HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

9 Eylül 2009 Çarşamba

YENİ İNSAN YARATIMINDA EĞİTİM

ZEKİ BAYTERİN

9 Eylül 2009



"Bir örümcek, dokumacınınkine benzeyen işlemler yapar ve arı, balmumundan peteklerinin yapısıyla pek çok mimarın becerisini gölgede bırakır. Fakat en kötü mimarı, en becerikli arıdan, daha ta baştan ayırt eden, mimarın peteği kovanda kurmadan önce, kafasında kurmuş olmasıdır..." KARL MARKS

Siyasal ufku üç beş bilgi kırıntısıyla sınırlı, sadakat sözcüğünün kötü anlamında kemikleşmiş bir insan tipinin yaratılıyor olması örgütsel mücadelenin önemli sorunudur.
Oysa artık devrimci hareket böyle bir bağlılık anlayışına değil, söyleyecek sözü olan, kendi bilinçli sürecini çizmiş insanlara ihtiyaç duymaktadır.

İçinde bulunduğumuz süreç, yeni tipte sosyalist insanın, onun ufuk zenginliğinin ve değerlerinin üretilmesi sürecidir.

Devrimci irade olarak parti, referans noktası sosyalist toplum olan bir nüvedir ve onun insanlarının böyle bir sosyalist kimlik kazanmaları bütünsel bir eğitim sorunudur.

Eğitim örgütsel süreçten, onun işleyişinden ayrılamıyor. Onu tamamlıyor, sağlık kazandırıyor ve doğru örgütsel süreçler de insanların sağlıklı eğitim imkânlarının yolunu açıyor. Ve bu açıdan, devrimci eğitimi geleceğe, kendi geleceğimize yapılmış bir yatırım olarak görmek, böylesi bir önem vermek gerekiyor.

Yeni bir sosyalist kuşak ihtiyacı kendini dayatmaktadır. Kendini, "vazifesini yapan pratik adam" sayıp, fazla okumayı-yazmayı sevmeyen insan tiplemesi artık aşılmalıdır. Devrimci hareketin, geleceğini güvenceye almak için, düşünen, doğru düşünme eğitimini almış sağlam politik insanlara ihtiyacı kesindir.

Bu bir eğitim sorunudur. Belki salt teorik değil, aynı zamanda da pratik eğitim sorunudur ama teorik eğitim burada çok önemli bir parçadır.


*******

Siyasi mücadeleye ilk adımların çeşitli dostluklar, iş arkadaşlıkları, hatta kimi zaman akrabalıklar yoluyla atıldığı bilinir. Ve bundan aslında yakınmamak da gerekir. Yaşamın gerçeğinde işler her zaman böyle yürümüştür ve yürüyecektir. İnsanlar devrimci saflara çok çeşitli yollardan akıp gelecektir. Temel sorun, şu ya da bu biçimde bir seçim yapmış insana bu seçiminin altını doldurabilmesi için gereken imkânların sunulması, kendi yürüdüğü yolu sorgulayabilecek hale gelmesine yardımcı olunmasıdır. Devrimci örgütlerde siyasal özü olmayan himayeci ilişkilerin yaygınlığı reddedilemez bir gerçekliktir. Gerçekten de kişisel ilişkiler yoluyla bir devrimci yapının saflarına gelen insanların birçoğunun, o kişisel boyutu aşamadığı biliniyor. Özellikle yapı içi tartışma süreçlerinde bu ilişki tarzının yarattığı sakıncalar, hatta tavır alışlardaki kişisel seçimler çok önemlidir.

Ama bunun da ötesinde önemli olan, böylece, siyasal ufku üç beş bilgi kırıntısıyla sınırlı, sadakat sözcüğünün kötü anlamında kemikleşmiş bir insan tipinin yaratılıyor olmasıdır.
Oysa artık devrimci hareket böyle bir bağlılık anlayışına değil, söyleyecek sözü olan, kendi bilinçli sürecini çizmiş insanlara ihtiyaç duymaktadır.

Devrimci eğitim, bu anlamıyla, sadece teorik öğretime denk düşmeyen, devrimci pratiğin tümünü içeren kesintisiz bir süreç olarak algılanmalıdır. Bu süreç, esas olarak, yeni tipte sosyalist insanın, onun ufuk zenginliğinin ve değerlerinin üretilmesi sürecidir. Bu süreçten, basit anlamda yapının temel saptama ve kavranmasının ötesinde, insanların bu saptamaları da kavrayabileceği ve sorgulayarak içine sindirebileceği sağlam bir zeminin yakalanması anlaşılmalıdır. Kuşkusuz devrimci örgütlenmenin, olayları kavrayış ve çözümleme yöntemi, siyasi mücadeleyi ele alış tarzı ve gelenekleri onun içinde yaşayan insanları özgün bir siyasal psikolojik şekillenişe sokar, bütün devrimci örgütlerin bu türden kendine özgü davranış birlikleri ve şekillenişleri vardır. Ama öte yandan bu özgün şekillenişin temel bir sosyalist şekillenişin üzerinde yükselmesi, hatta ona tam tamına denk düşmesi gereklidir.

Sosyalist düşünme ve davranış tarzının içselleştirilmesi kuşkusuz bir teorik eğitimi gerektirir. Teorik eğitimden kastımız, basit olarak sol içi bir tartışmada işe yarayabilecek kavramların ezberlenmesi değil, yaşamın zenginliğini yorumlayıp çözümler üretebilecek bir zeminin yaratılmasıdır

"Belli bir ölçüde ciddi ve temelli olan her çözümlemenin zorunlu olarak ortaya koyacağı sonuç, günlük yaşam içersindeki insanın çevresine karşı her zaman kendiliğinden materyalist bir tutum aldığıdır. Tepkiler uygulamanın öznesi tarafından daha sonra nasıl yorumlanırsa yorumlansın durum değişmez. Bu, doğrudan doğruya çalışmanın özünden doğan bir sonuçtur. Her çalışma, nesnelerden ve yasalardan doğan bir bütünü şart kılar...
Teorik eğitimden belirli birikimin yaratılması sürecini anlıyorsak eğer, teori denilen şeyi de bir biçimde tanımlamak zorunluluğuyla karşı karşıyayız demektir.

Gerçekte, teori dediğimizde olan şey, günlük hayatımız içinde bazen farkına bile varmaksızın yaptığımızdır. Günlük yaşam içinde somut olgularla karşılaşır, olayların içinde hareket ederken birçok noktada durup genellemeler ve soyutlamalar yaparız. Çoğu kez sonuç çıkarımı deriz ama yaptığımız sadece bu değildir, her sonuç çıkarımından geleceğe dönük öngörüler de üretiriz.


Bütün bu süreçlerde, insan düşüncelerinin maddi olayların bir ürünü olduğunu genel olarak bilir ve söyleriz ama olguların zihnimizde nasıl düşünceler haline geldiği yine de biraz bulanık kalır. Daha doğrusu, bir ve aynı olayın nasıl olup da bizim zihnimizde sıradan insanlardan farklı bir yorum yarattığını tam kavrayamayız. Çünkü nihayetinde tek bir olay ve onun belirli verileri vardır. Normal şartlar altında aynı olayın aynı düşünsel sonuçlara yol açması gerekir.
Demek ki, burada sorun, yöntem sorunu, düşünme biçimi sorunudur. Olgulara nasıl baktığımız ve nasıl algıladığımız sorunudur. Ve devrimci teorik eğitim işte bu nasıl sorusuna bir karşılıktır.

Bir çerçeve çizilebilir ve çerçeve çizmek için insan beyninin çalışma biçiminden işe başlanabilir.

İnsan düşüncesinin oluşumu ve akışı genelde çok bilinen bir yolu izler. Bütün olan şey, somut olgulardan soyutlamaya bir yükseliş ve sonra oluşan soyutlamanın yeniden yaşama dönmesidir. Yaşarken bir an durur ve yaşadığımız şeyin bir yorumunu yaparız. Bunu da genellikle yaşanan olgu henüz sıcakken değil, olup bittikten sonra yaparız. "İnsanın toplumsal yaşam biçimleri üzerindeki düşünme ve incelemeleri ve dolayısıyla bu biçimlerin bilimsel tahlilleri, bunların fiili tarihsel gelişmelerine tamamen ters düşen bir yol izler iş işten geçtikten sonra önünde hazır duran gelişme süreci sonuçları ile başlar.

Ve genelde bir olguyu çözümlemek için yola çıktığımızda, çok bilinen iki hat üzerinden, yürürüz. Yaşanan şey üzerine düşünür ve o somut olgudan genel-soyut saptamalar üretiriz. Ama her şey böyle saydam değildir. Zihnimizde daha önceden ürettiğimiz ya da başkaları tarafından üretilmiş soyutlamalar vardır ve yeni olguyu o saptamaların müdahale ettiği bir süreçte ele alırız. Bir anlamda var olan birikim de bir sınanmadan geçer ve sonuçta daha yetkin bir soyutlama düzeyine ulaşılır. Eğer saplantılardan uzaksanız ve zihninizi diyalektik bir biçimde işletiyorsanız, doğru soyutlamalara ulaşmamanız için hiç bir neden yoktur. Böylece, bilgi süreci kendi içinde dönen bir dairesellik izlemeyecek, sarmal bir gelişimle her seferinde daha üst düzeyde bir birikime yol açacaktır.

Sorun, nesnelere ve olgulara nasıl baktığımız, nereden baktığımız ve onları bütün yönleriyle kavrayıp kavrayamadığımız sorunudur. "Çağını görmek, çağını anlamak, çağını yargılamak; öbür çağları görmekten, anlamaktan, yargılamaktan daha güç olmalı. Çağımıza bakmak kendimize bakmak gibidir, çağımıza bakarken de kendimize bakarken de çok şeyi bulandırır, çok şeyi birbirine karıştırırız. İşin güçlüğü şurada: Özne kendini ya da kendinden olanı tam anlamında bir nesne olarak kavrayamaz; böyle bir şey bilginin gerçek kaynağı olan karşıtlığın, özne-nesne karşıtlığının ortadan kalkması olurdu. Oysa ne yaparsak yapalım, her bilgi bir özne-nesne karşıtlığına göre gerçekleşir; tüm felsefi düşüncenin, özel olarak diyalektik düşüncenin de çıkış noktası ya da püf noktası burasıdır...

... Bir şeyi kavramanın bazı zorunlu kuralları vardır, bunlardan biri kavrayacağımız nesneye belli bir uzaklıkta durmak, biri de kavrayacağımız şeyi bir ya da bir kaç yönüyle değil, her yönüyle ele almaktır... Demek ki, doğru bilgisine vardığımız şey, belli bir uzaklıktan ve her yönüyle gözlemleyebildiğimiz şeydir. Nesneleri ve olguları kendi bağlantıları içinde, yaşam içinde tuttukları yeri yaşamın bütünü açısından değerlendirerek ele almak gerekiyor ve ancak böyle bir yöntemle doğru bilgiye varabiliyoruz.

Ama öte yandan, "Elbette hayat hiçbir zaman şu veya bu şemalandırmaya harfiyen uygun akmaz. Her soyutlama ve şemalandırma gerçeğin bir kısmını ihmal eder, bir kısmını ise ister istemez abartır. Fakat teorik tahlil, hayatın giriftliğini ve çok yanlılığını kolay anlaşılır hale getirerek, eylem kılavuzluğu görevini yerine getirir.” Soyutlama sonuçta, sadeleştirme ve zamanın bir ölçüde durdurulmasıdır. Bir tür fotoğraf çekimi gibidir. Hayatın zenginliği akıp giderken, o akışın içersinde durur ve bir belirli anın verilerini saptarız. O ana kadar yaşanmış olanın verilerinden belirli saptamalar çıkarır, bunları gelecek için öngörülere dayanak yapar, pratik hareket formülasyonları üretiriz. Ama yaşam, o anda bile, biz bütün bunları üretir ve tartışırken bile durmaz, akar gider.

Her şeye karşın, yaşamın böyle akıp gidiyor olması, teorik çözümlemenin önemini ve gereğini bir an olsun azaltmaz. Çünkü gerçeğin zenginliğini bir başka biçimde kavramak olanaksızdır.
.
İç devrimci-eğitim ise aynı olgunun çok daha yüksek bir boyutta yaşanmasıdır.
Devrimci irade olarak parti, referans noktası sosyalist toplum olan bir nüvedir ve onun insanlarının böyle bir sosyalist kimlik kazanmaları bütünsel bir eğitim sorunudur.
Bu bir eğitim sorunudur ve her şeyden önce teorik eğitim sorunudur; doğru düşünen, karmaşık olguları çözümleyip kendi başına kalsa bile çözüm üretebilen insan tipi sorunudur. Çoğu insanın gözünde büyüterek ulaşılmaz kıldığı "siyasal düzey" kavramı da özünde tam tamına böyle bir süreci anlatır. "Siyasal düzey", belki "siyasal sağduyu" da diyebileceğimiz bir duruma, olayları sağlam bir perspektifle yorumlayıp pratik kararlar verebilme yetisine denk düşer ki, bu da felsefi-siyasal bir formasyonu zorunlu kılar.
Sosyalist bir örgütlenmede "eğitim" denen şeyden söz ediyorsak, sosyalist düşüncenin mevcut düzenle her alanda yaşadığı derin hesaplaşmanın bir bölümünden de söz ediyoruz demektir. Gerçekten de devrimci eğitim, mevcut düzenin klasik eğitim geleneği ile çok ciddi bir hesaplaşmanın üzerine oturabilir. Çünkü bu eğitim geleneği uzun yıllarını bu sistem içinde geçirmiş olan insanlar olarak hepimizin üzerinde onarılması zor yaralar açmıştır, belli davranış normları da yaratmıştır. Öğretme ve öğrenme kavramları ya da saygı kavramı böyle gelişmiştir. Normlar ve alışkanlıklar köklü biçimde yerleşmiştir.

Devrimci eğitim dendiğinde çok ciddi olarak başka bir unsur, "katılarak öğrenme" unsuru devreye girer ve girmelidir. Konuşan, araştıran, bulduğunu yüksek sesle söyleyip tartışan, böylece düşüncelerini başka düşüncelerle çatışmaya sokarak geliştiren insan tavrı... İşte devrimci eğitim özünde buna ihtiyaç duyar.

Öte yandan, özellikle bir devrimci açısından eğitim salt belli işlerin yapılabilmesi için "yeterli" bilginin depolanması değildir. Dolayısıyla, eğitim dediğimizde sosyalist insanın yaratılması gibi bir olguyu ifade ediyoruz demektir. Üstelik bu yeni insanın ve onun normlarının yaratılması salt teorik bir sorun olmanın ötesinde "ortamı değiştiren insanın kendisinin de bu eylem sırasında değişmesi" esprisine uygun olarak bu sorun devrimci pratiğin bütününü kapsamaktadır.

Hemen anlaşılacağı gibi, o zaman eğitim dediğimiz olgu özellikle modern burjuva sisteminin parçalara ayırıcı, dar uzmanlık alanları yaratan modelinden derin bir farklılığı ortaya çıkarmaktadır.

Burjuva eğitim modeli, yaşamın mümkün olduğunca parçalara ayrılarak insanların bu ayrı parçalar konusunda -bütünü gözetmeyen- körü körüne uzmanlaştırılmasını hedef alır. Böyle bir model, hem her özel alanda azami verim elde etmeyi düşünen tek tek patronların işine gelir, hem de insanların genel toplumsal duyarlılığını köreltip atomize etmesi bakımından genel olarak kapitalist sistemin işine gelir.

Oysa sosyalist insanı yaratma amacıyla bezenmiş devrimci eğitim bunun tam tersi bir yol izler; daha doğrusu özel alanların varlığını inkâr etmez ama bütün bu özel alanların birbiriyle bağını kurar ve insanların dar kafalı özel uzmanlar olarak değil, her şeye vakıf, olgulara derinlemesine bakabilen bir formasyonla yetişmesini sağlar.

Öte yandan eğitim, insanların zorlandığı bir süreç olarak algılanmalıdır. Özünde bilgi edinme, bir arayıştır, zorlanmadır.

Mevcut olan bilgi düzeyini zorlamadan, var olan kapasitenin üstüne çıkmadan bilgiye ulaşmak mümkün değildir. Eğitim, seçiciliği de ön şart olarak zorunlu kılar.

Alçak gönüllülük iyi tanımlanmamış ve çoğu kez içi yanlış doldurulan bir kavramdır. Bu kavramın yanlış tanımlanışı ya da içimize sinmiş yanlış toplumsal normlar devrimci süreçte birçok insanımızı kısırlaştırıp etkisizleştirmiştir. Süreç içersinde bir dizi insan "kendisinin yetersiz olduğu" düşüncesiyle birçok olaya seyirci kalmayı seçmiş ve gözünün önünde aklına yatmayan birçok olgu yaşandığı halde inisiyatifi başkalarına bırakmıştır. Böylece bütün süreçlerde yanlış konumlanışlar oluşabilmiş ve bazı insanların yolu hak etmediği ölçüde açılırken bazılarının önü hak etmediği ölçüde kapanmıştır. Kendisinde var olan cevheri fark etmeyen birçok insanımız böylece kısırlaşabilmiştir. Gerçekte, bir dizi insanda gözlenen olgu "yeterli olmamak" değil, kendi yeterliliğinin fakında olmamaktır. Bugün pekâlâ birçok şeyi bildiği halde, politik düzeyi söylem olarak zayıf da olsa, siyasal sağduyu anlamında sağlıklı olduğu halde, sırf bunu belirli bir biçimde ifade edemediği ya da ifade edemeyeceğine inandığı için "ben yeterli değilim" biçiminde kendi iç güvensizliğine gömülmüş bir yığın insan vardır. Oysa alçakgönüllülük kendinde olanı fark etmemek ya da bunu öne sürmemek değildir. Alçakgönüllülük bunu yaparken başkalarına da saygı duymak, farklı düşünceleri de değerlendirebilecek bir esnekliğe sahip olmaktır. Alçakgönüllülük, yoldaşlarına - hatta başka çevrelerden insanlara- saygı duymak, ama kendine ait söyleyecek sözü varsa onu da çok net biçimde söylemektir. Bunu yapmamak alçakgönüllülük değil, medeni cesaret eksikliğidir ve kimi durumlarda örgütün sağlığına karşı işlenmiş bir cinayettir.

İnsanın kendisini başkalarından eksik hissettiği, bunun sonucu olarak geri durduğu bir süreçte hiçbir şey kazanılamaz. Kuşkusuz bir örgütlülük sürecinde hiyerarşi, yönetsel organlar ve merkezi işleyişler vardır. Ama buna karşın her özgün süreçte, o sürece belirli bir örgütsel form içinde fiilen katılan insanlar, o anda, o süreç itibarıyla kendi aralarında eşittirler. Yani sürecin içindeki herhangi bir unsur kendi sözünün, kendi fikrinin, önerilerinin bir başka insanınkinden daha değersiz ve daha etkisiz olduğunu düşündüğü anda orada belki o pratik işi bir biçimde yapmak yine de mümkündür ama iş yapılırken insanların bir şeyler kazanıp yetkinleşmesi mümkün değildir. Bir süreci fiilen birlikte yaşayan insanların süreç üzerine düşünceleri birbirine eşit değerde düşüncelerdir. Bu rahatlığı ve güvenliği hissetmeyen insan düşüncelerini ifade etmekte ve dolayısıyla da bu düşüncelerin çatışmasından bir şeyler öğrenmekte zorlanır.

Elbette gerçek hayatta insanlar eşitsizdirler. Herhangi bir süreçte de durum böyledir. Bazı insanlar, süreci daha derinlemesine kavrayabilecek daha sağlıklı birikimlere sahiptirler ve daha sağlam öngörüler, rotalar üretirler. Zaten, böyle oldukları için belli konumlara sahiptirler. Konumları, bu yeterliliklerinin bir sonucudur. Hukuk ile yeterlilik üst üste düşer, düşmelidir. Ama yöneticilik ya da örgütsel konumlanış, girilen her özgün süreçte, o süreci yaşayan insanları dışlama konumuna düşüren bir önsel durum yaratmaz. Süreci yaşayan insanlar, belli bir işleyiş içinde, hantallıktan başka bir şey üretmeyen tartışma kulübü tarzında değil kendilerini de ifade etmek, hatta özellikle yanlış fikirlerini ifade etmek zorundadırlar. Çünkü yinelemek gerekiyor, suskunlukla öğrenilebilecek bir şey yoktur.

Şimdiye kadar yaşadıklarımızdan ve bugün çevremizde yaşananlardan çıkarılması gereken çok önemli dersler olduğu kesindir.

Eğitim örgütsel süreçten, onun işleyişinden ayrılamıyor. Onu tamamlıyor, sağlık kazandırıyor ve doğru örgütsel süreçler de insanların sağlıklı eğitim imkânlarının yolunu açıyor. Ve bu açıdan, devrimci eğitimi geleceğe, kendi geleceğimize yapılmış bir yatırım olarak görmek, böylesi bir önem vermek gerekiyor.

Yeni bir sosyalist kuşak ihtiyacı kendini dayatmaktadır. Kendini, "vazifesini yapan pratik adam" sayıp, fazla okumayı-yazmayı sevmeyen insan tiplemesi artık aşılmalı, hem de bütün cephelerden aşılmalıdır. Devrimci hareketin, geleceğini güvenceye almak için, düşünen, doğru düşünme eğitimini almış sağlam politik insanlara ihtiyacı kesindir.

Bu bir eğitim sorunudur. Belki salt teorik değil, aynı zamanda da pratik eğitim sorunudur ama teorik eğitim burada çok önemli bir parçadır.

Hiç yorum yok: