16 Eylül 2009 Çarşamba
İRRASYONAL POLİTİKA
Yener Orkunoğlu
16 Eylül 2009
İrrasyonal(akıldışı) kelimesini ilk defa kimin kullandığını bilmiyorum. İrrasyonel felsefeyi ilk savunan Alman filozofu Schopnehaur ise, dünyada en uzun irrasyonel politika anlayışı sürdüren ilk örnek devlet ise T.C’dir herhalde.
T. C devletinin politikasındaa irrasyonalizmi doğuran nedir?
İrrasyonalizmi doğuran en önemli olgu korku olayıdır. Korku boğuntusu insanın doğal düşünce akışını değiştirir. Korku aklın işleyişini etkiler ve insan düşünemez olur. Korkunun olduğu yerde akıl akıl olmaktan çıkar. Lenin, ‘uçurumun kenarındaki bir insanın akıl yürütemez’ demişti.
Toplumların ve insanların yaşamlarında öyle anlar vardır ki, irrasyonal davranışlar gündeme gelebilir. Ne var ki, anlık irrasyonalite yerini on yılları kapsayan uzun bir sürece bırakmışsa, orada büyük bir sorun var demektir.
T.C’nin kuruluş temellerinden biri korku olmuştur. Bu korkuyu gündemde tutarak Türkiye’de irrasyonal bir devlet ve politika anlayışı yaratılmıştır. 80 yıldır sürdürülen bu irrasyonel politika, son 30 yılda Kürt halkına karşı yürütülen akıldışı savaşla doruğuna ulaştı.
Kürt halkının ve Kürt dilinin varlığını inkar üzerine kurulmuş irrasyonal toplum ve politikain aşılması için Kürtler silaha sarılmak zorunda kalmışlardı. İsmini hatırlayamadığım, yanılmıyorsam ünlü bir kralın söylediği güzel bir söz var. ‘Karşı tarafı silaha sarılmaya zorlayanının kendisi saldırgandır’
Türkiye’deki irrasyonal politikaya dayanan irrasyonal savaşın bedeli 30 binden fazla ölü ve 400 milyar dolar savaş gideri olmuştur. İrrasyonel bir Türkçülük adına sürdürülen anlamsız savaş, devleti ve toplumu çürütmüştür.
Korku azaldıkça aydınlık görülmeye ve doğru düşünmeye başlanır, irrasyonal politika yerini daha rasyonal politikaya bırakır. Ancak genlerine ‘iç ve dış düşmanlar’ paranoyası işlemiş bir devletin kısa süreli ‘rasyonal’ politikasına ve yasalarına umut bağlayanlar, irrasyonal politikaların yeni bir biçimiyle karşılaşırlarsa hiç şaşırmasınlar.
Bu düşüncenin politikaya uygulanması şudur: Devletin anti-demokratik bürokratik yapılanması değişmeden aynı kaldığı taktirde, Kürtlerin varlığını tanıyan sözler kağıt üzerinde kalır.
Korku cumhuriyetinde irrasyonal politikanın egemenliği nispeteden anlaşılalabilir. Ama irrrasyonal politikalar ‘solcuları’ etkilemişse, sol hareket büyük bir sorunla karşı karşıya demektir. Devrimci politikayı, 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasına indirgeyen bir anlayış kendini hala 12 Eylül travmasından kurtaramamış demektir. Clara Zetkin (1857-1933), ‘Faşizm proleter devrimi başaramayan işçi sınıfının ödemek zorunda olduğu bedeldir’ demişti. Türkiye’de sol hareket 12 Eylül konusunda kendi hatalarını tartışıtsa daha faydalı bir şey yapmış olur.
***
Gerek siyasal yaşamda gerekse insan yaşamının diğer alanlarında iki tür ilişki ve tartışma biçimi vardır: Diyalog ve Çatışma.
Diyalog, birlikte düşünme ve birlikte gerçeği aramayı gerektirir. Birbirini gerçekten seven iki insanın arasında diyalog vardır. Diyalog özgürlük bilincinin ve erdemliğin ürünüdür. Diyalog sevgi işidir. Siyasal yaşamda da diyalogun anlamı aynıdır: Çıkarları ortak olanların birlikte düşünme ve birlikte gerçeği aramaları diyalogu gerektirir.
Çatışmada birlikte düşünme yoktur. Birbirlerine üstünlük kazanma savaşı vardır. Diyalog sevgi işiyse, çatışma nefret işidir.
Politika hem diyalogu hem de çatışmayı gerektirir. Politika hem sevgi hem nefret işidir. Aslında politika dost güçlerle diyalog yürütme, karşı güçlerle çatışmayı göze alma sanatıdır. Sadece çatışma sanatını bilmek yetmez, aynı zamanda diyalog sanatını başarıyla yürütmeyi de gerektirir.
‘Küçük’ bir hedefe, büyük güçlerle yönelmek, emekçiler arasında geniş ittifaklar yaratmak ve egemenler arasında çatlaklıklar yaratmak, politika sanatının görevidir. Bu sanatı öğrenmeden emekçilerin anti-demokratik bürokratik devleti dönüştürmeleri mümkün değildir.
16 Eylül 2009
İrrasyonal(akıldışı) kelimesini ilk defa kimin kullandığını bilmiyorum. İrrasyonel felsefeyi ilk savunan Alman filozofu Schopnehaur ise, dünyada en uzun irrasyonel politika anlayışı sürdüren ilk örnek devlet ise T.C’dir herhalde.
T. C devletinin politikasındaa irrasyonalizmi doğuran nedir?
İrrasyonalizmi doğuran en önemli olgu korku olayıdır. Korku boğuntusu insanın doğal düşünce akışını değiştirir. Korku aklın işleyişini etkiler ve insan düşünemez olur. Korkunun olduğu yerde akıl akıl olmaktan çıkar. Lenin, ‘uçurumun kenarındaki bir insanın akıl yürütemez’ demişti.
Toplumların ve insanların yaşamlarında öyle anlar vardır ki, irrasyonal davranışlar gündeme gelebilir. Ne var ki, anlık irrasyonalite yerini on yılları kapsayan uzun bir sürece bırakmışsa, orada büyük bir sorun var demektir.
T.C’nin kuruluş temellerinden biri korku olmuştur. Bu korkuyu gündemde tutarak Türkiye’de irrasyonal bir devlet ve politika anlayışı yaratılmıştır. 80 yıldır sürdürülen bu irrasyonel politika, son 30 yılda Kürt halkına karşı yürütülen akıldışı savaşla doruğuna ulaştı.
Kürt halkının ve Kürt dilinin varlığını inkar üzerine kurulmuş irrasyonal toplum ve politikain aşılması için Kürtler silaha sarılmak zorunda kalmışlardı. İsmini hatırlayamadığım, yanılmıyorsam ünlü bir kralın söylediği güzel bir söz var. ‘Karşı tarafı silaha sarılmaya zorlayanının kendisi saldırgandır’
Türkiye’deki irrasyonal politikaya dayanan irrasyonal savaşın bedeli 30 binden fazla ölü ve 400 milyar dolar savaş gideri olmuştur. İrrasyonel bir Türkçülük adına sürdürülen anlamsız savaş, devleti ve toplumu çürütmüştür.
Korku azaldıkça aydınlık görülmeye ve doğru düşünmeye başlanır, irrasyonal politika yerini daha rasyonal politikaya bırakır. Ancak genlerine ‘iç ve dış düşmanlar’ paranoyası işlemiş bir devletin kısa süreli ‘rasyonal’ politikasına ve yasalarına umut bağlayanlar, irrasyonal politikaların yeni bir biçimiyle karşılaşırlarsa hiç şaşırmasınlar.
Bu düşüncenin politikaya uygulanması şudur: Devletin anti-demokratik bürokratik yapılanması değişmeden aynı kaldığı taktirde, Kürtlerin varlığını tanıyan sözler kağıt üzerinde kalır.
Korku cumhuriyetinde irrasyonal politikanın egemenliği nispeteden anlaşılalabilir. Ama irrrasyonal politikalar ‘solcuları’ etkilemişse, sol hareket büyük bir sorunla karşı karşıya demektir. Devrimci politikayı, 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasına indirgeyen bir anlayış kendini hala 12 Eylül travmasından kurtaramamış demektir. Clara Zetkin (1857-1933), ‘Faşizm proleter devrimi başaramayan işçi sınıfının ödemek zorunda olduğu bedeldir’ demişti. Türkiye’de sol hareket 12 Eylül konusunda kendi hatalarını tartışıtsa daha faydalı bir şey yapmış olur.
***
Gerek siyasal yaşamda gerekse insan yaşamının diğer alanlarında iki tür ilişki ve tartışma biçimi vardır: Diyalog ve Çatışma.
Diyalog, birlikte düşünme ve birlikte gerçeği aramayı gerektirir. Birbirini gerçekten seven iki insanın arasında diyalog vardır. Diyalog özgürlük bilincinin ve erdemliğin ürünüdür. Diyalog sevgi işidir. Siyasal yaşamda da diyalogun anlamı aynıdır: Çıkarları ortak olanların birlikte düşünme ve birlikte gerçeği aramaları diyalogu gerektirir.
Çatışmada birlikte düşünme yoktur. Birbirlerine üstünlük kazanma savaşı vardır. Diyalog sevgi işiyse, çatışma nefret işidir.
Politika hem diyalogu hem de çatışmayı gerektirir. Politika hem sevgi hem nefret işidir. Aslında politika dost güçlerle diyalog yürütme, karşı güçlerle çatışmayı göze alma sanatıdır. Sadece çatışma sanatını bilmek yetmez, aynı zamanda diyalog sanatını başarıyla yürütmeyi de gerektirir.
‘Küçük’ bir hedefe, büyük güçlerle yönelmek, emekçiler arasında geniş ittifaklar yaratmak ve egemenler arasında çatlaklıklar yaratmak, politika sanatının görevidir. Bu sanatı öğrenmeden emekçilerin anti-demokratik bürokratik devleti dönüştürmeleri mümkün değildir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder