13 Ağustos 2011 Cumartesi
KİMLİK ARAYIŞI SIRRI ÖNDER ve SAİDİ NURSİ
Mikdat Abuzer
13 Ağustos 2011
Bu yorum, Sırrı Önder’in Sadi Nursi üzerine söylediği sözlerle ilgi kaygıları dile getiren yazıyla ilgili yorumlara bir cevap olarak yazıldı.
“Bu konuya herkes iki açıdan baksın. Birincisi ezilen ulus siyasal sığasının genişliği. İkincisi; ise marjinalleşen Türkiye solunun kimlik bunalımı.
Birincisi, Ulusal mücadele dünyanın her yerinde olduğu gibi (Hatta soğuk savaş döneminde bir cephe olarak) ülkemizde de geniş bir kombinezon içinde olmak durumunda olacaktır. Kürt özgürlük başarılı çıkışı sayesinde bu açılıma çok ihtiyaç duymuyor olabilir. Ancak 12 Haziran seçimlerinde bir adım daha genişleyerek Şerafettin Elçi, Ahmet Tan gibi isimlerle bu adımları atmakta olduğu gözlemleniyor. Çok kişi ilginç görebilir ama Kürt Hizbullah’ıyla bir ittifak zeminine bile herkes hazır olsun (Bu, Kürt Hizbullah’ın derin devletle tüm bağlarını koparıp gerçek anlamda ulusal özgürlükçü bir çizgiye gelmesine bağlı; tabi ki hiçbir şekilde demokrat olacağını beklemeden. Bu süreç her ulusum kaçınılmaz siyasal ayrışmasıyla ortaya çıkan farklılıklarının özgürlük bayrağı altında toparlanmasıyla ilgili niyetlerden bağımsız objektif süreci olarak burada tespit ediliyorum. Bunun risklerini ise anlatmaya hiç gerek yok). Bilmeyenlere hatırlatmak üzere şunu söyleyeceğim, benim Ortadoğu sürecinden tanık olduğum Kürt özgürlük hareketi açılımının ilk adımı sayılacak1990 sonrası, Kürt hacılarıyla ilgili dağıtılan basın açıklamasıdır. Şam'da bize ulaştırılan bu açıklamada, Kürt hacılarına kutlama ve tebrikler yapılmıştı ve örgütlenme çağrıları vardı. Yanılmıyorsam, bu serecin sonunda özellikle Avrupa’da Kürt imamlarının örgütlenmesi ve bu gün çok büyük bir güçle ağırlıklarını koymaya başlayan Cuma namazlarının, haklı olarak sivil itaatsizlik kapsamında cami yerine caddelerde kılınmasını sağlayan çabaları gündeme geldi. Bu bir süreçti ve bu süreç bana göre kendi mantık çizgisi içinde evrimleşerek ilerliyor. Sorun ulusal hareketin öncülüğü bu güçleri ne kadar denetleyip denetleyemeyeceği ise ayrı bir konu (Bu sorun üzerinde biz Türkiye devrimcileri konuşsak da sonuçta özgürlük hareketinin kendi iç işleri ve yönelimleri olması itibarıyla kararı onlar verecek onlar belirleyecektir. Ya da en az kendi adıma olayı öyle görüyorum.)
İkincisi; Türkiye solu çağın gelişmelerini yakalayamadı, gelişmelerin çok gerisin de kaldı marjinalleşti. Bununla da kalmadı kimlik bunalımına düştü. Kürt özgürlük hareketinin ülkemiz gibi çok özgün olmasından da kaynaklanın iç içe girme halleri nedeniyle de, kendi bağımsız kimliğin kaybetme yönünde hızla kişiliksizleşmeye düşen Türkiye sol hareketi, var olmanın tek yolu olarak Özgürlük hareketine sığınmayı gördü. Bu bir kimlik sorunudur. Geride kalanların ise akıl almaz bir milliyetçi çizgiye yuvarlanmaları ise anlaşılır bir durumdur; TKP, İP ve benzerleri.
Sol, çağı kavramamakta direnirse, Avrupa’dan taşınan, ömrü 5 yılı doldurmayan, kendi ülkesinde bile marjinal olmayı başaramayan tezlerle, yani taşıma sularla değirmeni döndüremeyeceğini yeni iflaslar görmeye devam edecektir.
Çağı kavramak, emperyalist küreselleşme karşısında gelişen devrimci küreselleşmeyi kavramak demektir. yadsınmanın yadsınması gereği kapitalizmi de tasfiye etmesi tarihi bir kaçınılmazlık olan, Marksın da sık sık belirttiği teknolojide devrimin, üretim ilişkisinde devrime yol açması esprisinde kendini tanımlayan gelişmeleri doğru kavramak gereklidir. Bu kavranmadan kimse kendini çağın devrimci çizgisine oturtmuş olamaz. Bu olmayınca, hepimizin özenle seçimlerde desteklediği kimi isimler ve bu arada Sırrı Önder’ anlamamız mümkün olmayacaktır.
Sırrı Önder’in siyasal yaşam çizgisini izlediğimizde bu kimlik bunalımın görmemek mümkün değildir. Dinlediğimizde sihirli cümleleri, milliyetçilikten arınmış halleri, “Türkmen” (kendi açıklaması) olmasına rağmen Kürtleşmiş-Türk tavırlarıyla özlemini duyduğumuz tutarlı bir devrimci, milliyetçiliği aşmış bir kişilik olarak karşımıza çıktığı görülür. Ancak evinin içini açtıkça bunun bir kimlik bunalımı sonucu olduğunu anlamak güç olmadı. Kimse çarpılmasın Sırrı Önderi kaybettiğini, umutlarını kırdığı gibi kendini aldatacak durumlara hiç düşmesin. Bu tabloda başkası olamazdı da. Bu bir şahısla ilgili değil bir kuşağın tümüyle ilgilidir. Herkes kendini sorgulasın, bunun çok daha vahim hallerini bilinç altında da bulmak güç olmaz.
Her şeye rağmen, konuyu şahsi boyutta ele almamak gerek, diyeceğim. Saidi Nursi okumak, siyasal uğraşı içinde olan herkes için, her türden okumalar içinde bir okumadır.; ne özel bir yeri vardır ne özgünlüğü. Bende 16-17 yaşlarında, Arap Alevi kökenli olmama rağmen Saidi Nursi’yi okudum. Ona yönelik eleştirilerini de. Kimisi Türkçesi bu kadar bozuk, ne dediği anlaşılmayan, tüm radekteye rağmen tutarlı bir tezi olmayan, dini açıdan bile çok tartışmalı olan birinin “Nur Risaleleri”yle bu geniş çevreyi nasıl etkilediğini sorup durdu, kimisi ise Kürtçülüğünden ya da uluslaşma süreci geç başlamış Türk ulusunun siyasal evrim sürecinde bu akımın kendine bir yer edinmesinin normal olduğuna kadar farklı yaklaşımlar vardır ( bu gün Fethullahçılarla- Kürt İslamcılarının kopması da bu sürecin doyum noktasında ortaya çıktığı gözlemlenmektedir). İşte tam bu noktada kimlik bunalımı kendi çağının geniş bir çevresini sarmış olan Sırrı Önder’de, bu son siyasal atılımını bu sayede başarmış olabilir. Bizlerin bilmediği, iç dünyasında yer alan, belirgin olmasa da bir biçimde Sırrı’ya yön veren bu kültürel alt yapı, onu Türk-Kürt sentezini Nur Risaleleri payandasında sentezleştirmeye götürmüş olabilir. Kimlik arayışının kararsız dengelerini, bu noktasında, geçide olsa kararlı hale getirdiği kanısında olabilir. Kendi adıma bunu da normal görüyorum. Çağı yakalamayan, bu tür bilinç altı itimlerle dengeler oluşturması çok doğal. Bunun geniş anlamda neleri tetikleyebileceğini, kimlerle hangi tavizkar ortaklıklara kadar gideceğini ize zamanla göreceğiz. Bu nokta da kimse üzülemesin derim, herkes bir an önce çağı kavrasın ve kimlik sorunun çözsün. Bu yapılırsa 21. Yy devrimcileri olarak, yarım asırdır taşıma suyla dönen dolaplarımıza, Anadolu gerçekliğinden gerçek su kaynakları bulma şansımız olacaktır. Bunun için ise çok tartışmamız ve sözünü ettiği devrimci küreselleşme verilerinin yaşamda da artan oranda kendini göstermesine bağlı olacaktır; nesnel gelişmelerle öznel gelişmelerin anlamlı örgütlenme ve mücadele perspektiflerini ortaya çıkarması ise bu sürecin içinde olacaktır.
Bu halkaları Türkiye devrimci hareketi olarak yakalayamasak. Kimse kimseyi suçlamasın, her birimiz ve her etkinliğimiz kendi dar zeminlerine dönerek farklı, özgün örgütlenme ve mücadele süreçlerine atılması kaçınılmaz olacaktır. Bu ise solun, sistem gibi, kendi iç demokratik açılımına koyduğu yasaklarla artan oranda derinleşecektir.”
Not:
yorumumu okuyan arkadaşlar. Saidi Nursi'ye ilişkin daha net bir şey söylemem için uyarıları üzerine yazıyorum. Üstteki yazım gayet açık. Bırakan bu gerici, ilkel insanları, bırakın Saidi Nursi'nin Teşkilatı mahsusa elamanı olmasını ya da Almanların uşaklığının resmi tescili olan I. dünya savaşına katılmayı Padişah adına ilan edecek cihat fetvasını yazarı olmasını, ne insanlık ne de bu gün ülkemiz ve halkımızın çıkarlarına hiç bir şekilde, en çok satmaya çalışıp en çok tecavüz ettikleri ahlak konusunda ne de başka bir konuda katkıları olmayan bu din bezirganlarını öncüsü olarak görecek olanları tasvip etmem mümkün değildir. Bu Sırrı Önder değil, onun en şahı bile olsa bile üzerine X çekilir. Kaldı ki, yazımda, solun bile bittiğini, marjinal kaldığını izah etmeye çalıştım. Devrimci kalmak isteyen, çağı yakalayıp devrimci görevlerini yeniden dizayn etmesi gerektiğini söylüyorum .
13 Ağustos 2011
Bu yorum, Sırrı Önder’in Sadi Nursi üzerine söylediği sözlerle ilgi kaygıları dile getiren yazıyla ilgili yorumlara bir cevap olarak yazıldı.
“Bu konuya herkes iki açıdan baksın. Birincisi ezilen ulus siyasal sığasının genişliği. İkincisi; ise marjinalleşen Türkiye solunun kimlik bunalımı.
Birincisi, Ulusal mücadele dünyanın her yerinde olduğu gibi (Hatta soğuk savaş döneminde bir cephe olarak) ülkemizde de geniş bir kombinezon içinde olmak durumunda olacaktır. Kürt özgürlük başarılı çıkışı sayesinde bu açılıma çok ihtiyaç duymuyor olabilir. Ancak 12 Haziran seçimlerinde bir adım daha genişleyerek Şerafettin Elçi, Ahmet Tan gibi isimlerle bu adımları atmakta olduğu gözlemleniyor. Çok kişi ilginç görebilir ama Kürt Hizbullah’ıyla bir ittifak zeminine bile herkes hazır olsun (Bu, Kürt Hizbullah’ın derin devletle tüm bağlarını koparıp gerçek anlamda ulusal özgürlükçü bir çizgiye gelmesine bağlı; tabi ki hiçbir şekilde demokrat olacağını beklemeden. Bu süreç her ulusum kaçınılmaz siyasal ayrışmasıyla ortaya çıkan farklılıklarının özgürlük bayrağı altında toparlanmasıyla ilgili niyetlerden bağımsız objektif süreci olarak burada tespit ediliyorum. Bunun risklerini ise anlatmaya hiç gerek yok). Bilmeyenlere hatırlatmak üzere şunu söyleyeceğim, benim Ortadoğu sürecinden tanık olduğum Kürt özgürlük hareketi açılımının ilk adımı sayılacak1990 sonrası, Kürt hacılarıyla ilgili dağıtılan basın açıklamasıdır. Şam'da bize ulaştırılan bu açıklamada, Kürt hacılarına kutlama ve tebrikler yapılmıştı ve örgütlenme çağrıları vardı. Yanılmıyorsam, bu serecin sonunda özellikle Avrupa’da Kürt imamlarının örgütlenmesi ve bu gün çok büyük bir güçle ağırlıklarını koymaya başlayan Cuma namazlarının, haklı olarak sivil itaatsizlik kapsamında cami yerine caddelerde kılınmasını sağlayan çabaları gündeme geldi. Bu bir süreçti ve bu süreç bana göre kendi mantık çizgisi içinde evrimleşerek ilerliyor. Sorun ulusal hareketin öncülüğü bu güçleri ne kadar denetleyip denetleyemeyeceği ise ayrı bir konu (Bu sorun üzerinde biz Türkiye devrimcileri konuşsak da sonuçta özgürlük hareketinin kendi iç işleri ve yönelimleri olması itibarıyla kararı onlar verecek onlar belirleyecektir. Ya da en az kendi adıma olayı öyle görüyorum.)
İkincisi; Türkiye solu çağın gelişmelerini yakalayamadı, gelişmelerin çok gerisin de kaldı marjinalleşti. Bununla da kalmadı kimlik bunalımına düştü. Kürt özgürlük hareketinin ülkemiz gibi çok özgün olmasından da kaynaklanın iç içe girme halleri nedeniyle de, kendi bağımsız kimliğin kaybetme yönünde hızla kişiliksizleşmeye düşen Türkiye sol hareketi, var olmanın tek yolu olarak Özgürlük hareketine sığınmayı gördü. Bu bir kimlik sorunudur. Geride kalanların ise akıl almaz bir milliyetçi çizgiye yuvarlanmaları ise anlaşılır bir durumdur; TKP, İP ve benzerleri.
Sol, çağı kavramamakta direnirse, Avrupa’dan taşınan, ömrü 5 yılı doldurmayan, kendi ülkesinde bile marjinal olmayı başaramayan tezlerle, yani taşıma sularla değirmeni döndüremeyeceğini yeni iflaslar görmeye devam edecektir.
Çağı kavramak, emperyalist küreselleşme karşısında gelişen devrimci küreselleşmeyi kavramak demektir. yadsınmanın yadsınması gereği kapitalizmi de tasfiye etmesi tarihi bir kaçınılmazlık olan, Marksın da sık sık belirttiği teknolojide devrimin, üretim ilişkisinde devrime yol açması esprisinde kendini tanımlayan gelişmeleri doğru kavramak gereklidir. Bu kavranmadan kimse kendini çağın devrimci çizgisine oturtmuş olamaz. Bu olmayınca, hepimizin özenle seçimlerde desteklediği kimi isimler ve bu arada Sırrı Önder’ anlamamız mümkün olmayacaktır.
Sırrı Önder’in siyasal yaşam çizgisini izlediğimizde bu kimlik bunalımın görmemek mümkün değildir. Dinlediğimizde sihirli cümleleri, milliyetçilikten arınmış halleri, “Türkmen” (kendi açıklaması) olmasına rağmen Kürtleşmiş-Türk tavırlarıyla özlemini duyduğumuz tutarlı bir devrimci, milliyetçiliği aşmış bir kişilik olarak karşımıza çıktığı görülür. Ancak evinin içini açtıkça bunun bir kimlik bunalımı sonucu olduğunu anlamak güç olmadı. Kimse çarpılmasın Sırrı Önderi kaybettiğini, umutlarını kırdığı gibi kendini aldatacak durumlara hiç düşmesin. Bu tabloda başkası olamazdı da. Bu bir şahısla ilgili değil bir kuşağın tümüyle ilgilidir. Herkes kendini sorgulasın, bunun çok daha vahim hallerini bilinç altında da bulmak güç olmaz.
Her şeye rağmen, konuyu şahsi boyutta ele almamak gerek, diyeceğim. Saidi Nursi okumak, siyasal uğraşı içinde olan herkes için, her türden okumalar içinde bir okumadır.; ne özel bir yeri vardır ne özgünlüğü. Bende 16-17 yaşlarında, Arap Alevi kökenli olmama rağmen Saidi Nursi’yi okudum. Ona yönelik eleştirilerini de. Kimisi Türkçesi bu kadar bozuk, ne dediği anlaşılmayan, tüm radekteye rağmen tutarlı bir tezi olmayan, dini açıdan bile çok tartışmalı olan birinin “Nur Risaleleri”yle bu geniş çevreyi nasıl etkilediğini sorup durdu, kimisi ise Kürtçülüğünden ya da uluslaşma süreci geç başlamış Türk ulusunun siyasal evrim sürecinde bu akımın kendine bir yer edinmesinin normal olduğuna kadar farklı yaklaşımlar vardır ( bu gün Fethullahçılarla- Kürt İslamcılarının kopması da bu sürecin doyum noktasında ortaya çıktığı gözlemlenmektedir). İşte tam bu noktada kimlik bunalımı kendi çağının geniş bir çevresini sarmış olan Sırrı Önder’de, bu son siyasal atılımını bu sayede başarmış olabilir. Bizlerin bilmediği, iç dünyasında yer alan, belirgin olmasa da bir biçimde Sırrı’ya yön veren bu kültürel alt yapı, onu Türk-Kürt sentezini Nur Risaleleri payandasında sentezleştirmeye götürmüş olabilir. Kimlik arayışının kararsız dengelerini, bu noktasında, geçide olsa kararlı hale getirdiği kanısında olabilir. Kendi adıma bunu da normal görüyorum. Çağı yakalamayan, bu tür bilinç altı itimlerle dengeler oluşturması çok doğal. Bunun geniş anlamda neleri tetikleyebileceğini, kimlerle hangi tavizkar ortaklıklara kadar gideceğini ize zamanla göreceğiz. Bu nokta da kimse üzülemesin derim, herkes bir an önce çağı kavrasın ve kimlik sorunun çözsün. Bu yapılırsa 21. Yy devrimcileri olarak, yarım asırdır taşıma suyla dönen dolaplarımıza, Anadolu gerçekliğinden gerçek su kaynakları bulma şansımız olacaktır. Bunun için ise çok tartışmamız ve sözünü ettiği devrimci küreselleşme verilerinin yaşamda da artan oranda kendini göstermesine bağlı olacaktır; nesnel gelişmelerle öznel gelişmelerin anlamlı örgütlenme ve mücadele perspektiflerini ortaya çıkarması ise bu sürecin içinde olacaktır.
Bu halkaları Türkiye devrimci hareketi olarak yakalayamasak. Kimse kimseyi suçlamasın, her birimiz ve her etkinliğimiz kendi dar zeminlerine dönerek farklı, özgün örgütlenme ve mücadele süreçlerine atılması kaçınılmaz olacaktır. Bu ise solun, sistem gibi, kendi iç demokratik açılımına koyduğu yasaklarla artan oranda derinleşecektir.”
Not:
yorumumu okuyan arkadaşlar. Saidi Nursi'ye ilişkin daha net bir şey söylemem için uyarıları üzerine yazıyorum. Üstteki yazım gayet açık. Bırakan bu gerici, ilkel insanları, bırakın Saidi Nursi'nin Teşkilatı mahsusa elamanı olmasını ya da Almanların uşaklığının resmi tescili olan I. dünya savaşına katılmayı Padişah adına ilan edecek cihat fetvasını yazarı olmasını, ne insanlık ne de bu gün ülkemiz ve halkımızın çıkarlarına hiç bir şekilde, en çok satmaya çalışıp en çok tecavüz ettikleri ahlak konusunda ne de başka bir konuda katkıları olmayan bu din bezirganlarını öncüsü olarak görecek olanları tasvip etmem mümkün değildir. Bu Sırrı Önder değil, onun en şahı bile olsa bile üzerine X çekilir. Kaldı ki, yazımda, solun bile bittiğini, marjinal kaldığını izah etmeye çalıştım. Devrimci kalmak isteyen, çağı yakalayıp devrimci görevlerini yeniden dizayn etmesi gerektiğini söylüyorum .
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder