7 Ağustos 2011 Pazar
MIHO PAŞA ( HATAY DAVASINDA KÜRTLER )
Mıho Paşa ortada, sağında kardeşi Yusuf, solundaki kaynı ve katili İbrahim yer alıyor
Mihrac Ural
7 Ağustos 2011
Mıho Paşa (Miho İbihşaşo) Hataylı bir Kürt Paşasıdır. Hatay’ın Fansızlar tarafından işgaline karşı mücadele etmiştir. Fransızlara ilk kurşunu sıkanlardan biridir. Mücadelesi Fransızlara karşı olduğu kadar, II. Dünya paylaşım savaşı hazırlıklarında Fransızların hukuk dışı yollarla Hatay’ın ilhakına zemin hazırlayan çabalarına karşı da direnen bir kahramanıdır.
Mıho paşayı bana torunu (Annesinin amcası) dostum Ahmet Göçeri anlattı. Bu makale onun çabalarıyla kaleme alınmaya başlandı. Dostum Ahmet Göçeri, kendi deyimiyle “Antakya ve Reyhanlı Devrimci Kültür derneklerinin kurucuları bir mücadele soyunun köklerinden gelenlerdi. İlk önceleri bizlerde bunun farkında değildik ama sonra anladık ki bu çabalarımızın derin kökleri var” (A.Göçeri 7 Ağustos 2011 mail iletisi). İşte bu kökler bizi yine 35 yıl sonra, omuz omuza aynı çalışmada bir araya getirdi.
Mıho paşa Conka’da doğdu (Liva İskenderun’a tabi bir belde). “Mıho Paşa, Türkiye Kürdistanı Demokrat Partisi Sekreteri Hemreş Reşo’nun aşireti olan Reşwan aşiretindendir. Reşwanların Dogan hanesinden İbihşaşoların ahfadıdır” (A Göçeri, ag ileti). Ahmet Ağa el Kinj adında bir ağanın yanında rençber olarak çalıştı. İlk eylemi, bölgede halka zulüm eden Osmanlı birliğine saldırmakla başlar, üç zorba, gaspçı askeri katleder. Yakalanır ve Halep’te zindana atılır. Osmanlı imparatorluğu çözülünce (1918) o da özgürlüğüne kavuşur. Bu kesitte İngilizlerin yerine Fransızların bölgeye yerleşmeye başlar. Fransız askerlerinin İskenderun limanından başlayan girişleri ve onu takip eden sürede Halep’e girişleri, Mıho paşanın hayatında ciddi ve köklü değişimin de başlangıcı olur. O tarihi kesitte işgal altında herkesin sindiği, can derdine düştüğü, ticaretini işini gücünü korumaya çalıştığı bir kesti. Mıho paşa ise küçük de olsa bir askeri güç oluşturmak üzere ilk adımlarını atmış, henüz birkaç kişilik bir ekip oluşturmuştu ki, vatan savunmasında işgalci Fransız’lara karşı ilk kurşunu sıkar.
Fransızlar, karşılarında kararlı bir iradeyle mücadele atılmak isteyen tüm güçlere bir işaret saydıkları bu ilk kurşuna karşılık, Mıho Paşanın karısını rehin alırlar. Teslim olmasını isterler. Ancak o, Fransız karakoluna baskın yaparak, karısını kurtarır ( “Mıho Paşanın çocuğu olmamıştır” (A Göçeri). Bu olayın yarattığı büyük yankı, Mıho paşa’nın ününü bütün yörede yaygınlaştırır. Bölgede gezilerini yoğunlaştıran Mıho paşa, etkisini Maraş ve Antep yöresinde pekiştirerek güç toplar. Eldeki bilgiler, Mıho Paşanın Halep, Cebal el Ekrad (Lazkiye-İdlip yolu üzerinde), Kırıkhan, Reyhanlı, Kilis, Antep yöresinde, Fransız işgaline karşı duran kimi vatansever örgütleri toparlamaya başladığı ve gittikçe büyük bir asker güç topladığını da göstermektedir. Ahmet Göçeri dedesi Mıho paşanın etkinlik ve çalışma alanları için şunları iletti; “Mıhonun esas Mücadele Merkezi olarak tuttuğu yer Kırıkhanın Yalangoz bölgesindeki Gümid, İncirli ve Camus kışlası köyleridir. Bu üç köy kendisinin ve yeğenlerinin köyleridir. O devirde Türkiye Süriye sınırları olmadığı için bu insanların Afrin, Kilis ve Haleple yaşamları bir idi. Sınırlar düzenlenince yaşamları ve ilişkileri ister istemez değişti.” (A.Göçeri. 28 Temmuz 2011 mail iletisi)
Bu dönem Kürt halk hareketlerinin, Dersim yöresinde oldukça etkin hale gemleşe başladığı dönemdir. Seyid Rıza’nın çalışmaları çevresindeki aydınların da katkısıyla Kürt özgürlük hareketinin birliğini sağlamaya yönelik ilişki ve çabaları da içeriyordu; Ahmet Göçeri iletisinde bu noktaya “Seyid Rızanın Dış ilişkiler sorumlusu Dr. Nuri Dersiminin Kırıkhanlı Alevi Kürdler arasındaki çalışmaları Koco Ağa, M.Ali Göçmenin yararlı çalışmaları” olduğuna işaret etmektedir. (A. Göçer, mail iletisi).
Türkiye Cumhuriyet sınırların açık olduğu bu dönemde, sınırların çevresini koruma adı altında Mıho paşayı, askeri üst rütbeler ve imkanlar sağlayarak yanına çekmeye çalıştığı biliniyor. Amaç Paşayı ikna edip bölgeden asker toplayarak, Maho paşayı tasfiye etmekti. Bu planı anlayan Mıho paşa, asker toplamaya gelen Türk birliğine saldırır ve ağır kayıplar verdirir.
Hatay’ın ilhakı için Türkiye’nin geliştirdiği planlar arasında bölgede oluşturulan milis güçleri, Bu gelişmeler üzerine Mıho paşaya karşı tavır geliştirmeye ve zaman zaman çatışmalara varan sorunlu süreçlere girmiştir. Mıho Paşa bu gerginlik süreçlerinde, bölgede askeri bir milis gücü kurmuş olan ve daha sonra “Hatay Devleti Cumhurbaşkanı” diye oturtulacak Tayfur Sökmen’i tutuklar. Tayfur Sökmen’in Fransız işgaline karı direnmekten çok TC’nin bölgedeki beşinci kolu olarak faaliyet yürütmesi nedeniyle halkın tepkisini çekmiştir. Mıho Paşa’da bu tepkilere dayanarak Tayfur Sökmen kendi kitabında Mıho Paşanın kendisini ve birçok Mursaloğlu ağasını çeteleri vasıtasıyla toplattığını Kürd Dağındaki Kazzıklı köyünde alı konulduklarından nefretle bahseder.” (A.Göçeri 28 Temmuz 2011 mail iletisi). Bu çabalar da o denimin direnme güçlerinin işgale ve ilhak amaçlarına karşı kararlı duruşlarını ifade eder.
Mıho Paşa artık Türkiye’nin olduğu kadar Fransızların da baş düşmanı olmuştur. Çekişme içindeki iki güç böylece ortak bir düşman karşısında birleşerek Mıho Paşayı yok etmeye yöneldi. Bunu bir türlü başaramayan güçler, Mıho paşanın en yakınındaki insanları satın almaya çalıştı. Büyük rüşvetlerle, geniş arazi ve imkanlar sundukları en yakınındaki kişi olan kayınbiraderi İbrahim’i ikna ettiler. O da, Eniştesini bir fırsatını bularak katletti. “Mıho Fransız ve Kemalistlerin işbirliği ile öldürülmüştür diye düşünüyorum.” (A.Göçeri 28 Temmuz 2011 mail iletisi). Mıho paşa Afrin’de defnedildi (1937). Mezarı hala oradadır.
Mıho Paşa’nın ölümü, bölgede direnme güçlerine indirilen önemli bir askeri darbe oldu. Bu ölüm olayı Fransızlara karşı direnme çizgisinde büyük boşluk yarattı. Büyük Suriye Devrim diye 1920’li yıllarda, Güneyde Dürzi lider Sultan Paşa el Atraş, Şam’da Sünni Arap lider Yusuf el Azma, Halep’te Sünni Arap lider İbrahim Hanano, sahil şeridinde (Humus, Tartus, Lazkiye) Arap Alevi lider şeyh Salih el Ali’nin yükselttiği direnme bir ölçüye kadar gerilemişti. İşgale karşı direniş Hatay bölgesinde kesilmeden devam ediyordu; Antakya ve civarında Zeki el Arsuzi, M.Ali Zerka, Zeki Ural, İbrahim Zeyfa, Suphi Zekkur, Wehib el Ğanim gibi önderler, halk tarafından URUBA hareketi diye bilinen Usbat el Amel el Kavmi (ulusal emek birliği) mücadele ediyordu. Bu kesitte Mıho paşanın etkin askeri bir oluşum yaratması ve ortaya koyduğu mücadele (katledilmesiydi) çok önemli çapta genişleyip yükselecekti. Aynı dönemde İngilizlere karşı, Suriye/Ceble beldesinden şeyh İzzeddin el Kassam Filistin devrim direnişini yükseltiyordu. Bu yanıyla, bölgeyi askeri olarak işgal eden emperyalist güçlere karşı Filistin ve Hatay dışında ciddi bir direnme kalmamıştı. Hatay direnişinde ise, Araplar-Kürtler ve önemli oranda Türklerin omuz omuza yer alıyorlardı. Bu ise Hatay’ın Mozaik dokusuna uyumlu bir tabloydu.
Mıho paşa, işgalcilere karşı direniş sembolü olarak bölgemize ait bizden biridir. Hatay bölgesi bir mozaik dokudur. Farklılıkların barış coğrafyasıdır. Bin yıllardır insanlar inanç, etnik farklılıklarıyla barışı tercih etmiş tarihler boyunca tespit edilmiş bir toplu çatışma olmamıştır. Ne etnik ne inanç açısından tarihte böylesi bir olayın olmaması, bu bölgenin kapsamlı, derin kültür dokusuyla, uygarlıkların üs üste binmesi sentezleşerek bu günkü insan topluluklarının kültür değerlerini ortaklaştırmasıyla çok yakından ilgilidir.
Bu açıdan bakınca Fransızlara karşı ortaya çıkan, tüm etnik ve inanç farklılıklarına rağmen aynı refleksi gösteren toplulukların bu derin kültürel sentezlerle beslendikleri açıkça anlaşılmış olur.
KADİM ROMA KENTİ ANTAKYA
Hatay davası, yılları içeren bir süreçten geçti. Bu süreç, Hatay’ın Türkiye’ye ilhakıyla bir biçim aldı, ama bitmedi. Bu sürecin her bir kesitinde Araplar kadar, Ermeniler, Kürtler hatta Türklerin de etkin dayanışma ve kararlılıkla Fransız işgaline ve sonra gelen ilhaka karşı çıktıklarını görüyoruz. Bütün bunlar, sık sık tekrar ettiğim “kadim Roma kenti Antakya” algısıyla yakından ilişkilidir. Romalıları işgalci bir emperyal güç olarak gören ve Antakya tarihinin çok daha eski, insanlığa ışık saçan uygarlıkların yurdu olduğunu hatırlatan ve bu makalemin ana konusunu oluşturan Mıho paşanın torunu, değerli dostum Ahmet Göçeri’ye bir açıdan katılmamak mümkün değildir. Ancak şu cümlelere katılmak mümkün değil “Allaha şükür biz Hataylılar, Osmanlının çocuklarından Fatih ve sonrası gibi Romanın halefi değiliz. Devşirme Rumi değiliz. Romalılar, güzel Hatayımızın Krallıklarını Asuriler gibi işgal ettiler. Biz Hataylılar Soylu Hurriler, Hattine, Yamhat ve Unqi medeniyetlerinin çocuklarıyız.” (Ahmet Göçeri 25 Temmuz 2011 iletisi). Bu söylem eksik bir doğrudur ve her eksik gibi hatalıdır. Çünkü tarih, yadsınmanın yadsınması sürecidir. Irkı köken olarak bizler tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş biyolojik varlıklarız, ancak ulusal kimliğimiz, kültürel kimliğimiz, çevre kimliğimiz her zaman bu derinliklerin adıyla anılmaz; kaldı ki, ırklar teorisinin geçerli bir teori olup olmadığı tartışma götürür bir teoridir. Bu günün kolektif kimlikleri, bu derinlikleri özümsemiş, içselleştirerek kendi içinde sentezleyip bu güne kadar gelebilmiş kültürel var oluşlarla tanımlanır. Bu tanımlama kendi içinde bütün bu geçmişi de taşır. Bu nedenle, Antakya kent olarak, yapısal dokusuyla Roma kimliğini taşımasına rağmen, biz kültürel olarak, insan topluluğunun ilişiklerini düzenleyen unsurlar itibariyle Antakya’da Arap kimliğini taşırız ya da A. Göçeri dostum gibi Kürt kimliğini taşır.
Roma, geçmiş tüm uygarlıkları da özümseyen, şehrin ana planı dahil ana yolları, kesme taş sokak döşemeleri, köprüleri (Yakın bir dönemde barbarlar yıkmış olsa da) tünelleri, burçları, kaleleri, kiliseleriyle değişmeden bu güne kadar ulaşan bir uygarlık olması itibariyle, böyle tanımlamayı daha uygun görüyorum; asalet, tutarlılık, farklılıklarıyla bir arada yaşama derinlik ve genişliğiyle Antakya bu verileriyle bir kadim Roma kenti, bir başkent olarak yaşamaya devam ediyor.
Mıho paşa’da bu kent ve çevresinin bir sentezidir, yerlisidir. Bunun belirtilerini de duygu, düşünce, tepkileriyle üzerinde taşımaktadır.
Mıho paşa üzerine bilgilerimiz sınırlı. Ancak bu konu üzerinde çalışma yapacak ipuçları pek çoktur. Akrabaları, ilişkileri, mezarı ve onu adım adım izleyenlerin verebileceği bilgiler yerli yerinde duruyor. Akademik çabalar, tarihimizin bu önemli şahsiyetini, bu ilk kurşunu sıkacak kadar yürekli ve kararlı vatansevere hak ettiği ilgiyi er ya da geç gösterecektir.
ÜSTADIM M. ALİ ZERKA
Üstad M. Ali Zerka’yı önceki yazılarımda anlattım. Adı sanı çok az bilinen İskenderun Komünist Partisi (İKP) Merkez Komite üyesi ve aynı zamanda URUBA Hareketi liderlerinden. Irak Komünist Partisi MK üyesi, yazar, coğrafyacı, şair, tiyatro senaryosu yazarı ve en önemlisi, en geniş araştırmayı içeren, belgeleriyle üç cilt “Liva İskenderun Davası üzerine” kitabın yazarı; babam Zeki Ural’ın mücadele arkadaşı. Üstad Mısır/Kahire’de vefat etti 26 Nisan 2006.
Üstad Zerka, Lazkiye’ye her gelişinde, benim Şam’a her inişimde birlikte olduk. Yazılarımı kitaplarına aldı. Dev Arşivinden çok önemli belgeleri de bana teslim etti. Sohbetlerimizin bir çek kesitinde Hatay’ın kozmopolit yapısını ve bunun siyasetteki yerini anlatıp durdu. Bu sohbetlerde konu sık sık Fransızlara karşı mücadelede Kürtlerin rolünü anlatırdı. Hatay’daki çok boyutlu mücadeleye Kürtlerin katkıları ve katılımları hakkında bilgi ve belgeler sundu.
Bu anlatımların, bir gün Mıho Paşayla kesişeceğini hiç bilmiyordum. Bu konuyla ilgili fotoğraflar da vermişti. Üstad M. Ali Zerka; “ Liva İskenderun, insanlık tarihinin en kadim yerleşim birimlerindendir. Bu konuda tarihin ilk yerleşim alanı diye bilinen Dimeşk’le (Şam) aynı kesitlerde uygarlık kurmuş insanların coğrafyasıdır. Bu toprakların insanı doğadaki renk ve her türden farklılıklar armonisini bilinç altına yerleştirmiş olarak doğar ve bunu yaşamın her alanında tekrarla çevresiyle ilişki halinde yeniden üretir durur. 7 uygarlık alanıdır Liva İskenderun, Roma’yla bu uygarlıklar en doruğuna ulaşır ve bu güne kadar bu toprakların asaletini, kimliğini, uygarlığın kelime anlamının sığacağı her şeyi belirlenir. Bu toraklarda insanlar yerlidir. Kökleri, Finikelilerden de eski toplumsal uygarlık dokularına kadar gider. Bu gen kültürel olarak kavmi açıdan farklılaşsalar da ortak bir kökün mayası üzerinde bir potada harmanlaşmışlardır. Liva İskenderun davası gündeme geldiğinde buna bütün yönleriyle tanık olduk. Özellikle Kürtler bu mücadelede geniş kitlelerle bizlere katıldı. Fransız işgaline olduğu kadar, Türk ilhakına da karşı mücadele ettiler. Silahlı birlikler kurdular, çatışmalara girdiler. Bu coğrafyanın yerlileri, farklılaşmış etnik, dil ve bir bütün olarak kültürel konumlarına rağmen mücadelede omuz omuza oldular” diyerek bu sürecin mücadele taraflarına göndermeler yapardı.
Mıho Paşa, bu mücadelede böylesi anlamlı bir yere sahipti. İşgalci güçlere karşı ortaya konan ortak refleks bu topraklar üzerinde yaşayanların, derin tarihi algı üzerinde yükselen birliklerine olduğu kadar, aynı potada harmanlanmış uygarlıklar sürecinin son halkasını temsil ettiklerine de önemli bir mesajdır.
Bu mücadelede Ermeniler de yerini almıştı. Anadolu’nun tüm renkleri Hatay davasında kendi ölçeğinde yerini almış ve sürece katılmıştı.
ERMENİLER DE AYNI ZAMAN VE MEKANDA
Aynı dönemde, Kilikya Ermenileri sorununun Hatay’daki boyutları yaşanıyordu. Direnme onlar için bu alanda Arap ve Kürtlerle omuz omuza oldular.
Hatay davası, Cumhuriyet içindeki Osmanlının ilk eylemiydi. Hasta adam nispeten kendine gelmeye başlayınca, kireçlenen çenesini açıp ilk kaptığı av oldu denebilir.
1930 yıllarının sonlarına doğru, Cumhuriyet Türkiye’si kuruluş palanındaki aksaklıklarla yüz yüze kaldıkça, Osmanlı yol ve yöntemlerine başvurarak bu sorunların tasfiye etmeye çalışmıştır; Koçgiri, Şeyh Sait ve Dersim gibi yoğunluğuyla kitle katliamıyla diğerlerinden farklılaşan Kürt halk ayaklanmaları 18 civarındadır (1984 ayaklanmasıyla “19 İsyan” olduğu resmi olarak açıklanır)
“Hatay davası” olarak adlandırılan “Liva İskenderun-Antakya sancağı ve civarı”nın ilhakına uzanan süreç, Kürt halk ayaklanmalarıyla aynı kesitte buluşmuştur. Bu güne kadar bu kesişmenin sadece zamandaş olması itibariyle bir anlam kazandığı, ancak mekan açısından farklı olması nedeniyle konu birbirinden uzak olarak ele alınmıştır.
Zaman ve mekan açısından aynı anda cereyan eden Kürt ve Arap sorunu üzerine bu güne kadar, en azından benim okuduğum bir yazı ortaya çıkmamıştır. Buna ayrıca aynı zaman ve mekan içinde Ermeni sorununu da eklemeyi gerektirecek tarihsel belgelerin olduğunu belirteceğim. Arap-Kürt Ermeni sorunlarını zaman ve mekan birliği içinde Hatay’da birleştirmek tahayyülü bile imkansız gibi bir şeydir.
Ancak gerçekler, bu güne kadar kimse dile getirmemiş olsa da bizlerden bağımsız olarak orta yerde durmaktadır. Bu makalenin ana konusu Mıho paşa, Kürtler ve Hatay davası için bir giriş, bir hatırlatma sınırları içinde olacaktır. Daha çok araştırmayı ve tartışmayı gerektirin bu konu, ortak ülkemizde özgürlük ve demokrasi süreciyle ilgili önermelere zemin olabilecek verileri sunabileceğini düşünüyorum. “Anadolu Halklar Kongresi” bu açıdan, barış içinde bir arada yaşamanın, farklılıklarımızla birer eşit kurucu olacağı yeni toplum sözleşmesiyle yapılandırılacak siyasal, sosyal ekonomik ve kültürel yaşantımız için önemli bir platform olabilir.
Konuya girmeden önce, Hatay davası ve Ermeni ilişkisi üzerine bir hatırlatma yapacağım. Bu konuyu dünyada ilk kez kendi bolgumda yayınladığım tarihi belgelerle ifade ettim. Bu belge, Polonya asıllı bir sivil toplum gönüllüsü Leopold Gaszczyk’in, “Danimarkalı Ermeni Dostları” örgütündeki çalışmalarını içeren o zamanın Danimarka karalık divanına sunulmuş bir anı raporudur.
Leopold Gaszczyk’in anı belgesine yazdığım önsözde şunu ifade ettim
“1919-1946 dönemini içeren bu anı belge, üzerinde çok durulan Ermeni soykırımına farklı bir boyuttan ve zaman kesitinden bakıyor. Bununla kalmıyor; Hatay davasında halkın tutum ve davranışlarını, iradesini ve eğilimlerini, Arapları, Ermenileri, Kürtleri hatta Kemalist Türklerin hangi aklıselimle zulme, baskıya, zorbalığa ve faşizanlığa karşı omuz omuza duruşlarını dile getiriyor.
Leopold Gaszczyk’nin anı belgesi, Danimarka Krallık Arşivinden temin edilmiştir. Bu arşivlerde şu kayıtlarla yer almaktadır. “ Die Sandjak Episode/Leopold Gaszczyk. Rigsarkivet, Danske Armenierevenners Arkiv, 1058, pakke10, 1919-1949. Diverse materiale”
”Anı belgenin yazarı Leopold Gaszczyk Polonyalı bir sivil toplum gönüllüsüdür. Danimarkalı bir sivil etkinlik adına I. Dünya savaşı ardından Ülkemizin güney bölgesine gelmiştir. 1922’den itibaren de Antakya, İskenderun ve Halep arasında insani yardım amacıyla çalışmış, dönemin sosyal, siyasal olaylarına tanıklık etmiştir. Leopold Gaszczk, bölgemizde o dönemler “Urfalı kız” diye ünlenen “Danimarkalı Ermeni dostları” örgütü başkanı Karen Jeppe’in yardımcısıdır. Karen Jeppe’nin sıtmadan ölümü üzerine de (1935), örgütün başkanlığına getirilmiştir. 1946 yılına kadar da soy kırımından kurtulabilmiş Ermenilerin yaşama tutunma mücadelesine yardımcı olmuştur. Bu süreçte, Kilikyalı Ermenilerin İskenderun, Antakya ve havalisine göçlerinin de canlı tanığıdır.
Ermeni soykırımı üzerine çok şey yazıldı. Anlaşılan daha da çok şey yazılmalıdır. Bu konuda ortaya çıkmayan çok az şey kaldı. Ancak tarihte ilk kez Ermeni konusuyla birlikte, Hatay davası ve Arap halkının bu davadaki acı anıları ortak bir belgede yer aldı.”
Mıho paşa olayı da aynı zaman ve mekanda, 1930’lu yıllarda ve Hatay’da, Arap Ermeni ve Kürt halkının sorunları içinde gündeme gelmiştir. Dün bu coğrafyayı birbirine mücadelesiyle bağlayan bu kahramanların torunları olarak üzerimize düşen önemli sorumluluk, onların çaktığı kıvılcımı gür bir aleve dönüştürmek olacaktır. Bunu omuz omuza yapmamız ise derin tarihimizin bu güne taşıdığı ortak mekan ve kültürün üzerinde başaracağız.
Sonuç;
Makalemi Mıho Paşanın torunu Ahmet Göçeri’nin bu makalenin yazılmasına yol açan uyarısını burada anmadan geçmeyeceğim. Ahmet Göçeri, bu iletiyi önce dostum Prof. Özcan Burno’a göndermiş. Sonra, olduğu gibi bana da iletti. Bir de telefon açarak konu üzerinde bilgi verdi. Böylesi önemli bir konu, tarihin dile gelmeyen ancak önemli bir kesitine ışık tutan bu konuyu kısa bir araştırma ardından bu makalede dile getirmek benim için bir sorumluluktu. Bunu yaptım.
Bu makale, yapacağım daha kapsamlı araştırmalar karşısında devede kulak bile olmayacaktır. Bu tarih hepimizin tarihidir. Cesurca yüzleşip eksikliklerimizi gidermemizi bekliyor. Hatay gibi mozaik bir coğrafyada sadece Arapları yazmak, diğer mücadele kahramanlarını ve topluluklarını ihmal etmek olamaz; her eksik doğrunun, yanlışa daha yakın olduğunu bilmeliyiz. Bu sorumlulukla okuduğunuz makaleyi kaleme aldım. Ahmet Göçeri’ye de teşekkür ederim.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder