HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

19 Haziran 2011 Pazar

CANGİZ ÇANDAR’IN BİTMEYEN YALAN KURGULARI

Mihrac Ural18 Haziran 2011

Cengiz Çandar. 18 Haziran 2011 tarihli radikalde yer alan “Suriye ve Türkiye’nin Alevi ve Kürt sorunu” başlıklı makalesi için söylenecek ilk şey, okuru aptal yerine koyan bu kadar da yalan olamaz. Doğru tek bir satırı olmayan, ispatı, kanıtı mümkün olmayan abartma ve kurgunun böylesine pervasızca yapılması, okurla alay etmekten başka bir anlamı olamaz.

Okurdan özür dileyerek, bölgeyi uzmanı diye sunulan bu yazarın, gerçek anlamda bölge cahili olduğunu belirteceğim. Bunu anlamak için yazısında tek bir belge, tek bir kanıt sunmadan yazmakta olduğuna işaret edeceğim. Yalandan kimse ölmemiş diyerek yaptığı iddialar, okurun her iddiayı araştırma durumunda olmayacağı üzerine kurgulanmış söylemleri, bölgemiz üzerinde oynanan oyunların hangi kapsamda olduğuna da bir işaret sayılmalıdır diyeceğim.

Çandar, söz konusu makalesinde, kaba yalanların başında, Suriye yönetiminin “Silahsız, sivil bir halka karşı amansız askeri operasyonların gerçekleştiği” (Agm) iddiasıdır. Böylesi bir iddianın doğrulanmadan önce yönetim yanlısı sivil ve güvenlik görevlisi 800 kişinin nasıl şehit olduğunun açıklaması yapılmalıdır. Bunu açıklamanın mümkünü yoktur. Çünkü eli kanlı şebekelerin, ne bir siyasal hak ve talep ne de halkla ilgili olmayan kaygıları, Cuma gününe ve Cuma namazına sığınmış sinsilikleriyle silahlı eylemler yapmaktadırlar. Tek hedefleri katletmek olan, güvenlik kuvvetleri ve siviller üzerine çapraz ateş açarak provokasyon yapan bu şebekeler, kan üzerinden, gelen her ölünün ardından yürüyen çevreleri daha da kanlı eylemlere sürmek için kışkırtan bir taktik izlemektedirler. Ölümlerin nedeni de artışı da bundandır. Bu da açıkça Cengiz Çandarın okurlarına izah edemeyeceği bir durumdur.

Bu katliamı yapanların önemli bir kısmı ele geçmiş ve açıkça itiraflarda bulunmuşlardır. Öyle ki parayı, silahı, her türden lojistik desteği Türkiye’den alarak bu cinayetleri işlediklerini dile getirmiştir. Depo depo silahlar yakalanmış, yapılan askeri eylem hazırlıkları ortaya çıkmıştır. Bu eylemler arasında ülke ekonomisini çökertmek, turizm mevsimini katletmek, petrol boru hatlarının ve depolarını uçurmak, kamu mülklerini kundaklamak gibi bir dizi hedef açığa çıkmıştır. Banyas’ta yakalanan yabancı generaller, eylemleri yöneten Türklerin oluşu artık sağır sultanın bildiği duyduğu verilerdir.

Cengiz Çandar, “amansız silahlı operasyonlar”ı yapan şebekeleri aklayıp, topu karşı tarafa atarak okuruna yalan söylemektedir.

Çandar, yalan kurguları için, uzun zamandır kin ve nefretle saldırdığı Suriye Alevileri üzerine yönelmiştir. Suriye yönetimini “azınlık Alevi egemenliği” olarak yansıtmaya çalışmaktadır. Bu iddiası da o kadar kaba bir yalan ki, Laik Suriye’de Aleviler ne hükümette, ne ordu da ne de devletle ilgili herhangi bir kurumda yaklaşık %15-17 olan nüfusa oranlarının hakkını almamıştır.

Bilmeyenler de öğrensin, mutlaka bir mezhepsel köken aranacaksa, Suriye yönetimi laik Sünni orta tabakanın halkçı yönetimidir demek en gerçekçi tespit olacaktır. Kamdı ki, laik Suriye’de hiçbir şey mezhepsel temellere ya da kaynaklara dayanmaz. Bu yönetimin temel gücü de buradan geliyor. Buna Beşşar Esbad’ın yönetime geldiği 2000 yılından sonra yapılan liberal açılımların da etkisiyle, nefret ve intikam çevreleri, hiçbir yönetimle uyumlu olmamayı inanç ilkesi edinmiş ilkel gericiler hariç toplumun alt ve üst kesimleri arasında önemli bir konsesüs oluşarak yönetim etkince destek almıştır. Dış politikada sürdürülen tutarlı anti-emperyalist, anti- siyonist çizgi bunda önemli rol oynadığı bilinmektedir. Bunun da ötesinde, Gazze savaşında (2008-2009) en inatçı düşman olan eli kanlı Müslüman Kardeşler Hareketi bile yönetime destek verdiğini açıklamıştır (Suriye yönetimi, eli kanlı bu şebekenin “destek” açıklamasını elinin tersiyle itmiştir).

Bu temel destek gücüne, Hıristiyanlar, ezici çoğunluğuyla Kürtler, Dürzüler de destek vermektedir. Alevilerin konumu ise, demokratik, komünist örgütlerde yer alan Arif Dalila, Fatih Camus gibi önemli sayıda barış ve diyalogdan yana muhalife aydınları olmasına karşın yönetimin yanında saf tutmuştur.

Aleviler, inanç özgürlüğü açısından Suriye’nin inanç haritasında yer alanlara göre hakları olmayan tek mezheptir. Alevilik inancıyla ilgili resmi hiçbir belirti bile yoktur. Oysa aynı Aleviler, Lübnan’da, Suriye komşusu ve etkisi altında olan bir ülkede, Yüksek Alevi Meclisi gibi hakları ve parlamentoda hisseleri Anayasal olarak belirlenmiştir (Taif Anlaşması 1989). Buna rağmen Aleviler, Suriye’de laik yönetime tüm güçleriyle destek vermektedir; nüfus oranına göre İsrail’e karşı mücadelede en çok şehit veren topluluk Alevilerdir. Aleviler laikliğin olduğu yerde kendilerini özgür hissediyor, inancının merkezinde ne iktidar ne de devlet algısı olmaması nedeniyle insanca onurluca yaşayacakları güvenli bir ortamı yeterli görüyorlar. Devlet görevlerinde nüfuslarına oranlarına hiçte uygun olmayan paylarına bir itirazları da olmamaktadır. Bu konumlanış, bir cürüm gibi Alevilere yönelik haksız eleştirileri beslediği ise bilinen bir gerçektir.

Cengiz Çandar, okura Suriye’nin bir “azınlık Alevi yönetimi” altında olduğu yalanını tekrarla söylemesi olaylara bilinçaltındaki inanç kirliliğiyle ilgilidir. Yazarlık ahlakıyla çelişkili olan bu çizgi, yoğun yalanlarla bataklık haline gelmektedir. Çandarın yazıları da böylesi bir batıklıktır.

Çandar’ı belirgin biçimde sıkıntıya sokan, Türkiye ve Suriye Alevileri olduğunu bu konulara ilişkin yazdığı her yazıdan çıkarmak zor değil. Suriye’de Alevilerin oranının verirken “%7” oranını tercih etmesi de bunun ifadesidir. Nereden almış bu rakamı belli değil. Amaç küçük düşürmek, önemsiz göstermek olanca insan böylesine düşkün hallere gelir dayanır. 23 milyonluk Suriye’nin % 7’si 1 Milyon 610 bin kişi yapar. Bu sayı bırakın Lazkiye gibi büyük bir şehri, Tartus kentindeki Alevi sayısının bile altındadır. Aleviler, tarafsız kaynaklarca, %15-17 civarında olduğu tespit edilmektedir. Bu oran Lazkiye, Tartus Humus gibi şehirlerde, az miktarda Halep daha çok miktarda ise Şam’da yerleşik bir nüfustur; yaklaşık 3 milyon 500 ile 4 milyon civarındadır. Cengiz Çandar, bu basit gerçeği de saptırmak istemesi kin ve nefret algısının yazılarında tecellisinden ibarettir.

Farklılıklarıyla, Suriye’nin mozaiği olan topluluklar, Suriye Toplumunun %85’ni aşan bir kitle olarak, ortak vatan çatısı altında sıkı bir birlik içinde iç ve dış güçlere karşı durmaktadır. Suriye halkı, direnişçi yönetimine bağlı olduğunu, her defasında milyonlarca insanın meydanlara destek amacıyla inmesinde göstermektedir. Ancak okurunu aldatan Cengiz Çandar bunu görmek yerine, her ülkede olması gereken kadar olan Suriye muhalefetinin, Amerika, İsrail, Arap gericiliği ve Erdoğan tarafından silahlandırılarak kışkırtıldığını gizlemeye çalışıyor.

Cengiz Çandar Suriyeli Alevilere çamur atmak, onları suçlu göstermek için, bu topluluğun “büyük Alevi projesi” gibi planları olduğunu ima eden cümleler kurarak okurunun kafasını bulandırabileceğini sanıyor.

İddiayla söylüyorum, Suriye Alevileri hiçbir zaman, Alevilik inancı üzerine kurulu bir siyasi proje içinde olmadılar. On yıllara dayanan ilişkilerimden edindiğim sonuç budur. Onlar hep ortak vatan algısında oldular, inançlarıyla ilgili ne bir hak ne bir kurumlaşma talepleri bile olmadı. Arap Aleviliği inancında Sünnilikte olduğu gibi bir fıkıh algısı olmadığı, inançları toplumsal erdem ve yaşamla ilgili felsefi bir duruş olduğu için de özgün bir siyasi iktidar hevesleri hiç olmadı. İslam’ın bu mezhebinde, insan merkezli algı, onları siyasetten uzak kılmıştır. Belki de Alevilerin en büyük handikabı budur. Bunu cahil ve bir o kadar aptal olan Cengiz Çandar bilmez, biliyorsa bile okurunu aldatmak için dile getirmez.

Suriye Alevilerinin, bırakın Türkiye Alevileriyle, Hatay Alevileriyle bile siyasal bir proje etrafında hiç bir bağları olmadı; bu da önemli bir eksiklik olsa gerek. Cengiz Çandar bilmeden yazıyor, amaç kin olunca sonuç böyle oluyor.

Erdoğan ve eli kanlı şebekelerin, farklı mekan, zaman ve farklı kişilerce, aynı yarde ve aynı zamanda ve tek kişi tarafından tanıklığı yapılmış gibi anlatımlarla aktardıkları “Devlet Başkanı Başşar Esad’ın kardeşi Mahir Esad komutasındaki Dördüncü Tümeni’nin saldırıları” yalanını, okurına servis etmektedir. Bu nakarat, karanlık senaryoların vurucu cümlesi olarak, şifre gibi tekrarla verilmektedir.

Öncelikle bilinmesi gereken, Suriye’nin Mahir Esad komutanlığındaki 4. Fırkası, Şam’daki konumundan tek bir askerini yerinden kıpırdatmadığı gibi, hiçbir olaya, hiçbir soruna da karışmadı. Bu fırkanın görevi ve konumlanışı itibariyle bu olaylarla uzak yakın ilgili olmadığı bilinmektedir. Araştırmalarım, dostlarımdan aldığım bilgiler, bunun aksini kanıtlayacak tek bir belirtiye, tek bir olaya, tek bir kanıta yer vermiyor. Bunun aksini gösteren hiçbir veri de yoktur. Deraa’dan Cisir el Şuğura kadar, yani biri en güneyde diğeri en kuzeyde ve aralarında yaklaşık olarak 650 km olan bu iki yerleşim birimine aynı anda Mahir Esad komutasının, Suriye’nin diğer tüm ordu etkinliklerini aşarak yetiştiği yetişmesi için Süpermen olması gereklidir.

Mahir Esad kurgusunu üretenler, ne yaptığını biliyor. Bir simge seçmek, okları ona yöneltmek, bıktırıcı tarzda bunu tekrar ederek, iç dokuyu birbirine karşı getirmektir. Beşşar Esad’ı gerçek hiçbir nedeni olmamasına karşın Mahir Esad’ı harcamaya zorlamaktır. Ancak bu iddia sahiplerinin sıkıntısı da az değildir; bunca video çekimi yapmalarına rağmen neden Mahir Esad’ın komutanı olduğu 4. fırkaya ait bir silah, bir tank, bir araç, bir komutan ismi, bir çavuş adı dahi verememektedirler. Veremezler, yeryüzünde olmayanı verene henüz rastlanmadı. Cengiz Çandar işte böylesi yalanların tezgahtarıdır.

Mahir Esad’la ilgili diğer bir mizansen ise; “Mahir Esad’ın ordusu bizi uçak, helikopter ve tanklarla vurdu yakıp yıktı” diyorlar özellikle Türkiye’ye kaçan eli kanlı şebekelerin tıpkıbasım iddiaları öyle. Bir Allahın kulu çıkıp da “Mahir Esad kuvvetlerine ait silahlarla öldürdüğü ya da yaraladığını gösterecek bir tek adli tıp raporu yok mudur” demez mi? Demez, çünkü bu akıl Cengiz Çandar aklı gibi yalan üzerine, abartı üzerine kurludur. Suriye’nin hiçbir yerinde uçuk, helikopter ya da tank topu ile tek bir atış yapılmamıştır. Zaten bu terör şebekelerinin gücü böylesi bir şeyi gerektirmiyor. Onlar sadece “Yaratıcı Anarşi” için, kaos için ülkenin güneyinden kuzeyine, küçük öbekler halinde silah kullanıyorlar. Bu davranış tam da dış güçlerin planlaması olarak sahnelenmektedir. Amaç, sonuçta “sivilleri korumak için” askeri müdahaledir. Cengiz Çandar bu kirli oyunun bir parçası olarak yalan söylemektedir.

Çandar, bunlarla yetinmiyor, bir de kanlı mezhep çatışmasını körükleyen, kıymeti kendinden menkul senaryolar da üretiyor. Şunları diyor

Harita üzerinde bir çizgi çektiğiniz vakit, Türkiye’nin Hatay sınırından Kuzey Lübnan’a doğru inen hattın denize kadar kalan bölgesi, dağlık ve Cebel Nusayriyye ya da Cebel Aleviyye diye anılan, rejimin kitle tabanını oluşturan Alevi-Nusayri azınlığın yoğun olarak yaşadığı alan.

Ülkenin temel ticari aksını ifade eden Halep-Şam karayolu, bu hatta paralel ve üzerinde Maaret Numan’dan sonra, Hama ve Homs’tan geçerek başkente ulaşıyor.

Bu hattın tüm batısı, Akdeniz’e kadar olan alanın, her iki sınır boyunun (Türkiye-Hatay ve Lübnan) Sünni nüfustan arındırılması, Halep, Hama ve Hums gibi önemli ve büyük Sünni merkezlerin arasındaki bağlantının kesilmesi gibi bir ‘stratejik hesap’ dikkati çekiyor, Suriye ordusunun Devlet Başkanı Başşar Esad’ın kardeşi Mahir Esad komutasındaki Dördüncü Tümeni’nin saldırılarında.

Bu uygulama, kimi gözlemcilerde, rejimin Suriye’nin dağılması ihtimaline karşı ‘Alevi-Nusayri heartland’ını sağlama alma ve Alevi-Nusayri azınlığı için hayati olan bölgede ‘Sünni nüfus temizliği’ yapıldığı algılamasına yol açıyor
.” (Agm)

Bu iddianın kaba bir yalan olduğunu anlamak için gerçekten haritaya bakmak yeterlidir, diyeceğim. Helep-Şam otoyolu kuzeyden güneye düz bir çizgi olarak iner. Bu yolun batısı ve doğusu tümüyle Sünni yerleşim alanıdır. Alevi yerleşimi yoktur. Bu hattın batısından sonra, yani Alevi dağları diye isimlendirilen tepelerle birlikte Alevi yerleşimi başlar, Akdenize kadar devam eder. Halep-Şam otoyolunun doğusu ve batısı yoğun bir Sünni nüfus bölgesi olarak da tarihin hiçbir döneminde mezhep çatışmasına sahne olmamıştır. Olmayan taraflar arasında nasıl bir çatışma olabilir ki; Cengiz Çandar’ın hayal dünyası bunu arzulamış olması gerçek olması için yeterli değildir. Dolaysıyla bu alanda kim kimi nasıl tasfiye etme düşüncesine kapılabilir ki? Tasfiyeler iki mezhebin ortak yaşam alanlarında akli olarak mümkündür. Ama buda hiçbir zaman olmamıştır.

İki mezhebin karışık yaşadığı, alanlarda 1400 yıldır bir arada, iç içe yaşayan Alevilerle Sünniler arasında ne geçmişte ne de bu gün tek bir çatışma, tek bir toplu eylem, tek bir toplu çekişme yaşanmamıştır. Tarih boyunca olanlar, dıştan gelen gasp ve talan amaçlı Yavuz Sultan Selim’in 1516’da ki Mercidabık savaşıyla başlayan toplu Alevi katliamıdır. Bu katliam yerli Sünni halkında tepkisini çekmiştir. Zira sonuçta kendi toprakları da gasp ve talan edilmiştir. Dış güçlerin kuklası Müslüman Kardeşler şebekesinin 1980’li yıllarda yaptığı kanlı eylemler bile Sünnilerle Alevileri kitlesel olarak karşı karşıya getirememiştir. Lazkiye bölgesini etraflıca bilen biri olarak, her kesimle yoğun dostluk ilişkisi kurmuş olarak bu duygunun zerresi bile mevcut olmadığını söylemem gerek. Öyle ki ülkemizde siyasi nedenlerle daha da boyutlanan Alevi-Sünni çatışmalarına ait potansiyel psikolojik bir veri bile yoktur diyeceğim.

Çandar bu iddiasında da yalan söylüyor, iç dünyasındaki şeytanın mezhep kışkırtıcısı sözlerine kulak veriyor ve okuru aldatmak için yazıyor. Alevilerin ne ayrı bir yaşam çabası ne de başkasının topraklarında ve haklarında gözü yoktur. Böyle bir eğilimi kışkırtacak inanç zemininde ilkesel bir verisi yoktur. Bu tehlike inancının temelinde, İslam devleti ve İslam şeriatı algısı olanlarda aranabilir, Alevilikte değil; Alevilerin böylesi bir eğilimi olsaydı, en güçlü döneminde, Hafız Esad’ın söylediği her sözün kanun olduğu dönemde bunu yaparlardı.

Alevileri yayılmacı diye göstermek, tasfiyelerle toprak gaspçısı diye lanse etmeye çalışmak insaf ve vicdanı bitmiş ahlaksızların işidir. Çandar böyle biridir. Bunu anlamak için, olayların boyutlandığı kentlerin coğrafi konumuna bakmak yeterlidir.

Suriye olaylarındaki çatışmaların coğrafi olarak dağılımı Çandarın, iddia ettiği gibi değildir. Deraa kenti, ülkenin en güney ucundadır ne içinde ne çevresinde hiçbir Alevi yerleşimi birimi yoktur. Ebu Kemal kenti, Suriye’nin en doğusundadır ve Alevi yerleşimi hiç yoktur. Dolaysıyla, hangi Alevi tasfiye palanından söz edilebilir. Böylesi bir iddia yazılırken, okurun harita bilgisizliğine güvenmek bu çağda artık geçerli bir demagoji değildir. Bu söylemler, ölüm çatışmasını körükleyen cehennem zebanilerinin ağzıdır. Bu ölüm denklemleri Lübnanlı Saad El Hariri yürütmektedir. Cengiz Çandar da haririnin Türkiye’deki medya yatırımlarının danışmanı olduğu bilinmektedir. Tencere ve kapağı olayı.

Cengiz Çandar, Alevileri hedef göstermek için şaşkınca yaptığı tespitlerin bir yalan olduğunu çatışmalı tem illerin, sınır illeri olduğu gerçeğini atlamasından da anlamak zor değildir. Bu önemli ortak böleni atlayarak, Aleviler alan temizliği yapıyorlar gibi insafsız bir iddia ortaya atması, Suriye olaylarını bütünüyle izah edebilecek olan komşu ülke rolleri ve müdahalelerini gözden saklama ihtiyacındır.

Silahlı çatışmaların yoğun olarak yaşandığı kentleri tek tek ele alalım. Derra kenti Ürdün ve İsrail sınırında, Humus Lübnan, Cisr el Şuğur, Maaratül Numan Türkiye, Ebu kemal ili ise Irak sınırıdır. Dış güçler için en elverişli kışkırtmalar da buradan olmaktadır. “Sivillerin göçü” hikayesinin Türkiye sınırında tezgahlanması da; olay göç olayı değil, bölgemiz üzerine, komşumuz Suriye’ye olduğu kadar ülkemiz üzerine kurgulanan karanlık senaryoların bir perdesidir. Suriye olaylarında uluslar arası siyasi ekonomik jeostratejik çıkar ve dengeler rol oynamaktadır. Bu oyunlar içinde en çok acı çeken, katledilen, yakılıp yıkılan da Alevilerdir.

Aynı Cengiz Çandar, farkıl bir kurgu için farklı bir alevi tezine yönelir. Alevileri önemsiz bir azınlık olarak göstermek bunlar arasındadır; “Sınırın Türkiye tarafında, Hatay ilimizde ise 300-400 bin olarak tahmin edilen Alevi-Nusayri vatandaşlarımız yaşıyor”. Bu ifadelerin Hatay’daki Aleviler üzerinde (Suriye’ye bağlı olmaları anlamında) kuşku yaratma mesajını şimdilik önemsemeden geçiyorum.

Sonra, mezhepsel ayrımlar üzerine yapılan ısrarın tehlikesine dikkat çekmek istiyorum. Bölgemizde ve ülkemizde temelde mezhepsel bir sorun değil mezhepleri de ilgilendiren siyasal bir sorun vardır. İnançlar arası adaletsizlikten kaynaklanan, temel hak ve özgürlüklerle ilgili sorun vardır. Mezheplerin özerklikleri ya da siyasi iktidar sorunları değil.

Diğer taraftan, ülkemizde Alevilik bir bütündür. Demokratik hak ve talepleri de bütünsel bir program konusudur.

Arap etnik kökenli Aleviler, Hatay, Mersin ve Adana’da yaklaşık 3 milyon nüfusuyla Türkiye’nin ikinci en büyük etnik topluluğu olduğun hatırlatacağım. Arap Alevilerini “Nusayri” tanımlaması altında bölüp, büyük Alevi ailesinden farklılaştırma çabası çirkin bir söylemdir. İnanç, etnik yapı, dil gibi sorunlar üzerinde oynayıp, hak sahiplerinin güçsüzleştirilmesine çabalamaktır. Cengiz Çandar bu kavramları bilinçli olarak kullanıp servis etmektedir.

Toros dağlarının güney şeridinde yaşayan Arap Alevileri, Ülke genelinde 15 milyonu aşan nüfusuyla büyük alevi ailesinin bir parçasıdır. Sorunları ve talepleri aynıdır. Bu inanç topluluğun demokratik hakları, yüz yılların mücadele birikimleriyle kendini ifade etmektedir. Bu gün de ülkemizin en büyük laik topluluğu olarak, demokratik anayasanın önemle ele alma yükümlüğü altında olduğu bir topluluktur.

Ancak Alevilerin mücadelesini ve haklarını güvenlik önlemleri kapsamında ele almak, önceki anayasaların hatasını tekrar etmek anlamına gelir. Aleviler böylesi dayatmalara karşı artık sesiz kalmayacak kadar örgütlü ve bilinçlidir. Buna rağmen, Aleviler bölge gelişmelerini yakında takip eden bir güç olarak, bölge halklarının savaşlara sürülmesine, kirli komplolarla komşularımıza dayatılan baskılara karşı da sesiz kalmayacaktır.

Cengiz Çandar, her cümlesinde yalan söylemekte, bilgiye dayanmadan yazmakta olmakla kalmıyor Komşularımıza karşı uzun zamandır duyduğu kin ve intikam duygularıyla bir paramiliter olarak yazıyor.

Aleviler bu cahilin yaptıklarını bir kenara not ettikleri bilinmelidir. Çorum’da, Maraş’ta, Sivas’ta ölüm senaryolarını ikame eden derin güçler, bu planlarını hasta adamları iyileştikçe bölge çapında bir alevi tasfiyesi olarak tezgahlama çabasındadırlar. Bunun için Çandar gibi insanlık dışı cahillerin kışkırtmasıyla Erdoğan’a, kah Nasır rolü kah Sünni liderliği elbisesi biçmektedirler. Gerçek ise çok farklıdır. Mısır’ın Ezher’inin olduğu yerde, Mekke ve Medine Suudi Vahhabilerin elinde olduğu bir bölgede Sünni liderliği üzerinde ahkam kesmek için ya aptal olmak ya da cahil olmak gereklidir. Bölgenin devrimci, direnişçi Sünniliğinin liderliği ise halı hazırda Suriye, Lübnan ve Filistin direnme güçlerinin elindedir. Erdoğan’ın bu kulvarda yeri yoktur o, İsrail ve Amerika’nın, NATO’nun, Büyük Ortadoğu Projesinin (BDP) çıkarları kulvarındadır.

Cengiz Çandar, hep yanlış ata oynadı ve kaybetti. O bölgede dış güçlerin müdahalesi üzerine oluşturulan karanlık senaryoların sözcüsü oldu. Kin kustu, intikam için yazdı. Okurunu aldattı. Bölge konusundaki cehaletini tantanalı sözlerle örtemeye çalıştı.

Cengiz Çandar, bilmeden yazdı, bilmeden konuştu; altı da üstü de budur.

Son olarak, Çandar ülkemizin demokratik anayasa yazımıyla ilgili ortaya koyduğu ve olaya sadece güvenlik açısından bakan yaklaşımı da bir teorik algı eksikliğine işarettir. O, önerilerini, Türkiye’nin Alevi ve Kürt sorununu bu toplumsal güçlerin hakları açısından değil de “patlamalarını önlemek için” acilen ele alınmalıdır yönünde bir yaklaşım içindedir. Bu yaklaşım bilindiği gibi yüz yıldır ülkemizin sancısı olan güvenlik yaklaşımının kendisidir. Var olan toplumsal gerçekler ve onların haklarını anayasal yasal kurum ve kuruluşlarla güvenceye alma kaygısında dağilidir; padişah ulfesi verme, sadaka sunma algısıyla tepkileri önleme çabasındadır.

Cengiz Çandar bu akılla anayasa oluşturmanın ittihatçı çizgisini sürdürmektedir. O her ne kadar liberallik, adı altında bunu dile getiriyor olsa da algı kökler. Eski-Osmanlıcılığın, kendini Yeni-Osmanlıcılıkta ifade etmesidir.

Hiç yorum yok: