HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

19 Ağustos 2011 Cuma

MİHRİ BELLİ ANISINA


Mihri Belli, kararlılığın, direnmenin adıdır.


Mihrac Ural
16 Ağustos 2011

Bu gün aynı saatlerde Babamı kaybettim. Aynı anda Diyarbakır grup moderatörlerü Ergun Eşsizoğlu’nun Mihri Belli’nin vefat haberi ilanını okudum. Biri babamdı biri hayatımı uğruna verdiğim devrimci davanın ortak paydalarında, kendi kulvarındaki liderlerindendi. İkisini de yazmam gerekti. Hal hatır bilen insanların geç saatlere kadar evimi boş bırakmayan taziyelerinden fırsat bulduğum ve anlamlı olmasını istediğim için sakince yazmayı yeğlediğim, saygımın da ifadesi olmasını istediğim Mihri Belli abimizle iki anımı altta paylaşıyorum.

TÜM KUŞAKLARIN DEVRİMCİSİ

Mihri Belli, bir dönemin değil, tüm dönemlerin en önde mücadele eden devrimci lideriydi.

Böylesi çok az. İki yüz yılda da özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürütmek herkese nasip olmaz. Bir ülke tarihinin yüz yıllık kesitinde tüm dönemlerin, tüm kuşakların devrimcisi olmak, tek başına ne teorik donanım, ne örgütlü olmak ya da eylem içinde bulunmakla olmaz. Elbette ki uzun yaşamak bu işin varlık şartı, ama olayın iradelere bağıl yanında ise tek kelimeyle kararlı olmak gerek.

Kararlı, ısrarlı olmak, ne yaptığını ve neden yaptığına dair kendini ikna etmek gerek. Bu iradenin olduğu ve bunun için gerekli olan binlerce unsuru içselleştirmiş olmak gerek. Mihri Belli bunların özetidir, bu verilerin sentezidir.

Sevim-Mihri Belli’nin tercümeleri ise, bu ülkenin sol adına nesi varsa, onların emeklerinin de ürünü olduğunu söylememiz için yeterli bir veridir. Klasiklerin, önemli dünya devrimci hareketi yazınının bizlere, anlayabileceğimiz bir dille, Türkçeyle kazandırılmasında bu ikilinin sesiz sitemsiz emeği olduğun, devrimciliğimizin köşe taşlarını oluşturan teorik formasyonlarımızı onlara borçlu olduğumuzu burada bir kez daha anmak isterim.

SEVİM – MİHRİ BELLİ İKİLİSİ

Buna eklenmesi ve her defasında anılması gereken, dev adamların arkasında duran dev kadınlardır. Sevim Belli – Mihri Belli bu açıdan devrimci tüm kuşaklara örnek bir ikili örneği vermiştir. Biz 74-80 kuşağı devrimci mücadeleye gözlerimizi açtığımız an, bu ikilinin oluşturduğu uyumlu, üretken, kararlılıkla yürüyen devrimci bir aile olmanın mesajlarıyla yüz yüze kalmıştık. Bu birlik. Bu sürecin tüm devrimci ikilileri için bir modeldi; bu mesaja uyan tüm devrimci evlilikler, o gün de bu gün de kararlı direnme çizgilerini özgürlük ve demokrasi yolunda sürdürmektedirler.

Yazışmalarımızdan birinde, bu duygumu ülkemizin Kürt sorununu da anlatırken şöyle ifade etmiştim; “

“Aziz dostlarım, sevgili Sevim Abla ve aziz Mihri abi,
….
7. Ordu ve Hatay davası” başlıklı makaleme yapacağınız her eleştiri, benim için önem taşır. Bu açıdan bana bir katkı sayacağım eleştirilerinizi bekleyeceğim. Bunu milliyetçileşmiş-sol güçlerden bekleyemeyeceğimi de eklemeliyim.
Her yazımda belirttiğim gibi, bu ülke birimizin değil hepimizindir. Bunu her gün yeniden birbirimize kanıtlamak zorundayız. Birlikte yaşamın yolu buradan geçer. Tüm devrimci evliliklere, bir örnek olan sizin aile birliğiniz (Belli çifti olarak), sanırım makro ölçekte ulusların bir arada yaşaması için önemli bir prototip sayılabilir: bunun esası güven ve bunun sonucu sevgidir. Bu arayışın temel alındığı makalemi sizlerin eleştirisine sunuyorum.” (Mihrac Ural’dan Sevim-Mihri Belli’ye 9 Ocak 2007 iletisi)

Mihri belli devrimci hareketin abisidir. Çünkü o, nerede olursa olsun ve nasıl olursa olsun hepimizden en geç olanıydı, üstelik olgunluğa duymuş haliyle en genç olanımızdı. Bir asrı dolduran dinamik tempoyla, yaşamının son anına kadar, emekçilerin hak ve talepleri uğruna, halkların barış içinde bir arada yaşaması, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ilkeleri doğrultusunda ülkemizin Kürt sorunu uğruna, bölgemize yönelik emperyalist saldırılara karşı mücadele ve bütün bunları kapsadığına inandığı sosyalist idealler uğruna mücadele etmiş bir liderdi.

Mihri abinin devrimci yaşamını çok kişi yazacak, benim bilmediğim ve bildiğimden çok daha fazlası yazılacaktır. Bu kapsamda bir lider ve kuşaklar boyu süren mücadelenin anlatımı, elbette ki ciltler dolusu olacak araştırmalara, sempozyumlara konu olacaktır. Bizler de onu bir kez daha okuyacak feyiz alacağız.

Böylesi kapsamlı araştırmalara, Mihri belli abimizle bir arada bulunduğumuz birçok kesit içinden, önemli gördüğüm, benim için oldukça anlamı olan iki anıyı aktararak benim aldığım dersleri okurla paylaşmaya çalışacağım.

HRANT DİNK

Sevim –Mihri belli, çok duygusal insanlardı. Yazışmalarımızdan birinde Hrant Dink olayını yoğun olarak ele aldık. Hepimiz hüzün içindeydik. Mihri abinin duygusallığını orda birkaç satır içindeki derin anlamda kavramak zor değildi

“Wed, 31 Jan 2007 22:41:41 +0100 to mir@postmaster.co.uk
Memo; Iyi aksamlar.
Hrant Dink olayı bizi bir hayli sarstı. Utanç bir yandan üzüntü bir yandan. Biliyorsunuz...
İlişikte iki yazı gönderiyorum. İstanbul'da Harman dergisinde yayınlanıyor. Biri Mihri'den öteki benden. İyi çalışmalar diliyoruz. Selamlarımızla.
S.M. Belli”

Cevabı yazımda ise;

” Değerli Sevim abla ve Mihri abi,
Bildiğiniz gibi Hrant Dink korkakça ve kalleşçe katledildi. Bu değerli insanın katli gerçekte Türkiye denilen mozaiğinin katlidir, hepimizin katlidir. Öncelikle başınız sağ olsun diyeceğim. Bu vatanda birlikte barış içinde yaşama kararlılığının yıkılması için dış ve iç güçler ağır tahriklerde bulunmaktadırlar. Irkçı milliyetçiliğin on yıllardır pompalanıp durduğu, farklılıkların hazmedilmek istenmediği, fiziksel olarak yok edilmekle kalmayıp ruhen ve düşünce alanında da katledilmek istenmektedir. Bu devlet altında birlikte yaşamanın artık meşruiyetini yitirdiği bir döneme gelinmiş gibidir. Halkların birlikte barış içinde yaşama ilkesinin kararlı bir savunucusu olarak, bu dayatmalara ve oyunlara gelmemek gerektiğini 30 yıldır yazıp ifade etmeme rağmen, zorla biz gibi ayrı varlıkların, farklı olanların bizi istemeyenlerle birlikte yaşamada ısrarlı olmamızın bir anlamı kalmamış gibidir.

Buna rağmen, bölgemizde oynanmak istenen geniş çaplı oyunun bir halkası olan bu girişimlere karşı demokratik bir devlet altında farklılıkların haklarının anayasal ve kurumsal olarak korunduğu bir koşulda halkların barış ve birlikte yaşamalarını savunmaktan geri durmamalıyız derim.

Baki selamlar Mihrac Ural.” (25 Ocak 2007 tarihli ileti)


FKBDC VE KÜÇÜK ENVER

Tarih 1 Haziran 1982’de, Yer Suriye’nin başkenti Şam. Mevki Şam şehri civarında Filistin Halkı için Demokratik Kurtuluş Cephesi (FDHKC) kampı.

Dünyanın dört bir köşesinden gelen farklı Türkiye devrimci hareketi temsilcileri, ülkemiz tarihinin ilk ve en geniş katılımlı ve kapsamlı direniş cephesi kuruluşu için toplanmıştı. Toplantıda, Türkiye devrimci hareketinden 10’nu aşkın örgüt temsilcisi bulunuyordu; Mihri belli, Abdullah Öcalan, Taner Akçam, Teslim Töre gibi bilinen isimler bir araya gelmişti. Birkaç gece, birlikte, uzun siyasal sohbet ve anekdotların verimli havası içinde bir karara varmıştık, Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephes’ni (FKBDC) kurmuştuk. Bu toplantıların sonucunda yaptığımız ilan, çok sonraları zindandan çıkıp gelen yoldaşların da ifade ettiği gibi ülke devrimci güçlerine ve halkına büyük bir umut ve heyecan vermişti.

Kurucu üyeler: Devrimci Yol, PKK, “EMEKÇİ”, SVP, TKEP; TKP/ML, THKP-C(Acilciler), DEVRİMCİ SAVAŞ, “İŞÇİNİN SESİ” Olarak yola çıkılmıştı. Tüm devrimci demokrat güçlere ve etkinliklere bu Cephe’ye katılma çağrısı yapılmıştı.

İşte bu toplantıların ilkinde, örgüt temsilcilerinin ülkemizi nasıl tanımladıklarını anlamak ve bunun üzerine nasıl bir mücadele tarzının geliştirilebileceğini, ortak bölenleri tespit etmek üzere konuşmalar yapıyorduk.

Konuşma sırası bana gelmişti. 20’li yaşlarda bir genç insan heyecanıyla, adını sık sık duyduğumuz, özellikle, onu hiç tanımadan, kendi yazılarını etraflıca incelemeden, sadece Mahir Çayan’nın eleştirileri ölçeğinde ve bu eleştirilerin verdiği açıdan onu okuyarak tanımıştık. İlk kez şahsen tanışıyorduk ama ortaya koyduğu tezlerle aramızda mesafeler yarattığımız bir dev adamla yüz yüze gelmiştim. Onun heyecanı içindeydim. Kendimi o an, bu topluluk içinde Mahir Çayan’ın eleştirilerini iletecek bir temsilci saydım ve hazır bulmuşken bunları aktarmam gerektiğine, konuşmayı buradan başlatıp mücadele önerilerimize girmeyi kararlaştırdım.

Mihri Abinin ünlü “Milli Demokratik Devrim” tezinin gerçekçi olmayan alt yapısını, ülkenin tekelci kapitalist bir ülke olmasından başlayarak mücadelenin, bu tezin ön gördüğü yoldan olmayacağı üzerine görüşlerimi belirttim. Kendi ülke ve mücadele algılarımı anlatacağıma yoğun olarak karşımdaki dev adama mesaj verin, mahirin belki de yüzüne söylemediklerini orada hazır bulmuşken söyleme çabası içinde bir tablo sergiledim.

Mihri Belli, o sakin haliyle beni dikkatle izliyordu. Konuşmam bitince kendisi özel olarak söz istedi. Konuşmamdan dolayı bana teşekkür ederek, “genç yoldaşım, bizler ülkemiz tarihini dönem dönem yaşayarak bu tezlerimizi donuk olmamaları kaydıyla kendi dönemlerinin verileri içinde ortaya koyduk. Dün aklımıza gelmeyen Faşizme karşı bir direniş cephesi oluşturma fikri ise bu gün, bizleri dünyanın en uzak köşelerinden bir araya topladı. Her dönemi kendi algılarıyla ve nesnel verileriyle ve ardından gelen dönemli ilişkisiyle algılamadan ve bunlar için her dönemde özveriyle etkin olma çabası vermeden, örgütlenme ve fiili olarak mücadele etmeden, bu detayları eleştireceğinizi kişi ve görüşler için araştırmış olmadan yüklenmek sanırım çok aceleci bir davranıştır” dedi.

Mihiri Abi bunları gerçek anlamada bir dost, yoldaş ve abi olarak yandan hafif gülümseyen yüz hatlarıyla anlatmıştı. Son cümlesindeki “Aceliceci” kelimesi, benim acilciliğimle ilgilimiydi değimliydi diye bir an aklımdan süratle geçen düşünceden sıyrılarak, cevap vermek için soluk almasını bekledim. Mihri belli devam etti “ Bizler de sizler de daha çok çabalar vereceğiz, yanılacağız, ağır yenilgiler de alacağız, Ama yeniden dik durmaya çalışarak bir kez daha deneyeceği. Zafere giden yol öyle kolay bir yol olmayacaktır. Hiçbir sonuç, yanılgısız, sihirli değnek değmiş gibi elde edilmeyecektir. Bu toplantımızın sonuçları da ne kadar başarılı olursa olsun yanılgıları da içerecektir. Dolaysıyla, deneylerimizi artırıp başarıyı yakalamak için kararlıca yürümeyi, her kesit ve dönemde böylesi bir yuvarlak masa etrafında toplanabilmeyi başarmak gerek. Önemli olan ve acil olan farklılıklarımız değil, geleceği kazanmamıza zemin olacak ortak bölenlerimizdir. Bunun için buradayız” diyerek konuşmasını bitirdi.

Cevap hakkımı kullanmadım, zira Belli’nin konuşması hepimiz için öğreticiydi, ortak bölendi, gelecekle ilgili, hepimizi bağlayacak bir mesajdı. Bu küçük atışma, uzun yıllar sürecek bir yakınlaşmanın, bir arada olmasak da telefonlarla, yazışmalarla devam edecek bilgi alış verişinin başlangıcı oldu. Bu sevim belliyle yazışmalarımızın da temelini oluşturdu.

Bu uzun girişi anlatacağım kısa anekdot için bir hazırlıktı.


“DÜNYA HALKLARINA”


Toplantımızın ikinci günüydü, Sohbetler sohbetleri izliyordu. Bu sohbetler içinde anmadan geçmeyeceğim. Başkan’ın( Öcalan’a yoldaşları öyle hitap ederdi, o dönemde her yönetici diğerine yoldaşları nasıl hitap ediyorsa öyle hitap ederdi; kimine hoca, kimine yoldaş, kimine heval, kimini üstat…) bu sohbetler içinde, Taner Akçam’ın “Demokratik Yeni-Osmanlı” tezi herkesin dikkatini çekmişti. Bu yaklaşım, sürekli bir arada olan Acilciler’le, PKK’lı olarak bizleri gerdi; “milliyetçiliğin yeni bir türüyle mi karşı karşıyayız?” fısıldaşmalarına yol açmıştı. O kesitte Avrupada’ki PKK iç sorunlarıyla ilgili sertçe eleştiriler, özel mektuplar yazarak bunu ifade edene Taner Akçam, “Karadeniz’de 150 gerillamız dolaşıyor, bir an önce mücadeleyi buradan başlatarak yürümek gerek” diyerek, sonradan sallama bir iddia olduğu ortaya çıkan söylemlerle toplantıda ağırlık koyma çabası, yapıcı olmaktan çok uzaktı. Bu duruma karşı Başkan Öcalan, kulağıma eğilip şunları söyledi “yeni Osmanlıcılıkla karşı karşıyayız ve karşımızda bir küçük Enver paşa duruyor” dedi.

Türkiye devrimci hareketi yöneticileri ilk kez bu kapsamda bir araya geliyorlardı. Kimse kimseyi tanımıyordu. Gerçek isimler bile bilinmiyor zaten 12 Eylül karanlık rejiminin kovuşturmaları altında bunu dile getirmek bile bir ihbarcılık sayılırdı.

Toplantımızın ikinci günü demiştik. Kamp ranzalarında yatıyorduk. Mihri Belli abimle ranzalarımız yan yana idi. Yönetici ve yardımcılardan oluşan bir iki sohbet öbeği oluşmuştu. Günün akşamında TKEP’in bir bildirisi Teslim Töre orada bulunanlara vermişti. Okuduk. Sovyetler Birliği Başkanı Leonid Brejnev’in ölümünün hemen sonrası sosyalist sitemle ilgili bir içeriği olun bildiride, kendi adıma dikkatimi çeken özel bir şey yoktu. Mihri abi elinde bildiriyle Başkan Öcalan’ın da aramızda olduğu sohbete katıldı. Bildiriyi okuyup okumadığımız sordu. Sorusu, soru işaretiydi? İhtiyatla, “göz gezdirdik” diye cevap verenler oldu. Başkan Öcalan, “ne var ne var, sen bu soruyu boşuna sormasın” diyerek her zamanki heyecanlı haliyle ayrıntıyı yakalamak istedi.

Mihri Belli de “Hitabı görmediniz mi” diyerek bildiriyi bize göstermeye çalıştı. Mihri belliyi tanıyanlar onun bıyık altından gülümsemesini de çok iyi bilirler. Bize İngiliz İngilizcesiyle Amerikan İngilizcesi arasındaki farkı anlatırken ve bu konularla ilgili anılarını aktarırken yaptığı mimikleri tekrar ederek, bildirinin hitabındaki “DÜNYA HALKLARINA” ibaresini gösteriyordu.

Bir an hepimiz durakladık. Kendi adıma ne demek istediğini anlamakta güçlük çekiyordum. Yüzümüzdeki hayret ve anlamlı olmayan ifadeyi görünce, sanırım İngilizceyi Amerikan’ca konuşur gibi, şunları söyledi “Arkadaşlar, devrimi yapana kadar SBKP’nin ya da her hangi bir bildirinin hitabında “DÜNYA HALKLARINA” seslenme gibi bir cüret göstermemiştir. Altı boş olan bu hitaplar, kimseyi büyük yapmaz tersine küçültür” diyerek mesajını veriyordu.

Bu anlamlı sözler, o genç yaşımda örgüt yönetici si olarak dünden bu güne mihri abiden taşıdığım bir ders olarak kulağıma küpe olmuştur.

DİRENME TEK SEÇENEĞİMİZDİR

Mihri Belli’yle Paris’te birçok kez bir araya gelip durduk görüş alış verişi yaptık. Ancak son dönemlerde mihri abinin hareketi ağırlaşmıştı. Ben ağırlıklı olarak orta-doğudaydım. 2000’li yılların başlangıcıyla birlikte, Ortadoğu farklı bir önemde öne çıkmaya devam ediyordu. Dönem, kıran kırana süren Amerika önderliğinde İsrail’in öncelikli çıkarları ve tüm emperyalist güçlerin Kafkaslardan Akdenize uzanan, Kuzey Afrika’yı içeren enerji yolları ve alanlarıyla ilgili Büyük Ortadoğu Projesiyle (BOP) mücadele dönemiydi.

Mihri Belli olayı ülkemizde en iyi kavrayan devrimci liderlerden biriydi. Bu kavrayışının, alt yapısında Milli demokratik devrim tezinden arta kalan gerçekçiliği yanı sıra, Belli’nin büyük bir yurtsever olması da vardı.

BOP, sadece bölge ülkelerini değil ülkemizi de birinci hedefleri arasında koymuştu. Bunun açıkça söylemeseler de, verilerin anlattığı her şey bunu işaret ediyordu. 12 Temmuz 2006’da İsrail’in, Lübnan’a açtığı savaş, kendi çıkarlarını öncelikli olarak ele alan bu projenin ikamesiyle ilgiliydi. İsrail7in uğradığı hezimet ise, Emperyalist güçlerin, bu projeyi direk kendi elleriyle uygulamaları gerektiğini, İsrail’in artık bu işler için yeterli olmadığı göstermiştir. 2006 Lübnan hezimetini, 2008-9 Gazze hezimeti bu kanıyı pekiştirdi. Bunun üzerine Amerikan kongresi destek fonlarını, uşakları, ajanları, ortakları ve destekçilerine akmaya başladı; Sadece Suriye’de yönetimi sarsmak için 6 miyar dolarlık bir fonun harcandığı belirtilmektedir. Ülkemizde, basına bile yansıyan bu fonların konusu hangi gazetecilerin, hangi sivil toplum adlı kuruluşların olduğu ise boy boy, çarşaf çarşaf açıklanmıştı. Bölgede kaos ve kanlı süreçler yaratacak, buradan “Yaratıcı Anarşi” tezlerine uygun ortam ve sonuçlar üretecek, gerekirse devletlerin parçalanıp kantonlara, küçük devletçiklere bölünecekleri süreçleri zorlayacak girişimler böylece hızlandırılmış oldu.

Bu gelişmeleri detaylarıyla, kaynaklarından takip eden Mihri Belli, o heyecanlı yüreğiyle her alana bilgi aktarmak ve Büyük Ortadoğu Projesine (BOP) karşı, Halkların Ortadoğu Projesini “HOP” örgütlemek için çırpınıyordu. Uzun yıllar bölgede bulunmam dolaysıyla, bölge hassasiyetlerimle yazdığım ve kararlı savunma reflekslerimi aktardığım siyasi duruşlarıma karşı ipe sapa gelmez kimi itirafçı, ajan bozuntularının yapmadığı karalama kalmadığını düşündükçe, Mihri Belli gibi devrimci liderlerin varlığına, “iyi ki varsınız” demek az bile kalır.

Mihri abiyle son telefon görüşmemde tekrarla ve ısrarla “bölgemizde büyük oyunlar tezgahlanıyor, Bush ve avanesi karınlık derin işler organize ediyorlar, her ülkeyi, her topluluğu parçalara ayırmak için çırpınıyorlar BOP bunun için ve buna karşı da bizlerin HOP demesi gerek. Bölge halklarının azimle, birleşik bir direnme cephesi olmaksızın, böylesi bir proje etrafında geniş bir direnme hattı oluşturamasak tek tek bizleri yok edecekler. Lübnan Komünist Partisi LKP ile Hizbullah arasında oluşan dayanışma ve ortak tavır, tüm bölge direnme güçleri için, aramızdaki derin siyasal farklılıklara rağmen oluşturulması gereken örnek bir adımdır. Bu düşünceyle Hizbullah’ın ve LKP’nin davetine icabet ettik. Bu bir ilk adımdır. Bu ilk adımı başka adımların izleyeceği inancındayız.

Direnmeden bu bölgede yaşamanın kendini özgürce ifade etmenin yolu yoktur. Bunu önemseyip dayanışmayı yükseltmeliyiz “ dedi (Mihri Belli ile tel görüşmesi)

Bu kararlılık, bu direngenlik, bu bitmeyen azim ve tutarlılık, Mihri Belli’dir. Ders ve medrese de budur.

İşte gerçek devrimci insan, lider, gerçek öğretmen, işte gerçek direnme çizgisi budur. Seni rahmetle anıyorum Mihri Belli, Önünde saygıyla eğiliyorum. Sevim Abla başın sağ olsun, hepimizin başı sağ olsun.

Hiç yorum yok: