1 Eylül 2009 Salı
Yeni uygarlık bazında:Nasıl bir barış?
Arif Işıldar
1 Eylül 2009
1 Eylül dünya barış günü, barışın savaşla mücadelesinde tarihi bir kazanımdır. Yılda bir defaya mahsus da olsa barış güçleri meydanlara çıkarak, gerici-kirli savaş karşıtlıklarını ve barışçıl bir yaşam-dünya arzuları yönündeki seslerini küreselleştirip tekleştiriyorlar. Bu mücadelenin, savaş tanrılarının geriletilmesinde ve saltanatlarına son verilmesindeki yeri dün olduğu gibi bugün de belirleyici önemdedir.
Barış son derece ciddi bir iştir; siyaset kuram ve kurallarının hala yoğunlukla şiddet, militarizm ve savaş aparatıyla icra edildiği bir dünyada barış diliyle konuşmak, bunu demokratik siyasetin merkezine oturtmak, akıntıya karşı kürek çekmek gibidir. Sosyalist sistemin kapitalist-emperyalist düzen karşısındaki tarihi geri çekilme dalgası barışı savaş okyanusunda bir adacığa dönüştürmüştür. Bunu tarihi bir fırsat olarak okuyan ABD global hegemonyasını yeniden yapılandırmak için savaş fitilini ateşlemiştir. Afganistan ile Irak’ın işgali bu savaş siyasetinin hayata geçirilmesinde birer kilometre taşıdır.
ABD önderlikli küresel gericilik başta bölgemiz Ortadoğu olmak üzere dünyanın değişik kıta ve ülkelerinde şiddet, savaş ve işgal harekâtlarına devam etmektedir. Bugün yerküremiz nükleer silah deposuna çevrilmiştir. Savaş sanayi endüstrisi, kitle imha silahları, devasa askeri harcamalar, ileri teknolojilerle teçhizatlı mobil ordular, savaş ve işgal planları geliştirilerek emperyalist-kapitalist sistemin militarist yapılanması daha da güçlendiriliyor. Bu mekanizma geçmiş asırlarda olduğu gibi 21. yüzyılda da barışın mimarı olan ilerici insanlığa ve ulusal-sosyal kurtuluş halk hareketlerine karşı kullanılıyor. Barışın mimari güçleri ne kadar geriletilirse savaş tanrılarının işi o kadar kolaylaşıyor, saldırganlık, savaş ve işgal siyasetini taçlandırmada sınır tanımıyor. Afganistan ve Irak’ın işgaline Suriye, İran ve Lübnan halkalarını eklemek istemeleri bu pervasızlığın ulaştığı noktayı ifade ediyor.
Dünyanın, emperyalist-kapitalist savaş ve işgal siyasetinin tehdidi altında oluşu barış mücadelesini daha da ehemmiyetli kılıyor. Yerküremizin savaş çehresinin barış yüzüne çevrilmesinde barış güçlerinin ve mücadelesinin hayati önemi var. İlerici insanlığın ve halkların kapitalist dünya egemenliği karşısındaki başarısı ve zaferleri küresel barışın tek kurucu öğesi ve güvencesidir. Egemenlik biçimlerinde zoru, savaşı, işgali ve yıkımı bir siyaset tarzı haline getirenler ve bunu halklara dayatanlar barışın sigortası olamazlar. Aksine nükleer savaş tehlikesinin müsebbibi ve kirli savaşların mimarları olarak barışın önünde engeldirler. Dolayısıyla savaş, işgal, talan ve kıyım siyasetiyle barışın mücadelesi, o siyasetin kaynağı olan sistemle mücadele etmeyi de zorunlu kılar.
Bu noktada belirleyici başarılar elde etmeden dünyada her tür şiddet, savaş ve militarizmden arınmış demokratik barışçıl bir siyasetin uygulanmasının koşullarını yaratmak mümkün değildir. Yeryüzünü barışın yüzüne çevirecek bir barış sadece savaş siyasetini dizginlemiş bir barış değildir aynı zamanda demokratik barışçıl siyaset biçimini ve dilini dünyada hâkim kılan barıştır. Bu açıdan siyasal çatışmaların ve bunun savaş biçimlerinin barışla gemlenerek, geriletilmesi ve barış mevsiminin oluşturulması önemli olmakla birlikte yeterli değildir. Siyasete demokratizmi ve barışı hâkim kılmayan tüm barış söylemleri ve anlaşmaları yeni savaşlara gebedir.
Bu anlamda çağımızda yeni barış açılımlarına ve mücadelesine yönelirken barış perspektifimizi güncellemek durumundayız. Bilişim toplumu devrimci paradigmamızın temel öğelerinden biri olan barış anlayışımızda yeni teorik açılımlara ihtiyacımız var. Bizce barış sorunu ve mücadelesine sanayi çağının ve “soğuk savaş” döneminin kriterleriyle artık yaklaşılamaz. Bunu aşamayan bir barış hareketi, tekrar uluslar arası etkin bir güç olsa da ve kapitalist egemenliğin savaş siyasetini önemli oranda geriletip askeri sanayiye ağır bir darbe indirse de siyasetin demokratikleştirilip barışçıllaştırılmasında asli rolünü oynayamaz.
Yeni uygarlık yeni barış paradigmasını gerekli kılar. O da her şeyden önce dünyaya ve insanlığa yön verecek, kaderini belirleyecek siyaset bilimi, felsefesi ve mühendisliğinin demokratik-barışçıl ideolojik esaslara oturtulması demektir. Bunu başarmamış hiçbir uygarlık ve toplum biçiminin demokratik-barışçı olması söz konusu olamaz. Kendi iç evrimlerinde siyaseti şiddet, savaş ve militarizmden arındırıp demokratikleştiremeyen yönetimlerin dünya siyasetinde demokratik kuramın ve barış kurallarının egemen kılınmasına da hizmet edemezler. Bu açıdan kapitalizm kadar reel sosyalizmin de başarısız olduğunu belirlemek hatalı olmaz.
İçine girdiğimiz yeni tarihsel süreçte barış mücadelesine özünde siyasetin şiddet ve savaş biçimlerinin tarihe gömülerek insanlığın demokratik siyasete evrimleşmesine sunulmuş tarihi bir katkı noktasından bakmamız gerek. Bu mealde yeni bir uygarlığın paradigması olarak şekillenmekte olan bilişim çağında ve 2009 1 Eylül barış etkinliklerinde barış nosyonunda da radikal bir değişim gereklidir diyenler, “nasıl bir barış” sorusuna yanıt bulma arayışlarında bir adım daha atmalıdırlar.
1 Eylül 2009
1 Eylül dünya barış günü, barışın savaşla mücadelesinde tarihi bir kazanımdır. Yılda bir defaya mahsus da olsa barış güçleri meydanlara çıkarak, gerici-kirli savaş karşıtlıklarını ve barışçıl bir yaşam-dünya arzuları yönündeki seslerini küreselleştirip tekleştiriyorlar. Bu mücadelenin, savaş tanrılarının geriletilmesinde ve saltanatlarına son verilmesindeki yeri dün olduğu gibi bugün de belirleyici önemdedir.
Barış son derece ciddi bir iştir; siyaset kuram ve kurallarının hala yoğunlukla şiddet, militarizm ve savaş aparatıyla icra edildiği bir dünyada barış diliyle konuşmak, bunu demokratik siyasetin merkezine oturtmak, akıntıya karşı kürek çekmek gibidir. Sosyalist sistemin kapitalist-emperyalist düzen karşısındaki tarihi geri çekilme dalgası barışı savaş okyanusunda bir adacığa dönüştürmüştür. Bunu tarihi bir fırsat olarak okuyan ABD global hegemonyasını yeniden yapılandırmak için savaş fitilini ateşlemiştir. Afganistan ile Irak’ın işgali bu savaş siyasetinin hayata geçirilmesinde birer kilometre taşıdır.
ABD önderlikli küresel gericilik başta bölgemiz Ortadoğu olmak üzere dünyanın değişik kıta ve ülkelerinde şiddet, savaş ve işgal harekâtlarına devam etmektedir. Bugün yerküremiz nükleer silah deposuna çevrilmiştir. Savaş sanayi endüstrisi, kitle imha silahları, devasa askeri harcamalar, ileri teknolojilerle teçhizatlı mobil ordular, savaş ve işgal planları geliştirilerek emperyalist-kapitalist sistemin militarist yapılanması daha da güçlendiriliyor. Bu mekanizma geçmiş asırlarda olduğu gibi 21. yüzyılda da barışın mimarı olan ilerici insanlığa ve ulusal-sosyal kurtuluş halk hareketlerine karşı kullanılıyor. Barışın mimari güçleri ne kadar geriletilirse savaş tanrılarının işi o kadar kolaylaşıyor, saldırganlık, savaş ve işgal siyasetini taçlandırmada sınır tanımıyor. Afganistan ve Irak’ın işgaline Suriye, İran ve Lübnan halkalarını eklemek istemeleri bu pervasızlığın ulaştığı noktayı ifade ediyor.
Dünyanın, emperyalist-kapitalist savaş ve işgal siyasetinin tehdidi altında oluşu barış mücadelesini daha da ehemmiyetli kılıyor. Yerküremizin savaş çehresinin barış yüzüne çevrilmesinde barış güçlerinin ve mücadelesinin hayati önemi var. İlerici insanlığın ve halkların kapitalist dünya egemenliği karşısındaki başarısı ve zaferleri küresel barışın tek kurucu öğesi ve güvencesidir. Egemenlik biçimlerinde zoru, savaşı, işgali ve yıkımı bir siyaset tarzı haline getirenler ve bunu halklara dayatanlar barışın sigortası olamazlar. Aksine nükleer savaş tehlikesinin müsebbibi ve kirli savaşların mimarları olarak barışın önünde engeldirler. Dolayısıyla savaş, işgal, talan ve kıyım siyasetiyle barışın mücadelesi, o siyasetin kaynağı olan sistemle mücadele etmeyi de zorunlu kılar.
Bu noktada belirleyici başarılar elde etmeden dünyada her tür şiddet, savaş ve militarizmden arınmış demokratik barışçıl bir siyasetin uygulanmasının koşullarını yaratmak mümkün değildir. Yeryüzünü barışın yüzüne çevirecek bir barış sadece savaş siyasetini dizginlemiş bir barış değildir aynı zamanda demokratik barışçıl siyaset biçimini ve dilini dünyada hâkim kılan barıştır. Bu açıdan siyasal çatışmaların ve bunun savaş biçimlerinin barışla gemlenerek, geriletilmesi ve barış mevsiminin oluşturulması önemli olmakla birlikte yeterli değildir. Siyasete demokratizmi ve barışı hâkim kılmayan tüm barış söylemleri ve anlaşmaları yeni savaşlara gebedir.
Bu anlamda çağımızda yeni barış açılımlarına ve mücadelesine yönelirken barış perspektifimizi güncellemek durumundayız. Bilişim toplumu devrimci paradigmamızın temel öğelerinden biri olan barış anlayışımızda yeni teorik açılımlara ihtiyacımız var. Bizce barış sorunu ve mücadelesine sanayi çağının ve “soğuk savaş” döneminin kriterleriyle artık yaklaşılamaz. Bunu aşamayan bir barış hareketi, tekrar uluslar arası etkin bir güç olsa da ve kapitalist egemenliğin savaş siyasetini önemli oranda geriletip askeri sanayiye ağır bir darbe indirse de siyasetin demokratikleştirilip barışçıllaştırılmasında asli rolünü oynayamaz.
Yeni uygarlık yeni barış paradigmasını gerekli kılar. O da her şeyden önce dünyaya ve insanlığa yön verecek, kaderini belirleyecek siyaset bilimi, felsefesi ve mühendisliğinin demokratik-barışçıl ideolojik esaslara oturtulması demektir. Bunu başarmamış hiçbir uygarlık ve toplum biçiminin demokratik-barışçı olması söz konusu olamaz. Kendi iç evrimlerinde siyaseti şiddet, savaş ve militarizmden arındırıp demokratikleştiremeyen yönetimlerin dünya siyasetinde demokratik kuramın ve barış kurallarının egemen kılınmasına da hizmet edemezler. Bu açıdan kapitalizm kadar reel sosyalizmin de başarısız olduğunu belirlemek hatalı olmaz.
İçine girdiğimiz yeni tarihsel süreçte barış mücadelesine özünde siyasetin şiddet ve savaş biçimlerinin tarihe gömülerek insanlığın demokratik siyasete evrimleşmesine sunulmuş tarihi bir katkı noktasından bakmamız gerek. Bu mealde yeni bir uygarlığın paradigması olarak şekillenmekte olan bilişim çağında ve 2009 1 Eylül barış etkinliklerinde barış nosyonunda da radikal bir değişim gereklidir diyenler, “nasıl bir barış” sorusuna yanıt bulma arayışlarında bir adım daha atmalıdırlar.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder