13 Eylül 2009 Pazar
DEDİKODUKOLİZM
Nurettin Kurtuluş
13 Eylül 2009
Dedikodu; zekâ düzeyi denemesindeki bir insanın, bilmeden beyin jimnastiği yaptığı fakat başaramadığı ve özürlü kalmaya devam ettiği sonunda orgazm da olamadığı bir nevi mastürbasyondur diye düşünüyorum.
Dedikodu genelde insanlar üzerinde yoğunlaşıyor; doğa, hayvanlar, siyaset, bilim, edebiyat, sanat, bir diğer insan vs gibi konularda yeti ve birikim olmadığı ya da yetersizlik, sığlık kişi/leri bu tür içi boş zaman öldürmeye götürüyor.
İnsanlardan sonraki canlı olan iki ve dört ayaklı mahlûklar da dedikodu yaparlar mı? Bilemiyorum…
Dedikodu kişiler arasında düşün (fikir) alışverişi olabilir mi?
Her konu bir düşün ürünüdür.
Dedikodu; zihinsel yetileri çevikleştirmek için yapılan alıştırmaların sonucunda gerçekleştirilen bir üretim midir?
Dedikodu; üretileni, üreteni tüketmek midir?
Bulanık zihinlerin dedikoduda sığlığı aşamaması; doğrularla bağlantı kuramaması duygulara esir olması, yanlışları artarda sıralıyor, davranışları bu süreç içinde ruhsal bunalımlarıyla özdeşleşiyor.
Dedikodu; kimlik ve kişilik sorunundan kaynaklanıyor ve etik olmadığı görülüyor, kişi/lerin etik anlayışı ve yapısı da sonuçta ortaya çıkıyor.
Zihni bulanıklık düşünü arayamıyor, bulamıyor sığlık bir eksiklik olarak karşımıza çıkıyor ve üretimlerle ilintiyi reddediyor.
Dedikodu; zihni oynatmanın, zekâ seviyesinin kuraklığının viagrası olarak düşünmek yanlış olmasa gerek…
Fikirler üzerine dedikodu yapılır mı?
Yorum, eleştiri, tartışma olabilir fakat tümün içinden çıkarılacak sözcük ve tümcelerle dediydi, koduydu, demek istedilerle, demek istedin lerle kendini tatmin etmek, kendi yapısını pazarlamaktan özüne bir sıfat eklemekten öteye geçemiyor.
Dedikodunun orgazmsal bir hırs haline gelmesi bağımlılık yapıyor, dedikodusuz yaşam zorlaşıyor, yani kişi/ler dedikodukolik oluyor…
Dedikodusu yapılan kişi/lerin savunma hakkı elinden alınıyor ve bu eylemi gerçekleştirenler yargısız infazlarıyla orgazm olmaya çalışıyor.
“Bak bunu sadece sen biliyorsun” demekle iş bitmiyor, dedikodu orada kapanmıyor bir diğerine de “bak bunu sadece sen biliyorsun lar” yayılıyor ve sonunda dedikodusu yapılana ulaşıyor.
Söyleme dostuna, dostun söyler dostunun dostuna…
Dedikodu bazı toplumları daha fazla etkilediği görülüyor, toplumun kültürel yapısı, eğitim düzeyiyle orantılı olarak çoğalıyor, azalıyor fakat bir türlü yok olmuyor, yok edilemiyor.
Kişi/lerin ortak konulardaki tartışmaları sığlıklar/yetersizlikler sonucunda tıkanıyor ve hoşsohbetten, çekiştirmelere, dedikodulara dönüşüyor. Bu da zamanla alışkanlıklara-kronikleşmeye-kolikleşmeye kadar varıyor.
Alkol alamayan bir alkoliğin saldırganlığı belirli bir sürede tedavi edilebiliyor fakat dedikodukoliklik için henüz bir yöntem bulunmadığı biliniyor.
Kontrolünü kaybetmiş kişi/ler, kendini sorgulayamıyor ve aralarında olmayan/ları dedikodularla yargılamaya çalışıyor, infaz ettiklerini sanarak özürlü beyinleriyle karşılıklı mastürbasyon yapıyor yine de orgazm olamıyorlar.
Evet, kendini kontrol edemeyen, kontrolünü kaybetmiş kişi/ler dedikoduyla uğraşıyorlar, kültürlerini de (!) bu konuda geliştiriyorlar.
Konu ve konu edilecek kişi/ler kalmadığı zaman ise birbirlerini kırmaya başlıyor dedikolikler, bu alışkanlıklarının başlarının belâsı olduğunun farkında olamıyorlar, birbirlerinden koparak çoğalıyorlar.
Önlerine bakarak yürümüyorlar, arkalarındaki yalanları yanlarına almışlar körleşiyorlar ve parazitleşiyorlar. Sonunda doğrulara çarpıyorlar ve düşüyorlar.
Korkularıyla üç maymun oluyor; susuyorlar, söylemiyorlar, görmüyorlar. Korkuluk oluyorlar…
Dürüst olmayı bilemiyorlar parazitlik-dedikodu-yalan ilkeleri kalıyor hep düşüyorlar.
Düşmek bitmektir, dedikodukolizmleriyle gömülüyorlar…
Bir örgüt ya da partinin güncel toplantısında gündem belirleniyor: Üzerinde tartışılıyor, öneriler, isteklerle havanda su dövülüyor sığlık, yetersizlik can sıkıyor kısa kesilerek gerekene de ulaşılamadan bitiriliyor.
Ardından Ayşe’nin, Fatma’nın, Ali’nin, Veli’nin çoğu kez bel altı manzaraları, diğer örgüt ya da partiler üzerine çekiştirmeler, dedikodulara başlanıyor, ana konudan çok daha uzun sürüyor, bu gündemsiz gündemler hoşlarına gidiyor!..
Dedikodukolikler kulübü kulüpleri kuruluyor, en iyi ben yaparım bu işi savaşları sürüp gidiyor...
Kendini sorgulamayan, sorgulayamayan, sorgulamaktan kaçınan ya da korkan/lar bu kulüplerin üyesi oluyor, ödediği kesenek ise beyin hücrelerinin boş kalmasıdır.
İçlerinden bazıları Dedikodukolizmden tinsel olduğunu sandığım rant sağlayabiliyor.
Bu da o kişi/lerin orgazmı olabiliyor mu?
Dedikodunun bir kardeşi de yalan oluyor.
Dedikodukolizmin temeli yalanlarla atılıyor…
Abartılar, eklemeler Dedikodukolizmin harcı oluyor, en ufak bir sarsıntıda dedikodu kalesi, kuleleri yıkılıyor, yıkıntının altında kalanlar sessizliğe gömülüyor.
Dedikodu boşlukta yuvarlanmaktır, yok olmanın başlangıcıdır.
Dedikodukolik/ler yarım kalan varlık/lardır tehlikelidirler, nereye çekersen savrulup gider, yönsüzdür/ler, karanlıktır/lar…
Sığ olma; sığlığını saklamak için yalan dil, uyduruklara güvenerek toplumu aldatmaya çalışma bu karmaşayı bir taun gibi ortalığa dökme Dedikodukolizm, dedikodukolik olmaya meyilliler arasında sempati yaratabiliyor.
Güçsüz kişi’ler bu oyuna çok dalıyor ve hoşuna gidiyor güçlendiğini sanıyor, viagra almış bir beyinle o güç geçici oluyor, güçlü kişi/lerin karşısında küçülüyor ve saldırganlaşıyor.
Yapılacak, yapılması gereken o kadar çok iş varken dedikodukolik olmak, insanın kendine acımasıdır, acımanın sonunda kendine ağlamasıdır…
**
Her şey orada başlıyor.
Her şey orada bitiyor…
İnsanoğlu/kızı; farklı belgelerle, farklı kişilerden, farklı tarihçilerden, yazarlardan, dost olarak kabul ettiklerinden, etmediklerinden aynı konuları irdeleyen verileri karşılaştırarak doğrulara ulaşmayı denemelidir.
Dedikodular, yalanlar, çamur atalım izi kalsınlar belirsizliği beraberinde getiren kaygan zeminlerdir, konu/ları sağlıklı bir şekilde istedikleri sonuca ulaştıramaz, olamaz. Bunun yanı sıra geçici kazanımlar, kalıcı kayıplar neler olur hesabı da yapılmalıdır.
Bu tavırlar, yaklaşımlar, genelde dışsal duyulardan kaynaklandığı için; eleştiri, yorum, uyarı olmaktan uzak ayrıca kişisel komplekslerin getirdiği tepkilerdir.
Bir süre psikolojik, mantıksal özürlülüğü tatmin edebilir fakat; doğru, olduğu yerde kendini koruyacaktır ve âdem baba/lar zamanla geçici olarak yerleştikleri zirveden tepe taklak yuvarlanacaklardır.
Dışsal kanıtlarla tatmin olanlar, doğruları da koruduklarının farkına varamıyorlar.
Yalanlar değil doğrular bengidir. Doğruların algılanmasının yöntemleri kişilerin önünde apaçık dururken işin zoruna kaçıp düzene uygun kafalar olmak kişinin kendisine zarar vermesine yeterlidir.
Duyusal ve duygusal kanıtlar yanlışın, yalanın başlangıcı olabilir, kişinin kavrayış gücünü belirleyebilir.
Doğrulara gözlerini kapayan, görmeyen, görmek istemeyen, göstermek istemeyen, doğruları aramayan, aratmak istemeyen, doğrularla ikna edilemeyen, ettirmeyen; kendi yetersizliğinden kaynaklanan karmaşasını tatmin etmeye çalışan bu kişi/ler sonunda toplumun dışında kalırlar, reddedilirler.
Dışlanmış kişi/lerin arasına katılmak zor bir iş değildir, arayış içindeki yetisi olmayan sığ/ların başvuracağı yol da budur, burasıdır.
Dışsal duyuların güvenirliği araştırılmadan yapılan her türlü belge içermeyen yazılı ve sözlü saldırılar, karşıdaki kişiyi geçici olarak yıpratırken, kısa bir süre sonra o kimliksiz ve kişiliksiz kişi/leri kalıcı olarak tarihin çöplüğüne götürür, unutulur/lar.
Önemli olan insan/lar için yapılacak doğru şeylerdir ve kalıcı olanlardır; egoistçe önce kendini aldatarak sora da etrafında topladığı kuru kalabalığı kandırarak yalanlara, dedikodulara, çamurlara sürüklemek geçicidir.
Burada; kaybedenler, kazananlar bireyselciliğinden daha çok topluma ne zararlar getiriyor, ne götürüyor hesap edilmelidir.
Yalan, iftira, karalama, çamur atma, dedikodu ile insan kazanılmaz, kazanılmadığı gibi asıl kaybedenler ise butür kompleksli, egoist olanlardır.
Bilgi kaynaklarının doğruluğu sessizliğin kendisi olurken, o kaynaklara uğramadan çıkarılan gürültüler ne mantıksal bir dil ile, ne de matematiksel işlem gücü ile bağdaşır.
Zihinsel yeteneklerden yoksun olmak, gelişmemiş hattâ boş bir hafızanın göstergesi olmuyor mu?
Yalan insanın kirli yanıdır; onun tümü, birçok lekelerin birleşmesiyle tamamlanıyor; iftira, karalama, tehdide varan külhanbeylik, küfür, dedikodukolizm, ahlâki değerleri çamurlamaya çalışmak gibi daha bir çok örnek bunu açıklamaya yeterli sanırım.
Yalan tüm kötülüklerin anasıdır, doğurgandır; dedikodukolizm ise başı ile değil ayakları ile doğan tehlikelerin en kokarcası olanıdır…
Dünya butür olaylardan şikâyetçilerle dolu olmasına karşın, durmaksızın tekrarlanmasından zevk alanlara sadist diyebilirim, sakıncası yok…
Dedikodu ve temel taşı olan yalan; genleri işgal etmiş ve irsi toplumsal bir hastalık mıdır?
Yoksa bazı kişi, grup ve toplulukların vazgeçemedikleri, vazgeçemeyecekleri çıkarları ya da düşküleri midir?
Genelde ve özelde bu konudan çıkarların söz konusu olduğu, ağır bastığı saptanabilir.
Yine bu konu derinlemesine araştırıldığında; dedikodu ve temel taşı yalan olan kişi/lerin kendi yanlışlıklarını, hatalarını örtbas etmek, unutturmak ya da gündem dışı bırakmak için başvurdukları sonuç bildirgesidir, bu o/nların can simididir diye düşünüyorum.
Dedikodu ve temel taşı yalanın eğitimi var mıdır?
Evet; yetiştiği çevre ve aile ortamı kişi/lerde Dedikodukolizm batağını boş olan-kalan hafızalarında yer edebiliyor…
Bir de bunun yüksek öğrenimi oluyor!..
İlköğrenimi aldığı çevreden ve aile yapısından etkilenen boş kalan hafızalıların birleştiği yerlerde, daha organize olarak veba mikrobu gibi topluma yayılma eğiliminde olabiliyorlar.
Fakat bu kişi/ler, ilim, bilim ve doğruluk okyanusunda çürümüş, kokuşmuş incir çekirdeği olarak kalıyor, mikropları kendi sonlarını getiriyor…
Aynı uygulamaların bir gün bu sadistler için de olabileceğini düşünemeyen/ler sonucuna katlanmak zorunda kalacaklardır.
Onlar zevk (!) içinde yaşayabilecekler midir?
Düzen insanların birbirine düşmesini istiyor; birbirine düşen insanlardan düzen rahatsızlık duymuyor, tam tersine düzen rahatlıyor ve düzenbazlığına düzenbazlar eklemeye devam ediyor…
13 Eylül 2009
Dedikodu; zekâ düzeyi denemesindeki bir insanın, bilmeden beyin jimnastiği yaptığı fakat başaramadığı ve özürlü kalmaya devam ettiği sonunda orgazm da olamadığı bir nevi mastürbasyondur diye düşünüyorum.
Dedikodu genelde insanlar üzerinde yoğunlaşıyor; doğa, hayvanlar, siyaset, bilim, edebiyat, sanat, bir diğer insan vs gibi konularda yeti ve birikim olmadığı ya da yetersizlik, sığlık kişi/leri bu tür içi boş zaman öldürmeye götürüyor.
İnsanlardan sonraki canlı olan iki ve dört ayaklı mahlûklar da dedikodu yaparlar mı? Bilemiyorum…
Dedikodu kişiler arasında düşün (fikir) alışverişi olabilir mi?
Her konu bir düşün ürünüdür.
Dedikodu; zihinsel yetileri çevikleştirmek için yapılan alıştırmaların sonucunda gerçekleştirilen bir üretim midir?
Dedikodu; üretileni, üreteni tüketmek midir?
Bulanık zihinlerin dedikoduda sığlığı aşamaması; doğrularla bağlantı kuramaması duygulara esir olması, yanlışları artarda sıralıyor, davranışları bu süreç içinde ruhsal bunalımlarıyla özdeşleşiyor.
Dedikodu; kimlik ve kişilik sorunundan kaynaklanıyor ve etik olmadığı görülüyor, kişi/lerin etik anlayışı ve yapısı da sonuçta ortaya çıkıyor.
Zihni bulanıklık düşünü arayamıyor, bulamıyor sığlık bir eksiklik olarak karşımıza çıkıyor ve üretimlerle ilintiyi reddediyor.
Dedikodu; zihni oynatmanın, zekâ seviyesinin kuraklığının viagrası olarak düşünmek yanlış olmasa gerek…
Fikirler üzerine dedikodu yapılır mı?
Yorum, eleştiri, tartışma olabilir fakat tümün içinden çıkarılacak sözcük ve tümcelerle dediydi, koduydu, demek istedilerle, demek istedin lerle kendini tatmin etmek, kendi yapısını pazarlamaktan özüne bir sıfat eklemekten öteye geçemiyor.
Dedikodunun orgazmsal bir hırs haline gelmesi bağımlılık yapıyor, dedikodusuz yaşam zorlaşıyor, yani kişi/ler dedikodukolik oluyor…
Dedikodusu yapılan kişi/lerin savunma hakkı elinden alınıyor ve bu eylemi gerçekleştirenler yargısız infazlarıyla orgazm olmaya çalışıyor.
“Bak bunu sadece sen biliyorsun” demekle iş bitmiyor, dedikodu orada kapanmıyor bir diğerine de “bak bunu sadece sen biliyorsun lar” yayılıyor ve sonunda dedikodusu yapılana ulaşıyor.
Söyleme dostuna, dostun söyler dostunun dostuna…
Dedikodu bazı toplumları daha fazla etkilediği görülüyor, toplumun kültürel yapısı, eğitim düzeyiyle orantılı olarak çoğalıyor, azalıyor fakat bir türlü yok olmuyor, yok edilemiyor.
Kişi/lerin ortak konulardaki tartışmaları sığlıklar/yetersizlikler sonucunda tıkanıyor ve hoşsohbetten, çekiştirmelere, dedikodulara dönüşüyor. Bu da zamanla alışkanlıklara-kronikleşmeye-kolikleşmeye kadar varıyor.
Alkol alamayan bir alkoliğin saldırganlığı belirli bir sürede tedavi edilebiliyor fakat dedikodukoliklik için henüz bir yöntem bulunmadığı biliniyor.
Kontrolünü kaybetmiş kişi/ler, kendini sorgulayamıyor ve aralarında olmayan/ları dedikodularla yargılamaya çalışıyor, infaz ettiklerini sanarak özürlü beyinleriyle karşılıklı mastürbasyon yapıyor yine de orgazm olamıyorlar.
Evet, kendini kontrol edemeyen, kontrolünü kaybetmiş kişi/ler dedikoduyla uğraşıyorlar, kültürlerini de (!) bu konuda geliştiriyorlar.
Konu ve konu edilecek kişi/ler kalmadığı zaman ise birbirlerini kırmaya başlıyor dedikolikler, bu alışkanlıklarının başlarının belâsı olduğunun farkında olamıyorlar, birbirlerinden koparak çoğalıyorlar.
Önlerine bakarak yürümüyorlar, arkalarındaki yalanları yanlarına almışlar körleşiyorlar ve parazitleşiyorlar. Sonunda doğrulara çarpıyorlar ve düşüyorlar.
Korkularıyla üç maymun oluyor; susuyorlar, söylemiyorlar, görmüyorlar. Korkuluk oluyorlar…
Dürüst olmayı bilemiyorlar parazitlik-dedikodu-yalan ilkeleri kalıyor hep düşüyorlar.
Düşmek bitmektir, dedikodukolizmleriyle gömülüyorlar…
Bir örgüt ya da partinin güncel toplantısında gündem belirleniyor: Üzerinde tartışılıyor, öneriler, isteklerle havanda su dövülüyor sığlık, yetersizlik can sıkıyor kısa kesilerek gerekene de ulaşılamadan bitiriliyor.
Ardından Ayşe’nin, Fatma’nın, Ali’nin, Veli’nin çoğu kez bel altı manzaraları, diğer örgüt ya da partiler üzerine çekiştirmeler, dedikodulara başlanıyor, ana konudan çok daha uzun sürüyor, bu gündemsiz gündemler hoşlarına gidiyor!..
Dedikodukolikler kulübü kulüpleri kuruluyor, en iyi ben yaparım bu işi savaşları sürüp gidiyor...
Kendini sorgulamayan, sorgulayamayan, sorgulamaktan kaçınan ya da korkan/lar bu kulüplerin üyesi oluyor, ödediği kesenek ise beyin hücrelerinin boş kalmasıdır.
İçlerinden bazıları Dedikodukolizmden tinsel olduğunu sandığım rant sağlayabiliyor.
Bu da o kişi/lerin orgazmı olabiliyor mu?
Dedikodunun bir kardeşi de yalan oluyor.
Dedikodukolizmin temeli yalanlarla atılıyor…
Abartılar, eklemeler Dedikodukolizmin harcı oluyor, en ufak bir sarsıntıda dedikodu kalesi, kuleleri yıkılıyor, yıkıntının altında kalanlar sessizliğe gömülüyor.
Dedikodu boşlukta yuvarlanmaktır, yok olmanın başlangıcıdır.
Dedikodukolik/ler yarım kalan varlık/lardır tehlikelidirler, nereye çekersen savrulup gider, yönsüzdür/ler, karanlıktır/lar…
Sığ olma; sığlığını saklamak için yalan dil, uyduruklara güvenerek toplumu aldatmaya çalışma bu karmaşayı bir taun gibi ortalığa dökme Dedikodukolizm, dedikodukolik olmaya meyilliler arasında sempati yaratabiliyor.
Güçsüz kişi’ler bu oyuna çok dalıyor ve hoşuna gidiyor güçlendiğini sanıyor, viagra almış bir beyinle o güç geçici oluyor, güçlü kişi/lerin karşısında küçülüyor ve saldırganlaşıyor.
Yapılacak, yapılması gereken o kadar çok iş varken dedikodukolik olmak, insanın kendine acımasıdır, acımanın sonunda kendine ağlamasıdır…
**
Her şey orada başlıyor.
Her şey orada bitiyor…
İnsanoğlu/kızı; farklı belgelerle, farklı kişilerden, farklı tarihçilerden, yazarlardan, dost olarak kabul ettiklerinden, etmediklerinden aynı konuları irdeleyen verileri karşılaştırarak doğrulara ulaşmayı denemelidir.
Dedikodular, yalanlar, çamur atalım izi kalsınlar belirsizliği beraberinde getiren kaygan zeminlerdir, konu/ları sağlıklı bir şekilde istedikleri sonuca ulaştıramaz, olamaz. Bunun yanı sıra geçici kazanımlar, kalıcı kayıplar neler olur hesabı da yapılmalıdır.
Bu tavırlar, yaklaşımlar, genelde dışsal duyulardan kaynaklandığı için; eleştiri, yorum, uyarı olmaktan uzak ayrıca kişisel komplekslerin getirdiği tepkilerdir.
Bir süre psikolojik, mantıksal özürlülüğü tatmin edebilir fakat; doğru, olduğu yerde kendini koruyacaktır ve âdem baba/lar zamanla geçici olarak yerleştikleri zirveden tepe taklak yuvarlanacaklardır.
Dışsal kanıtlarla tatmin olanlar, doğruları da koruduklarının farkına varamıyorlar.
Yalanlar değil doğrular bengidir. Doğruların algılanmasının yöntemleri kişilerin önünde apaçık dururken işin zoruna kaçıp düzene uygun kafalar olmak kişinin kendisine zarar vermesine yeterlidir.
Duyusal ve duygusal kanıtlar yanlışın, yalanın başlangıcı olabilir, kişinin kavrayış gücünü belirleyebilir.
Doğrulara gözlerini kapayan, görmeyen, görmek istemeyen, göstermek istemeyen, doğruları aramayan, aratmak istemeyen, doğrularla ikna edilemeyen, ettirmeyen; kendi yetersizliğinden kaynaklanan karmaşasını tatmin etmeye çalışan bu kişi/ler sonunda toplumun dışında kalırlar, reddedilirler.
Dışlanmış kişi/lerin arasına katılmak zor bir iş değildir, arayış içindeki yetisi olmayan sığ/ların başvuracağı yol da budur, burasıdır.
Dışsal duyuların güvenirliği araştırılmadan yapılan her türlü belge içermeyen yazılı ve sözlü saldırılar, karşıdaki kişiyi geçici olarak yıpratırken, kısa bir süre sonra o kimliksiz ve kişiliksiz kişi/leri kalıcı olarak tarihin çöplüğüne götürür, unutulur/lar.
Önemli olan insan/lar için yapılacak doğru şeylerdir ve kalıcı olanlardır; egoistçe önce kendini aldatarak sora da etrafında topladığı kuru kalabalığı kandırarak yalanlara, dedikodulara, çamurlara sürüklemek geçicidir.
Burada; kaybedenler, kazananlar bireyselciliğinden daha çok topluma ne zararlar getiriyor, ne götürüyor hesap edilmelidir.
Yalan, iftira, karalama, çamur atma, dedikodu ile insan kazanılmaz, kazanılmadığı gibi asıl kaybedenler ise butür kompleksli, egoist olanlardır.
Bilgi kaynaklarının doğruluğu sessizliğin kendisi olurken, o kaynaklara uğramadan çıkarılan gürültüler ne mantıksal bir dil ile, ne de matematiksel işlem gücü ile bağdaşır.
Zihinsel yeteneklerden yoksun olmak, gelişmemiş hattâ boş bir hafızanın göstergesi olmuyor mu?
Yalan insanın kirli yanıdır; onun tümü, birçok lekelerin birleşmesiyle tamamlanıyor; iftira, karalama, tehdide varan külhanbeylik, küfür, dedikodukolizm, ahlâki değerleri çamurlamaya çalışmak gibi daha bir çok örnek bunu açıklamaya yeterli sanırım.
Yalan tüm kötülüklerin anasıdır, doğurgandır; dedikodukolizm ise başı ile değil ayakları ile doğan tehlikelerin en kokarcası olanıdır…
Dünya butür olaylardan şikâyetçilerle dolu olmasına karşın, durmaksızın tekrarlanmasından zevk alanlara sadist diyebilirim, sakıncası yok…
Dedikodu ve temel taşı olan yalan; genleri işgal etmiş ve irsi toplumsal bir hastalık mıdır?
Yoksa bazı kişi, grup ve toplulukların vazgeçemedikleri, vazgeçemeyecekleri çıkarları ya da düşküleri midir?
Genelde ve özelde bu konudan çıkarların söz konusu olduğu, ağır bastığı saptanabilir.
Yine bu konu derinlemesine araştırıldığında; dedikodu ve temel taşı yalan olan kişi/lerin kendi yanlışlıklarını, hatalarını örtbas etmek, unutturmak ya da gündem dışı bırakmak için başvurdukları sonuç bildirgesidir, bu o/nların can simididir diye düşünüyorum.
Dedikodu ve temel taşı yalanın eğitimi var mıdır?
Evet; yetiştiği çevre ve aile ortamı kişi/lerde Dedikodukolizm batağını boş olan-kalan hafızalarında yer edebiliyor…
Bir de bunun yüksek öğrenimi oluyor!..
İlköğrenimi aldığı çevreden ve aile yapısından etkilenen boş kalan hafızalıların birleştiği yerlerde, daha organize olarak veba mikrobu gibi topluma yayılma eğiliminde olabiliyorlar.
Fakat bu kişi/ler, ilim, bilim ve doğruluk okyanusunda çürümüş, kokuşmuş incir çekirdeği olarak kalıyor, mikropları kendi sonlarını getiriyor…
Aynı uygulamaların bir gün bu sadistler için de olabileceğini düşünemeyen/ler sonucuna katlanmak zorunda kalacaklardır.
Onlar zevk (!) içinde yaşayabilecekler midir?
Düzen insanların birbirine düşmesini istiyor; birbirine düşen insanlardan düzen rahatsızlık duymuyor, tam tersine düzen rahatlıyor ve düzenbazlığına düzenbazlar eklemeye devam ediyor…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder