20 Ekim 2011 Perşembe
ÖLÜMÜN KISIR DÖNGÜSÜNDE SUÇLU KİM?
Mihrac Ural - 20 Ekim 2011
19 Ekim 2011 sabahı haber ajansları Çukurca'daki çatışmalarda ölenlerle ilgili haber geçmeye başladı. Birkez daha anaların göz yaşları, gerginlik, ırkçılık, milliyetçilik tek bayrakçılık dahil korku ve tedirginlik bir bataklık gibi ortak ülkemizi boydan boya sarıp sarmaladı. 24 askerin ölmüştü, bir anda, nedenler düşünülmeden, tepkiler doğup boyutlandı.Bu tepkilerin ardından sürüklenin aklı selim inrsanlar bile oldu. Makalemi yazmaya başladığımda siyasal duruşumu bilen kimi çevreler "sonra yaz, yara soğusun da" demeye başladı. Bu anlaşılır bir durumdur. Ama sokaklara dökülen bu duygularla hiç bir ulusun, ülkenin, halkların stratejik yönelimleri, çıkarları belirlenemezdi. Ölenlere saygıda hiç bir kusur etmeksizin, anaların acısını içimde taşıyarak bu kirli savaşın sorumlularının suratını şamar indirmemizin en uygun anı bu andır diye düşünüyorum.
Heyecanlarımızla değil, gerçekçi verilerle, sorunu kaynaklarına kadar inip, derli toplu düşünerek siyasal tutum belirlemeliyiz. Bin kez dile getirmiş olsak da bir kez daha dile getirmekten çekinmemeliyiz. Bunu yapmadan, ortak ülkemizde birlikte yaşama şansımızın olmayacağını bilmemiz gerek. Duygusal tepkilerin bu açıdan yapabileceği hiç bir şey yoktur. 30 yıldır çözülmeyen bir sorunun bir anda sonuçlanması mümkün değildir. Özellikle de bu tepkilerin yönü yanlış yere çevriliyse.
Öncelikle sorunun insanı boyutundan başlayalım, öldürmenin her türüne karşı olmak bir insani duruştur. Bu turuştur ki savaşların hertürüne karşı mücadele edilmeyi insanlık görevi olarak benimseriz. Tarihin tüm savaşlarında elbette haklı ve haksız taraflar vardır. Ancak savaşın belli bir aşamasından itibaren artık bunu aramanın hiç bir yararı yoktur. Savaş başlamadan bitirilmelidir en kestirme ve en doğru yol budur. Bu başarılmamışsa, savaşın sürmesi mutlaka durdurulmalıdır. Hangi an durursa dursun ama mutlaka durdurulmalıdır. Bu talep en insani olan en duygusal taleptir. Buna akıllı çözümleri eklemek gerek. Gerçekçi çözümler de buradan gelmeli, duygulardan değil. Bu nedenle duygu enerjilerimizi, doğru yönlendirmemiz gereke. Ölümler son bulsun diyorsak ve bunda karşıtlarımız ölsün biz yaşayalım demek istemiyorsak, ölümlerin kaynağını bilmemiz gerek ve onları kuratmamız gerek.
SORUMLU KİMDİR?
Uzatmadan belirteyim.
Bu ölümlerin hukuki ve vicdani tek sorumlusu iktidardır. Kimse devletle, aklına estiği için mücadele etmez. Devletle kararlı, planlı, örgütlü bir şekilde mücadele etme iradesinin tek kaynağı, gasp edilmiş haklardır. Bu, ister işgalci ülkeye karşı mücadele olarak belirsin (Filistin davasında olduğu gibi), ister özgürlük ve demokratik haklar için olsun (ülkemizde Kürt sorunu gibi) toplumsal nedelere dayanır. Bu da haklı talepleri sahibine verme kudretinin ve kararının devletin , iktidarların elinde olması nedeniyle bu güçlere karşı mücadelenin esas alınmasını getirir. Diğer tüm ayrıntılar bu ana odak etrafında şekillenir ve boyutlanır.
Bir ülkede kirli bir savaş varsa, bir ülkede gençler ölüyorsa ve bunun nedeni hakların alınıp verilimesiyle ilgili bir siyasal boyut taşıyorsa, suçlu talepleri ret eden, diyaloglara kapalı olan ve bu nedenle artan ölümlerin tek nedeni olan iktidarlardır demek yanlış olmayacaktır.
Kimse bizleri, bu yoğun duygusallık ortamında tek suçlunun devlet, iktidar olduğu gerçeğinden uzaklaştırmasın. Yeryüzünde sırf insan katletmek için kimse ne dağlara çıkar ne de silaha sarılır. Yeryüzünde dış güçlerin üretip sürdürdükleri hiç bir davanın arkasında Kürt halkının hak davası arkasında durduğu gibi durmaz. Böyle bir şey yoktur ve bunu kim diyorsa, kendi suçunu örtemek için diyordur.
30 yıldır süren bir savaş, bu savaşın her bir kesitinde, barışı, özgürlük ve demokrasiyi gerçekleştirmek mümkündü. Bunu engelleyen bu hakları verme yükümlülüğünde olanların ortaya koydukları tutumdur. İktidarlar, ortak ülkemizde ortak yaşamın gereği olarak halkın taleplerini yerine getirmek için görevlendirilmiştir. Yani vekildirler. Vekaletini aldığı halkın taleplerini yerine getirmeyip, baskı ve zulümle sorun çözmeye girişmek, aldığı vekaletin sınırlarını çiğnemesi demektir. Ülkemizde süren kirli savaşın da ölümün de nedeni budur. Suçluyu, kimse başka yerde aramasın. Suçlu, gözümüzün içine bakan iktidardır. İrademizi, her defasında verdiğimiz oylarla temsi edeceğini sandığımız siyasi erktir. Bu erkin akıl zeminini oluşturan, devletin tarihini doldurmuş anayasa, yasa, kurum ve kuruluşlarından oluşan statüleridir. Suçlu bu ilkellikten kendini sıyıramayan, geçmişiyle cesurca yüzleşmeyen, bunu aşymak için halktan aldığı destekle ciddi reformlara gitme cüreti göstermeyen iktidarlardır. Suçlu, savaş kararını verip, sürmesinde bir beis görmeyen karar güçleridir.
SORUNUN ADI
Sorunun adını bir kez daha doğru telafüz edelim. Bundan da hiç çekinmeyelim. 200 yıllık bu sorun, Kürt sorunudur, ama yanı zamanda özgürlük ve demokrasi sorunudur.
Deniz Gezmişlerin, Mahir Çayanların da uğruna mücadele ettikleri ve haksızca katledildikleri talepler aynıyla bugün de gündemdedir. Üç kuşak bu uğurda mücade eden halkımız, ceberrut devletin ilkel akıl yöntemleriyle oluşmuş yasa, kurum ve statülerini aşamamaktadır. Devlet elindeki silahlı güçle halkın bu talebine karşı güvenlik önlemlerini dayatarak set çekmektedir; işkenceler, zindanlar, sürgünler ve ölümlerle karşı çıkanı yok etmektedir. Son 30 yılın bilançosunda 65 bin ölü, 17 bin faili meçhul, 100 bini aşkın yaralı, 4 milyon kişinin yerinden yurdundan göçe zorlanması, 500 mliyar dolar bilançosuyla ağırlığı hiç bir ülke ve hiç bir halk tarafından çekilmeyecek kirli bir savaş olarak dayatılmıştır.
Devletin, siyasi iradenin, hükümetin, iktidar ya da derin devletin yaklaşımı bu kirli savaşın sürmesinden yana inatla sürmektedir. Bu tutum, ülkemizde çözümsüz tüm sorunların önünde duran en büyük engeldir. Ölümler, bu inadı ürünüdür. Gençlerimizi katleden akıl, başka yerde değil, işte tam bu noktada bulunmaktadır.
Özgürlük ve demokrasiyi isteyen güçler barış elini onlarca kez uzatıp durdular. Barışa uzanan ellere karşı verilen cevap, askeri aparatların ölüm kusan namlularından çıkan kurşunlar, bombalar, savaş uçakları ve sınır ötesi operasyon oldu. 9 yıllık iktidarı dönemi boyunca, "demokratik açılım" aldatmaları ve yalanlarla halkı oyalayan bu günün iktidarı bu kesitteki tüm ölümlerin de sorumlusu olarak karşımızda durmaktadır. Sokakların ilkel duygu reflekslerini kallanarak, iflasına, yetmezliğine örtü oluşturup yine silahlara sarılarak 30 yıldır başarılmayan yol ve yönetmlerle Kürt sorununu çözeceğini sanan bu iktidarın tehditleri, gerçekte geride kalan gençlerimizi de katledeceğini müjdelemekten başka bir anlama gelmemektedir.
Bu iktidarların en komik halleri, gençlerimizin kanı kurumadan, ülkemizin en önemli iç sorununu, "kökü dışarda, şunun bunun maşası" olarak ilan etme politikasıdır. Bu aptalca söylemler, milyonları arkasına halmış haklı bir halk davasını yok saymaktır. Halkın özgrlük ve demokrasi talebini hafife alma çabasıdır. Bu ucuz politikalar bizi buraya getirmiştir. Hala, inatla da sürdürülmek istenmektedir.
Herkes kendine gelsin, 30 yıldır, haklı talepler uğruna, halkının öz veriyle sunulan desteğini arkasına alarak mücadele eden, 100 belediye, 35 milletvekili, milyonlarca oy ve ülke sathına yayılmış sivil toplum etkinlikleriyle gerçek bir halk gücüyle yüz yüze olduğumuzu bilmeliyiz. Bu gücü, kökü dışarda diye suçlamak ahlaki açıdan bir iflastır, cehalettir, abesle iştigaldir.
Yöntem ve girişimleriyle iflas etmiş her iktidar, çarpamkatn kurtulamadığı bu sert kaya karşısında çökmek zorunda kalmıştır. Bu iflasların ortamında AKP iktidarı, geçlerimizi yiyen bir canavar haline gilmiştir. Beceriksizliklerini başkalarının sırtına yıkmak isteyen, hezimetlerini halkın dikkatlerini başka tarafa çekerek örtmek isteyen bu iktidarın, boyunnda ülkemizin daha nice veballeri bulunmaktadır. Bu iktidar, ülke kaynaklarının paylaşılmasındaki adeletsizliklerden işsizliğe, mezhep ayrımcılığından, komşularla savaşa yönelmeye, sivil diktatörlük hezeyanlarıyla ülkemizi yaşanmaz bir cendereye sokmaya kadar veballeri boynunda taşımaktadır.
Ülkemizdeki tüm sorunların hukuki ve vicdani tek sorumslusu devlettir. Bunu kavramak çözümün yarısıdır. İktidarı mezara kadar birlikte götüreceğini sananların, her tarihi kesitte içine düştükleri yanılgı bu hukuki ve vicdani sorumluluktan kaçabilecekleri sanısıdır. Bu nedenle siyasi irade, bir çözüm iradesi olacağına, iktidar olanaklarını paylaşma iradesi haline gelmektedir.
Ülkemizin başına örülen felaketin kaynağı da bu türden siyasi iradeler, daha doğru bir değişle iradesizlik neden olmaktadır. Böyle olunca, başkasını suçlayarak, bu sorumluluktan kaçmaya çalışan iktidar, özrü kabahatinden büyük hatalar içine yuvarlanmaktan çekinmemektedir. Cumhur Başkanından, Başbakanına, tüm hükümet kabinesi üyelerine kadar akıl zoru tahditlerin yapılması bunu gösteriyor. Bu ülkenin iktidarında aklı selim kimsenin kalmadığına en açık gösterge de budur. Oysa 24 askerin öldüğü bir ülkede, bırakın intikam almaktan söz etmeyi, devletin tüm işleyiş mekazinmalarının gözden geçirilmesi gündeme gelmelidir. Bu koşullarda, dünyanın hiç bir demokratik ülkesinde iktidarlar bir gün bile ayakta kalamaz, istifa kaçınılmaz olur. Ancak halkının ve gençlerinin canını, köhnemiş ilkel milliyetçi statürleri koruma adına harcamaktan çakinmeyen pervasız yönetimler, sorunlar karşısında aynı inatla , kirli savaş politikalarıyla devam ederler. AKP'nin düştüğü durum da tas tamam budur.
HEDEFİ DOĞRU TESPİT ETMEK
Kimse, Gençlerimizin öldüğü bu ortamda, içine girilen duygu selinde, milliyetçilik, bayrakçılık, ırkçılık teraneleri arkasına saklanıp yeni katliamlara geçit vermesin. Böylesi demagojileri iflas etmiş iktidarlar körüklese de, bu akıntıya karşı ne pahasına oliursa olsun durulması gerek. Yanlış siyasetlere, haksız yaptırımlara karşı durmaksınız, ölüm çıkmazından çıkılamaz. AKP iktidarı duygu sömürüsü yaparak kendi iflasını gizlemeye çalışırken, ona kan vermemek gerek. Ülkemizin bu acı gününde meydanlara inmemizi gerektirecek bir şey varsa, özgürlük ve demokrasinin bir an önce hak sahiplerine teslim edilmesi için olmalıdır. Demokratik Anayasa, yasa, kurum ve kuruluşla güvenceye alınacak haklar için olmalıdır.
Gençlerimizin ölümünü engelleyecek, anaların göz yaşlarını dindirecek tek yol budur.
Bunun için barışı çağırıp, savaşı lanetleyelim.
Demokrasiye sırtını çevirim, savaşı tırmandırmak isteyenlere dur diyelim.
Unutmayalım ki, sorunun ana kaynağı siyasi iktidarı hedef almayan her girişim, ateşe körükle gitmek dekmektir, savaşı tarmandırmak demektir. Cehennem yollarının iyi niyetlerle döşeli olması bu anlama gelir; Irkçı tepkilerle bayrak açıp intikam çığlıkları arasında yürüyenin karşısına, haklı olarak kendi bayrağıyla savunmaya geçecek bir halk bulacaktır, intikam için silahla yürüyeceklere karşı, kendini savunma durumunda olanların gücunu bulacaktır. Bu yolların tümü denenip tüketilmiştir. Artık denenmeyen tek yol barışı denemekten başka şansızım yoktur. Ortak ülkemizin tüm evlatlarını, siyasal temsilcilerini bir masa etrafında diyaloga çağırmak, ülkemizin temel ihtiyacı olmuştur.
Kan ağlayan sadece askerin değil ölen hir insanın anasıdır. Türk, Kürt, Arap anadır, kardeştir, babadır kadındır. Ölen genci için ağlamayan kimse yoktur. Bunların tümü yürektir, gözyaşının ne etnik ne inancı vardır o insani bir durumun sonucudur. Bunu artık anlamak gerek.
Ölüm sayılarının karşılaştırılması abestir, ama bilmek gerek; bu ülkede son 30 yıldır 50 bini aşkın Kürt gencini katledildi, 15 bin küsür da devletin farklı güvelik güçlerinde görevli insan öldü. Bu her iki grup sayı içinde, iligli ilgisiz sivillerin de yer aldığını bilinmektedir. Sonuçta ölüm ortak paydasında tüm analar ağladı. Bu gün de ağlamaya devam ediyor. Bu gidiş aynı akılla durdurulabilecek bir gidiş olmadığı da çok açıktır. 30 yıldır denenen tüm yollar, aynı kapıya çıktı; ölüm varılan tek yerdi.
ÇÖZÜMÜN İLK ADIMI
Bu gidişi anında durdurmanın yollarını bulmak gerek. Bunun için ilk adımda şunu söylemek yanlış değildir; namlular artık kurşun sıkmasın, ölüm kusmasın olacaktır.
Devletin de gerillanın da aynı anda silahları susması gereklidir. Önce kim demeden silahların susması gereklidir.
Bunun için ilk adımı devletin atması gerektiğine inanıyorum. Çünkü devletin işi korumaktır intikam almak değil. Devletin intikam alma gibi bir refleks göstermesi, bunu meydan okuma havasıyla yapması esasında zayıflığının göstergesidir; zira bu meydan okumalar, 30 yıldır tekrar edilmesine rağmen hiç birinden sonuç alınmadığı görülümüştür. Bu sokak tavırları devleti bir kez daha hezimete uğratan söylemlerdir. İntikam söylemleriyle yürüyen bir devlet, faşizanlığın en çirkiniyle iştigal eden devlettir. Devletin işi katletmek olamaz; planlar yaparak intikam alma süreçlerinin sonu olmadığını 30 yıl içinde anlamamış bir devleti ayakta tutabilecek bir güç olamaz. Bunun anlaşılması gerek. Böylesi bir devlet, hükümranlığı altındaki halkları yönetme durumunda olamaz.
Bu nedenle bir an önce, hiç bir önyargının esiri olmadan, bir masa etrafında, diyalogarın başlaması gereklidir. Hiç vakit kaybetmeden, halkların stratejik çıkarlarını sokakların duygusallığına yem yapmadan iki tarafın görüşmelere başlaması gerekmektedir. Tarihte benzer sorunların tek çözümü sonuçta böylesi bir masa etrafında barış anlaşması olmuştur. Daha çok kan kaybetmenin anlamı yoktur.
SONUÇ
Katledilen gençlerin tümü bizim gençlerimizidir. Ölümü engelleyemeyen siyasi iradenin yapacağı tek şey iktidarı devretmektir. Bu kirli savaş, bir dış savaş değidir iç savaştır ve tüm yönleriyle sorumluluk iktadırın omuzlarındadır. 9 yıldır bu savaşa son vermeyen bir iktidarın aldığı hiç bir oy oranı, vatandaşın canından daha önemli değidir. Özgürlük ve demokrasi konusunda başkasına nasihatlar vermeye çalışanların içine düştükleri bu iflas, kendi halklarına karşı despotluklarının bir ifadesi olduğu kadar siyasette iflaslarınının bir göstergesidir. Bırakıp gitmekten başka şansları yoktur. Bu siyasetin iflaslar zincirine, tüm komşularımızla yeniden tırmanan düşmanlığı da eklemek yanlış olmayacaktır.
Ülkemizin ihtiyacı, devletin dayattığı savaşı tırmandırmak değil. Bayrağı bir yerlere dikmek hiç değildir. Bu ülkenin ihtiyacı, barış içinde bir arada yaşamanın gereği olan daha çok demokrasi ve özgürlüktür. Bunun kararın verme gücüne sahip olan devlettir, iktidardır. Devletin bu hakları vermesinin önünde de kimse engel değildir. Çoğunluk ellerinde, organlar ve yürütme ellerinde bu oyalanma nedendir. Tek boyutlu milliyetçi algılarla, 30 yıldır süren güvenlik önlemleriyle bir yere gidilemiyorsa yöntem değiştirmek gereklidir. Bunun yapamayan iktidar ya yıkılır ya da el değiştirir. Bu ülkenin aklı selim yöneticileri ve siyasal güçleri hiç de az değildir. Kimse kimseye sonuza dek biat etmiş değildir. Bu yetkiyi doğru kullanamayan terk eder, yenisine devrederek çekilir.
Bu yüzden kimse duygusal tepkilerle ırkçılık, milliyetçilik, bayrakçılık, etnik, inançsal düşmanlık yapmaya yeltenmesin. Bu duygusal refleksler, halkımızın başına musallat olan gerici AKP iktidarının basiretsiz, yeteneksiz iktidarının ömrünü uzatmaktan başka bir şey getirmez.
Gençlerimizin ölümüne son vermek için artık barışı denememiz gerek. Denenmeyen tek yol budur. Bu yol en maliyetsiz ve an kısa yoldur. Bunun için meydanları doldurup haykıralım, ülkemizi özgürlük ve demokrasiye kavşturalım.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder