1 Eylül 2009 Salı
İKİ TEHLİKE
Mihrac Ural
1 Eylül 2009
Demokrasi mücadelemiz, içinde barınmak isteyen iki tehlikeyle yüz yüzedir.
Birincisi; demokrasi mücadelemizi tarihsizleştirme tehlikesidir.
İkincisi; demokrasi mücadelesi başarılarını, dış etkenlerin örtüsü altına alma tehlikesidir.
Tarihsizleştirme ve dış etken örtüsüyle demokrasi mücadelesi dinamiklerini kapatma tehlikesi aynı noktada kesişir; demokrasi mücadelesini geçmişsiz ilan edip, geleceksiz kılar; tarihin derinliklerinden çıkıp bu güne gelen özgürlük hareketi ve toplumsal hareketlerin iç dinamiğini inkar eder. Dış güçlerin çıkar etkilerini mutlak görüp, demokrasi mücadelesini dış güçlerin örtüsü altına alır. Yükseliş döneminde her zaman böylesi marjinal tehlikeler üremeye ve gelişmeleri tıkama eğilimi gösterir.
Oysa gerçekler çok farklıdır; demokrasi hareketinin gücü kendi iç dinamiklerindendir.
“Demokratik açılım” söylemi bu etkinliğin yarattığı bir durumdur. Bu açılım ülkemizdeki hükümetin rahmeti ya da demokratlığı ya da ABD’nin dayatması asla değildir. Kürt açılımı, Kürt halkı dinamiğinin bir sonucudur. Hiçbir açılım bu dinamiklerin etkisi olmaksızın ortaya çıkmamıştır ve bu dinamikleri atlayarak başarı kazanamaz.
Ne hükümet ne de ABD Kürtlerin özgürlük taleplerini karşılayacak bir gerçekçi bir öznel eğilim içinde değildir, stratejik çıkarları da buna uygun değildir; onlar egemenlik için, enerji yollarının güvenliği için Kürt dinamikleriyle ilgilidir. Yükselen özgürlük mücadelesinin yarattığı etkiler, emperyalistlerin de hükümetlerin de politikalarını biçimlendirmektedir.
Bu gün artık ülkemizde geri dönüşü mümkün olmayan bir süreç açılmıştır. 29 Mart 2009 yerel seçimlerinin belirlediği tablo, çok yönlü parametreleriyle Kürt halkının tarihte alacağı özgür yerin ufuklarını açmakla kalmayıp, zindan da bile olsa Sayın Öcalan’ın “ Yol Haritası”na ruh vermiştir.
***
Ülkemizin acil demokrasi talebi, çağdaş dünyada onurlu yaşam için de gerekli bir taleptir. Bu talep, bu gün ortaya çıkan hiçbir konjonktüre bağlı değildir. Tarihi vardır ve tarih içinde evrimleşerek kendini bugünün jargon ve etkinlikleriyle ifade etmektedir.
Bir yandan Özgürlük hareketi diğer yandan tüm renkleriyle toplumsal hareket etkinlikler bu taleplerin ikamesi için üç kuşaktır önemli bedeller ödeyerek sonuç almaya çalışmaktadır.
Mücadele ve bu mücadelenin unsurları, çok boyutlu ölçümler içinde kendini ortaya koyarken tarihi kesitlerin özgünlüğüne bağlı olarak biri diğerine daha çok öne çıkabilmektedir. Buna hangi boyutuyla olursa olsun demokrasi mücadelesi bir bütün olarak, ortak ülke algısı ve ortak bir hatta demokrasinin ikamesi için güçlerini ortaya koymakta olduğu gözlemlenmektedir. Hiç kimse tek başına sonuç alıcı konumda değildir, böylesi bir çabası olmadığı da siyasetin bu günkü tüm ölçümlerince ortaya çıkmıştır.
Başlangıcı sınıf mücadelesi olarak yürüyenler ya da ulusal kurtuluş olarak yükselenler dahil tüm siyasal hareketler bu günün verileri içinde ortak ülke algısıyla demokrasi içini mücadelelerini yürütmektedirler. Ancak bu mücadeleye karşı farklı boyutta bir anti-demokratik mücadele de yürümektedir. Makalemizin konusu da budur.
Demokrasi mücadelesine karşı bitip tükenmeyen saldırıların merkezinde devlet kaynaklı olanlar yer alır. Bu çabalar, halkın her türden demokratik talebine karşı zoru baskıyı dayatmak ister. En iyimseri milliyetçi reflekslerle “terör bitsin de bakalım” der, hak sahiplerine karşı şartlı yaklaşarak sonu belli olmayan ertelemelere yönelir.
Bu akıl, dünden bu güne Anadolu üzerine bin yıldır çökmüş olan karanlık bir baskı sistemi olarak karşımızda durur. Bu akıl bir Osmanlı aklıdır, “katli vaciptir” de ifadesini bulan farklılıkları yok etmeye dayanır. Cumhuriyet bu aklın mirası üzerinde yükseldi, farklılıkların kökü olduğunu anladı, bu nedenle “kökü kazınmalıdır” diyerek aynı yöntemle hak talepleri üzerine yürüdü. O gün bu gün, aynı zorun baskısı altında halklar hak taleplerini ağır faturalar ödeyerek dile getirmeye devam etmektedirler.
Hüküm sürdüğü topraklardaki sosyal, siyasal sorunları, özgürlük ve demokrasi sorunlarını güvenlik sorunu olarak ele alan, kendi vatandaşına sınır ötesi askeri operasyonları dış desteklerle dayatan anlayış bu anlayıştır. Bölücülük de bu anlayışın ürettiği milliyetçi reflekste ifadesini bulmakta.
Bunlar bu gün, demokrasi ve özgürlük mücadelesine karşı “dağlara çıkarız” diyecek kadar akıllara ziyan tutumlar içindedir. Siyasal hükümranlıklarını bir ölüm denklemine dönüştürmekten çekinmeyecek klinik vakalar haline gelmiş bulunmaktadırlar.
Devlet kaynaklı anti demokratik girişimler, Özel Harp Dairesinin bin bir yolla sürdürdüğü saldırılar, farklılıklarımızın özgün örgütlenme ve özgür mücadelesine karşı gösterilen şaibe, karalama, ihbar, vesvese tutumları bu alanın temel faaliyeti olarak karşımızda durmaktadır. Bu makalemin konusu bu alan değil. Bu alan üzerinde bitip tükenmeyen yazılar yazmaktayız. Üzerinde çok az durulan ve demokrasi hareketi etkinlik kazandıkça da dozu artan içten yapılan anti demokratik girişimlere dikkat çekeceğim.
Bu gün bunun üzerinde durmak, gittikçe önem de kazanmaktadır. Solun çok kötü bir çöküş içinde olduğu bu kesitte onu katletmek isteyen marjinal algılar, Avrupa halkı tarafından bile hiçbir zaman ciddiye alınmamış kimi medreselerin artıklarından ülkemize taşınmak istenen yaklaşımları konu edineceğim.
Sık sık olmasa da zaman zaman bu tür marjinal medrese artıkları üzerine yazdığım makalelerle dikkat çekmek istediğim en önemli şey, demokrasi mücadelesinin yükselme süreçlerinde yaratılmak istenen bulanıklıktır. Bu yaklaşımların teşhiri mücadelemizin gereklerindendir.
Demokrasi mücadelemiz, içinde barınmak isteyen iki tehlikeyle yüz yüzedir.
Birincisi; demokrasi mücadelemizi tarihsizleştirme tehlikesidir.
İkincisi; demokrasi mücadelesi başarılarını, dış etkenlerin örtüsü altına alma tehlikesidir.
Birincisi;
Ülkemizin demokrasi mücadelesi tarihi kesitleri kendine özgü öne çıkan hareketlere tanıklık etmiştir. 80’li yıllara kadar toplumsal hareketler, emek ve sınıf mücadeleleri bu süreci tanımlıyordu. Bu gün özgürlük hareketleri, demokrasinin temel manivelası olmuştur. Mücadele her dönemin kendine özgü yanıyla bir bütün olarak aynı siyasal erke karşı tutum göstermiş, halkın taleplerini dile getirmiştir.
Demokrasi mücadelesinin her evresinde kendi içinden çıkan tıkayıcı, engelleyici kimi algılarla da mücadele etmek durumunda olmuştur. 80’li yıllar öncesi demokrasi mücadelesinde, reformist eğilimler bunu temsil ediyordu. Devrimci hareket ülkenin her alanında etkinliklerini artırırken neredeyse devletle işbirliği içinde bir çizgide teslimiyet eğilimleri ortaya çıkmıştır. Bu eğilimler TKP ve Aydınlık çevresinde ifadesini buluyorlardı. Öyle ki aralarındaki farklılıkları ve şiddetli ithamlara karşın bu iki eğilim teslimiyet çizgisinde olduğu kadar, milliyetçi reflekslerle de hareket eden ortaklıkları vardı. Bu gün de aynı hareketlerin aynı çizgi üzerinde kendilerini ifade etmesi, zamanın bunlar açısından durduğu izlenimi bırakmaktadır. Bu eğilimler dün, farklı bir açıdan devrimci hareketi tarihsizleştiriyorlardı.
Tarih TKP’nin tarihiydi, bir yanını TKP diğer yanını Aydınlık temsil ettiği iddiasındaydı. Sınıf mücadelesi tıkanıp, reformizmi aşamayacak olduğu anlaşıldıkça devrimci harekete karşı saldırı, ihbar boyutuna, şaibe ve karalamaya yönelerek sürdü. Demokrasi mücadelesinin kararlı unsurları “küçük burjuva hareketler”, tarihsiz siyasal oluşumlar olarak küçümsendi.
Bir ötekileştirme çabası dayatılıyordu. Bir ve bütün olması gereken mücadele de farklılıklar beliriyor ve aradaki çelişkiler çözümsüzlüğün yöntemleriyle kıran karına çatışmalara gidiyordu.
Bu gün böylesi çatışmaları üretecek ne yoğunluklar kaldı ne de neden. Çöküş öyle bir boyut aldı ki, demokrasi mücadelesi Kürt özgürlük hareketi merkezli olarak böylesi çatışmalara yer bırakmadı. Ama bu kez düşüncenin teslim alınması yönünde başka türden bir mekanizma devreye girdi. O da tarih algılarını sisli hale getirmektir.
Tarihsizleştirme çabaları diye özetleyebileceğimiz bu çabalar, bu günü yaratın dünün verilerini yok sayma noktasında belirginlik kazanıyor. Demir küçükaydın’ı eleştiren “Demir Küçükaydın’ın talihsiz ulus algısı” başlıklı makalemde bunun üzerinde durdum. (http://miruarl.blogspot.com/)
Bu talihsiz algılar, ulusları tarihsiz kılarlar. “ulusların tarihi yoktur” (Demir Küçükaydın, Türklük Nedir?) gibi ekstrem entelektüel söylemle işe başlarlar. “edebi ve fikirsel gebelik donemi… Bir düşün ve edebiyat akımı olarak, bir beyin jimnastiği olarak” görürler (Demir Küçükaydın, “Kürt Türk Çatışması Neden Olmadı?” Adlı makalesi)
Hesapsız gibi gelen bu algı, sonuçta söyleyenin de iradesinden bağımsız bir olumsuzluğu kaynaklık eder. Tarihten çıkıp gelmiş haliyle ulusu oluşturan temel unsurlar, dilin tarihini ve evrimini, coğrafyanın tarihini ve evrimini, gelenek ve göreneklerin, ortak ruhi şekillenmenin ve reflekslerin evrimini yok sayılır. Böylece ulus öznel bir çabanın ürünü olarak belirmiş olur. Çoğu kez bu görüş ulusu “dış güçlerin bir oyunu” olmaktan ibaret görerek de ulusa ait ilerici demokratik misyonları şaibeli hale getirir. Bu gibi riskli sonuçlara bu gün ülkemiz açısından demokrasi mücadelesi içindeki en tehlikeli yaklaşım olur çıkar.
Açıkça dile gelmese de ülkemiz gerçeğinde Kürt özgürlük hareketinin bir biçimde yadsınması, bu söylemlerin entelektüel şemsiyesi altında olur. Zayıf tarih bilgisi, laf kalabalığı içinde örtülen temel bilimsel veriler, sıradan okuyucular için şatafatlı paradigmalar gibi görünse de, ciddi bir veriye dayanmadığını anlamak için Ulusu oluşturan herhangi bir nesnel verinin tarih seyrini izlemek yeterlidir.
Zaman zaman ulusların oluşumun bir askeri harekatı indirgeyen bu yaklaşımın övgü düzlemleri, ulusun tarih içinde süren yükseliş ve düşüşlerle tanımlanacak kitlesel hak taleplerini de yadsımış olur. İkircimli kıyaslamalarla, geçmişin mücadelesini yok sayarak ulusu bir kez daha öznel iradenin eseri haline getirir.
Bu yaklaşım, Kürt ulusunu 1984 Eruh baskınıyla başlatması, gerçekte özgürlük hareketine bir övgü değil, bu hareketi yaratan dinamikleri yadsıma olarak belirir. Tarihsiz ve geleceksiz olarak algılanan ulusun özgürlük mücadelesi de şaibe altına sokulur. Bu aynı zamanda ulusun iç dokusundaki farklılıkları ve tarihlerini de yadsımanın bir girişi haline gelir; Kürt ulusunun zenginliği olan iç dokusundaki farklılıklar da (dini, mezhepsel, yöresel) bu yolla silinmiş olur. Bu isi, tek boyutlu bakış, sınıf mücadelesi saflığını koruma adı altında kaçınılmaz bir ezen ulus milliyetçiliğine giriş kapısı haline gelir.
Oysa demokrasi mücadelesi açısından, ulusal özgürlük hareketlerinin yadsınmaz ilerici rolleri bulunmaktadır. Bölgemiz açısından bu daha da gerçekçi bir roldür; Filistin davası ve buna eklenmesi gereken Kürt özgürlük hareketi böylesi bir role sahiptir. Bu gün ortak ülkemizin demokrasi etkinliğinin en önemli gücüde bu ikincisidir.
Ortak ülkemizde Kürt özgürlük sorunu demokrasi mücadelemizin temel bir unsurudur. Bu mücadelede kimse öncülük artçılık dizgisine yönelmemelidir. Bu satırların yazarı sınıf mücadelesinin devrimci bir mücadele olmadığını, sistem ve ihmal edilmemesi gereken bir reformist mücadele olarak görmektedir. Buna rağmen sınıf mücadelesi dahil tüm demokratik güçlerin mücadelesinin gerekliliğine işaret eder. Tarihsizlik, gerçekte talihsizliktir. Sol içinden çıkan böylesi görüşlerin mücadeleye katkısından çok riskleriyle tehlike oluşturduğunu belirler.
Ülkemizde sınıf mücadelesi kapsamında olmayan her türden toplumsal mücadele, demokratik hak ve talepler, en az sınıf mücadelesi kadar gereklidir. Sınıf mücadelesinin omuzlarına yüklenmek istenen zorlama yüklerle sonuç alınmayacağı gerçeği 200 yıllık sınıf mücadelesinin her zaman ve mekandaki sonuçlarında açık hale gelmiştir. Öznel önermelerle ulusun kurgulandığını sananlar sınıf mücadelesini de öznel kurgularla yürütme çabasında iflas etmiştir. Ülkemizin bu gün sürmekte olan demokrasi mücadelesine bakmak bu gerçeği algılamanın en kestirme yoludur.
Tarihsizleştirme, bir düşün önermesi değil bir yol kesmedir. İç dinamiği yadsıyan, mücadeleyi dıştaki bir özel çıkar öznesine bağlayan milliyetçi bir yaklaşımdır. Bu gün mücadelemiz açısından bu tehlike, marjinalliğine rağmen dikkatle izlenmesi gereken bir tehlike olarak önümüzde durmaktadır.
İkincisi;
Halklarımızın on yıllarıdır ödediği bedellerle yükselttiği demokrasi mücadelesini ve onun tetiklediği açılımları bir “ABD açılımı” olarak algılamak. Öncekinden çok daha riskli olan bu tehlikeli yaklaşım, hakim sınıf yaklaşımının dolaysız uzantısı olarak demokrasi saflarındaki örtülü yerini alır.
Bu yaklaşımlar eskisi kadar açıkça “özgürlük hareketinin kökü dışarıdadır” deme cesareti içinde değiller. Ayrıntılarda yapılan kelime oyunlarıyla, okurun düşünce formalarına gelişmelerle ilgili, “bu işte bir bit yeniği var, zamanlama nasıl da birbiriyle kesişiyor” gibi vesvese, vehim, şaibe ve şüphe yaratma çabalarıyla sergilenir. Siyasette ciddi bir kirlenme olarak beliren bu yaklaşım, daha çok söyleyecek sözü olmayanların, milliyetçi reflekslerini bir biçimde sürece akıtma çabası olarak ortaya çıkarlar.
Eski söylem “Kökü dışarıda” mantığını tekrar eder. Her açılımı, her yeni gelişmeyi, konjonktür yorumu adı altında dış bir gücün çıkar ilişkilerinin yaptırımlarıyla ilgili kılmaya çalışır. Bu mavi proje olabileceği gibi, dünya ölçeğinde ABD’nin yumuşama ve açılım programıyla kesiştirilmeye çalışılır.
ABD yeni yönetiminin bölgemizdeki çıkarlarını korumak üzere gösterdiği nispi farklı yaklaşımların yarattığı rehavet, bölgemizde on yıllardır öz verilerle süren demokratik direnme mücadelelerinin başarıları üzerine bir örtü olarak atılmaya çalışılır. Açıkça “demokratik açılımı bir ABD açılımıdır” denmez. Ancak bölgemizdeki ABD açılımı yorumlanarak, ülkemizdeki Kürt özgürlük hareketinin ulaştığı ve kazanımlarının bir sonucu olana “demokratik açılım”ı buna ilgili kılar. “İşareti ABD vermiştir, Kürt sorunu bir biçimde çözülecektir, bu nedenle PKK muhatap alınmaya ve Öcalan’ın açıklamaları önemsenmektedir” iması yaygınlaştırılır. Bu akıl yönelimlerinde iç dinamik ve tarihsel sonuçları diye bir hadise yoktur. O an vardır ve o anın verileriyle dünyayı açıklama gibi Donkişot iddialar vardır. Bu algılar sığdır, bilgi birikimlerinden soyutlama yoktur, beslenme kaygıları magazin dergilerinin asparagaslarını geçmez.
Gerçekler ise tersini söyler. ABD açılımı, Kürt özgürlük hareketinin vardığı düzeye endeksli olarak bölgede politika belirlemektedir. ABD’nin açılım ve yumuşama politikaları gerçekçi değil, son yıllarda çöken Büyük Ortadoğu Projelerini (BOP) onarma girişimidir. Bölgemizin son çatışmalarında ve özellikle 12 Temmuz 2006 Lübnan savaşı ardından zaferle çıkan halkın direnme güçlerinin değiştirdiği bölge güçler dengesine uyarlanmaya çalışılan bir açılımdır. Bu açılım on yıllardır ortak ülkemizde Kürtlere dayatılan askeri operasyonların sonuçsuz kalmasının dolaysız sonucudur. Yeryüzünde hiçbir kudretin Kürt özgürlük hareketini tasfiye edemeyeceğinin bir belirtisidir, bir sonucudur.
Bu ise dolaysızca kökü içerde ve en derinde olan dinamiklerin nesnel verilerin sonucudur.
Hiçbir öznel çaba ya da talep bir ulusu yaratamaz, başarısını diş bir güce bağlayamaz. Tersine dünyanın en güçlü ve tek hakim emperyalist gücü de olsa, halkının iç dinamiklerine dayanarak ve ondan beslenerek yükselen özgürlük hareketinin basıncı altında politika belirlemeye mahkumdur. Söylemlerin belli bir tarihi kesitte birbiriyle uyumlaşması bile başlı başına, demokrasi güçlerinin başarısını ifade eder. Bölgemizde ABD kendi çıkarlarını korumak içinde olsa, bu gerçeği atlayarak değil onunla uyumlu olarak politikalar geliştirmeye mecburdur.
Bu yüzden bu noktada belirlediğimiz tehlike, bir spekülatif bilinç bulandırma tehlikesi olarak belirir. Gerçeği çarpıtarak, demokrasi mücadelesinin önünü kesmeye çalışır. Özel Harp Daireleri bunun için vardır. Bu düşünceleri sol içinden ileri sürmek için bordrolu olmaya gerek yoktur. Düşüncenin kendi formatı bu sonuca ulaşır. Dikkat çekmemizin nedeni de budur.
Bu yaklaşımların, kullanım tarihi bitmiştir. “kökü dışarıda” söyleminin yeni sürümü olarak oluşturdukları tehlike birincisiyle önemli bir kesişme içindedir. Tarihsiz kılma girişimleri bu noktada dış güçlerin örtüsü altına alma önermeleriyle tam bir kesişme halindedir. Bu da ötekileştirme çabasıdır. Milliyetçiliktir, bölücülüktür.
Bunun için ulusu tarihsiz kılacak, mücadelesinin demokratik özelliğini inkar edeceksiniz, kökü dışarıda göstermek için ABD açılımına endeksli kılacaksınız. Gerisi kendi kendine gelir. Bu mantık bir biçimde tasfiyeci mantıktır. Devletin demokrasi hareketine yaklaşımı hendeğinde siper almaktır.
Kendine sosyalist diyen kimi marjinal düşünce kapasitelerinin solu mevtaya çeviren dengesiz yaklaşımları son tahlilde tasfiyeci bir milliyetçilik olarak belirir. Ülkemiz açısından bu durum Özgürlük hareketini tasfiyedir, ulusal azınlıkları inkar onların özgün örgütlenmelerine ve özgür mücadelelerine yasak getiren bir yerde duruştur.
Bu iki tehlike oldukça marjinaldir. Sol bir bütün olarak marjinaldir. Buna rağmen moral kırıcı, umutsuzluk yayıcı, şüphe ve vesveselerle başarıyı sınırlayıcı yaklaşımlar olduğunu tespit edeceğim.
Ülkemiz demokrasi hareketi, bir özgürlük hareketi ve onun müttefiki olan devrimci güçlerin öznel hareketi olarak ortadadır. Bu öznel duruş, dinamiklerini Kürt ulusunun tarih sahnesine çıkmasını sağlayan nesnel verelerden güç almaktadır. Bu süreç, ülkemiz genel devrimci hareketi, sivil toplum etkinlikleri, farklılıkların kimlik hakları, sınıf mücadelesinin de içinde olduğu genel emek kavgasının destekleriyle ilerlemektedir.
“Demokratik açılım” söylemi bu etkinliğin yarattığı bir durumdur. Bu açılım ülkemizdeki hükümetin rahmeti ya da demokratlığı ya da ABD’nin dayatması asla değildir. Kürt açılımı, Kürt halkı dinamiğinin bir sonucudur. Hiçbir açılım bu dinamiklerin etkisi olmaksızın ortaya çıkmamıştır ve bu dinamikleri atlayarak başarı kazanamaz.
Ne hükümet ne de ABD Kürtlerin özgürlük taleplerini karşılayacak bir gerçekçi bir öznel eğilim içinde değildir, stratejik çıkarları da buna uygun değildir; onlar egemenlik için, enerji yollarının güvenliği için Kürt dinamikleriyle ilgilidir. Yükselen özgürlük mücadelesinin yarattığı etkiler, emperyalistlerin de hükümetlerin de politikalarını biçimlendirmektedir.
Bu gün artık ülkemizde geri dönüşü mümkün olmayan bir süreç açılmıştır. 29 Mart 2009 yerel seçimlerinin belirlediği tablo, çok yönlü parametreleriyle Kürt halkının tarihte alacağı özgür yerin ufuklarını açmakla kalmayıp, zindan da bile olsa Sayın Öcalan’ın “ Yol Haritası”na ruh vermiştir.
Bu sonuçlar kaynaklarına oturtulmadan, bu mücadelenin geleceği algılanamaz. Tarihsizlik dayatmalarıyla kaynağı dışarıda söylemlerinin talihsizliği buradadır.
Bu gerçeklerin ortaya koyduğu görevler, ortak ülkemizin demokrasi mücadelesin manivelalarını çoğaltmaya götürür. Özgürlük hareketine daha çok desteğe ve ötekileştirmenin bölücülüğünü durdurmaya yöneltir.
Olumsuzluklar ve tehlikeler küçükten başlar, uygun zemin üzerinde de büyürler.
Erken teşhis yaşam kurtarır diyerek sonluyorum.
1 Eylül dünya barış gününde, ortak ülkemizi gelecek kuşaklarımıza güvenli ve barış içinde bir arada yaşamı ikame etmiş ülke olarak teslim edelim. Bu dilek, tehlikelere karşı duruşumuz ölçeğinde gerçek olacaktır.
1 Eylül 2009
Demokrasi mücadelemiz, içinde barınmak isteyen iki tehlikeyle yüz yüzedir.
Birincisi; demokrasi mücadelemizi tarihsizleştirme tehlikesidir.
İkincisi; demokrasi mücadelesi başarılarını, dış etkenlerin örtüsü altına alma tehlikesidir.
Tarihsizleştirme ve dış etken örtüsüyle demokrasi mücadelesi dinamiklerini kapatma tehlikesi aynı noktada kesişir; demokrasi mücadelesini geçmişsiz ilan edip, geleceksiz kılar; tarihin derinliklerinden çıkıp bu güne gelen özgürlük hareketi ve toplumsal hareketlerin iç dinamiğini inkar eder. Dış güçlerin çıkar etkilerini mutlak görüp, demokrasi mücadelesini dış güçlerin örtüsü altına alır. Yükseliş döneminde her zaman böylesi marjinal tehlikeler üremeye ve gelişmeleri tıkama eğilimi gösterir.
Oysa gerçekler çok farklıdır; demokrasi hareketinin gücü kendi iç dinamiklerindendir.
“Demokratik açılım” söylemi bu etkinliğin yarattığı bir durumdur. Bu açılım ülkemizdeki hükümetin rahmeti ya da demokratlığı ya da ABD’nin dayatması asla değildir. Kürt açılımı, Kürt halkı dinamiğinin bir sonucudur. Hiçbir açılım bu dinamiklerin etkisi olmaksızın ortaya çıkmamıştır ve bu dinamikleri atlayarak başarı kazanamaz.
Ne hükümet ne de ABD Kürtlerin özgürlük taleplerini karşılayacak bir gerçekçi bir öznel eğilim içinde değildir, stratejik çıkarları da buna uygun değildir; onlar egemenlik için, enerji yollarının güvenliği için Kürt dinamikleriyle ilgilidir. Yükselen özgürlük mücadelesinin yarattığı etkiler, emperyalistlerin de hükümetlerin de politikalarını biçimlendirmektedir.
Bu gün artık ülkemizde geri dönüşü mümkün olmayan bir süreç açılmıştır. 29 Mart 2009 yerel seçimlerinin belirlediği tablo, çok yönlü parametreleriyle Kürt halkının tarihte alacağı özgür yerin ufuklarını açmakla kalmayıp, zindan da bile olsa Sayın Öcalan’ın “ Yol Haritası”na ruh vermiştir.
***
Ülkemizin acil demokrasi talebi, çağdaş dünyada onurlu yaşam için de gerekli bir taleptir. Bu talep, bu gün ortaya çıkan hiçbir konjonktüre bağlı değildir. Tarihi vardır ve tarih içinde evrimleşerek kendini bugünün jargon ve etkinlikleriyle ifade etmektedir.
Bir yandan Özgürlük hareketi diğer yandan tüm renkleriyle toplumsal hareket etkinlikler bu taleplerin ikamesi için üç kuşaktır önemli bedeller ödeyerek sonuç almaya çalışmaktadır.
Mücadele ve bu mücadelenin unsurları, çok boyutlu ölçümler içinde kendini ortaya koyarken tarihi kesitlerin özgünlüğüne bağlı olarak biri diğerine daha çok öne çıkabilmektedir. Buna hangi boyutuyla olursa olsun demokrasi mücadelesi bir bütün olarak, ortak ülke algısı ve ortak bir hatta demokrasinin ikamesi için güçlerini ortaya koymakta olduğu gözlemlenmektedir. Hiç kimse tek başına sonuç alıcı konumda değildir, böylesi bir çabası olmadığı da siyasetin bu günkü tüm ölçümlerince ortaya çıkmıştır.
Başlangıcı sınıf mücadelesi olarak yürüyenler ya da ulusal kurtuluş olarak yükselenler dahil tüm siyasal hareketler bu günün verileri içinde ortak ülke algısıyla demokrasi içini mücadelelerini yürütmektedirler. Ancak bu mücadeleye karşı farklı boyutta bir anti-demokratik mücadele de yürümektedir. Makalemizin konusu da budur.
Demokrasi mücadelesine karşı bitip tükenmeyen saldırıların merkezinde devlet kaynaklı olanlar yer alır. Bu çabalar, halkın her türden demokratik talebine karşı zoru baskıyı dayatmak ister. En iyimseri milliyetçi reflekslerle “terör bitsin de bakalım” der, hak sahiplerine karşı şartlı yaklaşarak sonu belli olmayan ertelemelere yönelir.
Bu akıl, dünden bu güne Anadolu üzerine bin yıldır çökmüş olan karanlık bir baskı sistemi olarak karşımızda durur. Bu akıl bir Osmanlı aklıdır, “katli vaciptir” de ifadesini bulan farklılıkları yok etmeye dayanır. Cumhuriyet bu aklın mirası üzerinde yükseldi, farklılıkların kökü olduğunu anladı, bu nedenle “kökü kazınmalıdır” diyerek aynı yöntemle hak talepleri üzerine yürüdü. O gün bu gün, aynı zorun baskısı altında halklar hak taleplerini ağır faturalar ödeyerek dile getirmeye devam etmektedirler.
Hüküm sürdüğü topraklardaki sosyal, siyasal sorunları, özgürlük ve demokrasi sorunlarını güvenlik sorunu olarak ele alan, kendi vatandaşına sınır ötesi askeri operasyonları dış desteklerle dayatan anlayış bu anlayıştır. Bölücülük de bu anlayışın ürettiği milliyetçi reflekste ifadesini bulmakta.
Bunlar bu gün, demokrasi ve özgürlük mücadelesine karşı “dağlara çıkarız” diyecek kadar akıllara ziyan tutumlar içindedir. Siyasal hükümranlıklarını bir ölüm denklemine dönüştürmekten çekinmeyecek klinik vakalar haline gelmiş bulunmaktadırlar.
Devlet kaynaklı anti demokratik girişimler, Özel Harp Dairesinin bin bir yolla sürdürdüğü saldırılar, farklılıklarımızın özgün örgütlenme ve özgür mücadelesine karşı gösterilen şaibe, karalama, ihbar, vesvese tutumları bu alanın temel faaliyeti olarak karşımızda durmaktadır. Bu makalemin konusu bu alan değil. Bu alan üzerinde bitip tükenmeyen yazılar yazmaktayız. Üzerinde çok az durulan ve demokrasi hareketi etkinlik kazandıkça da dozu artan içten yapılan anti demokratik girişimlere dikkat çekeceğim.
Bu gün bunun üzerinde durmak, gittikçe önem de kazanmaktadır. Solun çok kötü bir çöküş içinde olduğu bu kesitte onu katletmek isteyen marjinal algılar, Avrupa halkı tarafından bile hiçbir zaman ciddiye alınmamış kimi medreselerin artıklarından ülkemize taşınmak istenen yaklaşımları konu edineceğim.
Sık sık olmasa da zaman zaman bu tür marjinal medrese artıkları üzerine yazdığım makalelerle dikkat çekmek istediğim en önemli şey, demokrasi mücadelesinin yükselme süreçlerinde yaratılmak istenen bulanıklıktır. Bu yaklaşımların teşhiri mücadelemizin gereklerindendir.
Demokrasi mücadelemiz, içinde barınmak isteyen iki tehlikeyle yüz yüzedir.
Birincisi; demokrasi mücadelemizi tarihsizleştirme tehlikesidir.
İkincisi; demokrasi mücadelesi başarılarını, dış etkenlerin örtüsü altına alma tehlikesidir.
Birincisi;
Ülkemizin demokrasi mücadelesi tarihi kesitleri kendine özgü öne çıkan hareketlere tanıklık etmiştir. 80’li yıllara kadar toplumsal hareketler, emek ve sınıf mücadeleleri bu süreci tanımlıyordu. Bu gün özgürlük hareketleri, demokrasinin temel manivelası olmuştur. Mücadele her dönemin kendine özgü yanıyla bir bütün olarak aynı siyasal erke karşı tutum göstermiş, halkın taleplerini dile getirmiştir.
Demokrasi mücadelesinin her evresinde kendi içinden çıkan tıkayıcı, engelleyici kimi algılarla da mücadele etmek durumunda olmuştur. 80’li yıllar öncesi demokrasi mücadelesinde, reformist eğilimler bunu temsil ediyordu. Devrimci hareket ülkenin her alanında etkinliklerini artırırken neredeyse devletle işbirliği içinde bir çizgide teslimiyet eğilimleri ortaya çıkmıştır. Bu eğilimler TKP ve Aydınlık çevresinde ifadesini buluyorlardı. Öyle ki aralarındaki farklılıkları ve şiddetli ithamlara karşın bu iki eğilim teslimiyet çizgisinde olduğu kadar, milliyetçi reflekslerle de hareket eden ortaklıkları vardı. Bu gün de aynı hareketlerin aynı çizgi üzerinde kendilerini ifade etmesi, zamanın bunlar açısından durduğu izlenimi bırakmaktadır. Bu eğilimler dün, farklı bir açıdan devrimci hareketi tarihsizleştiriyorlardı.
Tarih TKP’nin tarihiydi, bir yanını TKP diğer yanını Aydınlık temsil ettiği iddiasındaydı. Sınıf mücadelesi tıkanıp, reformizmi aşamayacak olduğu anlaşıldıkça devrimci harekete karşı saldırı, ihbar boyutuna, şaibe ve karalamaya yönelerek sürdü. Demokrasi mücadelesinin kararlı unsurları “küçük burjuva hareketler”, tarihsiz siyasal oluşumlar olarak küçümsendi.
Bir ötekileştirme çabası dayatılıyordu. Bir ve bütün olması gereken mücadele de farklılıklar beliriyor ve aradaki çelişkiler çözümsüzlüğün yöntemleriyle kıran karına çatışmalara gidiyordu.
Bu gün böylesi çatışmaları üretecek ne yoğunluklar kaldı ne de neden. Çöküş öyle bir boyut aldı ki, demokrasi mücadelesi Kürt özgürlük hareketi merkezli olarak böylesi çatışmalara yer bırakmadı. Ama bu kez düşüncenin teslim alınması yönünde başka türden bir mekanizma devreye girdi. O da tarih algılarını sisli hale getirmektir.
Tarihsizleştirme çabaları diye özetleyebileceğimiz bu çabalar, bu günü yaratın dünün verilerini yok sayma noktasında belirginlik kazanıyor. Demir küçükaydın’ı eleştiren “Demir Küçükaydın’ın talihsiz ulus algısı” başlıklı makalemde bunun üzerinde durdum. (http://miruarl.blogspot.com/)
Bu talihsiz algılar, ulusları tarihsiz kılarlar. “ulusların tarihi yoktur” (Demir Küçükaydın, Türklük Nedir?) gibi ekstrem entelektüel söylemle işe başlarlar. “edebi ve fikirsel gebelik donemi… Bir düşün ve edebiyat akımı olarak, bir beyin jimnastiği olarak” görürler (Demir Küçükaydın, “Kürt Türk Çatışması Neden Olmadı?” Adlı makalesi)
Hesapsız gibi gelen bu algı, sonuçta söyleyenin de iradesinden bağımsız bir olumsuzluğu kaynaklık eder. Tarihten çıkıp gelmiş haliyle ulusu oluşturan temel unsurlar, dilin tarihini ve evrimini, coğrafyanın tarihini ve evrimini, gelenek ve göreneklerin, ortak ruhi şekillenmenin ve reflekslerin evrimini yok sayılır. Böylece ulus öznel bir çabanın ürünü olarak belirmiş olur. Çoğu kez bu görüş ulusu “dış güçlerin bir oyunu” olmaktan ibaret görerek de ulusa ait ilerici demokratik misyonları şaibeli hale getirir. Bu gibi riskli sonuçlara bu gün ülkemiz açısından demokrasi mücadelesi içindeki en tehlikeli yaklaşım olur çıkar.
Açıkça dile gelmese de ülkemiz gerçeğinde Kürt özgürlük hareketinin bir biçimde yadsınması, bu söylemlerin entelektüel şemsiyesi altında olur. Zayıf tarih bilgisi, laf kalabalığı içinde örtülen temel bilimsel veriler, sıradan okuyucular için şatafatlı paradigmalar gibi görünse de, ciddi bir veriye dayanmadığını anlamak için Ulusu oluşturan herhangi bir nesnel verinin tarih seyrini izlemek yeterlidir.
Zaman zaman ulusların oluşumun bir askeri harekatı indirgeyen bu yaklaşımın övgü düzlemleri, ulusun tarih içinde süren yükseliş ve düşüşlerle tanımlanacak kitlesel hak taleplerini de yadsımış olur. İkircimli kıyaslamalarla, geçmişin mücadelesini yok sayarak ulusu bir kez daha öznel iradenin eseri haline getirir.
Bu yaklaşım, Kürt ulusunu 1984 Eruh baskınıyla başlatması, gerçekte özgürlük hareketine bir övgü değil, bu hareketi yaratan dinamikleri yadsıma olarak belirir. Tarihsiz ve geleceksiz olarak algılanan ulusun özgürlük mücadelesi de şaibe altına sokulur. Bu aynı zamanda ulusun iç dokusundaki farklılıkları ve tarihlerini de yadsımanın bir girişi haline gelir; Kürt ulusunun zenginliği olan iç dokusundaki farklılıklar da (dini, mezhepsel, yöresel) bu yolla silinmiş olur. Bu isi, tek boyutlu bakış, sınıf mücadelesi saflığını koruma adı altında kaçınılmaz bir ezen ulus milliyetçiliğine giriş kapısı haline gelir.
Oysa demokrasi mücadelesi açısından, ulusal özgürlük hareketlerinin yadsınmaz ilerici rolleri bulunmaktadır. Bölgemiz açısından bu daha da gerçekçi bir roldür; Filistin davası ve buna eklenmesi gereken Kürt özgürlük hareketi böylesi bir role sahiptir. Bu gün ortak ülkemizin demokrasi etkinliğinin en önemli gücüde bu ikincisidir.
Ortak ülkemizde Kürt özgürlük sorunu demokrasi mücadelemizin temel bir unsurudur. Bu mücadelede kimse öncülük artçılık dizgisine yönelmemelidir. Bu satırların yazarı sınıf mücadelesinin devrimci bir mücadele olmadığını, sistem ve ihmal edilmemesi gereken bir reformist mücadele olarak görmektedir. Buna rağmen sınıf mücadelesi dahil tüm demokratik güçlerin mücadelesinin gerekliliğine işaret eder. Tarihsizlik, gerçekte talihsizliktir. Sol içinden çıkan böylesi görüşlerin mücadeleye katkısından çok riskleriyle tehlike oluşturduğunu belirler.
Ülkemizde sınıf mücadelesi kapsamında olmayan her türden toplumsal mücadele, demokratik hak ve talepler, en az sınıf mücadelesi kadar gereklidir. Sınıf mücadelesinin omuzlarına yüklenmek istenen zorlama yüklerle sonuç alınmayacağı gerçeği 200 yıllık sınıf mücadelesinin her zaman ve mekandaki sonuçlarında açık hale gelmiştir. Öznel önermelerle ulusun kurgulandığını sananlar sınıf mücadelesini de öznel kurgularla yürütme çabasında iflas etmiştir. Ülkemizin bu gün sürmekte olan demokrasi mücadelesine bakmak bu gerçeği algılamanın en kestirme yoludur.
Tarihsizleştirme, bir düşün önermesi değil bir yol kesmedir. İç dinamiği yadsıyan, mücadeleyi dıştaki bir özel çıkar öznesine bağlayan milliyetçi bir yaklaşımdır. Bu gün mücadelemiz açısından bu tehlike, marjinalliğine rağmen dikkatle izlenmesi gereken bir tehlike olarak önümüzde durmaktadır.
İkincisi;
Halklarımızın on yıllarıdır ödediği bedellerle yükselttiği demokrasi mücadelesini ve onun tetiklediği açılımları bir “ABD açılımı” olarak algılamak. Öncekinden çok daha riskli olan bu tehlikeli yaklaşım, hakim sınıf yaklaşımının dolaysız uzantısı olarak demokrasi saflarındaki örtülü yerini alır.
Bu yaklaşımlar eskisi kadar açıkça “özgürlük hareketinin kökü dışarıdadır” deme cesareti içinde değiller. Ayrıntılarda yapılan kelime oyunlarıyla, okurun düşünce formalarına gelişmelerle ilgili, “bu işte bir bit yeniği var, zamanlama nasıl da birbiriyle kesişiyor” gibi vesvese, vehim, şaibe ve şüphe yaratma çabalarıyla sergilenir. Siyasette ciddi bir kirlenme olarak beliren bu yaklaşım, daha çok söyleyecek sözü olmayanların, milliyetçi reflekslerini bir biçimde sürece akıtma çabası olarak ortaya çıkarlar.
Eski söylem “Kökü dışarıda” mantığını tekrar eder. Her açılımı, her yeni gelişmeyi, konjonktür yorumu adı altında dış bir gücün çıkar ilişkilerinin yaptırımlarıyla ilgili kılmaya çalışır. Bu mavi proje olabileceği gibi, dünya ölçeğinde ABD’nin yumuşama ve açılım programıyla kesiştirilmeye çalışılır.
ABD yeni yönetiminin bölgemizdeki çıkarlarını korumak üzere gösterdiği nispi farklı yaklaşımların yarattığı rehavet, bölgemizde on yıllardır öz verilerle süren demokratik direnme mücadelelerinin başarıları üzerine bir örtü olarak atılmaya çalışılır. Açıkça “demokratik açılımı bir ABD açılımıdır” denmez. Ancak bölgemizdeki ABD açılımı yorumlanarak, ülkemizdeki Kürt özgürlük hareketinin ulaştığı ve kazanımlarının bir sonucu olana “demokratik açılım”ı buna ilgili kılar. “İşareti ABD vermiştir, Kürt sorunu bir biçimde çözülecektir, bu nedenle PKK muhatap alınmaya ve Öcalan’ın açıklamaları önemsenmektedir” iması yaygınlaştırılır. Bu akıl yönelimlerinde iç dinamik ve tarihsel sonuçları diye bir hadise yoktur. O an vardır ve o anın verileriyle dünyayı açıklama gibi Donkişot iddialar vardır. Bu algılar sığdır, bilgi birikimlerinden soyutlama yoktur, beslenme kaygıları magazin dergilerinin asparagaslarını geçmez.
Gerçekler ise tersini söyler. ABD açılımı, Kürt özgürlük hareketinin vardığı düzeye endeksli olarak bölgede politika belirlemektedir. ABD’nin açılım ve yumuşama politikaları gerçekçi değil, son yıllarda çöken Büyük Ortadoğu Projelerini (BOP) onarma girişimidir. Bölgemizin son çatışmalarında ve özellikle 12 Temmuz 2006 Lübnan savaşı ardından zaferle çıkan halkın direnme güçlerinin değiştirdiği bölge güçler dengesine uyarlanmaya çalışılan bir açılımdır. Bu açılım on yıllardır ortak ülkemizde Kürtlere dayatılan askeri operasyonların sonuçsuz kalmasının dolaysız sonucudur. Yeryüzünde hiçbir kudretin Kürt özgürlük hareketini tasfiye edemeyeceğinin bir belirtisidir, bir sonucudur.
Bu ise dolaysızca kökü içerde ve en derinde olan dinamiklerin nesnel verilerin sonucudur.
Hiçbir öznel çaba ya da talep bir ulusu yaratamaz, başarısını diş bir güce bağlayamaz. Tersine dünyanın en güçlü ve tek hakim emperyalist gücü de olsa, halkının iç dinamiklerine dayanarak ve ondan beslenerek yükselen özgürlük hareketinin basıncı altında politika belirlemeye mahkumdur. Söylemlerin belli bir tarihi kesitte birbiriyle uyumlaşması bile başlı başına, demokrasi güçlerinin başarısını ifade eder. Bölgemizde ABD kendi çıkarlarını korumak içinde olsa, bu gerçeği atlayarak değil onunla uyumlu olarak politikalar geliştirmeye mecburdur.
Bu yüzden bu noktada belirlediğimiz tehlike, bir spekülatif bilinç bulandırma tehlikesi olarak belirir. Gerçeği çarpıtarak, demokrasi mücadelesinin önünü kesmeye çalışır. Özel Harp Daireleri bunun için vardır. Bu düşünceleri sol içinden ileri sürmek için bordrolu olmaya gerek yoktur. Düşüncenin kendi formatı bu sonuca ulaşır. Dikkat çekmemizin nedeni de budur.
Bu yaklaşımların, kullanım tarihi bitmiştir. “kökü dışarıda” söyleminin yeni sürümü olarak oluşturdukları tehlike birincisiyle önemli bir kesişme içindedir. Tarihsiz kılma girişimleri bu noktada dış güçlerin örtüsü altına alma önermeleriyle tam bir kesişme halindedir. Bu da ötekileştirme çabasıdır. Milliyetçiliktir, bölücülüktür.
Bunun için ulusu tarihsiz kılacak, mücadelesinin demokratik özelliğini inkar edeceksiniz, kökü dışarıda göstermek için ABD açılımına endeksli kılacaksınız. Gerisi kendi kendine gelir. Bu mantık bir biçimde tasfiyeci mantıktır. Devletin demokrasi hareketine yaklaşımı hendeğinde siper almaktır.
Kendine sosyalist diyen kimi marjinal düşünce kapasitelerinin solu mevtaya çeviren dengesiz yaklaşımları son tahlilde tasfiyeci bir milliyetçilik olarak belirir. Ülkemiz açısından bu durum Özgürlük hareketini tasfiyedir, ulusal azınlıkları inkar onların özgün örgütlenmelerine ve özgür mücadelelerine yasak getiren bir yerde duruştur.
Bu iki tehlike oldukça marjinaldir. Sol bir bütün olarak marjinaldir. Buna rağmen moral kırıcı, umutsuzluk yayıcı, şüphe ve vesveselerle başarıyı sınırlayıcı yaklaşımlar olduğunu tespit edeceğim.
Ülkemiz demokrasi hareketi, bir özgürlük hareketi ve onun müttefiki olan devrimci güçlerin öznel hareketi olarak ortadadır. Bu öznel duruş, dinamiklerini Kürt ulusunun tarih sahnesine çıkmasını sağlayan nesnel verelerden güç almaktadır. Bu süreç, ülkemiz genel devrimci hareketi, sivil toplum etkinlikleri, farklılıkların kimlik hakları, sınıf mücadelesinin de içinde olduğu genel emek kavgasının destekleriyle ilerlemektedir.
“Demokratik açılım” söylemi bu etkinliğin yarattığı bir durumdur. Bu açılım ülkemizdeki hükümetin rahmeti ya da demokratlığı ya da ABD’nin dayatması asla değildir. Kürt açılımı, Kürt halkı dinamiğinin bir sonucudur. Hiçbir açılım bu dinamiklerin etkisi olmaksızın ortaya çıkmamıştır ve bu dinamikleri atlayarak başarı kazanamaz.
Ne hükümet ne de ABD Kürtlerin özgürlük taleplerini karşılayacak bir gerçekçi bir öznel eğilim içinde değildir, stratejik çıkarları da buna uygun değildir; onlar egemenlik için, enerji yollarının güvenliği için Kürt dinamikleriyle ilgilidir. Yükselen özgürlük mücadelesinin yarattığı etkiler, emperyalistlerin de hükümetlerin de politikalarını biçimlendirmektedir.
Bu gün artık ülkemizde geri dönüşü mümkün olmayan bir süreç açılmıştır. 29 Mart 2009 yerel seçimlerinin belirlediği tablo, çok yönlü parametreleriyle Kürt halkının tarihte alacağı özgür yerin ufuklarını açmakla kalmayıp, zindan da bile olsa Sayın Öcalan’ın “ Yol Haritası”na ruh vermiştir.
Bu sonuçlar kaynaklarına oturtulmadan, bu mücadelenin geleceği algılanamaz. Tarihsizlik dayatmalarıyla kaynağı dışarıda söylemlerinin talihsizliği buradadır.
Bu gerçeklerin ortaya koyduğu görevler, ortak ülkemizin demokrasi mücadelesin manivelalarını çoğaltmaya götürür. Özgürlük hareketine daha çok desteğe ve ötekileştirmenin bölücülüğünü durdurmaya yöneltir.
Olumsuzluklar ve tehlikeler küçükten başlar, uygun zemin üzerinde de büyürler.
Erken teşhis yaşam kurtarır diyerek sonluyorum.
1 Eylül dünya barış gününde, ortak ülkemizi gelecek kuşaklarımıza güvenli ve barış içinde bir arada yaşamı ikame etmiş ülke olarak teslim edelim. Bu dilek, tehlikelere karşı duruşumuz ölçeğinde gerçek olacaktır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder