27 Eylül 2009 Pazar
TAHAYÜLLERİNİZ VE TAHAYÜLLERİMİZ
Sayın Hikmet Acun,
“verili bir hedef ve gündeliğin fethi olduğu için, dilini, ufkunu buraya koyar ve kendi gerçekçiliğini her zaman bir "somut"a atfeder. Yazınızda kelimeler boyu
anlatmaya ve kurmaya çalıştığınızın gelip dayandığı yer reel politik aklı anlatmaktan öte değil. Kaldı ki bu aklı anlatmak için bu kadar uzun yazmanıza da gerek yoktu.
Diyorsunuz,
Yazımı uzattım doğru. Okurun bütünsel olarak neyi nasıl düşündüğümü algılamasını istedim. Bu tartışmanın ikimiz için olmaktan çok okura vereceği mesaj olduğunu düşünüyorum. Öyle olmasa, Markopolo ile ulağı arasındaki gibi, bir soru işareti, bir ünlem işaretiyle yazışmamızı bitirebilirdik.
Uzun yazımda reel politik duruşuma ilişkin çok az şey söyledim. Bir cümleyi bile geçmez. “İddialarım, belli bir coğrafyada yaşayan insanların tamamlanmamış “engellenmiş, yasaklanmış”, siyasal haklarının kazanımıyla ilgili olduğu için “Ortak Ülkemiz” söylemini önemli buluyorum. Özellikle de ortak ülkemizde özgürlük için çırpınan Kürt halkının mücadelesi hepimiz adına hala bir şeyler yapmaya çalışırken bunu daha çok önemsiyorum.
Ama onun dışındaki söylemlerimin tümü, açıkça ortaya koyduğum “tahayyül”lerimle ilgiliydi. Çokluğundan gözünüzden kaçmış olacak.
Bu kez çok kısa söyleyeyim. Gelecek uygarlık ve onun dinamiklerinden bahsediyorum. Bu yeni uygarlık, ikimizin de mensup olduğunu iddia ettiği materyalist felsefeye uygun gelişen, ancak sizin araç, gereç ve parametrelerinizden farklı, araç ve gereçlerle sonuca hızla yükselen bir uygarlık. Bilişim çağının küresel üretim uygarlığıdır.
Bunu atlayarak cevaplamaya çalışmışsınız yazımı.
Böyle bir uygarlığı önceden projelendirmek ise her projelendirilmiş toplum gibi iflasla sonuçlanırdı. Ancak ortaya çıktıkça onun bir parçası olmak ve bu sürecin daha hızlı sürmesi için tüm öznel etkinlikleri harekete geçirme gibi bir çaba doğru yere oturabilir. Benim önermem budur. Geri dönüşü olmayan gerçekçi devrim çabası da budur diyorum. Siz ise hala denenmişi bir daha deneyin diyorsunuz yıkıp, yıkıp kuruyorsunuz.
Benim önermem determinizme boyun eğmek de değil, tersine irademiz dışında olgunlaşan nesnel verilerin ihtiyacı olan öznel müdahaleleri yapmaktır, ihtimallere düşmeden, boşa enerji sarf etmeden, kuşakları tüketmeden sonuç alıcı bir çaba yürütmektir (demokrasi mücadelesini bu açıdan algılıyor bu günün reel politikası olarak değil geleceği uzanan bir çabanın bu günden biriktirilmiş adımları olarak algılıyorum)
Sözünü ettiğim yeni toplumsal ilişki, sizin “toplumsal mülkiyet” uygarlığınız değildir. Batı uygarlığı hiç değildir tersine onu sona erdirecek bir gelişmenin ürünüdür. Bu yanıyla önermelerim geleceği dolaysız içinde taşıyor. Tarihin tüm evrelerini açıklayacak ve geleceğe ilişkin önermesi olan bir bakış açısıdır. Geçmişin gelecekte canlı olması bu anlamda soyutlamanın verileriyle bir gerçek haline gelmektedir. Tarih sınıf mücadeleleri tarihi değildir derken onu inkar değil gerçekçi yerine oturtuyorum; çünkü sınıf mücadelesi yalnız ilgili olduğu toplumun sınırları için de bir reform hadisesidir, devrim çok daha kapsamlı eskinin yerine yeninin ikamesindeki rol olarak belirginleşiyor. Benim bu söylemlerimi basit bir devrimci demokrasi, “reel politik akıl” diye itham etmenizi anlamıyorum. Aynı alfabeyle ayrı dilleri konuştuğumuz bu anlamda çok doğrudur.
Aramızdaki fark burada başlıyor, başka yerde değil.
Reel politik hedeflerime gelince. Bunlar en azından vehim değil. Bu gün hemen gerçekleşebilecek ve uğruna dövüştüğümü belirlediğim demokratik hedefler yanı sıra gelecek uygarlığın hangi dinamiklerden kaynaklanacağını, hangi süreçlerle kendini egemen bir sistem haline getireceğini de dile getirdim. Gözünüzden kaçmış olacak. Üstelik benim tahayyüllerim 19. yy siyasal sonuçlarından farklı olarak, 21 yy somut verilerinden ve bunların mantıki sonuçlarından çıkmaktadır.
Bunlar nedir?
Sınıf mücadelesi devrimci değildir dedim. İhmal edilmez de olsa reformist bir mücadeledir. Sınırları kapitalizmin iç alanıdır dışına çıkması mümkün değildir. Karşılıklı gerilim halindeki sınıfların kendi var oluş alanlarının ötesiyle ilgili olmalarını sağlayacak bir nesnel yapılanma içinde de değillerdir. Bunun tersi olduğunu iddia ettiğinizi biliyorum. Bunu bende iddia ediyordum. Ancak bu iddianız ya akademisyen ya bir aydın olmanızla ilgili muhayyiledir. İşçi sınıfı bununla nesnel olarak hiç ilgili değildir. Bu projelerin sahipleri bunları işçi sınıfının sırtına yıkıyor ondan sonra dönüp ondan kaldıramayacağı tarihi görevler istiyor; anlayacağınız önce sosyalizmi sosyalistler olarak düşüncede kurguluyorsunuz sonra ona dayanacağı bir kitle arayışı yapıyorsunuz. Oysa ben, sorunlara çok daha gerçekçi yaklaşıyorum.
Bakın, İşçi sınıfının tarihteki rolünü bu şekilde belirledikten sonra kabuğuma çekilmedim. Verili sistemin en geniş ve en derin biçimiyle demokratik bir düzleme yükselmesi için mücadelemi sürdürme gibi bir kısırlığa da gitmedim. Ekledim, gelecek uygarlık için yapmamız gereken öznel etkinlikleri ve bunun gerekçelerini açıkladım. Bütün bunlar demokrasinin genişlemesini gerektiriyorsa, bu orada takılı kalmak anlamına mı gelir. Kısır ve sınırlı diye küçümsediğiniz “Reel politika” bu ise, bu yanıyla bile gelecek için gerekli birikimin köşe taşlarını oluşturmuyor mu. Ustalar sosyalizme giriş için demokrasinin kökleşmesi, yaygınlaşıp genişlemesini ön koşul olarak görmüyorlar mıydı. Dünyayı, insanlığı değiştirecek projeleriniz için bu birikimler zorunlu duraklar değil mi.
Yaptığım tespitler bu günün görevlerini belirlediği kadar yarın içinde öngörüler taşıyor. Buradan hareketle yıllardır süren yazım çalışmalarımda nasıl bir örgüt, nasıl bir eylem, nasıl bir kadro ve gelecek için mücadele üzerine gelişip durdu. Bu yazıda bütün bunların aktarılması söz konusu değil. Ancak en önemlisi olan gelecek uygarlık için bu günden söylenebilecek unsurları dile getirdim.
Bunun gerekçelerini ve tarihteki yerini de dile getirdim. Reel politik sınırları tam bu noktada aşılmış olmuyor mu dersiniz. Bu gelecek toplum için o anı bekleyen yıkıp kuracak devrimci olmaktan çok daha gerçekçi bir devrimcilik değil mi.
Devamla,
İnsan kolektif aklının geliştirdiği bilişim çağının verileri, 19.yy felsefelerinin tüm öngörülerini yıkan gelişmelere yol açtı. Bu yıkım 20.yy son çeyreğinde dibe vurdu. 200 yıl içinde doğup yok olan onlarca marjinal felsefe disiplinleri yanı sıra her iki çağın en önemli düşün merkezlerinde de ciddi yıkımlar yaptı. En çok etkilenen en etkin olanın olması da doğaldı. Marksizm materyalist felsefe ilkelerinden çok siyasal sonuçları itibariyle ağır yaralar aldı.
Devlet, devrim, mülkiyet ilişkisi, sınıf diktatörlüğü, İktidar ve araçları, ulusal sorun, Yabancılaşma gibi çok önemli konularda artık iddialı olmaktan çıkmıştı. Her türü, her olanakla ve yönetim etkinliğiyle denenen bu olguların Başarsızlığı tarihe mal oldu. Yeryüzünün tüm öznel çabaları birleşse de bu araçlarla yola çıkanlar iflastan başka bir şeyle karşılamayacaklardı. Siz, çok iyi niyet ve heyecanla da olsa bunun tekrarını öneriyorsunuz. Buda aramızdaki önemli farklarından biridir.
Kapitalizm de feodalizm ve kölecilik gibi yadsınacaktır. Bunun dinamikleri, içinden olgunlaşmaktadır. Yeni uygarlık, yeni üretim ilişkisi, kendi heterojenliğiyle, tıpkı ulusun feodalizme karşı mücadelesi gibi bir mücadeleyle kapitalizmi tarihe gömecektir. Devrimciliğimi işte tamamen bu noktada oynayacağımız rollerle belirlenecektir. Bunu da diye getirdim; tarihsel devrimcilik dedim. Öznel çabalarımızın yönünü de buraya doğru çevirmeliyiz dedim.
Bunun neresi “reel politika” nın sınırlarında kalmaktır…
“Bakın,
Tarihte her fikir (bunu ilerlemeciler çok sever) kendine önce gelecek zamansallıklar inşa eder. eğer bir fikri formasyon kendini gelecek zamansallıklar içinde açıklamazsa, bugünü inşa edemez. Yani tahayyül olmaksızın bugünü inşa edemezsiniz.”
Diyorsunuz, güzel bir tespit.
İki ayrı tahayyül olduğunu söylemeye gerek yok. Tahayyülünüz denenmiştir ve gerçekçi olmadığı gibi ve dünyayı 200 yıl geriden takip ettiğini de belirteceğim. Çünkü doğru bir yöntemimiz (materyalizm) yanlış araçlarla (varılan siyasal sonuçlar) kendi içine eğerek fasit bir daire içinde boğulmasına yol açtınız.
Bu daire nedir biliyor musunuz? Hemen söyleyeyim, her şeyi bağladığınız sınıf mücadelesidir. Kapitalizmin temel bir unsuru olan işçi sınıfı ve mücadelesinin yeni bir toplum üreteceği sanısına kapılmanızdır.
Her şeyi bu sınıfın incecik omuzlarına yıkmakla onu da katlettiniz, ettik. Onu halklaştıramadınız, genelin tarihsel yürüyüşünün bir parçası yapamadınız, yapamadık. Öncülük verdiniz ama enerjisinin sınırlarını hesaplayamadınız. Kaldı ki bütün bunlar aydınların bir tahayyülüydü, projesiydi. Sonuçta ne oldu, işçi sınıfı dünyanın her yerinde kendi adına son söz söyledi; sistemimin yürümesi için ücretimi bile almamaya hazırım dedi ve onu var eden sistem için burjuvazisiyle kol kola, omuz omuza oldu. Gerekçeler de pek çoktu; ulusal gerekçeler, uluslar arası krizler, konjonktürler ve bitip tükenmeyen gerekçelerle işçi sınıfı temel unsuru olduğu sisteme sahip çıktı. Biz Marksistleri, azılı komünistleri sırtından attı. Bu da çok normaldi.
Kendi ideolojilerimizin bir arıcı yapmak için işçi sınıfını şişirip durmuştuk, olmaz önderliklere, akıl almaz projelerimize yakıt yapmıştık. Bize dur dedi. Aradığınız ben değilim, başkasını bulun dedi. Siz ise yine ısrar ediyorsunuz.
Kurgularımızın siyasal sonuçlarından yola çıkarak oluşturduğumuz toplum Projelerimize koltuk değneği arıyorduk, işçi olmasa ilerici subaylar olur olgusu buradan doğup sırtımıza bindi. Sol askeri darbeler söyleminin kökleri buraya dayanır. Bunun adı tevekküldür (ihtiyaç duyulanı başkasına dayanarak temin etmek). Başkası adına yaratılan teoriler kaçınılmaz olarak başkasından medet umacaktı. Olanda buydu. Hala devam ediyor gibi.
Dünyanın tüm sol hareketlerinde ilerici ordu darbelerine ümit bağlamanın kökleri buradadır. Akademik yaklaşım gibi ortaya konan söyleminizin altında ciddi bir tevekkülcülük bulunuyor diyeceğim.
“Verili koşulları hangi yöntemle eleştirip aşabileceksin demektir. yani verili bir durumu, örneğin sınıf, emek, devlet, ulus, ülke gibi bir durumu neye göre eleşticeksin demektir?
devrimci demokrasi marxizmden korktuğu ve hoşlanmadığı için mevcut verili durumu kendi içindeki ilişkiler üzerinden anlar (sizin kafanızdaki gibi) ve bir mantık kurar. yani birini diğeri ile açıklayarak kendine bir sonuç çıkartır. Ve çözümü de bu ilişkiler içinde bulur. Ve gelir kendi çıkmazın toslar.” Diyorsunuz,
Hikmet bey, hangi biri ötekiyle açıklanıyor. Bunu net söylesenize. Tersine siz kendi gerekçenizi kendi siyasal sonuçlarınızdan üretip, ilgisiz olan zeminler üzerinde mücadele tahayyüllerinizi sürdürmek istiyorsunuz. 20.yy sosyalizmi dışında bir sosyalizmden söz ediyorsanız, dünya devrimini bekleyeceksiniz. Bu devrimi aynı mücadelenin sonuçlarından elde etmeyi umuyorsanız yanıldığınızı hatırlatacağım. Aynı hedeflere yöneliyor olsak da araçlarımız ayrı olduğu için burada da birbirimizden farklılaşıyoruz.
Projeleriniz çok görkemli olabilir ama bin mil için bir adım atmak gerekiyor. Ben demokrasi mücadelesi diyorum, siz bin adımı bir adımda atlarım diyorsunuz. Deneyenlerin durumunu anlatıyorum size siz hala denenmişi denerim diyorsunuz. Benim bunu gelecek kuşaklara söyleme lüksüm yok.
Tekrar bir düşünün ve bana bir açıklama getirin. Tarihin hangi sınıf mücadelesi yeni bir toplum kurabildi. Sistemin bir iç düzenlenişi olarak, verili sistemin gerilimli sınıfları arasındaki çekişme nerede yeni bir toplumsal üretim ilişkisi yarattı. Bu işin alfabesinde (ekonomi-politiğin eleştirisine katkının ön sözündü) belli tarihsel birikimlerin ve gerilimlerin yoğunlukları aranmıyor muydu. Yoksa devrim de mi devrimci arzunun ürettiği bir şeydir.
Bu noktada bu eleştiriniz kendinize yönelik bir eleştiri değimli. Yıkmayı düşündüğünüz dünyanın, sistemin araçlarıyla yeniyi kurmaya kalkışıyorsunuz. Toslanacak yer de burası olmuyor mu?
Geçmiş deneylerin hatasını, yöneticilerinin sırtına yıkmayın, sınıf algılarınızı yeniden gözden geçirin, çok daha gerçekçi olursunuz.
“peki bir marxist ne yapar, o dünyayı BÜTÜNLÜKLÜ algılar ve anlamaya çalışır. BÜTÜNLÜK içndeki dolayımı anlayarak bakar.
nasıl mı”
Bütünlüklü algı tezin tarihi açıklama kabiliyetindedir. Tezleriniz siyasal sonuçlardan oluşuyor diyeceğim felsefenin temel önermelerinden değil. Bu nedenle tezlerinizle tarihi açıklayamazsınız. Bu nedenle gelecek toplum projeleri çöktü. Bu çöküşün önemli bir yanı da başkası adına yapılan kurguların söz konusu kesimler tarafından omuzlanmayacak bir yük olmasıyla sona erdi. Geriye kalan kiminle bu tezlere hayat katacaksınız.
Yine tevekkül edilecek bir kitle mi arayacağız.
“gündelik yaşam ilişkilerinin politik yansılarını bir yasaya bağlı olarak anlar. ( bu yasa işini post moderistler hiç sevmezler) ve insana tarihsel insan olarak bakarlar. Yani tarih yapan insana bakarak anlarlar. Bu tarihin nasıl yapıldığını, tarihin aslında maddi hayatın yeniden üretimi demek olan, üretim ilişkilerine ve üretici güçlerin bunlarla girdiği gerilime bakarak anlarlar. İşte bir tahhyülün, imge olmaktan, fantazya olmaktan çıkıp, tahyyüle dönüşmesi böyle başlar.
Bu durumu daha anlaşılır kılalım.
örneğin, atalarımız söylediği gibi KOMÜNİSTLERİN VATANI YOKTUR sözü bir mecaz taşımadığına göre bu söz nereden çıkartılmıştır?. bu söz proletaryanın mülksüzlüğünden ve tarihin gerilimin tam orta yerinde olmasından. yani proletarya tarih düğümüne bıçağı atığı anda, mülkiyet biçiminin en gelişmiş formu olan VATANLAR ın ortadan kalabileceğine dair bir önermeden.” Söz ediyorsunuz,
Aynı şeyi tekrar ediyorsunuz. Kör düğüme kılıç atma işi mecazdır, denendi olmayacağı çok açıktı, olmadı da. Tekrar öneriyorsunuz. Size burada uzun uzun proletaryanın mülksüzlüğü gücüdür yönündeki iddianızı çürütmek için çok şey yazmayacağım. İşçi sınıfının mülksüzlüğü güçsüzlüğüdür. Bunun için sitem içindeki tüm kavgaları sistemin onarılmasına yönelik olmuştur; beni sınıf mücadelesinin bir reformist mücadele olduğu sonucuna götüren de budur. Proletaryanın mülksüz olmasıdır.
Bunu nispeten başarabilen Batılı işçi sınıfını dünyanın hiçbir yerindeki sınıfdaşları ilgilendirmiyor. Daha da kötüsü, konumunu iyileştirmek için burjuvazisinin geri ülkelere olan mal ve hizmet üretiminde etkin olmaya çaba sarf ediyor. Bu da çok doğaldır, sistemin temel bir unsuru olmanın doğal sonucudur. Anormal bir şey yok ve bu duruş, batı işçi sınıfının kötü niyetli yöneticilerinden kaynaklanmıyor. Tas tamam sınıf güdüsünden ileri geliyor. Aradığınız işçi sınıfı ise tahayyülünüzdedir gerçekte öyle biri yok.
Bakın şimdi geldik önerme işine
devrimci demokrasi (buna radikal demokratlık diyelim) marxist devrimci burada ayarılır ve ortak hiçbir yönlerinin olmadığı ortaya çıkar. ne demiştik önerme? önerme bir matematik ve mantık dinamiği olmakla sınırlı değil.
Eğer vatanı ortadan kaldırmak gibi bir önermen yoksa, onu bugünün eylemi içinde gerçek kılmıyorsan varıp dayanacağaın yer en iyimser biçimiyle "temiz bir vatandaş" olarak kalmaktır.
eğer emeği ortadan kaldırmak gibi bir önermen yoksa, en iyimser biçimiyle emeğin daha iyi koşullarda satılması için mücade etmekte kalırsın..
eğer bizzihati işçi sınıfının ortadan kalkması gibi bir önermen yoksa, en iyimser haliyle; kendi iktidar koşullarında kendin bir sınıf haline (sovyetlerde olduğu gibi politik sınıf) gelirisin.
eğer devleti ortadan kaldırmak gibi bir önermen yoksa, en iyimser haliyle kendin bir devlet olursun.
Demekki önerme dediğimiz şey bizi temelden ayrın bir kerteriz rolüde oynuyor.
bu da şu demek; eleştirmekle yıkmak arasındaki fark.
eleştirinin ufku verili bir durumu reformasyona tabi tutmaktan ibarettir. yıkamın ufku ise eski olanın yerine YENİ olanı koymaktır.
işte bu yüzden devrimler iki temel göreve yazgılıdır; biri yıkıcılık, diğeri ise kuruculuk.
Demekki bnu önerme devrimin neyi yıkıp, neyi kuracağını belirliyor
Kaldı ki şu klasik sözü bile hatırlamanız yeterlidir; devrim çözülmek için gündeme gelmiş bir sorundur.
Buradaki önermelerinize gelince. Devrimin neleri yıkıp neleri kuracağı noktasında elinizde var olanın sadece hayal olduğunu söyleyeceğim. Vatanı devleti, sınıfları, emeği, insanı yıkmak gibi bir projeniz var diyorsunuz ve bu projenizin hayata geçmesi için tutacağınız yoldan söz ediyorsunuz. Bende size bunu anlatmaya çalışıyorum
Projeniz, salt bir projedir. Üstelik bu proje insanlık tarihinin en aydınları ve en önemli politik önderleri tarafından yaşama geçirilmeye çalışıldı, sonuç ortada.
Bu enerjileri, bu birikimleri daha gerçekçi sonuçlara yöneltelim diyorum. Ben de dünyayı materyalist felsefeyle yorumluyor ve ona dayanarak değiştirmeye çalışıyorum. Ve ekliyorum, vardığınız siyasal sonuçlar iç bükey algılardan üremiştir ileriye gidemez. Bunun dışına çıkmak için sistemlin hiçbir verisine dayanmamak gerek. Bunun için yükselişte olan, tarihle uyumlu ilerleyen gelecek toplumun bu günden belirlen unsurlarını doğru çözümlemek ve bunun gerektirdiği devrimci duruşa yönelmeliyiz derim.
“işte seninle benim dilimi; senin devrimci demokratlığınla (radikal demokrasi) benim marxsistliğimi ayıran şeylerin tamamı tahhyülümüzde yatıyor.
bu yüzden de birbirimizi anlamakta ciddi sıkıntı yaşıyoruz.” Diye buyurmuşsunuz.
Değerli Acun,
Aynı felsefi parametrelerle ayrı siyasal sonuçlara varamamanın nedeni, kullanmaya yöneldiğimiz araçlar olduğu kadar, geleceğe ilişkin projelerimize kaynaklık eden verilerdir. Ben bu verilerin iradem dışında belirgin olarak ortada durduğunu ve bunlar üzerinde projelerimi kurduğumu söylüyorum ( küresel üretim uygarlığı). Siz ise proletaryanın mülksüzlüğü gerçeği üzerinden, yani eski toplumun temel sınıflarından birinin durumu üzerinden gelecek toplum projenizi kurgulamaktasınız.
Benim projemde üretici güçlerin önünü tıkayan her türden gericiliğin demokrasiyle aşılması var. Bu yüzden reel politikada burjuvaziyle sürekli bir karşıtlık içindeyim sistemini tehdit ediyorum. Sizinkinde ise demokrasi en son haliyle bile burjuvazinin sınırları içindedir ön görüsü bulunuyor. Bu nedenle ortak ülkemiz söylemine karşı çıktığınız kadar, yanılmıyorsam Kürt halkının hepimiz adına genişletmeye çalıştı demokratik hakları burjuva içeriktedir diye ötekileştirmeniz bulunuyor.
Bana göre demokrasi mücadelesi artık burjuva bir algı değildir, tersine gelecek toplumu kurmak için zorunlu bir zemindir.
Sizin projenizde toplumsal mülkiyet kaçınılmaz bir sonuçtur, bana göre tam tersi, küçülüp özelleştikçe toplumsal sonuçları büyüyen mülkiyet gelecek toplumun temel mülkiyet ilişkisi olacağı gerçeği var.
Sizinki bir neşter vurma olayı, benimki evrimin olgunluğu üzerine nesnel gelişmelerin ihtiyaçları çözüme girişimidir. Aramızda böylesi bir fark daha bulunuyor.
Son iki cümlemde şudur:
Demokrasi mücadelesi tüm insanlığın yeni bir uygarlığa yükselişi için gerekli yönelimleri temsil ediyor. Bu nedenle de yeryüzünün her köşesinde emperyalistler ve sistemleri buna karşı durmaktadır.
Bu nedenle yolumun önceliğinde, ortak ülkemizin demokrasi mücadelesi ve bunu hepimiz adına sürdüren Kürt halkı ve buna katılacak diğer halkların mücadelesi yer alıyor.
Size göre onlara destek olmak esas ve büyük işimiz olan tüm insanlığı kurtarmayı ihmal etmek ve mücadeleyi burjuva demokrasisinin dar sınırlarına takma anlamına mı geliyor.
Her şeye rağmen, yakın dönem atalarımın yanılgılarında ısrar edenleri kendime yakın müttefik olarak görmeye devam ediyorum.
“verili bir hedef ve gündeliğin fethi olduğu için, dilini, ufkunu buraya koyar ve kendi gerçekçiliğini her zaman bir "somut"a atfeder. Yazınızda kelimeler boyu
anlatmaya ve kurmaya çalıştığınızın gelip dayandığı yer reel politik aklı anlatmaktan öte değil. Kaldı ki bu aklı anlatmak için bu kadar uzun yazmanıza da gerek yoktu.
Diyorsunuz,
Yazımı uzattım doğru. Okurun bütünsel olarak neyi nasıl düşündüğümü algılamasını istedim. Bu tartışmanın ikimiz için olmaktan çok okura vereceği mesaj olduğunu düşünüyorum. Öyle olmasa, Markopolo ile ulağı arasındaki gibi, bir soru işareti, bir ünlem işaretiyle yazışmamızı bitirebilirdik.
Uzun yazımda reel politik duruşuma ilişkin çok az şey söyledim. Bir cümleyi bile geçmez. “İddialarım, belli bir coğrafyada yaşayan insanların tamamlanmamış “engellenmiş, yasaklanmış”, siyasal haklarının kazanımıyla ilgili olduğu için “Ortak Ülkemiz” söylemini önemli buluyorum. Özellikle de ortak ülkemizde özgürlük için çırpınan Kürt halkının mücadelesi hepimiz adına hala bir şeyler yapmaya çalışırken bunu daha çok önemsiyorum.
Ama onun dışındaki söylemlerimin tümü, açıkça ortaya koyduğum “tahayyül”lerimle ilgiliydi. Çokluğundan gözünüzden kaçmış olacak.
Bu kez çok kısa söyleyeyim. Gelecek uygarlık ve onun dinamiklerinden bahsediyorum. Bu yeni uygarlık, ikimizin de mensup olduğunu iddia ettiği materyalist felsefeye uygun gelişen, ancak sizin araç, gereç ve parametrelerinizden farklı, araç ve gereçlerle sonuca hızla yükselen bir uygarlık. Bilişim çağının küresel üretim uygarlığıdır.
Bunu atlayarak cevaplamaya çalışmışsınız yazımı.
Böyle bir uygarlığı önceden projelendirmek ise her projelendirilmiş toplum gibi iflasla sonuçlanırdı. Ancak ortaya çıktıkça onun bir parçası olmak ve bu sürecin daha hızlı sürmesi için tüm öznel etkinlikleri harekete geçirme gibi bir çaba doğru yere oturabilir. Benim önermem budur. Geri dönüşü olmayan gerçekçi devrim çabası da budur diyorum. Siz ise hala denenmişi bir daha deneyin diyorsunuz yıkıp, yıkıp kuruyorsunuz.
Benim önermem determinizme boyun eğmek de değil, tersine irademiz dışında olgunlaşan nesnel verilerin ihtiyacı olan öznel müdahaleleri yapmaktır, ihtimallere düşmeden, boşa enerji sarf etmeden, kuşakları tüketmeden sonuç alıcı bir çaba yürütmektir (demokrasi mücadelesini bu açıdan algılıyor bu günün reel politikası olarak değil geleceği uzanan bir çabanın bu günden biriktirilmiş adımları olarak algılıyorum)
Sözünü ettiğim yeni toplumsal ilişki, sizin “toplumsal mülkiyet” uygarlığınız değildir. Batı uygarlığı hiç değildir tersine onu sona erdirecek bir gelişmenin ürünüdür. Bu yanıyla önermelerim geleceği dolaysız içinde taşıyor. Tarihin tüm evrelerini açıklayacak ve geleceğe ilişkin önermesi olan bir bakış açısıdır. Geçmişin gelecekte canlı olması bu anlamda soyutlamanın verileriyle bir gerçek haline gelmektedir. Tarih sınıf mücadeleleri tarihi değildir derken onu inkar değil gerçekçi yerine oturtuyorum; çünkü sınıf mücadelesi yalnız ilgili olduğu toplumun sınırları için de bir reform hadisesidir, devrim çok daha kapsamlı eskinin yerine yeninin ikamesindeki rol olarak belirginleşiyor. Benim bu söylemlerimi basit bir devrimci demokrasi, “reel politik akıl” diye itham etmenizi anlamıyorum. Aynı alfabeyle ayrı dilleri konuştuğumuz bu anlamda çok doğrudur.
Aramızdaki fark burada başlıyor, başka yerde değil.
Reel politik hedeflerime gelince. Bunlar en azından vehim değil. Bu gün hemen gerçekleşebilecek ve uğruna dövüştüğümü belirlediğim demokratik hedefler yanı sıra gelecek uygarlığın hangi dinamiklerden kaynaklanacağını, hangi süreçlerle kendini egemen bir sistem haline getireceğini de dile getirdim. Gözünüzden kaçmış olacak. Üstelik benim tahayyüllerim 19. yy siyasal sonuçlarından farklı olarak, 21 yy somut verilerinden ve bunların mantıki sonuçlarından çıkmaktadır.
Bunlar nedir?
Sınıf mücadelesi devrimci değildir dedim. İhmal edilmez de olsa reformist bir mücadeledir. Sınırları kapitalizmin iç alanıdır dışına çıkması mümkün değildir. Karşılıklı gerilim halindeki sınıfların kendi var oluş alanlarının ötesiyle ilgili olmalarını sağlayacak bir nesnel yapılanma içinde de değillerdir. Bunun tersi olduğunu iddia ettiğinizi biliyorum. Bunu bende iddia ediyordum. Ancak bu iddianız ya akademisyen ya bir aydın olmanızla ilgili muhayyiledir. İşçi sınıfı bununla nesnel olarak hiç ilgili değildir. Bu projelerin sahipleri bunları işçi sınıfının sırtına yıkıyor ondan sonra dönüp ondan kaldıramayacağı tarihi görevler istiyor; anlayacağınız önce sosyalizmi sosyalistler olarak düşüncede kurguluyorsunuz sonra ona dayanacağı bir kitle arayışı yapıyorsunuz. Oysa ben, sorunlara çok daha gerçekçi yaklaşıyorum.
Bakın, İşçi sınıfının tarihteki rolünü bu şekilde belirledikten sonra kabuğuma çekilmedim. Verili sistemin en geniş ve en derin biçimiyle demokratik bir düzleme yükselmesi için mücadelemi sürdürme gibi bir kısırlığa da gitmedim. Ekledim, gelecek uygarlık için yapmamız gereken öznel etkinlikleri ve bunun gerekçelerini açıkladım. Bütün bunlar demokrasinin genişlemesini gerektiriyorsa, bu orada takılı kalmak anlamına mı gelir. Kısır ve sınırlı diye küçümsediğiniz “Reel politika” bu ise, bu yanıyla bile gelecek için gerekli birikimin köşe taşlarını oluşturmuyor mu. Ustalar sosyalizme giriş için demokrasinin kökleşmesi, yaygınlaşıp genişlemesini ön koşul olarak görmüyorlar mıydı. Dünyayı, insanlığı değiştirecek projeleriniz için bu birikimler zorunlu duraklar değil mi.
Yaptığım tespitler bu günün görevlerini belirlediği kadar yarın içinde öngörüler taşıyor. Buradan hareketle yıllardır süren yazım çalışmalarımda nasıl bir örgüt, nasıl bir eylem, nasıl bir kadro ve gelecek için mücadele üzerine gelişip durdu. Bu yazıda bütün bunların aktarılması söz konusu değil. Ancak en önemlisi olan gelecek uygarlık için bu günden söylenebilecek unsurları dile getirdim.
Bunun gerekçelerini ve tarihteki yerini de dile getirdim. Reel politik sınırları tam bu noktada aşılmış olmuyor mu dersiniz. Bu gelecek toplum için o anı bekleyen yıkıp kuracak devrimci olmaktan çok daha gerçekçi bir devrimcilik değil mi.
Devamla,
İnsan kolektif aklının geliştirdiği bilişim çağının verileri, 19.yy felsefelerinin tüm öngörülerini yıkan gelişmelere yol açtı. Bu yıkım 20.yy son çeyreğinde dibe vurdu. 200 yıl içinde doğup yok olan onlarca marjinal felsefe disiplinleri yanı sıra her iki çağın en önemli düşün merkezlerinde de ciddi yıkımlar yaptı. En çok etkilenen en etkin olanın olması da doğaldı. Marksizm materyalist felsefe ilkelerinden çok siyasal sonuçları itibariyle ağır yaralar aldı.
Devlet, devrim, mülkiyet ilişkisi, sınıf diktatörlüğü, İktidar ve araçları, ulusal sorun, Yabancılaşma gibi çok önemli konularda artık iddialı olmaktan çıkmıştı. Her türü, her olanakla ve yönetim etkinliğiyle denenen bu olguların Başarsızlığı tarihe mal oldu. Yeryüzünün tüm öznel çabaları birleşse de bu araçlarla yola çıkanlar iflastan başka bir şeyle karşılamayacaklardı. Siz, çok iyi niyet ve heyecanla da olsa bunun tekrarını öneriyorsunuz. Buda aramızdaki önemli farklarından biridir.
Kapitalizm de feodalizm ve kölecilik gibi yadsınacaktır. Bunun dinamikleri, içinden olgunlaşmaktadır. Yeni uygarlık, yeni üretim ilişkisi, kendi heterojenliğiyle, tıpkı ulusun feodalizme karşı mücadelesi gibi bir mücadeleyle kapitalizmi tarihe gömecektir. Devrimciliğimi işte tamamen bu noktada oynayacağımız rollerle belirlenecektir. Bunu da diye getirdim; tarihsel devrimcilik dedim. Öznel çabalarımızın yönünü de buraya doğru çevirmeliyiz dedim.
Bunun neresi “reel politika” nın sınırlarında kalmaktır…
“Bakın,
Tarihte her fikir (bunu ilerlemeciler çok sever) kendine önce gelecek zamansallıklar inşa eder. eğer bir fikri formasyon kendini gelecek zamansallıklar içinde açıklamazsa, bugünü inşa edemez. Yani tahayyül olmaksızın bugünü inşa edemezsiniz.”
Diyorsunuz, güzel bir tespit.
İki ayrı tahayyül olduğunu söylemeye gerek yok. Tahayyülünüz denenmiştir ve gerçekçi olmadığı gibi ve dünyayı 200 yıl geriden takip ettiğini de belirteceğim. Çünkü doğru bir yöntemimiz (materyalizm) yanlış araçlarla (varılan siyasal sonuçlar) kendi içine eğerek fasit bir daire içinde boğulmasına yol açtınız.
Bu daire nedir biliyor musunuz? Hemen söyleyeyim, her şeyi bağladığınız sınıf mücadelesidir. Kapitalizmin temel bir unsuru olan işçi sınıfı ve mücadelesinin yeni bir toplum üreteceği sanısına kapılmanızdır.
Her şeyi bu sınıfın incecik omuzlarına yıkmakla onu da katlettiniz, ettik. Onu halklaştıramadınız, genelin tarihsel yürüyüşünün bir parçası yapamadınız, yapamadık. Öncülük verdiniz ama enerjisinin sınırlarını hesaplayamadınız. Kaldı ki bütün bunlar aydınların bir tahayyülüydü, projesiydi. Sonuçta ne oldu, işçi sınıfı dünyanın her yerinde kendi adına son söz söyledi; sistemimin yürümesi için ücretimi bile almamaya hazırım dedi ve onu var eden sistem için burjuvazisiyle kol kola, omuz omuza oldu. Gerekçeler de pek çoktu; ulusal gerekçeler, uluslar arası krizler, konjonktürler ve bitip tükenmeyen gerekçelerle işçi sınıfı temel unsuru olduğu sisteme sahip çıktı. Biz Marksistleri, azılı komünistleri sırtından attı. Bu da çok normaldi.
Kendi ideolojilerimizin bir arıcı yapmak için işçi sınıfını şişirip durmuştuk, olmaz önderliklere, akıl almaz projelerimize yakıt yapmıştık. Bize dur dedi. Aradığınız ben değilim, başkasını bulun dedi. Siz ise yine ısrar ediyorsunuz.
Kurgularımızın siyasal sonuçlarından yola çıkarak oluşturduğumuz toplum Projelerimize koltuk değneği arıyorduk, işçi olmasa ilerici subaylar olur olgusu buradan doğup sırtımıza bindi. Sol askeri darbeler söyleminin kökleri buraya dayanır. Bunun adı tevekküldür (ihtiyaç duyulanı başkasına dayanarak temin etmek). Başkası adına yaratılan teoriler kaçınılmaz olarak başkasından medet umacaktı. Olanda buydu. Hala devam ediyor gibi.
Dünyanın tüm sol hareketlerinde ilerici ordu darbelerine ümit bağlamanın kökleri buradadır. Akademik yaklaşım gibi ortaya konan söyleminizin altında ciddi bir tevekkülcülük bulunuyor diyeceğim.
“Verili koşulları hangi yöntemle eleştirip aşabileceksin demektir. yani verili bir durumu, örneğin sınıf, emek, devlet, ulus, ülke gibi bir durumu neye göre eleşticeksin demektir?
devrimci demokrasi marxizmden korktuğu ve hoşlanmadığı için mevcut verili durumu kendi içindeki ilişkiler üzerinden anlar (sizin kafanızdaki gibi) ve bir mantık kurar. yani birini diğeri ile açıklayarak kendine bir sonuç çıkartır. Ve çözümü de bu ilişkiler içinde bulur. Ve gelir kendi çıkmazın toslar.” Diyorsunuz,
Hikmet bey, hangi biri ötekiyle açıklanıyor. Bunu net söylesenize. Tersine siz kendi gerekçenizi kendi siyasal sonuçlarınızdan üretip, ilgisiz olan zeminler üzerinde mücadele tahayyüllerinizi sürdürmek istiyorsunuz. 20.yy sosyalizmi dışında bir sosyalizmden söz ediyorsanız, dünya devrimini bekleyeceksiniz. Bu devrimi aynı mücadelenin sonuçlarından elde etmeyi umuyorsanız yanıldığınızı hatırlatacağım. Aynı hedeflere yöneliyor olsak da araçlarımız ayrı olduğu için burada da birbirimizden farklılaşıyoruz.
Projeleriniz çok görkemli olabilir ama bin mil için bir adım atmak gerekiyor. Ben demokrasi mücadelesi diyorum, siz bin adımı bir adımda atlarım diyorsunuz. Deneyenlerin durumunu anlatıyorum size siz hala denenmişi denerim diyorsunuz. Benim bunu gelecek kuşaklara söyleme lüksüm yok.
Tekrar bir düşünün ve bana bir açıklama getirin. Tarihin hangi sınıf mücadelesi yeni bir toplum kurabildi. Sistemin bir iç düzenlenişi olarak, verili sistemin gerilimli sınıfları arasındaki çekişme nerede yeni bir toplumsal üretim ilişkisi yarattı. Bu işin alfabesinde (ekonomi-politiğin eleştirisine katkının ön sözündü) belli tarihsel birikimlerin ve gerilimlerin yoğunlukları aranmıyor muydu. Yoksa devrim de mi devrimci arzunun ürettiği bir şeydir.
Bu noktada bu eleştiriniz kendinize yönelik bir eleştiri değimli. Yıkmayı düşündüğünüz dünyanın, sistemin araçlarıyla yeniyi kurmaya kalkışıyorsunuz. Toslanacak yer de burası olmuyor mu?
Geçmiş deneylerin hatasını, yöneticilerinin sırtına yıkmayın, sınıf algılarınızı yeniden gözden geçirin, çok daha gerçekçi olursunuz.
“peki bir marxist ne yapar, o dünyayı BÜTÜNLÜKLÜ algılar ve anlamaya çalışır. BÜTÜNLÜK içndeki dolayımı anlayarak bakar.
nasıl mı”
Bütünlüklü algı tezin tarihi açıklama kabiliyetindedir. Tezleriniz siyasal sonuçlardan oluşuyor diyeceğim felsefenin temel önermelerinden değil. Bu nedenle tezlerinizle tarihi açıklayamazsınız. Bu nedenle gelecek toplum projeleri çöktü. Bu çöküşün önemli bir yanı da başkası adına yapılan kurguların söz konusu kesimler tarafından omuzlanmayacak bir yük olmasıyla sona erdi. Geriye kalan kiminle bu tezlere hayat katacaksınız.
Yine tevekkül edilecek bir kitle mi arayacağız.
“gündelik yaşam ilişkilerinin politik yansılarını bir yasaya bağlı olarak anlar. ( bu yasa işini post moderistler hiç sevmezler) ve insana tarihsel insan olarak bakarlar. Yani tarih yapan insana bakarak anlarlar. Bu tarihin nasıl yapıldığını, tarihin aslında maddi hayatın yeniden üretimi demek olan, üretim ilişkilerine ve üretici güçlerin bunlarla girdiği gerilime bakarak anlarlar. İşte bir tahhyülün, imge olmaktan, fantazya olmaktan çıkıp, tahyyüle dönüşmesi böyle başlar.
Bu durumu daha anlaşılır kılalım.
örneğin, atalarımız söylediği gibi KOMÜNİSTLERİN VATANI YOKTUR sözü bir mecaz taşımadığına göre bu söz nereden çıkartılmıştır?. bu söz proletaryanın mülksüzlüğünden ve tarihin gerilimin tam orta yerinde olmasından. yani proletarya tarih düğümüne bıçağı atığı anda, mülkiyet biçiminin en gelişmiş formu olan VATANLAR ın ortadan kalabileceğine dair bir önermeden.” Söz ediyorsunuz,
Aynı şeyi tekrar ediyorsunuz. Kör düğüme kılıç atma işi mecazdır, denendi olmayacağı çok açıktı, olmadı da. Tekrar öneriyorsunuz. Size burada uzun uzun proletaryanın mülksüzlüğü gücüdür yönündeki iddianızı çürütmek için çok şey yazmayacağım. İşçi sınıfının mülksüzlüğü güçsüzlüğüdür. Bunun için sitem içindeki tüm kavgaları sistemin onarılmasına yönelik olmuştur; beni sınıf mücadelesinin bir reformist mücadele olduğu sonucuna götüren de budur. Proletaryanın mülksüz olmasıdır.
Bunu nispeten başarabilen Batılı işçi sınıfını dünyanın hiçbir yerindeki sınıfdaşları ilgilendirmiyor. Daha da kötüsü, konumunu iyileştirmek için burjuvazisinin geri ülkelere olan mal ve hizmet üretiminde etkin olmaya çaba sarf ediyor. Bu da çok doğaldır, sistemin temel bir unsuru olmanın doğal sonucudur. Anormal bir şey yok ve bu duruş, batı işçi sınıfının kötü niyetli yöneticilerinden kaynaklanmıyor. Tas tamam sınıf güdüsünden ileri geliyor. Aradığınız işçi sınıfı ise tahayyülünüzdedir gerçekte öyle biri yok.
Bakın şimdi geldik önerme işine
devrimci demokrasi (buna radikal demokratlık diyelim) marxist devrimci burada ayarılır ve ortak hiçbir yönlerinin olmadığı ortaya çıkar. ne demiştik önerme? önerme bir matematik ve mantık dinamiği olmakla sınırlı değil.
Eğer vatanı ortadan kaldırmak gibi bir önermen yoksa, onu bugünün eylemi içinde gerçek kılmıyorsan varıp dayanacağaın yer en iyimser biçimiyle "temiz bir vatandaş" olarak kalmaktır.
eğer emeği ortadan kaldırmak gibi bir önermen yoksa, en iyimser biçimiyle emeğin daha iyi koşullarda satılması için mücade etmekte kalırsın..
eğer bizzihati işçi sınıfının ortadan kalkması gibi bir önermen yoksa, en iyimser haliyle; kendi iktidar koşullarında kendin bir sınıf haline (sovyetlerde olduğu gibi politik sınıf) gelirisin.
eğer devleti ortadan kaldırmak gibi bir önermen yoksa, en iyimser haliyle kendin bir devlet olursun.
Demekki önerme dediğimiz şey bizi temelden ayrın bir kerteriz rolüde oynuyor.
bu da şu demek; eleştirmekle yıkmak arasındaki fark.
eleştirinin ufku verili bir durumu reformasyona tabi tutmaktan ibarettir. yıkamın ufku ise eski olanın yerine YENİ olanı koymaktır.
işte bu yüzden devrimler iki temel göreve yazgılıdır; biri yıkıcılık, diğeri ise kuruculuk.
Demekki bnu önerme devrimin neyi yıkıp, neyi kuracağını belirliyor
Kaldı ki şu klasik sözü bile hatırlamanız yeterlidir; devrim çözülmek için gündeme gelmiş bir sorundur.
Buradaki önermelerinize gelince. Devrimin neleri yıkıp neleri kuracağı noktasında elinizde var olanın sadece hayal olduğunu söyleyeceğim. Vatanı devleti, sınıfları, emeği, insanı yıkmak gibi bir projeniz var diyorsunuz ve bu projenizin hayata geçmesi için tutacağınız yoldan söz ediyorsunuz. Bende size bunu anlatmaya çalışıyorum
Projeniz, salt bir projedir. Üstelik bu proje insanlık tarihinin en aydınları ve en önemli politik önderleri tarafından yaşama geçirilmeye çalışıldı, sonuç ortada.
Bu enerjileri, bu birikimleri daha gerçekçi sonuçlara yöneltelim diyorum. Ben de dünyayı materyalist felsefeyle yorumluyor ve ona dayanarak değiştirmeye çalışıyorum. Ve ekliyorum, vardığınız siyasal sonuçlar iç bükey algılardan üremiştir ileriye gidemez. Bunun dışına çıkmak için sistemlin hiçbir verisine dayanmamak gerek. Bunun için yükselişte olan, tarihle uyumlu ilerleyen gelecek toplumun bu günden belirlen unsurlarını doğru çözümlemek ve bunun gerektirdiği devrimci duruşa yönelmeliyiz derim.
“işte seninle benim dilimi; senin devrimci demokratlığınla (radikal demokrasi) benim marxsistliğimi ayıran şeylerin tamamı tahhyülümüzde yatıyor.
bu yüzden de birbirimizi anlamakta ciddi sıkıntı yaşıyoruz.” Diye buyurmuşsunuz.
Değerli Acun,
Aynı felsefi parametrelerle ayrı siyasal sonuçlara varamamanın nedeni, kullanmaya yöneldiğimiz araçlar olduğu kadar, geleceğe ilişkin projelerimize kaynaklık eden verilerdir. Ben bu verilerin iradem dışında belirgin olarak ortada durduğunu ve bunlar üzerinde projelerimi kurduğumu söylüyorum ( küresel üretim uygarlığı). Siz ise proletaryanın mülksüzlüğü gerçeği üzerinden, yani eski toplumun temel sınıflarından birinin durumu üzerinden gelecek toplum projenizi kurgulamaktasınız.
Benim projemde üretici güçlerin önünü tıkayan her türden gericiliğin demokrasiyle aşılması var. Bu yüzden reel politikada burjuvaziyle sürekli bir karşıtlık içindeyim sistemini tehdit ediyorum. Sizinkinde ise demokrasi en son haliyle bile burjuvazinin sınırları içindedir ön görüsü bulunuyor. Bu nedenle ortak ülkemiz söylemine karşı çıktığınız kadar, yanılmıyorsam Kürt halkının hepimiz adına genişletmeye çalıştı demokratik hakları burjuva içeriktedir diye ötekileştirmeniz bulunuyor.
Bana göre demokrasi mücadelesi artık burjuva bir algı değildir, tersine gelecek toplumu kurmak için zorunlu bir zemindir.
Sizin projenizde toplumsal mülkiyet kaçınılmaz bir sonuçtur, bana göre tam tersi, küçülüp özelleştikçe toplumsal sonuçları büyüyen mülkiyet gelecek toplumun temel mülkiyet ilişkisi olacağı gerçeği var.
Sizinki bir neşter vurma olayı, benimki evrimin olgunluğu üzerine nesnel gelişmelerin ihtiyaçları çözüme girişimidir. Aramızda böylesi bir fark daha bulunuyor.
Son iki cümlemde şudur:
Demokrasi mücadelesi tüm insanlığın yeni bir uygarlığa yükselişi için gerekli yönelimleri temsil ediyor. Bu nedenle de yeryüzünün her köşesinde emperyalistler ve sistemleri buna karşı durmaktadır.
Bu nedenle yolumun önceliğinde, ortak ülkemizin demokrasi mücadelesi ve bunu hepimiz adına sürdüren Kürt halkı ve buna katılacak diğer halkların mücadelesi yer alıyor.
Size göre onlara destek olmak esas ve büyük işimiz olan tüm insanlığı kurtarmayı ihmal etmek ve mücadeleyi burjuva demokrasisinin dar sınırlarına takma anlamına mı geliyor.
Her şeye rağmen, yakın dönem atalarımın yanılgılarında ısrar edenleri kendime yakın müttefik olarak görmeye devam ediyorum.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder