4 Ağustos 2011 Perşembe
MISIR’DA BİR DÖNEM Mİ? BİR CÜRÜM MÜ? YARGILANACAK
Mihrac Ural
4 Ağustos 2011
Mısır firavunu Hüsnü Mübarek sanık kafesinde, sedyede, iki oğlu ve bakanlarıyla adaletin önüne çıkarıldı (3 Ağustos 2011 Çarşamba).
Mısır halkı, 21. Yy için büyük önem taşıyan halk ayaklanmasının arkasında devam eden kararlı duruşuyla, 31 yıl ülkesini diktatörlükle yöneten Mübarek ve ekibini demir parmaklıkların arkasına koymuş oldu.
Mısır devrimi bir halk ayaklanmasının ürünüdür.
Halkın bu kalkışını küçük düşürecek, önemsizleştirecek, dış güçlere bağlayacak hiçbir yorum gerçekçi değildir. Mısırda halk, 21.yy halklar hareketine önemli ders olacak bir devrimle diktatörlüğü yıkmıştır. Mısır, bu devrimden sonra, bir kez daha aynı Mısır olmayacaktır, bu her ne kadar devlet ve eski sistem bütünüyle yıkılmamış olsa da. Buna rağmen, böylesi haklı isyanların her zaman bire bir halkın iradesi yönünde ve çıkarları için devam etmeyebilir. Libya bunun örneğidir.
Emperyalist dış güçler, her yerde halkın haklı taleplerini nedeniyle ortaya koyduğu eylemliliği saptırmak, iç savaşa çevirip kardeşkanı dökülmesi, “yaratıcı anarşi” içinde ülkelerin kaosa sürüklenmesi için, halk ayaklanmalarını yıkıcı amaçları için yönlendirmek isteyecektir. Güçsüz muhalefetlerin dış güçlere bel bağlamasıyla başlayan böylesi bir süreç, bu halk hareketlerini amacının çok ötesine savurmaya kadar düşürür. Libya örneği bunu çok açık yansıtır.
Libya’da halkın haklı değişim taleplerini, kendi çabasıyla iç işlerine kimseyi karıştırmadan, halkı daha çok yanına kazanarak sonuç almak yerine, dış güçlerin istila dahil her türden askeri operasyonuna yaslanması, devrimi bir karşı-devrim haline getirmiştir. Bunun sonucu baskıcı Kaddafi rejimi, mağdur duruma düşmüş, ayaklanmacılar ise vatan hainleri olarak tarihe geçmiştir. Buna benzer belirtileri, Suriye olayında da görmek mümkündür.
Suriye’de halkın haklı taleplerine, Suriye halkçı yönetimi ilan ettiği reformlarla cevap vermeye çalışmıştır. Soğuk savaştan arta kalmış olmasına rağmen Suriye’de sistemin böylesi reformlara yönelmesi, şer güçlerini zora düşürmüş, beklemedikleri bu atılımın önün kesmek üzere, her türden reformu ret ederek silahlara sarılmayı tercih etmiştir; baştan itibaren vatan çatısı altında barışçıl gösteri olarak ilan edilen muhalif tepkileri bir anda, yönetimin reformlara kararlı bir biçimde başlamasıyla silahlı kıyım ve yıkıma yönelmiştir. Bu değişim, emperyalist dış müdahalenin baskısı altında özellikle selefi cihadi kesimlerin doğrudan Amerikan ve Siyonist Arapların desteğinde kanlı olaylara yönelimiyle belirginleşmiştir. B:u gelişme, vatansever muhalefet dışlanarak, kin ve intikamdan başka bir derdi olmayan, siyasetle hiçbir ilgisi olmayan eli kanlı şebekelerin kıyım ve yıkım amaçlı yönelimlerine gelip dayanmıştır. Suriye halkçı yönetimi, buna rağmen reformları kararlılıkla sürdürmekten geri durmayarak bu oyunu bozma çabasında olmuştur.
Tunus ve Mısır deneyinde bir ölçüde gafil avlanan emperyalist ülkeler, halkın haklı taleplerinin ikamesi nereden gelirse gelsin önü kesilmek istenmiştir; Suriye’deki olaylara, medya tarihinin en kapsamlı yalan, abartma, kurgularıyla 39 uluslararası TV kanalından, ABD, İngiltere, Fransa dahil tüm emperyalist ülkelerden ve Arap gericiliğinin mali desteğiyle yapılan müdahale bunun için gündeme gelmiştir.
Mısır’da gelişmeler böylesi bir kırılma noktasına gelmemiştir. Halk ayaklanması hedeflerinin tümüne ulaşamamıştır, devrimi ilk aşamasında sistemin simgelerini yıkmış ancak sistemi tefsiye edememiştir. Sistem, Suriye’de olduğu gibi genişlik gösterip kendini yeniden organize edebilecek dinamiklere sahip olmadığı için, halkın devrimci baskı gücüyle sonuçlanmamış kararsız denge durumunda kalmıştır.
Bu kararsız denge, adım adım bozulmaya, halk güçleriyle eski sistemi temsil eden ordu yüz yüze gelmeye başlamıştır. Son söz, bu iki gücün arasındaki düellonun sonuçlarıyla ortaya çıkacaktır. Hüsnü Mübarek ve bakanlarının yargılanmasının bu açıdan anlamlı olduğunu söylemek, bu kararsız dengenin halk güçleri lehine kararlı hale gelmesi açısından önem taşımaktadır; bu davanın, “göstericilere ateş açıp ölüme neden olmak” diye ilan edilen iddianamesinin çok ötesinde bir durumdur.
Buna rağmen, Amerika ve İsrail, bölge tarihlerinde kazandıkları en büyük müttefik olan Hüsnü mübarek’i kaybettikten sonra en yakını olan Mısır ordusu üst yönetimini kaybetmek istemeyecektir. Bunun için, Mısır’ı kanlı senaryolara düşürmek, dini çatışmalarıyla, selefi cihatçı ilkellerle, Müslüman kardeşlerle diğer güçleri çatıştırarak bir kaos yaratmayı tercih edecektir. Bu tercih, Mısır’ın gerçekçi çıkarları ve Arap ulusunun, Filistin halkının, bölge coğrafyasının temel çıkarlarını savunan öncü ülke olmasının önünü keseceği düşünülmektedir.
Mısır Arap halkının gücüdür. Bu güç gerçek işlevine yöneldiği zaman, bölgenin tüm dengeleri yeniden halkların lehine düzenlenmiş olur. İstenmeyen de budur.
Bunun için emperyalist müdahaleler, müdahaleleri takip edecektir. Mısır devrimi ikinci aşamasının başarıyla gerçekleşmesinin önü, tıpkı Suriye’de karara bağlanan reformların önünün kesilmek istenmesi gibi kesilmeye çalışılacaktır.
Bu iki ülke, Mısır ve Suriye, Arapların gücü ve aklı olarak, birleşmeleriyle ortaya çıkacak gücün engellenmesi istenecektir. Bu nedenle de, Siyonist Araplar diye tanımladığım tüm gerici Arap devletleri, medya etkinlikleri, maddi ve lojistik destekleri akıl almaz bir çırpınış halinde eli kanlı şebekelere akacaktır. Suudi Arabistan’ın, Suriye’de olduğu gibi Mısırdaki, Selefi cihadilere bitip tükenmez maddi destek sağlayarak sokakta kanlı eylemler yapmaya yönlendirmesi, Hüsnü Mübarek’in mahkemesini sulandırıp kurtuluşu için çalışması bunu ifade ediyor. ABD ise, ılımlılaştırabildikleri kadar ılımlılaştırarak Müslüman Kardeşler Örgütüyle derin ilişkiler geliştirmekte, onlardan “Mısır’ın uluslar arası anlaşmalarına sadık kalacağız” demelerini sağlayarak İsrail’i rahatlatacak adımlar atmaları istemektedirler: Onlar da bu önermeleri çoktan içselleştirmiş olarak, dirsek temaslarını yoğunlaştırmaktadırlar.
Tarihleri boyu kanlı eylemlerin sorumlusu olan Müslüman kardeşler örgütü bu günün Mısır’ında, yaklaşık yüz yıllık siyasi deneylerine dayanarak, nasıl ki devrime en geç katılan oldularsa, şimdi de sinsice olayların gelişimini izlemekte ve uygun fırsatta, mücadeleden yorgun düşenlerin cesetleri üzerine basa basa iktidara gelme hayalleri kurmaktadırlar.
Bu açıdan, Eski düzenin temsilcileri, Suudilerin çabaları ve Amerika’yla İsrail’in Mısır üzerindeki emelleriyle aynı doğrultuda yol haritası çizen Müslüman Kardeşler, Mısır devriminin ikinci aşaması diye bir dertleri olmadığını, her davranışlarıyla ortaya koydukları görülmektedir.
Mısır halkı orduyla hesaplaşmasını bitirdikten sonra, yüz yüze kalacağı güç de işte bunlar olacaktır.
Mısır, farklılıklarıyla bir bütün olarak, yenileşmek, demokratikleşerek özgürleşmek istemektedir. Ancak ne demokrasi ne de özgürlük dini siyasete alet edenlerin çıkarına değildir. Bu yüzden devrimin derinleşmesine karşı çıkmaktadırlar. Bu nedenle Mısır, yargılamaları sıradan bir cürüm davası olarak geçiştirmek isteyenlerle, bir dönemi siyasi olarak yargılamak isteyenlerin mücadelesine sahne olacaktır. Her devrimin ardından olanlar Mısır’da da bu verilerle belirginleşecektir. Ancak, halkın devam eden kararlılığı, bu yargılamaları bir dönemin yargılanması olarak yerli yerine oturtmaya çalışacaktır.
Önceki yazılırımda Pandoranın kutusunu açan Mısır devriminin bitip tükenmez sorunlarıyla yüz yüze kalacağını belirterek, bu sınavdan başarıyla çıkılması halinde devrimin tamamlanabileceğini belirtmiştim, bu gün olanlar bu gerçekleri yansıtıyor.
MISIR DEVRİM SÜRECİNDE ÖNEMLİ NOTLAR
Mısır devriminin başladığı 25 Ocak 2011 tarihinden itibaren 20 makale yazdım.
11 Şubat 2011, Cuma gününe gelen ve o güne adına “TUFAN” başlığıyla yayınlanan 15. Makaleme şu cümleyle başladım “Tahrir meydanında bu gün, 3 milyon Mısırlı gece yarısına kadar bitip tükenmez bir heyecan ve enerjiyle haykırdı; diktatör mübarek artık defol. “
Bu makalemin yayını ardından, aynı gün, 11 Şubat 2011 tarihli “FİRAVUN” başlıklı 16. Makalemde, Hüsnü Mübarak’in istifası haberini saat; 18.00 da ajanslara düştüğü an okurlarıma yorumlayarak aktardım Mısır halkına tebriklerimi iletirken de şu önemli vurguyu yaptım:” Halkın gücü karşısında hiçbir diktatörlüğün tutunamayacağını gösterdiniz” devamla da “Diktatör yerine yönetimi ele alan Ordu konseyinin eski düzenin bir uzantısı olduğunu unutmadan, devrimi Mısır halkı için olduğu kadar, bölgemiz ve insanlık için ilerletme sorumluluğu da omuzlarınızdadır” dedim.
Mısır halk devrimi ve ordu ilişkisi üzerine her makalemde özel dikkat çektim.
Militarizmin, güvenlik yaklaşımlarının, istihbarat ve paramiliter güçlerin tarihte sadece birer figüran olduklarına inanan demokrasi algılarımla bunlara dayananların sadece kukla olacağını yazdım. Halkına güvenmeyen, iç ve dış politikada halkını temsil edemeyenlerin yıkılmaktan başka şansları olmadığını ifade ettim.
Halk, kendi hak ve talepleri için mücadele ederken verili nesnel koşullar içinde, kendi tarihini yaptığını belirterek, gerekli objektif koşullar olgunlaştığı yerde, halkın talebi olan siyasal dönüşüm devrim atılımıyla başlar diye ekledim. Mısır halkı böylesi bir devrimci girişimin ilk aşamasını başarıyla tamamlamıştır.
Ancak bu gelişmeler doğru tanımlamak, Mısır devriminin açtığı Pandoranın kutusundan çıkan zorlukları ve Mısır devriminin ne olup olmadığı konusunda zihinleri karıştıran yaklaşımlara da netlik sağlama adına şu belirlemeleri yaptım.
“Tahrir meydanındaki büyük flamda dile gelen 7 maddelik siyasi talep ilanı, buz dağının görünen kısmı sayılmalıdır. Devrim, bu taleplerin çok ötesinde, Mısır'ın Sedat ve Mübarek dönemlerine ait tüm kurum ve kuruluşların, anayasa ve yasaların iç ve dış politikaların stratejik olarak yeniden dizayn edilmesine yönelecektir. Bu ise, Mısır'da Pandora’nın kutusunun açılacağına kuvvetli bir işarettir.”
Mısır'da da Pandora'nın kutusu açıldı. Ama ne Zeus'un gönderdiği ilk kadınla ne de gizemli kutuyla. Tersine Mısır Arap kadını, tarihinin en görkemli tutumunu ortaya koyarak erkeğin yanında omuz omuza insanlığa olumlu mesaj vermek üzere, tüm tehlikeleri göze alarak meydanlara indi. Üstelik hüküm süren tüm kötülükleri yok etmek için, narin kollarını sıvadı.
Buna rağmen açılan bir Pandora kutusudur demek yanlış değildir. Gelişmeler uzun yıllar sürecek bir çekişme ortamının ilk işaretlerini böylece vermiş yoldu. Burada gizemli kutunun sahibi Zeus değil Firauvn, kötülükleri saçan da çevresi.
Mısır, çağdaş tarihinin tüm değerlerini enine boyuna tartışacağının ilk işaretlerini bu devrimle vermeye başladı. Denebilir ki, bunları tartışmak çok erken. Evet doğrudur. Ancak ülkemiz okurunun bu günkü gelişmeleri de kavraması açısından önem taşıyan bir kaç başlık altında bunlara işaret etmeyi gerekli görüyorum.
Mısır devrimi, örgütsüz, lidersiz ve barışçıl bir devrimdir. Beyaz silahı bile (bıçak gibi) olmayan bir devrim. Mısır devrimi, Türkçe algılarımızda yer alan tarihsel devrimler gibi bir devrim değildir. Siyasal iktidarın bütünüyle devrilmesi anlamında da bir devrim değildir. Bir önceki makalemde anlatmaya çalıştım, Sevra büyük halk isyanı, halk ayaklanmasıdır. Devrime yol açabilir de açmayabilir de. Ama tarihe “sevra” olarak geçer. Türkçede, ayaklanmaya devrim demek için, iktidarın ele geçirilmiş olması gerek; aksi takdirde buna isyan ya da sonuçsuz kalmış ayaklanma denir. Arapçada, halkın ayaklanması hen ne sonuç verirse versin, sevra olarak yani devrim diye anılır. Türkçede sevra kelimesini karşılayan tek kelime de devrimdir (Devrim, devirmek fiilinden gelmesi anlamında Arapça İnkalap kelimesinin karşılığıdır. Türkçede inkilab daha çok darbe olarak görülür.)
Mısır Sevrası bir ıslahat (reform) hareketidir. Talep ve hedefleriyle, yanlış giden bir süreci, yanlış kurgulanmış bir yapıyı yeniden dizayn etme çabasını önde tutan bir harekettir. İlerleyen her gün bu hareketin amaç ve hedefleri de belirginlik kazanmaya başlamıştır. Bunlar belirdikçe de Pandora'nın kutusundan nelerin dışarıda olduğunu anlamak güç değildir.
Bu açıdan devrimin 25 Ocak 2011 başlangıç tarihi beli olmasına karşın, bitiş tarihini belirlemek güç olacaktır. Çok şey tartışılacak, taş üzerine taş konarak, çağdaş dünya normlarında bir demokrasi ve özgürlük ortamına girilebilecektir. Bu gün için söylenebilecek en kesin şey, bu kapının geri dönülmez biçimde açıldığıdır. Mısır ve bölge halklarının çok önemli kazanımları olacağıdır.
Mısır devriminin bileşkesi ne sınıflar ne de inançlardır; tüm sınıflardan insanlar ve tüm inançlardan devrimcilerin yer aldığı gerçek bir halk hareketidir. Bu nedenle de kendi aralarında zamanın öğütücü etkisiyle uyumlu çalışan dişlilere sahip olmaları zaman alacaktır. Bu dişlilerin uyumu için büyük bedeller de ödenebilir, Pandora'nın kutusu tas tamam bu noktada anlam bulur.” ( Mihrac Ural, 5 Şubat 2011 tarihli “ MISIR DEVRİMİ VE PANDORANİN KUTUSU” başlıklı, Mısır devrimiyle ilgili 8. Makale Link: http://mirural.blogspot.com/ )
Gelişmeler yazdıklarımızın bir kehanet olmadığını olayları doğru izleme ve soyutlamanın sonucu olduğunu gösterdi. Mısır devriminin ikinci aşamasının tamamlanması için açıkça dile getirdiğimiz orduyla yüz yüze gelmeden, bu aşamanın aşılamayacağı gerçeği, gelişmenin seyri içinde tüm yönleriyle belirginleşmiş oldu.
Bu kesitte Mısır devrimi üzerine bilinçaltlarındaki “ordu kılıcını indirdi” söylemleriyle, orduya devrimci rol veren Türkiye solunun düştüğü hatalara şu şekilde cevap vermiştim; “Kimi yorumcuların, ülkemizle ilgili tarih bilinç altlarından çıkarıp getirdikleri "ordu kılıcını indirdi" söylemine atfen, Mısır ordusu için "Böylece Ordu başından beri, önce ateş etmeyerek, sonra mitinge emniyet garantisi vererek, değişimin ebesi; doğamayan çocuğun doğmasına sezeryanla yardım eden doktor işlevinin sürdürdü." (D. Küçükaydın) demek, çok talihsiz bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım, geçmişte Türkiye için ne kadar yanlışsa Mısır'ın bu günü ve yarını için de o kadar yanlıştır. Olayları "uzaktan yorumlamak", bu hataları hep taşır diyeceğim, daha yakın bakmak gerek.
Mısır ordusu, Okyanuslardan Körfeze uzanan, orta-doğu, Afrika ve Asya'yı etkileyen Arap ulusunun ve bölge halklarının çıkarlarını çok kaba bir biçimde, yıllık 1 milyar 300 milyon dolara satmıştır demek yanlış değildir; Camp David anlaşmasının korunması koşuluyla Amerika’nın Mısır ordusuna ödediği yıllık prim budur. Detaylar ise belgelerle birçok devrimci kesimin elinde, demokratik bir adalet ortamında dava konusu olmak üzere hazır beklemektedir.
1 Milyon askeri olan bu orduda her askere (Subay ve erat) 1000 küsur dolar düşer. Bunun üst subaylara daha fazla, askerle ise hiç denecek kadar az düştüğünü hesap ettiğimizde, bu ordunun göbek bağlarını anlamak zor olmayacaktır.” (Agm)
Mısır halkı bir kez ayağa kalmıştı. Ancak devletin hiçbir kurumunu, hiçbir etkinliğini, dağıtamamıştı. İstifalar olmuş, ama devletin işlerini aksatacak bir dağılma olmamıştı. Hükümet istifası boşluk yaratmamıştı, yeri doldurulmuş sistem aynıyla çalışmaya devam etmişti. Hüsnü Mübarek istifa etmiş askeri konsey yerini almıştı ve işler olduğu gibi aynı sistemle yürümeye devam etmişti.
Halk bu ölçekte özveriyle ayağa kalkıp bir devrim gerçekleştirirken, hiçbir köklü değişimin olmaması, yeniden büyük enerjilerin dolmasına ve bir biçimde patlamasına yol açacak gerginlikleri yoğunlaştırıyordu.
Ordu Mısır devriminin yolu kesen en önemli karşı-devrim gücüydü. Bu ordu, Mübarek diktatörlüğünün, ülke ve ulus, bölge ve halklarının çıkarları karşısında duran yönelimlerin tek koruyucusuydu. İç siyasetten çok, Filistin davası ve diğer dış siyasi yönelimlerle izlenen Amerikancı-Siyonist çıkarların temsilciliği, Mısır devriminin en önemli etkeniydi.
Halk bu onursuz gidişe son vermek istiyordu ve bunun için ayağa kalkmış devriminin ilk aşamasını başarıyla tamamlamıştı. Mübarek gibi simgeleri alt etmiş ancak düzeni yıkamamıştı. Ordu bu sürecin ilerlemesinin önünde duruyordu.
Bu süreçte Mısır ordusu üzerine birçok tespit yaptım. Bunlar arasında altta vereceğim satırlar bu makalenin konusu açısından önem taşıyor;
“Yazıp durdum, Mısır ordusu halkın utanç duyacağı ordu türlerinden biridir diye. Bu ordunun eli kanlıdır, Mısır oligarşisinin bir parçasıdır, generaller bir kast gibi ölüm döşeğine kadar bu sultanın bir parçası olarak ganimetten pay almaktadır: Ganimet ise, ülkenin tüm değerleri ve en önemlisi ülkenin bölgesindeki ve insanlık indindeki gerçek rolünün gasp edilmesidir. Mısır’ı üçüncü sınıf ülke konumuna sokan bu teslimiyetçilik ayna zamanda kendi halkına karşı, İsrail siyonizmiyle el ele katliam yaparak ihanet ve delalet içinde olan bir emperyalist ileri karakol konumundadır.” (Mihrac Ural, 11 Şubat 2011 tarihli “TUFAN” başlıklı makale http://mirural.blogspot.com/ )
İşte bu gün, Mısırın sorunu da burada başlıyor. Pandoranın kutusundan çıkan en büyük şer, Mısır’ın Amerikancı üst subaylarla örülü Ordu bulunuyor. Amerika ve İsrail de bu gücü halkın direnci karşısında korumak için elinden gelin her şeyi yapıyor. Bir Mübarek giden yenisi gelirdi ama sistem tümden yıkılırsa yerine yenisi gelmeyebilir. Bu gün İsrailli yöneticiler Mübarek’in yargılanmasına duydukları hüznü dile getirirken, bölgede varlık sorunuyla karşı karşıya olmanın tedirginliğini yaşıyorlar: Bunun için, bölgeyi sürekli kaos ortamında tutup kimsenin dik durmasına müsaade etmek istemiyorlar. Ortalık ne kadar karışık olursa, ne kadar kanlı ve iç savaşa giderse İsrail ve Amerika o kadar rahat olacaktır. Bunun için çırpınmaktadırlar. Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) inşasının bu kaosun ardandan geleceği inancı taşımaktadırlar.
Bu gelişmeler karşısında Mısır halkının bitmeyen direnci büyük bir sınavdan daha geçtiğini ifade etmek yanlış olmayacaktır. Ancak devrimin ikinci aşamasının birincisi kadar kolay olmayacağı açıktır: Orduya gerçek bir yüzleşmeye girmeyen bir Mısırın özgür olması mümkün değildir. Müslüman kardeşler örgütüyle de yüzleşmeyen bir Mısırın demokratik bir düzleme gelmesi mümkün olmayacaktır.
Kıssadan hisseye gelince:
Bütün bu dersler, ülkemiz içinde önemli takip edilmesi gerektiğini bildirerek makalemi bağlamak istiyorum. Halkın iradesi ve çıkarları tüm iktidarların tek meşru dayanağı olmalıdır. Bunu içselleştirmeyen iktidarların halklarıyla yüz yüze gelmekten ve yenilgiye uğramaktan başka seçenekleri olmayacaktır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder