11 Haziran 2011 Cumartesi
BÖLGEDE SAVAŞ TAMTAMLARI
Mihrac Ural
10 Mayıs 2011
Bölgede tıkanma devam ederse bunu yalnızca savaş çözer.
Uzun yıllar bunun için çalışıldı. Irak işgali, Lübnan lideri Hariri’nin katli, İsrail’in Lübnan’a saldırısı (12 Temmuz 2006 savaşı), Gazze savaşı her savaş arasında geniş alanda yüzlerce irili ufaklı çatışma ve kaos ortamı bunun için kışkırtıldı. Kimse her şeyi komplo teorilerine oturttuğumu sanmasın. Komplocu akıl, kolaya kaçan akıldır. Komployu gerçekçi sorunlar besler. Bu sorunlar ya aşılır ya da çözümsüz kalınca bir biçimde komplo gelir süreci yönlendirir. Bölgemizde de olan budur. Zaten hiç bir sorunun çözümü için nefes bile aldırmadan ülkelerin ve halkların üzerine üzerine gidilerek başarıları önlenmektedir.
Emperyalistler, Siyonist İsrail ve Arap gericiliği, bölgemiz demokratik halk hareketlerinin, Tunus ve Mısır’da gösterdiği başarının yaygınlaşmasını önlemek için karşı devrimleri örgütlemeye başladılar. Direnme güçleri safında yer alan ülkeleri karıştırmaya ve gelişen gerçekçi demokratik hareketlerin karşısına gerici kitle hareketleri dikmeye yöneldiler. Aynı anda Tunus ve Mısır devrimlerinin girdiği ikinci aşamada çökmesi için Pandoranın kutusundan çıkan tüm olumsuzlukları körüklemeye yöneldiler. Bu gün, kabul edilebilir ölçekte bir bölge savaşını göze alamamaktadırlar.
Böylesi bir savaşı denetleyebileceklerinden kuşkulular. Bu yüzden daha çok kaos, daha çok iç vuruşma ve kardeş kavgası, daha çok bölgeler arası, inançlar arası, etnik topluluk arası kin ve düşmanlığı derinlemesine körüklemektedirler. Bu konuda Erdoğan iktidarına biçilen rol, ikiyüzlü politikada ifadesini bulan, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Eş başkanlığının, komşu ülkeleri arkadan hançerleyen abesle iştigalleridir; eli kanlı şebekelerin desteklenmesi ve lojistik ihtiyaçlarının karşılanmasıdır.
Bu süreçte halkının ve komşuların çıkarlarını hesaba katmayanlar ağır bedeller ödemekle yüz yüze kalacaklardır.
***
İsrail, işgal altındaki topraklarına geri dönüş hakkını kullanmak isteyen Filistinli ve Suriyeli gençleri gerçek kurşunlarla karşıladı. Sonuç, 23 şehit, 350 yaralı. 5 Haziranda başlayan, dikenli tellerle örülü sınırda devam eden, ertesi günü tarlalarda sınır telleri altında geçiren Filistinli ve Suriyeli gençler, topraklarına (Filistin ve Golan tepelerine) dönme kararlılıklarını ölüm pahasına gösterdiler. Haberlere yansıyan yeni bilgi, dikenli teller altında, gençlerin açlık grevine yaparak insanlığa mesaj ilettikleri belirtildi.
Bölgede savaş tamtamları başlığıyla, bu güncel olayın bağı nedir diye bir soru akla gelebilir. Hemen belirteyim, bölgenin temel sorunu Filistin sorunudur. Bu sorunun da temeli, mülteciler sorunudur; tüm sorunlar çözülse de çözümsüz kalacak sorunu budur. Bu sorun nedeniyle Batılıların bölge politikasında iki devlet önermesi (Filistin ve İsrail devleti) bir süredir, etnik temele dayalı devlet söylemi olarak gündeme gelmektedir. İsrail’in artık, etnik, inanç ve kültür çoğulculuğundan oluşan yapısıyla bir devlet olmayacağı, sadece Yahudilere ait bir devlet olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Özellikle Amerika dış politikasında ısrarla tekrar edilen söylem “Yahudi İsrail devleti” olarak belirmektedir. Hitlerin Nazi politikasıyla Almanya’da gerçekleştirmeye kalktığı ve bu nedenle Yahudi katliamlarına yöneldiği yöntemlerin İsrail Siyonist devleti tarafından Araplara karşı bir terör olarak ikame edilmesinin nedeni de budur. Bu da bölgenin tıkanışıdır. Güçler dengesinin yeniden düzenlenişinin ya da düzenlenişi için gerekli açılımların önünde duran en büyük engel budur. Burada biriken barikatların, arkadan gelen sellerin yoğunlaştırdığı enerjiyle büyük bir patlamaya giderek açılacağını tespit ediyorum. Bu da bölgemizde yükselen savaş tamtamlarına önemli bir işarettir.
Filistinli göçmenler sorununu, tüm sorunların merkezine koymak, diğer sorunları ihmal etmek anlamına gelmiyor. Bölgenin direnme güçlerinin, Batılı emperyalist çevrelerde tehlikelerin en büyüğü olarak görülmesi de bu kapsamda saymak yanlış değildir. Bu çerçevede Filistin, Irak, Lübnan, Kürt özgürlük hareketi ve Suriye’nin ortaya koyduğu direnme güçlerine destek, Batılı güçlerin dayatmalarına karşı duruşunu da önemli bir unsur olarak belirlemek gerek. Buna İran’ın oluşturduğu güç ve bölgedeki etkilerinin Amerikan, İsrail ve Arap gericiliğinin çıkarlarını tehdit etmesi, halkların diktatörlüklere karşı yükselen direnişine moral oluşturmasını da ekleyebiliriz. Bu kimi güçler tarafından İran’ın “yayılmacı amaçları”, “Şii atom bombası tehlikesi” adı altında mezhep farklılıkları üzerinde oynayarak gösterilmek istense de gerçeğin bununla ilgisi yoktur. Gerçek, bölge halklarının ülkelerindeki egemen diktatörlüklere direnme yönünde verdiği destek ve İsrail’e karşı ortaya konan kararlı tutumdur.
Bunlara eklenecek bir dizi unsuru kısaca şöyle sıralayabiliriz. Suriye’de belirlen eli kanlı Müslüman Kardeşler şebekesinin dış destekle ülkede yaratmak istediği kaosun sonuçlanmamış olması ki, bu sorunun alacağı yön bölgedeki her şeyi etkileyeceği söylenebilir. Savaşın kıvılcımının da buradan çıkacağını görmek zor değildir. Buna, Lübnan’da çözülemeyen Hükümet sorununun yarattığı enerji birikimleri ve Taif anlaşmasının (22 Ekim 1989) Lübnan mozaiğini güç dengesine göre oluşan taleplerini artık tatmin edemez hale gelişi ve değişim istemlerini de eklemek gerek. Bu değişim yine merkezde duran Filistin sorunu ve İsrail’le tamamlanmamış hesaplaşmanın noktalanmasıyla ilgili birikimleri içermektedir.
Ayrıca, Mısır devriminin ikinci aşamasında açılacak Pandora Kutusunun çözüm bekleyen sorunları ve bu çözümün kaçınılmaz sonu İsrail’e karşı alınacak tutumun belirlenmesi. Ürdün’de gergin çatışmalara yol açan siyasal yeniden düzenleniş ve eski yapının Arap İsrail mücadelesinde onur kırıcı bir teslimiyeti temsil edişi. İran’da gelişen muhalefetin, demokratik haklı talepler içermesine rağmen, bölge halkları için oluşturduğu düşünülen riskli yol haritası ya da rota değişikliği ihtimali (bu belirleme, İsrail’le ve Batılı emperyalist ülkelerle kurulacak ilişkinin nitelik değişimine uğrama ihtimali nedeniyle, bölge direnme güçlerince pek destek görmemesini içermektedir). Irak’ta hükümetsizliğin, ABD’nin ikame ettiği vahşetin devam edip etmemesi üzerine süren gerginliklerin, üç parçaya bölünmüş ülkede gelir kaynaklarının adaletsiz dağılımına karşı ifade edilen sert kaynamaların, günü birlik onlarca kişinin katledildiği bombalı tuzaklarla devam eden gergin dengelerin artık aynı tarzda devamının mümkün olmayacağı gerçeği. Tüm bunlar savaş tamtamlarının daha sert çalmasına bir katkı olarak süreçteki yerini almaktadır. Körfezin çadır devletleri diye tanımlanabilecek sıska varlıkların, petrol dolar gücüyle, bölge siyasetinde boylarını çok aşan etkinliklerinin yarattığı akıl almaz gerilimleri de katmak gerek. Özellikle medya ve ilişkilerin bu servetlerle aldığı yönelim, bölge ülkelerine, halkların iradesine rağmen yapılan müdahaleler, Araplara göre ortak ulusal servet olan petrol gelirlerinin anlamsız projelere harcanması (oturacak yerlisi olmayan dünyanın en yüksek binası, üzerinden kimsenin geçmeyeceği dünyanın en uzun köprüsü, seyircisi olmayan dünyanın en büyük spor kompleksleri, turisti olmayan dünyanın en büyük akvaryumu…) adalet ve ulusal eşitlik açısından ciddi gerilimlerin nedenidir. Bu da savaşın yakıtları arasında yer alıyor. Bu halkaların sonuncusu ise, seçim sonrası Türkiye’dir. Seçim öncesinden on yılların birikimi üzerinde çözüm istekleri ezilen, darbelerle ülkenin kimyasını bozan girişimlerle ertelenmesi, değişim adı altında alınan halk desteğinin sonuçta kaba bir yalanla sorunların inkarı ve demagojik yön değişiminin yarattığı katlanılması mümkün olmayan süreçler olarak bölgenin savaş arifesine yakıt taşımaktadır.
Bu nesnel zemin, bölgemizde ikame edilmek istenen projeler için bir veridir. Bin millik karanlık bir çağın başlaması için yeterli bir ilk adımdır. Bölgenin yeniden dizayn edilmesini tanımlayan Büyük Ortadoğu Projesi de tas tamam bunu ifade etmektedir. Bu nedenle bölgemizde kışkırtılan kanlı iç savaş süreçlerinin alışıla gelmiş bir iç sorun olarak görülmesi çok sığ bir bakıştır. Her ülkenin kendi özgülü ve nesnel verileri içinde anlamlı olan gelişmelerini değerlendirirken tümünün bir sürecin parçaları olduğu da unutulmamalıdır.
9 ay önce yazdığım (7 Ekim 2010) “ORTADOĞU GEBE” başlıklı makalemde, bölgemizdeki gelişmeler belirmemişti. Tırmanış 2010 Aralık ayı itibariyle belirmeye başladı. Lübnan’da işbirlikçi Hariri hükümetinin düşüşü ilk işaret olmuştu. Tunus ve Mısır devrimiyle gelişmeler derinleşmiş, Yemen halk hareketinin yükselişi ise Batılı emperyalist güçleri ve Arap gericiliğini öylesine tedirgin etmişti ki, her ne pahasına olursa olsun bu sürece müdahaleyi gündeme getirdi.
Yemenin yarattığı tedirginlik üzerine çok şey ifade etmeye çalıştım. Bunların en önemlisi, Yemen’in çöküşü Arapların tarihini değiştirecek Körfezin kokuşmuş kukla yönetimlerini yerle bir edecek sonuçlar yaratır belirlemesidir. Ayrıca, Ali Abdullah Salih’in Yemeni, Suudi Arabistan’la tüm sorunlarını çözmüş bir ülke konumundaydı ve Erdoğan’dan da öğrendiğimiz kadarıyla, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) üç Eş başkanlarından ikisi Erdoğan’la, Yemen Başkanı Ali Abdullah Salih’tir. Bu nedenle milyonlarca Yemen’linin sokaklarda olmasına, ölü sayısının tavan yapmasına rağmen Ali Abdullah Salih, ne Birleşmiş Miletlerin ne de Amerikanın ve Batılı güçlerin ciddi bir tepkisini görmemektedir. Buna karşı Suriye üzerine yürütülen akıl almaz yalan, uydurma, kurgu senaryolarla ve BM’de ardı arkası kesilmeden gelen karar ve baskılarla yapılanları karşılaştırmak çok şey ele veren bir tablodur.
Amerika bölgede erken bir vuruşla, Arap halkının demokratik gelişiminin önünü kesmek ve bir karşı-devrime doğru çekmek istiyor. Suriye’de olanlar bunun ifadesidir. Ancak bölge gelişmelerinin bu ısrarla bölgeyi her yönüyle yeniden dizayn edecek bir savaş doğru tırmanışı denetlenmez bir hal almasından çekinilmektedir. Ucu açık bir savaş yaklaşan ABD Başkanlık seçimleri açısından olduğu kadar, Amerikanın dünya çapında büyük erozyona uğrayan dış siyasetinin yeni iflaslarla kalması kaçınılmaz olabilir. Afganistan ve Irak’ta kara savaşına da giren Amerikan birliklerinin kayıpları kırmızı çizgileri çok aşmıştır, son olarak Libya’da uzun erimli bir savaşın yeniden kara harekatı gerektirmesi büyük kaygılara yol açmaktadır. Bu süreçler, Obama siyasetinin çöküşe doğru hızla yuvarlanarak kamuoyu kaybedeceğine de önemli birer işarettir.
Kıssadan hisseye gelince
Ülkemiz seçim arifesine girdi. Demokrasiden nasibini almamış, demokratik tüm talepleri ertelemelerin dayanılmaz ağırlığı altında ezilmiş, bir ülkenin halkı olarak öncelikle seçimlerde tek bir oyu boşuna harcamamalıyız. Tercihimiz açık. Emek Özgürlük ve demokrasi blogu bağımsız adaylarına destek vereceğiz. İktidarın sürdürdüğü iç ve dış politikadaki ikircimliliğin açtığı ağır yaraları da aşacak, halkımızın tarihsel düşmanlıklar üstlenmesini sona erdirecek aktif, sivil itaatsizliği, direnmeyi öne alan bir perspektifle mücadele hazırlığına başlamamız gerekmektedir.
Kıssadan hisse seçim sonrası ya gerçek bir demokratik anayasa yada direnmenin her alanda yükseltilmesi için hazırlık olarak belirmektedir. Bölgemizin içine girdiği süreçte ülkemizin etkilenmemesi mümkün değildir. Daha öte ülkemizde gündeme gelecek etkiler her alandan çok daha etkin olacağı açıktır. Bu gelişmeler tek kelimeyle haritaları değiştirecek gelişmelerdir. Bu yanıyla sorumluluk her zamandan çok daha büyüktür.
10 Mayıs 2011
Bölgede tıkanma devam ederse bunu yalnızca savaş çözer.
Uzun yıllar bunun için çalışıldı. Irak işgali, Lübnan lideri Hariri’nin katli, İsrail’in Lübnan’a saldırısı (12 Temmuz 2006 savaşı), Gazze savaşı her savaş arasında geniş alanda yüzlerce irili ufaklı çatışma ve kaos ortamı bunun için kışkırtıldı. Kimse her şeyi komplo teorilerine oturttuğumu sanmasın. Komplocu akıl, kolaya kaçan akıldır. Komployu gerçekçi sorunlar besler. Bu sorunlar ya aşılır ya da çözümsüz kalınca bir biçimde komplo gelir süreci yönlendirir. Bölgemizde de olan budur. Zaten hiç bir sorunun çözümü için nefes bile aldırmadan ülkelerin ve halkların üzerine üzerine gidilerek başarıları önlenmektedir.
Emperyalistler, Siyonist İsrail ve Arap gericiliği, bölgemiz demokratik halk hareketlerinin, Tunus ve Mısır’da gösterdiği başarının yaygınlaşmasını önlemek için karşı devrimleri örgütlemeye başladılar. Direnme güçleri safında yer alan ülkeleri karıştırmaya ve gelişen gerçekçi demokratik hareketlerin karşısına gerici kitle hareketleri dikmeye yöneldiler. Aynı anda Tunus ve Mısır devrimlerinin girdiği ikinci aşamada çökmesi için Pandoranın kutusundan çıkan tüm olumsuzlukları körüklemeye yöneldiler. Bu gün, kabul edilebilir ölçekte bir bölge savaşını göze alamamaktadırlar.
Böylesi bir savaşı denetleyebileceklerinden kuşkulular. Bu yüzden daha çok kaos, daha çok iç vuruşma ve kardeş kavgası, daha çok bölgeler arası, inançlar arası, etnik topluluk arası kin ve düşmanlığı derinlemesine körüklemektedirler. Bu konuda Erdoğan iktidarına biçilen rol, ikiyüzlü politikada ifadesini bulan, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Eş başkanlığının, komşu ülkeleri arkadan hançerleyen abesle iştigalleridir; eli kanlı şebekelerin desteklenmesi ve lojistik ihtiyaçlarının karşılanmasıdır.
Bu süreçte halkının ve komşuların çıkarlarını hesaba katmayanlar ağır bedeller ödemekle yüz yüze kalacaklardır.
***
İsrail, işgal altındaki topraklarına geri dönüş hakkını kullanmak isteyen Filistinli ve Suriyeli gençleri gerçek kurşunlarla karşıladı. Sonuç, 23 şehit, 350 yaralı. 5 Haziranda başlayan, dikenli tellerle örülü sınırda devam eden, ertesi günü tarlalarda sınır telleri altında geçiren Filistinli ve Suriyeli gençler, topraklarına (Filistin ve Golan tepelerine) dönme kararlılıklarını ölüm pahasına gösterdiler. Haberlere yansıyan yeni bilgi, dikenli teller altında, gençlerin açlık grevine yaparak insanlığa mesaj ilettikleri belirtildi.
Bölgede savaş tamtamları başlığıyla, bu güncel olayın bağı nedir diye bir soru akla gelebilir. Hemen belirteyim, bölgenin temel sorunu Filistin sorunudur. Bu sorunun da temeli, mülteciler sorunudur; tüm sorunlar çözülse de çözümsüz kalacak sorunu budur. Bu sorun nedeniyle Batılıların bölge politikasında iki devlet önermesi (Filistin ve İsrail devleti) bir süredir, etnik temele dayalı devlet söylemi olarak gündeme gelmektedir. İsrail’in artık, etnik, inanç ve kültür çoğulculuğundan oluşan yapısıyla bir devlet olmayacağı, sadece Yahudilere ait bir devlet olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Özellikle Amerika dış politikasında ısrarla tekrar edilen söylem “Yahudi İsrail devleti” olarak belirmektedir. Hitlerin Nazi politikasıyla Almanya’da gerçekleştirmeye kalktığı ve bu nedenle Yahudi katliamlarına yöneldiği yöntemlerin İsrail Siyonist devleti tarafından Araplara karşı bir terör olarak ikame edilmesinin nedeni de budur. Bu da bölgenin tıkanışıdır. Güçler dengesinin yeniden düzenlenişinin ya da düzenlenişi için gerekli açılımların önünde duran en büyük engel budur. Burada biriken barikatların, arkadan gelen sellerin yoğunlaştırdığı enerjiyle büyük bir patlamaya giderek açılacağını tespit ediyorum. Bu da bölgemizde yükselen savaş tamtamlarına önemli bir işarettir.
Filistinli göçmenler sorununu, tüm sorunların merkezine koymak, diğer sorunları ihmal etmek anlamına gelmiyor. Bölgenin direnme güçlerinin, Batılı emperyalist çevrelerde tehlikelerin en büyüğü olarak görülmesi de bu kapsamda saymak yanlış değildir. Bu çerçevede Filistin, Irak, Lübnan, Kürt özgürlük hareketi ve Suriye’nin ortaya koyduğu direnme güçlerine destek, Batılı güçlerin dayatmalarına karşı duruşunu da önemli bir unsur olarak belirlemek gerek. Buna İran’ın oluşturduğu güç ve bölgedeki etkilerinin Amerikan, İsrail ve Arap gericiliğinin çıkarlarını tehdit etmesi, halkların diktatörlüklere karşı yükselen direnişine moral oluşturmasını da ekleyebiliriz. Bu kimi güçler tarafından İran’ın “yayılmacı amaçları”, “Şii atom bombası tehlikesi” adı altında mezhep farklılıkları üzerinde oynayarak gösterilmek istense de gerçeğin bununla ilgisi yoktur. Gerçek, bölge halklarının ülkelerindeki egemen diktatörlüklere direnme yönünde verdiği destek ve İsrail’e karşı ortaya konan kararlı tutumdur.
Bunlara eklenecek bir dizi unsuru kısaca şöyle sıralayabiliriz. Suriye’de belirlen eli kanlı Müslüman Kardeşler şebekesinin dış destekle ülkede yaratmak istediği kaosun sonuçlanmamış olması ki, bu sorunun alacağı yön bölgedeki her şeyi etkileyeceği söylenebilir. Savaşın kıvılcımının da buradan çıkacağını görmek zor değildir. Buna, Lübnan’da çözülemeyen Hükümet sorununun yarattığı enerji birikimleri ve Taif anlaşmasının (22 Ekim 1989) Lübnan mozaiğini güç dengesine göre oluşan taleplerini artık tatmin edemez hale gelişi ve değişim istemlerini de eklemek gerek. Bu değişim yine merkezde duran Filistin sorunu ve İsrail’le tamamlanmamış hesaplaşmanın noktalanmasıyla ilgili birikimleri içermektedir.
Ayrıca, Mısır devriminin ikinci aşamasında açılacak Pandora Kutusunun çözüm bekleyen sorunları ve bu çözümün kaçınılmaz sonu İsrail’e karşı alınacak tutumun belirlenmesi. Ürdün’de gergin çatışmalara yol açan siyasal yeniden düzenleniş ve eski yapının Arap İsrail mücadelesinde onur kırıcı bir teslimiyeti temsil edişi. İran’da gelişen muhalefetin, demokratik haklı talepler içermesine rağmen, bölge halkları için oluşturduğu düşünülen riskli yol haritası ya da rota değişikliği ihtimali (bu belirleme, İsrail’le ve Batılı emperyalist ülkelerle kurulacak ilişkinin nitelik değişimine uğrama ihtimali nedeniyle, bölge direnme güçlerince pek destek görmemesini içermektedir). Irak’ta hükümetsizliğin, ABD’nin ikame ettiği vahşetin devam edip etmemesi üzerine süren gerginliklerin, üç parçaya bölünmüş ülkede gelir kaynaklarının adaletsiz dağılımına karşı ifade edilen sert kaynamaların, günü birlik onlarca kişinin katledildiği bombalı tuzaklarla devam eden gergin dengelerin artık aynı tarzda devamının mümkün olmayacağı gerçeği. Tüm bunlar savaş tamtamlarının daha sert çalmasına bir katkı olarak süreçteki yerini almaktadır. Körfezin çadır devletleri diye tanımlanabilecek sıska varlıkların, petrol dolar gücüyle, bölge siyasetinde boylarını çok aşan etkinliklerinin yarattığı akıl almaz gerilimleri de katmak gerek. Özellikle medya ve ilişkilerin bu servetlerle aldığı yönelim, bölge ülkelerine, halkların iradesine rağmen yapılan müdahaleler, Araplara göre ortak ulusal servet olan petrol gelirlerinin anlamsız projelere harcanması (oturacak yerlisi olmayan dünyanın en yüksek binası, üzerinden kimsenin geçmeyeceği dünyanın en uzun köprüsü, seyircisi olmayan dünyanın en büyük spor kompleksleri, turisti olmayan dünyanın en büyük akvaryumu…) adalet ve ulusal eşitlik açısından ciddi gerilimlerin nedenidir. Bu da savaşın yakıtları arasında yer alıyor. Bu halkaların sonuncusu ise, seçim sonrası Türkiye’dir. Seçim öncesinden on yılların birikimi üzerinde çözüm istekleri ezilen, darbelerle ülkenin kimyasını bozan girişimlerle ertelenmesi, değişim adı altında alınan halk desteğinin sonuçta kaba bir yalanla sorunların inkarı ve demagojik yön değişiminin yarattığı katlanılması mümkün olmayan süreçler olarak bölgenin savaş arifesine yakıt taşımaktadır.
Bu nesnel zemin, bölgemizde ikame edilmek istenen projeler için bir veridir. Bin millik karanlık bir çağın başlaması için yeterli bir ilk adımdır. Bölgenin yeniden dizayn edilmesini tanımlayan Büyük Ortadoğu Projesi de tas tamam bunu ifade etmektedir. Bu nedenle bölgemizde kışkırtılan kanlı iç savaş süreçlerinin alışıla gelmiş bir iç sorun olarak görülmesi çok sığ bir bakıştır. Her ülkenin kendi özgülü ve nesnel verileri içinde anlamlı olan gelişmelerini değerlendirirken tümünün bir sürecin parçaları olduğu da unutulmamalıdır.
9 ay önce yazdığım (7 Ekim 2010) “ORTADOĞU GEBE” başlıklı makalemde, bölgemizdeki gelişmeler belirmemişti. Tırmanış 2010 Aralık ayı itibariyle belirmeye başladı. Lübnan’da işbirlikçi Hariri hükümetinin düşüşü ilk işaret olmuştu. Tunus ve Mısır devrimiyle gelişmeler derinleşmiş, Yemen halk hareketinin yükselişi ise Batılı emperyalist güçleri ve Arap gericiliğini öylesine tedirgin etmişti ki, her ne pahasına olursa olsun bu sürece müdahaleyi gündeme getirdi.
Yemenin yarattığı tedirginlik üzerine çok şey ifade etmeye çalıştım. Bunların en önemlisi, Yemen’in çöküşü Arapların tarihini değiştirecek Körfezin kokuşmuş kukla yönetimlerini yerle bir edecek sonuçlar yaratır belirlemesidir. Ayrıca, Ali Abdullah Salih’in Yemeni, Suudi Arabistan’la tüm sorunlarını çözmüş bir ülke konumundaydı ve Erdoğan’dan da öğrendiğimiz kadarıyla, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) üç Eş başkanlarından ikisi Erdoğan’la, Yemen Başkanı Ali Abdullah Salih’tir. Bu nedenle milyonlarca Yemen’linin sokaklarda olmasına, ölü sayısının tavan yapmasına rağmen Ali Abdullah Salih, ne Birleşmiş Miletlerin ne de Amerikanın ve Batılı güçlerin ciddi bir tepkisini görmemektedir. Buna karşı Suriye üzerine yürütülen akıl almaz yalan, uydurma, kurgu senaryolarla ve BM’de ardı arkası kesilmeden gelen karar ve baskılarla yapılanları karşılaştırmak çok şey ele veren bir tablodur.
Amerika bölgede erken bir vuruşla, Arap halkının demokratik gelişiminin önünü kesmek ve bir karşı-devrime doğru çekmek istiyor. Suriye’de olanlar bunun ifadesidir. Ancak bölge gelişmelerinin bu ısrarla bölgeyi her yönüyle yeniden dizayn edecek bir savaş doğru tırmanışı denetlenmez bir hal almasından çekinilmektedir. Ucu açık bir savaş yaklaşan ABD Başkanlık seçimleri açısından olduğu kadar, Amerikanın dünya çapında büyük erozyona uğrayan dış siyasetinin yeni iflaslarla kalması kaçınılmaz olabilir. Afganistan ve Irak’ta kara savaşına da giren Amerikan birliklerinin kayıpları kırmızı çizgileri çok aşmıştır, son olarak Libya’da uzun erimli bir savaşın yeniden kara harekatı gerektirmesi büyük kaygılara yol açmaktadır. Bu süreçler, Obama siyasetinin çöküşe doğru hızla yuvarlanarak kamuoyu kaybedeceğine de önemli birer işarettir.
Kıssadan hisseye gelince
Ülkemiz seçim arifesine girdi. Demokrasiden nasibini almamış, demokratik tüm talepleri ertelemelerin dayanılmaz ağırlığı altında ezilmiş, bir ülkenin halkı olarak öncelikle seçimlerde tek bir oyu boşuna harcamamalıyız. Tercihimiz açık. Emek Özgürlük ve demokrasi blogu bağımsız adaylarına destek vereceğiz. İktidarın sürdürdüğü iç ve dış politikadaki ikircimliliğin açtığı ağır yaraları da aşacak, halkımızın tarihsel düşmanlıklar üstlenmesini sona erdirecek aktif, sivil itaatsizliği, direnmeyi öne alan bir perspektifle mücadele hazırlığına başlamamız gerekmektedir.
Kıssadan hisse seçim sonrası ya gerçek bir demokratik anayasa yada direnmenin her alanda yükseltilmesi için hazırlık olarak belirmektedir. Bölgemizin içine girdiği süreçte ülkemizin etkilenmemesi mümkün değildir. Daha öte ülkemizde gündeme gelecek etkiler her alandan çok daha etkin olacağı açıktır. Bu gelişmeler tek kelimeyle haritaları değiştirecek gelişmelerdir. Bu yanıyla sorumluluk her zamandan çok daha büyüktür.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder