HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

17 Ekim 2011 Pazartesi

"DENİZ GEZMİŞ'İN GÜNLÜĞÜ" TARTIŞMALARI

Mihrac Ural
18 Ekim 2011

Bu tartışmalar, solun ve özel olarak kendini aydın tanımlayanların ne hale düştüğünün bir ifadesidir. Bir anda kendimi 1974-80 döneminde buldum. O kesitin tartışmalarının da çok gerisinde bir tartışma alıp başını gidiyor gibi. Dostum Av.Ali Yıldırım aynı zamanda kılı kırk yararak belge toplayan araştırmacı yazadır. FKF/DEV-GENÇ TARİHİ (3.Baskı), ATEŞTE SEMAHA DURMAK (6. Baskı), OSMANLI ENGİZASYONU (5. Baskı) vd kitaplarıyla ülkemiz düşün ortamına bir araştırmacı yaszar, aydın olarak katkı sunan bir şahsiyettir. Bu yanıyla beğenirsiz ya da beğenmezsiniz o kendi eekleriyle ayakları yere sağlam basan bir aydındır.

Bir yıldan fazla zamandır Deniz Gezmişle ilgili araştırmalar yaptığını benimle paylaştı. Kitabın taslaklarını benimle paylaşıp görüş alış verişi yapmak istediğini iletti. Çalışma üzerine yazışmalarımız oldu. "Denizler orjinalitemizidir, bize aıt olan, bitdan olandır" diyerek, görüşlerimi özetlidim durdum. Bize ait olan bu değerin farklı bakış açılarıyla birkez daha, bin kez daha ele alınması gerektiğini ifade ettim. Bunun halklarımız adına, özgürlük ve demokrasi adına, direnmenin hak kazanımındaki rolü adına yapılması geretiğini ifade ettim.

Değerli dostum Ali Yıldırım çalışmasını bitirdi ve yayınladı. Belgesel bir roman olarak ele alınacak bu çalışma "DENİZ GEZMİŞ'İN GÜNLÜĞÜ" başlığıyla yayınlandı. Yazar'ın adı da Deniz Gezmiş değil "Ali Yıldırım" olarak yazıldı. Ancak, kimi çevrelerden tepki gördü. Üstelik bu tepki, Deniz Gezmiş'i sahiplenmek isteyen ama onan adına hiç bir çalışması olmayanlar tarafından, sansurcü bir yöntemle, ilkel akılla ve aralarında deni Gezmişin idama kadar gidişine neden olan dirinme çizgisine en aykırı tiplerle organize edilmeye çalışıldı. Protestocuların arasında arkadaşlarını polise teslim etmiş itirafçılar ve direnmede hayaı boyunca yan çizmiş tipler bulunmaktadır. Bu protestonun en komik yanı ise, yazar Ali Yıldırım'ı "para kazanmak için Deniz Gezmiş adını kullanmak"la suçlamasıdır.

Böylesi karalamacı aptal akıllara ne cevap verilir insan şaşyırıyor; bu protestocuların en hamasisi görünmek isteyen itirafçı Engin Erkiner'in, bana yönelik karalamalarında "para, para .para" diye durması, Avrupa'da bir etkinliğin topladığı paraları Küba ziyaretinde yemesi, ortağı MİT ajanıyla yaptıkları tokatçılıkla Gaziantepli Ali Yıldırım adına şirketler kurup kalpazanlık yapmalarından da anlıyorum ki, bu cahil soytarının, taktığı at gözlükleriyle herkesi "para" için karalaması bir kültür haline gelmiştir. Bu soytarıyı yeterince teşhir edip çöplüğe atttık. Üzerine fazla söz söylemeye değmez.

Bu tartışmanın, belli bir kesitini sizlerle paylaşacağım. Bu kesit Ali Yıldırım7ın bana gönderdiği bir iletiyle başlayıp öylece devam eder. Dostam Ali yıldırım, Mehmet Yavuz ve benim yazışmalarımızı alta aktaracağım. Konuyu bu yazışmalardan takip etmek sanırım daha kolay olacaktır.
Birlikte okuyalım.

Ali Yıldırım'dan, Mihrac Ural'a ilk ileti
16 Ekim 2011 12:23


Hocam,

İçerisinde Engin Erkiner'in de bulunduğu bir gurup yazdığım kitap nedeniyle hakaretlerle dolu bir açıklama yaptılar. Cumartesi radikal haber yaptı.
Aşağıda benim bugün yaptığım basın açıklaması ve dünkü haber var

selamlar


YAZAR ALİ YILDIRIM’IN
“DENİZ GEZMİŞ’İN GÜNLÜĞÜ”
KİTABI HAKKINDA BASIN AÇIKLAMASI


Ankara, 16 Ekim 2011

.sansür girişimini şiddetle red ediyorum!
.kitabım Denizlerin ve ideallerinin manifestosudur!

Tarafımdan kaleme alınan Deniz Gezmiş’in Günlüğü kitabıyla ilgili olarak kendisini “68’li”, “Deniz Gezmiş’in arkadaşları” olarak adlandıran bazı kişiler kamuoyuna şahsıma yönelik hakaretler içeren bir açıklama yapmışlardır. Şurası bilinmelidir ki bu yaptıkları işin adı yeni tip DGM yargıçlığıdır. Bu tavırlarının yıllardır düşünce özgürlüğü konusunda ülkemizde terör estiren siyasal iktidarların yaptıklarından en küçük bir farkı yoktur. Sol tarihimizde kendi yazarlarımıza yönelik bu türden kampanyalar elbette yaşanmıştır. Acaba Aziz Nesin’e yönelik kampanya yürütenlerin bugün hangisi hatırlanmaktadır?
Deniz Gezmiş’in anısına yapılan asıl saygısızlık onunla ilgili olarak belgelere dayalı olarak yazılmış, sağlam bir içeriğe sahip, Deniz’e ve yoluna sahip çıkan bir çalışmaya sansür uygulanmaya kalkışılmasıdır.
Kitapta Denizlerin ve mücadelelerinin anısını gölgeleyecek tek bir cümlenin ortaya konulması durumunda kamuoyu önünde binlerce kez özür dilemeye hazırım. Ama şundan eminim ki asıl özür dileyecek olanlar açıklama sahibi sansürcüler olacaktır!
Kitap her bir satırı bilgi ve belgelere dayalı olarak tarihsel bir akış içerisinde gün gün yazılmıştır. Kitabın kapağında yazar olarak adım ve resmim bulunmaktadır. Eğer kitap bir başkası tarafından yazılmış olsa idi üzerinde yazar olarak imzam yer alır mıydı?
Bu kitap Deniz Gezmiş’in yaşamının son 18 ayının günlük dökümüdür. Yaşamının bu kesitinin gün gün tespit edilmeye çalışılmasıdır. Kitap bu anlamıyla Deniz Gezmiş’in günlüğüdür. Fakat elbette Deniz Gezmiş tarafından yazılan bir günlük değildir. Kitabın adından kapağından sunuşuna kadar belgesel bir kurgu olduğu açıktır. Bu kitabın bir kurgu olduğunu yazmayı insan aklına hakaret olarak görmüştüm. Yazar olarak benim bu günlüğü Deniz Gezmiş’in yazmış olduğu yönünde en küçük bir imam, bir tek cümlem söz konusu değildir. Kitapta “bu günlük Deniz Gezmiş’e aittir, onun kaleminden çıkmıştır” türünden bir iddia bulunmamaktadır. Kitabın daha ilk satırını okuyan bir kimsenin bu satırların Deniz dışında bir başkası tarafından yani yazar tarafından yazılmış olduğunu fark etmemesi imkansızdır.

Kitabın adı ise yazarın yaratma özgürlüğü kapsamındadır. Adı içeriğine uygundur. Elbette kitabına ad koyma hak ve yetkisi yazarına aittir. Deniz Gezmiş’in Günlüğü kitabımı hiç görmeden, tek bir satırını dahi okumadan hakkımdaki açıklamaya imza atan kimseler ise bu tutumları ile yazar lanetleme ayinine katılmaktadırlar. Kendilerinin, okumadıkları kitap hakkında toplatma kararı veren DGM savcılarından hiçbir farkları bulunmamaktadır. Çok yazık, çok zavallıca…

Açıklamacıların kitabın içeriğine dair en küçük bir itirazları bulunmamaktadır. Buna rağmen yazarı “Deniz Gezmiş istismarı yapmakla, para kazanmak için yazmakla” suçlayabilmektedirler. Bu yaklaşım tam anlamıyla bir vicdansızlıktır. Hayatta paradan başka değerler olduğunu unutmuş kimselerin yaklaşımıdır. Yazdığım kitaplar kitapçılardadır. Kalemimi hangi amaçla kullandığım ortadadır: FKF/DEV-GENÇ TARİHİ(3.Baskı), ATEŞTE SEMAHA DURMAK(6.Baskı), OSMANLI ENGİZİSYONU (5.baskı) vd.

Deniz ve ideallerine kimin ne ölçüde sahip çıktığı hakkında kim karar verecektir? Kimin ne kadar devrimci ve sosyalist olduğunu kim değerlendirecektir? Kimin ne yazacağını, nasıl yazacağını kim belirleyecektir? Elbette açıklama sahipleri değil… Kitabım Denizlerin ve ideallerinin manifestosudur!

ALİ YILDIRIM

Mihrac Ural'dan Ali Yıldırım'a ileti

17 Ekim 2011 02:46

Değerli Ali Yıldırım,

Öncelikle Deniz Gezmiş gibi bu toprakların evladı olan, bizden olan, bizi dile getiren bir devrimci şahsiyeti konu alan çalışmalarınızı sonuçlandırarak "DENİZ GEZMİŞ'İN GÜNLÜĞÜ" başlıklı kitapta toplayıp yayınlamış olmanızdan dolayı sizi tebrik ediyorum.

Çalışmanızdan bir yılı aşkın süredir heberdarım ve sabırsızlıkla sonuçlanmasını bekliyordum. Deniz Gezmiş'e olan saygınızı, bağlılığınızı, sevginizi ve amaçlarına olan yaklaşımlarınızı yakından biliyorum. Bu çalışma, belgesel dayanakları yanı sıra bir edebi çalışma olması itibariyle de Deniz'i, Ali Yıldırım gözüyle görme şansına, farklılığının zenginliğine vakıf olma fırsatı vereceğine inanıyorum.

Deniz Gezmiş'i sizden öncekiler de anlattı, sizden sonrakiler da anlatacak. Bu tüm tarihi şahsiyetler için geçerli bir yazım sürecidir; sorumlu bir duruş,saygı, sevgi ve mesaj taşıma kararlılığıdır. Elbetteki her anlatım yazarın eseri olacaktır. Zaten, aynı şahsiyetin binlerce kez anlatılmasına rağmen, onu okunur kılan da budur; farklılığın zenginliğidir.

En bilimsel, en doğrudan anlatım, en kanıtlı, en belgeli yazım bile hiç bir zaman tıpa tıp gerçeğin kendisi değildir, olamaz da. Hukukun ayrıntılara önem vermesinin nedeni de budur. Farklı açılardan anlatımın gerçeğe daha çok yaklaşma ve gerçeği daha isabetli ifade etme çabasıdır. Bunu anlamak için, ayrıca özel bir cümle kurmak okura saygısızlıktır. Kitap "Ali Yıldırım" imzası taşıyorsa, bunu anlamak için ayrıca "bu kitabı Deniz Gezmiş yazmamıştır" demek, okurla alay etmektir ya da bu talebi yapan aptaldır.

Kaldı ki, Deniz'i anlatmak hangi kitap başlığı altında olursa olsun, her dönhemde ihtiyaç duyacağımız onurlu bir çabadır. Özellikle de bu dönemde, gerciliğin ülkemiz insani değerlerini eriten, siyasal ilkelleşmeyi dayatarak sivil diktatörlük hezeyanlarına sürükleyen, komşularımızla kanlı süreçlere kapı aralayan ve bölgede emperyalist işbirlikçisi olarak, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Eş Başkanlığı adına tarihi kinler ekip, maceralara sürükleyen bir iktidar koşulunda büyük önem taşımaktadır. Deniz'i, bize bir kez daha anlatmak isteyen bu çabanıza yönelik sansürcü akıl, ayıplanmakla kalınmayacak bir akıldır. Bu duruşun mantığının gerici iktadarların sansürcü mantığının da ötesinde anlamı bulunuyor. Bu akıl, Deniz'i anlatmadaki yetmezlikleri, kısırlıkları ifade ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Kişi istediği kadar aydın olsun, istediği kadar kütüphaneler yutmuş olsun, böylesi bir esere karşı bu tepkiyi göstermesi, kendisinin böylesi bir görevde, sınıfta kaldığına bir işarettir. Kitabın adı üzerinden kar sağlanacağı iddiası ise okuru aptal yerine koymaktır. Kendi kitaplarında oynadıkları oyunları ele vermek demektir; bu, Kıpti'nin şecaatini arzederken sirkatini söylemesidir...

Bu yapılan, yargısız infazdır, çekememezliktir, darlıktır. Ali Yıldırım'ı tanımadan yazım etkinliklerini bilmeden, inanç algıları yanı sıra siyasal ilkelerinin nelere tenezzül etmeyecek kadar sağlam onursal dayanaklara sahip olduğunu bilmemektir. Bu nedenlerle, saygı duyduğum değerli aydınlarında içinde yer aldığı listenin sansürcü aklını ayıplıyorum. Bu anlamsız tepkileri, devrimci hareketin halk karşısında düştüğü ötekileşmiş hallerinin refleksi olarak görüyor ve kınıyorum.

Ancak bu liste daha da vahimi isimleri de barındırması dikkat çekicidir. bu sansürcüler listesinde tandığım polis işbirlikçisi bir itirafçının olması beni hayrete düşürmüştür. Bu itirafçı 19 Ağustos 1977'de İstanbul emniyetinde tüm arkadaşlarını polise teslim etmekle yetinmemiş, tanıdığı bildiği, bilmediği herkesi ele vermiştir. Adresleri, malzemeleri ve hayallerini bile anlatmış bir ahlaksızdır; polise verdiği 20 sayfalık itirafnamasinde, sırtlarına suç yıkacağı kişilerin ihtimali eşkallerini bile vermekten çekinmemiştir; Polisin, "olmayan eylemlerin yapılması düşünülürse kim tarafından yapılabilir?" sorusuna ise, bir dizi isim sayarak insanların, işkence, zindan, ölüm ve bu güne kadar sürgünlerde acı içinde kalmasına yol açmıştır. Polis itirafnamesinde “Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim” (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16) diyen bu itirafçının Denizlerin adının anıldığı bir "protestoda" yer alması, bu protestonun Denizlerin direnme mesajıyla ne kadar ilgisiz olduğunu göstermeye yeterlidir.

Bu akıl kırılması sansürcü tepki, ülkemiz demokrasi mücadelesinde özgürlüklere sıkılmış bir kurşun gibidir.

Oysa Denizlerin bizlere bıraktığı miras direnme mirasıdır, idam sehpasında bile direnen bu yiğitlerin kahramanlığıyla devrimci mücadele yoluna koyulan bizim kuşak, işkence ve zindanan bu mesajın yolunda yürüyerek ser verdi sır vermedi.
Bütün bunlara rağmen, cevabi yazınızda dile getirdiğiniz şu satırlar her şeyi açıklamaya yeter de artar diyorum;

"Bu kitap Deniz Gezmiş’in yaşamının son 18 ayının günlük dökümüdür. Yaşamının bu kesitinin gün gün tespit edilmeye çalışılmasıdır. Kitap bu anlamıyla Deniz Gezmiş’in günlüğüdür. Fakat elbette Deniz Gezmiş tarafından yazılan bir günlük değildir. Kitabın adından kapağından sunuşuna kadar belgesel bir kurgu olduğu açıktır. Bu kitabın bir kurgu olduğunu yazmayı insan aklına hakaret olarak görmüştüm. Yazar olarak benim bu günlüğü Deniz Gezmiş’in yazmış olduğu yönünde en küçük bir imam, bir tek cümlem söz konusu değildir. Kitapta “bu günlük Deniz Gezmiş’e aittir, onun kaleminden çıkmıştır” türünden bir iddia bulunmamaktadır. Kitabın daha ilk satırını okuyan bir kimsenin bu satırların Deniz dışında bir başkası tarafından yani yazar tarafından yazılmış olduğunu fark etmemesi imkansızdır."

Deniz Gezmiş, ne 68'lilere aittir ne de kimsenin özeline. O, her dönemde, uğruna idama kadar yürüdüğü siyasal, kültürel ilkelerinin kıta sahanlığında durabilen, ama edebiyatın sonsuz anlatım farklılıklarıyla zenginleşen bir mesajdır. Bu mesajın gücü, denizi bizlere bir kez daha ve yüzlerce kez daha kendi özgün anlatımıyla sunan yazar girişimine bağlıdır. Deniz Gezmiş'in günlüğü, Deniz Gezmiş'in aşkı, Deniz Gezmiş'in Deniz Gezmiş'i gibi anlamlı olabilecek yazınlarla, roman ve araştırmalarla onun mesajını gelecek kuşaklara taşımak, bize ait olan, bizden olan ve bizim için olan Deniz'i anlatmaktır.
Bunun ötesi, abesle iştigaldir....

Baki selamlarımla.

Mihrac Ural
17 Ekim 2011
_______________________________________________________________

Mihrac Ural 17 Ekim 2011 03:07
Kime: Ali YILDIRIM


Değerli Ali Yıldırım,

İlginç bir şey daha oldu. kadim dostum, yoldaşım Mehmet Yavuz, bu tartışmalar üzerine benden bağımsız ve hiç farkında olmadığım bir yazısını göndermiş. Üstelik bu yazıyı size gönderdiğim açıklamayı yazdıktan sonra okudum; aklın yolu birmiş, bir de siz okuyun...

Mehmet Yavuz'un yazısı:

Deniz Gezmiş Günlüğü
Mehmet Yavuz
16 Ekim 2011


Tarihe mal olmak için serden geçmek lazımdır.. Bu da kolayca göze alınacak bir hal değil..
Deniz olmak zordur..

Ama Deniz kalmak daha da zor.

Yüreklerimizde en canlı halleriyle yaşamaya devam eden Denizlerle dertleşmek, yozlaşan ilişkileri, kaybolan ülküleri, değerleri iletmek yanlış mı ?

Bence değil…

Ali Yıldırım da Deniz Gezmiş’le dertleşip ortaya bir günlük çıkarmış..
Beğenip beğenmemek kişisel bir tercihtir, saygı duyarım.. Ama buradan yola çıkarakDeniz Gezmiş’in yoldaşıymış edasıyla hava atmaya çalışanların sahte yüzlerini de teşhir etmekte fayda var…

Bunu yapmak geçmişe olan bağlılığın gereğidir..

Diyorlar ki; bu kitap Denizlerin anısına saygısızlıkmış..

Peki sen Oral Çalışlar, sen Engin Erkiner…
Hangi yüzle böyle bir bildiriye imza atıyorsunuz ?
Böyle bir bildiriye imza koyanın; her şeyden önce kendisinin o geçmişe layık olması gerekmez mi ?

Gençliğimizde Deniz olmak tutkumuzdu… İdealimizdi..
Bu nedenle anti emperyalisttik.

‘’Bağımsız Türkiye’’ sadece sloganımız değil, ülkümüzdü..

Halen de öyle..

Peki ya sen sorosçu Oral, ya sen ihbarcı ve itirafçı Engin; sizler ne kadar anti emperyalistsiniz bugün ?

Ne kadar Denizsiniz ?

Sizler; Denizlerin denize döktüğü 6. Filonun askerlerine selam durmuyor musunuz bugün ?

Emperyalistlerin Arap coğrafyasındaki işgallerine alkış tutmuyor musunuz ?
Sizler; Arap baharı maskesi takmış Amerikan uşağı değil misiniz ?

Behey yüzsüzler,
Behey utanmazlar,
Behey işgal çığırtkanları,
Behey muhbir, behey çamur adam...
Milletten utanmıyorsunuz, bari tarihten utanın...

Denizler yaşıyor olsaydı eğer; Ali Yıldırım’a ne yapardı bilemem ama sizlerin o alçak suratına tükürüp, kıçınıza tekmeyi basarak Dolmabahçe’den denize dökerdi..

Bundan eminim..
____________________________________________

Ali YILDIRIM 17 Ekim 2011 07:54
Kime: Mihrac Ural mircihan@gmail.com

Hocam,

yazdıkların için çok teşekkün ederim.
Bu Erkiner'in marifeti yalnız imza atmakla sınırlı değil, bir de aleyhimde yazı yazmış ... selamlar

____________________________

Değerli Ali Yıldırım,

Engin Erkiner, polis itirafnamesinde kendini açıkça tanımladığı gibi bir itirafçıdır. İtirafçı olmanın insan ruhunda yarattığı aşağılık kompleksini, herkese ve her emek ürünü çabaya düşman tutumlar almasını, psikanalizlere bırakacağım.
Bu adam, ortaya koyduğum siyasal yazım performansı karşısında 30 yıl sonra bir kez daha, malum teşkilatlarca muhbirlik görevine sürülmüştür. Genel Kurmay desteğiyle kurulan sitesinde, 3 yıldır sadece adım etrafında karalama yazıları yazılmıştır. hala devam da etmektedir. Ortağı MİT ajanı İbrahim Yalçın'la bu görevi ifa etmektedirler. Yazdığınız kitabı eleştirirken bile bana eleştiri gönderme çabası bu işlevin bir parçasıdır. Bu açıdan yazdığı yazı, sizden çok benimle ilgili olduğunu söyleyeceğim. İtirafçı Engin Erkiner ve ortağı MİT ajanı İbrahim Yalçın'nın bitip tükenmez ihbarlarının sonucu 14 yoldaşım hala özel mahkemelerde yargılanarak süründürülmektedir.

Bu ahlaksız adam, bu onursuz kişi, istisansız her şeyi küçümseyerek kendi kaosunu, kendi yetmezliğini örtebileceğini sanıyor. Adımın anılmadığı, başlığa çıkırılmadığı bir yazısına rastlarsanız, siyasi düzeyini anlamanız zor olmayacaktır. Bu kadar cahil, bu kadar bilgisiz, bu kadar medya sınırlarını aşmayan başka birini bulamayacaksınız. Sadece bu da değil, Komuşmuz Suriye'ye BM ve NATO askeri güçlerinin saldırı düzenlemesine, işgal etmesine devet çıkaran bir aptaldır da; inanın bu akıl zoru davette benimle ilgilidir. Bu kişi,bilinçaltı kirliliğiyle korkunç bir Alevi düşmanıdır. Milliyetçidir de; bölücülüğe karşı anadille eğitim hakkı isteyen Türkiyeli Arap'lardan özel olarak nefret eder, hiç bir demokratik hakları olmadığı, varlyıklarının bile olamayacağı iddiasında bulunur. bu ölçekteki cehalet bana göre bir görevdir bu görev de Mihrac Ural'a karşı şahsi düşmanlıktan beslenir.

Bu adam siyasi olmak bir yana şahsi kin ve intikam iç güdülerinin esiridir. Ötesi değil. Önemsenmeye değmez, hele sizin kulvarınızda asla muhatap alınmaması gereken bir ahlaksızdır.

İtirafçı Engin Erikner'in kişileri hedef almaktan başka tür bir yazısı yoktur ve bunların tümü tıpkı basımdır; her şeyi tiye alama, küçümseme, kendisinin hiçliğini örtmeye çalışmaktan ibarettir.

Şöyle bir düşünün, adam tek bir tokat yemeden itirafçı olmuş, rüyalarını bile polise anlatmış, her şeyi yakıp yıkmış, insanların sırtına olmadık suçlar yüklemiş ve örgüt örgüt dolaşarak, MİT'le devam eden ilişkisini gösteren tesfiyecilikler yapmıştır. Buna rağmen özür delemek bir yana, "bir kez daha yakalansam aynı şeyi yaparım" deme hayasızlığı göstermiş biridir. Acilciler hareketinden kovduğumuz bu kişi TKEP'e katılmış ve ortağı İbrahim Yalçın denilen MİT ajanıyla tasfiyecilik yapmıştır. TEKP öylece buharlaşmıştır.

Bana göre, bu ölçüde pervasızlığın tek kaynağı devam eden polisiye ilişkisinden başka bir şeyle izah edilemez derim. Bunu anlamak için hala aynı sitede birlikte insanları karalamakatan ve ihbar etmekten başka bir yazıları olmayan bu ikilinin İbrahim Yalçın ayağı, keydan okurcasına MİT'le ilişkisini açıklamaktan geri kalmamaktadır. Şu cümleleri bir okuyun ;

"Ben ADANA’ya MİT’e döndüğüm de Sarı’yı gördüğümü beni kongreye götürmek için geldiğini. 13 ve 16 Ekim’de ANTAKYA PTT’si önünde saat 14.00de buluşacağımızı bildirdim” (İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:7)
“Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " (İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)
İtirafçı Engin Erkiner'e, aynı sitede sadece iki kişi olarak yazan ve bunlardan biri olan ortağı İbrahim Yalçın'la ilgili bir açıklama yapmasını isteyin. yeter de artar...

Deniz gibi direnme sembolü bir kahramanla ilgili yazma cüreti gösteren bu itirafçınını yaptığı pervasız bir utanmazlıktır. Arsızlık ve hayasızlıktır. Bu insanlar çevreye kirlilik saçmak için çırpınırlar, çevre kirletirler ve hiç bir şey üretmezler. Hayatları boyunca her kapışmada yere serildikleri için de hiç bir şey olmamış gibi, demagojinin dehlizlerinde kendilerini kandırıyorlar.

Engin Erkiner bir itirafçıdır, ötesi üzerinde durmanın hiç bir gereği yoktur. Bu ahlaksızla ilgili konu geçtiği zaman yazılı ve sözlü olarak, "Engin Erkiner öncelikle polisteki itirafçılığının belgesi olan "Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim" (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16) sözleri hakkında bir açıklama yapsın gerisine de hiç karışmasın " demeniz yeter de artar.

Değerli Ali hoca, Denizi ele almak, denizi işlemek, deniz hakkında farklı bir açıyla yazmak dün de bu gfünde yarın da ihtiyaçtır. bu ihtiyaç demokrasi mücadelesi yürütme kararlılığında olan herkes için olduğu gibi halkın da şiddetle arzuladığı bir yönelimdir. Halktan kopmuş, birbirini çekmeyen ve hayatını meyve veren ağaçları taşlamakla geçiren bu taşkalacılara dönüp bakmadan yolunuza devam etmeniz yeterlidir: Onlara verilecek en iyi cevap da budur....

Başarı dileklerimle

Mihrac Ural
17 Ekim 2011

Hiç yorum yok: