaları gibi, sakin olurlar. Perslerin yağmacı barbarlığını yenilgiye uğratan tas tamam bu huzurdur. Perslerin dev ordularını yere seren ve kaçışlarını hazırlayan kendi topraklarına yönelik tehdidin son kesitinde Greklerin sakince aldıkları tutumdur: Antakya, son düelloya bu uygar sükunetiyle hazırdır. İktidarın korkusu da budur, yasakçılığın bir refleks olarak ortaya çıkmasının da kaygısı buradandır. Bu halk kırılma noktasında sözünü söylemekten çekinmeyecek ve arkasında sonuna kadar duracak bir halktır, 19 Şubat Antakya mitingine yönelen yasak saldırısı bu halktan ve haklı duruşundan duyulan kaygıyla ilgilidir.
Her şeye rağmen dün 3. Çarı yazımda yaptığım önerimi tekrar edeceğim. Kadınlarımıza, kızlarımıza bir daha sesleneceğim bir günlük sesiz protestonuzu yapın diyeceğim. Bu Protesto kardeşlerinizin katletmek isteyenler dur demek içindir. Komşumuzun iç işlerine müdahaleyi engellemek içindir. Ülkemizi ve şehrimizi emperyalist şer odaklarına ve onların kuklası Siyonist Arap ülkelerine ve istihbarat teşkilatlarına karargah haline getirmeyi engellemek içindir. Ülke de ve ülke dışında eli kanlı Erdoğan yönetiminin halkın iradesini çiğneyen faşizan sivil diktatörlük girişimlerine dur demek içindir.
ÖNERİMİ TEKRAR EDİYORUM
Antakya miting sonrası (bildik nedenlerle faşizan sivil diktatörlüğün valileri bu mitingi yasaklasa da. Kİ YASAKLADIKLARI BİLGİSİNİ ALMIŞ BULUNUYORUZ( 18 Şubat 2012) ), 30-40 kişi de olsa Atatürk anıtının önünde PORTESTO BEKLİYİŞİ yapınız. Bu eylem yasal hakkınızdır. Bu eylem onurlu bir “eylemsizlik eylemidir”. Gandi gibi en inatçı, en karırlı en dik duran sessizlikle öfkenin sınırlanırda olduğumuzun mesajını veren bir eylem olmalıdır. Bu sessizliğinizle, kahredici zulmün, bıçağı kemiğe dayayan kalleşliklerin. Dostluğa, komşuluk ilişkilerini hiçbir neden yokken yapılan ihanetlerin, yüreklerimizde yarattığı dev fırtınalarla ezileceğini gösteren bir meydan okuyuş sessizliği olarak gündeme gelsin. Buradan başlayalım, siz Arap kadını, Türk-Kürt kadını bu adımla, bölgenin öncüsü olduğunu ortaya koyacaksın… Erkekler de sıra sıra dizilerek bu yolu yürüyecektir…
Bu toprakların kadını ve kızları görev sizdedir öncülük sizdedir laikliğinizin açık göğüsleme meydan okuma sırası sizdedir…
Antakya’da yapılacak olan, 19 Şubat 2012 tarihli “SUYRİYE’İ KORUYALIM” mitingi valilikçe yasaklandı. Yasak kararı dün mitingi komitesine bildirildi. Bu karar esasında bu sistemin doğasını, karanlık akıl algılarını, ilkel faşizan sivil diktatörlük yönelimlerini bilenler açısından anormal bir sonuç değildir. Ancak halkımız kendi deneyleriyle görmeli ve kendi yaşam kesitleri içinde bu yasakçı, faşizan iktidar güruhunun, haklı davalara karşı nasıl davrandığını anlaması gerekmektedir. Demokratik bir hakkın önünü hiçbir haklı gerekçe olmaksızın kesmek, bu iktidarın Osmanlıdan bu güne devam eden yasakçı zihniyetin bir uzantısı olduğunu belirteceğim.
Demokrasi güçleri haftalardın bu mitingin hazırlığı ve bölge açısından önemiyle ilgili çabaları sürüp durmaktaydı. Bu mitin yer ve zaman açısından da çok önemli mesajlar taşıyordu. Bu mesajlar arasında en önemlisi barış mesajıydı. Kadim Roma kenti Antakya adını, kimlik kartlarından bile silmek isteyen ve bununla bu kentin tarihsel anlam ve masajını yok etmek isteyen iktidar güruhu, 19 Şubat mitinginin bu şehirde yapılmasını uzun zamandır kurguladığı komşuluk ilişkilerinden ihanet, düşmanlık müdahaleci şovenist dış siyasetine ve bölgede oynamak istediği kirli rollere yerinde ve zamanı da ağır bir darbe olacağının bilincindedir.
19 Şubat Antakya mitingi, Antakya’yı bölge savaşının askeri karargahı yapmak isteyen, emperyalist istihbarat teşkilatlarına ve onların bölge işbirlikçilerine karşı önemli bir cevaptı. Bölgeyi ağır bir yıkıma götürmek isteyen bu şer güçlerine “Antakya, kirli amaçlarınıza sıçrama tahtası olmayacaktır” mesajıydı.
Antakya mitingi, Komşumuz Suriye’yi bir yıldır iç kanama ile tüketmek isteyen, uygun bir ihanet fırsatında da Türkiye’yi işgalci savaş cürümü işlemek üzere saldırtmak için kışkırtan bu şer güçlerine karşı “ayrı devletler altında yaşıyor da olsa, aynı halkı kimse katledemez, kimse birbirine kırdıramaz” haykırışının ilanı olacaktı. Bu ilan bölgenin tarihsel, kültürel, gelenek, göreneği itibariyle olduğu kadar, etnik ve dil birliğiyle özgün dokusunu birbirine düşman etmek isteyen şer güçlerine ve onların çıkarları için kurgulanan ölümcül projelerine geçit verilmeyeceğinin beyanıdır.
Antakya mitingini yasaklayanlar, savaşa devam diyeni, kardeş kanı akıtmak isteyen, dünya şer güçlerinin kuklası olanlardır. Bölgeyi ölüm kumpasında, ak denizden Kafkaslara uzanan bölgede enerji kaynakları ve yolları, tatlı su, pamuk ve tahıl ambarlarını ele geçirme savaşında bölgemizi ve halklarını savaş esiri haline getirmek isteyenler, bir yıkım rotası üzerinde çalışmaktadırlar. Barışçıl olmanın ötesinde hiçbir duruşu olmayan demokrasi güçlerinin düşüncelerini ilan etmeleri üzerine bir araya gelişlerini ifade eden Antakya mitingi, dünyayı dehşete salan katliamların, yargısız infazların tetikçisi istihbarat örgütlerini ve onlara ülkemizde cirit atmalarını sağlayan güçleri tedirgin etmiştir. Bu tedirginlik başlı başına bir suçtur, bir kirli suratların deşifre olmasıdır. Olay ne etnik ne de inançsal farklılıkların kışkırtılması değildir. Bu yanılgıda olan kimi sol çevrelerin cehalet düzeyine düşmüş algılarının da aksine olay, büyük kirli işlerin merkez karargahı olarak seçilen Antakya’nın, yeni bir direnme ruhuyla ayağa kalkması sonucu hesapların alt üst olmasıdır.
Bölgede on yıllar sürmesi planlanan ve tüm bölge ülkelerini kara bir delik gibi içine çekecek olan bu savaşta milyonlarca insanın katledilmesi planlamaktadır. Antakya bu dehşet palın için merkez seçilmiştir; denize sahili olması, bölgenin içine bir cep gibi uzanması, mozaik dokusu, kuzeyi güneye bağlayan bir köprü konumunda ki geo-stratejek yapısı, böylesi kirli bir savaş için sıçrama tahtası olarak tercih edilmesine yol açmıştır. Kadimi Roma kenti Antakya, dünya şer güçlerinin askeri karargahı olarak tercih ediliş hesaplarıyla 19 Şubat mitingi uyumlu değildir. Tüm hesapların bozulması için bir kıvılcım anlamına gelecek bu mitingi yasaklarla bertaraf edilmek istenmiştir. Ancak her şeye rağmen, bölge halklarının gerçek iradesini temsilen ayağa kalkan halkın haykırışını engellemenin mümkünü yoktur. Bu halk iradesini bir kez belirgin hale getirmeye başlamıştır. Bunu dile getireceği alanları ve ortamı da kendisi yaratmaktan çekinmeyecektir.
Antakya mitingi, bir kıvılcım olacaktı. Her şey değil bir ilk adım. Bu adım bölge açısından olduğu kadar ülkemizin iç dengeleri ve özgürlük ve demokrasi çabaları açısından da hayati mesajlar taşıyordu. BOP eş başkanı Erdoğan’ın faşizan sivil diktatörlük eğilimlerinin kırılma noktası için de bir başlangıcı gücü ortaya çıkaracaktı. İmamlar ordusunun önderliğinde yeniden oluşturulan derin devletin dünya şer güçleriyle bağlantı merkez olan askeri karargahın mezarı için ilk kazma 19 Şubat Antakya mitingiyle atılmış olacaktı. Yasak kararı bu verilerle de yakından ilgilidir. Ancak bu bir iflastır. Kurumuş çalıların bir kıvılcımla tutuşacağı bellidir; sorun ülkeyi böylesine küçük bir kıvılcımla tutuşacak çalı haline getiren ihanet şebekeleriyle ilgilidir. Bu şebekeler bu gün, iç ve dış politikada halkı iradesini ayaklar altına alan Erdoğan i yönetiminde ifadesini bulmuştur; içte süren baskıcı kovuşturmalar yanı sıra komşularımıza örülün şer ekseni içinde fiili olarak yer alışın başka anlamı yoktur.
Her zaman yazıp dile getiriyorum. Burası Antakya, kadim bir şehir. Yani medeniyetin kelime anlamındaki örgülerin sosyal ilişki ve algıların şehri. Bu şehir, Uygarlığın gücünü taşır, farkında olmasa da bu şehrin sosyal dokusu 7000 yıllık uygarlık birikimlerinin sentezidir. Bu sentez, olaylara uzun süre seyirci gibi baktığı sanılır, sessizliği kimseyi aldatmasın. Bu uygar toprakların uygar insanları, tıpkı Greklerin, Maraton savaşına makyaj yaparak hazırlanmaları gibi, sakin olurlar. Perslerin yağmacı barbarlığını yenilgiye uğratan tas tamam bu huzurdur. Perslerin dev ordularını yere seren ve kaçışlarını hazırlayan kendi topraklarına yönelik tehdidin son kesitinde Greklerin sakince aldıkları tutumdur: Antakya, son düelloya bu uygar sükunetiyle hazırdır. İktidarın korkusu da budur, yasakçılığın bir refleks olarak ortaya çıkmasının da kaygısı buradandır. Bu halk kırılma noktasında sözünü söylemekten çekinmeyecek ve arkasında sonuna kadar duracak bir halktır, 19 Şubat Antakya mitingine yönelen yasak saldırısı bu halktan ve haklı duruşundan duyulan kaygıyla ilgilidir.
Her şeye rağmen dün 3. Çarı yazımda yaptığım önerimi tekrar edeceğim. Kadınlarımıza, kızlarımıza bir daha sesleneceğim bir günlük sesiz protestonuzu yapın diyeceğim. Bu Protesto kardeşlerinizin katletmek isteyenler dur demek içindir. Komşumuzun iç işlerine müdahaleyi engellemek içindir. Ülkemizi ve şehrimizi emperyalist şer odaklarına ve onların kuklası Siyonist Arap ülkelerine ve istihbarat teşkilatlarına karargah haline getirmeyi engellemek içindir. Ülke de ve ülke dışında eli kanlı Erdoğan yönetiminin halkın iradesini çiğneyen faşizan sivil diktatörlük girişimlerine dur demek içindir.
ÖNERİMİ TEKRAR EDİYORUM
Antakya miting sonrası (bildik nedenlerle faşizan sivil diktatörlüğün valileri bu mitingi yasaklasa da. Kİ YASAKLADIKLARI BİLGİSİNİ ALMIŞ BULUNUYORUZ( 18 Şubat 2012) ), 30-40 kişi de olsa Atatürk anıtının önünde PORTESTO BEKLİYİŞİ yapınız. Bu eylem yasal hakkınızdır. Bu eylem onurlu bir “eylemsizlik eylemidir”. Gandi gibi en inatçı, en karırlı en dik duran sessizlikle öfkenin sınırlanırda olduğumuzun mesajını veren bir eylem olmalıdır. Bu sessizliğinizle, kahredici zulmün, bıçağı kemiğe dayayan kalleşliklerin. Dostluğa, komşuluk ilişkilerini hiçbir neden yokken yapılan ihanetlerin, yüreklerimizde yarattığı dev fırtınalarla ezileceğini gösteren bir meydan okuyuş sessizliği olarak gündeme gelsin. Buradan başlayalım, siz Arap kadını, Türk-Kürt kadını bu adımla, bölgenin öncüsü olduğunu ortaya koyacaksın… Erkekler de sıra sıra dizilerek bu yolu yürüyecektir…
Bu toprakların kadını ve kızları görev sizdedir öncülük sizdedir laikliğinizin açık göğüsleme meydan okuma sırası sizdedir…
YASAKÇILIK SUÇLULUK REFLEKSİDİR
Mihrac Ural – 18 Şubat 2012 / Cumartesi
Antakya’da yapılacak olan, 19 Şubat 2012 tarihli “SUYRİYE’İ KORUYALIM” mitingi valilikçe yasaklandı. Yasak kararı dün mitingi komitesine bildirildi. Bu karar esasında bu sistemin doğasını, karanlık akıl algılarını, ilkel faşizan sivil diktatörlük yönelimlerini bilenler açısından anormal bir sonuç değildir. Ancak halkımız kendi deneyleriyle görmeli ve kendi yaşam kesitleri içinde bu yasakçı, faşizan iktidar güruhunun, haklı davalara karşı nasıl davrandığını anlaması gerekmektedir. Demokratik bir hakkın önünü hiçbir haklı gerekçe olmaksızın kesmek, bu iktidarın Osmanlıdan bu güne devam eden yasakçı zihniyetin bir uzantısı olduğunu belirteceğim.
Demokrasi güçleri haftalardın bu mitingin hazırlığı ve bölge açısından önemiyle ilgili çabaları sürüp durmaktaydı. Bu mitin yer ve zaman açısından da çok önemli mesajlar taşıyordu. Bu mesajlar arasında en önemlisi barış mesajıydı. Kadim Roma kenti Antakya adını, kimlik kartlarından bile silmek isteyen ve bununla bu kentin tarihsel anlam ve masajını yok etmek isteyen iktidar güruhu, 19 Şubat mitinginin bu şehirde yapılmasını uzun zamandır kurguladığı komşuluk ilişkilerinden ihanet, düşmanlık müdahaleci şovenist dış siyasetine ve bölgede oynamak istediği kirli rollere yerinde ve zamanı da ağır bir darbe olacağının bilincindedir.
19 Şubat Antakya mitingi, Antakya’yı bölge savaşının askeri karargahı yapmak isteyen, emperyalist istihbarat teşkilatlarına ve onların bölge işbirlikçilerine karşı önemli bir cevaptı. Bölgeyi ağır bir yıkıma götürmek isteyen bu şer güçlerine “Antakya, kirli amaçlarınıza sıçrama tahtası olmayacaktır” mesajıydı.
Antakya mitingi, Komşumuz Suriye’yi bir yıldır iç kanama ile tüketmek isteyen, uygun bir ihanet fırsatında da Türkiye’yi işgalci savaş cürümü işlemek üzere saldırtmak için kışkırtan bu şer güçlerine karşı “ayrı devletler altında yaşıyor da olsa, aynı halkı kimse katledemez, kimse birbirine kırdıramaz” haykırışının ilanı olacaktı. Bu ilan bölgenin tarihsel, kültürel, gelenek, göreneği itibariyle olduğu kadar, etnik ve dil birliğiyle özgün dokusunu birbirine düşman etmek isteyen şer güçlerine ve onların çıkarları için kurgulanan ölümcül projelerine geçit verilmeyeceğinin beyanıdır.
Antakya mitingini yasaklayanlar, savaşa devam diyeni, kardeş kanı akıtmak isteyen, dünya şer güçlerinin kuklası olanlardır. Bölgeyi ölüm kumpasında, ak denizden Kafkaslara uzanan bölgede enerji kaynakları ve yolları, tatlı su, pamuk ve tahıl ambarlarını ele geçirme savaşında bölgemizi ve halklarını savaş esiri haline getirmek isteyenler, bir yıkım rotası üzerinde çalışmaktadırlar. Barışçıl olmanın ötesinde hiçbir duruşu olmayan demokrasi güçlerinin düşüncelerini ilan etmeleri üzerine bir araya gelişlerini ifade eden Antakya mitingi, dünyayı dehşete salan katliamların, yargısız infazların tetikçisi istihbarat örgütlerini ve onlara ülkemizde cirit atmalarını sağlayan güçleri tedirgin etmiştir. Bu tedirginlik başlı başına bir suçtur, bir kirli suratların deşifre olmasıdır. Olay ne etnik ne de inançsal farklılıkların kışkırtılması değildir. Bu yanılgıda olan kimi sol çevrelerin cehalet düzeyine düşmüş algılarının da aksine olay, büyük kirli işlerin merkez karargahı olarak seçilen Antakya’nın, yeni bir direnme ruhuyla ayağa kalkması sonucu hesapların alt üst olmasıdır.
Bölgede on yıllar sürmesi planlanan ve tüm bölge ülkelerini kara bir delik gibi içine çekecek olan bu savaşta milyonlarca insanın katledilmesi planlamaktadır. Antakya bu dehşet palın için merkez seçilmiştir; denize sahili olması, bölgenin içine bir cep gibi uzanması, mozaik dokusu, kuzeyi güneye bağlayan bir köprü konumunda ki geo-stratejek yapısı, böylesi kirli bir savaş için sıçrama tahtası olarak tercih edilmesine yol açmıştır. Kadimi Roma kenti Antakya, dünya şer güçlerinin askeri karargahı olarak tercih ediliş hesaplarıyla 19 Şubat mitingi uyumlu değildir. Tüm hesapların bozulması için bir kıvılcım anlamına gelecek bu mitingi yasaklarla bertaraf edilmek istenmiştir. Ancak her şeye rağmen, bölge halklarının gerçek iradesini temsilen ayağa kalkan halkın haykırışını engellemenin mümkünü yoktur. Bu halk iradesini bir kez belirgin hale getirmeye başlamıştır. Bunu dile getireceği alanları ve ortamı da kendisi yaratmaktan çekinmeyecektir.
Antakya mitingi, bir kıvılcım olacaktı. Her şey değil bir ilk adım. Bu adım bölge açısından olduğu kadar ülkemizin iç dengeleri ve özgürlük ve demokrasi çabaları açısından da hayati mesajlar taşıyordu. BOP eş başkanı Erdoğan’ın faşizan sivil diktatörlük eğilimlerinin kırılma noktası için de bir başlangıcı gücü ortaya çıkaracaktı. İmamlar ordusunun önderliğinde yeniden oluşturulan derin devletin dünya şer güçleriyle bağlantı merkez olan askeri karargahın mezarı için ilk kazma 19 Şubat Antakya mitingiyle atılmış olacaktı. Yasak kararı bu verilerle de yakından ilgilidir. Ancak bu bir iflastır. Kurumuş çalıların bir kıvılcımla tutuşacağı bellidir; sorun ülkeyi böylesine küçük bir kıvılcımla tutuşacak çalı haline getiren ihanet şebekeleriyle ilgilidir. Bu şebekeler bu gün, iç ve dış politikada halkı iradesini ayaklar altına alan Erdoğan i yönetiminde ifadesini bulmuştur; içte süren baskıcı kovuşturmalar yanı sıra komşularımıza örülün şer ekseni içinde fiili olarak yer alışın başka anlamı yoktur.
Her zaman yazıp dile getiriyorum. Burası Antakya, kadim bir şehir. Yani medeniyetin kelime anlamındaki örgülerin sosyal ilişki ve algıların şehri. Bu şehir, Uygarlığın gücünü taşır, farkında olmasa da bu şehrin sosyal dokusu 7000 yıllık uygarlık birikimlerinin sentezidir. Bu sentez, olaylara uzun süre seyirci gibi baktığı sanılır, sessizliği kimseyi aldatmasın. Bu uygar toprakların uygar insanları, tıpkı Greklerin, Maraton savaşına makyaj yaparak hazırlanmaları gibi, sakin olurlar. Perslerin yağmacı barbarlığını yenilgiye uğratan tas tamam bu huzurdur. Perslerin dev ordularını yere seren ve kaçışlarını hazırlayan kendi topraklarına yönelik tehdidin son kesitinde Greklerin sakince aldıkları tutumdur: Antakya, son düelloya bu uygar sükunetiyle hazırdır. İktidarın korkusu da budur, yasakçılığın bir refleks olarak ortaya çıkmasının da kaygısı buradandır. Bu halk kırılma noktasında sözünü söylemekten çekinmeyecek ve arkasında sonuna kadar duracak bir halktır, 19 Şubat Antakya mitingine yönelen yasak saldırısı bu halktan ve haklı duruşundan duyulan kaygıyla ilgilidir.
Her şeye rağmen dün 3. Çarı yazımda yaptığım önerimi tekrar edeceğim. Kadınlarımıza, kızlarımıza bir daha sesleneceğim bir günlük sesiz protestonuzu yapın diyeceğim. Bu Protesto kardeşlerinizin katletmek isteyenler dur demek içindir. Komşumuzun iç işlerine müdahaleyi engellemek içindir. Ülkemizi ve şehrimizi emperyalist şer odaklarına ve onların kuklası Siyonist Arap ülkelerine ve istihbarat teşkilatlarına karargah haline getirmeyi engellemek içindir. Ülke de ve ülke dışında eli kanlı Erdoğan yönetiminin halkın iradesini çiğneyen faşizan sivil diktatörlük girişimlerine dur demek içindir.
ÖNERİMİ TEKRAR EDİYORUM
Antakya miting sonrası (bildik nedenlerle faşizan sivil diktatörlüğün valileri bu mitingi yasaklasa da. Kİ YASAKLADIKLARI BİLGİSİNİ ALMIŞ BULUNUYORUZ( 18 Şubat 2012) ), 30-40 kişi de olsa Atatürk anıtının önünde PORTESTO BEKLİYİŞİ yapınız. Bu eylem yasal hakkınızdır. Bu eylem onurlu bir “eylemsizlik eylemidir”. Gandi gibi en inatçı, en karırlı en dik duran sessizlikle öfkenin sınırlanırda olduğumuzun mesajını veren bir eylem olmalıdır. Bu sessizliğinizle, kahredici zulmün, bıçağı kemiğe dayayan kalleşliklerin. Dostluğa, komşuluk ilişkilerini hiçbir neden yokken yapılan ihanetlerin, yüreklerimizde yarattığı dev fırtınalarla ezileceğini gösteren bir meydan okuyuş sessizliği olarak gündeme gelsin. Buradan başlayalım, siz Arap kadını, Türk-Kürt kadını bu adımla, bölgenin öncüsü olduğunu ortaya koyacaksın… Erkekler de sıra sıra dizilerek bu yolu yürüyecektir…
Bu toprakların kadını ve kızları görev sizdedir öncülük sizdedir laikliğinizin açık göğüsleme meydan okuma sırası sizdedir…
Antakya’da yapılacak olan, 19 Şubat 2012 tarihli “SUYRİYE’İ KORUYALIM” mitingi valilikçe yasaklandı. Yasak kararı dün mitingi komitesine bildirildi. Bu karar esasında bu sistemin doğasını, karanlık akıl algılarını, ilkel faşizan sivil diktatörlük yönelimlerini bilenler açısından anormal bir sonuç değildir. Ancak halkımız kendi deneyleriyle görmeli ve kendi yaşam kesitleri içinde bu yasakçı, faşizan iktidar güruhunun, haklı davalara karşı nasıl davrandığını anlaması gerekmektedir. Demokratik bir hakkın önünü hiçbir haklı gerekçe olmaksızın kesmek, bu iktidarın Osmanlıdan bu güne devam eden yasakçı zihniyetin bir uzantısı olduğunu belirteceğim.
Demokrasi güçleri haftalardın bu mitingin hazırlığı ve bölge açısından önemiyle ilgili çabaları sürüp durmaktaydı. Bu mitin yer ve zaman açısından da çok önemli mesajlar taşıyordu. Bu mesajlar arasında en önemlisi barış mesajıydı. Kadim Roma kenti Antakya adını, kimlik kartlarından bile silmek isteyen ve bununla bu kentin tarihsel anlam ve masajını yok etmek isteyen iktidar güruhu, 19 Şubat mitinginin bu şehirde yapılmasını uzun zamandır kurguladığı komşuluk ilişkilerinden ihanet, düşmanlık müdahaleci şovenist dış siyasetine ve bölgede oynamak istediği kirli rollere yerinde ve zamanı da ağır bir darbe olacağının bilincindedir.
19 Şubat Antakya mitingi, Antakya’yı bölge savaşının askeri karargahı yapmak isteyen, emperyalist istihbarat teşkilatlarına ve onların bölge işbirlikçilerine karşı önemli bir cevaptı. Bölgeyi ağır bir yıkıma götürmek isteyen bu şer güçlerine “Antakya, kirli amaçlarınıza sıçrama tahtası olmayacaktır” mesajıydı.
Antakya mitingi, Komşumuz Suriye’yi bir yıldır iç kanama ile tüketmek isteyen, uygun bir ihanet fırsatında da Türkiye’yi işgalci savaş cürümü işlemek üzere saldırtmak için kışkırtan bu şer güçlerine karşı “ayrı devletler altında yaşıyor da olsa, aynı halkı kimse katledemez, kimse birbirine kırdıramaz” haykırışının ilanı olacaktı. Bu ilan bölgenin tarihsel, kültürel, gelenek, göreneği itibariyle olduğu kadar, etnik ve dil birliğiyle özgün dokusunu birbirine düşman etmek isteyen şer güçlerine ve onların çıkarları için kurgulanan ölümcül projelerine geçit verilmeyeceğinin beyanıdır.
Antakya mitingini yasaklayanlar, savaşa devam diyeni, kardeş kanı akıtmak isteyen, dünya şer güçlerinin kuklası olanlardır. Bölgeyi ölüm kumpasında, ak denizden Kafkaslara uzanan bölgede enerji kaynakları ve yolları, tatlı su, pamuk ve tahıl ambarlarını ele geçirme savaşında bölgemizi ve halklarını savaş esiri haline getirmek isteyenler, bir yıkım rotası üzerinde çalışmaktadırlar. Barışçıl olmanın ötesinde hiçbir duruşu olmayan demokrasi güçlerinin düşüncelerini ilan etmeleri üzerine bir araya gelişlerini ifade eden Antakya mitingi, dünyayı dehşete salan katliamların, yargısız infazların tetikçisi istihbarat örgütlerini ve onlara ülkemizde cirit atmalarını sağlayan güçleri tedirgin etmiştir. Bu tedirginlik başlı başına bir suçtur, bir kirli suratların deşifre olmasıdır. Olay ne etnik ne de inançsal farklılıkların kışkırtılması değildir. Bu yanılgıda olan kimi sol çevrelerin cehalet düzeyine düşmüş algılarının da aksine olay, büyük kirli işlerin merkez karargahı olarak seçilen Antakya’nın, yeni bir direnme ruhuyla ayağa kalkması sonucu hesapların alt üst olmasıdır.
Bölgede on yıllar sürmesi planlanan ve tüm bölge ülkelerini kara bir delik gibi içine çekecek olan bu savaşta milyonlarca insanın katledilmesi planlamaktadır. Antakya bu dehşet palın için merkez seçilmiştir; denize sahili olması, bölgenin içine bir cep gibi uzanması, mozaik dokusu, kuzeyi güneye bağlayan bir köprü konumunda ki geo-stratejek yapısı, böylesi kirli bir savaş için sıçrama tahtası olarak tercih edilmesine yol açmıştır. Kadimi Roma kenti Antakya, dünya şer güçlerinin askeri karargahı olarak tercih ediliş hesaplarıyla 19 Şubat mitingi uyumlu değildir. Tüm hesapların bozulması için bir kıvılcım anlamına gelecek bu mitingi yasaklarla bertaraf edilmek istenmiştir. Ancak her şeye rağmen, bölge halklarının gerçek iradesini temsilen ayağa kalkan halkın haykırışını engellemenin mümkünü yoktur. Bu halk iradesini bir kez belirgin hale getirmeye başlamıştır. Bunu dile getireceği alanları ve ortamı da kendisi yaratmaktan çekinmeyecektir.
Antakya mitingi, bir kıvılcım olacaktı. Her şey değil bir ilk adım. Bu adım bölge açısından olduğu kadar ülkemizin iç dengeleri ve özgürlük ve demokrasi çabaları açısından da hayati mesajlar taşıyordu. BOP eş başkanı Erdoğan’ın faşizan sivil diktatörlük eğilimlerinin kırılma noktası için de bir başlangıcı gücü ortaya çıkaracaktı. İmamlar ordusunun önderliğinde yeniden oluşturulan derin devletin dünya şer güçleriyle bağlantı merkez olan askeri karargahın mezarı için ilk kazma 19 Şubat Antakya mitingiyle atılmış olacaktı. Yasak kararı bu verilerle de yakından ilgilidir. Ancak bu bir iflastır. Kurumuş çalıların bir kıvılcımla tutuşacağı bellidir; sorun ülkeyi böylesine küçük bir kıvılcımla tutuşacak çalı haline getiren ihanet şebekeleriyle ilgilidir. Bu şebekeler bu gün, iç ve dış politikada halkı iradesini ayaklar altına alan Erdoğan i yönetiminde ifadesini bulmuştur; içte süren baskıcı kovuşturmalar yanı sıra komşularımıza örülün şer ekseni içinde fiili olarak yer alışın başka anlamı yoktur.
Her zaman yazıp dile getiriyorum. Burası Antakya, kadim bir şehir. Yani medeniyetin kelime anlamındaki örgülerin sosyal ilişki ve algıların şehri. Bu şehir, Uygarlığın gücünü taşır, farkında olmasa da bu şehrin sosyal dokusu 7000 yıllık uygarlık birikimlerinin sentezidir. Bu sentez, olaylara uzun süre seyirci gibi baktığı sanılır, sessizliği kimseyi aldatmasın. Bu uygar toprakların uygar insanları, tıpkı Greklerin, Maraton savaşına makyaj yaparak hazırlanmaları gibi, sakin olurlar. Perslerin yağmacı barbarlığını yenilgiye uğratan tas tamam bu huzurdur. Perslerin dev ordularını yere seren ve kaçışlarını hazırlayan kendi topraklarına yönelik tehdidin son kesitinde Greklerin sakince aldıkları tutumdur: Antakya, son düelloya bu uygar sükunetiyle hazırdır. İktidarın korkusu da budur, yasakçılığın bir refleks olarak ortaya çıkmasının da kaygısı buradandır. Bu halk kırılma noktasında sözünü söylemekten çekinmeyecek ve arkasında sonuna kadar duracak bir halktır, 19 Şubat Antakya mitingine yönelen yasak saldırısı bu halktan ve haklı duruşundan duyulan kaygıyla ilgilidir.
Her şeye rağmen dün 3. Çarı yazımda yaptığım önerimi tekrar edeceğim. Kadınlarımıza, kızlarımıza bir daha sesleneceğim bir günlük sesiz protestonuzu yapın diyeceğim. Bu Protesto kardeşlerinizin katletmek isteyenler dur demek içindir. Komşumuzun iç işlerine müdahaleyi engellemek içindir. Ülkemizi ve şehrimizi emperyalist şer odaklarına ve onların kuklası Siyonist Arap ülkelerine ve istihbarat teşkilatlarına karargah haline getirmeyi engellemek içindir. Ülke de ve ülke dışında eli kanlı Erdoğan yönetiminin halkın iradesini çiğneyen faşizan sivil diktatörlük girişimlerine dur demek içindir.
ÖNERİMİ TEKRAR EDİYORUM
Antakya miting sonrası (bildik nedenlerle faşizan sivil diktatörlüğün valileri bu mitingi yasaklasa da. Kİ YASAKLADIKLARI BİLGİSİNİ ALMIŞ BULUNUYORUZ( 18 Şubat 2012) ), 30-40 kişi de olsa Atatürk anıtının önünde PORTESTO BEKLİYİŞİ yapınız. Bu eylem yasal hakkınızdır. Bu eylem onurlu bir “eylemsizlik eylemidir”. Gandi gibi en inatçı, en karırlı en dik duran sessizlikle öfkenin sınırlanırda olduğumuzun mesajını veren bir eylem olmalıdır. Bu sessizliğinizle, kahredici zulmün, bıçağı kemiğe dayayan kalleşliklerin. Dostluğa, komşuluk ilişkilerini hiçbir neden yokken yapılan ihanetlerin, yüreklerimizde yarattığı dev fırtınalarla ezileceğini gösteren bir meydan okuyuş sessizliği olarak gündeme gelsin. Buradan başlayalım, siz Arap kadını, Türk-Kürt kadını bu adımla, bölgenin öncüsü olduğunu ortaya koyacaksın… Erkekler de sıra sıra dizilerek bu yolu yürüyecektir…
Bu toprakların kadını ve kızları görev sizdedir öncülük sizdedir laikliğinizin açık göğüsleme meydan okuma sırası sizdedir…
18 Şubat 2012 Cumartesi
YASAKÇILIK SUÇLULUK REFLEKSİDİR
4. Makale. 19 Şubat “SUYRİYE’Yİ KORUYALIM” mitinginin yasaklanması üzerine
YASAKÇILIK SUÇLULUK REFLEKSİDİR
Mihrac Ural – 18 Şubat 2012 / Cumartesi
Antakya’da yapılacak olan, 19 Şubat 2012 tarihli “SUYRİYE’İ KORUYALIM” mitingi valilikçe yasaklandı. Yasak kararı dün mitingi komitesine bildirildi. Bu karar esasında bu sistemin doğasını, karanlık akıl algılarını, ilkel faşizan sivil diktatörlük yönelimlerini bilenler açısından anormal bir sonuç değildir. Ancak halkımız kendi deneyleriyle görmeli ve kendi yaşam kesitleri içinde bu yasakçı, faşizan iktidar güruhunun, haklı davalara karşı nasıl davrandığını anlaması gerekmektedir. Demokratik bir hakkın önünü hiçbir haklı gerekçe olmaksızın kesmek, bu iktidarın Osmanlıdan bu güne devam eden yasakçı zihniyetin bir uzantısı olduğunu belirteceğim.
Demokrasi güçleri haftalardın bu mitingin hazırlığı ve bölge açısından önemiyle ilgili çabaları sürüp durmaktaydı. Bu mitin yer ve zaman açısından da çok önemli mesajlar taşıyordu. Bu mesajlar arasında en önemlisi barış mesajıydı. Kadim Roma kenti Antakya adını, kimlik kartlarından bile silmek isteyen ve bununla bu kentin tarihsel anlam ve masajını yok etmek isteyen iktidar güruhu, 19 Şubat mitinginin bu şehirde yapılmasını uzun zamandır kurguladığı komşuluk ilişkilerinden ihanet, düşmanlık müdahaleci şovenist dış siyasetine ve bölgede oynamak istediği kirli rollere yerinde ve zamanı da ağır bir darbe olacağının bilincindedir.
19 Şubat Antakya mitingi, Antakya’yı bölge savaşının askeri karargahı yapmak isteyen, emperyalist istihbarat teşkilatlarına ve onların bölge işbirlikçilerine karşı önemli bir cevaptı. Bölgeyi ağır bir yıkıma götürmek isteyen bu şer güçlerine “Antakya, kirli amaçlarınıza sıçrama tahtası olmayacaktır” mesajıydı.
Antakya mitingi, Komşumuz Suriye’yi bir yıldır iç kanama ile tüketmek isteyen, uygun bir ihanet fırsatında da Türkiye’yi işgalci savaş cürümü işlemek üzere saldırtmak için kışkırtan bu şer güçlerine karşı “ayrı devletler altında yaşıyor da olsa, aynı halkı kimse katledemez, kimse birbirine kırdıramaz” haykırışının ilanı olacaktı. Bu ilan bölgenin tarihsel, kültürel, gelenek, göreneği itibariyle olduğu kadar, etnik ve dil birliğiyle özgün dokusunu birbirine düşman etmek isteyen şer güçlerine ve onların çıkarları için kurgulanan ölümcül projelerine geçit verilmeyeceğinin beyanıdır.
Antakya mitingini yasaklayanlar, savaşa devam diyeni, kardeş kanı akıtmak isteyen, dünya şer güçlerinin kuklası olanlardır. Bölgeyi ölüm kumpasında, ak denizden Kafkaslara uzanan bölgede enerji kaynakları ve yolları, tatlı su, pamuk ve tahıl ambarlarını ele geçirme savaşında bölgemizi ve halklarını savaş esiri haline getirmek isteyenler, bir yıkım rotası üzerinde çalışmaktadırlar. Barışçıl olmanın ötesinde hiçbir duruşu olmayan demokrasi güçlerinin düşüncelerini ilan etmeleri üzerine bir araya gelişlerini ifade eden Antakya mitingi, dünyayı dehşete salan katliamların, yargısız infazların tetikçisi istihbarat örgütlerini ve onlara ülkemizde cirit atmalarını sağlayan güçleri tedirgin etmiştir. Bu tedirginlik başlı başına bir suçtur, bir kirli suratların deşifre olmasıdır. Olay ne etnik ne de inançsal farklılıkların kışkırtılması değildir. Bu yanılgıda olan kimi sol çevrelerin cehalet düzeyine düşmüş algılarının da aksine olay, büyük kirli işlerin merkez karargahı olarak seçilen Antakya’nın, yeni bir direnme ruhuyla ayağa kalkması sonucu hesapların alt üst olmasıdır.
Bölgede on yıllar sürmesi planlanan ve tüm bölge ülkelerini kara bir delik gibi içine çekecek olan bu savaşta milyonlarca insanın katledilmesi planlamaktadır. Antakya bu dehşet palın için merkez seçilmiştir; denize sahili olması, bölgenin içine bir cep gibi uzanması, mozaik dokusu, kuzeyi güneye bağlayan bir köprü konumunda ki geo-stratejek yapısı, böylesi kirli bir savaş için sıçrama tahtası olarak tercih edilmesine yol açmıştır. Kadimi Roma kenti Antakya, dünya şer güçlerinin askeri karargahı olarak tercih ediliş hesaplarıyla 19 Şubat mitingi uyumlu değildir. Tüm hesapların bozulması için bir kıvılcım anlamına gelecek bu mitingi yasaklarla bertaraf edilmek istenmiştir. Ancak her şeye rağmen, bölge halklarının gerçek iradesini temsilen ayağa kalkan halkın haykırışını engellemenin mümkünü yoktur. Bu halk iradesini bir kez belirgin hale getirmeye başlamıştır. Bunu dile getireceği alanları ve ortamı da kendisi yaratmaktan çekinmeyecektir.
Antakya mitingi, bir kıvılcım olacaktı. Her şey değil bir ilk adım. Bu adım bölge açısından olduğu kadar ülkemizin iç dengeleri ve özgürlük ve demokrasi çabaları açısından da hayati mesajlar taşıyordu. BOP eş başkanı Erdoğan’ın faşizan sivil diktatörlük eğilimlerinin kırılma noktası için de bir başlangıcı gücü ortaya çıkaracaktı. İmamlar ordusunun önderliğinde yeniden oluşturulan derin devletin dünya şer güçleriyle bağlantı merkez olan askeri karargahın mezarı için ilk kazma 19 Şubat Antakya mitingiyle atılmış olacaktı. Yasak kararı bu verilerle de yakından ilgilidir. Ancak bu bir iflastır. Kurumuş çalıların bir kıvılcımla tutuşacağı bellidir; sorun ülkeyi böylesine küçük bir kıvılcımla tutuşacak çalı haline getiren ihanet şebekeleriyle ilgilidir. Bu şebekeler bu gün, iç ve dış politikada halkı iradesini ayaklar altına alan Erdoğan i yönetiminde ifadesini bulmuştur; içte süren baskıcı kovuşturmalar yanı sıra komşularımıza örülün şer ekseni içinde fiili olarak yer alışın başka anlamı yoktur.
Her zaman yazıp dile getiriyorum. Burası Antakya, kadim bir şehir. Yani medeniyetin kelime anlamındaki örgülerin sosyal ilişki ve algıların şehri. Bu şehir, Uygarlığın gücünü taşır, farkında olmasa da bu şehrin sosyal dokusu 7000 yıllık uygarlık birikimlerinin sentezidir. Bu sentez, olaylara uzun süre seyirci gibi baktığı sanılır, sessizliği kimseyi aldatmasın. Bu uygar toprakların uygar insanları, tıpkı Greklerin, Maraton savaşına makyaj yaparak hazırlanmaları gibi, sakin olurlar. Perslerin yağmacı barbarlığını yenilgiye uğratan tas tamam bu huzurdur. Perslerin dev ordularını yere seren ve kaçışlarını hazırlayan kendi topraklarına yönelik tehdidin son kesitinde Greklerin sakince aldıkları tutumdur: Antakya, son düelloya bu uygar sükunetiyle hazırdır. İktidarın korkusu da budur, yasakçılığın bir refleks olarak ortaya çıkmasının da kaygısı buradandır. Bu halk kırılma noktasında sözünü söylemekten çekinmeyecek ve arkasında sonuna kadar duracak bir halktır, 19 Şubat Antakya mitingine yönelen yasak saldırısı bu halktan ve haklı duruşundan duyulan kaygıyla ilgilidir.
Her şeye rağmen dün 3. Çarı yazımda yaptığım önerimi tekrar edeceğim. Kadınlarımıza, kızlarımıza bir daha sesleneceğim bir günlük sesiz protestonuzu yapın diyeceğim. Bu Protesto kardeşlerinizin katletmek isteyenler dur demek içindir. Komşumuzun iç işlerine müdahaleyi engellemek içindir. Ülkemizi ve şehrimizi emperyalist şer odaklarına ve onların kuklası Siyonist Arap ülkelerine ve istihbarat teşkilatlarına karargah haline getirmeyi engellemek içindir. Ülke de ve ülke dışında eli kanlı Erdoğan yönetiminin halkın iradesini çiğneyen faşizan sivil diktatörlük girişimlerine dur demek içindir.
ÖNERİMİ TEKRAR EDİYORUM
Antakya miting sonrası (bildik nedenlerle faşizan sivil diktatörlüğün valileri bu mitingi yasaklasa da. Kİ YASAKLADIKLARI BİLGİSİNİ ALMIŞ BULUNUYORUZ( 18 Şubat 2012) ), 30-40 kişi de olsa Atatürk anıtının önünde PORTESTO BEKLİYİŞİ yapınız. Bu eylem yasal hakkınızdır. Bu eylem onurlu bir “eylemsizlik eylemidir”. Gandi gibi en inatçı, en karırlı en dik duran sessizlikle öfkenin sınırlanırda olduğumuzun mesajını veren bir eylem olmalıdır. Bu sessizliğinizle, kahredici zulmün, bıçağı kemiğe dayayan kalleşliklerin. Dostluğa, komşuluk ilişkilerini hiçbir neden yokken yapılan ihanetlerin, yüreklerimizde yarattığı dev fırtınalarla ezileceğini gösteren bir meydan okuyuş sessizliği olarak gündeme gelsin. Buradan başlayalım, siz Arap kadını, Türk-Kürt kadını bu adımla, bölgenin öncüsü olduğunu ortaya koyacaksın… Erkekler de sıra sıra dizilerek bu yolu yürüyecektir…
Bu toprakların kadını ve kızları görev sizdedir öncülük sizdedir laikliğinizin açık göğüsleme meydan okuma sırası sizdedir…
ADEM KÜTÜK ANISINA; ÖLÜM ADIN KALLEŞ OLSUN
Mihrac Ural – 17 Şubat 2012 / Cuma
Adem Kütük, bir yaman devrimci, Devrimci Yol’cu zindan arkadaşım. Seni rahmetle anıyorum ruhun şad olsun (1960 - 16 Şubat 2012 Adana)
Adem Kütük’ü Adana ceza evine nakledildikten sonra tanıdım. Hoş geldin demek üzere yoldaşlarımın kaldığı koğuşa geldi. Çayımı içti, sohbet ettik. Giderken “özel olarak konuşabilir miyiz?” dedi, buyur dedim; “Birkaç gün sonra önemli bir konu konuşacağız, sen yorgunsun biraz rahatla dedi” .
Adıyaman zindanından, Adana’ya Numune hastanesine nakledilmiştim. Çelimsiz bir gençtim. Yetersiz beslenmenin, sıkıntı ve baskıların altın da baygınlık geçirmiştim. Kontrole gelmiştim. Bir süre sonra hastaneden sağlam raporuyla Adıyaman ceza evine gönderilmek üzere, emaneten Adana cezaevine sevk edildim.
Birkaç gün sonra farklı sol siyasi çevrelerden üç arkadaş ziyaretime geldi. Aralarında Adam Kütük de vardı. 1980 Mayıs ayı başlarında bir gündü. “kaçış hazırlığı yapıyoruz, her siyasetten en ağır mahkum ve tutukluların birlikte kaçışını gerçekyleştirdeceğiz Bunun için epey çalıyştık ve tünel açtık ilere sefhadayız. Ayrıntıları konuşup sizlerinde hazır olmasın istiyoruz” dedi. Nefesim açıldı, özgürmlük rüzgarları kapladı bedenimi. Isparta zindanı isyanından beri gittiğim bir dizi zindandan firar arayışı içinde oldum. İşkencede ser verdim sır vermedim, buna rağmen beklemeye değer hiç bir şey yoktu, firar etmek özgürlüktü, mücadeleye yeniden katılmaktı.
Tünel çalışmaları düzenli gitti. Bodrum katıydı, foseptik depolar yüzülerek aşılıp tünel kazıları yapılıyordu. Bu çalışmalar sürecinde sona doğru yaklaşıldıkça, heyecan artmıştı, Ancakher zamanki gibi Devrimcilerin talihsizliği gelip çatmıştı. Yine Devrimci –Yol'dan İsmail Şahin yoldaş tünel kazısı sırısanda, sıyrık elektrik tellerine değiyor ve elektirk çarpsaından ölüyor. Ama biz ölüp ölmediğini kestiremedik, vucuda sıcaktı, kurtarırız diye, kaçışı riske atarak, hastaneye taşınması için kapı altına verdik. Her tarfı balçıktı, topraklar tırnaklarında sırtında açık izler bırıkmıştı.
Yapacak bir şey kalmadı. O an kaşıç heyeti karar verdik. Tünel patlatılacaktı, yanı açık havaya, nereye vardıysa oradan açılacaktı. Dikey kazı başladı. Klavuz olarak ilk gözcüler önden çıkacaktı. Oysa tünel tüm zindanı boşaltmak için, sıkıyonetim komutanlarına meydan okamak, kazılmış, siyasi bir tokat olarak hazırlıklar yapılmıştı.
Tünel, dikey açıldı. Çıka çıka Adana ceza evinin çevresindeki cadenin tam ortasına çıktı. Oysa 10 mt daha kazı yapılsa, kiraya alınan bahçeli eve çıkılacaktı oradna da tüm mahkum ve tutuklular kamyonlarla taşınarak özgürlüğe ulaşılacaktı. Zindanın meşhur kedisi bile özgür olacaktı. İlk elden klavuz olarak bir ekip çıkacaktı. Öyle yaptık Adem bu ekibin içindeydi. Gözcüler yerden çıkmaya başlayınca, mahalle köpeklerinin havlaması akıl almaz bir tesadüftü. İşte o an olanlar oldu. Jandarma fark etti ve kurşun yağmuru başladı. Gözcüler dört kişiydi, onlar çıktı ve geride kalanen ağır mahkumlar gerisin geriye zindana. koğuşlara gittik. Ama silah sesleri kesilmedi. Bizler de silahlıydık. Her siyasi örgütün kendine göre yeterli silahı vardı. Zulalar patlatıldı. Jandarmanın koşuları basması engellendi. Çatışmalar oldu; kapı altında bizler jandarmanın G3'lerinden çıkan kurşunlara hedef oldu tüm demir kapılar elek gibi olmuştu ölümden döndük. Yanımda Adana Acilciler hareketinin tüm yiğitleri vardı.Kocavezirliler, pazarın yiğitleri... Üç gün, kanlı üç gün, analar babalar dışarda cesetlerimizi arıyorlardı. Kanlı bir süreçti, acımasızdı kahrediciydi ama orda da yılmadık dik durduk
O kesiti bilenler, anılarında bu kanlı çatışmayı iyi hatırlarlar;
“Adana Cezaevindeki tünelli kaçış ise benzerlerine göre son derece kanlı bir öyküydü. 150 metrelik tüneli açma aşamasında İsmail Şahin isimli bir mahkum elektrik çarpması sonucunda hayatını kaybetti. Mahkûmların tünelden çıktıkları fark edilince çatışma çıktı. Dört mahkûm öldü. 7 Haziran 1980 tarihinde Mustafa Özenç, Adem Kütük, Erdal Aykaç, Mahmut Hızlı firar etmeyi başardı.” (İnönü Alpat yazdı... "O duvar o duvarınız vız gelir bize vız" Mersin Yaşam sitesi)
Adem ve üç arkadaşı özgürdü. Biz ise çatışmanın ortasındaydık. Zindanı yaktık, çatışmada diğer bölümlerden ölüm haberleri geldi. Üç gün dayandık, sonra sahaya indirdiler, yere serdiler ve dipçiklerle botlarla üzerimizden geçtiler, kırdılar döktüler. Üzüm ezer gibi ezdiler. Ama irdemezi kıramadılar, kolylar bacaklar kırıldı ama onur asla...Başaramadılar, ayağa kalktığımız an, ilk işimiz yeniden firar etmek üzerine yoğunlaştı. Kısasüre sonra 27 ağır hükümlü ve tutuklu, görüş kabinlerine geceden sızacak bir yol bulup firara ettik (31 Temmuz 1980). Biz de Adana zindanına "O duvar o duvarınız vız gelir bize vız" diye yazdık. Adamin anısı dün ve bu gün yaşadığmız acılar içinde anlamlı yerini böylece almış oldu.
Adem'i anerken, çifte acı yaşıyorum.Bu acıları her dost kaybında tekrarla yaşıyorum.. Bir dost daha elveda deyip gidiyor bu acı, bir de tabutuna omuz verememenin, cenazesine katılamamanın acısı.Lanet olsun kolum kanadım kırık annemin, babamın cenazelerine bile gidemedim toprak, su serpemedim. Acım büyük dostları. Ruhun şad olsun Adem Kütük.
Adem Kütük, bir yaman devrimci, Devrimci Yol’cu zindan arkadaşım. Seni rahmetle anıyorum ruhun şad olsun (1960 - 16 Şubat 2012 Adana)
Adem Kütük’ü Adana ceza evine nakledildikten sonra tanıdım. Hoş geldin demek üzere yoldaşlarımın kaldığı koğuşa geldi. Çayımı içti, sohbet ettik. Giderken “özel olarak konuşabilir miyiz?” dedi, buyur dedim; “Birkaç gün sonra önemli bir konu konuşacağız, sen yorgunsun biraz rahatla dedi” .
Adıyaman zindanından, Adana’ya Numune hastanesine nakledilmiştim. Çelimsiz bir gençtim. Yetersiz beslenmenin, sıkıntı ve baskıların altın da baygınlık geçirmiştim. Kontrole gelmiştim. Bir süre sonra hastaneden sağlam raporuyla Adıyaman ceza evine gönderilmek üzere, emaneten Adana cezaevine sevk edildim.
Birkaç gün sonra farklı sol siyasi çevrelerden üç arkadaş ziyaretime geldi. Aralarında Adam Kütük de vardı. 1980 Mayıs ayı başlarında bir gündü. “kaçış hazırlığı yapıyoruz, her siyasetten en ağır mahkum ve tutukluların birlikte kaçışını gerçekyleştirdeceğiz Bunun için epey çalıyştık ve tünel açtık ilere sefhadayız. Ayrıntıları konuşup sizlerinde hazır olmasın istiyoruz” dedi. Nefesim açıldı, özgürmlük rüzgarları kapladı bedenimi. Isparta zindanı isyanından beri gittiğim bir dizi zindandan firar arayışı içinde oldum. İşkencede ser verdim sır vermedim, buna rağmen beklemeye değer hiç bir şey yoktu, firar etmek özgürlüktü, mücadeleye yeniden katılmaktı.
Tünel çalışmaları düzenli gitti. Bodrum katıydı, foseptik depolar yüzülerek aşılıp tünel kazıları yapılıyordu. Bu çalışmalar sürecinde sona doğru yaklaşıldıkça, heyecan artmıştı, Ancakher zamanki gibi Devrimcilerin talihsizliği gelip çatmıştı. Yine Devrimci –Yol'dan İsmail Şahin yoldaş tünel kazısı sırısanda, sıyrık elektrik tellerine değiyor ve elektirk çarpsaından ölüyor. Ama biz ölüp ölmediğini kestiremedik, vucuda sıcaktı, kurtarırız diye, kaçışı riske atarak, hastaneye taşınması için kapı altına verdik. Her tarfı balçıktı, topraklar tırnaklarında sırtında açık izler bırıkmıştı.
Yapacak bir şey kalmadı. O an kaşıç heyeti karar verdik. Tünel patlatılacaktı, yanı açık havaya, nereye vardıysa oradan açılacaktı. Dikey kazı başladı. Klavuz olarak ilk gözcüler önden çıkacaktı. Oysa tünel tüm zindanı boşaltmak için, sıkıyonetim komutanlarına meydan okamak, kazılmış, siyasi bir tokat olarak hazırlıklar yapılmıştı.
Tünel, dikey açıldı. Çıka çıka Adana ceza evinin çevresindeki cadenin tam ortasına çıktı. Oysa 10 mt daha kazı yapılsa, kiraya alınan bahçeli eve çıkılacaktı oradna da tüm mahkum ve tutuklular kamyonlarla taşınarak özgürlüğe ulaşılacaktı. Zindanın meşhur kedisi bile özgür olacaktı. İlk elden klavuz olarak bir ekip çıkacaktı. Öyle yaptık Adem bu ekibin içindeydi. Gözcüler yerden çıkmaya başlayınca, mahalle köpeklerinin havlaması akıl almaz bir tesadüftü. İşte o an olanlar oldu. Jandarma fark etti ve kurşun yağmuru başladı. Gözcüler dört kişiydi, onlar çıktı ve geride kalanen ağır mahkumlar gerisin geriye zindana. koğuşlara gittik. Ama silah sesleri kesilmedi. Bizler de silahlıydık. Her siyasi örgütün kendine göre yeterli silahı vardı. Zulalar patlatıldı. Jandarmanın koşuları basması engellendi. Çatışmalar oldu; kapı altında bizler jandarmanın G3'lerinden çıkan kurşunlara hedef oldu tüm demir kapılar elek gibi olmuştu ölümden döndük. Yanımda Adana Acilciler hareketinin tüm yiğitleri vardı.Kocavezirliler, pazarın yiğitleri... Üç gün, kanlı üç gün, analar babalar dışarda cesetlerimizi arıyorlardı. Kanlı bir süreçti, acımasızdı kahrediciydi ama orda da yılmadık dik durduk
O kesiti bilenler, anılarında bu kanlı çatışmayı iyi hatırlarlar;
“Adana Cezaevindeki tünelli kaçış ise benzerlerine göre son derece kanlı bir öyküydü. 150 metrelik tüneli açma aşamasında İsmail Şahin isimli bir mahkum elektrik çarpması sonucunda hayatını kaybetti. Mahkûmların tünelden çıktıkları fark edilince çatışma çıktı. Dört mahkûm öldü. 7 Haziran 1980 tarihinde Mustafa Özenç, Adem Kütük, Erdal Aykaç, Mahmut Hızlı firar etmeyi başardı.” (İnönü Alpat yazdı... "O duvar o duvarınız vız gelir bize vız" Mersin Yaşam sitesi)
Adem ve üç arkadaşı özgürdü. Biz ise çatışmanın ortasındaydık. Zindanı yaktık, çatışmada diğer bölümlerden ölüm haberleri geldi. Üç gün dayandık, sonra sahaya indirdiler, yere serdiler ve dipçiklerle botlarla üzerimizden geçtiler, kırdılar döktüler. Üzüm ezer gibi ezdiler. Ama irdemezi kıramadılar, kolylar bacaklar kırıldı ama onur asla...Başaramadılar, ayağa kalktığımız an, ilk işimiz yeniden firar etmek üzerine yoğunlaştı. Kısasüre sonra 27 ağır hükümlü ve tutuklu, görüş kabinlerine geceden sızacak bir yol bulup firara ettik (31 Temmuz 1980). Biz de Adana zindanına "O duvar o duvarınız vız gelir bize vız" diye yazdık. Adamin anısı dün ve bu gün yaşadığmız acılar içinde anlamlı yerini böylece almış oldu.
Adem'i anerken, çifte acı yaşıyorum.Bu acıları her dost kaybında tekrarla yaşıyorum.. Bir dost daha elveda deyip gidiyor bu acı, bir de tabutuna omuz verememenin, cenazesine katılamamanın acısı.Lanet olsun kolum kanadım kırık annemin, babamın cenazelerine bile gidemedim toprak, su serpemedim. Acım büyük dostları. Ruhun şad olsun Adem Kütük.
ANTAKYA MİTİNGİ İÇİN BİR ÖNERİ ve SURİYE’DE BU CUMA
Mihrac Ural -17 Şubat 2012 / Cuma İdlip / Cisir el Şuğur
Tüm gücümüzle 19 Şubat 2012 / Pazar Doğrular ilkokulları önünde saat:13.00 Suriye için mitingde yerimizi alacağız. Çağrım bu bölgenin insanı erdemlerini taşıyan herkesedir.
ÖNERİM
Bu makalem, 19 Şubat 2012’de, SURİYE’Yİ KORULAYIM diye benim isimlendirdiğim Antakya mitingi üzerine 3. Çağrı yazısıdır. Bu mitingi beni takip eden tüm okurlar seven, dostum olan ve tüm yoldaşlarımı en etkin şekilde yaşlı çocuk demeden katılmaya davetimi yenileyeceğim. Yeri göğü inletmenizi ayaklarınızı yere basarken, binlerce yılın adına sizi bir bilinç olarak, bir kimlik olarak bir kültür dokusu olarak var eden uygarlıklar adına yürümenizi tavsiye edeceğim.
Özellikle kadınlarımıza kızlarımıza çağrım var. Siz öne çıkın her biriniz bu toprakların direnme sembolü imparatoriçem Zenubya’nın kızları ve kadınları olarak dik yürüyüp karanlık güçlere meydan okuduğunuzu ilan edin. Sinmiş erkeklerinizin, korkak, kaçkın ve kendini bilmezlerin, kimliğini fantastik serserilikle değiştirme çabası içinde olan yarım erkeklerin suratına bir tokat gibi indirin. Bu şamarla uyku sersemlerini kendilerine getirin, özgürlük haykırışlarınızla, ikinci anavatanımız Suriye’ye uzanan ellerin kırılacağını gösterin. Zılgıt çekin sık sık, eri göğü inletin bu zılgıt sesi hepimiz için bir mesaj bir şifre olsun buna davet ediyorum sizleri ve öneriyorum…
Antakya miting sonrası (bildik nedenlerle faşizan sivil diktatörlüğün valileri bu etkinliği yasaklasa da), 30-40 kişi de olsa Atatürk anıtının önünde PORTESTO BEKLİYİŞİ yapınız. Bu eylem yasal hakkınızdır. Bu eylem onurlu bir “eylemsizlik eylemidir”. Gandi gibi en inatçı, en karırlı en dik duran sessizlikle öfkenin sınırlanırda olduğumuzun mesajını veren bir eylem olmalıdır. Bu sessizliğinizle, kahredici zulmün, bıçağı kemiğe dayayan kalleşliklerin. Dostluğa, komşuluk ilişkilerini hiçbir neden yokken yapılan ihanetlerin, yüreklerimizde yarattığı dev fırtınalarla ezileceğini gösteren bir meydan okuyuş sessizliği olarak gündeme gelsin. Buradan başlayalım, siz Arap kadını, Türk-Kürt kadını bu adımla, bölgenin öncüsü olduğunu ortaya koyacaksın… Erkekler de sıra sıra dizilerek bu yolu yürüyecektir…
Bu toprakların kadını ve kızları görev sizdedir öncülük sizdedir laikliğinizin açık göğüsleme meydan okuma sırası sizdedir…
"İKİ HALKIN KARDEŞLİĞİ İÇİN, SURİYE'YE ASKERİ SALDIRI İÇİN HAZIRLANANA EMPERYELİSTLERE, ERDOĞAN YÖNETİMİNE VE SİYONİST ARAP KARL VE EMİRLİKLERİNE KARŞI PORETSTO BEKLEYİŞİ" adı altında bir gece, sadece bir gece, sabaha kadar, yağmur da olsa çamur da olsa bekleyerek protestomuzu ilan edelim.
SICAK BÖLGEDEN HABER
Bu gün Cuma. Tatil ve ibadet günü. Suriye’nin vatan hainleri, emperyalist-siyonist Arapların kışkırtmalarıyla sokaklara salınan eli kanlı şebekeleri, bu cumayı da yakıp yıkma cuması, kan dökme ve ayaklanma cuması olarak ilan ettiler. Bir haftadır, her hafta boyu olduğu gibi 7/24 askeri karargah gibi çalışan uluslararası medya etkinlikleriyle Suriye’nin altını üstüne getireceklerin söyleyip durdular. Dünya şer medyası, her zamanki gibi gergin ortamlar yaratarak, bu Cuma gününün kana bulanacağını ifade ve ilan etti. Cama namazını, Camiyi, ibadetin zorunlu kıtlığı topluluğu kalkan gibi kullanarak, korkakça toplu ibadetten çıkan katılanların arkasına sinerek kanlı provokasyonlarını haykıracaklarını sandılar. Her hafta olduğu gibi bu hafta da korku salmak istediler. Ancak bir kez daha iflas ettiler. Suriye halkı bu Cuma da sert tokadını vurarak “Suriye’yi vatan hainlerine geçit yapmayacağız ibadetimizi yapacak laik ülkede tüm farklılıklarımızla barış içinde bir arada yaşayacağız; liderimiz Beşşar Esad ve halkçı yönetimimizin reform çabalarının arkasında duracağız.” Dediler.
Evet tam bir yıldır çılgınlığın yalan ve abartmanın katliamların yakıp yıkmaların her türünü denediler, ama olmadı Suriye halkı Halkçı yönetiminin yanında reformların arkasında durduğunu ilan etti. Her Cuma günü olduğu gibi, bu Cuma da iflas ettiler. Ama bir kez daha başaramadılar. Bir kez daha yalan, abarta, uydurma senaryolarının çehresi açığa çıktı. Suriye’nin İnançlı halkı bu şebekelere ve ihanetlerine dur dedi. Çağrılarını elinin tersiyle itti. Halk ibadetini yaptı ve evine döndü. 14 ili 6432 köyü 200 nahiyesi olan komşumu Suriye’de sorunlu olan noktalar 10 nokta değildir. Ama abartı mekanizması, Türkiye’de medyası gibi İstanbul’daki münferit birkaç kap kaç olayını merkezi haber yaparak, tüm ülke kapkaç olmuş gibi veriyor. Gerçek ise, çürümüşlerin ne gücü ne de siyasal, sosyal ekonomik kültürel yaşama etkisi bu değildir. Bu haberlerin tek amacı, kışkırtıcı bir erginlik ve korku ortamlı yaratmaktır; derler ki “haber kopeğin insanı ısırması değil insanın köpeği ısırmasıdır” yani milyonda biri öne çıkartıp reytingi kapma olayı ve kirli amaçlar için kamuoyunu yönlendirme oyayıdır. Suriye üzerine oynanan oyunda tas tamam budur.
Suriye artık bu çirkeflere rağmen yolunu belirledi demokrasiyi güçlüce yöneldi. Onlarca yazsa kurum ve kuruluş yanı sıra Anayasa da tamamlandı. 9 gün sonra (26 Şubat 2012 ) Anayasa referandum gündemde. Suriye halkı tüm mozaik dokusuyla, bu referandumda yerini alarak kararını verecektir.; kimseyi temsil etme gücünde olmayanlar ise yine bin bir karanlık bahaneyle dıştan verilen talimatla “boykot” diyecektir. Ancak kervan yürümeye devam edecektir.
Suriye, ne soğuk savaş ürünü II: dünya ülkeleri ne de Doğu Avrupa sosyalist ülkeleri gibi değil, iç evrimini başararak çoğulcu katılımcı demokrasiye geçiyor, eski sistemini müthiş bir halk desteğiyle nitelikçe 21. Yüzyıla taşıyor. Suriye 7000 yıllık uygarlık tarihine ve algılarına yakışır biçimde yönetiminin önderliğinde halkına en özgür ve en demokratik hakları sunuyor. 135 yıldır bir sivil anayasa oluşturamamış Türkiye ve eli kanlı iktidarı bundan ders alsın öğrensin. Bu gelişmeler ayrıca kimin kimden derse alması gerektiğinin de açık ifadesidir.
Bu gelişmeler ülkemiz kimi cahil, ırkçı-milliyetçi solu kesimleri içinde önemli bir medrese niteliğindedir. Suriye bölgenin en demokratik ülkesi olma yolunda hızla son adımlarını atıyor. Bu satırları eli kanlı şebekelerin sırtını Erdoğan iktidarına verdiği gergin ve sıcak temas alanlarından, bölge devrimcisi olarak ben ve düşünce arkadaşlarımız her şeye hazır olarak yerimizi aldığımız İdlip ve Cisir eş- Şuğur’dan yazıyorum; bu dağların tüm inançları ve etnik dokularından yerli halkının selamlarını iletiyorum. Kitrin’den, Gavrgo’dan, Der-Siman’dan, Cemiliye’den, Bidama’dan, Zambakiye’den, Adar ve Zoftan, Zerzur ve Mizri’den selam taşıyorum. On yıllar önce, ülkemiz demokrasi mücadelsi uğruna sınırları aşıp geldiğim ve bu güne kadar en derin saygı ve sevgiyle bağlar kurduğum bu alanların farklılıklarıyla bir bütün teşkil eden halkından selam iletiyorum.
15 Şubat 2012 Çarşamba
SURİYE’Yİ KORUYALIM
19 ŞUBAT 2012 ANTAKYA MİTİNGİNE KATILALIM
Mihrac Ural - 15 Şubat 2012 / Çarşamba
Emperyalist müdahaleden, eli kanlı “Müslüman Kardeşler Örgütü” terör şebekesinden ikiyüzlü Erdoğan iktidarının şerrinden ülkemize konuşlandırılan Suriyeli tetikçi vatan hainlerinden Suriye’yi koruyalım.
Türkiye halkları, Türkiyeli Araplar, Türkler, Kürtler, Sünniler, Aleviler, Hıristiyanlar, onurlu vatandaşlar, haktan ve adaletten kardeşlikten yana olan herkesi kardeşlik adına, sevgi ve barış adına, komşumuzla kader birliğinin tarihsel sorumluluğu adına, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşamı adına, komşumuzu kanlı bir iç savaşa, kardeş kavgasına sürükleyip yakıp-yıkmak isteyenlere karşı desteğe çağırıyorum.
Bu çağrı bir insanlık erdem çağrısıdır, komşuluk hakkı ve vicdan borcudur göğüslerde taşınan tarihsel-kültürel-inançsal kardeşliğin çağrısıdır. Bölgemizi talan etmek isteyen emperyalist çıkar çevrelerine Siyonist emellere, karanlık ortaçağ hükümlerine karşı duruş çağrısıdır. Farklılıklarıyla oluşan zenginliğini, özgürlük ve demokrasi içinde bir arada yaşama iradesini koruma çağrısıdır.
Çağrımız bugün komşumuza yarın bize dönecek zulme karşı durma çağrısıdır.
Miting yer ve tarihi: 19 Şubat 2012 ANTAKYA. Doğuş Okulları önü saat. 13:00
Mihrac Ural - 15 Şubat 2012 / Çarşamba
Emperyalist müdahaleden, eli kanlı “Müslüman Kardeşler Örgütü” terör şebekesinden ikiyüzlü Erdoğan iktidarının şerrinden ülkemize konuşlandırılan Suriyeli tetikçi vatan hainlerinden Suriye’yi koruyalım.
Türkiye halkları, Türkiyeli Araplar, Türkler, Kürtler, Sünniler, Aleviler, Hıristiyanlar, onurlu vatandaşlar, haktan ve adaletten kardeşlikten yana olan herkesi kardeşlik adına, sevgi ve barış adına, komşumuzla kader birliğinin tarihsel sorumluluğu adına, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşamı adına, komşumuzu kanlı bir iç savaşa, kardeş kavgasına sürükleyip yakıp-yıkmak isteyenlere karşı desteğe çağırıyorum.
Bu çağrı bir insanlık erdem çağrısıdır, komşuluk hakkı ve vicdan borcudur göğüslerde taşınan tarihsel-kültürel-inançsal kardeşliğin çağrısıdır. Bölgemizi talan etmek isteyen emperyalist çıkar çevrelerine Siyonist emellere, karanlık ortaçağ hükümlerine karşı duruş çağrısıdır. Farklılıklarıyla oluşan zenginliğini, özgürlük ve demokrasi içinde bir arada yaşama iradesini koruma çağrısıdır.
Çağrımız bugün komşumuza yarın bize dönecek zulme karşı durma çağrısıdır.
Miting yer ve tarihi: 19 Şubat 2012 ANTAKYA. Doğuş Okulları önü saat. 13:00
12 Şubat 2012 Pazar
SOLUN SURİYE CEHALETİ VE GERÇEKLER
Mihrac Ural – 12 Şubat 2012
Sayın A.Devrim, Suriye üzerine sorduğum sorulara ve dostça siyasi polemik olsun diye buraya yüklediğim yazıma cevabi hiçbir şey vermemiştir, Yaptığı tek şey linkler indirip, kedisinin sıklıkta tekrar ettiği “Suriye diktatörlüğü” suçlamalarını destekleyecek bir şey sunmamıştır. Ben tekrarla yazımın okunmadığını yazımda yer alan geniş açıklamalara cevap olacak bir şey ortaya konmadığını hatırlatacağım. Suriye için yapılan açıklamalarda ise haksızca, bilgisizce ya da malum medya açıklamalarının tesiri altında açıklamaların ötesine geçilmediğini belirteceğim. Buna rağmen zahmet etmiş lik ve bir basın açıklaması koymuş bulunuyor.
Suriye halkına destek mitingi adı altında yapılmakta olan çok olumlu mitingi çalışmaları ortamında, Karşı-devrim güçlerinin, teröristlerin, elik kanlı Müslüman Kardeşler Örgütü şebekelerinin söylemlerini çağrıştıran haksız suçlamaların kabulü mümkün değildir. Sadece sallama bir söylem olarak gerekçesizce ortaya atılan bu cümlelerin siyasal etkilerinin de bir o kadar haksızca olacağı ve bölgedeki saflaşmada haksızın yanında yer almayı ifade edeceği açıktır.
Tülay Hamitoğlu’ nunu bir dizi örgüt adına yaptığı açıklamada ise hayretlere düşülecek bilgisizlik beni şaşırtmadı. Çünkü Türkiye solu bildik bileli cehaletiyle farklılığı belli bir soldur. Okumuyor, öğrenmiyor, yerinde gözlemiyor, uluslararası medyanın ortayla attığı yalan, abartma ve kurgulan çekim alanı içinde görüş üretiyor. Basın açıklamasında yer alan “Suriye’de reformların yapılması gerektiği”ni ifade eden cümleler bu eksik bilginin kaba bir biçimde ortada durmasından başka bir şey değildir.
Hemen söyleyeyim, bu kadar örgüt, yöneticisi, kadrosu militanı ve basın açıklamasını yapan sayın Tülay Hamitoğlu, Suriye’yi hiç mi izlemiyor. Komşumuz hakkında bir bilgi edinme kanalı mı yok. Bölge savaş eşiğinde sorumlu bir araştırma da mı yapılma gereği yok. İşte solun handikabı budur. Bu sitemlerimi aynıyla A.Devrim’e de iletiyorum. Nedeni de çok açık; kendi adıma 100’e yakın makale yazdım, kesilmeden tekrarla Suriye’nin halkçı yönetiminin özgürlük ve demokrasi çabalarını dev reform paketini ve içeriğini, sistem değiştiren atılımlarını anlattım belgeler verdim. Bu çevrelerin bu verilerden haberdar olmaması çok acı bir durumdur. Buyurun Reform paketini oluşturan 50 yi aşkın temel yasadan sadece en önemlilerini burada tekrar okuyun;
1. Kürtlerin vatandaşlık hakkı Cumhurbaşkanlığı kararnamesi no:49 7 Nisan 2011 - 2.Sıkıyönetimin ilgası 21 Nisan 2011 - 3.DGM kaldırıldı 21 Nisan 2011 - 4. GÖSTERİ VE YÜRÜYÜŞLERİN DÜZENLENMESİ YASASI 21 Nisan 2011 - 5. PARTİLER YASASI ( 100 nolu Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, 5 Ağustos 2011 Resmi gazetede yayınlanış tarihi) - 6. SEÇİM KANUNU 4 Ağustos 2011 (Resmi gazetede yayınlanış tarihi) - 7. MAHALLİ İDARE KANUNU ( 107 nolu Cumhurbaşkanlığı kararnamesi 24 Ağustos 31 Temmuz 2011 - 8. BASIN YAYIN YASASI ( 108 nolu C.Başkanlığı kararnamesi. 28 Ağustos 2011) - 9. Genel seçimlerin denetim ve izlenmesiyle ilgili bağımsız adli heyet kararnamesi ( 374 nolu kararname 28 Eylül 2011) - 10. Anayasa oluşturma komisyonu (33 Nolu Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, 29 kişilik heyeti Mazhar el Amberi başkanlığında. 4 ay içinde yeni anayasa oluşturulması)
Bu paket, şu tarih itibariyle, tamamı Resmi Gazete de yayınlanarak Suriye halkının kazanımları arasına katılmıştır. Ne hükümetin ne başkanın nede bir kimsenin bu kazanımları yok etmenin bir imkanı kalmamıştır. Olan ise Emperyalist ülkelerin, gerici Arap rejimlerinin ve kuklalarının Suriye halkının bu hakları kullanma yolunu kesmesi olayıdır. Ülke yaratılan yıkıcı terörle siyaset sahnesini ölüm kalım arenasına çevirmeleridir. Türkiye solu ise hala bundan haberdar değil hala cehaletle işler yapmaya devam etmektedir…
Cumhuriyetten bu güne kadar üç askeri darbeyle, ülke siyasal sahne kimyasının bozulması bir yana, bu güne kadar bir sivil anayasa bile yapılmamış olması, ırkçı seçim sitemindeki %10 barajının kaldıramamış olması, komşumuzun yaptığı reform atılımını çok daha iyi anlamamıza yararlı bir karşılaştırma olacaktır. Sol bu algıların neresindedir.
Sol uyurken, Erdoğan halkımızı aldatarak kanlı iç savaş tamtamları çalarak zulüm yaparken Suriye’nin halkçı yönetimi bölgenin en demokratik ülkesini kurmak için kolları sıvayarak kararlar almıştır. Ama dünya gericiliği hiçbir halkı düşünmediği için onun özgürlük ve demokrasi talepleriyle ilgili olmadığı için Suriye’nin direnmeci tutumunu ezmek için her türden vahşeti ve müdahaleyi yapmaya devam etmektedir. Sayın Tülay Hamitoğlu bu gerçeği yansıtan bir bildiri okumamış olması, basın açıklamasının altına imzasını atan tüm örgütlerin ayıbıdır. Türkiye solu bu ayıbı sık sık işleyerek bir yere varamayacağını da yeterince açık göstermiştir.
Sayın A.Devrim, lütfen benim adıma bu mesajı sayın Tülay Hatimoğlu’na bildirin ve ona günaydın deyin…
Sayın Tülay Hatimoğlu basın açıklamasında kulağa hoş gelen, “Suriye’de gerçek anlamda demokrasi, barış ve özgürlük mücadelesi veren güçlerin yanında olduklarını” belirtmiş. Bravo, ama bu muğlak cümleyle kimi neyi nasıl kast etmiş bunu anlatmamış. Olguları, adıyla ifade etmemiştir. Anlata anlata, tanıklığını yaptığımız olayları tek tek taşıya taşıya bir hal olduk. Sol dünyayı bile bu ölçüde ilgilendiren Suriye olaylarını farklı kaynaklardan izlememesi, biraz da ayıp denilecek bir düşüştür. Bu kadar kelli felli örgüt imza atmış, ama Suriye’de özgürlük ve demokrasi mücadelesi veren güçleri isimleriyle çağırmamış Halk genellemesi içinde, karşı-devrim hareketini bu kapsama alarak örtülmesi mümkün olmayacak bir hata işlemiştir.
Hadi buyurun da gösterin bakalım, kim Hangi özgürlük ve demokrasiyi istiyor. “Suriye’de gerçek anlamda demokrasi, barış ve özgürlük mücadelesi veren güçler” kimmiş bunları tanımlayın. Her şeyiniz muğlak her şeyiniz elastiki ve ikiyüzlüdür. Bunu artık terk edin devrimcilik bu değildir, demokrasi ve özgürlük taraftarı olmak bu değildir.
Kendi adıma tüm yazılarımda, kanıtları ve belgeleriyle açık ve net olarak bu adımı atan gücü tanımladım. Kaypakça, ikircimlikle, muğlaklıkla tek söz söylemeden, ben ve düşünce arkadaşlarım adına taraf olduğumuzu söyleyerek bu gücün Suriye halkının ezici çoğunluğu ve Suriye yönetiminin kendisi olduğunu ifade ettim; milyonları milyonlara ekleyerek meydanlar dolduran, Beşşar Esad önderliğinde halkçı yönetimini destekleyen Suriye halkının ezici çoğunluğu, kendi ülkesinin ve bölgemizin en devrimci, en dinamik, en kapsamlı gücüdür. Bunu anlamak için Türkiye solunun gelip Suriye halkı ve yönetiminden feyiz almalıdır. Kesilmeden durmadın her gün yüz binleri sık sık milyonları meydanlara gönüllüce çekebilen bir yönetim, Halkını arkasına almış olan bu yönetim, dünya şer güçlerine meydan okuyarak, ülkesinin demokratikleşmesi için çırpınmaktadır. Bu çırpınışların önünü de Türkiye başta olmak üzere, tüm şer güçleri kuklaları silahlarıyla saldırtıp yol kesmektedir.
Bu gerçekler ortada dururken hala muğlak, hala ikiyüzlü satırlarla Suriye halkının mağduriyetini artırmaya çalışmak solculuk değildir.
Hiçbir kitlesel temsili olmayan, kanlı eylemler dışında bir etkisi bulunmayın, halka acımasız terör estiren, kamu mülkiyetini yakıp yıkan hırsızlara, ayyaşlar, lümpen sürelerine, kin ve intikamın esir ettiği karanlık akıllara hak gözüyle bakmak, bunların insanlık dışı eylemlerini, halk hareketi olarak görmek siyasi bir ahlaksızlıktır insafsız bir zülümdür.
Türkiye solu tarihini en kara en lekeli duruşlarını bu kesitte durmaktadır. Bundan hızla çıkmak gerek bundan hızla uzaklaşmak gerek. Esasında Suriye ülkemiz için de halklarımız içinde çok önemli bir mücadele örneği oluşturmaktadır. Bu gün Suriye halkı ve yönetimine verilecek destek bölgemizde uygulanmak istenen Bop süreçlerinin önünü kesecek yegane duruştur. Ülkemiz halkları bunu başardığı oranda da faşizan bir sivil diktatörlük sürecine giren Erdoğan iktidarının da sonu olacaktır.
İşte bu algılarla bir kez daha ölümsüz sloganımızı haykıralım
ORTADOĞU HALKLARI SIKLAŞYTIRIN SAFLARI
Sayın A.Devrim, Suriye üzerine sorduğum sorulara ve dostça siyasi polemik olsun diye buraya yüklediğim yazıma cevabi hiçbir şey vermemiştir, Yaptığı tek şey linkler indirip, kedisinin sıklıkta tekrar ettiği “Suriye diktatörlüğü” suçlamalarını destekleyecek bir şey sunmamıştır. Ben tekrarla yazımın okunmadığını yazımda yer alan geniş açıklamalara cevap olacak bir şey ortaya konmadığını hatırlatacağım. Suriye için yapılan açıklamalarda ise haksızca, bilgisizce ya da malum medya açıklamalarının tesiri altında açıklamaların ötesine geçilmediğini belirteceğim. Buna rağmen zahmet etmiş lik ve bir basın açıklaması koymuş bulunuyor.
Suriye halkına destek mitingi adı altında yapılmakta olan çok olumlu mitingi çalışmaları ortamında, Karşı-devrim güçlerinin, teröristlerin, elik kanlı Müslüman Kardeşler Örgütü şebekelerinin söylemlerini çağrıştıran haksız suçlamaların kabulü mümkün değildir. Sadece sallama bir söylem olarak gerekçesizce ortaya atılan bu cümlelerin siyasal etkilerinin de bir o kadar haksızca olacağı ve bölgedeki saflaşmada haksızın yanında yer almayı ifade edeceği açıktır.
Tülay Hamitoğlu’ nunu bir dizi örgüt adına yaptığı açıklamada ise hayretlere düşülecek bilgisizlik beni şaşırtmadı. Çünkü Türkiye solu bildik bileli cehaletiyle farklılığı belli bir soldur. Okumuyor, öğrenmiyor, yerinde gözlemiyor, uluslararası medyanın ortayla attığı yalan, abartma ve kurgulan çekim alanı içinde görüş üretiyor. Basın açıklamasında yer alan “Suriye’de reformların yapılması gerektiği”ni ifade eden cümleler bu eksik bilginin kaba bir biçimde ortada durmasından başka bir şey değildir.
Hemen söyleyeyim, bu kadar örgüt, yöneticisi, kadrosu militanı ve basın açıklamasını yapan sayın Tülay Hamitoğlu, Suriye’yi hiç mi izlemiyor. Komşumuz hakkında bir bilgi edinme kanalı mı yok. Bölge savaş eşiğinde sorumlu bir araştırma da mı yapılma gereği yok. İşte solun handikabı budur. Bu sitemlerimi aynıyla A.Devrim’e de iletiyorum. Nedeni de çok açık; kendi adıma 100’e yakın makale yazdım, kesilmeden tekrarla Suriye’nin halkçı yönetiminin özgürlük ve demokrasi çabalarını dev reform paketini ve içeriğini, sistem değiştiren atılımlarını anlattım belgeler verdim. Bu çevrelerin bu verilerden haberdar olmaması çok acı bir durumdur. Buyurun Reform paketini oluşturan 50 yi aşkın temel yasadan sadece en önemlilerini burada tekrar okuyun;
1. Kürtlerin vatandaşlık hakkı Cumhurbaşkanlığı kararnamesi no:49 7 Nisan 2011 - 2.Sıkıyönetimin ilgası 21 Nisan 2011 - 3.DGM kaldırıldı 21 Nisan 2011 - 4. GÖSTERİ VE YÜRÜYÜŞLERİN DÜZENLENMESİ YASASI 21 Nisan 2011 - 5. PARTİLER YASASI ( 100 nolu Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, 5 Ağustos 2011 Resmi gazetede yayınlanış tarihi) - 6. SEÇİM KANUNU 4 Ağustos 2011 (Resmi gazetede yayınlanış tarihi) - 7. MAHALLİ İDARE KANUNU ( 107 nolu Cumhurbaşkanlığı kararnamesi 24 Ağustos 31 Temmuz 2011 - 8. BASIN YAYIN YASASI ( 108 nolu C.Başkanlığı kararnamesi. 28 Ağustos 2011) - 9. Genel seçimlerin denetim ve izlenmesiyle ilgili bağımsız adli heyet kararnamesi ( 374 nolu kararname 28 Eylül 2011) - 10. Anayasa oluşturma komisyonu (33 Nolu Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, 29 kişilik heyeti Mazhar el Amberi başkanlığında. 4 ay içinde yeni anayasa oluşturulması)
Bu paket, şu tarih itibariyle, tamamı Resmi Gazete de yayınlanarak Suriye halkının kazanımları arasına katılmıştır. Ne hükümetin ne başkanın nede bir kimsenin bu kazanımları yok etmenin bir imkanı kalmamıştır. Olan ise Emperyalist ülkelerin, gerici Arap rejimlerinin ve kuklalarının Suriye halkının bu hakları kullanma yolunu kesmesi olayıdır. Ülke yaratılan yıkıcı terörle siyaset sahnesini ölüm kalım arenasına çevirmeleridir. Türkiye solu ise hala bundan haberdar değil hala cehaletle işler yapmaya devam etmektedir…
Cumhuriyetten bu güne kadar üç askeri darbeyle, ülke siyasal sahne kimyasının bozulması bir yana, bu güne kadar bir sivil anayasa bile yapılmamış olması, ırkçı seçim sitemindeki %10 barajının kaldıramamış olması, komşumuzun yaptığı reform atılımını çok daha iyi anlamamıza yararlı bir karşılaştırma olacaktır. Sol bu algıların neresindedir.
Sol uyurken, Erdoğan halkımızı aldatarak kanlı iç savaş tamtamları çalarak zulüm yaparken Suriye’nin halkçı yönetimi bölgenin en demokratik ülkesini kurmak için kolları sıvayarak kararlar almıştır. Ama dünya gericiliği hiçbir halkı düşünmediği için onun özgürlük ve demokrasi talepleriyle ilgili olmadığı için Suriye’nin direnmeci tutumunu ezmek için her türden vahşeti ve müdahaleyi yapmaya devam etmektedir. Sayın Tülay Hamitoğlu bu gerçeği yansıtan bir bildiri okumamış olması, basın açıklamasının altına imzasını atan tüm örgütlerin ayıbıdır. Türkiye solu bu ayıbı sık sık işleyerek bir yere varamayacağını da yeterince açık göstermiştir.
Sayın A.Devrim, lütfen benim adıma bu mesajı sayın Tülay Hatimoğlu’na bildirin ve ona günaydın deyin…
Sayın Tülay Hatimoğlu basın açıklamasında kulağa hoş gelen, “Suriye’de gerçek anlamda demokrasi, barış ve özgürlük mücadelesi veren güçlerin yanında olduklarını” belirtmiş. Bravo, ama bu muğlak cümleyle kimi neyi nasıl kast etmiş bunu anlatmamış. Olguları, adıyla ifade etmemiştir. Anlata anlata, tanıklığını yaptığımız olayları tek tek taşıya taşıya bir hal olduk. Sol dünyayı bile bu ölçüde ilgilendiren Suriye olaylarını farklı kaynaklardan izlememesi, biraz da ayıp denilecek bir düşüştür. Bu kadar kelli felli örgüt imza atmış, ama Suriye’de özgürlük ve demokrasi mücadelesi veren güçleri isimleriyle çağırmamış Halk genellemesi içinde, karşı-devrim hareketini bu kapsama alarak örtülmesi mümkün olmayacak bir hata işlemiştir.
Hadi buyurun da gösterin bakalım, kim Hangi özgürlük ve demokrasiyi istiyor. “Suriye’de gerçek anlamda demokrasi, barış ve özgürlük mücadelesi veren güçler” kimmiş bunları tanımlayın. Her şeyiniz muğlak her şeyiniz elastiki ve ikiyüzlüdür. Bunu artık terk edin devrimcilik bu değildir, demokrasi ve özgürlük taraftarı olmak bu değildir.
Kendi adıma tüm yazılarımda, kanıtları ve belgeleriyle açık ve net olarak bu adımı atan gücü tanımladım. Kaypakça, ikircimlikle, muğlaklıkla tek söz söylemeden, ben ve düşünce arkadaşlarım adına taraf olduğumuzu söyleyerek bu gücün Suriye halkının ezici çoğunluğu ve Suriye yönetiminin kendisi olduğunu ifade ettim; milyonları milyonlara ekleyerek meydanlar dolduran, Beşşar Esad önderliğinde halkçı yönetimini destekleyen Suriye halkının ezici çoğunluğu, kendi ülkesinin ve bölgemizin en devrimci, en dinamik, en kapsamlı gücüdür. Bunu anlamak için Türkiye solunun gelip Suriye halkı ve yönetiminden feyiz almalıdır. Kesilmeden durmadın her gün yüz binleri sık sık milyonları meydanlara gönüllüce çekebilen bir yönetim, Halkını arkasına almış olan bu yönetim, dünya şer güçlerine meydan okuyarak, ülkesinin demokratikleşmesi için çırpınmaktadır. Bu çırpınışların önünü de Türkiye başta olmak üzere, tüm şer güçleri kuklaları silahlarıyla saldırtıp yol kesmektedir.
Bu gerçekler ortada dururken hala muğlak, hala ikiyüzlü satırlarla Suriye halkının mağduriyetini artırmaya çalışmak solculuk değildir.
Hiçbir kitlesel temsili olmayan, kanlı eylemler dışında bir etkisi bulunmayın, halka acımasız terör estiren, kamu mülkiyetini yakıp yıkan hırsızlara, ayyaşlar, lümpen sürelerine, kin ve intikamın esir ettiği karanlık akıllara hak gözüyle bakmak, bunların insanlık dışı eylemlerini, halk hareketi olarak görmek siyasi bir ahlaksızlıktır insafsız bir zülümdür.
Türkiye solu tarihini en kara en lekeli duruşlarını bu kesitte durmaktadır. Bundan hızla çıkmak gerek bundan hızla uzaklaşmak gerek. Esasında Suriye ülkemiz için de halklarımız içinde çok önemli bir mücadele örneği oluşturmaktadır. Bu gün Suriye halkı ve yönetimine verilecek destek bölgemizde uygulanmak istenen Bop süreçlerinin önünü kesecek yegane duruştur. Ülkemiz halkları bunu başardığı oranda da faşizan bir sivil diktatörlük sürecine giren Erdoğan iktidarının da sonu olacaktır.
İşte bu algılarla bir kez daha ölümsüz sloganımızı haykıralım
ORTADOĞU HALKLARI SIKLAŞYTIRIN SAFLARI
11 Şubat 2012 Cumartesi
SUMRU YAĞMURDERELİ’NİN VEFATI VE BİR ANI
UĞURLAR OLSUN SANA SUMRU YAĞMURDERELİ...
Sumru Abisi Eşber Yağmurdereli'yle
Mihrac Ural – 10 Şubat 2012 / Cuma
Sumru Yağmurdereli’nin vefat haberi hepimizi derinden sarstı, üzdü (1952 - 8 Şubat 2012). Onu tanıyan herkes üzüntü içinde; örgütsel davalarımın yoldaşı Eşber Yağmurdereli’nin Kızkardeşi olması itibariyle biz Acilcilere gösterdiği ablalığı kadar onu tanıyan herkese gösterdiği insanlığıyla gerçek bir aydın ablaydı.
Sumru ablayı Barsa’da tanıdım. Mücadelenin takibatların en zorlu kesitinde. Eşber hocanın baba evinde toplantımızı yapmış, sohbetlerimizi tamamlamış yola çıkıyorduk. O zamanın yürekli insanları, ceplerinde yemek parası bile olmadan, şehir şehir örgütsel mücadeleye koştuğumuz günlerdi. Yanımda Erol Harput yoldaş vardı. Ben Ankara’ya, Erol İstanbul’a bilet parasını zor denkleştirdik. Gece olmuştu. Yağmur ve soğuk vardı. Sumru ablanın eşi içmişti . yola çıkacağız bizi Bursa garajına ulaştırmaları gerekti. Araba alacak paramız zaten yoktu. Sumru abla bir kartal gibi ayağa kalktı ve kocasına “kalk” dedi ve devam etti; “Arkadaşları bu yağmurlu gecede yalnız bırakmayacağız terminale ulaştıracağız, bende yanınızda olacağım” dedi. Terminalin önünde bizimle ve dalaşıp ayrıldı; giderken hala kulaklarımı çınlatan şu sözleri vardı “gecenin bu saatinde yola çıkmasınız daha iyi olur, gelin bizde kalın” teşekkür ettim. Bir daha döndü ve şunları söyledi ”bir sıkıntıya düşerseniz yanımıza dönün” bir daha teşekkür ettim. İşte insanlık buydu, insan olmanın derin anlam ve anısı buydu. Sumru abla, herkesle aynı düzlemde ve içerikte ilişki kurun bir aydındı. O gece yola çıkarken cebimizdeki tek sandaviç parasıyla karnımızı doyurmaya çalıştık; sandavici ikiye bölüp yola çıktık.
O gün bu anımın izleriyle, ülkeme dair yüreğimde taşıdığım özlem ve hasretle, bu güzel insanları kaybetmenin hüznünü taşırım. Bende bir ablamı kaybetmiş oldum. Güzel insanlar birer birer göçüp gidiyordu, onların yakınında olanlar tek tek kaybediyorlar bense bu güzel insanları ülkeme döndüğümde topluca kaybetmiş olacağım.
Bu duygularla Eşber hocayı taziye için telefonla aradım. Acılarına ortak olduğunu, Sumru ablayla olan ve kendisinin de bildiği bu anımı aktardım. Ona da siyasetin bittiği yerde bile insanlık ilişkisi, onur ve erdemlerinin durduğunu, gerideki insanlık algılarımızla bir dünden bu güne aynı çatı altında olduğumuzu ifade ettim “ Eşber hoca, ayrıca varlığınla kadim yoldaşlarımızın bir araya gelmesine oluşturduğun duruşu olumlu buluyor, destekliyor tebrik ediyorum “dedim, teşekkürlerini duygu ortaklığını ifade etti.
Sumru Abisi Eşber Yağmurdereli'yle
Mihrac Ural – 10 Şubat 2012 / Cuma
Sumru Yağmurdereli’nin vefat haberi hepimizi derinden sarstı, üzdü (1952 - 8 Şubat 2012). Onu tanıyan herkes üzüntü içinde; örgütsel davalarımın yoldaşı Eşber Yağmurdereli’nin Kızkardeşi olması itibariyle biz Acilcilere gösterdiği ablalığı kadar onu tanıyan herkese gösterdiği insanlığıyla gerçek bir aydın ablaydı.
Sumru ablayı Barsa’da tanıdım. Mücadelenin takibatların en zorlu kesitinde. Eşber hocanın baba evinde toplantımızı yapmış, sohbetlerimizi tamamlamış yola çıkıyorduk. O zamanın yürekli insanları, ceplerinde yemek parası bile olmadan, şehir şehir örgütsel mücadeleye koştuğumuz günlerdi. Yanımda Erol Harput yoldaş vardı. Ben Ankara’ya, Erol İstanbul’a bilet parasını zor denkleştirdik. Gece olmuştu. Yağmur ve soğuk vardı. Sumru ablanın eşi içmişti . yola çıkacağız bizi Bursa garajına ulaştırmaları gerekti. Araba alacak paramız zaten yoktu. Sumru abla bir kartal gibi ayağa kalktı ve kocasına “kalk” dedi ve devam etti; “Arkadaşları bu yağmurlu gecede yalnız bırakmayacağız terminale ulaştıracağız, bende yanınızda olacağım” dedi. Terminalin önünde bizimle ve dalaşıp ayrıldı; giderken hala kulaklarımı çınlatan şu sözleri vardı “gecenin bu saatinde yola çıkmasınız daha iyi olur, gelin bizde kalın” teşekkür ettim. Bir daha döndü ve şunları söyledi ”bir sıkıntıya düşerseniz yanımıza dönün” bir daha teşekkür ettim. İşte insanlık buydu, insan olmanın derin anlam ve anısı buydu. Sumru abla, herkesle aynı düzlemde ve içerikte ilişki kurun bir aydındı. O gece yola çıkarken cebimizdeki tek sandaviç parasıyla karnımızı doyurmaya çalıştık; sandavici ikiye bölüp yola çıktık.
O gün bu anımın izleriyle, ülkeme dair yüreğimde taşıdığım özlem ve hasretle, bu güzel insanları kaybetmenin hüznünü taşırım. Bende bir ablamı kaybetmiş oldum. Güzel insanlar birer birer göçüp gidiyordu, onların yakınında olanlar tek tek kaybediyorlar bense bu güzel insanları ülkeme döndüğümde topluca kaybetmiş olacağım.
Bu duygularla Eşber hocayı taziye için telefonla aradım. Acılarına ortak olduğunu, Sumru ablayla olan ve kendisinin de bildiği bu anımı aktardım. Ona da siyasetin bittiği yerde bile insanlık ilişkisi, onur ve erdemlerinin durduğunu, gerideki insanlık algılarımızla bir dünden bu güne aynı çatı altında olduğumuzu ifade ettim “ Eşber hoca, ayrıca varlığınla kadim yoldaşlarımızın bir araya gelmesine oluşturduğun duruşu olumlu buluyor, destekliyor tebrik ediyorum “dedim, teşekkürlerini duygu ortaklığını ifade etti.
MÜRVVET ÇİLER’Nİ BABASI NECATİ İÇEN’İN VAFATI ÜZERİNE
Mihrac Ural – 10 / Şubat 20102 / Cuma
Başın sağ olsun Mürüvvet, başın sağ olsun yiğit yoldaşım Fuat Çiler. Acınız acım kederiniz kederim, hepimizin başı sağ olsun. Baban babamız acın acımızdın. Necati İçen amcanın ruhu şad olsun (1/1/1927 - 9 Şubat 2012)
Telefonu çaldırdım, başın sağ olsun yiğit kardeşim Mürüvvet dedim ki, Mürüvvetin içimi parçalayın, 6 ay önce yitirdiğim babamın acısını hatırlatan sesiyle “dev çınarım öldü” diyordu, kesilmeden devam etti “O benim dev çınarım içerdeyken de dışarıdayken de beni gölgesinde koruyandı”.
Anlamlı sözler birden irkildim. Mürüvvet’i hiç bir zaman öyle görmedim. 35 yıldır tanırım, onu tanıdım tanıyalı böyle görmemiştim. Mürüvvet, aramızdaki en güçlü yoldaştı, en dik duran, en sesiz, en sitemsiz ve kararlı olandı. Babası Necati İçen’in vefatı bu güçlü kadını sarsmıştı. Titrek sesiyle aynı kaderde nasıl buluştuğumuzu dile getiriyordu. Evet bizim Kuşağın kaderi buydu. Bu güzel insanlara doymadan göçüp gidiyorlardı. Hepimizin isyanı vardı bu gidişe, ama kaderin denilen lanetin rolü de böyleydi.
Buradan tüm yoldaşlar adına İçen Ailesine sabır diliyor taziyelerimi iletiyorum.
Başın sağ olsun Mürüvvet, başın sağ olsun yiğit yoldaşım Fuat Çiler. Acınız acım kederiniz kederim, hepimizin başı sağ olsun. Baban babamız acın acımızdın. Necati İçen amcanın ruhu şad olsun (1/1/1927 - 9 Şubat 2012)
Telefonu çaldırdım, başın sağ olsun yiğit kardeşim Mürüvvet dedim ki, Mürüvvetin içimi parçalayın, 6 ay önce yitirdiğim babamın acısını hatırlatan sesiyle “dev çınarım öldü” diyordu, kesilmeden devam etti “O benim dev çınarım içerdeyken de dışarıdayken de beni gölgesinde koruyandı”.
Anlamlı sözler birden irkildim. Mürüvvet’i hiç bir zaman öyle görmedim. 35 yıldır tanırım, onu tanıdım tanıyalı böyle görmemiştim. Mürüvvet, aramızdaki en güçlü yoldaştı, en dik duran, en sesiz, en sitemsiz ve kararlı olandı. Babası Necati İçen’in vefatı bu güçlü kadını sarsmıştı. Titrek sesiyle aynı kaderde nasıl buluştuğumuzu dile getiriyordu. Evet bizim Kuşağın kaderi buydu. Bu güzel insanlara doymadan göçüp gidiyorlardı. Hepimizin isyanı vardı bu gidişe, ama kaderin denilen lanetin rolü de böyleydi.
Buradan tüm yoldaşlar adına İçen Ailesine sabır diliyor taziyelerimi iletiyorum.
HALEP ve "YA EYYEHUL KAFİRAN"
Mihrac Ural -10 Şubat 2012 / Cuma
Bu gün Halep şehri kan ağlıyor ben de onunla ağlıyorum. Halep kenti bu gün sabah vakti, haksız ve hakir akılların, emperyalist kuklası tetikçilerin intihar saldırısıyla sarsıldı. Vahşet çağlarının insanlık evrimini tamamlamamış barbarları, Halep’te kana boyadı; ilk belirlemeler 50 ölü 175 yaralı. Bu şehir doğruları arkasında dik durmanın bedelini, zalimce katledilerek ödemekle yüz yüze geldi.
Halep, 7000 yıllık ülkesi tarihin kimliklere dokulu Suriye’nin tipik ifadesidir. Bu şehrin tarihi binlerce yıl gerilere dayanır, medeniyet kuran bir şehirdir. Hittilerin gözde şehridir, Asurlular, Büyük İskender, Roma, Fars, Arap (637), Hamadani’ler dönemiyle birlikte, o günkü dünyanın ticaret merkezi, dokuma tezgahlarının harıl harıl ninniler söyleyerek çalıştığı şehirdir. Roma hamamları, Halep fıstığı, hanları ve çarşılarıyla bu şehir bu coğrafyanın her köşesine insan ortak akıl üretimi sonuçları taşıyandır. Bu şehrin taş mimarisin şarkın en büyük e en anlamlı mesajı olarak durmaktadır. Bu şehirde tüm inançlar, tüm mezhepler, tün etnik dokular kardeşçe barış içinde bir arada yaşıyor. Barbarların hedefi de tas tamam budur.
İslam’ı vahşet dini olarak lanse eden bu kafirlere söylenecek tek söz, aynı nedenlerle söylemiş Kuran’daki Kafirun süresi yerli yerine oturur. “De ki: Ey kafirler. Taptığınıza tapmıyorum. Siz de benim taptığıma tapmazsınız. Ben de sizin taptığınıza tapmam. Siz de benim taptığıma tapmazsınız. Sizin dininiz size, benim dinim de banadır ( El Kafirûn. Meali bana ait. M.U)
Bu kafirlerin yaptıkları için diyeceğim, bu dini ayaklar altına alan, insanı Allaha isyan ettiren, çılgınlıkların karanlık dehlizlerinde tetikçilik yapan, zıvanadan çıkmış kafirler sizinle tarihsel bir hesaplaşmamız var. Bu coğrafyanın tüm uygar kentleri, karanlık akıllarınıza karşı direniş bayrağını, Halep’e yaptığınız tecavüze karşı daha da yükseklere taşıyacak.
Barbarlar bugün, bu tarihi şehrin ortaya koyduğu siyasal duruşa karşı saldırıya geçtiler. Uzun zamandır Halep halkına yönelik ağır suçlamalar yaparak kışkırtanlar, Halep’in sarsılmaz bir iradeyle halkçı yönetiminin arkasında durması, reformları desteklemesi ve bu kazanımlarını ikame etme çabası dünya şer güçlerini de rahatsız etti. Hemen hemen her gün, milyonları milyonlara katarak meydanları doldurup komplolara, teröre lanet savuran Halep bu gün kan ağlıyor. Onu hedef alan karanlık akıllar tetikçi şebekeler, insanlık dışı eylemleriyle Halep’i acımasızca kalleşçe ve korkakça yaraladılar. Halep ağır yaralı ama onurlu ve gururlu. Aldığı siyasi tutumun haklılığında gösteren bu saldırılar ona güç veriyor acının yarattığı reflekstir bu, doğal olan, sağlıklı olan her vücudun refleksidir bu. Toplumların refleksi de doğanın refleksi gibidir, işte Halep budur, direnme de tas tamam budur.
Halep kan ağlıyor ben de onunla ağlıyorum. İki anavatanımdan biri Suriye’de her gün kan ağlıyor..Bu kanlı olaylarda doğrudan doğruya Türkiye’nin parmağı bulunuyor. Erdoğan yönetimi başından itibaren istisnasız tüm kanlı olayların baş aktörüydü. Artık çuvala sığmayan mızrak yakalanan 36 MİT subayıyla da ortaya çıkmıştır ki, sayı bunun çok ötesindedir; gerçek rakam 49 subaydır, Türkiye, diğer 11 MİT ajanını, kaçakçı diye lanse etmeye çalışıyor.
Suriye’deki kan deryasının birinci sorumlusu faşizan bir sivili diktatörlük kuran Erdoğan yönetimidir; halkalara, aydınlara, yazarlara, siyasi muhaliflere işkence, zindan, sürgün baskılarıyla kan ağlatan, Erdoğan yönetimi komşumuz Suriye’nin bir iç savaş içinde kan gölüne dönmesi için bir tetikçi olarak, BOP eş başkanı olarak çılgın girişimlerine devam ediyor. Eli kanlı Müslüman Kardeşler Örgütü şebekesinin tüm kanlı eylemlerinde Türkiye’nin parmağı artık yeterince açıktır.
Halep uzun zamandır hedefteydi. Kışkırtmalarla oda kanlı isyanlara ve tahriplere katılır diye beklediler: Ümitlerini kestikleri yerde de ona saldırdılar. BM Genel konseyinde, Rusya ve Çin’in Vetosuyla aldıkları ağır hezimet dünya şer güçlerini bunalıma soktu. Körfez ülkeleri gibi tarihsiz ülkeler emperyalist çıkarların kuklaları olarak elçiliklerini çektiler. Avrupa ülkeleri de buna katıldı. Ama bütün bunlar arkasında halkın iradesi duran bir yönetimi sarsamadı.
Her defasında iflasla sonuçlanan kanlı saldırılar, böylece bir kez daha sahneye kondu. Askeri müdahale yapamayanlar, Türkiye’nin desteğiyle öbek öbek eli kanlı şebekeleri Suriye’ye göndermeye devam ettiler. Aklın, vicdanın almayacağı eylemler böylece Suriye’ye kan ağlatmaya başladı. Halep’te patlayan bombalar masum insanları bu akılsızlığın girişimi katletti. Bu menfur girişim, bu bölgenin kaderini esir almak, kan sızıntıyla lime lime yok etmek için sahneleniyor. Ancak bu bölgenin onurlu insanları, bu kavganın varacağı yere kadar gitme kararlılığıyla, yürekleri pimi çekilmiş bir bomba gibi bekliyor.
Cemal Abdül-Nasır, Mısır-Suriye birliği kurulduğunda, bu ülke için “Arapların canlı yüreği Suriye’dir” demiş. Dillere destan olan bu cümle, Suriye’nin tarihsel direnme çizgisini anlatır. Bu cümleyi Suriye de Halep için söyler. Halep, bölge tarihinin en aydınlık şehri aklın her türden hurafeyi süzgeçten geçirdiği bir kent. Hamadaniler devletinin başkenti (944-1260), Hasibi orada yerleşmiş (950’ler), en gözde öğrencisi Muhammed bin Ali el Cilli bu kenti merkez almıştır. Taş mimarisi insanlık tarihinin şehirleşme estetiğine ilham olan bir şehirdir. Suriye’nin inanç karakterini veren bu şehir, İslam algısının daha bir insanı boyut aldığı yerdir. Bu şehirde müzik ise bir başkadır. Bu kentin Müzik algısını anlamak için yaşanmış bir olayı burada aktarmak oldukça anlamlı bir mesaj olacaktır. Bunu da anadilimin sesi olan, her düzlemdeki müthiş yetileriyle bu mücadelenin yıldızı olacak insanlar için aktarmayı uygun görüyorum.
Arap aleminin en ünlü musikarı Mısırla Muhammed Abdull Vahab Halep kentinde konser vermeye gelmiştir. Organizatör, Abdulvahab’ı bir otelin lobisinde 7-8 kişinin önüne çıkarır. “Buyur söyle” der. Adulvahap şaşkınlığa düşer. O, ünü yere göğe sığmaz bir müzisyendir. “bu ne demek oluyor, ben mi 7-8 kişi önde nasıl söyleyeceğim? “ diye dehşetini ifade eder. Organizatör hafif bir sesle “sen söyle” der. Abdülvahhab, anlaşma gereği söylemeye başlar. İki parça sonrası lobide dinleyici olanlar ayağa kalkar. “onay verilmiştir” derler. Vahhab hayretler içinde “bu ne demek oluyor ?” diye sorar. Organizatörde şunu söyler; “Burası Halep, arşında burada, bu heyet sesini yeterli bir kalitede bulmaza şehrinin insanlarını asla kötü bir sesi dinletmez. Kara bu 7-8 kişiden çıkar” der. Ertesi gün yüz bini aşkın kişi Muhammed Abdülvahab’ı dinliyordu. Halep işte böylesine yoğun, böylesine ince, böylesine derin içerikte sanat algısı olan bir şehridir. Bu nedenle de Muveşşahat Endelusiyyanın piri Sabah Fahri burada yetişmiştir; “Hamratul hub” parçasını dinleyip de aşkını katmerlemeyen bir insan oğlu olamaz. Helep böylesine bir insanlık üretim şehridir. Bu satırların yazarı, bu acı günde bu satırları yazarken iletmek istediği mesaj uygarlık gücenen güç uygarlıklarını er yada geç hezimete uğratacağı mesajını vermek istemiştir.
SONUÇ:
Kimse umutsuz olmasın, Suriye direnmesine devam edecektir: Helep’te, Şam’da Lazkiye ve tartusDe tüm şehirler bu karanlık akıllara karşı direnecektir: bu direnişe Türkiye halkları da omuz verecektir. Bilmeyenlere bir kez daha şunu hatırlatacağım. Suriye olaylarını baştan bir takıp edip yorumlayan biri olarak tüm araştırmacıların da ortak kanısı olan “Şam ve Halep şehirleri kararlarını doğru verir ve verdikleri karar zafer kazanır”. Bu gerçek tarihin her kesitinde olduğu gibi bu günde geçerlidir.
Bu gün Halep şehri kan ağlıyor ben de onunla ağlıyorum. Halep kenti bu gün sabah vakti, haksız ve hakir akılların, emperyalist kuklası tetikçilerin intihar saldırısıyla sarsıldı. Vahşet çağlarının insanlık evrimini tamamlamamış barbarları, Halep’te kana boyadı; ilk belirlemeler 50 ölü 175 yaralı. Bu şehir doğruları arkasında dik durmanın bedelini, zalimce katledilerek ödemekle yüz yüze geldi.
Halep, 7000 yıllık ülkesi tarihin kimliklere dokulu Suriye’nin tipik ifadesidir. Bu şehrin tarihi binlerce yıl gerilere dayanır, medeniyet kuran bir şehirdir. Hittilerin gözde şehridir, Asurlular, Büyük İskender, Roma, Fars, Arap (637), Hamadani’ler dönemiyle birlikte, o günkü dünyanın ticaret merkezi, dokuma tezgahlarının harıl harıl ninniler söyleyerek çalıştığı şehirdir. Roma hamamları, Halep fıstığı, hanları ve çarşılarıyla bu şehir bu coğrafyanın her köşesine insan ortak akıl üretimi sonuçları taşıyandır. Bu şehrin taş mimarisin şarkın en büyük e en anlamlı mesajı olarak durmaktadır. Bu şehirde tüm inançlar, tüm mezhepler, tün etnik dokular kardeşçe barış içinde bir arada yaşıyor. Barbarların hedefi de tas tamam budur.
İslam’ı vahşet dini olarak lanse eden bu kafirlere söylenecek tek söz, aynı nedenlerle söylemiş Kuran’daki Kafirun süresi yerli yerine oturur. “De ki: Ey kafirler. Taptığınıza tapmıyorum. Siz de benim taptığıma tapmazsınız. Ben de sizin taptığınıza tapmam. Siz de benim taptığıma tapmazsınız. Sizin dininiz size, benim dinim de banadır ( El Kafirûn. Meali bana ait. M.U)
Bu kafirlerin yaptıkları için diyeceğim, bu dini ayaklar altına alan, insanı Allaha isyan ettiren, çılgınlıkların karanlık dehlizlerinde tetikçilik yapan, zıvanadan çıkmış kafirler sizinle tarihsel bir hesaplaşmamız var. Bu coğrafyanın tüm uygar kentleri, karanlık akıllarınıza karşı direniş bayrağını, Halep’e yaptığınız tecavüze karşı daha da yükseklere taşıyacak.
Barbarlar bugün, bu tarihi şehrin ortaya koyduğu siyasal duruşa karşı saldırıya geçtiler. Uzun zamandır Halep halkına yönelik ağır suçlamalar yaparak kışkırtanlar, Halep’in sarsılmaz bir iradeyle halkçı yönetiminin arkasında durması, reformları desteklemesi ve bu kazanımlarını ikame etme çabası dünya şer güçlerini de rahatsız etti. Hemen hemen her gün, milyonları milyonlara katarak meydanları doldurup komplolara, teröre lanet savuran Halep bu gün kan ağlıyor. Onu hedef alan karanlık akıllar tetikçi şebekeler, insanlık dışı eylemleriyle Halep’i acımasızca kalleşçe ve korkakça yaraladılar. Halep ağır yaralı ama onurlu ve gururlu. Aldığı siyasi tutumun haklılığında gösteren bu saldırılar ona güç veriyor acının yarattığı reflekstir bu, doğal olan, sağlıklı olan her vücudun refleksidir bu. Toplumların refleksi de doğanın refleksi gibidir, işte Halep budur, direnme de tas tamam budur.
Halep kan ağlıyor ben de onunla ağlıyorum. İki anavatanımdan biri Suriye’de her gün kan ağlıyor..Bu kanlı olaylarda doğrudan doğruya Türkiye’nin parmağı bulunuyor. Erdoğan yönetimi başından itibaren istisnasız tüm kanlı olayların baş aktörüydü. Artık çuvala sığmayan mızrak yakalanan 36 MİT subayıyla da ortaya çıkmıştır ki, sayı bunun çok ötesindedir; gerçek rakam 49 subaydır, Türkiye, diğer 11 MİT ajanını, kaçakçı diye lanse etmeye çalışıyor.
Suriye’deki kan deryasının birinci sorumlusu faşizan bir sivili diktatörlük kuran Erdoğan yönetimidir; halkalara, aydınlara, yazarlara, siyasi muhaliflere işkence, zindan, sürgün baskılarıyla kan ağlatan, Erdoğan yönetimi komşumuz Suriye’nin bir iç savaş içinde kan gölüne dönmesi için bir tetikçi olarak, BOP eş başkanı olarak çılgın girişimlerine devam ediyor. Eli kanlı Müslüman Kardeşler Örgütü şebekesinin tüm kanlı eylemlerinde Türkiye’nin parmağı artık yeterince açıktır.
Halep uzun zamandır hedefteydi. Kışkırtmalarla oda kanlı isyanlara ve tahriplere katılır diye beklediler: Ümitlerini kestikleri yerde de ona saldırdılar. BM Genel konseyinde, Rusya ve Çin’in Vetosuyla aldıkları ağır hezimet dünya şer güçlerini bunalıma soktu. Körfez ülkeleri gibi tarihsiz ülkeler emperyalist çıkarların kuklaları olarak elçiliklerini çektiler. Avrupa ülkeleri de buna katıldı. Ama bütün bunlar arkasında halkın iradesi duran bir yönetimi sarsamadı.
Her defasında iflasla sonuçlanan kanlı saldırılar, böylece bir kez daha sahneye kondu. Askeri müdahale yapamayanlar, Türkiye’nin desteğiyle öbek öbek eli kanlı şebekeleri Suriye’ye göndermeye devam ettiler. Aklın, vicdanın almayacağı eylemler böylece Suriye’ye kan ağlatmaya başladı. Halep’te patlayan bombalar masum insanları bu akılsızlığın girişimi katletti. Bu menfur girişim, bu bölgenin kaderini esir almak, kan sızıntıyla lime lime yok etmek için sahneleniyor. Ancak bu bölgenin onurlu insanları, bu kavganın varacağı yere kadar gitme kararlılığıyla, yürekleri pimi çekilmiş bir bomba gibi bekliyor.
Cemal Abdül-Nasır, Mısır-Suriye birliği kurulduğunda, bu ülke için “Arapların canlı yüreği Suriye’dir” demiş. Dillere destan olan bu cümle, Suriye’nin tarihsel direnme çizgisini anlatır. Bu cümleyi Suriye de Halep için söyler. Halep, bölge tarihinin en aydınlık şehri aklın her türden hurafeyi süzgeçten geçirdiği bir kent. Hamadaniler devletinin başkenti (944-1260), Hasibi orada yerleşmiş (950’ler), en gözde öğrencisi Muhammed bin Ali el Cilli bu kenti merkez almıştır. Taş mimarisi insanlık tarihinin şehirleşme estetiğine ilham olan bir şehirdir. Suriye’nin inanç karakterini veren bu şehir, İslam algısının daha bir insanı boyut aldığı yerdir. Bu şehirde müzik ise bir başkadır. Bu kentin Müzik algısını anlamak için yaşanmış bir olayı burada aktarmak oldukça anlamlı bir mesaj olacaktır. Bunu da anadilimin sesi olan, her düzlemdeki müthiş yetileriyle bu mücadelenin yıldızı olacak insanlar için aktarmayı uygun görüyorum.
Arap aleminin en ünlü musikarı Mısırla Muhammed Abdull Vahab Halep kentinde konser vermeye gelmiştir. Organizatör, Abdulvahab’ı bir otelin lobisinde 7-8 kişinin önüne çıkarır. “Buyur söyle” der. Adulvahap şaşkınlığa düşer. O, ünü yere göğe sığmaz bir müzisyendir. “bu ne demek oluyor, ben mi 7-8 kişi önde nasıl söyleyeceğim? “ diye dehşetini ifade eder. Organizatör hafif bir sesle “sen söyle” der. Abdülvahhab, anlaşma gereği söylemeye başlar. İki parça sonrası lobide dinleyici olanlar ayağa kalkar. “onay verilmiştir” derler. Vahhab hayretler içinde “bu ne demek oluyor ?” diye sorar. Organizatörde şunu söyler; “Burası Halep, arşında burada, bu heyet sesini yeterli bir kalitede bulmaza şehrinin insanlarını asla kötü bir sesi dinletmez. Kara bu 7-8 kişiden çıkar” der. Ertesi gün yüz bini aşkın kişi Muhammed Abdülvahab’ı dinliyordu. Halep işte böylesine yoğun, böylesine ince, böylesine derin içerikte sanat algısı olan bir şehridir. Bu nedenle de Muveşşahat Endelusiyyanın piri Sabah Fahri burada yetişmiştir; “Hamratul hub” parçasını dinleyip de aşkını katmerlemeyen bir insan oğlu olamaz. Helep böylesine bir insanlık üretim şehridir. Bu satırların yazarı, bu acı günde bu satırları yazarken iletmek istediği mesaj uygarlık gücenen güç uygarlıklarını er yada geç hezimete uğratacağı mesajını vermek istemiştir.
SONUÇ:
Kimse umutsuz olmasın, Suriye direnmesine devam edecektir: Helep’te, Şam’da Lazkiye ve tartusDe tüm şehirler bu karanlık akıllara karşı direnecektir: bu direnişe Türkiye halkları da omuz verecektir. Bilmeyenlere bir kez daha şunu hatırlatacağım. Suriye olaylarını baştan bir takıp edip yorumlayan biri olarak tüm araştırmacıların da ortak kanısı olan “Şam ve Halep şehirleri kararlarını doğru verir ve verdikleri karar zafer kazanır”. Bu gerçek tarihin her kesitinde olduğu gibi bu günde geçerlidir.
254 .DOSYA MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN’IN YALAN DERYASI
İŞTE 1. KONGRE MK ve MK YEDEK ÜYE SEÇİM TUTANAKLARI
Mihrac Ural -10 Şubat 2012 / Cuma
Okurlarım, polis organizesi MİT ajanı İbrahim Yalçın ve İtirafçı Engin Erkiner’in bitip tükenmez yalanlarını, demagojilerini, kin ve intikam yazılarını artık muhatap almama gerektiğini ısrarla belirtiyorlar. Bu ahlaksızların herkesçe bilindiklerini, artık esamileri sadece MİT’in ucuz paralı elamanları olarak anıldığını söylüyor ve bunlara cevap vermenin vakit kaybı olduğunu söylüyorlar.
Bunu dikkate alacamı bildiririm.
Bu dosyada, utanmazlıkta yüzü ayakkabı köselesi olan MİT ajanı İbrahim Yalçın, bir kez daha belgeler ortaya konmasına rağmen yalanı fütursuzca yapması, zıvanadan çıkmış bir MİT ajanının boğazına kadar batmışken Ben Hür taktiğiyle “bana ve düşmanıma” diyerek intihar yalanlarını sürdürmesine dikkat çekeceğim.
Bu kili polis şebekesini uzun zamandır kıpırdayamaz hale getirdim. Dünden bu güne sadece belge ve kanıtlarla, ellerini kollarını tıkalı oldukları Fare kapanında ebedi yaşama mahkum ettim. El yazılı itirafları ortada dururken bu kadar hayasız olmanın, yalanlara devam etmenin bir görev olduğunu söylemeyen kimse kalmadı. Bunlar, MİT’in emir kulları 4 yıl değil 40 yıl bu yalanları, karalama abartma ve uydurmaları Özel harp dairesi adına tekrar etmeye mahkumdurlar.
Malumunuz bir süre önce, MİT Ajanı İbrahim Yalçın, 1. Kongre delegelerinin göğüslerine “Delege Tanıtım Kartı” taşıyıp taşınmadıkları konusunda yalan söyledi. Bu yalancının suratına fotoğraflı belgele sert bir tokat vurdum. İt gibi sustu. Bu ahlaksızın kendi göğsünde “Delege Tanıtım Kartı” lı fotoğrafı bile var. Midemi bulandıran bu itin Kongre görüntülü fotoğrafını yayınlamayı içime sindiremedim. Bunun için bir belge fotoğrafla yetindim.
Hayatı yalanlarla örülmüş bu MİT ajanı, kalkıp bir kez daha Merkez Komite üyelerinin seçimi üzerine yalan söyledi. 7 MK üyeliğine Kongrede sadece 7 aday gösterildiği ve seçimlerin öyle olduğunu iddia etti. Bu ahlaksıza belgelerle 12 aday adayının ortaya çıktığı yapılan kapalı oy açık sayımla MK üyelerinin seçildiğini gösterdim. 1.Kongre Divan üyeleri tutanağını ortaya koydum. Kepaze durumuna düştü. Adamın amaca Kongreyi küçük düşürmek, karalamak bu büyük siyası adıma yok saymaya çalışmak; Nedeni de çok basit, örgütümüzün 1. Kongresinin oy birliğiyle yaptığı tercihler, onları ebede kadar cehennemin dibine yollamıştı.
Ancak, MİT ajanı hayasızdı, kendi el yazısıyla MİT’ten para alarak örgütü ispiyonladığını söylemesine, hayatında siyasi kaygı taşımadığı için bir tek siyasi yazısı olmamasına rağmen, durmadan ürettiği yalanlarla devrimci hareketlere zarar vermekle görevlendirilmiştir. Böyle bir şerefsizin yüzüne tükürseniz de kar etmez.
MK üyelerini seçimiyle ilgili belgeyi yayınladığımda (Bkz. 252. Dosya) şu notu ekledim; “Bu belgede bilinmesi gereken sadece MK için kaç kişinin aday olduğudur, bunun için isimler ve sayılar karalanmıştır. MİT işine devam ederken hiçbir tiyo verilmeyecektir.”
MİT ajanı bu notu da görmemiş ya da itirafçı orağıyla her zaman yaptıkları gibi demagojiyle bu nota atlamayı uygun görmüş ve bir kez daha yine utanmadan, yalan makinesini çalıştırmış. Kongre delege sayısı, Kongre Merkez Komitesi aday adayı sayısı ve onaylanmış aday sayısı, MK Yeden Üye aday adayı ve seçilmiş aday sayılarını karıştırıp keyfince kendi karanlık amaçlarının karalamalarına uydurmaya çalışmış. MİT ajanı İbrahim yalçın bakın ne diyor;
“1. Kongre’de, MK’sine ‘’14 aday gösterildiğini ve bunlar içerisinde en çok oy alan 7 kişinin seçildiğini’’ iddia ediyormuş. Yalan söylüyor. Yok böyle birşey. Kongreye katılan tüm yoldaşlar bu yalana tanıktır. Kongre’ye katılan 42 kişi’den hiç kimse bu sahtekarın iddiasını dogrulamaz.
Daha önce yazdıgım gibi, 8 MK yedek Üyesi ve 7 tane de MK asil üyesi olmak üzere 15 kişilik MK ve MK yedek üyesinin seçildiği 1. Kongre’de, ne MK ve nede MK yedek üyeleri için başkaca bir aday gösterilmemiştir. Gösterildiği kadar yedek, yine gösterildiği kadar da Asil üye seçilmiştir. MK’sine seçilen asil üyelerden birisi cezaevinde (Haydar Yılmaz) diğeri de Türkiye’de ki bayan arkadaştır. Adı geçen bayan arkadaş, seçilmiş olmasına ragmen hiç bir gün örgütsel faaliyet içersinde olmamıştır.“ (MİT ajanı İbrahim Yalçının itirafçı sitesindeki “Beş Belge ve Acilciler” yazısı)
(Okurun dikkatine; bu polis organizeleri eleştirecekleri alıntılarımı bile olduğu gibi almaz, aldıkları yeri göstermezler. Çünkü her şeyleri gibi bu alıntılarda yalan ve uydurmadır. Oya bu kirli adamlardan yaptığım alıntıların tümü net aktarımdır. Buda bir Acilcinin yazım ahlakıyla bir İtirafçı ve ajanın yazım ahlakı arasındaki farktır.)
Bu şerefsiz MİT ajanının bu alıntıda dile getirdiklerini, alt alta sıralarsak şunu görürüz.
MİT ajanı diyor ki,
1. Diyor ki, “Kongre 42 delege” varmış ?!
2. Diyor ki, “Kongre’de, MK’sine ‘’14 aday gösterildiğini ve bunlar içerisinde en çok oy alan 7 kişinin seçildiğini’’ iddia ediyormuş.”um
3. Diyor ki, “Daha önce yazdıgım gibi, 8 MK yedek Üyesi ve 7 tane de MK asil üyesi olmak üzere 15 kişilik MK ve MK yedek üyesinin seçildiği 1. Kongre’de, ne MK ve nede MK yedek üyeleri için başkaca bir aday gösterilmemiştir.”
4. Diyor ki, “MK’sine seçilen asil üyelerden birisi cezaevinde (Haydar Yılmaz) diğeri de Türkiye’de ki bayan arkadaştır.”
İddiaları bu. Bunun için gösterdiği bir belge var mı? Yok. Her zamanki gibi sallama yalan kurgu yine devrede. Bir paragrafta bu kadar yalanı bir araya getirmek için ya aptal olmak gerek ya da MİT ajanı.
Bu kirli insanların, tüm acilcilerin örgütüne, kongresine bu kadar karalama yapmaları her zaman belgelerle yere serdiğim gibi bunu da öyle yere serip, ayaklarım altına alarak posasını çıkarıp çöpe atacağım.
Belgelere bir kez daha bakın. Büyütüp inceleyin. Tek tek sayın. Şunları göreceksiniz.
CEVAP
1. “Kongremizde 42 delege olduğu” sallama bir bilgidir. MİT ajanı bu bilgiyi, karalayarak örttüğüm seçim oy sayısına bakarak üretmiş. Adam aptal ya, bilinçli yaptığım ve okura bir notla bunu hatırlattığımın farkına varmamış. Görüntüdeki ( + ) işaretlerini sayıp, buradan kongre delege sayısını uydurmuş. Bir kez daha MİT ajanının başarıyla atlattığımızı tespit ediyorum.
THKP-C Acilciler 1 Kongresi delege sayası 42 değildir. Kongre delegeleri oy kullanma hakkına sahip olan ve olmayanlarla birlikte bu sayıdan çok fazlaydı. Kongrede oy kullanma hakkına sahip olanların sayısı ise 32’dir. Bre hayasız MİT ajanı köpek, ne zamana kadar belgelere karşı yalan üretmeye devam edeceksin…
2. Benden aktarma yapmışmış, alıntı yeri yok, kaynak yok. Yalan olduğunu 252. Dosyaya bakan herkes anlar, MK için 12 aday adayı çıktığını yazdığımı bilir. 14 nereden çıktı (sanırım MİT’e öyle bir bilgi geçmiş aklında da o kalmış)
3. MK ve MK Yedek Üyesi için toplam olarak 28 aday adayı ortaya çıktı. Aday adayları önermeyle değil, tek tek başvuruyla ya da hak devriyle yapıldı. Bunlar arasından 11 MK üyesi 10 da MK Yedek üyesi seçildi. Belge işte burada duruyor. Suratsız yalancı, MİT ajanı hala konuşuyor. Tıpkı MİT’ten para alıp örgütü ispiyonlamak için gelişinin utancını hissetmeden konuşmaya devam ediyor.
4. MK’ya seçilenler arasında ceza evinde ve yurt içinde olanlar sadece iki kişi (Haydar ve bayan yoldaş) değildi. MK üyeliğine seçilip ülkede ve ya zindanda olanlar ise şunlardı (Fatma Güneş, HY, HYK, EY, MM, AS). MK Yedek Üyeleri arasında Avrupa’da, ülkede ya da zindanda olanlar ( İ E, FY, İD, NB). Gerçekler budur, ötesi ise yalan ve uydurmadır. Hayasız MİT ajanı, burada da yalan söylemeye devam ediyor. Belgelere karşı demagoji ve uydurmaya sarılıyor.
Bölgeler ortada, yalancı ortada, ajan ortada itirafçı ortadadır.
MİT ajanı İbrahim Yalçın ve itirafçı Engin Erkiner, ölü konuşturucusu polis Erkanı Ulaşan’ı, Joker Haydar’ı, Boyacı Cahş’ı(Cahit) ve özellikle kendini farklı göstermeye çalışan, “Suriye Üzerine” yazdığı olumlu yazıyla da bunu ifade etmek isteyen İrfan Dayoğlu’nu aldatabilir. Ama Acilcileri asla.
MİT ajanı İbrahim Yalçın’na değil, ezeli ortağı İtirafçı Engin Erkiner’e değil, İrfana Dayıoğluna soruyorum, ahlaksız bir aptal değilsen şu sorunun cevabını sen ver; MİT ajanı, örgüte birinci gelişinde (28 Ağustos 1986) neden MİT’le anlaşarak geldiğini söylemedi ? bu tarihten ne kadar önce MİT’le ilişki halindeydi? İşte SIRAT KÖPRÜSÜ SORUSU budur. Olay “zaaf gösterme“ olayı değildir.
Ve bir kez daha tekrar ediyorum.
Dolaysıyla (252. DOSYADA) şunları belirtmiştim, “Acilciler 1. Kongresi, iddiayla söylüyorum ki, Türkiye’de yapılan tüm illegal örgüt kongrelerinden çok daha kurallı, çok daha kurumsal algıyla gizli oy açık sayımla, muhalefet olanlara sonsuz konuşma hakkı tanıyarak bağlanmıştır. Tüm tutanakları, raporları eksiksiz basılarak, ilgili yoldaşlara iletilmiştir. Her biri 1,5 saatlik 16 teyp kasetleri arşivde durduğu gibi, bunlardan yayınlanması gerekenler de Örgüt Merkez Yayın Organı CEPHE sayı: 39 – 40’da yayınlanmıştır. Bu belge, bu tarihi direnme örgütünün onurlu kongresine dil uzatmaktan, karalamaktan başka sermayesi olmayan, İlker Akman ve arkadaşlarını polise ihbar eden katil muhbir, İtirafçı Engin Erkiner’e kapak olsun diye aktarıyorum.”
Mihrac Ural -10 Şubat 2012 / Cuma
Okurlarım, polis organizesi MİT ajanı İbrahim Yalçın ve İtirafçı Engin Erkiner’in bitip tükenmez yalanlarını, demagojilerini, kin ve intikam yazılarını artık muhatap almama gerektiğini ısrarla belirtiyorlar. Bu ahlaksızların herkesçe bilindiklerini, artık esamileri sadece MİT’in ucuz paralı elamanları olarak anıldığını söylüyor ve bunlara cevap vermenin vakit kaybı olduğunu söylüyorlar.
Bunu dikkate alacamı bildiririm.
Bu dosyada, utanmazlıkta yüzü ayakkabı köselesi olan MİT ajanı İbrahim Yalçın, bir kez daha belgeler ortaya konmasına rağmen yalanı fütursuzca yapması, zıvanadan çıkmış bir MİT ajanının boğazına kadar batmışken Ben Hür taktiğiyle “bana ve düşmanıma” diyerek intihar yalanlarını sürdürmesine dikkat çekeceğim.
Bu kili polis şebekesini uzun zamandır kıpırdayamaz hale getirdim. Dünden bu güne sadece belge ve kanıtlarla, ellerini kollarını tıkalı oldukları Fare kapanında ebedi yaşama mahkum ettim. El yazılı itirafları ortada dururken bu kadar hayasız olmanın, yalanlara devam etmenin bir görev olduğunu söylemeyen kimse kalmadı. Bunlar, MİT’in emir kulları 4 yıl değil 40 yıl bu yalanları, karalama abartma ve uydurmaları Özel harp dairesi adına tekrar etmeye mahkumdurlar.
Malumunuz bir süre önce, MİT Ajanı İbrahim Yalçın, 1. Kongre delegelerinin göğüslerine “Delege Tanıtım Kartı” taşıyıp taşınmadıkları konusunda yalan söyledi. Bu yalancının suratına fotoğraflı belgele sert bir tokat vurdum. İt gibi sustu. Bu ahlaksızın kendi göğsünde “Delege Tanıtım Kartı” lı fotoğrafı bile var. Midemi bulandıran bu itin Kongre görüntülü fotoğrafını yayınlamayı içime sindiremedim. Bunun için bir belge fotoğrafla yetindim.
Hayatı yalanlarla örülmüş bu MİT ajanı, kalkıp bir kez daha Merkez Komite üyelerinin seçimi üzerine yalan söyledi. 7 MK üyeliğine Kongrede sadece 7 aday gösterildiği ve seçimlerin öyle olduğunu iddia etti. Bu ahlaksıza belgelerle 12 aday adayının ortaya çıktığı yapılan kapalı oy açık sayımla MK üyelerinin seçildiğini gösterdim. 1.Kongre Divan üyeleri tutanağını ortaya koydum. Kepaze durumuna düştü. Adamın amaca Kongreyi küçük düşürmek, karalamak bu büyük siyası adıma yok saymaya çalışmak; Nedeni de çok basit, örgütümüzün 1. Kongresinin oy birliğiyle yaptığı tercihler, onları ebede kadar cehennemin dibine yollamıştı.
Ancak, MİT ajanı hayasızdı, kendi el yazısıyla MİT’ten para alarak örgütü ispiyonladığını söylemesine, hayatında siyasi kaygı taşımadığı için bir tek siyasi yazısı olmamasına rağmen, durmadan ürettiği yalanlarla devrimci hareketlere zarar vermekle görevlendirilmiştir. Böyle bir şerefsizin yüzüne tükürseniz de kar etmez.
MK üyelerini seçimiyle ilgili belgeyi yayınladığımda (Bkz. 252. Dosya) şu notu ekledim; “Bu belgede bilinmesi gereken sadece MK için kaç kişinin aday olduğudur, bunun için isimler ve sayılar karalanmıştır. MİT işine devam ederken hiçbir tiyo verilmeyecektir.”
MİT ajanı bu notu da görmemiş ya da itirafçı orağıyla her zaman yaptıkları gibi demagojiyle bu nota atlamayı uygun görmüş ve bir kez daha yine utanmadan, yalan makinesini çalıştırmış. Kongre delege sayısı, Kongre Merkez Komitesi aday adayı sayısı ve onaylanmış aday sayısı, MK Yeden Üye aday adayı ve seçilmiş aday sayılarını karıştırıp keyfince kendi karanlık amaçlarının karalamalarına uydurmaya çalışmış. MİT ajanı İbrahim yalçın bakın ne diyor;
“1. Kongre’de, MK’sine ‘’14 aday gösterildiğini ve bunlar içerisinde en çok oy alan 7 kişinin seçildiğini’’ iddia ediyormuş. Yalan söylüyor. Yok böyle birşey. Kongreye katılan tüm yoldaşlar bu yalana tanıktır. Kongre’ye katılan 42 kişi’den hiç kimse bu sahtekarın iddiasını dogrulamaz.
Daha önce yazdıgım gibi, 8 MK yedek Üyesi ve 7 tane de MK asil üyesi olmak üzere 15 kişilik MK ve MK yedek üyesinin seçildiği 1. Kongre’de, ne MK ve nede MK yedek üyeleri için başkaca bir aday gösterilmemiştir. Gösterildiği kadar yedek, yine gösterildiği kadar da Asil üye seçilmiştir. MK’sine seçilen asil üyelerden birisi cezaevinde (Haydar Yılmaz) diğeri de Türkiye’de ki bayan arkadaştır. Adı geçen bayan arkadaş, seçilmiş olmasına ragmen hiç bir gün örgütsel faaliyet içersinde olmamıştır.“ (MİT ajanı İbrahim Yalçının itirafçı sitesindeki “Beş Belge ve Acilciler” yazısı)
(Okurun dikkatine; bu polis organizeleri eleştirecekleri alıntılarımı bile olduğu gibi almaz, aldıkları yeri göstermezler. Çünkü her şeyleri gibi bu alıntılarda yalan ve uydurmadır. Oya bu kirli adamlardan yaptığım alıntıların tümü net aktarımdır. Buda bir Acilcinin yazım ahlakıyla bir İtirafçı ve ajanın yazım ahlakı arasındaki farktır.)
Bu şerefsiz MİT ajanının bu alıntıda dile getirdiklerini, alt alta sıralarsak şunu görürüz.
MİT ajanı diyor ki,
1. Diyor ki, “Kongre 42 delege” varmış ?!
2. Diyor ki, “Kongre’de, MK’sine ‘’14 aday gösterildiğini ve bunlar içerisinde en çok oy alan 7 kişinin seçildiğini’’ iddia ediyormuş.”um
3. Diyor ki, “Daha önce yazdıgım gibi, 8 MK yedek Üyesi ve 7 tane de MK asil üyesi olmak üzere 15 kişilik MK ve MK yedek üyesinin seçildiği 1. Kongre’de, ne MK ve nede MK yedek üyeleri için başkaca bir aday gösterilmemiştir.”
4. Diyor ki, “MK’sine seçilen asil üyelerden birisi cezaevinde (Haydar Yılmaz) diğeri de Türkiye’de ki bayan arkadaştır.”
İddiaları bu. Bunun için gösterdiği bir belge var mı? Yok. Her zamanki gibi sallama yalan kurgu yine devrede. Bir paragrafta bu kadar yalanı bir araya getirmek için ya aptal olmak gerek ya da MİT ajanı.
Bu kirli insanların, tüm acilcilerin örgütüne, kongresine bu kadar karalama yapmaları her zaman belgelerle yere serdiğim gibi bunu da öyle yere serip, ayaklarım altına alarak posasını çıkarıp çöpe atacağım.
Belgelere bir kez daha bakın. Büyütüp inceleyin. Tek tek sayın. Şunları göreceksiniz.
CEVAP
1. “Kongremizde 42 delege olduğu” sallama bir bilgidir. MİT ajanı bu bilgiyi, karalayarak örttüğüm seçim oy sayısına bakarak üretmiş. Adam aptal ya, bilinçli yaptığım ve okura bir notla bunu hatırlattığımın farkına varmamış. Görüntüdeki ( + ) işaretlerini sayıp, buradan kongre delege sayısını uydurmuş. Bir kez daha MİT ajanının başarıyla atlattığımızı tespit ediyorum.
THKP-C Acilciler 1 Kongresi delege sayası 42 değildir. Kongre delegeleri oy kullanma hakkına sahip olan ve olmayanlarla birlikte bu sayıdan çok fazlaydı. Kongrede oy kullanma hakkına sahip olanların sayısı ise 32’dir. Bre hayasız MİT ajanı köpek, ne zamana kadar belgelere karşı yalan üretmeye devam edeceksin…
2. Benden aktarma yapmışmış, alıntı yeri yok, kaynak yok. Yalan olduğunu 252. Dosyaya bakan herkes anlar, MK için 12 aday adayı çıktığını yazdığımı bilir. 14 nereden çıktı (sanırım MİT’e öyle bir bilgi geçmiş aklında da o kalmış)
3. MK ve MK Yedek Üyesi için toplam olarak 28 aday adayı ortaya çıktı. Aday adayları önermeyle değil, tek tek başvuruyla ya da hak devriyle yapıldı. Bunlar arasından 11 MK üyesi 10 da MK Yedek üyesi seçildi. Belge işte burada duruyor. Suratsız yalancı, MİT ajanı hala konuşuyor. Tıpkı MİT’ten para alıp örgütü ispiyonlamak için gelişinin utancını hissetmeden konuşmaya devam ediyor.
4. MK’ya seçilenler arasında ceza evinde ve yurt içinde olanlar sadece iki kişi (Haydar ve bayan yoldaş) değildi. MK üyeliğine seçilip ülkede ve ya zindanda olanlar ise şunlardı (Fatma Güneş, HY, HYK, EY, MM, AS). MK Yedek Üyeleri arasında Avrupa’da, ülkede ya da zindanda olanlar ( İ E, FY, İD, NB). Gerçekler budur, ötesi ise yalan ve uydurmadır. Hayasız MİT ajanı, burada da yalan söylemeye devam ediyor. Belgelere karşı demagoji ve uydurmaya sarılıyor.
Bölgeler ortada, yalancı ortada, ajan ortada itirafçı ortadadır.
MİT ajanı İbrahim Yalçın ve itirafçı Engin Erkiner, ölü konuşturucusu polis Erkanı Ulaşan’ı, Joker Haydar’ı, Boyacı Cahş’ı(Cahit) ve özellikle kendini farklı göstermeye çalışan, “Suriye Üzerine” yazdığı olumlu yazıyla da bunu ifade etmek isteyen İrfan Dayoğlu’nu aldatabilir. Ama Acilcileri asla.
MİT ajanı İbrahim Yalçın’na değil, ezeli ortağı İtirafçı Engin Erkiner’e değil, İrfana Dayıoğluna soruyorum, ahlaksız bir aptal değilsen şu sorunun cevabını sen ver; MİT ajanı, örgüte birinci gelişinde (28 Ağustos 1986) neden MİT’le anlaşarak geldiğini söylemedi ? bu tarihten ne kadar önce MİT’le ilişki halindeydi? İşte SIRAT KÖPRÜSÜ SORUSU budur. Olay “zaaf gösterme“ olayı değildir.
Ve bir kez daha tekrar ediyorum.
Dolaysıyla (252. DOSYADA) şunları belirtmiştim, “Acilciler 1. Kongresi, iddiayla söylüyorum ki, Türkiye’de yapılan tüm illegal örgüt kongrelerinden çok daha kurallı, çok daha kurumsal algıyla gizli oy açık sayımla, muhalefet olanlara sonsuz konuşma hakkı tanıyarak bağlanmıştır. Tüm tutanakları, raporları eksiksiz basılarak, ilgili yoldaşlara iletilmiştir. Her biri 1,5 saatlik 16 teyp kasetleri arşivde durduğu gibi, bunlardan yayınlanması gerekenler de Örgüt Merkez Yayın Organı CEPHE sayı: 39 – 40’da yayınlanmıştır. Bu belge, bu tarihi direnme örgütünün onurlu kongresine dil uzatmaktan, karalamaktan başka sermayesi olmayan, İlker Akman ve arkadaşlarını polise ihbar eden katil muhbir, İtirafçı Engin Erkiner’e kapak olsun diye aktarıyorum.”
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)