19 Eylül 2009 Cumartesi
DEMİR KÜÇÜKAYDIN'NA CEVABIMIN ÖZETİ
Mihrac Ural
18 Eylül 2009
Öncelikle bizi izleyenlerin bilmesi için söylemeliyim, benim de kıta sahanlığıma giren, bilgi birikimlerim için olduğu kadar eleştiri oklarım içinde belli bir yelpaze ve sayıda yazarı didik didik izlediğimi bilmelisin. Ayrıntılarıyla okuyorum. Çatı Partisi etkinliği çerçevesindeki toplantıya katıldığı sırada Mehmet Güzel arkadaşım incelik göstermiş, benim adıma kitaplarınızı almış ve siz de nezaket göstererek kitaplarınıza not yazıp imzalamışsınız.
Hemen belirteyim. İmzalıları gelmeden az önce bu kitaplar elimdeydi ve sizi okudum. Ortak ülkemizi ilgilendiren, düşünceyle ilgili olan yazımları yakından takip ediyorum. Yaşamının gençlik yıllarından bu yana, bir devrimci olarak sorumluluğum gereği bunu yapıyorum.
Ama siz 17-18 Eylül (yani dün ve bu gün sabaha karşı) Hikmet Acun'la tartışmanıza müdahil olduğum mail trafiğinde de gösterdiğiniz “okudun mu? Okumadın mı?” gibi tartışmanın gerekli olan nezaketini zorluyor gibisiniz.
Düşüncelerinize saygımı tekrar etmek istemem. Kişiliğinize de. Niğde'de disiplinli çalışan kendine emek verenlerden biri de sizdiniz. Gerilmeden tartışmamız geçmişimizin birikimlerini okura daha net aktarmak için tutulması gereken bir yol olmalıdır, derim.
Kimse kimseyi, “onu oku, bunu oku” demeye kendini yetkili görmemelidir. Bakın sizin yöntemle (eski yazıları alın bunları okuyun diyerek), tartışma yapılmaz diyeceğim. Ben de zorunlu olarak on yıllardır yazdığım makaleleri size iletebilirim, nitekim yapmak zorunda da kaldım. Siz de lütfedip benim yazılarımı okuyun. Orada, tüm görüşlerinize cevaplarımı bulacaksınız; üstelik bu cevaplar siz yazılarınızı yazmadan önceye kadar gider, zira bu söylemleri seslendirenler sizden önce de vardı diyebilirim.
Bu durumda neyi tartışacağız, eski zahirelerimizi okura sunup oturalım mı?
Ayrıca, tartışmada soru cevap diye bir yöntemi okura dayatmanızı da anlamlı bulmuyorum. "Millet nedir? Milliyetçilik nedir? Din nedir?"diye soruyorsunuz. İçlerine sindirebilirlerse, sempatizanlarınıza böyle sorular sorabilirsiniz, başkalarına değil.
Bu kelimeler üzerine ansiklopedilerde o kadar çok cevap var ki, tartışmamızın kelimeler olmadığını da biliyorsunuz. Bu üç sorunuza iki gündür bu grupta yayınlanan yazılarımda o kadar çok cevap bulabilirsiniz ki, bunları tekrar etmek neye yarar, anlamak güç. Bunları sempatizanlarıma sorma gibi bir yanlışı hiç işlemem.
Siz neden şuna yaklaşmıyorsunuz, yazılarımdan alıntı yapın ve bunu evire çevire eleştirin.
Yapmıyorsunuz çünkü okumak ve okuduğun metinle ilgili olmakta bir sorun yaşıyorsunuz. Böylesi bir tartışma ve sizin gibi polemiklere şevkle atlayan biri için olumlu olmasa gerek.
Tartışmayı naklen yayın gibi mail alışverişi olarak da görmüyorum, bilesiniz. Okura yararlı bir tartışma için, iyi bir makale yazımının belli bir süre alması gerektiğine inanıyorum. Tiyatro salonunda müsamere yapmadığımız açıktır.
Bu, fraklı işlerimizin ve farklı yazım çalışmalarımızın devamı için olduğu gibi, tartışmada kuracağımız cümlelerin ve yoğunlukların okura en doğrusunu iletmesi içinde gereklidir. Çok okuma ve yazma eğilimi içinde olan siz de buna katılacaksınız. Naklen yayın mail iletişiminde sinirler çok geriliyor ve karşılıklı saygıyı zedeleyen söylemlerin dökülmesine yol açıyor. Bu olmamalı derim.
18 Eylül sabaha karşı tartışmaları tekrar okursanız, orada söz konusu durum nedeniyle ne kadar hata yapıldığını anlamanız zor olmayacak.
Mazur görün, yöntem üzerinde bu küçük hatırlatmaları yapmam gerekiyordu.
Ulus, ulusçuluk üzerine eleştirinizi satır satır yapacağımı bilmelisiniz. Üstelik Bunun için Batının, tarihini doldurmuş hiç bir marjinal ismine ihtiyaç duymadan ( 17-18 Eylül tartışmalarına atfen söylüyorum, çok isim ortaya koyup kendi ismini yok edenlerin kendine ait düşünceleri olmadığı varsayımına, “bunları okumakla çok şey kazandığımı sanmıyorum” yönündeki imanıza dayanarak bunu belirtiyorum.).
Değerli Demir,
Doğrudan sizi eleştiren, sizden alıntılarla eleştirimi toparlayan üç yazım bulunuyor 1. "Hegelci Tarihsiz Uluslar ve Demir Küçükaydın'da 'Türklük' 2. Demir Küçükaydın ve Talihsiz Ulus Algıları 3. "İKİ TEHLİKE"
Bu yazıları okur için ekte tekrar veriyorum. Siz de bir daha gözden geçirin diyeceğim.
Bu makalelerde ben her ulusun bir tarihi olduğunu, tarihsiz bir ulusun olmayacağını belirledim. Ulus ulusçuların düşüncesinde doğmayacak kadar derdin bir tarihi evrimin ürünüdür dedim. Bunu belirlemek bir var oluşu tespit etmektir. Tarihi bir kategori olarak bu tespit nötrdür. Somut siyasal bir belirleme için ise ulus egemenliklerini, devletlerini ve onun içinde heterojen olarak var olan inançları, sınıfları etkinlikleri ele almak mümkündür.
Ulusu bir tarihi kategori olarak tanımlamak ile ulusçu olmak arasında farkı koymadığımız zaman ulusun “U”sunu söyleyen herkesi milliyetçilikle suçlamak çok kolay olur. Demir küçük aydın bunu yapıyor. Daha ileri de gidiyor, demokrasi yanlısı duruşlarını tartışmanın çok abes olacağı kimi insanları “ırkçı”lıkla suçlayabiliyor. Bu cömert harcamalar, gerçek ırkçılar ve milliyetçilere karşı kişiyi ihtiyatsız bırakır diye dikkat çekmek isterim.
Tarihi bir kategoriyi tanımlamak, belirlemek açımlamak ile onun siyasal konum ve yönelimlerini savunmak ayrı şeylerdir. Her yazımda “milliyetçilik bir vebadır, bununla savaşılmadan hiç bir ilerici-demokratik toplumsal görev başarılamaz. Tarihle cesurca yüzleşmeden de bunun başarılmayacağını belirtmeliyiz” Diye vurgumu yapıyorum. Ancak Demir, ulusu bir düşün ürünü gördüğü için, ondan söz etmeyi bile ondan yana olmak olarak algılıyor. Bu noktada tutarlıdır dersem hiç şaşmayın.
Birçok makalemde olduğu gibi, Demir Küçükaydın’ı doğrudan eleştiren makalelerimde de
Ulus ya da millet'in tarihi olduğunu büyük evrim süreçlerinden geçerek bu güne, ulusçuların bilincine, ulusla ilgili öznel söylemleri dile getirmek üzere zemin oluşturduğunu ifade ettim. Makalelerimin spotlarını buraya aktarmakla yetineceğim (ilgili okur makalenin tümünü bu iletimin dosyasında bulacaktır)
DEMİR kÜÇÜKAYDININ TALİHSİZ ULUS ALGILARI
Demir Küçükaydın buyurdu ki,
“ulusların tarihi yoktur ve bunun yaratılması gerekir.”
(Demir Küçükaydın, Türklük Nedir?)
“ulusların tarihi olmadığı ve ulusların tarihi olduğunu söylemenin gerici ulusçuların bir yalanı olduğudur.”
(Demir Küçükaydın, “Kürt Türk Çatışması Neden Olmadı?” Adlı makalesi)
Mihrac Ural
23 Ağustos 2009
Tarihsiz bir ulus yoktur. Ulus bir tarihsel kategori olarak tarihin nesnel verilerinin birikimlerinden doğar ve bu verilerin söndüğü yerde de söner. Tüm uluslar doğmuştur ve söneceklerdir. Sönmeyecek bir ulus olmayacaktır, doğan her şeyin ölümlü olduğu gibi. Doğada ve toplumlar tarihinde, her doğum bir yadsınmadır. Bunun da yadsınması ölüm doğum denkleminde olacaktır. Ulus önceki toplumsal süreçlerin içinden çıkıp gelmiş verilerle, önceki toplumların içinde gelişerek, onları yadsıyarak ortaya çıkar. Bunun gerçekleşmesi için tüm iradelerden bağımsız ve her iradeci eylemden özgür, verilerinin nesnel birikimi gereklidir. Ulusların tarihi de burada yatar.
Tarihsiz ulus yoktur olamaz da. Tüm resmi tarihler yalan, abartma ve aklamalarla oluşmuş olsa da her ulusun bir tarihi vardır.
Her ulus, dil, gelenek görenek, coğrafya, ortak refleks, iktisadi yaşam birliği gibi temel unsurları olan, nesnel verilerin evriminin belli bir olgunluk düzeyine denk gelen tarihsel kategorisidir.
Ulus, bir siyasi eylemle doğmayacak kadar yoğunluk gerektiren evrim birikimlerine ihtiyaç duyar. Bunun adı tarihtir. Bu tarihi kimin nasıl kullandığı ayrı bir konudur. Bu tarih olmadan ulus diye bir kategori olamaz. Dilin tarihteki evrimi, gelenek ve göreneklerin, ortak bir coğrafyada olmanın tarihsel evrimi, ekonomik yaşamın inişli çıkışlı konjonktürlerine rağmen gelip dayandığı ortak ilişkiler ve buna benzer bir dizi etmen, sonuçta ortak bir insan topluluğu refleksi yaratacak kadar aynı mecraya akarak ulusu oluşturur.
Marksist algıların merkezinde modern ulusların kapitalizmin şafağında doğması olayı, iktisadi temelleri olan bir sürece denk düşer; merkezi pazarların oluşması, ortak dille merkezi pazarlarda ticaretin, üretimin ve mübadelelerin gerçekleşmesi modern ulusun temel zeminleri olarak kabul edilir. Ulusun oluşumu için bu da tek başına yetmez, geçmiş tarihten gelen, kendi bağımsız gelişimiyle birikimini geliştiren dil, gelenek görenek, coğrafya gibi verilere gerek duyar. Bu veriler nesnel verilerdir, ne “edebiyat” ne de “fikir jimnastiği”dir. Ulusun kapitalizmin şafağında doğması olayı budur.
Tarihsizlik yoklukla eşitliktir. Bu günü olan her şeyin bir tarihi vardır. Bu sadece düşüncede “edebi ve fikirsel gebelik donemi… Bir düşün ve edebiyat akımı olarak, bir beyin jimnastiği olarak” (Agm) tarihli olma anlamında değildir. Ulusu oluşturan tüm verilerin evrim tarihi demektir.
Bu evrimin tarihi olmadan hiçbir veri ulusun oluşumuna katkı yapamaz. Geçmişin gelecekte yer alabilmesi için tarih sahibi olmak gerek.
Demir Küçükaydın’ın yaklaşımı, Kürt ulusal hareketine kaynaklık eden, tarih içinden çıkıp gelmiş birikimleriyle Kürt ulusunu oluşturan verileri de hiçe sayar. Küçükaydın, bunu doğrudan söylemese de mesajı budur. Bir askeri eylem dizisinin başlangıcına kadar düşürdüğü Kürt ulusunun doğuşunu, tarihsiz kılmakla da geleceksiz ilan etmektedir.
Ulus üzerine geliştirilen tüm söylemlerin ortak ülkemizi ilgilendirdiği ve bunun merkezinde Kürt ulusal hareketinin olduğunu göz önüne aldığımızda çok riskli bir yaklaşımla karşı karşıya kaldığımızı anlamak güç olmayacaktır. Bu yaklaşımlar, geçmişi ve geleceği olmayan bir mücadele diye ulusun özgürlük ve demokrasi talebini, tarihin hiçbir döneminde sonuç almamış sınıf mücadelesi ve ütopik dünya devrimi gibi mücadelelere endeksleyip, yakıt olarak tüketme eğilimi taşımaktadır.
Demir Küçükaydın’ın talihsiz ulus algılarından benim anladığım budur.” (bkz. http://mirural.blogsbpot.com/ )
Bu aktarımda görüşümün çok net algılanması gereklidir. Buna rağmen tekrarla ve ısrarla “millet nedir?” Diye aynı soruyu sormanın sırrını çözmek zor.
Bu satırları tekrarlara boğmamak için ve Demir Küçükaydın’ın yeni bir eleştirisine de yer bırakmak üzere uzatmayacağım.
Ancak tartışmamızın iyice anlaşılması için, Demir'in çok uç bir söylemle dile getirdiği "ulusuçular olduğu için ulus vardır" cümlesinin mensup olduğumuz felsefe disiplininin de ihlali olduğunu hatırlatacağım. Düşüncenin yarattığı ulus, bir zorlama olarak karşımıza gelmektedir.
Demir, ulusu “bir düşün ve edebiyat akımı olarak bir fikir jimnastiği olarak” algılıyor. Bu yaklaşımın temelsizliği, bir soruyla yıkılınca belli olur. O suru da şudur:
Yüzyılların, bin yılların evrimi sonucu bu güne gelen dil olmaksızın, aynı şekilde coğrafya ve coğrafyanın evrimi olmaksınız, kültürel, gelenek, görenek ve ruhi şekillenme birliğinin nesnel verileri olmaksızın, “ulusçular” söylemlerini neye dayandıracaklardı.?
“Ulusçular” neye dayanarak ulusçuluk yapabilirlerdi, bu vebayı insanlığa nasıl yayabilir ve akıl almaz çıkar kavgalarında insanlığı ölümlere, savaşlara götürebilirlerdi.
Nesnesi olmayanın öznesi nasıl olur?
Demir buna cevap vermelidir bu kanaatlerinde ısrarlı ise.
Ulusçu Merih’ten gelmedi. Bir nesnel zemin üzerinde bir maddi veri algılarıyla ulusçu oldu. Ulusçu, ulusun varlığıyla birlikte bir sonuç olarak oluştu. Bunun içinde tarihteki ilerici rolünü oynayarak, tamamlanmamış evrimleri tamamlayarak.
Bunun ortak ülkemizde bire bir öyle gerçekleşmemiş olması, ulus gerçeğini buharlaştırmaz, dengesizliğini, aksaklıklarını bundan doğan kimlik bunalımlarını ve siyasal konumlanışındaki anti demokratikliği izah eder. Tersini değil.
Ulusun tarihi bir kategori olması, ulusçunun sonradan yarattığı bir düşün olgusu değildir. Makalemde uzunca bunu anlatmaya çalıştım. Kavramların farklı dillerde oynadığı olumsuz rolleri de aktardım. Araplarda kavm=millet=ulus aynı anlamdadır. Ve Araplar ve Farslar kendilerine bundan 2500 yıl kadar öncede ulus diyorlardı ve çevreleri onlara “Arap kavmi”, ulusu diye işaret ederlerdi. Bu kapitalizm şafağında doğan modern ulus olmasa da ulusun tarihine önemli bir göndermedir. Arap ulusçuları bu tarihin efsanevi hadiseleri üzerinde kendilerini siyasal arenada kabul ettirme çabası verdi. Var olanın üzerinde siyasal söylemler gelişti. Arap aleminde ulusçu söylemin ilk teorisyeni Fransız felsefe disiplinlerinden mahreçli hemşerim Zeki el Arsuzi, var olan, kendini nesnel olarak açık ve net biçimde belli eden etkinlikleriyle bunu dile getiren bir Arap ulusu varlığı üzerinde siyasal olarak teorileştirdi. Ulusçuları doğuran ulustur, tersi değil. Tarihin tüm örnekleri bunu gösteriyor. Ulusun söndüğü yerde de ulusçuların sönüşünün başka bir anlamı yoktur.
Türk milliyetçilerinin bu konuda yeni olmasının nedenlerini burada tartışmayacağım. Ulusçuların her yerde, ülkemizde de tarihle ilgili bu yaklaşımları anormal değildir. Ulusçuluk bir vebadır ama ulus gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Bunun için ulusu yaratan tarihi veriler aşılmaksızın bu belayla sürekli bir mücadele halinde olmamız gerekmektedir.
Bu gerçeği neden “ulusçunun uydurması” olarak ele almamız isteniyor. Onunla mücadelemizin olmaması için mi. bana göre biraz da öyledir. Ulus yoktur dolaysıyla ulusu aşacak süreçlerin mücadelesine de gerek yoktur.
Düşünce yoktan var edilemez, diyorum.
Ulusçuluk, ulus gerçeği üzerinde vardır, başka türlü bir ulusçu varlıktan söz etmek düşüncenin yoktan var olmasını iddia etmek kadar yanlıştır.
Ulus tarihi bir kategori olarak da tarihin farklı kesitlerinde sönene kadar, ulusal devleti aracılığıyla oynadığı ilerici ve gerici rollerden söz edilebilir. Ancak ulusun demokratiği ve demokratik olmayanı diye bir olgu olamaz. Bunu ihdas etme çabalarının çok riskli sonuçları vardır. Bunları da makalelerimde sık sık işledim durdum. “Demokratik ulus” denilen şey bir demokratik siyasal işleyişle ilgili belirleme ise buna demokratik devlet denir, demokratik örgüt denir demokratik kurumsal bir yapı denir ulus denmez. Kapitalizmin şafağında ulus doğarken, oynadığı devrimci rol de ulusun kendi devleti ve siyasal etkinlikleri aracılığıyla ortaya konduğu tutum dile getirilmiş olur. Bu işlev, iradelerden bağımsız olarak var olan ulusun değil siyasal etkinliklerin rolüdür. Ulusun tarihi bir kategori olmasıyla ilgili değildir. Ulus bileşkesinde sınıfsal, inançsal farklılıklarıyla heterojen özellikleri ulusun tek düze bir rol oynaması önünde nesnel bir engeldir de. Feodalizme karşı yükseliş çağının özgünlüklerinde ortayla çıkan birleşik rol, ulus olgusunun değil ulusu oluşturan tüm etkinliklerin o tarihi kesitteki çıkar birliğiyle ilgilidir. Bu nedenle Hegel’in “tarihsiz uluslar” tanımlaması ve bunları “karşı-devrimci” olarak tanımlaması bir hataydı, bu algıyı 1848 devrim yenilgisine ilişkin açıklamalarında sürdüren Engels de hatalıydı. ( Geniş bilgi için Bkz. "Hegelci Tarihsiz Uluslar ve Demir Küçükaydın'da 'Türklük' )
Demir bana yönelik son eleştiri iletisinde şu görüşlerini tekrar etmiştir:
“Ulusu bir tarihle, soyla, dille, dinle, etniyle, irkla tanimlayan milliyetciliklere Gerici Milliyetcilik denmektedir.
Ulusu boyle tanimlamaya karsi tanimlayan ve genellikle bir toprak parcasinda yasayanlarla tanimlayan milliyetcilige ise Demokratik Milliyetcilik denmektedir.” (Mihrac Ural’in Elestirilerine Onceden Verilmis Cevaplar iletisi 14 Eylül 2009 (DBH tartışma))
Burada da Demir, önemli bir hata işleyerek, gerçek anlamda bir ulusçu düzleme düşmekten kurtulamıyor.
Gerici milliyetçilik varsa ona karşı bir de demokratik milliyetçilik olmalıdır demeye getiriyor. Kendisini bu noktada, demokratik milliyetçiliği olumlayan biri olarak konumlandırıyor. Oysa, çağımız gereği olarak da, yer yüzünde çok az sayıda tamamlanmamış ulusal süreçlerinden dolayı Filistin gibi, Kürtler gibi ulusal hareketlerin tarihini doldurduğunu, emperyalist çıkar çevrelerinin eli altında birer oyuncak haline geldiklerini söyleyip duruyoruz. “Demokratik ulus” siyasal işlevsel bir kurum ya da etkinliği kast etmiyorsa bu da miadını doldurmuş milliyetçilik türlerinden biri olarak demokrasi mücadelesinde yeri olmayan bir unsurdur diyeceğim.
Bu noktada okuru, kelime karmaşası, tanım arbedesi içinde sulandırılan, bulanıklaştırılan yaklaşımlarının milliyetçiliğine dikkat etmek üzere uyarmaktan başka bir şey kalmıyor.. .
Demir aynı iletisinde bir de şunları ekliyor.: “Bizim bakis acimizdan ise, nasil tanimlanirsa tanimlansin, (yani isterse bir tarihle, bir dille, dinle tanimlanmaya karsi tanimlanmis olsun) ulusal olanin politik olanla iliskisinin koparilmasi; yani ulusal olanin kisilerin ozel sorunu olmasi durumunda milliyetcilik asilabilir.” (A.g. İleti)
Burada da Demir, “ulusal olanin kisilerin ozel sorunu olmasi durumunda milliyetcilik asilabilir.” Diyerek ulusun bireysel bir konuma indirilebileceğinden ve bunun böyle aşılabilirliğinden söz ediyor.
Anlayacağınız, egemen ulus milliyetçilerinin “bu ülkede Kürtler birinci sınıf vatandaştır milletvekili, bakan, cumhurbaşkanı bile olabilmektedir “ demesi boşuna değildir.
Öncelikle bu Türkleşmiş Kürtleri tebrik ederek, tarihte kolektif kimliklerini aşarak, bir ulusa aidiyetlerini bireyselliğe kadar indirebilmiş olmalarından dolayı tarihi bir nişan vermeliyiz.
Oysa bütün sorunumuz burada değimli? Birilerini ötekileştirip kolektif kimliğini bireyselleştirip, kolektif haklarını gasp etmekten, ona zulüm yapmaktan, ölüme mahkum etmekten kaynaklanmıyor mu?
Bu nedenle “iki tehlike” yazımı ısrarla okumanızı isteyeceğim. Orada bunları anlattım. Demir gerçekte Kürt ulusunun özgürlük mücadelesinden yana olamayacağını, düşünsel olarak bu kulvarda hiçbir olumlu yaklaşımı olmadığını dile getirdim. “İki tehlike” başlıklı makalemin spotlarını, bir ön bilgi alımı için aşağıda veriyorum.
İKİ TEHLİKE
Mihrac Ural
1 Eylül 2009
Demokrasi mücadelemiz, içinde barınmak isteyen iki tehlikeyle yüz yüzedir.
Birincisi; demokrasi mücadelemizi tarihsizleştirme tehlikesidir.
İkincisi; demokrasi mücadelesi başarılarını, dış etkenlerin örtüsü altına alma tehlikesidir.
Tarihsizleştirme ve dış etken örtüsüyle demokrasi mücadelesi dinamiklerini kapatma tehlikesi aynı noktada kesişir; demokrasi mücadelesini geçmişsiz ilan edip, geleceksiz kılar; tarihin derinliklerinden çıkıp bu güne gelen özgürlük hareketi ve toplumsal hareketlerin iç dinamiğini inkar eder. Dış güçlerin çıkar etkilerini mutlak görüp, demokrasi mücadelesini dış güçlerin örtüsü altına alır. Yükseliş döneminde her zaman böylesi marjinal tehlikeler üremeye ve gelişmeleri tıkama eğilimi gösterir.
Oysa gerçekler çok farklıdır; demokrasi hareketinin gücü kendi iç dinamiklerindendir.
“Demokratik açılım” söylemi bu etkinliğin yarattığı bir durumdur. Bu açılım ülkemizdeki hükümetin rahmeti ya da demokratlığı ya da ABD’nin dayatması asla değildir. Kürt açılımı, Kürt halkı dinamiğinin bir sonucudur. Hiçbir açılım bu dinamiklerin etkisi olmaksızın ortaya çıkmamıştır ve bu dinamikleri atlayarak başarı kazanamaz.
Ne hükümet ne de ABD Kürtlerin özgürlük taleplerini karşılayacak gerçekçi bir öznel eğilim içinde değildir, stratejik çıkarları da buna uygun değildir; onlar egemenlik için, enerji yollarının güvenliği için Kürt dinamikleriyle ilgilidir. Yükselen özgürlük mücadelesinin yarattığı etkiler, emperyalistlerin de hükümetlerin de politikalarını biçimlendirmektedir.
Bu gün artık ülkemizde geri dönüşü mümkün olmayan bir süreç açılmıştır. 29 Mart 2009 yerel seçimlerinin belirlediği tablo, çok yönlü parametreleriyle Kürt halkının tarihte alacağı özgür yerin ufuklarını açmakla kalmayıp, zindan da bile olsa Sayın Öcalan’ın “ Yol Haritası”na ruh vermiştir.” ( Mihrac Ural, İKİ TEHLİKE)
Bu kadarıyla yetineceğim. Bu satırları Demir Küçükaydın’a yönelteceğim eleştiri ve vereceğim cevabın girişi olarak okumanızı isteyeceğim.
Bu yazı, Demir’in grupta yayınlanan iletisine kısa bir cevaptır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder