HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

1 Eylül 2009 Salı

İKİ TEHLİKE

Mihrac Ural

1 Eylül 2009


Demokrasi mücadelemiz, içinde barınmak isteyen iki tehlikeyle yüz yüzedir.

Birincisi; demokrasi mücadelemizi tarihsizleştirme tehlikesidir.

İkincisi; demokrasi mücadelesi başarılarını, dış etkenlerin örtüsü altına alma tehlikesidir.

Tarihsizleştirme ve dış etken örtüsüyle demokrasi mücadelesi dinamiklerini kapatma tehlikesi aynı noktada kesişir; demokrasi mücadelesini geçmişsiz ilan edip, geleceksiz kılar; tarihin derinliklerinden çıkıp bu güne gelen özgürlük hareketi ve toplumsal hareketlerin iç dinamiğini inkar eder. Dış güçlerin çıkar etkilerini mutlak görüp, demokrasi mücadelesini dış güçlerin örtüsü altına alır. Yükseliş döneminde her zaman böylesi marjinal tehlikeler üremeye ve gelişmeleri tıkama eğilimi gösterir.

Oysa gerçekler çok farklıdır; demokrasi hareketinin gücü kendi iç dinamiklerindendir.

Demokratik açılım” söylemi bu etkinliğin yarattığı bir durumdur. Bu açılım ülkemizdeki hükümetin rahmeti ya da demokratlığı ya da ABD’nin dayatması asla değildir. Kürt açılımı, Kürt halkı dinamiğinin bir sonucudur. Hiçbir açılım bu dinamiklerin etkisi olmaksızın ortaya çıkmamıştır ve bu dinamikleri atlayarak başarı kazanamaz.

Ne hükümet ne de ABD Kürtlerin özgürlük taleplerini karşılayacak bir gerçekçi bir öznel eğilim içinde değildir, stratejik çıkarları da buna uygun değildir; onlar egemenlik için, enerji yollarının güvenliği için Kürt dinamikleriyle ilgilidir. Yükselen özgürlük mücadelesinin yarattığı etkiler, emperyalistlerin de hükümetlerin de politikalarını biçimlendirmektedir.

Bu gün artık ülkemizde geri dönüşü mümkün olmayan bir süreç açılmıştır. 29 Mart 2009 yerel seçimlerinin belirlediği tablo, çok yönlü parametreleriyle Kürt halkının tarihte alacağı özgür yerin ufuklarını açmakla kalmayıp, zindan da bile olsa Sayın Öcalan’ın “ Yol Haritası”na ruh vermiştir.



***



Ülkemizin acil demokrasi talebi, çağdaş dünyada onurlu yaşam için de gerekli bir taleptir. Bu talep, bu gün ortaya çıkan hiçbir konjonktüre bağlı değildir. Tarihi vardır ve tarih içinde evrimleşerek kendini bugünün jargon ve etkinlikleriyle ifade etmektedir.

Bir yandan Özgürlük hareketi diğer yandan tüm renkleriyle toplumsal hareket etkinlikler bu taleplerin ikamesi için üç kuşaktır önemli bedeller ödeyerek sonuç almaya çalışmaktadır.

Mücadele ve bu mücadelenin unsurları, çok boyutlu ölçümler içinde kendini ortaya koyarken tarihi kesitlerin özgünlüğüne bağlı olarak biri diğerine daha çok öne çıkabilmektedir. Buna hangi boyutuyla olursa olsun demokrasi mücadelesi bir bütün olarak, ortak ülke algısı ve ortak bir hatta demokrasinin ikamesi için güçlerini ortaya koymakta olduğu gözlemlenmektedir. Hiç kimse tek başına sonuç alıcı konumda değildir, böylesi bir çabası olmadığı da siyasetin bu günkü tüm ölçümlerince ortaya çıkmıştır.

Başlangıcı sınıf mücadelesi olarak yürüyenler ya da ulusal kurtuluş olarak yükselenler dahil tüm siyasal hareketler bu günün verileri içinde ortak ülke algısıyla demokrasi içini mücadelelerini yürütmektedirler. Ancak bu mücadeleye karşı farklı boyutta bir anti-demokratik mücadele de yürümektedir. Makalemizin konusu da budur.

Demokrasi mücadelesine karşı bitip tükenmeyen saldırıların merkezinde devlet kaynaklı olanlar yer alır. Bu çabalar, halkın her türden demokratik talebine karşı zoru baskıyı dayatmak ister. En iyimseri milliyetçi reflekslerle “terör bitsin de bakalım” der, hak sahiplerine karşı şartlı yaklaşarak sonu belli olmayan ertelemelere yönelir.

Bu akıl, dünden bu güne Anadolu üzerine bin yıldır çökmüş olan karanlık bir baskı sistemi olarak karşımızda durur. Bu akıl bir Osmanlı aklıdır, “katli vaciptir” de ifadesini bulan farklılıkları yok etmeye dayanır. Cumhuriyet bu aklın mirası üzerinde yükseldi, farklılıkların kökü olduğunu anladı, bu nedenle “kökü kazınmalıdır” diyerek aynı yöntemle hak talepleri üzerine yürüdü. O gün bu gün, aynı zorun baskısı altında halklar hak taleplerini ağır faturalar ödeyerek dile getirmeye devam etmektedirler.

Hüküm sürdüğü topraklardaki sosyal, siyasal sorunları, özgürlük ve demokrasi sorunlarını güvenlik sorunu olarak ele alan, kendi vatandaşına sınır ötesi askeri operasyonları dış desteklerle dayatan anlayış bu anlayıştır. Bölücülük de bu anlayışın ürettiği milliyetçi reflekste ifadesini bulmakta.

Bunlar bu gün, demokrasi ve özgürlük mücadelesine karşı “dağlara çıkarız” diyecek kadar akıllara ziyan tutumlar içindedir. Siyasal hükümranlıklarını bir ölüm denklemine dönüştürmekten çekinmeyecek klinik vakalar haline gelmiş bulunmaktadırlar.

Devlet kaynaklı anti demokratik girişimler, Özel Harp Dairesinin bin bir yolla sürdürdüğü saldırılar, farklılıklarımızın özgün örgütlenme ve özgür mücadelesine karşı gösterilen şaibe, karalama, ihbar, vesvese tutumları bu alanın temel faaliyeti olarak karşımızda durmaktadır. Bu makalemin konusu bu alan değil. Bu alan üzerinde bitip tükenmeyen yazılar yazmaktayız. Üzerinde çok az durulan ve demokrasi hareketi etkinlik kazandıkça da dozu artan içten yapılan anti demokratik girişimlere dikkat çekeceğim.

Bu gün bunun üzerinde durmak, gittikçe önem de kazanmaktadır. Solun çok kötü bir çöküş içinde olduğu bu kesitte onu katletmek isteyen marjinal algılar, Avrupa halkı tarafından bile hiçbir zaman ciddiye alınmamış kimi medreselerin artıklarından ülkemize taşınmak istenen yaklaşımları konu edineceğim.

Sık sık olmasa da zaman zaman bu tür marjinal medrese artıkları üzerine yazdığım makalelerle dikkat çekmek istediğim en önemli şey, demokrasi mücadelesinin yükselme süreçlerinde yaratılmak istenen bulanıklıktır. Bu yaklaşımların teşhiri mücadelemizin gereklerindendir.

Demokrasi mücadelemiz, içinde barınmak isteyen iki tehlikeyle yüz yüzedir.

Birincisi; demokrasi mücadelemizi tarihsizleştirme tehlikesidir.
İkincisi; demokrasi mücadelesi başarılarını, dış etkenlerin örtüsü altına alma tehlikesidir.



Birincisi;

Ülkemizin demokrasi mücadelesi tarihi kesitleri kendine özgü öne çıkan hareketlere tanıklık etmiştir. 80’li yıllara kadar toplumsal hareketler, emek ve sınıf mücadeleleri bu süreci tanımlıyordu. Bu gün özgürlük hareketleri, demokrasinin temel manivelası olmuştur. Mücadele her dönemin kendine özgü yanıyla bir bütün olarak aynı siyasal erke karşı tutum göstermiş, halkın taleplerini dile getirmiştir.

Demokrasi mücadelesinin her evresinde kendi içinden çıkan tıkayıcı, engelleyici kimi algılarla da mücadele etmek durumunda olmuştur. 80’li yıllar öncesi demokrasi mücadelesinde, reformist eğilimler bunu temsil ediyordu. Devrimci hareket ülkenin her alanında etkinliklerini artırırken neredeyse devletle işbirliği içinde bir çizgide teslimiyet eğilimleri ortaya çıkmıştır. Bu eğilimler TKP ve Aydınlık çevresinde ifadesini buluyorlardı. Öyle ki aralarındaki farklılıkları ve şiddetli ithamlara karşın bu iki eğilim teslimiyet çizgisinde olduğu kadar, milliyetçi reflekslerle de hareket eden ortaklıkları vardı. Bu gün de aynı hareketlerin aynı çizgi üzerinde kendilerini ifade etmesi, zamanın bunlar açısından durduğu izlenimi bırakmaktadır. Bu eğilimler dün, farklı bir açıdan devrimci hareketi tarihsizleştiriyorlardı.

Tarih TKP’nin tarihiydi, bir yanını TKP diğer yanını Aydınlık temsil ettiği iddiasındaydı. Sınıf mücadelesi tıkanıp, reformizmi aşamayacak olduğu anlaşıldıkça devrimci harekete karşı saldırı, ihbar boyutuna, şaibe ve karalamaya yönelerek sürdü. Demokrasi mücadelesinin kararlı unsurları “küçük burjuva hareketler”, tarihsiz siyasal oluşumlar olarak küçümsendi.

Bir ötekileştirme çabası dayatılıyordu. Bir ve bütün olması gereken mücadele de farklılıklar beliriyor ve aradaki çelişkiler çözümsüzlüğün yöntemleriyle kıran karına çatışmalara gidiyordu.

Bu gün böylesi çatışmaları üretecek ne yoğunluklar kaldı ne de neden. Çöküş öyle bir boyut aldı ki, demokrasi mücadelesi Kürt özgürlük hareketi merkezli olarak böylesi çatışmalara yer bırakmadı. Ama bu kez düşüncenin teslim alınması yönünde başka türden bir mekanizma devreye girdi. O da tarih algılarını sisli hale getirmektir.

Tarihsizleştirme çabaları diye özetleyebileceğimiz bu çabalar, bu günü yaratın dünün verilerini yok sayma noktasında belirginlik kazanıyor. Demir küçükaydın’ı eleştiren “Demir Küçükaydın’ın talihsiz ulus algısı” başlıklı makalemde bunun üzerinde durdum. (http://miruarl.blogspot.com/)


Bu talihsiz algılar, ulusları tarihsiz kılarlar. “ulusların tarihi yoktur” (Demir Küçükaydın, Türklük Nedir?) gibi ekstrem entelektüel söylemle işe başlarlar. “edebi ve fikirsel gebelik donemi… Bir düşün ve edebiyat akımı olarak, bir beyin jimnastiği olarak” görürler (Demir Küçükaydın, “Kürt Türk Çatışması Neden Olmadı?” Adlı makalesi)


Hesapsız gibi gelen bu algı, sonuçta söyleyenin de iradesinden bağımsız bir olumsuzluğu kaynaklık eder. Tarihten çıkıp gelmiş haliyle ulusu oluşturan temel unsurlar, dilin tarihini ve evrimini, coğrafyanın tarihini ve evrimini, gelenek ve göreneklerin, ortak ruhi şekillenmenin ve reflekslerin evrimini yok sayılır. Böylece ulus öznel bir çabanın ürünü olarak belirmiş olur. Çoğu kez bu görüş ulusu “dış güçlerin bir oyunu” olmaktan ibaret görerek de ulusa ait ilerici demokratik misyonları şaibeli hale getirir. Bu gibi riskli sonuçlara bu gün ülkemiz açısından demokrasi mücadelesi içindeki en tehlikeli yaklaşım olur çıkar.

Açıkça dile gelmese de ülkemiz gerçeğinde Kürt özgürlük hareketinin bir biçimde yadsınması, bu söylemlerin entelektüel şemsiyesi altında olur. Zayıf tarih bilgisi, laf kalabalığı içinde örtülen temel bilimsel veriler, sıradan okuyucular için şatafatlı paradigmalar gibi görünse de, ciddi bir veriye dayanmadığını anlamak için Ulusu oluşturan herhangi bir nesnel verinin tarih seyrini izlemek yeterlidir.

Zaman zaman ulusların oluşumun bir askeri harekatı indirgeyen bu yaklaşımın övgü düzlemleri, ulusun tarih içinde süren yükseliş ve düşüşlerle tanımlanacak kitlesel hak taleplerini de yadsımış olur. İkircimli kıyaslamalarla, geçmişin mücadelesini yok sayarak ulusu bir kez daha öznel iradenin eseri haline getirir.

Bu yaklaşım, Kürt ulusunu 1984 Eruh baskınıyla başlatması, gerçekte özgürlük hareketine bir övgü değil, bu hareketi yaratan dinamikleri yadsıma olarak belirir. Tarihsiz ve geleceksiz olarak algılanan ulusun özgürlük mücadelesi de şaibe altına sokulur. Bu aynı zamanda ulusun iç dokusundaki farklılıkları ve tarihlerini de yadsımanın bir girişi haline gelir; Kürt ulusunun zenginliği olan iç dokusundaki farklılıklar da (dini, mezhepsel, yöresel) bu yolla silinmiş olur. Bu isi, tek boyutlu bakış, sınıf mücadelesi saflığını koruma adı altında kaçınılmaz bir ezen ulus milliyetçiliğine giriş kapısı haline gelir.

Oysa demokrasi mücadelesi açısından, ulusal özgürlük hareketlerinin yadsınmaz ilerici rolleri bulunmaktadır. Bölgemiz açısından bu daha da gerçekçi bir roldür; Filistin davası ve buna eklenmesi gereken Kürt özgürlük hareketi böylesi bir role sahiptir. Bu gün ortak ülkemizin demokrasi etkinliğinin en önemli gücüde bu ikincisidir.

Ortak ülkemizde Kürt özgürlük sorunu demokrasi mücadelemizin temel bir unsurudur. Bu mücadelede kimse öncülük artçılık dizgisine yönelmemelidir. Bu satırların yazarı sınıf mücadelesinin devrimci bir mücadele olmadığını, sistem ve ihmal edilmemesi gereken bir reformist mücadele olarak görmektedir. Buna rağmen sınıf mücadelesi dahil tüm demokratik güçlerin mücadelesinin gerekliliğine işaret eder. Tarihsizlik, gerçekte talihsizliktir. Sol içinden çıkan böylesi görüşlerin mücadeleye katkısından çok riskleriyle tehlike oluşturduğunu belirler.

Ülkemizde sınıf mücadelesi kapsamında olmayan her türden toplumsal mücadele, demokratik hak ve talepler, en az sınıf mücadelesi kadar gereklidir. Sınıf mücadelesinin omuzlarına yüklenmek istenen zorlama yüklerle sonuç alınmayacağı gerçeği 200 yıllık sınıf mücadelesinin her zaman ve mekandaki sonuçlarında açık hale gelmiştir. Öznel önermelerle ulusun kurgulandığını sananlar sınıf mücadelesini de öznel kurgularla yürütme çabasında iflas etmiştir. Ülkemizin bu gün sürmekte olan demokrasi mücadelesine bakmak bu gerçeği algılamanın en kestirme yoludur.

Tarihsizleştirme, bir düşün önermesi değil bir yol kesmedir. İç dinamiği yadsıyan, mücadeleyi dıştaki bir özel çıkar öznesine bağlayan milliyetçi bir yaklaşımdır. Bu gün mücadelemiz açısından bu tehlike, marjinalliğine rağmen dikkatle izlenmesi gereken bir tehlike olarak önümüzde durmaktadır.

İkincisi;

Halklarımızın on yıllarıdır ödediği bedellerle yükselttiği demokrasi mücadelesini ve onun tetiklediği açılımları bir “ABD açılımı” olarak algılamak. Öncekinden çok daha riskli olan bu tehlikeli yaklaşım, hakim sınıf yaklaşımının dolaysız uzantısı olarak demokrasi saflarındaki örtülü yerini alır.

Bu yaklaşımlar eskisi kadar açıkça “özgürlük hareketinin kökü dışarıdadır” deme cesareti içinde değiller. Ayrıntılarda yapılan kelime oyunlarıyla, okurun düşünce formalarına gelişmelerle ilgili, “bu işte bir bit yeniği var, zamanlama nasıl da birbiriyle kesişiyor” gibi vesvese, vehim, şaibe ve şüphe yaratma çabalarıyla sergilenir. Siyasette ciddi bir kirlenme olarak beliren bu yaklaşım, daha çok söyleyecek sözü olmayanların, milliyetçi reflekslerini bir biçimde sürece akıtma çabası olarak ortaya çıkarlar.

Eski söylem “Kökü dışarıda” mantığını tekrar eder. Her açılımı, her yeni gelişmeyi, konjonktür yorumu adı altında dış bir gücün çıkar ilişkilerinin yaptırımlarıyla ilgili kılmaya çalışır. Bu mavi proje olabileceği gibi, dünya ölçeğinde ABD’nin yumuşama ve açılım programıyla kesiştirilmeye çalışılır.

ABD yeni yönetiminin bölgemizdeki çıkarlarını korumak üzere gösterdiği nispi farklı yaklaşımların yarattığı rehavet, bölgemizde on yıllardır öz verilerle süren demokratik direnme mücadelelerinin başarıları üzerine bir örtü olarak atılmaya çalışılır. Açıkça “demokratik açılımı bir ABD açılımıdır” denmez. Ancak bölgemizdeki ABD açılımı yorumlanarak, ülkemizdeki Kürt özgürlük hareketinin ulaştığı ve kazanımlarının bir sonucu olana “demokratik açılım”ı buna ilgili kılar. “İşareti ABD vermiştir, Kürt sorunu bir biçimde çözülecektir, bu nedenle PKK muhatap alınmaya ve Öcalan’ın açıklamaları önemsenmektedir” iması yaygınlaştırılır. Bu akıl yönelimlerinde iç dinamik ve tarihsel sonuçları diye bir hadise yoktur. O an vardır ve o anın verileriyle dünyayı açıklama gibi Donkişot iddialar vardır. Bu algılar sığdır, bilgi birikimlerinden soyutlama yoktur, beslenme kaygıları magazin dergilerinin asparagaslarını geçmez.

Gerçekler ise tersini söyler. ABD açılımı, Kürt özgürlük hareketinin vardığı düzeye endeksli olarak bölgede politika belirlemektedir. ABD’nin açılım ve yumuşama politikaları gerçekçi değil, son yıllarda çöken Büyük Ortadoğu Projelerini (BOP) onarma girişimidir. Bölgemizin son çatışmalarında ve özellikle 12 Temmuz 2006 Lübnan savaşı ardından zaferle çıkan halkın direnme güçlerinin değiştirdiği bölge güçler dengesine uyarlanmaya çalışılan bir açılımdır. Bu açılım on yıllardır ortak ülkemizde Kürtlere dayatılan askeri operasyonların sonuçsuz kalmasının dolaysız sonucudur. Yeryüzünde hiçbir kudretin Kürt özgürlük hareketini tasfiye edemeyeceğinin bir belirtisidir, bir sonucudur.

Bu ise dolaysızca kökü içerde ve en derinde olan dinamiklerin nesnel verilerin sonucudur.

Hiçbir öznel çaba ya da talep bir ulusu yaratamaz, başarısını diş bir güce bağlayamaz. Tersine dünyanın en güçlü ve tek hakim emperyalist gücü de olsa, halkının iç dinamiklerine dayanarak ve ondan beslenerek yükselen özgürlük hareketinin basıncı altında politika belirlemeye mahkumdur. Söylemlerin belli bir tarihi kesitte birbiriyle uyumlaşması bile başlı başına, demokrasi güçlerinin başarısını ifade eder. Bölgemizde ABD kendi çıkarlarını korumak içinde olsa, bu gerçeği atlayarak değil onunla uyumlu olarak politikalar geliştirmeye mecburdur.

Bu yüzden bu noktada belirlediğimiz tehlike, bir spekülatif bilinç bulandırma tehlikesi olarak belirir. Gerçeği çarpıtarak, demokrasi mücadelesinin önünü kesmeye çalışır. Özel Harp Daireleri bunun için vardır. Bu düşünceleri sol içinden ileri sürmek için bordrolu olmaya gerek yoktur. Düşüncenin kendi formatı bu sonuca ulaşır. Dikkat çekmemizin nedeni de budur.

Bu yaklaşımların, kullanım tarihi bitmiştir. “kökü dışarıda” söyleminin yeni sürümü olarak oluşturdukları tehlike birincisiyle önemli bir kesişme içindedir. Tarihsiz kılma girişimleri bu noktada dış güçlerin örtüsü altına alma önermeleriyle tam bir kesişme halindedir. Bu da ötekileştirme çabasıdır. Milliyetçiliktir, bölücülüktür.

Bunun için ulusu tarihsiz kılacak, mücadelesinin demokratik özelliğini inkar edeceksiniz, kökü dışarıda göstermek için ABD açılımına endeksli kılacaksınız. Gerisi kendi kendine gelir. Bu mantık bir biçimde tasfiyeci mantıktır. Devletin demokrasi hareketine yaklaşımı hendeğinde siper almaktır.

Kendine sosyalist diyen kimi marjinal düşünce kapasitelerinin solu mevtaya çeviren dengesiz yaklaşımları son tahlilde tasfiyeci bir milliyetçilik olarak belirir. Ülkemiz açısından bu durum Özgürlük hareketini tasfiyedir, ulusal azınlıkları inkar onların özgün örgütlenmelerine ve özgür mücadelelerine yasak getiren bir yerde duruştur.

Bu iki tehlike oldukça marjinaldir. Sol bir bütün olarak marjinaldir. Buna rağmen moral kırıcı, umutsuzluk yayıcı, şüphe ve vesveselerle başarıyı sınırlayıcı yaklaşımlar olduğunu tespit edeceğim.

Ülkemiz demokrasi hareketi, bir özgürlük hareketi ve onun müttefiki olan devrimci güçlerin öznel hareketi olarak ortadadır. Bu öznel duruş, dinamiklerini Kürt ulusunun tarih sahnesine çıkmasını sağlayan nesnel verelerden güç almaktadır. Bu süreç, ülkemiz genel devrimci hareketi, sivil toplum etkinlikleri, farklılıkların kimlik hakları, sınıf mücadelesinin de içinde olduğu genel emek kavgasının destekleriyle ilerlemektedir.

Demokratik açılım” söylemi bu etkinliğin yarattığı bir durumdur. Bu açılım ülkemizdeki hükümetin rahmeti ya da demokratlığı ya da ABD’nin dayatması asla değildir. Kürt açılımı, Kürt halkı dinamiğinin bir sonucudur. Hiçbir açılım bu dinamiklerin etkisi olmaksızın ortaya çıkmamıştır ve bu dinamikleri atlayarak başarı kazanamaz.

Ne hükümet ne de ABD Kürtlerin özgürlük taleplerini karşılayacak bir gerçekçi bir öznel eğilim içinde değildir, stratejik çıkarları da buna uygun değildir; onlar egemenlik için, enerji yollarının güvenliği için Kürt dinamikleriyle ilgilidir. Yükselen özgürlük mücadelesinin yarattığı etkiler, emperyalistlerin de hükümetlerin de politikalarını biçimlendirmektedir.

Bu gün artık ülkemizde geri dönüşü mümkün olmayan bir süreç açılmıştır. 29 Mart 2009 yerel seçimlerinin belirlediği tablo, çok yönlü parametreleriyle Kürt halkının tarihte alacağı özgür yerin ufuklarını açmakla kalmayıp, zindan da bile olsa Sayın Öcalan’ın “ Yol Haritası”na ruh vermiştir.

Bu sonuçlar kaynaklarına oturtulmadan, bu mücadelenin geleceği algılanamaz. Tarihsizlik dayatmalarıyla kaynağı dışarıda söylemlerinin talihsizliği buradadır.

Bu gerçeklerin ortaya koyduğu görevler, ortak ülkemizin demokrasi mücadelesin manivelalarını çoğaltmaya götürür. Özgürlük hareketine daha çok desteğe ve ötekileştirmenin bölücülüğünü durdurmaya yöneltir.

Olumsuzluklar ve tehlikeler küçükten başlar, uygun zemin üzerinde de büyürler.

Erken teşhis yaşam kurtarır
diyerek sonluyorum.

1 Eylül dünya barış gününde, ortak ülkemizi gelecek kuşaklarımıza güvenli ve barış içinde bir arada yaşamı ikame etmiş ülke olarak teslim edelim. Bu dilek, tehlikelere karşı duruşumuz ölçeğinde gerçek olacaktır.

Hiç yorum yok: