13 Haziran 2011 Pazartesi
SEÇİM SONUCU GERGİN DENGELERE DOĞRU
Mihrac Ural
13 Haziran 2011
Kimse kaygılanmasın bu sonuç gericiliğin zaferi değildir. Oylarını arttırmasına rağmen milletvekili sayısında önemli bir düşüş yaşayan AKP, seçimlerden beklediği sonucu alamadı. Bu bir düş kırıklığıdır. Parlamenter sistemi Başkanlık sistemine dönüştürerek sivil bir diktatörlük kurma hayalleri içinde olan Erdoğan’a halkoylarıyla geçit vermedi. Bu gerçeğe, diğer bölgelerde olduğu kadar özellikle Kürdistan’da seçim barajı nedeniyle oyların heder olması eklenmeli.
Seçimler iktidar pervasızlığına dur dedi. Halk sandıklardan, takiyeciliğe, karanlık amaçlar arkasında daha ileri gidilmesine set çekti. Ülkemiz ve ülkemizin çevrili olduğu tüm bölgelerde ciddi sorunlar yaratan ilişkileriyle, yeni Osmanlıcılığın 21. Yüzyılda ilkel milliyetçi çıkar yönelimleriyle her türden komşuluk, dostluk ve kardeşlik ortamını sarsan Erdoğan yönetimi, bu seçimlerde beklediği siyasi sonucu elde edememiştir. Gergin bir dengede, parlamentoda tek başına anayasayı değiştirebilecek bir sonuç alamadan çıktığı seçimleri zafer olarak gösterme çabası sadece kendini ve seçmenini aldatmaktan ibarettir. Erdoğan’ın bunun ötesi bir yükselişi yoktur, olmayacak da. Artık durduğu yerden gerisin geriye bir düşüş yaşayacaktır. Bunu siyasetin her adımında göreceğiz. Bu noktada özgürlük ve demokrasi taleplerimizde, demokratik anayasa ikame etme çabalarımızın kararlı direnişi, ülkemizin geleceği için güvenilebilecek tek araç olacaktır.
Doğada evrim ve farklılaşma bir mutasyon olayıdır sonuçta. Bu olmadan ne türlerin gelişim ve farklılaşması mümkün ne de tarihin ilerlemesi. Toplum yasaları, düşün yasaları da aynıyla bu tarzda işler. Pelteleşmiş akılların evrimi için bir mutasyon gerekli, bir kırılma olmalı. Bunu istesek de öznel yaptırımlarla, sihirli değnek dokunuşlarıyla ikame edemeyiz; bu bir nesnel süreç birikimi ve evrimidir. Ülkemiz bu seçimlerde siyasal bir tıkanma içinde olduğunu yansıttı. Ancak daha önemlisi tıkanıklığın kırılması için de yol haritası vermiş oldu. Bunun ayrımında olanların yapacağı şey böylesi bir kırılma kesitinde her ihtimale hazır olmaktır. Bu hazırlık aynı zamanda fiili bir süreçtir. Direnme bunun ilk basamağıdır; bin milin ilk adımıdır.
Umutsuzluğa yer olmamalı, gericiliğin devleti ele geçirme etkinliğiyle, seçim sonuçlarını tarihe tecavüz için kullanması, sürmekte olan kaosun derinleşmesinden başka bir sonuç getirmeyecektir. Başka türlüsü de olamaz. Seçimlerde oy sayısının göreli artışı zafer değildir; bu nedenle, “balkon konuşması” uzadıkça uzadı. Bu konuşmada seçim meydanlardaki sallama vaatleri tekrarla dile getirme çabası, seçimden çıkan sonucun beklenmedik bir gerileme olduğu gerçeğine karşı bir refleks olarak gündeme geldi. Bu davranış beklenen zaferin elde edilmemesinden kaynaklanan kaygıdır.
Sonuçların en doğru mesajı, toplumda artan özgürlük ve demokrasi talebinin seçimlere katılım ve milletvekili sayısında artışla kendini ifade etmiştir. Milletvekili sayısını arttıranların özgürlük ve demokrasi güçleri olduğu, muhalefet güçleri olduğu net bir biçimde ortaya çıkmıştır. Ortak ülkemizin en belirgin siyasal duruşu budur. Bu hak ve talepler uğruna direnmemizin gerçekçi bir kitle tabanına sahip olduğunu yansıtması açısından da önem taşımaktadır.
Bu yükselişi anlamlı kılan, İktidarın “demokratik açılım” aldatmacasıyla süre giden inkarcılığı, düşünceye karşı yasakçılığı, baskı ve zulmün her türüne yönelerek, üstelik askeri araçları ucu açık bir kirli savaşla sürdürmekten çekinmeden dayatılmasıdır. Bu akıl zoru iktidar, her şeyde hüküm süren hesapsız, orantısız güç kullanımıyla, hakkı olmayan yaptırımları ikame edebileceği sanısıdır. Bu yanılgılar, toplumu bölen, iç çatışmaya sürükleyen nedenlerin başında yer alır.
İktidar iç politikada olduğu kadar dış politikada da aynı akılla hüküm sürmeyi denemektedir. Bu toplumsal kimyaları bozma girişimidir. Cumhuriyetin en insani yönelimlerinden biri olan “yurtta sulh cihanda sulh” duruşunu ayaklar altına alıştır.
Cumhuriyetin kuruluş planı, Osmanlının talan ve gasplarla şekillenmiş yaşam süreci arkasında Atatürk’ün dediği gibi “toplumu serserice peşine takan” hengamesinden çıkıştır. Çağdaş uygarlık temelinde iç ve dış ilişkileri düzenlemektir. Ancak ülkemizde bu çağdaş yeniden kuruluş planına karşı, kesilmeden süren bir kin ve intikam siyaseti dayatılmaktadır; dış güçler tarafından da aralıksız olarak desteklenip körüklenen bu siyaset, her tarihi kesitte gericiliğin şemsiyesi altına sığınmıştır. Erdoğan geride kalan iki dönemi ve seçimlerin ardından başlayan 3. İktidar döneminin ana teması budur.
Bu sürecin, görsel bir şölene dönüşen aldatıcı “çılgın projeleri” esasında Cumhuriyeti hiçbir zaman terk etmemiş Osmanlıcılıktır. Bunun siyasal tanımlaması ise kimliksizliktir kaostur, kayıptır hüzünlü sondur; Hitlerin Ari ırkı projesinin bir başka boyutta tekrarıdır. Sonu felakettir ve bu felaket sadece sorumlu olan iktidarları değil, bu topraklarda yaşayan tüm halkları haksızca sorumluluk altında tutar. Kefaret ödetir.
Bir toplumun ortaklaşa yarattığı tüm değerlere karşı, karanlık her köşeden ve arkadan vurulan hançerleri tanımlayan bu tür iktidarların “Stratejik Derinlik” heyulası, “komşularla sıfır sorun” aldatmacaları nesli tükenmiş, kof ve bir o kadar boş İttihatçı milliyetçiliğin militarist sergüzeştliğidir. Buhara da rüyasına kapıldıkları an, birlikte gömüldükleri “turan” ülküsünü, Yeni-Osmanlıcılık adı altında, akim kalmış bir seçim zaferiyle Balkanların, Kafkasların, Ortadoğu ve kuzey Afrika’nın da zaferi olarak lanse etmeleri, bu topraklarda yaşayanların başına örülmekte olan felaketin adıdır.
İç politikada; Kürt ulusunun 19 halk ayaklanmasıyla dile getirdiği haykırışın kanlı bir tarzda, toplu katliamlarla bastırılması. Uluslar arası anlaşmalara aykırı olarak Antakya-İskenderun ve havalisinin ilhakı. Varlık vergisi dayatmaları, 6-7 Eylül 1955 olaylarıyla azınlık tasfiyeleri. Üç askeri darbeyle demokratik güçlerin gelişme dinamiklerini körelten girişimleri ve 26 yıldır devam eden Kürt ulusal özgürlük mücadelesine dayatılan 17.000 faili meçhul, 60.000’ni aşkın ölü ve 100.000’i aşkın yaralı, milyonlarca insanı yerinden yurdundan eden göçe zorlama ve akıl almaz baskılarla, Diyarbakır zindanında işlenen insanlık suçları. Amerika ve İsrail’e dayanan desteklerle teknik, lojistik, istihbarat ve pilotsuz uçak dış ilişki alımlarını kendi vatandaşını katletmek için daha da ötesi sınır ötesi operasyonlarla kovuşturmak için yapılan girişimlerle belirlenen kanlı süreçlerin sahibi bu tür iktidarlardır.
İç politikanın kaçınılmaz yansıyışı olan dış politikada ise; ikiyüzlülük üzerine, aldatma, arkadan hançerleme, Osmanlının gasp ve talan siyasetini 21. Yüzyıla ayarlamış icraatlarıyla, gelecek kuşakların sırtına, altından kalkılmaz kefaretler yığılmaktadır.
Libya’da çirkince ortaya çıkan durum budur. Bahreyn’de de aynıyla tekrar eden ve sonunda tarihin en büyük sanal savaşıyla başlatılan, kurguların bininin bir para olduğu, uydurma, abartma ve akıl zoru yalanlar. Karanlık merkezlerden organize edilerek çağdaş iletişim araçlarının pervasız kullanımıyla, toplumun beynini yıkarcasına yapılan tekrarlarla servis edilen Suriye’ye yönelik yıkıcı faaliyetler. Bu süreçte Erdoğan iktidarı, bir taraf olarak yerini belirlemiştir; Suriye’yi kardeş kavgasına, Libya’daki gibi kanlı bir sürece sürmek isteyen bu çabalar, Erdoğan’ın kendi diliyle açıkladığı lojistik desteğin her türünü, basına sızdığı kadarıyla da maddi ve silah desteğinin her türü yapılmaktadır. Eli kanlı şebekelerin yaralısı Türkiye’de tedavi edilmekte, eksikleri giderilip yeniden Suriye’ye kanlı savaşlar için gönderilmektedir. Komşu ülke Suriye üzerine tezgahlanan bu kirli komploda ülkemizi ve halklarımızı töhmet altına sokan bu iktidarların artan iflası, gerginlik ve saldırganlıklarının da önemli nedenidir. Bütün bunların, Erdoğan’ın da sık sık tekrar ettiği gibi, Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi Eş Başkanı olmasıyla yakından ilgili olduğu artık çok açıktır.
Bütün bunlar, Erdoğan’ın desteklediği eli kanlı Müslüman Kardeşler şebekesinin, gerici silahlı ayaklanmalarıyla hazırlığını yaptığı kabul edilebilir bir bölge savaşının ilk adımlarıdır. Bu yayılmacı bir siyasettir. Bu siyaseti sadece kan besler, ihanetin her türü, ahlaksızlık deryası besler. Uluslararası ilişkilerde çıkarların temel rol oynaması asla insanlık değerleri üzerinde böylesine kanlı oyunlar oynama anlamına gelmez. Bu eğilimler, er ya da geç sahiplerini vurur.
Ancak tarih süreci içinde bu politikaların kefaretini daha çok halklar çeker. Kirli savaşın ülke içinde sürmesini kışkırtanların, bölgesel savaşlarla diğer halkları ölüm denklemlerine sürmeleri, kin ve nefret aşılama çabaları, Erdoğan’ın 3. Dönem iktidarının alamet-i farikası olma tehlikesi tüm korkunçluğuyla seçim sonuçları arasında yer alan bir belirti olarak karşımızdadır.
Her şeye rağmen, seçim sonuçlarının açtığı önemli yeni alanlar da bulunmaktadır. Bu alan, uygarlık güçlerinin, güç uygarlıklarıyla son düellosuna sahne olacak gibidir. Bu sahne, tarihin ve kaderin bir cilvesi olarak, kadim Roma kenti Antakya’yı seçmesi tesadüf değildir. Ünlü Romalı gladyatör Ben Hür’ün, zulme meydan okuyan o at yarışlarının, toprağı toza dönüştüren at nallarının vurduğu yer, binlerce yıl sonra aynı yerde zulme karşı bir başkaldırı sahnesi olarak, Harbiye’nin kayıp ARENA’sında vuku bulacağını söylemek abartılı değildir. CIA’nın bu alanda komşumuz Suriye’ye karşı, belki şu an değil yıllar sonra da olsa fiili boyut alacak eylemin hazırlıklarına sahne olduğu, artık sağır sultan tarafından bilinmektedir. Bu veriler ülkemizin hangi maceralara sürüklendiğine önemli birer işarettir.
Buna hazır olalım, bu saflaşmada tereddüte kapılıp risk almaktan kaçınmayalım. Bu çağrı, karnı doymuş aptallarla, açların özgürlüğü arasında bir tercih değildir. Özgürlük ve demokrasiye doyum çağrısıdır. Erdoğan’ın, sahip olmadığı için veremeyeceği şey de budur.
Bölgemizde temposunu artıran kabul edilebilir bir savaşa sürüklendiğimiz şu kesitte, ülkemizde 3. Bir dönem baskı rejiminin iktidarda rahat oturabileceğini düşünenlerin yanıldığını söyleyeceğim. İktidarın yerinde sayan seçim zaferi, gelip dayandığı tıkanma noktasıdır.
Bu tıkanmayı çözecek gelişmeler, depolanmış büyük enerjilerin açığa çıkışını gündeme getirecek, fay hatları böyle kırılacaktır.
13 Haziran 2011
Kimse kaygılanmasın bu sonuç gericiliğin zaferi değildir. Oylarını arttırmasına rağmen milletvekili sayısında önemli bir düşüş yaşayan AKP, seçimlerden beklediği sonucu alamadı. Bu bir düş kırıklığıdır. Parlamenter sistemi Başkanlık sistemine dönüştürerek sivil bir diktatörlük kurma hayalleri içinde olan Erdoğan’a halkoylarıyla geçit vermedi. Bu gerçeğe, diğer bölgelerde olduğu kadar özellikle Kürdistan’da seçim barajı nedeniyle oyların heder olması eklenmeli.
Seçimler iktidar pervasızlığına dur dedi. Halk sandıklardan, takiyeciliğe, karanlık amaçlar arkasında daha ileri gidilmesine set çekti. Ülkemiz ve ülkemizin çevrili olduğu tüm bölgelerde ciddi sorunlar yaratan ilişkileriyle, yeni Osmanlıcılığın 21. Yüzyılda ilkel milliyetçi çıkar yönelimleriyle her türden komşuluk, dostluk ve kardeşlik ortamını sarsan Erdoğan yönetimi, bu seçimlerde beklediği siyasi sonucu elde edememiştir. Gergin bir dengede, parlamentoda tek başına anayasayı değiştirebilecek bir sonuç alamadan çıktığı seçimleri zafer olarak gösterme çabası sadece kendini ve seçmenini aldatmaktan ibarettir. Erdoğan’ın bunun ötesi bir yükselişi yoktur, olmayacak da. Artık durduğu yerden gerisin geriye bir düşüş yaşayacaktır. Bunu siyasetin her adımında göreceğiz. Bu noktada özgürlük ve demokrasi taleplerimizde, demokratik anayasa ikame etme çabalarımızın kararlı direnişi, ülkemizin geleceği için güvenilebilecek tek araç olacaktır.
Doğada evrim ve farklılaşma bir mutasyon olayıdır sonuçta. Bu olmadan ne türlerin gelişim ve farklılaşması mümkün ne de tarihin ilerlemesi. Toplum yasaları, düşün yasaları da aynıyla bu tarzda işler. Pelteleşmiş akılların evrimi için bir mutasyon gerekli, bir kırılma olmalı. Bunu istesek de öznel yaptırımlarla, sihirli değnek dokunuşlarıyla ikame edemeyiz; bu bir nesnel süreç birikimi ve evrimidir. Ülkemiz bu seçimlerde siyasal bir tıkanma içinde olduğunu yansıttı. Ancak daha önemlisi tıkanıklığın kırılması için de yol haritası vermiş oldu. Bunun ayrımında olanların yapacağı şey böylesi bir kırılma kesitinde her ihtimale hazır olmaktır. Bu hazırlık aynı zamanda fiili bir süreçtir. Direnme bunun ilk basamağıdır; bin milin ilk adımıdır.
Umutsuzluğa yer olmamalı, gericiliğin devleti ele geçirme etkinliğiyle, seçim sonuçlarını tarihe tecavüz için kullanması, sürmekte olan kaosun derinleşmesinden başka bir sonuç getirmeyecektir. Başka türlüsü de olamaz. Seçimlerde oy sayısının göreli artışı zafer değildir; bu nedenle, “balkon konuşması” uzadıkça uzadı. Bu konuşmada seçim meydanlardaki sallama vaatleri tekrarla dile getirme çabası, seçimden çıkan sonucun beklenmedik bir gerileme olduğu gerçeğine karşı bir refleks olarak gündeme geldi. Bu davranış beklenen zaferin elde edilmemesinden kaynaklanan kaygıdır.
Sonuçların en doğru mesajı, toplumda artan özgürlük ve demokrasi talebinin seçimlere katılım ve milletvekili sayısında artışla kendini ifade etmiştir. Milletvekili sayısını arttıranların özgürlük ve demokrasi güçleri olduğu, muhalefet güçleri olduğu net bir biçimde ortaya çıkmıştır. Ortak ülkemizin en belirgin siyasal duruşu budur. Bu hak ve talepler uğruna direnmemizin gerçekçi bir kitle tabanına sahip olduğunu yansıtması açısından da önem taşımaktadır.
Bu yükselişi anlamlı kılan, İktidarın “demokratik açılım” aldatmacasıyla süre giden inkarcılığı, düşünceye karşı yasakçılığı, baskı ve zulmün her türüne yönelerek, üstelik askeri araçları ucu açık bir kirli savaşla sürdürmekten çekinmeden dayatılmasıdır. Bu akıl zoru iktidar, her şeyde hüküm süren hesapsız, orantısız güç kullanımıyla, hakkı olmayan yaptırımları ikame edebileceği sanısıdır. Bu yanılgılar, toplumu bölen, iç çatışmaya sürükleyen nedenlerin başında yer alır.
İktidar iç politikada olduğu kadar dış politikada da aynı akılla hüküm sürmeyi denemektedir. Bu toplumsal kimyaları bozma girişimidir. Cumhuriyetin en insani yönelimlerinden biri olan “yurtta sulh cihanda sulh” duruşunu ayaklar altına alıştır.
Cumhuriyetin kuruluş planı, Osmanlının talan ve gasplarla şekillenmiş yaşam süreci arkasında Atatürk’ün dediği gibi “toplumu serserice peşine takan” hengamesinden çıkıştır. Çağdaş uygarlık temelinde iç ve dış ilişkileri düzenlemektir. Ancak ülkemizde bu çağdaş yeniden kuruluş planına karşı, kesilmeden süren bir kin ve intikam siyaseti dayatılmaktadır; dış güçler tarafından da aralıksız olarak desteklenip körüklenen bu siyaset, her tarihi kesitte gericiliğin şemsiyesi altına sığınmıştır. Erdoğan geride kalan iki dönemi ve seçimlerin ardından başlayan 3. İktidar döneminin ana teması budur.
Bu sürecin, görsel bir şölene dönüşen aldatıcı “çılgın projeleri” esasında Cumhuriyeti hiçbir zaman terk etmemiş Osmanlıcılıktır. Bunun siyasal tanımlaması ise kimliksizliktir kaostur, kayıptır hüzünlü sondur; Hitlerin Ari ırkı projesinin bir başka boyutta tekrarıdır. Sonu felakettir ve bu felaket sadece sorumlu olan iktidarları değil, bu topraklarda yaşayan tüm halkları haksızca sorumluluk altında tutar. Kefaret ödetir.
Bir toplumun ortaklaşa yarattığı tüm değerlere karşı, karanlık her köşeden ve arkadan vurulan hançerleri tanımlayan bu tür iktidarların “Stratejik Derinlik” heyulası, “komşularla sıfır sorun” aldatmacaları nesli tükenmiş, kof ve bir o kadar boş İttihatçı milliyetçiliğin militarist sergüzeştliğidir. Buhara da rüyasına kapıldıkları an, birlikte gömüldükleri “turan” ülküsünü, Yeni-Osmanlıcılık adı altında, akim kalmış bir seçim zaferiyle Balkanların, Kafkasların, Ortadoğu ve kuzey Afrika’nın da zaferi olarak lanse etmeleri, bu topraklarda yaşayanların başına örülmekte olan felaketin adıdır.
İç politikada; Kürt ulusunun 19 halk ayaklanmasıyla dile getirdiği haykırışın kanlı bir tarzda, toplu katliamlarla bastırılması. Uluslar arası anlaşmalara aykırı olarak Antakya-İskenderun ve havalisinin ilhakı. Varlık vergisi dayatmaları, 6-7 Eylül 1955 olaylarıyla azınlık tasfiyeleri. Üç askeri darbeyle demokratik güçlerin gelişme dinamiklerini körelten girişimleri ve 26 yıldır devam eden Kürt ulusal özgürlük mücadelesine dayatılan 17.000 faili meçhul, 60.000’ni aşkın ölü ve 100.000’i aşkın yaralı, milyonlarca insanı yerinden yurdundan eden göçe zorlama ve akıl almaz baskılarla, Diyarbakır zindanında işlenen insanlık suçları. Amerika ve İsrail’e dayanan desteklerle teknik, lojistik, istihbarat ve pilotsuz uçak dış ilişki alımlarını kendi vatandaşını katletmek için daha da ötesi sınır ötesi operasyonlarla kovuşturmak için yapılan girişimlerle belirlenen kanlı süreçlerin sahibi bu tür iktidarlardır.
İç politikanın kaçınılmaz yansıyışı olan dış politikada ise; ikiyüzlülük üzerine, aldatma, arkadan hançerleme, Osmanlının gasp ve talan siyasetini 21. Yüzyıla ayarlamış icraatlarıyla, gelecek kuşakların sırtına, altından kalkılmaz kefaretler yığılmaktadır.
Libya’da çirkince ortaya çıkan durum budur. Bahreyn’de de aynıyla tekrar eden ve sonunda tarihin en büyük sanal savaşıyla başlatılan, kurguların bininin bir para olduğu, uydurma, abartma ve akıl zoru yalanlar. Karanlık merkezlerden organize edilerek çağdaş iletişim araçlarının pervasız kullanımıyla, toplumun beynini yıkarcasına yapılan tekrarlarla servis edilen Suriye’ye yönelik yıkıcı faaliyetler. Bu süreçte Erdoğan iktidarı, bir taraf olarak yerini belirlemiştir; Suriye’yi kardeş kavgasına, Libya’daki gibi kanlı bir sürece sürmek isteyen bu çabalar, Erdoğan’ın kendi diliyle açıkladığı lojistik desteğin her türünü, basına sızdığı kadarıyla da maddi ve silah desteğinin her türü yapılmaktadır. Eli kanlı şebekelerin yaralısı Türkiye’de tedavi edilmekte, eksikleri giderilip yeniden Suriye’ye kanlı savaşlar için gönderilmektedir. Komşu ülke Suriye üzerine tezgahlanan bu kirli komploda ülkemizi ve halklarımızı töhmet altına sokan bu iktidarların artan iflası, gerginlik ve saldırganlıklarının da önemli nedenidir. Bütün bunların, Erdoğan’ın da sık sık tekrar ettiği gibi, Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi Eş Başkanı olmasıyla yakından ilgili olduğu artık çok açıktır.
Bütün bunlar, Erdoğan’ın desteklediği eli kanlı Müslüman Kardeşler şebekesinin, gerici silahlı ayaklanmalarıyla hazırlığını yaptığı kabul edilebilir bir bölge savaşının ilk adımlarıdır. Bu yayılmacı bir siyasettir. Bu siyaseti sadece kan besler, ihanetin her türü, ahlaksızlık deryası besler. Uluslararası ilişkilerde çıkarların temel rol oynaması asla insanlık değerleri üzerinde böylesine kanlı oyunlar oynama anlamına gelmez. Bu eğilimler, er ya da geç sahiplerini vurur.
Ancak tarih süreci içinde bu politikaların kefaretini daha çok halklar çeker. Kirli savaşın ülke içinde sürmesini kışkırtanların, bölgesel savaşlarla diğer halkları ölüm denklemlerine sürmeleri, kin ve nefret aşılama çabaları, Erdoğan’ın 3. Dönem iktidarının alamet-i farikası olma tehlikesi tüm korkunçluğuyla seçim sonuçları arasında yer alan bir belirti olarak karşımızdadır.
Her şeye rağmen, seçim sonuçlarının açtığı önemli yeni alanlar da bulunmaktadır. Bu alan, uygarlık güçlerinin, güç uygarlıklarıyla son düellosuna sahne olacak gibidir. Bu sahne, tarihin ve kaderin bir cilvesi olarak, kadim Roma kenti Antakya’yı seçmesi tesadüf değildir. Ünlü Romalı gladyatör Ben Hür’ün, zulme meydan okuyan o at yarışlarının, toprağı toza dönüştüren at nallarının vurduğu yer, binlerce yıl sonra aynı yerde zulme karşı bir başkaldırı sahnesi olarak, Harbiye’nin kayıp ARENA’sında vuku bulacağını söylemek abartılı değildir. CIA’nın bu alanda komşumuz Suriye’ye karşı, belki şu an değil yıllar sonra da olsa fiili boyut alacak eylemin hazırlıklarına sahne olduğu, artık sağır sultan tarafından bilinmektedir. Bu veriler ülkemizin hangi maceralara sürüklendiğine önemli birer işarettir.
Buna hazır olalım, bu saflaşmada tereddüte kapılıp risk almaktan kaçınmayalım. Bu çağrı, karnı doymuş aptallarla, açların özgürlüğü arasında bir tercih değildir. Özgürlük ve demokrasiye doyum çağrısıdır. Erdoğan’ın, sahip olmadığı için veremeyeceği şey de budur.
Bölgemizde temposunu artıran kabul edilebilir bir savaşa sürüklendiğimiz şu kesitte, ülkemizde 3. Bir dönem baskı rejiminin iktidarda rahat oturabileceğini düşünenlerin yanıldığını söyleyeceğim. İktidarın yerinde sayan seçim zaferi, gelip dayandığı tıkanma noktasıdır.
Bu tıkanmayı çözecek gelişmeler, depolanmış büyük enerjilerin açığa çıkışını gündeme getirecek, fay hatları böyle kırılacaktır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder