HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

18 Ağustos 2011 Perşembe

ENGİN ERKİNER

235. DOSYA

BİR İTİRAFÇININ HİKAYESİ
DOĞUM GÜNÜ 19 AĞUSTOS 1977
ENGİN ERKİNER’İ TANIYALIM



Mihrac Ural
19 Ağustos 2011

Tarih; 19 Ağustos 1977 İstanbul.

İstanbul Emniyet Müdürlüğü, MİT’ten aldığı bilgi üzerine THKP-C (Acilciler) örgütüne ait tüm adreslere baskın düzenledi. “Bombacı Leyla” davası diye basına geçen dava böylece başladı.

Örgüte uzun zamandır sinsice ağır zarar veren Engin Erkiner adlı kişi, bu kez sahnedeki yerini itirafçı olarak aldı. Örgüte son darbeyi vurup görevini tamamlayacağını sandı, Polis ve MİT bu işin böylece bitirileceğini sandı.

Ancak yanıldılar. Güneyden esen rüzgarlar bu örgütü onurlu bir tarihi direniş gücü olarak yükseltmeye devam etti. Acilciler örgütünün, İlker Akman ve arkadaşlarını bir ihbar sonucu katledilmesi ardından, altın harflerle yazılışı böylece başladı.
1.Kongresini 1986’da bağlayan, bu güne kadar tüm gücünü, ülkemizin özgürlük ve demokrasi mücadelesi için harcayan örgütümüz, geçmişindeki istisnasız tüm değerlere sahip çıktığını, en küçük katkıdan ne büyük katkıya kadar bu onurlu tarihi oluşturan etkinliklerin sahibi olduğunu dile getirir. Bu tarihi ve bu tarihe katkı yapan militan, kadro ve yöneticileri kirletmek isteyen, derin devlet ilişkisi artık tartışmasız açık hale gelen ikili şebekenin devrimci hareket ve ilgili kamuoyunun bilgisine sunulmak üzere alttaki bilgileri paylaşmayı uygun gördüm.

Engin Erkiner adlı bir itirafçının adımızı ilk kez polise afişe etmesiyle aranır hale geldik. Bu, itirafçı polise hayallerini bile anlattı. Örgütü yıkacağını sandı. Yanında MİT ajanı İbrahim Yalçın’la giriştiği tasfiye hareketini, firari durumda olmamıza rağmen atlatarak örgütümüzü en güçlü seviyede bir direnme örgütü haline getirdik. 1977 Ağustosundan 1986 1. Kongreye kadar, işkence, zindan, sürgün demeden çalıştık mücadele ettik. Büyük yıkımların yaşandığı, sosyalist sistemin buharlaştığı bir kesitte dün gibi bu günde azimle halkımız için mücadeleye devam etmeyi bir sorumluluk olarak belirledik: sayıları değil siyasal tutumları ortaya koyarak yürünmesi gereken yolu sonuna kadar kararlılıkla yürümeyi seçtik.


TANIYALIM

İtirafçı Engin Erkiner, suç dosyası kabarık biri. 12 Mart 1971 darbesinde, göstermelik olsa da adı KURTULUŞ GAZETESİ yazı işlerinde gösterilmiş olmasına rağmen ne hikmetse sorulmamış bile; o dönem ilgili ilgisiz herkesin işkence ve zindan yattığı dönemdir. Mahir Çayan’nın, THKP-C’nin merkez yayın organı olan bir gazetede adı yazı işleri sorumluluğunda geçen birinin, aranıp sorulmaması bir sihir işi değilse başka bir şey olmalıdır. Sol çevrede de bu durum dikkat çekmemişti. Şimdi, bu itirafçının, suçları birikince ve filmin kareleri tek tek gözden geçirilip gerisin geriye gidilince her şey belirgin olarak anlam kazanmaya başladı.

İtirafçı Engin Erkiner, 12 Mart sonrası dönemde, THKP-C’den geriye kalan etkin güç ve şahsiyetlerin oluşturmaya başladığı yeni siyasal oluşumlarda da görülmedi. İtirafçı, Mahir Çayan geleneğinin ortaya çıkarttığı akımlar arasında yer almak yerine, ilginç biçimde bu geleneğin bilinmeyen, etkisi çok zayıf olan ancak askeri mücadeleyi sürdürme kararlılığında olan çok dar bir grubun içinde beliriyor. Bu yer alışın anlamını 26 Ocak 1976 Malatya Beyler Deresi katliamının ortaya çıkışında anlıyoruz.

Bu katliamın muhbiri, Engin Erkiner’di. Bu gerçeği ortaya çıkardık. İlker Akman ve yoldaşlarının örgütsel çabalarına ait ilk askeri eylem girişim adımları atılırken yaptığı ihbarla katlediliyorlardı. İtirafçı her nasıl sızmışsa başlangıç aşamasındaki bu örgütün Genel komite üyesi olarak yer almıştır. İlker Akman ve diğer Genel Komite üyesi Yusuf Ziya Güneş ve Hasan Basri Temizalp örgütün liderleri olarak Malatya yönündeki çalışmalara gidişini bilen tek kişi olan itirafçı, görevini yerine getirerek polise ihbarını yapmış ve bu katliama yol açmıştır. İllegal bir askeri mücadele örgütünün Genel Komite Üyesi olmasına ve örgüt liderlerinin katledilmesine rağmen sorguya bile çekilmemesi, aranıp, sorulmaması üstelik Örgüt lideri İlker Akman’ın ablasıyla evli olmasına rağmen sorguların dışında kalması, bu muhbirin katil muhbir olduğu gerçeğini yeterince açıkça ortaya koymaktadır; 12 Martta, göz yumularak gördüğü ilgi, bu kez de kendini göstermiş oluyordu. Bu gerçeği öğrenen Karısı ki, İlker Akman’ın ablasıdır, itirafçının suratına tükürerek boşanma kararı almış ve boşanmıştır.

İtirafçı Engin, İlker akman ve arkadaşlarını ihbar ederek katlettirdikten sonra, elini kolunu sallaya sallaya askerliğini kısa süreli yapma mükafatı kazanmış ve orada eğlene eğlene yeni görevi için hazırlıklara başlamıştır. Bu ahlaksızın örgütümüz saflarındaki sinsi ve kirli işlerini kare kare görmeye devam edelim
İtirafçı, Askerden geri dönüyor. Hiçbir şey olmamış gibi, örgütte geride kalan kişilerle Genel komite oluşturarak göreve devam ediyor. Bu kez hedef, Örgütün Ankara biriminde geride kalanların tasfiyesidir. Böylece 1977 yılı başından itibaren de Ankara örgüt birimi ölü ya da diri tasfiye edilmiştir; Rıza Salman’ın polise yakalanmasına yol açan ihbarı yapmış, Yüksel Eriş ve Ömür Karamollaoğlu’nun ölümüne yol açmıştır. Böylece Ankara örgüt birimi tasfiyesi tamamlanır. Bu kez de hiç kimse bu adam sormamış, adını dahi anmamıştır. 12 Mart’ta göz ardı edilen, 26 Ocak 1976’da İlker Akman ve arkadaşlarının katledilmesinde yine göz ardı edilen itirafçı bu kez de 1977 baharında örgütün Ankara birimi tasfiyesinde de göz ardı edilmiştir; Üstelik Genel komite’nin başında olmasına rağmen.

Sıra, İstanbul’a gelir. İtirafçı seyyar tasfiyeci gibi polisin gözbebeği olarak şehirden şehre, birimden birime taşınır. İstanbul’da, iş ortağıyla, bu güne kadar ayrılmayacakları MİT ajanı İbrahim Yalçın’la tanıştırılır; bu ikili şebekenin buluşmasının derin arka yüzü, emekli MİT yetkilileri anılarını yazdıkça tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı.

İtirafçı, MİT ajanıyla birlikte santim santim örgüt bilgilerini MİT’e taşımaya başlıyorlar. İtirafçı, İstanbul birimine gelir gelmez ortağıyla birlikte tanıştırılır tanıştırılmaz, örgütün tüm sırları ve yapılacak eylemler MİT denetimine geçmiş olur. Hangi saatte, nerede nasıl eylem yapılacağı, eyleme kimlerin katılacağı da dahil tüm bilgiler MİT’in elinde olur; burada “başka bölgelerden başlayan takip” diye yapılmaya çalışılan uydurma ve bulandırma, İstanbul biriminin itirafçı ve MİT ajanı eline düştüğü gerçeğini örtmekten çok uzak bir sallamadan ibaret kalıyor. Bunu anlamak için sadece, İtirafçı Engin ve ajan İbrahim Yalçın’ın bildiği, başka kimsenin bilmediği eylem ve soygunların hangi saatte, kimlerle ve nerede yapılacağını ayrıntılı bir biçimde MİT tarafından bilinmiş olması yeter de artar.
İşte MİT İstanbul bölge başkanı Osman Nuri Öndeş her şeyi ortaya çıkaran sözleri; “MİT İstanbul bölgesi ilgilileri bu soygun kararını önceden haber almıştı ve bu soygun ekibinin hareketleri kontroldeydi ve nihai olarak Akbank Taksim şubesini soymaya karar verdiler… Emniyet Müdür yardımcısı Şükrü BALCI’ya, soygun yapılmadan bir gün önce soygunun sabah saatlerinde yapılacağı haberi iletilmişti… Olay MİT elemanları tarafından izleniyor ve devamlı olarak koordinasyon sağlanıyordu… Operasyon Şefi çalınan paranın saklandığı yeri ve adresinin belli olduğunu, şu anda Engin ERKİNER’in biri erkek diğeri kız, iki arkadaşıyla Şişli’de bir restoranda, kuru fasulye ve pilav yediklerini kendisine söyledi…” ( O.Nuri Öndeş, “İhtilallerin ve Anarşinin Yakın Tanığı” s:283-85 )

Bu bilgileri, İstanbul Emniyet Müdürlüğü bile ancak MİT’ten alabildiği böylelikle açıkça ortaya çıkmış oluyor. Bu da İtirafçı Engin Erkiner ve MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın kim olduklarına ilişkin bilginin resmi ağızdan açıkça ilanıdır.
(Geniş bilgi için; İstanbul MİT Bölge Başkanı Osman Nuri Öndeş’in “İhtilallerin ve Anarşinin Yakın Tanığı” adlı kitabın sayfa: 280-290 yer alan, “Aşırı Sol Örgütlerden Acilciler Operasyonu” alt başlığına bakılabilir).

MİT ajanı İbrahim Yalçın ve İtirafçı Engin Erkiner, birbiriyle tanıştırılmadan önce örgüt eylemlerde hiçbir açık verilmemişken, bu tanıştırılmanın yapılması ardından MİT’in örgütü adım adım izlemeye ve her gelişmeden bilgi sahibi olmaya başlaması, gerçeği tüm çıplaklığıyla yansıtıyor.

Böylece, AK Bank soygunundan 3-4 saat sonra, örgüt çökertilmeye başlanır.
Örgütümüze yönelik 19 Ağustos 1977 operasyonun bilgiler MİT ajanı İbrahim Yalçın’dan, itiraflar ise Engin Erkiner’den gelir.

İtirafçı Engin, polise 20 sayfalık itirafnamesini teslim eder; orada sadece üzerimize yıktığı yalan yanlış işler değil ama aynı zamanda hayal ürünü senaryolar da yerini almıştır. Sempatizan, malzeme, evler, tanıdık tanımadık herkes ele verilir; hayalde kalan veriler bile polise sunulur, unutulup da akla gelenler, mazgal kapısından polise aktarılır. Gelecekte yapılma olasılığı olabilecek eylemler ve kimler tarafından yapılabileceği söylenir; kurgularla isimler verilir; ilginç bir şey de “yapılması muhtemel eylemler” için, sürekli olarak Mihrac Ural adı verilir.
Böylece, itirafçı Engin hayatının sonuna kadar, sırtında taşıyacağı bir kamburu taşımış olur. Bizlerde devrimci örgüt sorumluluğuyla bu gerçekleri uygun bulduğumuz bir kesitte, devrimci kamuoyuna ve halkımıza açıkladık. İtirafçı kendini tek cümleye şöyle tanımlıyor; “Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim” (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)

Bizim söylememize bile gerek kalmadan kendini böylesine açık olarak itirafçı diye tanımlayan birinin bu gün de konuşmaya devam etmesi, bir hastalık değilse devam eden bir görevin uzantısından başka bir şey olamaz diye düşünüyoruz. (bu şebekeyle ilgili tüm dosyalar ve el yazılı, polis itirafnameler için Bkz. http://acilciler-thkpc.blogspot.com/)

İtirafçı, sırtında taşıdığı kamburun altında ezikliğini, çaresizliğini 3 yıldır sürdürdüğü karalamalarla hafifletmeye çalışıyor. Üç yıldır bir türlü bitirmeyi beceremediği, dolaysıyla iflasının açık göstergesi olan hayal, kurgu, yalan, senaryolarla örülü ithamları, belgesiz, kanıtsız olmaktan muzdarip kalmaya devam ediyor.

Buna karşı, örgütümüz iddialarını, itirafçının kendi el yazısıyla açık kanıtla ortaya koyarak bu çirkin yaratığı teşhir eder. Şu, bu örgüt çatısı altına kaçarak korunabileceğini sanan bu şebeke, gittiği her yerde aynı kirlilikle çalışınca, kaçacak bir yeri de kalmamış olur. En yakın gibi görünün insanlar bile, bir itirafçının, bir MİT ajanının ahlaksızlığından uzaklaşmayı tercih eder.

Bu konuda kamuoyunu bilgilendirmek için, ayrıca bir dizi soruyla bu şebekenin iç yüzünü ortaya koyduk. O, her itirafçı gibi, korkunun ecele faydası olur sanısıyla havlamaya devam etmeye mahkum olmuştur. Kervan ise, yürümeye devam ediyor
(Bu konuyla ilgili olarak http://acilciler-thkpc.blogspot.com/ linkinden 1. DOSYA ve 185. DOSYA’ya bakmak yeterlidir)

O şimdi,

Ortağı MİT ajanıyla komşularımıza Amerikan askeri müdahalesinin şakşakçılığını yapıyor, egemen ulus şovenizmini, Siyonist sol çevrelerle el ele yapıyor.
Kürt özgürlük hareketinin azılı düşmanı olmasına rağmen güç dengesinin malum kuyrukçuluğunu yapıyor. Ancak “Türkiye’de Arap sorunu” diye sorduğunuzda, çirkin milliyetçi çehresini gösteriyor. İkiyüzlülerin tümünde rastlanan bu durum, zayıflığın, ortama uyma mecburiyetin bu itirafçıdaki tecellisi olarak beliriyor.
Bu şebekler, her türden örgütlenmeye, devlete karşı dik durma mücadelesi veren her eğileme şiddetle karşıdırlar. Bu amaçla yaptıkları karalama, kurgu ve yalanlar, çamur at izi kalır diye gündeme gelirken, Özel Harp Dairesi elamanları olarak iş görüyorlar.

Bunlar ihbarcılıkta malum Doğu Perinçek’çi çizginin üzerinde yürüyorlar. Örgütlülüğü ret etmeleriyle de beliren bu çabalar yıkıcı olma amacından başka bir hedefe sahip değillerdir. İtirafçı Enginin belgelerle ortaya koyduğumuz tarihi bunun en açık kanıtıdır.

İlgili olanları uyarıyoruz…

ORTAĞI; MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN

“Bana dostunu söyle kim olduğunu söyleyeyim….”

İbrahim Yalçın malum, kendini, el yazılı 12 sayfalık itirafnamesinde açıkladı, “MİT hesabına çalışıyorum”

En yakın çevresinde, “zaaf göstermiştir” diyerek ajanlığını hafifletmeye çalıştı ama nafile. Çünkü Bu işin daha ötesi var…

MİT Ajanı İbrahim, el yazılı itirafnamesinde kendini şöyle tanımlıyor;
Ben ADANA’ya MİT’e döndüğüm de Sarı’yı gördüğümü beni kongreye götürmek için geldiğini. 13 ve 16 Ekim’de ANTAKYA PTT’si önünde saat 14.00de buluşacağımızı bildirdim” (İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:7) Diyor.

“Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " (İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu ajan, muhatabımız değil cezasını beklesin.

Ama ötesi tüm devrimci hareketi ve öncelikle bizi ilgilendiriyor. Ötesini Sırat Köprüsü sorumuzla sorduk. Hala cevap veremedi. Kıvranıyor, dokuz doğruyor, Ahmeti-Mehmeti suçluyor, hayali kurgularla bağlar-bağlantılar kurup duruyor. Malum uydurukçuluğuyla, yumurtlayıp duruyor, Ama sonuç yok Kambur örtülmüyor, açık kapanmıyor, “sırat köprüsü sorusu” cevaplanmıyor…

Sırat köprüsü sorusu şudur; “MİT hesabına çalıştığını söylüyorsun, peki, ne zamandan beri MİT’le ilişkidesin, bu süreçte devrimci hareketlere ne tür zarar veridin? Diye sorduk, cevap vermedi, itirafnamesinde bir yığın çelişkiyi ortaya koyduk, örgüt merkezine ilk gelişinde MİT talimatıyla geldiğini neden gizlediğini ve MİT’e neleri aktardığını sorduk, cevap veremedi.

Bu soruların cevabı er ya da geç alınacak. Bekleyip göreceğiz.

Hayatında siyasi bir tek cümle kurmamış olan Ajan İbrahim Yalçın, işine devam ettiğini kesinlikle biliyoruz Devrimci kamuoyunu da 20 yıldır uyarıyoruz. (Bunun konuyla ilgili olarak http://acilciler-thkpc.blogspot.com/ linkinden, 179 ve 214. DOSYA’lara bakınız)

3 yıldır bu kamburu nasıl hafifletirim diye kendini yırtıyor. Ama olmuyor. Karıştırdıkça başkasını karalamaya çalıştıkça, gerçeğin mızrağı çuvala sığmaz oluyor. Sonsuz hayal aleminin kurgularıyla, “havada bulut var bana kaz mı dedin” şaklabanlıklarıyla sırtındaki MİT ajanı kamburunu hafifletmek için, önüne gelene karalama yapıyor, Hayatını devrimci mücadele atamış, bu örgütün emektarlarına saldırıyor. Fuat’a, Mehmet’e, Ömer’e, Ali’ye Ahmet’e. Ama başaramıyor Sırat köprüsü sorusu boynunun yemeye devam ediyor.

Bu ahlaksız MİT ajanı, sonunu çok iyi biliyor. Mihrac Ural’ın bitip tükenmez inanç ve kararlılığının onları sonuna kadar takip ederek, hak ettikleri cezayı mutlaka vereceği iyi biliyor. Aramızda zamanı hakem koyduğumuzu da..

Kararı alınmış bu çaba bir yanıyla da Nebil içindir. Nebil Rahuma yoldaşın öldürülmesinin tek nedeni bu hayvandır; HDÖ’cülerden, 2 kg altını örgütten habersiz alıp cebine indirmiş (biz bilmiyorduk, gizleyip durdu, sonra itiraf etmek zorunda kaldı) ve yoldaşın katledilmesine neden olan tek gerekçeyi oluşturmuştu. Nebil’i sorgulayan katilerin tek suçlaması buydu; örgütün bile haberi olmayan bir vakıadan hareket ettiler. Nebil yoldaşı Acilcilerin HDÖ’deki adamı saydılar. MİT ajanı burada işini gördü. İlginç olan da, Nebili katledenlerin tümü MİT tarafından öldürüldü. Bu bağ ve bağlantılar ve sonuçların tümü MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın işiydi.

3 yıl her gün yazıp başarı sağlayamayan yalan sadece sahibinin kirliliği için bir kanıttır. Olan da budur. Şimdi, bulamaç üzerine bulamaç oluşturup, iflaslarına cankurtaran arayışı içindedirler. Mehmet Yavuz gibi hayatı boyunca halkı için çalışmış, başarılı kitlesel-meslek örgütü başkanlığına yükselmiş, bir insanı kirletmek ve onun üzerinden, köprüden geçerken birbirine deydi akraba oldu misali kurgularla aynı karalama bulamacını servis etme çabasında. Adamın işi bu, yaşamı boyunca bunu yapmaya mahkum…

Bak lan hayvan,

Sen de iyi biliyorsun ki senaryoların artık tutmaz. Açığını yeryüzünde kapatacak bir örtü yoktur. Sonsuz yalan üretme potansiyelini herkes görüyor. Mehmet Yavuz’a saldırıların hiçbir zaman onunla olan dostluğumu zedeleyemez. Bu oyunların, koftur. Onun ayakkabısının altı bile senden bin kez daha şereflidir. Daha devrimcidir, daha onurludur bunu bil. 30 yıl sonra da görmüş olsam ve bu dönem boyunca çalışmalarını bilmiyor olsam da bu dostumun dürüstlüğünden, dik duran devrimci kişiliğinden zerre kadar şüphem olmayacaktır.

Onun üzerinden yaptığın şaklabanlıklarla bana yönelteceğin karalamalara bıyık altından güleceğim. O kadar; sonra hasi…tir ulan it, diyeceğim.

Güneş balçıkla sıvanmaz, sırat köprüsü sorun duruyor sen ona cevap ver gerisini bırak bilen neyin ne olduğunu iyi bilir…

Devrimciliğinden, kitle çalışması, meslek örgütü etkinliği ve bu etkinliklerde başkan olmasından onur duyduğum Mehmet Yavuz’a yapılmak istenen karalamaların boş bir çuvaldır. Bu onurlu yoldaşın devrimci karakterini benim gibi bilen tüm eski arkadaşları, onun dostluğundan onur duymaya devem edeceğimizi dosta da düşmana da bildiririm.

Mersin’de meslek kuruluşundaki yeri itibariyle herhangi bir partiye üye olması ya da milletvekili adayı olması gibi fırsatları değerlendirip mensubu olduğu kitlesel kuruluşlara hizmet etmek istemesi hiçbir zaman, kurgularla vehmedilmek istenen karalamaların muhatabı yapmaz. Sin ey it adam, işin gücün bu yalan kurgularla kendi ajanlığını örtmek ise, bunu geç sonuna değişik bir etkisi olmayacaktır.

Hiç bilmesek de duymamış olsak da, aleni, açık, resmi olarak ilan edilmiş pati üyeliği ve milletvekili adaylığı Mehmet Yavuz’un devrimci kişiliğine zarar vermez; bırakın CHP’yi, hayatı boyunca DYP’li olan, MHP’li olan, Fethulahçi cemaat imamlarının emir eri olan, Barzanici olan yüzlerce Kürdün akın akın BDP’ye girmesine ne mana verilir ki. Hele Hanefi Avcı - Devrimci Karargah Örgütü arasında uydurulan bağların, Ergenekon’a oradan da PKK’le ilişkilendirme çorbası kaç paralık değere sahip ki. Bunların ne önemi varsa ulan hayvan, senin kurgularının da önemi o kadardır.

Daha da ötesi, halkının çıkarları için, Kürt özgürlüğü için, meslek grubunun çıkarları için binlerce insanın bu partilerde çalışmaya devam etmesinin neresi yanlıştır ki: Kitle çalışmasını hayatında bilmeyen, itirafçı ve MİT ajanlığından başka bir iş tutmamış olanların, Mehmet Yavuza karşı gösterdikleri bu refleks normaldir, çünkü görevleri budur.

Dürüstlüğüyle söylediği sözün doğruluğuyla ilk tanıştığımızdan buyana bu ilkeli yürüyüşüyle dile getirdiği; “ Bu adamlar zaman kavramını yitirmiş... 1977'li yıllar ile 2007 arasında bağlantı kuramaya çalışmak, tek kelimeyle çamura yatmaktır.
Parti üyeliğinin hangi şartlarda oluştuğu, sektörel oluşum içerisinde özellikle iki partiye baskı yapılıp belli arkadaşların meclise sokulması çabasını bilmedikleri için havada pişirip tavada yemeye çalışıyorlar… Diğer bir çamur da '' her şeyin devlete bilgi verilerek '' yapılması...
Nasıl da yüzleri kızarmadan çarpıtıyorlar ifadeyi..
Yasal bir dernek, illegal yöntemlerle faaliyet göstermez.
Yasal bir dernek, yasa dışı örgüt değildir...
Anladığım kadarıyla yazılarım bunları gerçekten çılgına çevirmiş.
Sap ile samanı ayıramayacak derecede kafayı yemişler.” açıklaması, yeter de artar.
(Bkz; Mehmet Yavuz, “HAVADA KALAN ÇAMURLAR” http://nebilrahuma.blogspot.com/2011/08/havada-kalan-camurlar.html ve 234.DOSYA
http://acilciler-thkpc.blogspot.com/ )

Evet, bu kez birileri erken yakalandı, bilin bakalım kim?...

Ancak okurun bilmesi açısından önemli bir ip ucu sunacağım; o da MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın yalan kurgularla yaptığı bulamacın, devrimcileri kirletmek için Fethullahçı Cemaatin imamlarının, Em. Gen. Mü. İstihbarat Dairesinin Başkanlığınca organize edilen işlerle tıpa tıp benzeşmesidir. Israrla ve iddiayla söylüyorum, İbrahim Yalçın MİT’le çalışmaya devam ediyor…

MİT’ten 150. 000 TL alarak örgütü ve yoldaşlarımızı ihbara eden ve bunun ötesinde MİT’le derin ilişkileri açığa çıkan birinin böylesine pervasızlık yapması, cezasını bulana kadar herkesin dikkat etmesi gereken bir durumdur; İtirafçı Engin Erkiner’le bu ikili 1977’den beri devrimci harekete zarar veriyor pislik üretiyorlar.

Sonuç,

Etkin siyasal yazım performansımın arkasından nal toplayan halleriniz, çılgınlık hallerinizin tecellisidir. Bunu biliyorum ve zevkle haberini alıyorum.
Lo hayanlar, lo zavallılar, lo Özel Harp Dairesi Uşakları,
Beklemiyordunuz, siyasal yazlarımın altında ezildikçe anladınız, çılgınlığınız da burada depreşti. Kendinizden geçecek şekilde adımı karalayarak hayatınızı geçirmeye mahkum oldunuz. Burada da sizi esir ettim.

Tıpkı, 19 Ağustos 1977 sonrası örgütü siz polise teslim ederken ben ve yoldaşlarım yükselttiğim gibi.

Tıpkı, işkencede siz bülbül kesilirken, ben ser verip sır vermediğim gibi,
Tıpkı, 1. Kongrede kapalı oy ve açık sayımla, oybirliğiyle, elleriniz parçalanırcasına alkışlayarak, kongreye gelemeyenleriniz uzun uzun, coşkulu övgü mesajlarıyla katılarak Genel Sekreterlik sorumluluğuna seçildiğim gibi;
Tıpkı, bulunduğum yerde yarattığım imkanlarla, tüm yoldaşlarımı 12 Eylül baskılarından koruduğum gibi; bundan da sizin gibi alçakların bile yararlandığı gibi.

Karşımda hep ezildiniz, çünkü haindiniz, itirafçı ve ajandınız. Elimi kirletmemek için, örgüt içi şiddete ilkesel olarak karşı olduğum için bu gün yaşıyorsunuz. Bunu da siz çok iyi bilirsiniz. Zaten buna gerek yoktu attığınız her çirkef adımla bir kez daha intihar ediyorsunuz.

Son intiharınız da Komşumuz Suriye’ye, sırf bana olan düşmanlığınız nedeniyle, Suriye’nin eli kanlı muhalefetinin bile söylemekte tereddüt ettiği, BM’den NATO’dan, ABD’den Erdoğan’dan askeri operasyon yapılması çağrıları yaptınız. Bu ise son intiharınız oldu. Siyaseti bilmeyen, işi itirafçılık ve MİT ajanlığı olanların varacakları başka bir sonuç olamazdı da.

Siz insan olma evrimini tamamlamamış, bir tür hayvansınız. 3 yıl değil, ömrünüzü bile verseniz aynı yerde kalacaksınız.

Not: Tüm dosyaları http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

Hiç yorum yok: