19 Haziran 2011 Pazar
CANGİZ ÇANDAR’IN BİTMEYEN YALAN KURGULARI
Mihrac Ural18 Haziran 2011
Cengiz Çandar. 18 Haziran 2011 tarihli radikalde yer alan “Suriye ve Türkiye’nin Alevi ve Kürt sorunu” başlıklı makalesi için söylenecek ilk şey, okuru aptal yerine koyan bu kadar da yalan olamaz. Doğru tek bir satırı olmayan, ispatı, kanıtı mümkün olmayan abartma ve kurgunun böylesine pervasızca yapılması, okurla alay etmekten başka bir anlamı olamaz.
Okurdan özür dileyerek, bölgeyi uzmanı diye sunulan bu yazarın, gerçek anlamda bölge cahili olduğunu belirteceğim. Bunu anlamak için yazısında tek bir belge, tek bir kanıt sunmadan yazmakta olduğuna işaret edeceğim. Yalandan kimse ölmemiş diyerek yaptığı iddialar, okurun her iddiayı araştırma durumunda olmayacağı üzerine kurgulanmış söylemleri, bölgemiz üzerinde oynanan oyunların hangi kapsamda olduğuna da bir işaret sayılmalıdır diyeceğim.
Çandar, söz konusu makalesinde, kaba yalanların başında, Suriye yönetiminin “Silahsız, sivil bir halka karşı amansız askeri operasyonların gerçekleştiği” (Agm) iddiasıdır. Böylesi bir iddianın doğrulanmadan önce yönetim yanlısı sivil ve güvenlik görevlisi 800 kişinin nasıl şehit olduğunun açıklaması yapılmalıdır. Bunu açıklamanın mümkünü yoktur. Çünkü eli kanlı şebekelerin, ne bir siyasal hak ve talep ne de halkla ilgili olmayan kaygıları, Cuma gününe ve Cuma namazına sığınmış sinsilikleriyle silahlı eylemler yapmaktadırlar. Tek hedefleri katletmek olan, güvenlik kuvvetleri ve siviller üzerine çapraz ateş açarak provokasyon yapan bu şebekeler, kan üzerinden, gelen her ölünün ardından yürüyen çevreleri daha da kanlı eylemlere sürmek için kışkırtan bir taktik izlemektedirler. Ölümlerin nedeni de artışı da bundandır. Bu da açıkça Cengiz Çandarın okurlarına izah edemeyeceği bir durumdur.
Bu katliamı yapanların önemli bir kısmı ele geçmiş ve açıkça itiraflarda bulunmuşlardır. Öyle ki parayı, silahı, her türden lojistik desteği Türkiye’den alarak bu cinayetleri işlediklerini dile getirmiştir. Depo depo silahlar yakalanmış, yapılan askeri eylem hazırlıkları ortaya çıkmıştır. Bu eylemler arasında ülke ekonomisini çökertmek, turizm mevsimini katletmek, petrol boru hatlarının ve depolarını uçurmak, kamu mülklerini kundaklamak gibi bir dizi hedef açığa çıkmıştır. Banyas’ta yakalanan yabancı generaller, eylemleri yöneten Türklerin oluşu artık sağır sultanın bildiği duyduğu verilerdir.
Cengiz Çandar, “amansız silahlı operasyonlar”ı yapan şebekeleri aklayıp, topu karşı tarafa atarak okuruna yalan söylemektedir.
Çandar, yalan kurguları için, uzun zamandır kin ve nefretle saldırdığı Suriye Alevileri üzerine yönelmiştir. Suriye yönetimini “azınlık Alevi egemenliği” olarak yansıtmaya çalışmaktadır. Bu iddiası da o kadar kaba bir yalan ki, Laik Suriye’de Aleviler ne hükümette, ne ordu da ne de devletle ilgili herhangi bir kurumda yaklaşık %15-17 olan nüfusa oranlarının hakkını almamıştır.
Bilmeyenler de öğrensin, mutlaka bir mezhepsel köken aranacaksa, Suriye yönetimi laik Sünni orta tabakanın halkçı yönetimidir demek en gerçekçi tespit olacaktır. Kamdı ki, laik Suriye’de hiçbir şey mezhepsel temellere ya da kaynaklara dayanmaz. Bu yönetimin temel gücü de buradan geliyor. Buna Beşşar Esbad’ın yönetime geldiği 2000 yılından sonra yapılan liberal açılımların da etkisiyle, nefret ve intikam çevreleri, hiçbir yönetimle uyumlu olmamayı inanç ilkesi edinmiş ilkel gericiler hariç toplumun alt ve üst kesimleri arasında önemli bir konsesüs oluşarak yönetim etkince destek almıştır. Dış politikada sürdürülen tutarlı anti-emperyalist, anti- siyonist çizgi bunda önemli rol oynadığı bilinmektedir. Bunun da ötesinde, Gazze savaşında (2008-2009) en inatçı düşman olan eli kanlı Müslüman Kardeşler Hareketi bile yönetime destek verdiğini açıklamıştır (Suriye yönetimi, eli kanlı bu şebekenin “destek” açıklamasını elinin tersiyle itmiştir).
Bu temel destek gücüne, Hıristiyanlar, ezici çoğunluğuyla Kürtler, Dürzüler de destek vermektedir. Alevilerin konumu ise, demokratik, komünist örgütlerde yer alan Arif Dalila, Fatih Camus gibi önemli sayıda barış ve diyalogdan yana muhalife aydınları olmasına karşın yönetimin yanında saf tutmuştur.
Aleviler, inanç özgürlüğü açısından Suriye’nin inanç haritasında yer alanlara göre hakları olmayan tek mezheptir. Alevilik inancıyla ilgili resmi hiçbir belirti bile yoktur. Oysa aynı Aleviler, Lübnan’da, Suriye komşusu ve etkisi altında olan bir ülkede, Yüksek Alevi Meclisi gibi hakları ve parlamentoda hisseleri Anayasal olarak belirlenmiştir (Taif Anlaşması 1989). Buna rağmen Aleviler, Suriye’de laik yönetime tüm güçleriyle destek vermektedir; nüfus oranına göre İsrail’e karşı mücadelede en çok şehit veren topluluk Alevilerdir. Aleviler laikliğin olduğu yerde kendilerini özgür hissediyor, inancının merkezinde ne iktidar ne de devlet algısı olmaması nedeniyle insanca onurluca yaşayacakları güvenli bir ortamı yeterli görüyorlar. Devlet görevlerinde nüfuslarına oranlarına hiçte uygun olmayan paylarına bir itirazları da olmamaktadır. Bu konumlanış, bir cürüm gibi Alevilere yönelik haksız eleştirileri beslediği ise bilinen bir gerçektir.
Cengiz Çandar, okura Suriye’nin bir “azınlık Alevi yönetimi” altında olduğu yalanını tekrarla söylemesi olaylara bilinçaltındaki inanç kirliliğiyle ilgilidir. Yazarlık ahlakıyla çelişkili olan bu çizgi, yoğun yalanlarla bataklık haline gelmektedir. Çandarın yazıları da böylesi bir batıklıktır.
Çandar’ı belirgin biçimde sıkıntıya sokan, Türkiye ve Suriye Alevileri olduğunu bu konulara ilişkin yazdığı her yazıdan çıkarmak zor değil. Suriye’de Alevilerin oranının verirken “%7” oranını tercih etmesi de bunun ifadesidir. Nereden almış bu rakamı belli değil. Amaç küçük düşürmek, önemsiz göstermek olanca insan böylesine düşkün hallere gelir dayanır. 23 milyonluk Suriye’nin % 7’si 1 Milyon 610 bin kişi yapar. Bu sayı bırakın Lazkiye gibi büyük bir şehri, Tartus kentindeki Alevi sayısının bile altındadır. Aleviler, tarafsız kaynaklarca, %15-17 civarında olduğu tespit edilmektedir. Bu oran Lazkiye, Tartus Humus gibi şehirlerde, az miktarda Halep daha çok miktarda ise Şam’da yerleşik bir nüfustur; yaklaşık 3 milyon 500 ile 4 milyon civarındadır. Cengiz Çandar, bu basit gerçeği de saptırmak istemesi kin ve nefret algısının yazılarında tecellisinden ibarettir.
Farklılıklarıyla, Suriye’nin mozaiği olan topluluklar, Suriye Toplumunun %85’ni aşan bir kitle olarak, ortak vatan çatısı altında sıkı bir birlik içinde iç ve dış güçlere karşı durmaktadır. Suriye halkı, direnişçi yönetimine bağlı olduğunu, her defasında milyonlarca insanın meydanlara destek amacıyla inmesinde göstermektedir. Ancak okurunu aldatan Cengiz Çandar bunu görmek yerine, her ülkede olması gereken kadar olan Suriye muhalefetinin, Amerika, İsrail, Arap gericiliği ve Erdoğan tarafından silahlandırılarak kışkırtıldığını gizlemeye çalışıyor.
Cengiz Çandar Suriyeli Alevilere çamur atmak, onları suçlu göstermek için, bu topluluğun “büyük Alevi projesi” gibi planları olduğunu ima eden cümleler kurarak okurunun kafasını bulandırabileceğini sanıyor.
İddiayla söylüyorum, Suriye Alevileri hiçbir zaman, Alevilik inancı üzerine kurulu bir siyasi proje içinde olmadılar. On yıllara dayanan ilişkilerimden edindiğim sonuç budur. Onlar hep ortak vatan algısında oldular, inançlarıyla ilgili ne bir hak ne bir kurumlaşma talepleri bile olmadı. Arap Aleviliği inancında Sünnilikte olduğu gibi bir fıkıh algısı olmadığı, inançları toplumsal erdem ve yaşamla ilgili felsefi bir duruş olduğu için de özgün bir siyasi iktidar hevesleri hiç olmadı. İslam’ın bu mezhebinde, insan merkezli algı, onları siyasetten uzak kılmıştır. Belki de Alevilerin en büyük handikabı budur. Bunu cahil ve bir o kadar aptal olan Cengiz Çandar bilmez, biliyorsa bile okurunu aldatmak için dile getirmez.
Suriye Alevilerinin, bırakın Türkiye Alevileriyle, Hatay Alevileriyle bile siyasal bir proje etrafında hiç bir bağları olmadı; bu da önemli bir eksiklik olsa gerek. Cengiz Çandar bilmeden yazıyor, amaç kin olunca sonuç böyle oluyor.
Erdoğan ve eli kanlı şebekelerin, farklı mekan, zaman ve farklı kişilerce, aynı yarde ve aynı zamanda ve tek kişi tarafından tanıklığı yapılmış gibi anlatımlarla aktardıkları “Devlet Başkanı Başşar Esad’ın kardeşi Mahir Esad komutasındaki Dördüncü Tümeni’nin saldırıları” yalanını, okurına servis etmektedir. Bu nakarat, karanlık senaryoların vurucu cümlesi olarak, şifre gibi tekrarla verilmektedir.
Öncelikle bilinmesi gereken, Suriye’nin Mahir Esad komutanlığındaki 4. Fırkası, Şam’daki konumundan tek bir askerini yerinden kıpırdatmadığı gibi, hiçbir olaya, hiçbir soruna da karışmadı. Bu fırkanın görevi ve konumlanışı itibariyle bu olaylarla uzak yakın ilgili olmadığı bilinmektedir. Araştırmalarım, dostlarımdan aldığım bilgiler, bunun aksini kanıtlayacak tek bir belirtiye, tek bir olaya, tek bir kanıta yer vermiyor. Bunun aksini gösteren hiçbir veri de yoktur. Deraa’dan Cisir el Şuğura kadar, yani biri en güneyde diğeri en kuzeyde ve aralarında yaklaşık olarak 650 km olan bu iki yerleşim birimine aynı anda Mahir Esad komutasının, Suriye’nin diğer tüm ordu etkinliklerini aşarak yetiştiği yetişmesi için Süpermen olması gereklidir.
Mahir Esad kurgusunu üretenler, ne yaptığını biliyor. Bir simge seçmek, okları ona yöneltmek, bıktırıcı tarzda bunu tekrar ederek, iç dokuyu birbirine karşı getirmektir. Beşşar Esad’ı gerçek hiçbir nedeni olmamasına karşın Mahir Esad’ı harcamaya zorlamaktır. Ancak bu iddia sahiplerinin sıkıntısı da az değildir; bunca video çekimi yapmalarına rağmen neden Mahir Esad’ın komutanı olduğu 4. fırkaya ait bir silah, bir tank, bir araç, bir komutan ismi, bir çavuş adı dahi verememektedirler. Veremezler, yeryüzünde olmayanı verene henüz rastlanmadı. Cengiz Çandar işte böylesi yalanların tezgahtarıdır.
Mahir Esad’la ilgili diğer bir mizansen ise; “Mahir Esad’ın ordusu bizi uçak, helikopter ve tanklarla vurdu yakıp yıktı” diyorlar özellikle Türkiye’ye kaçan eli kanlı şebekelerin tıpkıbasım iddiaları öyle. Bir Allahın kulu çıkıp da “Mahir Esad kuvvetlerine ait silahlarla öldürdüğü ya da yaraladığını gösterecek bir tek adli tıp raporu yok mudur” demez mi? Demez, çünkü bu akıl Cengiz Çandar aklı gibi yalan üzerine, abartı üzerine kurludur. Suriye’nin hiçbir yerinde uçuk, helikopter ya da tank topu ile tek bir atış yapılmamıştır. Zaten bu terör şebekelerinin gücü böylesi bir şeyi gerektirmiyor. Onlar sadece “Yaratıcı Anarşi” için, kaos için ülkenin güneyinden kuzeyine, küçük öbekler halinde silah kullanıyorlar. Bu davranış tam da dış güçlerin planlaması olarak sahnelenmektedir. Amaç, sonuçta “sivilleri korumak için” askeri müdahaledir. Cengiz Çandar bu kirli oyunun bir parçası olarak yalan söylemektedir.
Çandar, bunlarla yetinmiyor, bir de kanlı mezhep çatışmasını körükleyen, kıymeti kendinden menkul senaryolar da üretiyor. Şunları diyor
“Harita üzerinde bir çizgi çektiğiniz vakit, Türkiye’nin Hatay sınırından Kuzey Lübnan’a doğru inen hattın denize kadar kalan bölgesi, dağlık ve Cebel Nusayriyye ya da Cebel Aleviyye diye anılan, rejimin kitle tabanını oluşturan Alevi-Nusayri azınlığın yoğun olarak yaşadığı alan.
Ülkenin temel ticari aksını ifade eden Halep-Şam karayolu, bu hatta paralel ve üzerinde Maaret Numan’dan sonra, Hama ve Homs’tan geçerek başkente ulaşıyor.
Bu hattın tüm batısı, Akdeniz’e kadar olan alanın, her iki sınır boyunun (Türkiye-Hatay ve Lübnan) Sünni nüfustan arındırılması, Halep, Hama ve Hums gibi önemli ve büyük Sünni merkezlerin arasındaki bağlantının kesilmesi gibi bir ‘stratejik hesap’ dikkati çekiyor, Suriye ordusunun Devlet Başkanı Başşar Esad’ın kardeşi Mahir Esad komutasındaki Dördüncü Tümeni’nin saldırılarında.
Bu uygulama, kimi gözlemcilerde, rejimin Suriye’nin dağılması ihtimaline karşı ‘Alevi-Nusayri heartland’ını sağlama alma ve Alevi-Nusayri azınlığı için hayati olan bölgede ‘Sünni nüfus temizliği’ yapıldığı algılamasına yol açıyor.” (Agm)
Bu iddianın kaba bir yalan olduğunu anlamak için gerçekten haritaya bakmak yeterlidir, diyeceğim. Helep-Şam otoyolu kuzeyden güneye düz bir çizgi olarak iner. Bu yolun batısı ve doğusu tümüyle Sünni yerleşim alanıdır. Alevi yerleşimi yoktur. Bu hattın batısından sonra, yani Alevi dağları diye isimlendirilen tepelerle birlikte Alevi yerleşimi başlar, Akdenize kadar devam eder. Halep-Şam otoyolunun doğusu ve batısı yoğun bir Sünni nüfus bölgesi olarak da tarihin hiçbir döneminde mezhep çatışmasına sahne olmamıştır. Olmayan taraflar arasında nasıl bir çatışma olabilir ki; Cengiz Çandar’ın hayal dünyası bunu arzulamış olması gerçek olması için yeterli değildir. Dolaysıyla bu alanda kim kimi nasıl tasfiye etme düşüncesine kapılabilir ki? Tasfiyeler iki mezhebin ortak yaşam alanlarında akli olarak mümkündür. Ama buda hiçbir zaman olmamıştır.
İki mezhebin karışık yaşadığı, alanlarda 1400 yıldır bir arada, iç içe yaşayan Alevilerle Sünniler arasında ne geçmişte ne de bu gün tek bir çatışma, tek bir toplu eylem, tek bir toplu çekişme yaşanmamıştır. Tarih boyunca olanlar, dıştan gelen gasp ve talan amaçlı Yavuz Sultan Selim’in 1516’da ki Mercidabık savaşıyla başlayan toplu Alevi katliamıdır. Bu katliam yerli Sünni halkında tepkisini çekmiştir. Zira sonuçta kendi toprakları da gasp ve talan edilmiştir. Dış güçlerin kuklası Müslüman Kardeşler şebekesinin 1980’li yıllarda yaptığı kanlı eylemler bile Sünnilerle Alevileri kitlesel olarak karşı karşıya getirememiştir. Lazkiye bölgesini etraflıca bilen biri olarak, her kesimle yoğun dostluk ilişkisi kurmuş olarak bu duygunun zerresi bile mevcut olmadığını söylemem gerek. Öyle ki ülkemizde siyasi nedenlerle daha da boyutlanan Alevi-Sünni çatışmalarına ait potansiyel psikolojik bir veri bile yoktur diyeceğim.
Çandar bu iddiasında da yalan söylüyor, iç dünyasındaki şeytanın mezhep kışkırtıcısı sözlerine kulak veriyor ve okuru aldatmak için yazıyor. Alevilerin ne ayrı bir yaşam çabası ne de başkasının topraklarında ve haklarında gözü yoktur. Böyle bir eğilimi kışkırtacak inanç zemininde ilkesel bir verisi yoktur. Bu tehlike inancının temelinde, İslam devleti ve İslam şeriatı algısı olanlarda aranabilir, Alevilikte değil; Alevilerin böylesi bir eğilimi olsaydı, en güçlü döneminde, Hafız Esad’ın söylediği her sözün kanun olduğu dönemde bunu yaparlardı.
Alevileri yayılmacı diye göstermek, tasfiyelerle toprak gaspçısı diye lanse etmeye çalışmak insaf ve vicdanı bitmiş ahlaksızların işidir. Çandar böyle biridir. Bunu anlamak için, olayların boyutlandığı kentlerin coğrafi konumuna bakmak yeterlidir.
Suriye olaylarındaki çatışmaların coğrafi olarak dağılımı Çandarın, iddia ettiği gibi değildir. Deraa kenti, ülkenin en güney ucundadır ne içinde ne çevresinde hiçbir Alevi yerleşimi birimi yoktur. Ebu Kemal kenti, Suriye’nin en doğusundadır ve Alevi yerleşimi hiç yoktur. Dolaysıyla, hangi Alevi tasfiye palanından söz edilebilir. Böylesi bir iddia yazılırken, okurun harita bilgisizliğine güvenmek bu çağda artık geçerli bir demagoji değildir. Bu söylemler, ölüm çatışmasını körükleyen cehennem zebanilerinin ağzıdır. Bu ölüm denklemleri Lübnanlı Saad El Hariri yürütmektedir. Cengiz Çandar da haririnin Türkiye’deki medya yatırımlarının danışmanı olduğu bilinmektedir. Tencere ve kapağı olayı.
Cengiz Çandar, Alevileri hedef göstermek için şaşkınca yaptığı tespitlerin bir yalan olduğunu çatışmalı tem illerin, sınır illeri olduğu gerçeğini atlamasından da anlamak zor değildir. Bu önemli ortak böleni atlayarak, Aleviler alan temizliği yapıyorlar gibi insafsız bir iddia ortaya atması, Suriye olaylarını bütünüyle izah edebilecek olan komşu ülke rolleri ve müdahalelerini gözden saklama ihtiyacındır.
Silahlı çatışmaların yoğun olarak yaşandığı kentleri tek tek ele alalım. Derra kenti Ürdün ve İsrail sınırında, Humus Lübnan, Cisr el Şuğur, Maaratül Numan Türkiye, Ebu kemal ili ise Irak sınırıdır. Dış güçler için en elverişli kışkırtmalar da buradan olmaktadır. “Sivillerin göçü” hikayesinin Türkiye sınırında tezgahlanması da; olay göç olayı değil, bölgemiz üzerine, komşumuz Suriye’ye olduğu kadar ülkemiz üzerine kurgulanan karanlık senaryoların bir perdesidir. Suriye olaylarında uluslar arası siyasi ekonomik jeostratejik çıkar ve dengeler rol oynamaktadır. Bu oyunlar içinde en çok acı çeken, katledilen, yakılıp yıkılan da Alevilerdir.
Aynı Cengiz Çandar, farkıl bir kurgu için farklı bir alevi tezine yönelir. Alevileri önemsiz bir azınlık olarak göstermek bunlar arasındadır; “Sınırın Türkiye tarafında, Hatay ilimizde ise 300-400 bin olarak tahmin edilen Alevi-Nusayri vatandaşlarımız yaşıyor”. Bu ifadelerin Hatay’daki Aleviler üzerinde (Suriye’ye bağlı olmaları anlamında) kuşku yaratma mesajını şimdilik önemsemeden geçiyorum.
Sonra, mezhepsel ayrımlar üzerine yapılan ısrarın tehlikesine dikkat çekmek istiyorum. Bölgemizde ve ülkemizde temelde mezhepsel bir sorun değil mezhepleri de ilgilendiren siyasal bir sorun vardır. İnançlar arası adaletsizlikten kaynaklanan, temel hak ve özgürlüklerle ilgili sorun vardır. Mezheplerin özerklikleri ya da siyasi iktidar sorunları değil.
Diğer taraftan, ülkemizde Alevilik bir bütündür. Demokratik hak ve talepleri de bütünsel bir program konusudur.
Arap etnik kökenli Aleviler, Hatay, Mersin ve Adana’da yaklaşık 3 milyon nüfusuyla Türkiye’nin ikinci en büyük etnik topluluğu olduğun hatırlatacağım. Arap Alevilerini “Nusayri” tanımlaması altında bölüp, büyük Alevi ailesinden farklılaştırma çabası çirkin bir söylemdir. İnanç, etnik yapı, dil gibi sorunlar üzerinde oynayıp, hak sahiplerinin güçsüzleştirilmesine çabalamaktır. Cengiz Çandar bu kavramları bilinçli olarak kullanıp servis etmektedir.
Toros dağlarının güney şeridinde yaşayan Arap Alevileri, Ülke genelinde 15 milyonu aşan nüfusuyla büyük alevi ailesinin bir parçasıdır. Sorunları ve talepleri aynıdır. Bu inanç topluluğun demokratik hakları, yüz yılların mücadele birikimleriyle kendini ifade etmektedir. Bu gün de ülkemizin en büyük laik topluluğu olarak, demokratik anayasanın önemle ele alma yükümlüğü altında olduğu bir topluluktur.
Ancak Alevilerin mücadelesini ve haklarını güvenlik önlemleri kapsamında ele almak, önceki anayasaların hatasını tekrar etmek anlamına gelir. Aleviler böylesi dayatmalara karşı artık sesiz kalmayacak kadar örgütlü ve bilinçlidir. Buna rağmen, Aleviler bölge gelişmelerini yakında takip eden bir güç olarak, bölge halklarının savaşlara sürülmesine, kirli komplolarla komşularımıza dayatılan baskılara karşı da sesiz kalmayacaktır.
Cengiz Çandar, her cümlesinde yalan söylemekte, bilgiye dayanmadan yazmakta olmakla kalmıyor Komşularımıza karşı uzun zamandır duyduğu kin ve intikam duygularıyla bir paramiliter olarak yazıyor.
Aleviler bu cahilin yaptıklarını bir kenara not ettikleri bilinmelidir. Çorum’da, Maraş’ta, Sivas’ta ölüm senaryolarını ikame eden derin güçler, bu planlarını hasta adamları iyileştikçe bölge çapında bir alevi tasfiyesi olarak tezgahlama çabasındadırlar. Bunun için Çandar gibi insanlık dışı cahillerin kışkırtmasıyla Erdoğan’a, kah Nasır rolü kah Sünni liderliği elbisesi biçmektedirler. Gerçek ise çok farklıdır. Mısır’ın Ezher’inin olduğu yerde, Mekke ve Medine Suudi Vahhabilerin elinde olduğu bir bölgede Sünni liderliği üzerinde ahkam kesmek için ya aptal olmak ya da cahil olmak gereklidir. Bölgenin devrimci, direnişçi Sünniliğinin liderliği ise halı hazırda Suriye, Lübnan ve Filistin direnme güçlerinin elindedir. Erdoğan’ın bu kulvarda yeri yoktur o, İsrail ve Amerika’nın, NATO’nun, Büyük Ortadoğu Projesinin (BDP) çıkarları kulvarındadır.
Cengiz Çandar, hep yanlış ata oynadı ve kaybetti. O bölgede dış güçlerin müdahalesi üzerine oluşturulan karanlık senaryoların sözcüsü oldu. Kin kustu, intikam için yazdı. Okurunu aldattı. Bölge konusundaki cehaletini tantanalı sözlerle örtemeye çalıştı.
Cengiz Çandar, bilmeden yazdı, bilmeden konuştu; altı da üstü de budur.
Son olarak, Çandar ülkemizin demokratik anayasa yazımıyla ilgili ortaya koyduğu ve olaya sadece güvenlik açısından bakan yaklaşımı da bir teorik algı eksikliğine işarettir. O, önerilerini, Türkiye’nin Alevi ve Kürt sorununu bu toplumsal güçlerin hakları açısından değil de “patlamalarını önlemek için” acilen ele alınmalıdır yönünde bir yaklaşım içindedir. Bu yaklaşım bilindiği gibi yüz yıldır ülkemizin sancısı olan güvenlik yaklaşımının kendisidir. Var olan toplumsal gerçekler ve onların haklarını anayasal yasal kurum ve kuruluşlarla güvenceye alma kaygısında dağilidir; padişah ulfesi verme, sadaka sunma algısıyla tepkileri önleme çabasındadır.
Cengiz Çandar bu akılla anayasa oluşturmanın ittihatçı çizgisini sürdürmektedir. O her ne kadar liberallik, adı altında bunu dile getiriyor olsa da algı kökler. Eski-Osmanlıcılığın, kendini Yeni-Osmanlıcılıkta ifade etmesidir.
Cengiz Çandar. 18 Haziran 2011 tarihli radikalde yer alan “Suriye ve Türkiye’nin Alevi ve Kürt sorunu” başlıklı makalesi için söylenecek ilk şey, okuru aptal yerine koyan bu kadar da yalan olamaz. Doğru tek bir satırı olmayan, ispatı, kanıtı mümkün olmayan abartma ve kurgunun böylesine pervasızca yapılması, okurla alay etmekten başka bir anlamı olamaz.
Okurdan özür dileyerek, bölgeyi uzmanı diye sunulan bu yazarın, gerçek anlamda bölge cahili olduğunu belirteceğim. Bunu anlamak için yazısında tek bir belge, tek bir kanıt sunmadan yazmakta olduğuna işaret edeceğim. Yalandan kimse ölmemiş diyerek yaptığı iddialar, okurun her iddiayı araştırma durumunda olmayacağı üzerine kurgulanmış söylemleri, bölgemiz üzerinde oynanan oyunların hangi kapsamda olduğuna da bir işaret sayılmalıdır diyeceğim.
Çandar, söz konusu makalesinde, kaba yalanların başında, Suriye yönetiminin “Silahsız, sivil bir halka karşı amansız askeri operasyonların gerçekleştiği” (Agm) iddiasıdır. Böylesi bir iddianın doğrulanmadan önce yönetim yanlısı sivil ve güvenlik görevlisi 800 kişinin nasıl şehit olduğunun açıklaması yapılmalıdır. Bunu açıklamanın mümkünü yoktur. Çünkü eli kanlı şebekelerin, ne bir siyasal hak ve talep ne de halkla ilgili olmayan kaygıları, Cuma gününe ve Cuma namazına sığınmış sinsilikleriyle silahlı eylemler yapmaktadırlar. Tek hedefleri katletmek olan, güvenlik kuvvetleri ve siviller üzerine çapraz ateş açarak provokasyon yapan bu şebekeler, kan üzerinden, gelen her ölünün ardından yürüyen çevreleri daha da kanlı eylemlere sürmek için kışkırtan bir taktik izlemektedirler. Ölümlerin nedeni de artışı da bundandır. Bu da açıkça Cengiz Çandarın okurlarına izah edemeyeceği bir durumdur.
Bu katliamı yapanların önemli bir kısmı ele geçmiş ve açıkça itiraflarda bulunmuşlardır. Öyle ki parayı, silahı, her türden lojistik desteği Türkiye’den alarak bu cinayetleri işlediklerini dile getirmiştir. Depo depo silahlar yakalanmış, yapılan askeri eylem hazırlıkları ortaya çıkmıştır. Bu eylemler arasında ülke ekonomisini çökertmek, turizm mevsimini katletmek, petrol boru hatlarının ve depolarını uçurmak, kamu mülklerini kundaklamak gibi bir dizi hedef açığa çıkmıştır. Banyas’ta yakalanan yabancı generaller, eylemleri yöneten Türklerin oluşu artık sağır sultanın bildiği duyduğu verilerdir.
Cengiz Çandar, “amansız silahlı operasyonlar”ı yapan şebekeleri aklayıp, topu karşı tarafa atarak okuruna yalan söylemektedir.
Çandar, yalan kurguları için, uzun zamandır kin ve nefretle saldırdığı Suriye Alevileri üzerine yönelmiştir. Suriye yönetimini “azınlık Alevi egemenliği” olarak yansıtmaya çalışmaktadır. Bu iddiası da o kadar kaba bir yalan ki, Laik Suriye’de Aleviler ne hükümette, ne ordu da ne de devletle ilgili herhangi bir kurumda yaklaşık %15-17 olan nüfusa oranlarının hakkını almamıştır.
Bilmeyenler de öğrensin, mutlaka bir mezhepsel köken aranacaksa, Suriye yönetimi laik Sünni orta tabakanın halkçı yönetimidir demek en gerçekçi tespit olacaktır. Kamdı ki, laik Suriye’de hiçbir şey mezhepsel temellere ya da kaynaklara dayanmaz. Bu yönetimin temel gücü de buradan geliyor. Buna Beşşar Esbad’ın yönetime geldiği 2000 yılından sonra yapılan liberal açılımların da etkisiyle, nefret ve intikam çevreleri, hiçbir yönetimle uyumlu olmamayı inanç ilkesi edinmiş ilkel gericiler hariç toplumun alt ve üst kesimleri arasında önemli bir konsesüs oluşarak yönetim etkince destek almıştır. Dış politikada sürdürülen tutarlı anti-emperyalist, anti- siyonist çizgi bunda önemli rol oynadığı bilinmektedir. Bunun da ötesinde, Gazze savaşında (2008-2009) en inatçı düşman olan eli kanlı Müslüman Kardeşler Hareketi bile yönetime destek verdiğini açıklamıştır (Suriye yönetimi, eli kanlı bu şebekenin “destek” açıklamasını elinin tersiyle itmiştir).
Bu temel destek gücüne, Hıristiyanlar, ezici çoğunluğuyla Kürtler, Dürzüler de destek vermektedir. Alevilerin konumu ise, demokratik, komünist örgütlerde yer alan Arif Dalila, Fatih Camus gibi önemli sayıda barış ve diyalogdan yana muhalife aydınları olmasına karşın yönetimin yanında saf tutmuştur.
Aleviler, inanç özgürlüğü açısından Suriye’nin inanç haritasında yer alanlara göre hakları olmayan tek mezheptir. Alevilik inancıyla ilgili resmi hiçbir belirti bile yoktur. Oysa aynı Aleviler, Lübnan’da, Suriye komşusu ve etkisi altında olan bir ülkede, Yüksek Alevi Meclisi gibi hakları ve parlamentoda hisseleri Anayasal olarak belirlenmiştir (Taif Anlaşması 1989). Buna rağmen Aleviler, Suriye’de laik yönetime tüm güçleriyle destek vermektedir; nüfus oranına göre İsrail’e karşı mücadelede en çok şehit veren topluluk Alevilerdir. Aleviler laikliğin olduğu yerde kendilerini özgür hissediyor, inancının merkezinde ne iktidar ne de devlet algısı olmaması nedeniyle insanca onurluca yaşayacakları güvenli bir ortamı yeterli görüyorlar. Devlet görevlerinde nüfuslarına oranlarına hiçte uygun olmayan paylarına bir itirazları da olmamaktadır. Bu konumlanış, bir cürüm gibi Alevilere yönelik haksız eleştirileri beslediği ise bilinen bir gerçektir.
Cengiz Çandar, okura Suriye’nin bir “azınlık Alevi yönetimi” altında olduğu yalanını tekrarla söylemesi olaylara bilinçaltındaki inanç kirliliğiyle ilgilidir. Yazarlık ahlakıyla çelişkili olan bu çizgi, yoğun yalanlarla bataklık haline gelmektedir. Çandarın yazıları da böylesi bir batıklıktır.
Çandar’ı belirgin biçimde sıkıntıya sokan, Türkiye ve Suriye Alevileri olduğunu bu konulara ilişkin yazdığı her yazıdan çıkarmak zor değil. Suriye’de Alevilerin oranının verirken “%7” oranını tercih etmesi de bunun ifadesidir. Nereden almış bu rakamı belli değil. Amaç küçük düşürmek, önemsiz göstermek olanca insan böylesine düşkün hallere gelir dayanır. 23 milyonluk Suriye’nin % 7’si 1 Milyon 610 bin kişi yapar. Bu sayı bırakın Lazkiye gibi büyük bir şehri, Tartus kentindeki Alevi sayısının bile altındadır. Aleviler, tarafsız kaynaklarca, %15-17 civarında olduğu tespit edilmektedir. Bu oran Lazkiye, Tartus Humus gibi şehirlerde, az miktarda Halep daha çok miktarda ise Şam’da yerleşik bir nüfustur; yaklaşık 3 milyon 500 ile 4 milyon civarındadır. Cengiz Çandar, bu basit gerçeği de saptırmak istemesi kin ve nefret algısının yazılarında tecellisinden ibarettir.
Farklılıklarıyla, Suriye’nin mozaiği olan topluluklar, Suriye Toplumunun %85’ni aşan bir kitle olarak, ortak vatan çatısı altında sıkı bir birlik içinde iç ve dış güçlere karşı durmaktadır. Suriye halkı, direnişçi yönetimine bağlı olduğunu, her defasında milyonlarca insanın meydanlara destek amacıyla inmesinde göstermektedir. Ancak okurunu aldatan Cengiz Çandar bunu görmek yerine, her ülkede olması gereken kadar olan Suriye muhalefetinin, Amerika, İsrail, Arap gericiliği ve Erdoğan tarafından silahlandırılarak kışkırtıldığını gizlemeye çalışıyor.
Cengiz Çandar Suriyeli Alevilere çamur atmak, onları suçlu göstermek için, bu topluluğun “büyük Alevi projesi” gibi planları olduğunu ima eden cümleler kurarak okurunun kafasını bulandırabileceğini sanıyor.
İddiayla söylüyorum, Suriye Alevileri hiçbir zaman, Alevilik inancı üzerine kurulu bir siyasi proje içinde olmadılar. On yıllara dayanan ilişkilerimden edindiğim sonuç budur. Onlar hep ortak vatan algısında oldular, inançlarıyla ilgili ne bir hak ne bir kurumlaşma talepleri bile olmadı. Arap Aleviliği inancında Sünnilikte olduğu gibi bir fıkıh algısı olmadığı, inançları toplumsal erdem ve yaşamla ilgili felsefi bir duruş olduğu için de özgün bir siyasi iktidar hevesleri hiç olmadı. İslam’ın bu mezhebinde, insan merkezli algı, onları siyasetten uzak kılmıştır. Belki de Alevilerin en büyük handikabı budur. Bunu cahil ve bir o kadar aptal olan Cengiz Çandar bilmez, biliyorsa bile okurunu aldatmak için dile getirmez.
Suriye Alevilerinin, bırakın Türkiye Alevileriyle, Hatay Alevileriyle bile siyasal bir proje etrafında hiç bir bağları olmadı; bu da önemli bir eksiklik olsa gerek. Cengiz Çandar bilmeden yazıyor, amaç kin olunca sonuç böyle oluyor.
Erdoğan ve eli kanlı şebekelerin, farklı mekan, zaman ve farklı kişilerce, aynı yarde ve aynı zamanda ve tek kişi tarafından tanıklığı yapılmış gibi anlatımlarla aktardıkları “Devlet Başkanı Başşar Esad’ın kardeşi Mahir Esad komutasındaki Dördüncü Tümeni’nin saldırıları” yalanını, okurına servis etmektedir. Bu nakarat, karanlık senaryoların vurucu cümlesi olarak, şifre gibi tekrarla verilmektedir.
Öncelikle bilinmesi gereken, Suriye’nin Mahir Esad komutanlığındaki 4. Fırkası, Şam’daki konumundan tek bir askerini yerinden kıpırdatmadığı gibi, hiçbir olaya, hiçbir soruna da karışmadı. Bu fırkanın görevi ve konumlanışı itibariyle bu olaylarla uzak yakın ilgili olmadığı bilinmektedir. Araştırmalarım, dostlarımdan aldığım bilgiler, bunun aksini kanıtlayacak tek bir belirtiye, tek bir olaya, tek bir kanıta yer vermiyor. Bunun aksini gösteren hiçbir veri de yoktur. Deraa’dan Cisir el Şuğura kadar, yani biri en güneyde diğeri en kuzeyde ve aralarında yaklaşık olarak 650 km olan bu iki yerleşim birimine aynı anda Mahir Esad komutasının, Suriye’nin diğer tüm ordu etkinliklerini aşarak yetiştiği yetişmesi için Süpermen olması gereklidir.
Mahir Esad kurgusunu üretenler, ne yaptığını biliyor. Bir simge seçmek, okları ona yöneltmek, bıktırıcı tarzda bunu tekrar ederek, iç dokuyu birbirine karşı getirmektir. Beşşar Esad’ı gerçek hiçbir nedeni olmamasına karşın Mahir Esad’ı harcamaya zorlamaktır. Ancak bu iddia sahiplerinin sıkıntısı da az değildir; bunca video çekimi yapmalarına rağmen neden Mahir Esad’ın komutanı olduğu 4. fırkaya ait bir silah, bir tank, bir araç, bir komutan ismi, bir çavuş adı dahi verememektedirler. Veremezler, yeryüzünde olmayanı verene henüz rastlanmadı. Cengiz Çandar işte böylesi yalanların tezgahtarıdır.
Mahir Esad’la ilgili diğer bir mizansen ise; “Mahir Esad’ın ordusu bizi uçak, helikopter ve tanklarla vurdu yakıp yıktı” diyorlar özellikle Türkiye’ye kaçan eli kanlı şebekelerin tıpkıbasım iddiaları öyle. Bir Allahın kulu çıkıp da “Mahir Esad kuvvetlerine ait silahlarla öldürdüğü ya da yaraladığını gösterecek bir tek adli tıp raporu yok mudur” demez mi? Demez, çünkü bu akıl Cengiz Çandar aklı gibi yalan üzerine, abartı üzerine kurludur. Suriye’nin hiçbir yerinde uçuk, helikopter ya da tank topu ile tek bir atış yapılmamıştır. Zaten bu terör şebekelerinin gücü böylesi bir şeyi gerektirmiyor. Onlar sadece “Yaratıcı Anarşi” için, kaos için ülkenin güneyinden kuzeyine, küçük öbekler halinde silah kullanıyorlar. Bu davranış tam da dış güçlerin planlaması olarak sahnelenmektedir. Amaç, sonuçta “sivilleri korumak için” askeri müdahaledir. Cengiz Çandar bu kirli oyunun bir parçası olarak yalan söylemektedir.
Çandar, bunlarla yetinmiyor, bir de kanlı mezhep çatışmasını körükleyen, kıymeti kendinden menkul senaryolar da üretiyor. Şunları diyor
“Harita üzerinde bir çizgi çektiğiniz vakit, Türkiye’nin Hatay sınırından Kuzey Lübnan’a doğru inen hattın denize kadar kalan bölgesi, dağlık ve Cebel Nusayriyye ya da Cebel Aleviyye diye anılan, rejimin kitle tabanını oluşturan Alevi-Nusayri azınlığın yoğun olarak yaşadığı alan.
Ülkenin temel ticari aksını ifade eden Halep-Şam karayolu, bu hatta paralel ve üzerinde Maaret Numan’dan sonra, Hama ve Homs’tan geçerek başkente ulaşıyor.
Bu hattın tüm batısı, Akdeniz’e kadar olan alanın, her iki sınır boyunun (Türkiye-Hatay ve Lübnan) Sünni nüfustan arındırılması, Halep, Hama ve Hums gibi önemli ve büyük Sünni merkezlerin arasındaki bağlantının kesilmesi gibi bir ‘stratejik hesap’ dikkati çekiyor, Suriye ordusunun Devlet Başkanı Başşar Esad’ın kardeşi Mahir Esad komutasındaki Dördüncü Tümeni’nin saldırılarında.
Bu uygulama, kimi gözlemcilerde, rejimin Suriye’nin dağılması ihtimaline karşı ‘Alevi-Nusayri heartland’ını sağlama alma ve Alevi-Nusayri azınlığı için hayati olan bölgede ‘Sünni nüfus temizliği’ yapıldığı algılamasına yol açıyor.” (Agm)
Bu iddianın kaba bir yalan olduğunu anlamak için gerçekten haritaya bakmak yeterlidir, diyeceğim. Helep-Şam otoyolu kuzeyden güneye düz bir çizgi olarak iner. Bu yolun batısı ve doğusu tümüyle Sünni yerleşim alanıdır. Alevi yerleşimi yoktur. Bu hattın batısından sonra, yani Alevi dağları diye isimlendirilen tepelerle birlikte Alevi yerleşimi başlar, Akdenize kadar devam eder. Halep-Şam otoyolunun doğusu ve batısı yoğun bir Sünni nüfus bölgesi olarak da tarihin hiçbir döneminde mezhep çatışmasına sahne olmamıştır. Olmayan taraflar arasında nasıl bir çatışma olabilir ki; Cengiz Çandar’ın hayal dünyası bunu arzulamış olması gerçek olması için yeterli değildir. Dolaysıyla bu alanda kim kimi nasıl tasfiye etme düşüncesine kapılabilir ki? Tasfiyeler iki mezhebin ortak yaşam alanlarında akli olarak mümkündür. Ama buda hiçbir zaman olmamıştır.
İki mezhebin karışık yaşadığı, alanlarda 1400 yıldır bir arada, iç içe yaşayan Alevilerle Sünniler arasında ne geçmişte ne de bu gün tek bir çatışma, tek bir toplu eylem, tek bir toplu çekişme yaşanmamıştır. Tarih boyunca olanlar, dıştan gelen gasp ve talan amaçlı Yavuz Sultan Selim’in 1516’da ki Mercidabık savaşıyla başlayan toplu Alevi katliamıdır. Bu katliam yerli Sünni halkında tepkisini çekmiştir. Zira sonuçta kendi toprakları da gasp ve talan edilmiştir. Dış güçlerin kuklası Müslüman Kardeşler şebekesinin 1980’li yıllarda yaptığı kanlı eylemler bile Sünnilerle Alevileri kitlesel olarak karşı karşıya getirememiştir. Lazkiye bölgesini etraflıca bilen biri olarak, her kesimle yoğun dostluk ilişkisi kurmuş olarak bu duygunun zerresi bile mevcut olmadığını söylemem gerek. Öyle ki ülkemizde siyasi nedenlerle daha da boyutlanan Alevi-Sünni çatışmalarına ait potansiyel psikolojik bir veri bile yoktur diyeceğim.
Çandar bu iddiasında da yalan söylüyor, iç dünyasındaki şeytanın mezhep kışkırtıcısı sözlerine kulak veriyor ve okuru aldatmak için yazıyor. Alevilerin ne ayrı bir yaşam çabası ne de başkasının topraklarında ve haklarında gözü yoktur. Böyle bir eğilimi kışkırtacak inanç zemininde ilkesel bir verisi yoktur. Bu tehlike inancının temelinde, İslam devleti ve İslam şeriatı algısı olanlarda aranabilir, Alevilikte değil; Alevilerin böylesi bir eğilimi olsaydı, en güçlü döneminde, Hafız Esad’ın söylediği her sözün kanun olduğu dönemde bunu yaparlardı.
Alevileri yayılmacı diye göstermek, tasfiyelerle toprak gaspçısı diye lanse etmeye çalışmak insaf ve vicdanı bitmiş ahlaksızların işidir. Çandar böyle biridir. Bunu anlamak için, olayların boyutlandığı kentlerin coğrafi konumuna bakmak yeterlidir.
Suriye olaylarındaki çatışmaların coğrafi olarak dağılımı Çandarın, iddia ettiği gibi değildir. Deraa kenti, ülkenin en güney ucundadır ne içinde ne çevresinde hiçbir Alevi yerleşimi birimi yoktur. Ebu Kemal kenti, Suriye’nin en doğusundadır ve Alevi yerleşimi hiç yoktur. Dolaysıyla, hangi Alevi tasfiye palanından söz edilebilir. Böylesi bir iddia yazılırken, okurun harita bilgisizliğine güvenmek bu çağda artık geçerli bir demagoji değildir. Bu söylemler, ölüm çatışmasını körükleyen cehennem zebanilerinin ağzıdır. Bu ölüm denklemleri Lübnanlı Saad El Hariri yürütmektedir. Cengiz Çandar da haririnin Türkiye’deki medya yatırımlarının danışmanı olduğu bilinmektedir. Tencere ve kapağı olayı.
Cengiz Çandar, Alevileri hedef göstermek için şaşkınca yaptığı tespitlerin bir yalan olduğunu çatışmalı tem illerin, sınır illeri olduğu gerçeğini atlamasından da anlamak zor değildir. Bu önemli ortak böleni atlayarak, Aleviler alan temizliği yapıyorlar gibi insafsız bir iddia ortaya atması, Suriye olaylarını bütünüyle izah edebilecek olan komşu ülke rolleri ve müdahalelerini gözden saklama ihtiyacındır.
Silahlı çatışmaların yoğun olarak yaşandığı kentleri tek tek ele alalım. Derra kenti Ürdün ve İsrail sınırında, Humus Lübnan, Cisr el Şuğur, Maaratül Numan Türkiye, Ebu kemal ili ise Irak sınırıdır. Dış güçler için en elverişli kışkırtmalar da buradan olmaktadır. “Sivillerin göçü” hikayesinin Türkiye sınırında tezgahlanması da; olay göç olayı değil, bölgemiz üzerine, komşumuz Suriye’ye olduğu kadar ülkemiz üzerine kurgulanan karanlık senaryoların bir perdesidir. Suriye olaylarında uluslar arası siyasi ekonomik jeostratejik çıkar ve dengeler rol oynamaktadır. Bu oyunlar içinde en çok acı çeken, katledilen, yakılıp yıkılan da Alevilerdir.
Aynı Cengiz Çandar, farkıl bir kurgu için farklı bir alevi tezine yönelir. Alevileri önemsiz bir azınlık olarak göstermek bunlar arasındadır; “Sınırın Türkiye tarafında, Hatay ilimizde ise 300-400 bin olarak tahmin edilen Alevi-Nusayri vatandaşlarımız yaşıyor”. Bu ifadelerin Hatay’daki Aleviler üzerinde (Suriye’ye bağlı olmaları anlamında) kuşku yaratma mesajını şimdilik önemsemeden geçiyorum.
Sonra, mezhepsel ayrımlar üzerine yapılan ısrarın tehlikesine dikkat çekmek istiyorum. Bölgemizde ve ülkemizde temelde mezhepsel bir sorun değil mezhepleri de ilgilendiren siyasal bir sorun vardır. İnançlar arası adaletsizlikten kaynaklanan, temel hak ve özgürlüklerle ilgili sorun vardır. Mezheplerin özerklikleri ya da siyasi iktidar sorunları değil.
Diğer taraftan, ülkemizde Alevilik bir bütündür. Demokratik hak ve talepleri de bütünsel bir program konusudur.
Arap etnik kökenli Aleviler, Hatay, Mersin ve Adana’da yaklaşık 3 milyon nüfusuyla Türkiye’nin ikinci en büyük etnik topluluğu olduğun hatırlatacağım. Arap Alevilerini “Nusayri” tanımlaması altında bölüp, büyük Alevi ailesinden farklılaştırma çabası çirkin bir söylemdir. İnanç, etnik yapı, dil gibi sorunlar üzerinde oynayıp, hak sahiplerinin güçsüzleştirilmesine çabalamaktır. Cengiz Çandar bu kavramları bilinçli olarak kullanıp servis etmektedir.
Toros dağlarının güney şeridinde yaşayan Arap Alevileri, Ülke genelinde 15 milyonu aşan nüfusuyla büyük alevi ailesinin bir parçasıdır. Sorunları ve talepleri aynıdır. Bu inanç topluluğun demokratik hakları, yüz yılların mücadele birikimleriyle kendini ifade etmektedir. Bu gün de ülkemizin en büyük laik topluluğu olarak, demokratik anayasanın önemle ele alma yükümlüğü altında olduğu bir topluluktur.
Ancak Alevilerin mücadelesini ve haklarını güvenlik önlemleri kapsamında ele almak, önceki anayasaların hatasını tekrar etmek anlamına gelir. Aleviler böylesi dayatmalara karşı artık sesiz kalmayacak kadar örgütlü ve bilinçlidir. Buna rağmen, Aleviler bölge gelişmelerini yakında takip eden bir güç olarak, bölge halklarının savaşlara sürülmesine, kirli komplolarla komşularımıza dayatılan baskılara karşı da sesiz kalmayacaktır.
Cengiz Çandar, her cümlesinde yalan söylemekte, bilgiye dayanmadan yazmakta olmakla kalmıyor Komşularımıza karşı uzun zamandır duyduğu kin ve intikam duygularıyla bir paramiliter olarak yazıyor.
Aleviler bu cahilin yaptıklarını bir kenara not ettikleri bilinmelidir. Çorum’da, Maraş’ta, Sivas’ta ölüm senaryolarını ikame eden derin güçler, bu planlarını hasta adamları iyileştikçe bölge çapında bir alevi tasfiyesi olarak tezgahlama çabasındadırlar. Bunun için Çandar gibi insanlık dışı cahillerin kışkırtmasıyla Erdoğan’a, kah Nasır rolü kah Sünni liderliği elbisesi biçmektedirler. Gerçek ise çok farklıdır. Mısır’ın Ezher’inin olduğu yerde, Mekke ve Medine Suudi Vahhabilerin elinde olduğu bir bölgede Sünni liderliği üzerinde ahkam kesmek için ya aptal olmak ya da cahil olmak gereklidir. Bölgenin devrimci, direnişçi Sünniliğinin liderliği ise halı hazırda Suriye, Lübnan ve Filistin direnme güçlerinin elindedir. Erdoğan’ın bu kulvarda yeri yoktur o, İsrail ve Amerika’nın, NATO’nun, Büyük Ortadoğu Projesinin (BDP) çıkarları kulvarındadır.
Cengiz Çandar, hep yanlış ata oynadı ve kaybetti. O bölgede dış güçlerin müdahalesi üzerine oluşturulan karanlık senaryoların sözcüsü oldu. Kin kustu, intikam için yazdı. Okurunu aldattı. Bölge konusundaki cehaletini tantanalı sözlerle örtemeye çalıştı.
Cengiz Çandar, bilmeden yazdı, bilmeden konuştu; altı da üstü de budur.
Son olarak, Çandar ülkemizin demokratik anayasa yazımıyla ilgili ortaya koyduğu ve olaya sadece güvenlik açısından bakan yaklaşımı da bir teorik algı eksikliğine işarettir. O, önerilerini, Türkiye’nin Alevi ve Kürt sorununu bu toplumsal güçlerin hakları açısından değil de “patlamalarını önlemek için” acilen ele alınmalıdır yönünde bir yaklaşım içindedir. Bu yaklaşım bilindiği gibi yüz yıldır ülkemizin sancısı olan güvenlik yaklaşımının kendisidir. Var olan toplumsal gerçekler ve onların haklarını anayasal yasal kurum ve kuruluşlarla güvenceye alma kaygısında dağilidir; padişah ulfesi verme, sadaka sunma algısıyla tepkileri önleme çabasındadır.
Cengiz Çandar bu akılla anayasa oluşturmanın ittihatçı çizgisini sürdürmektedir. O her ne kadar liberallik, adı altında bunu dile getiriyor olsa da algı kökler. Eski-Osmanlıcılığın, kendini Yeni-Osmanlıcılıkta ifade etmesidir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder