9 Eylül 2009 Çarşamba
YENİ İNSAN YARATIMINDA EĞİTİM
ZEKİ BAYTERİN
9 Eylül 2009
"Bir örümcek, dokumacınınkine benzeyen işlemler yapar ve arı, balmumundan peteklerinin yapısıyla pek çok mimarın becerisini gölgede bırakır. Fakat en kötü mimarı, en becerikli arıdan, daha ta baştan ayırt eden, mimarın peteği kovanda kurmadan önce, kafasında kurmuş olmasıdır..." KARL MARKS
Siyasal ufku üç beş bilgi kırıntısıyla sınırlı, sadakat sözcüğünün kötü anlamında kemikleşmiş bir insan tipinin yaratılıyor olması örgütsel mücadelenin önemli sorunudur.
Oysa artık devrimci hareket böyle bir bağlılık anlayışına değil, söyleyecek sözü olan, kendi bilinçli sürecini çizmiş insanlara ihtiyaç duymaktadır.
İçinde bulunduğumuz süreç, yeni tipte sosyalist insanın, onun ufuk zenginliğinin ve değerlerinin üretilmesi sürecidir.
Devrimci irade olarak parti, referans noktası sosyalist toplum olan bir nüvedir ve onun insanlarının böyle bir sosyalist kimlik kazanmaları bütünsel bir eğitim sorunudur.
Eğitim örgütsel süreçten, onun işleyişinden ayrılamıyor. Onu tamamlıyor, sağlık kazandırıyor ve doğru örgütsel süreçler de insanların sağlıklı eğitim imkânlarının yolunu açıyor. Ve bu açıdan, devrimci eğitimi geleceğe, kendi geleceğimize yapılmış bir yatırım olarak görmek, böylesi bir önem vermek gerekiyor.
Yeni bir sosyalist kuşak ihtiyacı kendini dayatmaktadır. Kendini, "vazifesini yapan pratik adam" sayıp, fazla okumayı-yazmayı sevmeyen insan tiplemesi artık aşılmalıdır. Devrimci hareketin, geleceğini güvenceye almak için, düşünen, doğru düşünme eğitimini almış sağlam politik insanlara ihtiyacı kesindir.
Bu bir eğitim sorunudur. Belki salt teorik değil, aynı zamanda da pratik eğitim sorunudur ama teorik eğitim burada çok önemli bir parçadır.
*******
Siyasi mücadeleye ilk adımların çeşitli dostluklar, iş arkadaşlıkları, hatta kimi zaman akrabalıklar yoluyla atıldığı bilinir. Ve bundan aslında yakınmamak da gerekir. Yaşamın gerçeğinde işler her zaman böyle yürümüştür ve yürüyecektir. İnsanlar devrimci saflara çok çeşitli yollardan akıp gelecektir. Temel sorun, şu ya da bu biçimde bir seçim yapmış insana bu seçiminin altını doldurabilmesi için gereken imkânların sunulması, kendi yürüdüğü yolu sorgulayabilecek hale gelmesine yardımcı olunmasıdır. Devrimci örgütlerde siyasal özü olmayan himayeci ilişkilerin yaygınlığı reddedilemez bir gerçekliktir. Gerçekten de kişisel ilişkiler yoluyla bir devrimci yapının saflarına gelen insanların birçoğunun, o kişisel boyutu aşamadığı biliniyor. Özellikle yapı içi tartışma süreçlerinde bu ilişki tarzının yarattığı sakıncalar, hatta tavır alışlardaki kişisel seçimler çok önemlidir.
Ama bunun da ötesinde önemli olan, böylece, siyasal ufku üç beş bilgi kırıntısıyla sınırlı, sadakat sözcüğünün kötü anlamında kemikleşmiş bir insan tipinin yaratılıyor olmasıdır.
Oysa artık devrimci hareket böyle bir bağlılık anlayışına değil, söyleyecek sözü olan, kendi bilinçli sürecini çizmiş insanlara ihtiyaç duymaktadır.
Devrimci eğitim, bu anlamıyla, sadece teorik öğretime denk düşmeyen, devrimci pratiğin tümünü içeren kesintisiz bir süreç olarak algılanmalıdır. Bu süreç, esas olarak, yeni tipte sosyalist insanın, onun ufuk zenginliğinin ve değerlerinin üretilmesi sürecidir. Bu süreçten, basit anlamda yapının temel saptama ve kavranmasının ötesinde, insanların bu saptamaları da kavrayabileceği ve sorgulayarak içine sindirebileceği sağlam bir zeminin yakalanması anlaşılmalıdır. Kuşkusuz devrimci örgütlenmenin, olayları kavrayış ve çözümleme yöntemi, siyasi mücadeleyi ele alış tarzı ve gelenekleri onun içinde yaşayan insanları özgün bir siyasal psikolojik şekillenişe sokar, bütün devrimci örgütlerin bu türden kendine özgü davranış birlikleri ve şekillenişleri vardır. Ama öte yandan bu özgün şekillenişin temel bir sosyalist şekillenişin üzerinde yükselmesi, hatta ona tam tamına denk düşmesi gereklidir.
Sosyalist düşünme ve davranış tarzının içselleştirilmesi kuşkusuz bir teorik eğitimi gerektirir. Teorik eğitimden kastımız, basit olarak sol içi bir tartışmada işe yarayabilecek kavramların ezberlenmesi değil, yaşamın zenginliğini yorumlayıp çözümler üretebilecek bir zeminin yaratılmasıdır
"Belli bir ölçüde ciddi ve temelli olan her çözümlemenin zorunlu olarak ortaya koyacağı sonuç, günlük yaşam içersindeki insanın çevresine karşı her zaman kendiliğinden materyalist bir tutum aldığıdır. Tepkiler uygulamanın öznesi tarafından daha sonra nasıl yorumlanırsa yorumlansın durum değişmez. Bu, doğrudan doğruya çalışmanın özünden doğan bir sonuçtur. Her çalışma, nesnelerden ve yasalardan doğan bir bütünü şart kılar...
Teorik eğitimden belirli birikimin yaratılması sürecini anlıyorsak eğer, teori denilen şeyi de bir biçimde tanımlamak zorunluluğuyla karşı karşıyayız demektir.
Gerçekte, teori dediğimizde olan şey, günlük hayatımız içinde bazen farkına bile varmaksızın yaptığımızdır. Günlük yaşam içinde somut olgularla karşılaşır, olayların içinde hareket ederken birçok noktada durup genellemeler ve soyutlamalar yaparız. Çoğu kez sonuç çıkarımı deriz ama yaptığımız sadece bu değildir, her sonuç çıkarımından geleceğe dönük öngörüler de üretiriz.
Bütün bu süreçlerde, insan düşüncelerinin maddi olayların bir ürünü olduğunu genel olarak bilir ve söyleriz ama olguların zihnimizde nasıl düşünceler haline geldiği yine de biraz bulanık kalır. Daha doğrusu, bir ve aynı olayın nasıl olup da bizim zihnimizde sıradan insanlardan farklı bir yorum yarattığını tam kavrayamayız. Çünkü nihayetinde tek bir olay ve onun belirli verileri vardır. Normal şartlar altında aynı olayın aynı düşünsel sonuçlara yol açması gerekir.
Demek ki, burada sorun, yöntem sorunu, düşünme biçimi sorunudur. Olgulara nasıl baktığımız ve nasıl algıladığımız sorunudur. Ve devrimci teorik eğitim işte bu nasıl sorusuna bir karşılıktır.
Bir çerçeve çizilebilir ve çerçeve çizmek için insan beyninin çalışma biçiminden işe başlanabilir.
İnsan düşüncesinin oluşumu ve akışı genelde çok bilinen bir yolu izler. Bütün olan şey, somut olgulardan soyutlamaya bir yükseliş ve sonra oluşan soyutlamanın yeniden yaşama dönmesidir. Yaşarken bir an durur ve yaşadığımız şeyin bir yorumunu yaparız. Bunu da genellikle yaşanan olgu henüz sıcakken değil, olup bittikten sonra yaparız. "İnsanın toplumsal yaşam biçimleri üzerindeki düşünme ve incelemeleri ve dolayısıyla bu biçimlerin bilimsel tahlilleri, bunların fiili tarihsel gelişmelerine tamamen ters düşen bir yol izler iş işten geçtikten sonra önünde hazır duran gelişme süreci sonuçları ile başlar.
Ve genelde bir olguyu çözümlemek için yola çıktığımızda, çok bilinen iki hat üzerinden, yürürüz. Yaşanan şey üzerine düşünür ve o somut olgudan genel-soyut saptamalar üretiriz. Ama her şey böyle saydam değildir. Zihnimizde daha önceden ürettiğimiz ya da başkaları tarafından üretilmiş soyutlamalar vardır ve yeni olguyu o saptamaların müdahale ettiği bir süreçte ele alırız. Bir anlamda var olan birikim de bir sınanmadan geçer ve sonuçta daha yetkin bir soyutlama düzeyine ulaşılır. Eğer saplantılardan uzaksanız ve zihninizi diyalektik bir biçimde işletiyorsanız, doğru soyutlamalara ulaşmamanız için hiç bir neden yoktur. Böylece, bilgi süreci kendi içinde dönen bir dairesellik izlemeyecek, sarmal bir gelişimle her seferinde daha üst düzeyde bir birikime yol açacaktır.
Sorun, nesnelere ve olgulara nasıl baktığımız, nereden baktığımız ve onları bütün yönleriyle kavrayıp kavrayamadığımız sorunudur. "Çağını görmek, çağını anlamak, çağını yargılamak; öbür çağları görmekten, anlamaktan, yargılamaktan daha güç olmalı. Çağımıza bakmak kendimize bakmak gibidir, çağımıza bakarken de kendimize bakarken de çok şeyi bulandırır, çok şeyi birbirine karıştırırız. İşin güçlüğü şurada: Özne kendini ya da kendinden olanı tam anlamında bir nesne olarak kavrayamaz; böyle bir şey bilginin gerçek kaynağı olan karşıtlığın, özne-nesne karşıtlığının ortadan kalkması olurdu. Oysa ne yaparsak yapalım, her bilgi bir özne-nesne karşıtlığına göre gerçekleşir; tüm felsefi düşüncenin, özel olarak diyalektik düşüncenin de çıkış noktası ya da püf noktası burasıdır...
... Bir şeyi kavramanın bazı zorunlu kuralları vardır, bunlardan biri kavrayacağımız nesneye belli bir uzaklıkta durmak, biri de kavrayacağımız şeyi bir ya da bir kaç yönüyle değil, her yönüyle ele almaktır... Demek ki, doğru bilgisine vardığımız şey, belli bir uzaklıktan ve her yönüyle gözlemleyebildiğimiz şeydir. Nesneleri ve olguları kendi bağlantıları içinde, yaşam içinde tuttukları yeri yaşamın bütünü açısından değerlendirerek ele almak gerekiyor ve ancak böyle bir yöntemle doğru bilgiye varabiliyoruz.
Ama öte yandan, "Elbette hayat hiçbir zaman şu veya bu şemalandırmaya harfiyen uygun akmaz. Her soyutlama ve şemalandırma gerçeğin bir kısmını ihmal eder, bir kısmını ise ister istemez abartır. Fakat teorik tahlil, hayatın giriftliğini ve çok yanlılığını kolay anlaşılır hale getirerek, eylem kılavuzluğu görevini yerine getirir.” Soyutlama sonuçta, sadeleştirme ve zamanın bir ölçüde durdurulmasıdır. Bir tür fotoğraf çekimi gibidir. Hayatın zenginliği akıp giderken, o akışın içersinde durur ve bir belirli anın verilerini saptarız. O ana kadar yaşanmış olanın verilerinden belirli saptamalar çıkarır, bunları gelecek için öngörülere dayanak yapar, pratik hareket formülasyonları üretiriz. Ama yaşam, o anda bile, biz bütün bunları üretir ve tartışırken bile durmaz, akar gider.
Her şeye karşın, yaşamın böyle akıp gidiyor olması, teorik çözümlemenin önemini ve gereğini bir an olsun azaltmaz. Çünkü gerçeğin zenginliğini bir başka biçimde kavramak olanaksızdır.
.
İç devrimci-eğitim ise aynı olgunun çok daha yüksek bir boyutta yaşanmasıdır.
Devrimci irade olarak parti, referans noktası sosyalist toplum olan bir nüvedir ve onun insanlarının böyle bir sosyalist kimlik kazanmaları bütünsel bir eğitim sorunudur.
Bu bir eğitim sorunudur ve her şeyden önce teorik eğitim sorunudur; doğru düşünen, karmaşık olguları çözümleyip kendi başına kalsa bile çözüm üretebilen insan tipi sorunudur. Çoğu insanın gözünde büyüterek ulaşılmaz kıldığı "siyasal düzey" kavramı da özünde tam tamına böyle bir süreci anlatır. "Siyasal düzey", belki "siyasal sağduyu" da diyebileceğimiz bir duruma, olayları sağlam bir perspektifle yorumlayıp pratik kararlar verebilme yetisine denk düşer ki, bu da felsefi-siyasal bir formasyonu zorunlu kılar.
Sosyalist bir örgütlenmede "eğitim" denen şeyden söz ediyorsak, sosyalist düşüncenin mevcut düzenle her alanda yaşadığı derin hesaplaşmanın bir bölümünden de söz ediyoruz demektir. Gerçekten de devrimci eğitim, mevcut düzenin klasik eğitim geleneği ile çok ciddi bir hesaplaşmanın üzerine oturabilir. Çünkü bu eğitim geleneği uzun yıllarını bu sistem içinde geçirmiş olan insanlar olarak hepimizin üzerinde onarılması zor yaralar açmıştır, belli davranış normları da yaratmıştır. Öğretme ve öğrenme kavramları ya da saygı kavramı böyle gelişmiştir. Normlar ve alışkanlıklar köklü biçimde yerleşmiştir.
Devrimci eğitim dendiğinde çok ciddi olarak başka bir unsur, "katılarak öğrenme" unsuru devreye girer ve girmelidir. Konuşan, araştıran, bulduğunu yüksek sesle söyleyip tartışan, böylece düşüncelerini başka düşüncelerle çatışmaya sokarak geliştiren insan tavrı... İşte devrimci eğitim özünde buna ihtiyaç duyar.
Öte yandan, özellikle bir devrimci açısından eğitim salt belli işlerin yapılabilmesi için "yeterli" bilginin depolanması değildir. Dolayısıyla, eğitim dediğimizde sosyalist insanın yaratılması gibi bir olguyu ifade ediyoruz demektir. Üstelik bu yeni insanın ve onun normlarının yaratılması salt teorik bir sorun olmanın ötesinde "ortamı değiştiren insanın kendisinin de bu eylem sırasında değişmesi" esprisine uygun olarak bu sorun devrimci pratiğin bütününü kapsamaktadır.
Hemen anlaşılacağı gibi, o zaman eğitim dediğimiz olgu özellikle modern burjuva sisteminin parçalara ayırıcı, dar uzmanlık alanları yaratan modelinden derin bir farklılığı ortaya çıkarmaktadır.
Burjuva eğitim modeli, yaşamın mümkün olduğunca parçalara ayrılarak insanların bu ayrı parçalar konusunda -bütünü gözetmeyen- körü körüne uzmanlaştırılmasını hedef alır. Böyle bir model, hem her özel alanda azami verim elde etmeyi düşünen tek tek patronların işine gelir, hem de insanların genel toplumsal duyarlılığını köreltip atomize etmesi bakımından genel olarak kapitalist sistemin işine gelir.
Oysa sosyalist insanı yaratma amacıyla bezenmiş devrimci eğitim bunun tam tersi bir yol izler; daha doğrusu özel alanların varlığını inkâr etmez ama bütün bu özel alanların birbiriyle bağını kurar ve insanların dar kafalı özel uzmanlar olarak değil, her şeye vakıf, olgulara derinlemesine bakabilen bir formasyonla yetişmesini sağlar.
Öte yandan eğitim, insanların zorlandığı bir süreç olarak algılanmalıdır. Özünde bilgi edinme, bir arayıştır, zorlanmadır.
Mevcut olan bilgi düzeyini zorlamadan, var olan kapasitenin üstüne çıkmadan bilgiye ulaşmak mümkün değildir. Eğitim, seçiciliği de ön şart olarak zorunlu kılar.
Alçak gönüllülük iyi tanımlanmamış ve çoğu kez içi yanlış doldurulan bir kavramdır. Bu kavramın yanlış tanımlanışı ya da içimize sinmiş yanlış toplumsal normlar devrimci süreçte birçok insanımızı kısırlaştırıp etkisizleştirmiştir. Süreç içersinde bir dizi insan "kendisinin yetersiz olduğu" düşüncesiyle birçok olaya seyirci kalmayı seçmiş ve gözünün önünde aklına yatmayan birçok olgu yaşandığı halde inisiyatifi başkalarına bırakmıştır. Böylece bütün süreçlerde yanlış konumlanışlar oluşabilmiş ve bazı insanların yolu hak etmediği ölçüde açılırken bazılarının önü hak etmediği ölçüde kapanmıştır. Kendisinde var olan cevheri fark etmeyen birçok insanımız böylece kısırlaşabilmiştir. Gerçekte, bir dizi insanda gözlenen olgu "yeterli olmamak" değil, kendi yeterliliğinin fakında olmamaktır. Bugün pekâlâ birçok şeyi bildiği halde, politik düzeyi söylem olarak zayıf da olsa, siyasal sağduyu anlamında sağlıklı olduğu halde, sırf bunu belirli bir biçimde ifade edemediği ya da ifade edemeyeceğine inandığı için "ben yeterli değilim" biçiminde kendi iç güvensizliğine gömülmüş bir yığın insan vardır. Oysa alçakgönüllülük kendinde olanı fark etmemek ya da bunu öne sürmemek değildir. Alçakgönüllülük bunu yaparken başkalarına da saygı duymak, farklı düşünceleri de değerlendirebilecek bir esnekliğe sahip olmaktır. Alçakgönüllülük, yoldaşlarına - hatta başka çevrelerden insanlara- saygı duymak, ama kendine ait söyleyecek sözü varsa onu da çok net biçimde söylemektir. Bunu yapmamak alçakgönüllülük değil, medeni cesaret eksikliğidir ve kimi durumlarda örgütün sağlığına karşı işlenmiş bir cinayettir.
İnsanın kendisini başkalarından eksik hissettiği, bunun sonucu olarak geri durduğu bir süreçte hiçbir şey kazanılamaz. Kuşkusuz bir örgütlülük sürecinde hiyerarşi, yönetsel organlar ve merkezi işleyişler vardır. Ama buna karşın her özgün süreçte, o sürece belirli bir örgütsel form içinde fiilen katılan insanlar, o anda, o süreç itibarıyla kendi aralarında eşittirler. Yani sürecin içindeki herhangi bir unsur kendi sözünün, kendi fikrinin, önerilerinin bir başka insanınkinden daha değersiz ve daha etkisiz olduğunu düşündüğü anda orada belki o pratik işi bir biçimde yapmak yine de mümkündür ama iş yapılırken insanların bir şeyler kazanıp yetkinleşmesi mümkün değildir. Bir süreci fiilen birlikte yaşayan insanların süreç üzerine düşünceleri birbirine eşit değerde düşüncelerdir. Bu rahatlığı ve güvenliği hissetmeyen insan düşüncelerini ifade etmekte ve dolayısıyla da bu düşüncelerin çatışmasından bir şeyler öğrenmekte zorlanır.
Elbette gerçek hayatta insanlar eşitsizdirler. Herhangi bir süreçte de durum böyledir. Bazı insanlar, süreci daha derinlemesine kavrayabilecek daha sağlıklı birikimlere sahiptirler ve daha sağlam öngörüler, rotalar üretirler. Zaten, böyle oldukları için belli konumlara sahiptirler. Konumları, bu yeterliliklerinin bir sonucudur. Hukuk ile yeterlilik üst üste düşer, düşmelidir. Ama yöneticilik ya da örgütsel konumlanış, girilen her özgün süreçte, o süreci yaşayan insanları dışlama konumuna düşüren bir önsel durum yaratmaz. Süreci yaşayan insanlar, belli bir işleyiş içinde, hantallıktan başka bir şey üretmeyen tartışma kulübü tarzında değil kendilerini de ifade etmek, hatta özellikle yanlış fikirlerini ifade etmek zorundadırlar. Çünkü yinelemek gerekiyor, suskunlukla öğrenilebilecek bir şey yoktur.
Şimdiye kadar yaşadıklarımızdan ve bugün çevremizde yaşananlardan çıkarılması gereken çok önemli dersler olduğu kesindir.
Eğitim örgütsel süreçten, onun işleyişinden ayrılamıyor. Onu tamamlıyor, sağlık kazandırıyor ve doğru örgütsel süreçler de insanların sağlıklı eğitim imkânlarının yolunu açıyor. Ve bu açıdan, devrimci eğitimi geleceğe, kendi geleceğimize yapılmış bir yatırım olarak görmek, böylesi bir önem vermek gerekiyor.
Yeni bir sosyalist kuşak ihtiyacı kendini dayatmaktadır. Kendini, "vazifesini yapan pratik adam" sayıp, fazla okumayı-yazmayı sevmeyen insan tiplemesi artık aşılmalı, hem de bütün cephelerden aşılmalıdır. Devrimci hareketin, geleceğini güvenceye almak için, düşünen, doğru düşünme eğitimini almış sağlam politik insanlara ihtiyacı kesindir.
Bu bir eğitim sorunudur. Belki salt teorik değil, aynı zamanda da pratik eğitim sorunudur ama teorik eğitim burada çok önemli bir parçadır.
9 Eylül 2009
"Bir örümcek, dokumacınınkine benzeyen işlemler yapar ve arı, balmumundan peteklerinin yapısıyla pek çok mimarın becerisini gölgede bırakır. Fakat en kötü mimarı, en becerikli arıdan, daha ta baştan ayırt eden, mimarın peteği kovanda kurmadan önce, kafasında kurmuş olmasıdır..." KARL MARKS
Siyasal ufku üç beş bilgi kırıntısıyla sınırlı, sadakat sözcüğünün kötü anlamında kemikleşmiş bir insan tipinin yaratılıyor olması örgütsel mücadelenin önemli sorunudur.
Oysa artık devrimci hareket böyle bir bağlılık anlayışına değil, söyleyecek sözü olan, kendi bilinçli sürecini çizmiş insanlara ihtiyaç duymaktadır.
İçinde bulunduğumuz süreç, yeni tipte sosyalist insanın, onun ufuk zenginliğinin ve değerlerinin üretilmesi sürecidir.
Devrimci irade olarak parti, referans noktası sosyalist toplum olan bir nüvedir ve onun insanlarının böyle bir sosyalist kimlik kazanmaları bütünsel bir eğitim sorunudur.
Eğitim örgütsel süreçten, onun işleyişinden ayrılamıyor. Onu tamamlıyor, sağlık kazandırıyor ve doğru örgütsel süreçler de insanların sağlıklı eğitim imkânlarının yolunu açıyor. Ve bu açıdan, devrimci eğitimi geleceğe, kendi geleceğimize yapılmış bir yatırım olarak görmek, böylesi bir önem vermek gerekiyor.
Yeni bir sosyalist kuşak ihtiyacı kendini dayatmaktadır. Kendini, "vazifesini yapan pratik adam" sayıp, fazla okumayı-yazmayı sevmeyen insan tiplemesi artık aşılmalıdır. Devrimci hareketin, geleceğini güvenceye almak için, düşünen, doğru düşünme eğitimini almış sağlam politik insanlara ihtiyacı kesindir.
Bu bir eğitim sorunudur. Belki salt teorik değil, aynı zamanda da pratik eğitim sorunudur ama teorik eğitim burada çok önemli bir parçadır.
*******
Siyasi mücadeleye ilk adımların çeşitli dostluklar, iş arkadaşlıkları, hatta kimi zaman akrabalıklar yoluyla atıldığı bilinir. Ve bundan aslında yakınmamak da gerekir. Yaşamın gerçeğinde işler her zaman böyle yürümüştür ve yürüyecektir. İnsanlar devrimci saflara çok çeşitli yollardan akıp gelecektir. Temel sorun, şu ya da bu biçimde bir seçim yapmış insana bu seçiminin altını doldurabilmesi için gereken imkânların sunulması, kendi yürüdüğü yolu sorgulayabilecek hale gelmesine yardımcı olunmasıdır. Devrimci örgütlerde siyasal özü olmayan himayeci ilişkilerin yaygınlığı reddedilemez bir gerçekliktir. Gerçekten de kişisel ilişkiler yoluyla bir devrimci yapının saflarına gelen insanların birçoğunun, o kişisel boyutu aşamadığı biliniyor. Özellikle yapı içi tartışma süreçlerinde bu ilişki tarzının yarattığı sakıncalar, hatta tavır alışlardaki kişisel seçimler çok önemlidir.
Ama bunun da ötesinde önemli olan, böylece, siyasal ufku üç beş bilgi kırıntısıyla sınırlı, sadakat sözcüğünün kötü anlamında kemikleşmiş bir insan tipinin yaratılıyor olmasıdır.
Oysa artık devrimci hareket böyle bir bağlılık anlayışına değil, söyleyecek sözü olan, kendi bilinçli sürecini çizmiş insanlara ihtiyaç duymaktadır.
Devrimci eğitim, bu anlamıyla, sadece teorik öğretime denk düşmeyen, devrimci pratiğin tümünü içeren kesintisiz bir süreç olarak algılanmalıdır. Bu süreç, esas olarak, yeni tipte sosyalist insanın, onun ufuk zenginliğinin ve değerlerinin üretilmesi sürecidir. Bu süreçten, basit anlamda yapının temel saptama ve kavranmasının ötesinde, insanların bu saptamaları da kavrayabileceği ve sorgulayarak içine sindirebileceği sağlam bir zeminin yakalanması anlaşılmalıdır. Kuşkusuz devrimci örgütlenmenin, olayları kavrayış ve çözümleme yöntemi, siyasi mücadeleyi ele alış tarzı ve gelenekleri onun içinde yaşayan insanları özgün bir siyasal psikolojik şekillenişe sokar, bütün devrimci örgütlerin bu türden kendine özgü davranış birlikleri ve şekillenişleri vardır. Ama öte yandan bu özgün şekillenişin temel bir sosyalist şekillenişin üzerinde yükselmesi, hatta ona tam tamına denk düşmesi gereklidir.
Sosyalist düşünme ve davranış tarzının içselleştirilmesi kuşkusuz bir teorik eğitimi gerektirir. Teorik eğitimden kastımız, basit olarak sol içi bir tartışmada işe yarayabilecek kavramların ezberlenmesi değil, yaşamın zenginliğini yorumlayıp çözümler üretebilecek bir zeminin yaratılmasıdır
"Belli bir ölçüde ciddi ve temelli olan her çözümlemenin zorunlu olarak ortaya koyacağı sonuç, günlük yaşam içersindeki insanın çevresine karşı her zaman kendiliğinden materyalist bir tutum aldığıdır. Tepkiler uygulamanın öznesi tarafından daha sonra nasıl yorumlanırsa yorumlansın durum değişmez. Bu, doğrudan doğruya çalışmanın özünden doğan bir sonuçtur. Her çalışma, nesnelerden ve yasalardan doğan bir bütünü şart kılar...
Teorik eğitimden belirli birikimin yaratılması sürecini anlıyorsak eğer, teori denilen şeyi de bir biçimde tanımlamak zorunluluğuyla karşı karşıyayız demektir.
Gerçekte, teori dediğimizde olan şey, günlük hayatımız içinde bazen farkına bile varmaksızın yaptığımızdır. Günlük yaşam içinde somut olgularla karşılaşır, olayların içinde hareket ederken birçok noktada durup genellemeler ve soyutlamalar yaparız. Çoğu kez sonuç çıkarımı deriz ama yaptığımız sadece bu değildir, her sonuç çıkarımından geleceğe dönük öngörüler de üretiriz.
Bütün bu süreçlerde, insan düşüncelerinin maddi olayların bir ürünü olduğunu genel olarak bilir ve söyleriz ama olguların zihnimizde nasıl düşünceler haline geldiği yine de biraz bulanık kalır. Daha doğrusu, bir ve aynı olayın nasıl olup da bizim zihnimizde sıradan insanlardan farklı bir yorum yarattığını tam kavrayamayız. Çünkü nihayetinde tek bir olay ve onun belirli verileri vardır. Normal şartlar altında aynı olayın aynı düşünsel sonuçlara yol açması gerekir.
Demek ki, burada sorun, yöntem sorunu, düşünme biçimi sorunudur. Olgulara nasıl baktığımız ve nasıl algıladığımız sorunudur. Ve devrimci teorik eğitim işte bu nasıl sorusuna bir karşılıktır.
Bir çerçeve çizilebilir ve çerçeve çizmek için insan beyninin çalışma biçiminden işe başlanabilir.
İnsan düşüncesinin oluşumu ve akışı genelde çok bilinen bir yolu izler. Bütün olan şey, somut olgulardan soyutlamaya bir yükseliş ve sonra oluşan soyutlamanın yeniden yaşama dönmesidir. Yaşarken bir an durur ve yaşadığımız şeyin bir yorumunu yaparız. Bunu da genellikle yaşanan olgu henüz sıcakken değil, olup bittikten sonra yaparız. "İnsanın toplumsal yaşam biçimleri üzerindeki düşünme ve incelemeleri ve dolayısıyla bu biçimlerin bilimsel tahlilleri, bunların fiili tarihsel gelişmelerine tamamen ters düşen bir yol izler iş işten geçtikten sonra önünde hazır duran gelişme süreci sonuçları ile başlar.
Ve genelde bir olguyu çözümlemek için yola çıktığımızda, çok bilinen iki hat üzerinden, yürürüz. Yaşanan şey üzerine düşünür ve o somut olgudan genel-soyut saptamalar üretiriz. Ama her şey böyle saydam değildir. Zihnimizde daha önceden ürettiğimiz ya da başkaları tarafından üretilmiş soyutlamalar vardır ve yeni olguyu o saptamaların müdahale ettiği bir süreçte ele alırız. Bir anlamda var olan birikim de bir sınanmadan geçer ve sonuçta daha yetkin bir soyutlama düzeyine ulaşılır. Eğer saplantılardan uzaksanız ve zihninizi diyalektik bir biçimde işletiyorsanız, doğru soyutlamalara ulaşmamanız için hiç bir neden yoktur. Böylece, bilgi süreci kendi içinde dönen bir dairesellik izlemeyecek, sarmal bir gelişimle her seferinde daha üst düzeyde bir birikime yol açacaktır.
Sorun, nesnelere ve olgulara nasıl baktığımız, nereden baktığımız ve onları bütün yönleriyle kavrayıp kavrayamadığımız sorunudur. "Çağını görmek, çağını anlamak, çağını yargılamak; öbür çağları görmekten, anlamaktan, yargılamaktan daha güç olmalı. Çağımıza bakmak kendimize bakmak gibidir, çağımıza bakarken de kendimize bakarken de çok şeyi bulandırır, çok şeyi birbirine karıştırırız. İşin güçlüğü şurada: Özne kendini ya da kendinden olanı tam anlamında bir nesne olarak kavrayamaz; böyle bir şey bilginin gerçek kaynağı olan karşıtlığın, özne-nesne karşıtlığının ortadan kalkması olurdu. Oysa ne yaparsak yapalım, her bilgi bir özne-nesne karşıtlığına göre gerçekleşir; tüm felsefi düşüncenin, özel olarak diyalektik düşüncenin de çıkış noktası ya da püf noktası burasıdır...
... Bir şeyi kavramanın bazı zorunlu kuralları vardır, bunlardan biri kavrayacağımız nesneye belli bir uzaklıkta durmak, biri de kavrayacağımız şeyi bir ya da bir kaç yönüyle değil, her yönüyle ele almaktır... Demek ki, doğru bilgisine vardığımız şey, belli bir uzaklıktan ve her yönüyle gözlemleyebildiğimiz şeydir. Nesneleri ve olguları kendi bağlantıları içinde, yaşam içinde tuttukları yeri yaşamın bütünü açısından değerlendirerek ele almak gerekiyor ve ancak böyle bir yöntemle doğru bilgiye varabiliyoruz.
Ama öte yandan, "Elbette hayat hiçbir zaman şu veya bu şemalandırmaya harfiyen uygun akmaz. Her soyutlama ve şemalandırma gerçeğin bir kısmını ihmal eder, bir kısmını ise ister istemez abartır. Fakat teorik tahlil, hayatın giriftliğini ve çok yanlılığını kolay anlaşılır hale getirerek, eylem kılavuzluğu görevini yerine getirir.” Soyutlama sonuçta, sadeleştirme ve zamanın bir ölçüde durdurulmasıdır. Bir tür fotoğraf çekimi gibidir. Hayatın zenginliği akıp giderken, o akışın içersinde durur ve bir belirli anın verilerini saptarız. O ana kadar yaşanmış olanın verilerinden belirli saptamalar çıkarır, bunları gelecek için öngörülere dayanak yapar, pratik hareket formülasyonları üretiriz. Ama yaşam, o anda bile, biz bütün bunları üretir ve tartışırken bile durmaz, akar gider.
Her şeye karşın, yaşamın böyle akıp gidiyor olması, teorik çözümlemenin önemini ve gereğini bir an olsun azaltmaz. Çünkü gerçeğin zenginliğini bir başka biçimde kavramak olanaksızdır.
.
İç devrimci-eğitim ise aynı olgunun çok daha yüksek bir boyutta yaşanmasıdır.
Devrimci irade olarak parti, referans noktası sosyalist toplum olan bir nüvedir ve onun insanlarının böyle bir sosyalist kimlik kazanmaları bütünsel bir eğitim sorunudur.
Bu bir eğitim sorunudur ve her şeyden önce teorik eğitim sorunudur; doğru düşünen, karmaşık olguları çözümleyip kendi başına kalsa bile çözüm üretebilen insan tipi sorunudur. Çoğu insanın gözünde büyüterek ulaşılmaz kıldığı "siyasal düzey" kavramı da özünde tam tamına böyle bir süreci anlatır. "Siyasal düzey", belki "siyasal sağduyu" da diyebileceğimiz bir duruma, olayları sağlam bir perspektifle yorumlayıp pratik kararlar verebilme yetisine denk düşer ki, bu da felsefi-siyasal bir formasyonu zorunlu kılar.
Sosyalist bir örgütlenmede "eğitim" denen şeyden söz ediyorsak, sosyalist düşüncenin mevcut düzenle her alanda yaşadığı derin hesaplaşmanın bir bölümünden de söz ediyoruz demektir. Gerçekten de devrimci eğitim, mevcut düzenin klasik eğitim geleneği ile çok ciddi bir hesaplaşmanın üzerine oturabilir. Çünkü bu eğitim geleneği uzun yıllarını bu sistem içinde geçirmiş olan insanlar olarak hepimizin üzerinde onarılması zor yaralar açmıştır, belli davranış normları da yaratmıştır. Öğretme ve öğrenme kavramları ya da saygı kavramı böyle gelişmiştir. Normlar ve alışkanlıklar köklü biçimde yerleşmiştir.
Devrimci eğitim dendiğinde çok ciddi olarak başka bir unsur, "katılarak öğrenme" unsuru devreye girer ve girmelidir. Konuşan, araştıran, bulduğunu yüksek sesle söyleyip tartışan, böylece düşüncelerini başka düşüncelerle çatışmaya sokarak geliştiren insan tavrı... İşte devrimci eğitim özünde buna ihtiyaç duyar.
Öte yandan, özellikle bir devrimci açısından eğitim salt belli işlerin yapılabilmesi için "yeterli" bilginin depolanması değildir. Dolayısıyla, eğitim dediğimizde sosyalist insanın yaratılması gibi bir olguyu ifade ediyoruz demektir. Üstelik bu yeni insanın ve onun normlarının yaratılması salt teorik bir sorun olmanın ötesinde "ortamı değiştiren insanın kendisinin de bu eylem sırasında değişmesi" esprisine uygun olarak bu sorun devrimci pratiğin bütününü kapsamaktadır.
Hemen anlaşılacağı gibi, o zaman eğitim dediğimiz olgu özellikle modern burjuva sisteminin parçalara ayırıcı, dar uzmanlık alanları yaratan modelinden derin bir farklılığı ortaya çıkarmaktadır.
Burjuva eğitim modeli, yaşamın mümkün olduğunca parçalara ayrılarak insanların bu ayrı parçalar konusunda -bütünü gözetmeyen- körü körüne uzmanlaştırılmasını hedef alır. Böyle bir model, hem her özel alanda azami verim elde etmeyi düşünen tek tek patronların işine gelir, hem de insanların genel toplumsal duyarlılığını köreltip atomize etmesi bakımından genel olarak kapitalist sistemin işine gelir.
Oysa sosyalist insanı yaratma amacıyla bezenmiş devrimci eğitim bunun tam tersi bir yol izler; daha doğrusu özel alanların varlığını inkâr etmez ama bütün bu özel alanların birbiriyle bağını kurar ve insanların dar kafalı özel uzmanlar olarak değil, her şeye vakıf, olgulara derinlemesine bakabilen bir formasyonla yetişmesini sağlar.
Öte yandan eğitim, insanların zorlandığı bir süreç olarak algılanmalıdır. Özünde bilgi edinme, bir arayıştır, zorlanmadır.
Mevcut olan bilgi düzeyini zorlamadan, var olan kapasitenin üstüne çıkmadan bilgiye ulaşmak mümkün değildir. Eğitim, seçiciliği de ön şart olarak zorunlu kılar.
Alçak gönüllülük iyi tanımlanmamış ve çoğu kez içi yanlış doldurulan bir kavramdır. Bu kavramın yanlış tanımlanışı ya da içimize sinmiş yanlış toplumsal normlar devrimci süreçte birçok insanımızı kısırlaştırıp etkisizleştirmiştir. Süreç içersinde bir dizi insan "kendisinin yetersiz olduğu" düşüncesiyle birçok olaya seyirci kalmayı seçmiş ve gözünün önünde aklına yatmayan birçok olgu yaşandığı halde inisiyatifi başkalarına bırakmıştır. Böylece bütün süreçlerde yanlış konumlanışlar oluşabilmiş ve bazı insanların yolu hak etmediği ölçüde açılırken bazılarının önü hak etmediği ölçüde kapanmıştır. Kendisinde var olan cevheri fark etmeyen birçok insanımız böylece kısırlaşabilmiştir. Gerçekte, bir dizi insanda gözlenen olgu "yeterli olmamak" değil, kendi yeterliliğinin fakında olmamaktır. Bugün pekâlâ birçok şeyi bildiği halde, politik düzeyi söylem olarak zayıf da olsa, siyasal sağduyu anlamında sağlıklı olduğu halde, sırf bunu belirli bir biçimde ifade edemediği ya da ifade edemeyeceğine inandığı için "ben yeterli değilim" biçiminde kendi iç güvensizliğine gömülmüş bir yığın insan vardır. Oysa alçakgönüllülük kendinde olanı fark etmemek ya da bunu öne sürmemek değildir. Alçakgönüllülük bunu yaparken başkalarına da saygı duymak, farklı düşünceleri de değerlendirebilecek bir esnekliğe sahip olmaktır. Alçakgönüllülük, yoldaşlarına - hatta başka çevrelerden insanlara- saygı duymak, ama kendine ait söyleyecek sözü varsa onu da çok net biçimde söylemektir. Bunu yapmamak alçakgönüllülük değil, medeni cesaret eksikliğidir ve kimi durumlarda örgütün sağlığına karşı işlenmiş bir cinayettir.
İnsanın kendisini başkalarından eksik hissettiği, bunun sonucu olarak geri durduğu bir süreçte hiçbir şey kazanılamaz. Kuşkusuz bir örgütlülük sürecinde hiyerarşi, yönetsel organlar ve merkezi işleyişler vardır. Ama buna karşın her özgün süreçte, o sürece belirli bir örgütsel form içinde fiilen katılan insanlar, o anda, o süreç itibarıyla kendi aralarında eşittirler. Yani sürecin içindeki herhangi bir unsur kendi sözünün, kendi fikrinin, önerilerinin bir başka insanınkinden daha değersiz ve daha etkisiz olduğunu düşündüğü anda orada belki o pratik işi bir biçimde yapmak yine de mümkündür ama iş yapılırken insanların bir şeyler kazanıp yetkinleşmesi mümkün değildir. Bir süreci fiilen birlikte yaşayan insanların süreç üzerine düşünceleri birbirine eşit değerde düşüncelerdir. Bu rahatlığı ve güvenliği hissetmeyen insan düşüncelerini ifade etmekte ve dolayısıyla da bu düşüncelerin çatışmasından bir şeyler öğrenmekte zorlanır.
Elbette gerçek hayatta insanlar eşitsizdirler. Herhangi bir süreçte de durum böyledir. Bazı insanlar, süreci daha derinlemesine kavrayabilecek daha sağlıklı birikimlere sahiptirler ve daha sağlam öngörüler, rotalar üretirler. Zaten, böyle oldukları için belli konumlara sahiptirler. Konumları, bu yeterliliklerinin bir sonucudur. Hukuk ile yeterlilik üst üste düşer, düşmelidir. Ama yöneticilik ya da örgütsel konumlanış, girilen her özgün süreçte, o süreci yaşayan insanları dışlama konumuna düşüren bir önsel durum yaratmaz. Süreci yaşayan insanlar, belli bir işleyiş içinde, hantallıktan başka bir şey üretmeyen tartışma kulübü tarzında değil kendilerini de ifade etmek, hatta özellikle yanlış fikirlerini ifade etmek zorundadırlar. Çünkü yinelemek gerekiyor, suskunlukla öğrenilebilecek bir şey yoktur.
Şimdiye kadar yaşadıklarımızdan ve bugün çevremizde yaşananlardan çıkarılması gereken çok önemli dersler olduğu kesindir.
Eğitim örgütsel süreçten, onun işleyişinden ayrılamıyor. Onu tamamlıyor, sağlık kazandırıyor ve doğru örgütsel süreçler de insanların sağlıklı eğitim imkânlarının yolunu açıyor. Ve bu açıdan, devrimci eğitimi geleceğe, kendi geleceğimize yapılmış bir yatırım olarak görmek, böylesi bir önem vermek gerekiyor.
Yeni bir sosyalist kuşak ihtiyacı kendini dayatmaktadır. Kendini, "vazifesini yapan pratik adam" sayıp, fazla okumayı-yazmayı sevmeyen insan tiplemesi artık aşılmalı, hem de bütün cephelerden aşılmalıdır. Devrimci hareketin, geleceğini güvenceye almak için, düşünen, doğru düşünme eğitimini almış sağlam politik insanlara ihtiyacı kesindir.
Bu bir eğitim sorunudur. Belki salt teorik değil, aynı zamanda da pratik eğitim sorunudur ama teorik eğitim burada çok önemli bir parçadır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder