HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

7 Ağustos 2011 Pazar

MIHO PAŞA ( HATAY DAVASINDA KÜRTLER )


Mıho Paşa ortada, sağında kardeşi Yusuf, solundaki kaynı ve katili İbrahim yer alıyor


Mihrac Ural
7 Ağustos 2011

Mıho Paşa (Miho İbihşaşo) Hataylı bir Kürt Paşasıdır. Hatay’ın Fansızlar tarafından işgaline karşı mücadele etmiştir. Fransızlara ilk kurşunu sıkanlardan biridir. Mücadelesi Fransızlara karşı olduğu kadar, II. Dünya paylaşım savaşı hazırlıklarında Fransızların hukuk dışı yollarla Hatay’ın ilhakına zemin hazırlayan çabalarına karşı da direnen bir kahramanıdır.

Mıho paşayı bana torunu (Annesinin amcası) dostum Ahmet Göçeri anlattı. Bu makale onun çabalarıyla kaleme alınmaya başlandı. Dostum Ahmet Göçeri, kendi deyimiyle “Antakya ve Reyhanlı Devrimci Kültür derneklerinin kurucuları bir mücadele soyunun köklerinden gelenlerdi. İlk önceleri bizlerde bunun farkında değildik ama sonra anladık ki bu çabalarımızın derin kökleri var” (A.Göçeri 7 Ağustos 2011 mail iletisi). İşte bu kökler bizi yine 35 yıl sonra, omuz omuza aynı çalışmada bir araya getirdi.

Mıho paşa Conka’da doğdu (Liva İskenderun’a tabi bir belde). “Mıho Paşa, Türkiye Kürdistanı Demokrat Partisi Sekreteri Hemreş Reşo’nun aşireti olan Reşwan aşiretindendir. Reşwanların Dogan hanesinden İbihşaşoların ahfadıdır” (A Göçeri, ag ileti). Ahmet Ağa el Kinj adında bir ağanın yanında rençber olarak çalıştı. İlk eylemi, bölgede halka zulüm eden Osmanlı birliğine saldırmakla başlar, üç zorba, gaspçı askeri katleder. Yakalanır ve Halep’te zindana atılır. Osmanlı imparatorluğu çözülünce (1918) o da özgürlüğüne kavuşur. Bu kesitte İngilizlerin yerine Fransızların bölgeye yerleşmeye başlar. Fransız askerlerinin İskenderun limanından başlayan girişleri ve onu takip eden sürede Halep’e girişleri, Mıho paşanın hayatında ciddi ve köklü değişimin de başlangıcı olur. O tarihi kesitte işgal altında herkesin sindiği, can derdine düştüğü, ticaretini işini gücünü korumaya çalıştığı bir kesti. Mıho paşa ise küçük de olsa bir askeri güç oluşturmak üzere ilk adımlarını atmış, henüz birkaç kişilik bir ekip oluşturmuştu ki, vatan savunmasında işgalci Fransız’lara karşı ilk kurşunu sıkar.

Fransızlar, karşılarında kararlı bir iradeyle mücadele atılmak isteyen tüm güçlere bir işaret saydıkları bu ilk kurşuna karşılık, Mıho Paşanın karısını rehin alırlar. Teslim olmasını isterler. Ancak o, Fransız karakoluna baskın yaparak, karısını kurtarır ( “Mıho Paşanın çocuğu olmamıştır” (A Göçeri). Bu olayın yarattığı büyük yankı, Mıho paşa’nın ününü bütün yörede yaygınlaştırır. Bölgede gezilerini yoğunlaştıran Mıho paşa, etkisini Maraş ve Antep yöresinde pekiştirerek güç toplar. Eldeki bilgiler, Mıho Paşanın Halep, Cebal el Ekrad (Lazkiye-İdlip yolu üzerinde), Kırıkhan, Reyhanlı, Kilis, Antep yöresinde, Fransız işgaline karşı duran kimi vatansever örgütleri toparlamaya başladığı ve gittikçe büyük bir asker güç topladığını da göstermektedir. Ahmet Göçeri dedesi Mıho paşanın etkinlik ve çalışma alanları için şunları iletti; “Mıhonun esas Mücadele Merkezi olarak tuttuğu yer Kırıkhanın Yalangoz bölgesindeki Gümid, İncirli ve Camus kışlası köyleridir. Bu üç köy kendisinin ve yeğenlerinin köyleridir. O devirde Türkiye Süriye sınırları olmadığı için bu insanların Afrin, Kilis ve Haleple yaşamları bir idi. Sınırlar düzenlenince yaşamları ve ilişkileri ister istemez değişti.” (A.Göçeri. 28 Temmuz 2011 mail iletisi)

Bu dönem Kürt halk hareketlerinin, Dersim yöresinde oldukça etkin hale gemleşe başladığı dönemdir. Seyid Rıza’nın çalışmaları çevresindeki aydınların da katkısıyla Kürt özgürlük hareketinin birliğini sağlamaya yönelik ilişki ve çabaları da içeriyordu; Ahmet Göçeri iletisinde bu noktaya “Seyid Rızanın Dış ilişkiler sorumlusu Dr. Nuri Dersiminin Kırıkhanlı Alevi Kürdler arasındaki çalışmaları Koco Ağa, M.Ali Göçmenin yararlı çalışmaları” olduğuna işaret etmektedir. (A. Göçer, mail iletisi).

Türkiye Cumhuriyet sınırların açık olduğu bu dönemde, sınırların çevresini koruma adı altında Mıho paşayı, askeri üst rütbeler ve imkanlar sağlayarak yanına çekmeye çalıştığı biliniyor. Amaç Paşayı ikna edip bölgeden asker toplayarak, Maho paşayı tasfiye etmekti. Bu planı anlayan Mıho paşa, asker toplamaya gelen Türk birliğine saldırır ve ağır kayıplar verdirir.

Hatay’ın ilhakı için Türkiye’nin geliştirdiği planlar arasında bölgede oluşturulan milis güçleri, Bu gelişmeler üzerine Mıho paşaya karşı tavır geliştirmeye ve zaman zaman çatışmalara varan sorunlu süreçlere girmiştir. Mıho Paşa bu gerginlik süreçlerinde, bölgede askeri bir milis gücü kurmuş olan ve daha sonra “Hatay Devleti Cumhurbaşkanı” diye oturtulacak Tayfur Sökmen’i tutuklar. Tayfur Sökmen’in Fransız işgaline karı direnmekten çok TC’nin bölgedeki beşinci kolu olarak faaliyet yürütmesi nedeniyle halkın tepkisini çekmiştir. Mıho Paşa’da bu tepkilere dayanarak Tayfur Sökmen kendi kitabında Mıho Paşanın kendisini ve birçok Mursaloğlu ağasını çeteleri vasıtasıyla toplattığını Kürd Dağındaki Kazzıklı köyünde alı konulduklarından nefretle bahseder.” (A.Göçeri 28 Temmuz 2011 mail iletisi). Bu çabalar da o denimin direnme güçlerinin işgale ve ilhak amaçlarına karşı kararlı duruşlarını ifade eder.

Mıho Paşa artık Türkiye’nin olduğu kadar Fransızların da baş düşmanı olmuştur. Çekişme içindeki iki güç böylece ortak bir düşman karşısında birleşerek Mıho Paşayı yok etmeye yöneldi. Bunu bir türlü başaramayan güçler, Mıho paşanın en yakınındaki insanları satın almaya çalıştı. Büyük rüşvetlerle, geniş arazi ve imkanlar sundukları en yakınındaki kişi olan kayınbiraderi İbrahim’i ikna ettiler. O da, Eniştesini bir fırsatını bularak katletti. “Mıho Fransız ve Kemalistlerin işbirliği ile öldürülmüştür diye düşünüyorum.” (A.Göçeri 28 Temmuz 2011 mail iletisi). Mıho paşa Afrin’de defnedildi (1937). Mezarı hala oradadır.

Mıho Paşa’nın ölümü, bölgede direnme güçlerine indirilen önemli bir askeri darbe oldu. Bu ölüm olayı Fransızlara karşı direnme çizgisinde büyük boşluk yarattı. Büyük Suriye Devrim diye 1920’li yıllarda, Güneyde Dürzi lider Sultan Paşa el Atraş, Şam’da Sünni Arap lider Yusuf el Azma, Halep’te Sünni Arap lider İbrahim Hanano, sahil şeridinde (Humus, Tartus, Lazkiye) Arap Alevi lider şeyh Salih el Ali’nin yükselttiği direnme bir ölçüye kadar gerilemişti. İşgale karşı direniş Hatay bölgesinde kesilmeden devam ediyordu; Antakya ve civarında Zeki el Arsuzi, M.Ali Zerka, Zeki Ural, İbrahim Zeyfa, Suphi Zekkur, Wehib el Ğanim gibi önderler, halk tarafından URUBA hareketi diye bilinen Usbat el Amel el Kavmi (ulusal emek birliği) mücadele ediyordu. Bu kesitte Mıho paşanın etkin askeri bir oluşum yaratması ve ortaya koyduğu mücadele (katledilmesiydi) çok önemli çapta genişleyip yükselecekti. Aynı dönemde İngilizlere karşı, Suriye/Ceble beldesinden şeyh İzzeddin el Kassam Filistin devrim direnişini yükseltiyordu. Bu yanıyla, bölgeyi askeri olarak işgal eden emperyalist güçlere karşı Filistin ve Hatay dışında ciddi bir direnme kalmamıştı. Hatay direnişinde ise, Araplar-Kürtler ve önemli oranda Türklerin omuz omuza yer alıyorlardı. Bu ise Hatay’ın Mozaik dokusuna uyumlu bir tabloydu.

Mıho paşa, işgalcilere karşı direniş sembolü olarak bölgemize ait bizden biridir. Hatay bölgesi bir mozaik dokudur. Farklılıkların barış coğrafyasıdır. Bin yıllardır insanlar inanç, etnik farklılıklarıyla barışı tercih etmiş tarihler boyunca tespit edilmiş bir toplu çatışma olmamıştır. Ne etnik ne inanç açısından tarihte böylesi bir olayın olmaması, bu bölgenin kapsamlı, derin kültür dokusuyla, uygarlıkların üs üste binmesi sentezleşerek bu günkü insan topluluklarının kültür değerlerini ortaklaştırmasıyla çok yakından ilgilidir.
Bu açıdan bakınca Fransızlara karşı ortaya çıkan, tüm etnik ve inanç farklılıklarına rağmen aynı refleksi gösteren toplulukların bu derin kültürel sentezlerle beslendikleri açıkça anlaşılmış olur.

KADİM ROMA KENTİ ANTAKYA

Hatay davası, yılları içeren bir süreçten geçti. Bu süreç, Hatay’ın Türkiye’ye ilhakıyla bir biçim aldı, ama bitmedi. Bu sürecin her bir kesitinde Araplar kadar, Ermeniler, Kürtler hatta Türklerin de etkin dayanışma ve kararlılıkla Fransız işgaline ve sonra gelen ilhaka karşı çıktıklarını görüyoruz. Bütün bunlar, sık sık tekrar ettiğim “kadim Roma kenti Antakya” algısıyla yakından ilişkilidir. Romalıları işgalci bir emperyal güç olarak gören ve Antakya tarihinin çok daha eski, insanlığa ışık saçan uygarlıkların yurdu olduğunu hatırlatan ve bu makalemin ana konusunu oluşturan Mıho paşanın torunu, değerli dostum Ahmet Göçeri’ye bir açıdan katılmamak mümkün değildir. Ancak şu cümlelere katılmak mümkün değil “Allaha şükür biz Hataylılar, Osmanlının çocuklarından Fatih ve sonrası gibi Romanın halefi değiliz. Devşirme Rumi değiliz. Romalılar, güzel Hatayımızın Krallıklarını Asuriler gibi işgal ettiler. Biz Hataylılar Soylu Hurriler, Hattine, Yamhat ve Unqi medeniyetlerinin çocuklarıyız.” (Ahmet Göçeri 25 Temmuz 2011 iletisi). Bu söylem eksik bir doğrudur ve her eksik gibi hatalıdır. Çünkü tarih, yadsınmanın yadsınması sürecidir. Irkı köken olarak bizler tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş biyolojik varlıklarız, ancak ulusal kimliğimiz, kültürel kimliğimiz, çevre kimliğimiz her zaman bu derinliklerin adıyla anılmaz; kaldı ki, ırklar teorisinin geçerli bir teori olup olmadığı tartışma götürür bir teoridir. Bu günün kolektif kimlikleri, bu derinlikleri özümsemiş, içselleştirerek kendi içinde sentezleyip bu güne kadar gelebilmiş kültürel var oluşlarla tanımlanır. Bu tanımlama kendi içinde bütün bu geçmişi de taşır. Bu nedenle, Antakya kent olarak, yapısal dokusuyla Roma kimliğini taşımasına rağmen, biz kültürel olarak, insan topluluğunun ilişiklerini düzenleyen unsurlar itibariyle Antakya’da Arap kimliğini taşırız ya da A. Göçeri dostum gibi Kürt kimliğini taşır.

Roma, geçmiş tüm uygarlıkları da özümseyen, şehrin ana planı dahil ana yolları, kesme taş sokak döşemeleri, köprüleri (Yakın bir dönemde barbarlar yıkmış olsa da) tünelleri, burçları, kaleleri, kiliseleriyle değişmeden bu güne kadar ulaşan bir uygarlık olması itibariyle, böyle tanımlamayı daha uygun görüyorum; asalet, tutarlılık, farklılıklarıyla bir arada yaşama derinlik ve genişliğiyle Antakya bu verileriyle bir kadim Roma kenti, bir başkent olarak yaşamaya devam ediyor.

Mıho paşa’da bu kent ve çevresinin bir sentezidir, yerlisidir. Bunun belirtilerini de duygu, düşünce, tepkileriyle üzerinde taşımaktadır.

Mıho paşa üzerine bilgilerimiz sınırlı. Ancak bu konu üzerinde çalışma yapacak ipuçları pek çoktur. Akrabaları, ilişkileri, mezarı ve onu adım adım izleyenlerin verebileceği bilgiler yerli yerinde duruyor. Akademik çabalar, tarihimizin bu önemli şahsiyetini, bu ilk kurşunu sıkacak kadar yürekli ve kararlı vatansevere hak ettiği ilgiyi er ya da geç gösterecektir.

ÜSTADIM M. ALİ ZERKA

Üstad M. Ali Zerka’yı önceki yazılarımda anlattım. Adı sanı çok az bilinen İskenderun Komünist Partisi (İKP) Merkez Komite üyesi ve aynı zamanda URUBA Hareketi liderlerinden. Irak Komünist Partisi MK üyesi, yazar, coğrafyacı, şair, tiyatro senaryosu yazarı ve en önemlisi, en geniş araştırmayı içeren, belgeleriyle üç cilt “Liva İskenderun Davası üzerine” kitabın yazarı; babam Zeki Ural’ın mücadele arkadaşı. Üstad Mısır/Kahire’de vefat etti 26 Nisan 2006.

Üstad Zerka, Lazkiye’ye her gelişinde, benim Şam’a her inişimde birlikte olduk. Yazılarımı kitaplarına aldı. Dev Arşivinden çok önemli belgeleri de bana teslim etti. Sohbetlerimizin bir çek kesitinde Hatay’ın kozmopolit yapısını ve bunun siyasetteki yerini anlatıp durdu. Bu sohbetlerde konu sık sık Fransızlara karşı mücadelede Kürtlerin rolünü anlatırdı. Hatay’daki çok boyutlu mücadeleye Kürtlerin katkıları ve katılımları hakkında bilgi ve belgeler sundu.

Bu anlatımların, bir gün Mıho Paşayla kesişeceğini hiç bilmiyordum. Bu konuyla ilgili fotoğraflar da vermişti. Üstad M. Ali Zerka; “ Liva İskenderun, insanlık tarihinin en kadim yerleşim birimlerindendir. Bu konuda tarihin ilk yerleşim alanı diye bilinen Dimeşk’le (Şam) aynı kesitlerde uygarlık kurmuş insanların coğrafyasıdır. Bu toprakların insanı doğadaki renk ve her türden farklılıklar armonisini bilinç altına yerleştirmiş olarak doğar ve bunu yaşamın her alanında tekrarla çevresiyle ilişki halinde yeniden üretir durur. 7 uygarlık alanıdır Liva İskenderun, Roma’yla bu uygarlıklar en doruğuna ulaşır ve bu güne kadar bu toprakların asaletini, kimliğini, uygarlığın kelime anlamının sığacağı her şeyi belirlenir. Bu toraklarda insanlar yerlidir. Kökleri, Finikelilerden de eski toplumsal uygarlık dokularına kadar gider. Bu gen kültürel olarak kavmi açıdan farklılaşsalar da ortak bir kökün mayası üzerinde bir potada harmanlaşmışlardır. Liva İskenderun davası gündeme geldiğinde buna bütün yönleriyle tanık olduk. Özellikle Kürtler bu mücadelede geniş kitlelerle bizlere katıldı. Fransız işgaline olduğu kadar, Türk ilhakına da karşı mücadele ettiler. Silahlı birlikler kurdular, çatışmalara girdiler. Bu coğrafyanın yerlileri, farklılaşmış etnik, dil ve bir bütün olarak kültürel konumlarına rağmen mücadelede omuz omuza oldular” diyerek bu sürecin mücadele taraflarına göndermeler yapardı.

Mıho Paşa, bu mücadelede böylesi anlamlı bir yere sahipti. İşgalci güçlere karşı ortaya konan ortak refleks bu topraklar üzerinde yaşayanların, derin tarihi algı üzerinde yükselen birliklerine olduğu kadar, aynı potada harmanlanmış uygarlıklar sürecinin son halkasını temsil ettiklerine de önemli bir mesajdır.

Bu mücadelede Ermeniler de yerini almıştı. Anadolu’nun tüm renkleri Hatay davasında kendi ölçeğinde yerini almış ve sürece katılmıştı.

ERMENİLER DE AYNI ZAMAN VE MEKANDA

Aynı dönemde, Kilikya Ermenileri sorununun Hatay’daki boyutları yaşanıyordu. Direnme onlar için bu alanda Arap ve Kürtlerle omuz omuza oldular.

Hatay davası, Cumhuriyet içindeki Osmanlının ilk eylemiydi. Hasta adam nispeten kendine gelmeye başlayınca, kireçlenen çenesini açıp ilk kaptığı av oldu denebilir.

1930 yıllarının sonlarına doğru, Cumhuriyet Türkiye’si kuruluş palanındaki aksaklıklarla yüz yüze kaldıkça, Osmanlı yol ve yöntemlerine başvurarak bu sorunların tasfiye etmeye çalışmıştır; Koçgiri, Şeyh Sait ve Dersim gibi yoğunluğuyla kitle katliamıyla diğerlerinden farklılaşan Kürt halk ayaklanmaları 18 civarındadır (1984 ayaklanmasıyla “19 İsyan” olduğu resmi olarak açıklanır)

“Hatay davası” olarak adlandırılan “Liva İskenderun-Antakya sancağı ve civarı”nın ilhakına uzanan süreç, Kürt halk ayaklanmalarıyla aynı kesitte buluşmuştur. Bu güne kadar bu kesişmenin sadece zamandaş olması itibariyle bir anlam kazandığı, ancak mekan açısından farklı olması nedeniyle konu birbirinden uzak olarak ele alınmıştır.

Zaman ve mekan açısından aynı anda cereyan eden Kürt ve Arap sorunu üzerine bu güne kadar, en azından benim okuduğum bir yazı ortaya çıkmamıştır. Buna ayrıca aynı zaman ve mekan içinde Ermeni sorununu da eklemeyi gerektirecek tarihsel belgelerin olduğunu belirteceğim. Arap-Kürt Ermeni sorunlarını zaman ve mekan birliği içinde Hatay’da birleştirmek tahayyülü bile imkansız gibi bir şeydir.

Ancak gerçekler, bu güne kadar kimse dile getirmemiş olsa da bizlerden bağımsız olarak orta yerde durmaktadır. Bu makalenin ana konusu Mıho paşa, Kürtler ve Hatay davası için bir giriş, bir hatırlatma sınırları içinde olacaktır. Daha çok araştırmayı ve tartışmayı gerektirin bu konu, ortak ülkemizde özgürlük ve demokrasi süreciyle ilgili önermelere zemin olabilecek verileri sunabileceğini düşünüyorum. “Anadolu Halklar Kongresi” bu açıdan, barış içinde bir arada yaşamanın, farklılıklarımızla birer eşit kurucu olacağı yeni toplum sözleşmesiyle yapılandırılacak siyasal, sosyal ekonomik ve kültürel yaşantımız için önemli bir platform olabilir.

Konuya girmeden önce, Hatay davası ve Ermeni ilişkisi üzerine bir hatırlatma yapacağım. Bu konuyu dünyada ilk kez kendi bolgumda yayınladığım tarihi belgelerle ifade ettim. Bu belge, Polonya asıllı bir sivil toplum gönüllüsü Leopold Gaszczyk’in, “Danimarkalı Ermeni Dostları” örgütündeki çalışmalarını içeren o zamanın Danimarka karalık divanına sunulmuş bir anı raporudur.

Leopold Gaszczyk’in anı belgesine yazdığım önsözde şunu ifade ettim

“1919-1946 dönemini içeren bu anı belge, üzerinde çok durulan Ermeni soykırımına farklı bir boyuttan ve zaman kesitinden bakıyor. Bununla kalmıyor; Hatay davasında halkın tutum ve davranışlarını, iradesini ve eğilimlerini, Arapları, Ermenileri, Kürtleri hatta Kemalist Türklerin hangi aklıselimle zulme, baskıya, zorbalığa ve faşizanlığa karşı omuz omuza duruşlarını dile getiriyor.

Leopold Gaszczyk’nin anı belgesi, Danimarka Krallık Arşivinden temin edilmiştir. Bu arşivlerde şu kayıtlarla yer almaktadır. “ Die Sandjak Episode/Leopold Gaszczyk. Rigsarkivet, Danske Armenierevenners Arkiv, 1058, pakke10, 1919-1949. Diverse materiale”

”Anı belgenin yazarı Leopold Gaszczyk Polonyalı bir sivil toplum gönüllüsüdür. Danimarkalı bir sivil etkinlik adına I. Dünya savaşı ardından Ülkemizin güney bölgesine gelmiştir. 1922’den itibaren de Antakya, İskenderun ve Halep arasında insani yardım amacıyla çalışmış, dönemin sosyal, siyasal olaylarına tanıklık etmiştir. Leopold Gaszczk, bölgemizde o dönemler “Urfalı kız” diye ünlenen “Danimarkalı Ermeni dostları” örgütü başkanı Karen Jeppe’in yardımcısıdır. Karen Jeppe’nin sıtmadan ölümü üzerine de (1935), örgütün başkanlığına getirilmiştir. 1946 yılına kadar da soy kırımından kurtulabilmiş Ermenilerin yaşama tutunma mücadelesine yardımcı olmuştur. Bu süreçte, Kilikyalı Ermenilerin İskenderun, Antakya ve havalisine göçlerinin de canlı tanığıdır.

Ermeni soykırımı üzerine çok şey yazıldı. Anlaşılan daha da çok şey yazılmalıdır. Bu konuda ortaya çıkmayan çok az şey kaldı. Ancak tarihte ilk kez Ermeni konusuyla birlikte, Hatay davası ve Arap halkının bu davadaki acı anıları ortak bir belgede yer aldı.”

Mıho paşa olayı da aynı zaman ve mekanda, 1930’lu yıllarda ve Hatay’da, Arap Ermeni ve Kürt halkının sorunları içinde gündeme gelmiştir. Dün bu coğrafyayı birbirine mücadelesiyle bağlayan bu kahramanların torunları olarak üzerimize düşen önemli sorumluluk, onların çaktığı kıvılcımı gür bir aleve dönüştürmek olacaktır. Bunu omuz omuza yapmamız ise derin tarihimizin bu güne taşıdığı ortak mekan ve kültürün üzerinde başaracağız.

Sonuç;

Makalemi Mıho Paşanın torunu Ahmet Göçeri’nin bu makalenin yazılmasına yol açan uyarısını burada anmadan geçmeyeceğim. Ahmet Göçeri, bu iletiyi önce dostum Prof. Özcan Burno’a göndermiş. Sonra, olduğu gibi bana da iletti. Bir de telefon açarak konu üzerinde bilgi verdi. Böylesi önemli bir konu, tarihin dile gelmeyen ancak önemli bir kesitine ışık tutan bu konuyu kısa bir araştırma ardından bu makalede dile getirmek benim için bir sorumluluktu. Bunu yaptım.

Bu makale, yapacağım daha kapsamlı araştırmalar karşısında devede kulak bile olmayacaktır. Bu tarih hepimizin tarihidir. Cesurca yüzleşip eksikliklerimizi gidermemizi bekliyor. Hatay gibi mozaik bir coğrafyada sadece Arapları yazmak, diğer mücadele kahramanlarını ve topluluklarını ihmal etmek olamaz; her eksik doğrunun, yanlışa daha yakın olduğunu bilmeliyiz. Bu sorumlulukla okuduğunuz makaleyi kaleme aldım. Ahmet Göçeri’ye de teşekkür ederim.

Hiç yorum yok: