13 Haziran 2011 Pazartesi
BU HAFTAKİ MİSAFİRLERİM (4 HAZİRAN 2011)
Mihrac Ural
12 Haziran 2011
Bu hafta ki misafirlerim 33 yıl sonra yolu öğrenip, ziyaretimi bir görev sayan her sözü derin anlamlar bütünü olan bilge yoldaşım Stalin ve iki yoldaş daha. Biri TÖB-DER mücadelesinin Acilcisi bir hoca diğeri ise, Müntecep Kesici’nin (Şeyh) de teyzesi oğlu O.K yoldaş.
Tesadüf evimde bir araya geldiler. Her üçünün de geliş amacı aynı, sevgi ve bağlılık, bilgi paylaşımı ve siyasal tutum için yol haritası. 33 yıldır buluşamadığım TÖB-DER’in ünlü mücadele öğretmeni hoca (adını veremeyeceğim için özür dilerim, öyle anlaştık). Benim kişiliğimi oluşturan 4 öğe var der “ 1. Acilcilik, 2. Kürt oluşum, 3. Devrimciliğim, 4. Layık olanlara bağlılığım ve sevgim”. Her kişi kendini nasıl tanımlıyorsa öyle germek gerek. Ne bir fazla ne bir eksik; insanı tarif ederken, kendini tanımlamaktan daha doğru bir tanım bulmak mümkün değildir. Hoca, kendine biçtiği misyonun gerçek temsilcisi olduğunu da bilmeyen yok gibidir.
Diğer yoldaşımız, sadece beni görmek, kucaklamak için geldi. O da Müntecep Kesici’nin (Şeyh) teyzesi oğlu O.K; Şeyh’in tüm akrabalarından selam getirmiş, ortamın normalleşmesini bekledikleri, özlemle ziyarete gelecekleri mesajını iletti; Müntecep’in kız kardeşinin kocası, yani eniştesi, geçenlerde yanımdaydı; Murat yoldaşımız uzun yıllar abisiyle birlikte mücadelenin en ön saflarında yer alan bir yoldaş.
O.K yoldaş, yaptığımız sohbetin mesajlarını bu birkaç gün içinde döndüğünde kaleme alıp sizlerle paylaşacağım; O.K’ya görev verdim, görevini yerine getirip yanıma gelecek. Bunu uzun uzun anlatacağım, şarlatanlara yeni şamarlar vuracağım …
33 yıl geçmemiş gibi, dün birlikteymiş gibi sevgi seli ve coşkusu içinde sarıldığım bu yoldaşlar, insanlık adına örnek alınacak o kadar çok birikimli insanlar ki, her birimiz kendi açısından “bunca yılı neden heder ettik, bundan böyle daha sık bir arada olacak daha çok paylaşım dünü bu güne taşıyacağız” sözü verdik.
Stalin yoldaşın bitip tükenmez felsefi yoğunluklarından dile gelen olayları yorumlayışı, anlattığı yeni hatıralar ve bunlarla dile getirdiği mesajlar bölgemiz ve ülkemizdeki gelişmelerin de doğru yorumlanması açısından büyük önem taşıyordu.
Stalin; “bölgemiz ağır bir baskı altındadır, artan baskılarla var olan dengeler bozulmak istenmektedir. Yükselen Arap devriminin önünü karşı-devrimle kesmek için, uzun zamandır hazırlıklarını yaptıkları ve Ülkemizi de içine katmak istedikleri planlar uygulamaya geçmiştir. Suriye’nin hedef seçilmesi Arap direnme çizgisinin yok edilmesine yöneliktir. Tunus ve Mısır devrimlerinin ülke olarak tek başına on yıllardır direnen Suriye’yle birleşmesini önü kesilmek için başlatılan bu hamle, ülkenin gerçekçi sorunların maske edinerek büyük bir komplonun zor yoluyla ikamesi dayatılmıştır. Ülkemiz buna sürüklemek için çabalamaktadırlar ve Erdoğan yönetimi ikiyüzlü politikasıyla bunun bir parçasıdır. Emperyalizm bölgemizi hiçbir zaman rahat bırakmadı bundan sonra da bırakmayacaktır. Ülkemizin solu gelişmelerden habersiz ya da ilgisiz konumdadır. Kimi şarlatanlar ise Suriye’yi diktatörlükle suçlamakta. Bu abes tanımlamalara, bir görgü tanığı olarak insaf ve vicdandan yoksun, uluslar arası medyanın abartı ve yalan kurgularına adlınmış yaklaşımlar demekle yetineceğim. Komşu bir ülkeye yapılacak en büyük haksızlık da bu türden yaklaşımlardır. Emperyalist-gerici medyaya aldananların ülkemizdeki sorunlarda halkı temsil etmekten uzak olmalarının da nedeni budur. Suriye direnen bir ülke olarak, eksikliklerine rağmen halkçı bir yönetimle yönetilmektedir. Bunu bilmek, anti emperyalist tutumlarına destek olmak ve kurgulanan komploları boşa çıkarmak ülkemiz devrimci hareketinin yükümlülükleri arasındadır.”
İşte Stalin yoldaş budur. Bunu eklenecek bir sözüm yok. O, kesilmeden gelip gitmeye başladığına göre, bizlerin de bu bilge yoldaştan okurlara aktaracak çok şeyimiz olacak demektir.
Öğretmen yoldaşa gelince. Onu anlatmak ayrı bir alan ister. Başında saç kalmamış, o kara çuval bıyıklar da aklaşmış. Ama ne fiziki olarak ne de aktivitesinden zerre kadar bir şey kaybetmemiş.
Sıkıca sarıldık birbirimize, özlemle, dakikalarca öyle kaldık. Film şeridi gibi geçti yıllar gözümün önünden. Bu ne onurlu bağlılık, bu ne sevgi, bu ne dik duruş, dosta düşmana verilen dev bir mesajdı bu buluşma. İnanılmaz bir enstantane. Hocanın, Levent, Şerif ve Stalin yoldaşla da ayrı ayrı hatıraları var. Nereden başlayım.
Önce hakkında aldığım bilgileri sıraladım. Akıl almaz süreçler, İran’a kaçış ve devrimci mücadelede kararlı yükseliş. 12 Eylül karanlık döneminde devrimci görevlerin bir acilci ruhuyla ve sorumluluğuyla, Kürt olmanın özgürlük arzusuyla, insanlığa her yerde yardımcı olma bilinciyle kendini ifade eden çabalarla iç içe olmuş. Her kesitte insan sevgisi bir yol haritası olmuş. Kahramanlıklar göstermiş ödüller almış, çoluk çocuğa karışmış ama ülkesi her şeyin üstende kalmış. Halkına hizmet etmek için bir Acilci kadronun onurlu duruşuna bağlı kalarak dönmüş. Bir yandan hayat mücadelesi, diğer yandan siyasal algıların yükümlülükleri.
Zor koşullara rağmen taviz vermeden bu güne gelmiş.
Yaşadığı her kesiti ayrıntılarıyla anlattı, saçları aka, ak ise siyaha çevirecek anılar. “Bir acilci olarak, bu bilinçle zorlukları aştım ve yanına geldim” diye bağladı sözünü. Bir nefes aldı, yemek masasına geçtik, sabahtan beri yemek yememiş, ama onun derdi yemek değil, sevgi seliyle yoğrulmuş duygularıydı. Öncelikle, onları dile getirmeyi tercih etti.
Hoca, “ Son görüşmemizi hatırlıyor musun?” diye sordu. “evet, Konya cezaevi” dedim. “ tamam, işte o an, benim için sonsuz enerji anıydı. Onunla bu güne geldim” dedi. “Yapma hoca beni mahcup ediyorsun” demeye kalmadı ki, araya girdi ve şunları dile getirdi “ Antakya’dan hazırlığımı yapıp yanına geliyordum. Hanım nereye gidiyorsun dedi? ‘Kabe’me gidiyorum’ diye cevap verdim. Anlamadı, şakamı yapıyorsun ne Kabe’si, hani dinle aran iyi değildi? Diye sorunca, ‘Ben hocamın yanına benim siyasal Kabe’m Mihrac Ural’ın yanına gidiyorum’ dedim. O zaman durdu ve güle güle git selam ilet dedi"
Bu duyguları kimse abartılı görmesin, Örgütümüzün güney bölgesinin birbirine bağlılığı tastamam budur: dün ne ise bu gün de her birimiz yaşı yarım asrı geçmiş olmasına rağmen, aynı heyecanla konuşmamızın, aynı bağlılıkla, aynı kararlılıkla birbirimizi bulmamızın da nedeni budur.
Bu bir duygudur, nesnel zeminleri olan. Bunu yaşamak için bu ortamı solumak gerek. İşte bu gerçeğin farkında olan hoca, beni bir kenara çekerek “MİT ajanı İbrahim yalçın ve İtirafçı Engin Erkiner’e cevap verme onlar kim sen kimsin. Bu çirkef insanlar yazdıkları her kirlilikte bin kez boğulmaktadırlar dönüm muhatap alma, seni bu ülkede bilmeyen yoktur, duruşunu takdir etmeyen yoktur bu alt yaratıkların çırpınışına dönüp bakma” dedi.
Şimdi bu satırları yazarken aklıma geldi. Mehmet Yavuz, dün kısa bir yazı iletti. Konusu İtirafçı Engin Erkiner; ” Yöntemi sadece çirkeflik olan Engin’den çok güzel hela taşı olur mesela… Koyarsın hayrına en işlek helasına memleketin; gelen sıçar, giden sıçar…” diyordu. Onu hatırladım.
Sevgiyle dolu tüm insanların, eski ve yeni yoldaşların, Acilcilere bağlılıkları tükenmeyenlerin ortak kanısı aynı doğrultuda kesişiyor. Bunu gördüm. Bu çirkin insanların nasılda teşhir olduklarını, binlerce km yol aşarak sevgiyle yanıma gelen tüm yoldaşların ifadelerinde bu mesaj yer alıyor. Bu çirkinlere vereceğim en iyi cevap da budur.
İnsan olma evrimini tamamlamamış olanlara bundan daha iyi bir cevap olamaz.
Ayrıyık vakti gelip çattığında, yine sarıldık, yine koklaştık ve vedalaştık. Hoca, o an döndü ve “çok kilolu almışsın, dur seni gerdanından öpeyim de alameti farika olsun” dedi.
Evet bir kez daha, gölgeme tahammülü olmayanlara karşı taparcasına sevenleri olan şanslı biri olduğumu söyleyeceğim. Bölgenin en karmaşık kesitlerinde ziyaretime gelen yoldaşlarımın verdiği moral, mücadelemizdeki haklılığı, kararlılığı ve sorumluluklarımızı da ifade ediyor. Bunu sizlerle paylaşıyorum.
12 Haziran 2011
Bu hafta ki misafirlerim 33 yıl sonra yolu öğrenip, ziyaretimi bir görev sayan her sözü derin anlamlar bütünü olan bilge yoldaşım Stalin ve iki yoldaş daha. Biri TÖB-DER mücadelesinin Acilcisi bir hoca diğeri ise, Müntecep Kesici’nin (Şeyh) de teyzesi oğlu O.K yoldaş.
Tesadüf evimde bir araya geldiler. Her üçünün de geliş amacı aynı, sevgi ve bağlılık, bilgi paylaşımı ve siyasal tutum için yol haritası. 33 yıldır buluşamadığım TÖB-DER’in ünlü mücadele öğretmeni hoca (adını veremeyeceğim için özür dilerim, öyle anlaştık). Benim kişiliğimi oluşturan 4 öğe var der “ 1. Acilcilik, 2. Kürt oluşum, 3. Devrimciliğim, 4. Layık olanlara bağlılığım ve sevgim”. Her kişi kendini nasıl tanımlıyorsa öyle germek gerek. Ne bir fazla ne bir eksik; insanı tarif ederken, kendini tanımlamaktan daha doğru bir tanım bulmak mümkün değildir. Hoca, kendine biçtiği misyonun gerçek temsilcisi olduğunu da bilmeyen yok gibidir.
Diğer yoldaşımız, sadece beni görmek, kucaklamak için geldi. O da Müntecep Kesici’nin (Şeyh) teyzesi oğlu O.K; Şeyh’in tüm akrabalarından selam getirmiş, ortamın normalleşmesini bekledikleri, özlemle ziyarete gelecekleri mesajını iletti; Müntecep’in kız kardeşinin kocası, yani eniştesi, geçenlerde yanımdaydı; Murat yoldaşımız uzun yıllar abisiyle birlikte mücadelenin en ön saflarında yer alan bir yoldaş.
O.K yoldaş, yaptığımız sohbetin mesajlarını bu birkaç gün içinde döndüğünde kaleme alıp sizlerle paylaşacağım; O.K’ya görev verdim, görevini yerine getirip yanıma gelecek. Bunu uzun uzun anlatacağım, şarlatanlara yeni şamarlar vuracağım …
33 yıl geçmemiş gibi, dün birlikteymiş gibi sevgi seli ve coşkusu içinde sarıldığım bu yoldaşlar, insanlık adına örnek alınacak o kadar çok birikimli insanlar ki, her birimiz kendi açısından “bunca yılı neden heder ettik, bundan böyle daha sık bir arada olacak daha çok paylaşım dünü bu güne taşıyacağız” sözü verdik.
Stalin yoldaşın bitip tükenmez felsefi yoğunluklarından dile gelen olayları yorumlayışı, anlattığı yeni hatıralar ve bunlarla dile getirdiği mesajlar bölgemiz ve ülkemizdeki gelişmelerin de doğru yorumlanması açısından büyük önem taşıyordu.
Stalin; “bölgemiz ağır bir baskı altındadır, artan baskılarla var olan dengeler bozulmak istenmektedir. Yükselen Arap devriminin önünü karşı-devrimle kesmek için, uzun zamandır hazırlıklarını yaptıkları ve Ülkemizi de içine katmak istedikleri planlar uygulamaya geçmiştir. Suriye’nin hedef seçilmesi Arap direnme çizgisinin yok edilmesine yöneliktir. Tunus ve Mısır devrimlerinin ülke olarak tek başına on yıllardır direnen Suriye’yle birleşmesini önü kesilmek için başlatılan bu hamle, ülkenin gerçekçi sorunların maske edinerek büyük bir komplonun zor yoluyla ikamesi dayatılmıştır. Ülkemiz buna sürüklemek için çabalamaktadırlar ve Erdoğan yönetimi ikiyüzlü politikasıyla bunun bir parçasıdır. Emperyalizm bölgemizi hiçbir zaman rahat bırakmadı bundan sonra da bırakmayacaktır. Ülkemizin solu gelişmelerden habersiz ya da ilgisiz konumdadır. Kimi şarlatanlar ise Suriye’yi diktatörlükle suçlamakta. Bu abes tanımlamalara, bir görgü tanığı olarak insaf ve vicdandan yoksun, uluslar arası medyanın abartı ve yalan kurgularına adlınmış yaklaşımlar demekle yetineceğim. Komşu bir ülkeye yapılacak en büyük haksızlık da bu türden yaklaşımlardır. Emperyalist-gerici medyaya aldananların ülkemizdeki sorunlarda halkı temsil etmekten uzak olmalarının da nedeni budur. Suriye direnen bir ülke olarak, eksikliklerine rağmen halkçı bir yönetimle yönetilmektedir. Bunu bilmek, anti emperyalist tutumlarına destek olmak ve kurgulanan komploları boşa çıkarmak ülkemiz devrimci hareketinin yükümlülükleri arasındadır.”
İşte Stalin yoldaş budur. Bunu eklenecek bir sözüm yok. O, kesilmeden gelip gitmeye başladığına göre, bizlerin de bu bilge yoldaştan okurlara aktaracak çok şeyimiz olacak demektir.
Öğretmen yoldaşa gelince. Onu anlatmak ayrı bir alan ister. Başında saç kalmamış, o kara çuval bıyıklar da aklaşmış. Ama ne fiziki olarak ne de aktivitesinden zerre kadar bir şey kaybetmemiş.
Sıkıca sarıldık birbirimize, özlemle, dakikalarca öyle kaldık. Film şeridi gibi geçti yıllar gözümün önünden. Bu ne onurlu bağlılık, bu ne sevgi, bu ne dik duruş, dosta düşmana verilen dev bir mesajdı bu buluşma. İnanılmaz bir enstantane. Hocanın, Levent, Şerif ve Stalin yoldaşla da ayrı ayrı hatıraları var. Nereden başlayım.
Önce hakkında aldığım bilgileri sıraladım. Akıl almaz süreçler, İran’a kaçış ve devrimci mücadelede kararlı yükseliş. 12 Eylül karanlık döneminde devrimci görevlerin bir acilci ruhuyla ve sorumluluğuyla, Kürt olmanın özgürlük arzusuyla, insanlığa her yerde yardımcı olma bilinciyle kendini ifade eden çabalarla iç içe olmuş. Her kesitte insan sevgisi bir yol haritası olmuş. Kahramanlıklar göstermiş ödüller almış, çoluk çocuğa karışmış ama ülkesi her şeyin üstende kalmış. Halkına hizmet etmek için bir Acilci kadronun onurlu duruşuna bağlı kalarak dönmüş. Bir yandan hayat mücadelesi, diğer yandan siyasal algıların yükümlülükleri.
Zor koşullara rağmen taviz vermeden bu güne gelmiş.
Yaşadığı her kesiti ayrıntılarıyla anlattı, saçları aka, ak ise siyaha çevirecek anılar. “Bir acilci olarak, bu bilinçle zorlukları aştım ve yanına geldim” diye bağladı sözünü. Bir nefes aldı, yemek masasına geçtik, sabahtan beri yemek yememiş, ama onun derdi yemek değil, sevgi seliyle yoğrulmuş duygularıydı. Öncelikle, onları dile getirmeyi tercih etti.
Hoca, “ Son görüşmemizi hatırlıyor musun?” diye sordu. “evet, Konya cezaevi” dedim. “ tamam, işte o an, benim için sonsuz enerji anıydı. Onunla bu güne geldim” dedi. “Yapma hoca beni mahcup ediyorsun” demeye kalmadı ki, araya girdi ve şunları dile getirdi “ Antakya’dan hazırlığımı yapıp yanına geliyordum. Hanım nereye gidiyorsun dedi? ‘Kabe’me gidiyorum’ diye cevap verdim. Anlamadı, şakamı yapıyorsun ne Kabe’si, hani dinle aran iyi değildi? Diye sorunca, ‘Ben hocamın yanına benim siyasal Kabe’m Mihrac Ural’ın yanına gidiyorum’ dedim. O zaman durdu ve güle güle git selam ilet dedi"
Bu duyguları kimse abartılı görmesin, Örgütümüzün güney bölgesinin birbirine bağlılığı tastamam budur: dün ne ise bu gün de her birimiz yaşı yarım asrı geçmiş olmasına rağmen, aynı heyecanla konuşmamızın, aynı bağlılıkla, aynı kararlılıkla birbirimizi bulmamızın da nedeni budur.
Bu bir duygudur, nesnel zeminleri olan. Bunu yaşamak için bu ortamı solumak gerek. İşte bu gerçeğin farkında olan hoca, beni bir kenara çekerek “MİT ajanı İbrahim yalçın ve İtirafçı Engin Erkiner’e cevap verme onlar kim sen kimsin. Bu çirkef insanlar yazdıkları her kirlilikte bin kez boğulmaktadırlar dönüm muhatap alma, seni bu ülkede bilmeyen yoktur, duruşunu takdir etmeyen yoktur bu alt yaratıkların çırpınışına dönüp bakma” dedi.
Şimdi bu satırları yazarken aklıma geldi. Mehmet Yavuz, dün kısa bir yazı iletti. Konusu İtirafçı Engin Erkiner; ” Yöntemi sadece çirkeflik olan Engin’den çok güzel hela taşı olur mesela… Koyarsın hayrına en işlek helasına memleketin; gelen sıçar, giden sıçar…” diyordu. Onu hatırladım.
Sevgiyle dolu tüm insanların, eski ve yeni yoldaşların, Acilcilere bağlılıkları tükenmeyenlerin ortak kanısı aynı doğrultuda kesişiyor. Bunu gördüm. Bu çirkin insanların nasılda teşhir olduklarını, binlerce km yol aşarak sevgiyle yanıma gelen tüm yoldaşların ifadelerinde bu mesaj yer alıyor. Bu çirkinlere vereceğim en iyi cevap da budur.
İnsan olma evrimini tamamlamamış olanlara bundan daha iyi bir cevap olamaz.
Ayrıyık vakti gelip çattığında, yine sarıldık, yine koklaştık ve vedalaştık. Hoca, o an döndü ve “çok kilolu almışsın, dur seni gerdanından öpeyim de alameti farika olsun” dedi.
Evet bir kez daha, gölgeme tahammülü olmayanlara karşı taparcasına sevenleri olan şanslı biri olduğumu söyleyeceğim. Bölgenin en karmaşık kesitlerinde ziyaretime gelen yoldaşlarımın verdiği moral, mücadelemizdeki haklılığı, kararlılığı ve sorumluluklarımızı da ifade ediyor. Bunu sizlerle paylaşıyorum.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder