HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

7 Eylül 2009 Pazartesi

DEMOKRATİK AÇILIM



Mihrac Ural

7 Eylül 2009


“Demokratik açılım” on yıllardır, üç kuşak sürdürdüğümüz demokrasi mücadelesinin bedeller ödeyerek yarattığı bir sonuçtur. İktidarın buluşu değil, özgürlük ve demokrasi mücadelesinin dolaysız etkisidir. Açılım süreci bu yanıyla bizi doğrudan ilgilendiren bir süreçtir.

Bu İktidar demokratik “demokratik açılım” söylemi arkasında kararlıca duramayacak kadar ikircimlidir; mensup olduğu toplumsal ilişki algısı, hak vermeyle ilgili değil, inancın görevler manzumesinden oluşmuş çimentosuyla, ümmet birliğiyle ilgilidir; bu algıda hak verme değil dini ödevler vardır. İkircimliği de buradandır. Bu yanıyla da laik-ulusalcı eğilimlerle birleşerek, demokratik açılımın en önemli ve en dinamik gücü olan özgürlük hareketini askeri operasyonlarla ezme ısrarındadır. Nesnel verileriyle bu iktidar, demokratik açılım konusunda inandırıcı değildir.

Bu devlet mantık yapısı itibariyle, kurulu sitemi ve yönelimleri, statüleri ve fiilleri itibariyle anti demokratiktir. Atanmışların, halkın seçim süzgecinden geçmemiş ve siyasal iktidarların çıkarlarına hizmetle mükellef olanların demokratik bir açılımda ne kendileri ne de kurumları temel alınamaz; farklılıkları ötekileştiren, hatta düşman sayan bir algıyla dolgulanmış kurumların her türden açılımı baltalamaları kaçınılmazdır. Bu kurulların yapısında tek boyutluluk ülkemizin mozaik gerçeğini yadsıyan bir faktördür.

Kimse kimseyi aldatmasın, bu devlet ortak ülkemizin ve halklarımız ülküsünü taşıyan bir devlet değildir. Yüksek kurum ve kuruluşları kadar ordusu da tek boyutludur ve ortak ülkemizin farklılıklarını içselleştirmemiştir. Kendi vatandaşını, İsrail ve ABD gibi dış güçlerden yardım alarak katletmeye, sınır dışı operasyonlarla kovuşturmaya yönelen bir devlettir. İnançlara bile merhameti olmayan bu devletin statüleriyle demokrasi adına bir adım öteye gitme şansı bulunmamaktadır. İnançta, etnik yapıda, siyasal yaşamda ve tüm simgesel, üst yapı unsurlarında tek boyutluluk, bu devletin temel verisidir; değiştirilmezleriyle bu devlet, tarihi boyunca demokratik açılım yapma özelliğinde olmadığını göstermiştir. Bu devletin hükümranlığı altında hak talepleri her zaman askeri girişimlerle ezilmek istenmiştir.

Demokratik açılım kimden ve nasıl gelirse gelsin, tüm ilerici güçlerin böylesi bir açılımı mantıki sonuçlarına kadar götürmek için onu savunmalıdır. Böylesi bir tutum, on yıllardır süren devrimci mücadelemizin ayrılmaz bir parçası ve sonucudur. Gerçek anlamda demokratik açılım bu mücadelenin bir ürünüdür. Bu nedenle demokratik açılımı savunmak aynı zamanda bu konuda gerçekçi olmayanların da çehresini açığa çıkarmak gibi bir işlevi de bulunmaktadır.

***


Demokratik her açılım demokrasi güçlerini yakından ilgilendirir. Samimi olmayanların gerçek amaçlarını ortaya koymak için bile en zayıf cinsten demokratik açılımlara destek verilmelidir.

Demokrasi ve özgürlük için üç kuşak tükettik, büyük bedeller ödedik. Hala sürgünde yaşayanlarımız, bir daha geri dönmeyecek şehitlerimiz, işkencelerden özürlü çıkanlarımız ve zindanlarda gün sayanlarımızla, sistem dışı demokrasi alternatiflerimiz uğruna göstermekte olduğumuz özveriler devam etmektedir. Bu çabalar buharlaşmıyor, bir biçimde sistem içindeki en gerici güçler üzerinde de alttan gelen baskıları üretiyor.

Hiçbir şey, bir gece ansızın iktidarların aklına gelerek ikame edilmiyor, dile gelmiyor. Tarihsiz, hiçbir oluşum ve hiçbir çaba gündeme gelmez de. Bu gün ortak ülkemizde süreç, demokrasi yönelimlerinde belli bir jargon ve önermelerle kendini ifade etme ihtiyacı duymuşsa, bunun tarihsel evriminde on yılların mücadele birikimleri bulunuyor. “Demokratik Açılım” ülkemiz gündemine bu zemin üzerinde oturdu.

İktidarın lafzen bile olsa bu ülkenin bir demokratik açılıma ihtiyacı olduğunu ilan etmesi bundandır.

Bu ilan bir iyi niyet göstergesi değil, demokrasi güçlerinin iktidar olmasının de bir sonucu değildir. Tersine, en çirkin ve en gerici yöntemler denendikten sonra ortaya çıkan iflas, lafzen de olsa “demokratik açılım” söylemlerinin gündeme gelmesi sağladı. Bu bir tıkanmadır. Bu ülkede çeyrek asırdır sürdürülen baskı politikaları, güvenlik önlemleriyle örülü toplumsal düzenleniş, askeri operasyonlarla dizginlenmek istenen haklı talepler bir bir iflas ederek bu güne gelindi. Son düello dediğim 29 Mart 2009 yerel seçim arifesinde iktidarın oynadığı tüm kartlar, ileri sürülen tüm kaynaklar, geleneksel politikalar, ertesi gün çözümsüzlükten başka bir şey üretemediği açığa çıktı. Dinin, farklıları birleştirecek biricik çimento olarak ortaya sürülmesi bile kar etmedi.

Son düelloda demokrasi güçleri zaferle çıktı. Siyasal iktidar yenilgiye uğradı.

Yenilgiye uğrayan tek başına siyasal yönetim değil, devletin köhne statüleri ve siyasetleri oldu. Demokrasi güçleri çok önemli ve bir daha geri dönülmesi mümkün olmayan ileri bir adım attı. Statüler artık kullanım tarihi geçmiş bir posa olduğu açığa çıktı.

Bir vebadan kurtulmak ister gibi son temsilcilerini, son sözcülerini de kaybetmekle yüz yüze kalan gerici siyasal sistem, oluşan boşluğa bir çözüm üretemedi. Boşluk, bir kaos olarak belirmeye başladı. Bu ülkenin tarihi kaoslarına, kimlik bunalımlarına bir yenisi daha eklenmiş oldu. Çözüm arayışları sonuçsuz kaldı. Tıkanma “demokratik açılım” adı altında küllerinden yeniden doğma uğraşısı veren iktidarın son salvosu olarak böylece belirdi. Son düello yerini son salvolara, beyhude bir çırpınışa bıraktı.

Ülkemizin siyasal gündemini Kürt özgürlük hareketinin belirliyor olması, bu tablonun daha iyi okunmasını sağladı.

Toplumun tüm kesimleri, ortak ülkemizin halkları ısrarla toplumsal barış, özgürlük ve demokrasi talebindedir. Farklılıklarına ve taleplerinin farklılığına rağmen bir ortak bölen olarak demokrasi talepleriyle ilgili, gerçekçi muhataplarını on yıllardır aramaktadır. Demokrasi güçleri her tarihi kesitte kendi temsilcilerini, muhatap alınacak adreslerini net olarak ortaya komalarına karşı, iktidarlar bunu başaramamıştır. Çok başlılık, yüksek kuruların arasındaki güçler dengesince oluşan oligarşik yönetimin bu süreçte ortak bir temsilcilikle halkın karşısına çıkışı mümkün olmamıştır. Hükümet bir baş, Meclis ayrı bir baş, Milli güvenlik kurulu bir yöne, Anayasa Mahkemesi bir yöne, Yüksek Askeri Şura bir başka yöne, kendi içinde didişen kararsız bir iktidar, temsilcisiz bir “demokratik açılım” söylemiyle birlikte olmuştur. Bu dengesizlik, siyasal iktidarın ortaya attığı tezleri ayakları havada bırakmaktadır. Arkasında durulmayan her söylem gibi, güvenilirliğini yitirmeye mahkum olunmaktadır.

DEMOKRATİK AÇILIM VE İKTİDAR


Bu gün hükümet halklarımız nezdinde bir güven bunalımı içindedir. Bunu aşacak bir çabası olmadığı da açık. Bunu anlamak için günlük onlarca örnekle yüz yüze kaldığımızı hatırlamak yeterli.

Zindanda ölümcül hastalıklarla kıvrananlara gösterilen merhametsiz tutumlar, kesintisiz sürmekte olan askeri operasyonlar, inatla kapatılan dergiler, gazeteler, “demokratik açılım” söylemlerinde yeniden ısıtılıp öne sürülen tek bayrak, tek dil, tek devlet türünden ırkçı dayatmalar bu hükümet eliyle demokrasi adına gerçekçi bir açılımın olamayacağına yeterli bir veri olarak ortada durmaktadır.

Bu hükümet gelip tıkandığı yerde ortaya attığı “demokratik açılım” konusunda inançsız bir hükümettir. Dini algılarındaki tutarsızlıklar, takkiyeci duruşları demokratik açılım konusunda da aynıyla tekrar etmektedir. Bu ülkenin çok dinli, çok mezhepli yapısını oldum olası inkar eden ve bu inkarı dini bir farz kabul etmesine rağmen “Alevi açılımı”, “Uygarlıklar diyalogu” adı altında gösteriler yapılmaktadır. Bu girişimleri ne kadar inandırıcı ise “demokratik açılım” konusundaki girişimleri de o kadar inandırıcıdır.

Hükümet inanmadığı bir yolda toplumsal tepiklerin, gelişen ve başarıdan başarıya koşan özgürlük hareketinin basıncı altında Demokratikleşme açılımıyla ilgili olduğunu beyan etti. Ancak her yetkililerin her bir açıklaması ve davranışı bu yükün altından kalkamayacağını göstermekte, sonuna kadar savunma durumunda olmayacağını belli etmektedir. Ülkemizin tüm demokratik güçleri bu sürece destek verse de hükümetin kendi dengeleri ve yönelimleri böylesi bir açılıma geçit vermez özellikler göstermektedir. Bunun birden çok nedeni de var. Bunlardan en önemlisi, iktidar güçlerinin toplumsal ilişki algılarıdır

Hükümetin sosyal ilişki algıları dini ideolojiden beslenir. Bu algının temelinde, dünyasal akli gerekler değil, uhrevi inançlar yer alır; din ve farzları, Tanrıya kulluk ve teslimiyet toplumsal bileşkenin çimentosudur.

Bu öğretide haklar vermek, hele hele demokratik hakları vermek diye bir şey yoktur. Tersine ödevler vardır. Toplumun yerine getirmesi gereken ödevler. Birlik de bu zeminde oluşur ödevler etrafında birleşme, dinin başarmak istediği amaçtır, dinin çimento olması olayı da bununla ilgilidir. Devlet algıları da bu yöndedir; “kutsal devlet”, “devlet ana” ya da “devlet baba” bu algının bir ürünüdür.

Tanrıya karşı ödevlerimiz bizi birleştirir” ilkesi dinin temel verisidir. Bu, dinin farzlarında kendini ifade eder. Yani yapılması mutlak gerekli olan hükümlerdir. Bunların en çok bilineni, Namaz, Oruç, Kelime-i Şahadet, Zekat ve Hac, 5 temel farzdır. Ardından binlerce ayette yerini alan farzlar gelir, sonra Sünnet (Hz. Muhammed’in yaptığı ve yapılmasını istedikleri).

Tarihte hiç başarılmamış olsa da toplumu bu ödevler etrafında birleştirmek kolay, sorumsuz ve kestirme bir yol gibi görünür. Bunun için tanrıdan alındığı var sayılan vekaletle kitlelere gidilir. Her İslami Dai (İslam misyoneri) bu vekaletle kendi adına değil, doğrudan doğruya Allah adına toplumu söz konusu ödevler etrafında birleşmeye çağırır. Bu yönelimdeki iktidarlar da bunu siyasal amaçlarla kullanır ve Tanrıya sığınarak kitleleri yönlendirmeye çalışır. Bunu da Allahın çağrısı olarak ifade eder. (Ma ala errasul illa el belağ) “Elçiye düşen bildirmektir” sözüne sığınarak sorumsuz olma güvencesi altında, farklı halkları ve taleplerini, farklı sınıf ve taleplerini yok sayar, toplumları bir ümmet ilan edip, birliğe davet ederler. İnanç birliğidir bu. Çimento denilen de budur; Tanrıya teslim olma anlamında, farzların, görevler ve yükümlülüklerin etrafında bir birlik.

Ülkemizde iflas eden tüm anti demokratik yönelimlere karşı alternatif olarak sunulan “bu ülkenin çimentosu dindir” söylemi buradan gelir.

Bu noktada farklılıklar yok sayılır. Ulus olmanın tarihsel anlamı, tarihsel evriminin birikimleri kültürleri dilleri gelenek görenekleri, edebiyatları ve geleceğe ilişkin insanlığa yapacakları özgün katkıları yok olur. Bu sınıflar için ve diğer inançlar içinde geçerlidir; Hıristiyanlar kafirdir, Aleviler sapkındır, Kürtler ulus değil İslam ümmetinin bir parçasıdır diyerek eşitlenir; Müslüman kardeşler olur çıkarlar. Bu belirlemeleri bu gün bu kabalıkta dile getirmesellerde, dinin öğretisi bunu emreder.

İktidarın Kürt özgürlük hareketine karşı, özellikle son seçimlerde işlediği ana tema tas tamam bu merkezdedir. Laik adı altında Ordunun böylesi bir yaklaşıma onay veren tavizinin altında da milliyetçilikle dinin siyasal egemenlik koşulunda nasıl birleştiğine açık bir göstergeydi; İslam siyasal iktidar elinde tarihi boyunca aynı rolü oynadı. Emevi devleti siyasal egemen Arap etnik yapısının hükmünü, ümmet adı altında toplanan tüm İslami etnik yapılara karşı bu yolla sürdürdü. Farslar aynı şeyi mezhepsel açıdan yaptı, Osmanlı teokratik yapısı bu araçlarla hüküm sürdü. Cumhuriyet, kısa bir süre çağın yükselen söylemi olan ırkçılıkla yürüyüşünü bu gün ümmetçi yaklaşımla sürdürme çabasında oldu. Bu noktada, İslam’ın ödevler etrafında birleştiriciliği, siyasal egemenliği elinde tutanların lehine çalışan bir mekanizma olur çıkar. Bunu anlamak için, ümmetçiliğe rağmen ( dil, etnik, renk, sınıf, bölge gibi farklılıkları yadsıdığı var sayılmasına rağmen) neden tek devlet, tek dil, tek bayrak ısrarını sorgulamak yeterli olacaktır.

İktidarın çimentosu budur. Ödevler etrafında, egemen ulusun, sınıfın çıkarları için birleşmektir.

Oysa demokratik açılım, ödevler değil haklarla ilgilidir. Kazanılması gereken haklar için birleşmektir. Bu anlamda hakkı gasp edilmiş olanlarla hakkı gasp edenlerin bir ümmet oluşturması mümkün değildir. Tanrı algısının adaletle ilgili konumu göz önüne alınırsı, Tanrı’nın bile bunu kabul etmeyeceği açıktır.

Demokratik açılım ilkesel açıdan bir hak teslimidir. Görev bildirimi değildir. İnanç ümmeti, hak aramak için bir arada olmaz. Tersine ümmet Allaha karış yükümlülüklerimizi, Allahın bizde olan hakkı teslim etmek üzere kurulu bir inanç birliğidir; namaz kılar, hacca gider, zekat verir Nas’sın emirlerine uyar. İçtihat ve fetva tartışmalı olmalarına rağmen farklı bir işleve sahip değillir.

İnancın hiçbir fetva kurumu ümmetin hak kazanımıyla ilgili bir bildirim yapmaz. Fetva, tanrı karşısındaki ödevlerin yerine getirmesiyle ilgili muğlaklıkları gidermek için verilir. Bu anlamda dini zeminde toplumsal ilişkinin temelinde hak verme algısı hiç bulunmaz. Bu uhrevi tabloda demokratik hakların teslim edilmesi, dinin ödevler etrafında birleştiriciliğiyle ters düşer. Kimi İslam mezhepleri açısından (Vehhabiler gibi, ki iktidarın yakın olduğu bir mezheptir.) Demokratik haklardan bahsetmek ve kulların hak kazanımlarını genişletmekten söz etmek tanrının verdiği sınırları zorlamaktır, isyandır, şirktir. İnsanların hak kazanımları, tanrıya karşı görevlerini yerine getirdikçe, öbür dünyada verilecek ödüllerle karşılanır.

Ülkemiz siyasal iktidarı bu mantalite içinde, tabandan gelen, on yılların birikimiyle yükselen demokrasi mücadelesinin talepleriyle, “demokratik açılım” söylemine zorlanmıştır. Demokrasi mücadelesi veren özgürlük hareketinin dinamikleri bunu dinamosudur. İktidar bu noktada halkın talepleri karşısındaki konumunu korumak için, bu açılımı seslendirmeye yönelmiştir; egemen güçlerin çıkarlarını temsil eden bir talep değildir. İkircimlik de burada başlıyor. Başta, başbakan’ın ve hükümet sözcülerinin sık sık değişen söylemleri, altı boşluklarla dolu adımları, çelişkilerle yürütülmeye çalışılan açılım ilkeleri bu nedenle kararlılık göstermemektedir. Laiklik konusundaki bilinen ikircimliği, demokratik açılım sürecinde de bu nedenle devam ediyor; inanmadıkları bir süreci, sonuna kadar götüremeyecekleri gerçeği açılımı bir kaosa doğru sürüklüyor.

Bu iktidar inandırıcı değildir, gelişmeler bunu gösteriyor. Bu iktidar ayrıca bu devlet yapılanmasıyla, bu devlet statüleriyle, bu devlet sistemi ve Osmanlıdan devralınmış akıl sistemiyle, niyeti ne olursa olsan bir demokratik açılım paketini ikame edemez. Kendi tutarsızlığıyla devletin böylesi bir açılıma geçit vermeyen statüleri birleşince, bu adımın doğmadan katledileceğini kestirmek zor olmayacaktır. Halka güvenmeyen, halkların kardeşliğine inanmayan tüm iktidarların ikircimliği bu iktidarın üzerinde de etkilidir.


DEMOKRATİK AÇILIMDA
DEVLET VE ORDU


Yukarıda belirttiğimiz İktidar tablosu, tarihi boyunca demokratik açılımlara karşı kapalı duruşuyla bilinen devletin yapısıyla birleşince ortaya çok daha olumsuz bir tablo çıkıyor. Bunun nedeni ülkemizin oligarşik siyasal yapısıdır.

Bilindiği gibi ülkemizde iktidar olmak için seçim kazanmak ya da meclis çoğunluğunu almak ya da hükümet olmak yetmez. Çünkü ülkemizi yüksek kurulların kendi aralarındaki dengeler iktidarı belirler. Birbirinden farklı yüksek kurumların bileşkesi, ilişki ve çelişkileri, güçler dengesi ve denetimi ölçüsünde iktidar olunur. Onlarca yüksek kurum ve kurul bu ülkenin iktidarıdır. Bunlar arasında Cumhurbaşkanlığı, Hükümet, Millet Meclisi, Anayasa Mahkemesi, Yüksek yargı, Milli Güvenlik Kurulu, Yüksek Askeri Şura vb. kurumlar ülkede iktidar olmanın en önemli kurumlarıdır. Bu günkü konumlarıyla bu kurumların ezici çoğunluğu ulusalcıdır ya da hükümet denetimi altında olan kurumlardır. Bu anlamda özgürlük ve demokrasi hareketlerine karşı, aralarındaki farklılıklara rağmen ortak tutum sergilemede birleşik bir iktidar görüntüsü vardır demek yanlış olmayacaktır. Devlet işte tas tamam budur.

Bu devletin demokratik açılım konusunda özellikle de Kürt sorunu merkezli bir demokratik açılım konusunda tutumu gericidir ve yapısal olarak böylesi bir süreçte güvenilmezdir.

Bu devlet mantık yapısı itibariyle, kurulu sitemi ve yönelimleri, statüleri ve fiilleri itibariyle anti demokratiktir. Bilindiği gibi, atanmışlar, halkın seçim süzgecinden geçmemiş, halkın denetimi dışında kalan ve siyasal iktidarların çıkarlarına hizmetle mükelleftirler. Atanmış yöneticiler yanı sıra işleyiş ve yapısı itibariyle demokratik olmayan bu kuruluşlar, farklılıkları ötekileştiren, hatta düşman sayan bir algıyla dolgulanmıştır. Bu kurulların yapısında tek boyutluluk ülkemizin mozaik gerçeğini yadsıyan bir faktördür. Bu gerçeği bilince çıkarmadan açılım söylemlerinin yakıtı olma durumuna düşülme tehlikesi az değildir.

Kimse kimseyi aldatmasın, bu devlet ortak ülkemizin ve halklarımız ülküsünü taşıyan bir devlet değildir. Yüksek kurum ve kuruluşları kadar ordusu da tek boyutludur ve ortak ülkemizin farklılıklarını içselleştirmemiştir. Kendi vatandaşını, İsrail ve ABD gibi dış güçlerden yardım alarak katletmeye, sınır dışı operasyonlarla kovuşturmaya yönelen bir devlettir. İnançlara bile merhameti olmayan bu devletin statüleriyle demokrasi adına bir adım öteye gitme şansı bulunmamaktadır. İnançta tek boyutluluk etnik yapıda tek boyutluluk ve tüm simgesel üst yapı unsurlarında da tek boyutluluk bu devletin temel verisidir; değiştirilmezleriyle bu devlet demokratik bir açılım yapma özelliğinde değildir.

Böylesi bir devlet köklü bir dönüşüme uğramaksızın, hiçbir hükümetin iyi niyetiyle değişemez. Bu yüzden, böylesi bir devlet ve böylesi bir iktidarın başarabileceği en iyi şey, halkın tepkisini emmek için, açılım konusunu gevelemek olacaktır. Böylesi bir proje öncelikle bir anayasa tartışmasını içermesi gerekirken bunun yapılmaması, Kürt halkının ortak ülkemizin eşit etnik yapılarından biri olduğunun hiç dile getirilmemesi, diğer halkların adının bile anılmadan geçilmesi, inanç farklılıkları için anayasal kurumsal bir önerinin ortaya konmaması bunu yetirince göstermektedir.

Güçlü bir ülke için en geniş kapsamıyla demokratik bir açılım süreci önermek yerine, “Güçlü Ordu” kurma çabaları, açılım yerine savaş arzularına bir işaret olarak duruyor. Malum ordunun 1683 Viyana önlerinde gerisin geriye yenilgilerle süren tarihinin yarattığı hezimet psikolojisi, kendi reayası üzerinde zafer kazanmayı kışkırtıp durmuştur. Gerçek düşman karşısında hezimetin acısını vatandaşı katlederek çıkarmak yalnızca işgal ordularının işidir. Malum ordu bu abeslerle iştigal ede gelmiştir. Ancak bundan da sonuç alamamış 25 yıldır Kürt özgürlük hareketine karşı yürütülen operasyonlarda hezimetten başka bir sonuç elde edilememiştir; Anadolu’da Türkmen aşiretlerinin kıyımından, Ermenilerin kıyımına oradan da Cumhuriyet döneminde Kürtlerin kıyımına kadar aynı mantıkla güçlü ordu havalarında yaşanmıştır. 1984’ten bu yana ise kendi vatandaşına karşı, akıllara ziyan bir düşmanlıkla saldırmıştır; 3500 köy boşaltılmış, 4 milyon Kürt yerinden-yurdundan edilmiştir, 17 000 faili meçhule kurban, 30 000 gencini ise şehit vermiş, onarılması on yıllar alacak, maliyeti 300 milyarı Doları çok aşan bilançosuyla ortak ülkemizin tüm halklarının sırtına çekilmez mali yükler yıkılmıştır.

Ordunun başarabildiği tek şey, tarihi düşmanlıklar üretmenin ötesine geçmemiştir.

Ortak ülkemizin ordusu işte böylesi bir tek boyutlu ordudur.

Musibette gerçekleri kavramaktan da aciz olmasıdır. Büyük gerçek, kendi iç dinamikleriyle, kimseden hiçbir yardım beklemeksizin ve almaksınız kendi öz toprakları üzerinde özgürlüğünü arayan, savunan ve bunu için evlatlarının öz verili katılımlarıyla bu yolda kararlıca devam eden Kürt özgürlük mücadelesini, yeryüzünde yenilgiye uğratacak bir gücün olamayacağı gerçeğidir. Kurtuluş savaşını ne türden yokluklar içinde kazandığı üzerine kurulu bu ordu, bunun başka ulusların kurtuluş savaşları için de geçerli olacağı gerçeğini kavramaktan acizdir.

Bu gün dillerinden düşmeyen “güçlü ordu güçlü Türkiye” söylemi, ülke sorunlarını şiddet, zorbalık ve silahla çözme istemelerinin ifadesidir. Bu mantık bir Osmanlı “katli vacip” mantığıdır. Cumhuriyet aynı mantığı “kökünü kazımak” algılarıyla sürdürmektedir.

Demokratik açılım konusunda bu devlete güvenebileceğimiz ne tarihi ne de güncel hiçbir veri bulunmamaktadır.

Böylesi bir devlet kimi nereye kadar ve nasıl aldatabilir. Demokratik açılım söylemiyle yola çıkan bir iktidar, kime karşı hangi orduyu güçlü kılarak bunu ikame edebilir. Bu mantık bir iç savaş hazırlığı mantığı olduğu açıkken hangi açılımla kimler aldanır. Bölücülük böylesi aldatmacaların açtığı birer yaradır, sahipleri de bu devlet ve iktidarıdır.

Bu iktidar halkın açtığı kredileri sonuna kadar bu aldatmacalarla elde tutamaz. Ülkemiz gerçek demokrat güçlerinin sürece omuz verme girişimlerini sonuna kadar yanında göremez.

Bu tabloda, arkasında duramayacakları demokratik açılım sürecini, başaramayacakları savaşlarla sürdürme aptallığı göstermeleri kaçınılmaz gibidir.


Sonuç:

Demokratik açılım kimden ve nasıl gelirse gelsin, mantıki sonuçlarına kadar götürmek için onu savunmak tüm ilerici güçlerin görevidir. Böylesi bir tutum, on yıllardır süren devrimci mücadelemizin ayrılmaz bir parçası ve sonucudur. Gerçek anlamda demokratik açılım bu mücadelenin bir ürünü olacaktır. Bu nedenle demokratik açılımı savunmak aynı zamanda bu konuda gerçekçi olmayanların da çehresini açığa çıkarmak için gereklidir.

Bu sürecin dışında olmak her ne ad altında olursa olsun demokrasi mücadelesinden kopmaktır. “Bekleyip görelim” tutumu, devrimci bir tutum değildir, sosyalist bir tutum da değildir. Demokratik açılım devrimci güçlerin on yıllardır süren mücadelesinin bir ürünü olduğunu inkardır.

Demokratik açılım söylemi, bir gece ansızın hakim sınıfların aklına gelen bir çözüm değildir. Halkın kararlı ve ısrarlı demokratik istemlerinin yarattığı itişlerin sonucudur. Bu nedenle demokratik açılım sürecine katılmak ve katkıda bulunmak, sonuna kadar derinleşmesi için mücadele etmek, bu gün de görüldüğü gibi, iktidarın gerçekçi olmayan söylemlerini teşhir etmektir. Maskesini düşürmektir.

Bu satırların yazarı demokratik açılım sürecin taraftarıdır. Bu sürecin derinleşmesinin yanındadır. Demokrasi herkese gerekli ve tüm halkların özgün örgütlenmeleri ve özgürlük mücadeleleri içinde temel bir zemindir. Ortak ülkemizde demokrasinin gerçekçi biçimde inşası, farklılıkların sürece katılmasını gerektirir.

Bu açıdan kendimiz aldatmadan bu sürecin içinde etkin yerimizi belirlemeliyiz. Halklarımızın gücüne güvenmeliyiz, bunun için daha çok direnmemiz, daha çok kararlı ve öz verili olmalıyız. Özgürlük mücadelesini desteklemeli, ortak ülkemizin diğer etkinliklerini harekete geçirerek ortak mücadeleye bir değer katkısı olarak kazanmalıyız.

Hiç yorum yok: