17 Eylül 2009 Perşembe
SANATÇI OLMAK
Mihrac Ural
18 Eylül 2009
Ferhat Tunç sanatçı arıyor.
Yazısını okuduğum zaman algımın ilk refleksi bu odu. Oysa bu ülke, kendini sanatçı olarak tanımlayan, paparazileriyle bereketli bir ülkedir. Ferhat Tunç kimi ve neyi arıyordu? Bu arayış ne kadar hepimize aitti ne kadarı şahsına münhasırdı?
Empati yapın bu soruları daha kolay cevaplayacaksınız…
Filistin tecrübesinden bilirim, bu gün Türkiye-Suriye yakınlaşmasından da çok iyi izleyerek algılamak mümkün. 86 yıllık cumhuriyet orta-doğuda bir etkin varlık olmak için çırpınıp durdu, ama olamadı. Komşularıyla düşmanlık üzerine korulu siyasetlerle kendi yolunu kendi kesti, kolunu kanadını kırdı. Ortak ülkemizin Osmanlı aklı iktidarları, halkları tarihsel yaşam ortaklığı, kültürel, gelenek ve görenek birliği içinde olduğu halklarla birer düşman gibi yaşamayı dış güçlerin çıkarı için tercih etmiştir. Türkiye, doğunun karanlığından kaçış diye ötekileştirdiğini komşuluğu, II. dünya savaşı ertesinde ABD üsleriyle, Bağdat paktı, SENTO türü bölge halklarını dış güçler lehine köle etme paktlarıyla, Lübnan iç savaşına müdahalelerle (1958), Irak devrimine karşı komplolarla (1958), her savaşta İsrail lehine, Arap halkı aleyhine duruşlarla düşman edinen politikalar hakim oldu.
Süreç dünyadaki değişimlerle birlikte farklı verileri getirip dayattı. Çıkarlar bile tek yönlü ve yollu değildi. Ortak çıkarlarla birlikte paylaşıp kazanmak, halkın demokratik algılarının dayattığı bir talep olarak iktidarlarında gerçekçi olmayan politikalarına yön vermesi gündeme geldi. Halkın alttan gelen bu etkisi, yoğunluğu ölçünde bölgemizdeki ilişkileri olumlu yönde sürüklemeye çalıştı. Tüm özgün ve tek boyutlu çıkar hesaplarına karşın, halkların birbiriyle ilişkilerine önemli katkı anlamına gelen açılımlar süreci başladı. Türkiye bölgede istediği etkinlik için kuruluşundan bu yana geçen uzun surenin bu durağında, bölgedeki diğer güçlerin kendi aralarında değişen dengelerinin de açtığı yarıklardan Suriye aracılıyla giriş yapma şansı yakaladı.
Diğer taraftan Türkiye ilişkisiyle Suriye, emperyalist-siyonist güçlere karşı mücadelesinde Araplar dışında bir dost halka kavuşmanın fırsatını değerlendirdi. Yeni bir nefesle haklı davasında milyonların gönlüne giriş yollarını döşeme olanağı yakaladı.
Şah sonrası İran’ı bulmuş ona sıkıca sarılmıştı. Şimdi Türkiye’yi bulmuş ve ona sarılmaktadır. Filistinliler açısından da bu örnek aynıyla tekrar eder; bir dost, bir nefestir, bir yaşamdır.
Her insanın her davanın ve her ihtiyacın yaşam için küçük birikimleriyle nefese ihtiyacı vardır. Bu nefes şahsi olmanın çok ötesinde milyonların davası için bir ihtiyaçsa çok daha anlamlıdır. Ferhat tunç bu nefesi sorgulamaktadır nerede diye sormakta, olanlara hakkettiği önemi verirken, diğerlerine mesajlarıyla neredesiniz demektedir.
Bu noktada aranan nefes, hangi ölçekte bulunmuş olrsa olsun anlamlıdır ve değeri oldukça büyüktür. Filistinlilerin Sultan Abdülhamit’e kutsayacak kadar değer vermeleri, Abdülhamit’in siyonistelere Filistin’den toprak satmaya karşı durmasından ibarettir; bu duruşun gerçek olup olmadığı bir yana algının yarattığı etki budur. Bu güne kadar da etkisini gösterir. Bu noktada akademik tarih araştırmaları gerçeğinin önemi de yoktur.
Davos’ta Erdoğan’ın, Şimon Perez’e karşı “One Münit” tavrı da benzer bir işlev görmüş, Araplar için hayranlık yaratan bir belek oluşturmuştur.
Türkiye’nin Suriye’ye verdiği önem de böylesi bir denklemin Türkiye tarafından algısıyla ilgilidir; Suriye, Türkiye’ye orta-doğu kapılarını açan, nefes aldıran bir dost eli ülke olmasıyla yakından ilgilidir. Mısır, Suudi Arabistan, Suriye’den oluşan Arap troykası dağılınca oluşan boşlukta, Mısır’ın bölgedeki rakibi Batı köleliği siyasetlerinden nispi farklı söyleme yönelmesiyle, ipi iki ucu bir araya gelmiştir. Türkiye bu yarıktan, Suriye’nin açtığı kapılardan bölgeye giriş yapmıştır. Türkiye-Suriye ilişkileri inanılmaz bir hızla süren yükselişinin ardında, karşılıkla nefes olma, önemli davalarda omuz omuza olacak bir dost olmakla sağlanmıştır. Dar çıkarların bittiği yerde yükselen kardeşlik, dostluk çok şeyi değiştirmiştir. Her iki halkın yararına olun bu adımlar, iktidarların gerçek niyetlerinden de bağımsız olarak, halkların yakınlaşmasına, güçlenmesine katkı yapma kanallarını açmıştır.
Konumuzdan kopmadım tersine konumuzun merkezinde dolaşıyorum. Bir soyutlama yapmak için tarihten ve çevre gerçeklerinden örnekler sunuyorum.
Tabloyu bu kez Kürt halkı açısından ela alalım. Varlığı inkar edilmiş, esamisi bile onlarca yıl cezaya çarptırılacak bir cürüm görüymüş Kürdün kaderine ilişkin empati yapalım. Hislerinizi bu maddi gerçekler oluşturunca ne düşüneceksiniz. Kendi kendinizi sorgulayın. Ferhat Tunç’u anlamak için olduğu kadar, Kürdün makus kederinde içine düştüğü haklı arayışı anlamak için de bu tür küçük çabaların önemli sonuçlar yarattığını göreceksiniz.
Bu düzlemde, siyasi olanın siyasiyi, mimar olanın mimarı, iş adamının iş adamını, işçinin işçiyi araması kadar, Ferhat Tunç’un sanatçıları araması çok doğrudur. Bu sağlıklı zeminde yapılmak istenen sorgu ve iletilmek istenen mesaj bir sorumluluk olarak kendini belirliyor: bu sorumluluk sadece Ferhat Tunç’un mensup olduğu etnik dokusu Kürde karşı sorumluluğu değil, tutarlı bir demokrat olduğunun da bir ifadesi olarak beliriyor. Ferhat Tunç, demokrasi ortak ülkemizin birleştirici tek çimentosudur gerçeğiyle sanatçı arayışını bu ülkenin tüm farklılıkları için, tüm ayrı varlıklarının adil ve eşit yaşamı için arıyor.
Ferhat Tunç’un yazısındaki arayış heyecanını anlamak için, benim gözlemlerime göre en azından üç önemli unsur bulunuyor. Bu değerlendirmeye yapmak tek başına bu değerli sanatçının duruşunu anlamanın çok ötesinde anlama sahiptir. Ortak ülkemizde arayışı içinde olduğumuz sanatçıyı bulmak içinde bize önemli bir referans olacaktır.
Birincisi; Ezilen bir ulusun doğal hakkı olan demokratik talepleri içine sindirmiş, “gırtlağı Kürt” olduğu kadar, düşünsel olarak demokrasinin herkese gerekliliğini bilince çıkartmıştır. Ferhat Tunç kendi halkı nezdinde sorumluluğunu üstlenmede özgürlüğünden taviz vermeden, her hangi bir yere angaje olmadan, haklı talepleri gür sesiyle dile getirebilen ve bunu benim de çok zevkle okuduğum yazılarında nakşedendir. Bir Kürt olarak hiç bir zaman milliyetçi reflekslere mahkum olmamıştır. Anadolu halklarının hak talep mücadelesi için yaptıkları ve ödediği bedeller herkesçe bilinen bu yiğit insan, demokrasiyi hepimize gerekli olan yaşamsal bir veri olarak görmüştür. Bu özelliğiyle sanatçı arayışının duyarlılığını anlamak zor değildir.
İkincisi; Ferhat Tunç sadece kendi etnik kökleriyle ilgili değil, egemen etnik yapının halkına ve ondandan ötesi Anadolu’nun baskı altındaki tüm etnik yapılarına, farklılıklarına, ayrı varlıklarına özgürlük mücadeleleri içinde mücadele eden bir sanatçıdır. Son Antakya konserinin ardından (30 Ağustos 2009) bana gelen mailler, bana aktarılan bilgiler, Ferhat Tunç’un sanat adına dik durmanın onurlu örneğini temsil etmiştir. Arap halkının bu duyarlı duruşa biçtiği önem yukarıda da sözünü ettiğim on yılların arayışında bulanan bir değere sarılıştır. Bu duyguyu anlamak için empati yapmak yeterlidir.
Üçüncüsü; Ferhat Tunç’un gerçek anlamda bir sanatçı olmasıdır. Sanatçı sorumluluğuyla dünyaya, ülkesine ve tüm halklara bakabilmesidir. Bu da onun diğer iki özelliğinden çok daha önemli olan onun insan olmasından kaynaklanın ve temsil etme çabasında olduğu camianın ruhuna sadık kalmasında anlam bulur. Sanatçı, eyleminin mesajını siyasal kapsamda bilince çıkarandır. Sanatçı olup bunu başaramayanların sürüklenişine karşı, tunç’un duruşu bilinçlicedir ve sorumluluktur. Sarılacağı, bir nefes olarak göreceği sanatçı arayışı üzerinde durmasının da nedeni budur.
Burada üzerinde durduğumuz, sanatçı olmakla ilgili parametrelerin daha açık olarak ortaya konmasıdır. Soyutlamalar yapıp, konumuzla ilgili sanatçı kıstaslarını tespit etmektir. Bunlara eklenmesi gerekenler ise şöyle özetlenebilir.
Sanatçı, üretendir. Sanaa (son harfi ayın) Arapça da üretime fiilidir. Ham maddeyi, emekle şekillendirmek, sentezlemektir; resim, heykel, mimar, müzisyen eldeki ham maddeye kattığı emekle ulaştığı üretim senteziyle sanatçı olur.
Türkiye’de uzun süre süren sanatçı kimdir tartışmalarına bu tanımla giriş yaptığımı hatırlatacağım, bu nedenle müzik alanında kelimeleri, notaları, bir halı dokur gibi işleyerek tablolaştıran, uyumlu bir bütün olarak sentezleyebilenlerin sanatçı olduğunu tespit etmek yanlış olmayacaktır.
Sanatçı evrensel bilgi dönüşümünden yararlanmış olsa da özü kendi topraklığından, kendi kültür kuşaklarından, kendi yaşam alanları verilerinden bulduğu ham maddeleri işleyerek üretir, yani sanatçılığa yükselir. Bunun için büyük müzik akademileri bitirmek diye bir kayıt yoktur. Oradan müzik hocası olunabilir ama her zaman sanatçı olunmaz. Sanatçı bu yanıyla ayaklarını bastığı toprağı, insanları, her türden canlıları, çevreyi, sevinci ve acıları konusu olarak ham madde diye değerlendirir.
Sanat tam bu noktada bir siyasal mesaj kimliği halini alır. Üretilen her şeyin beli bir hedef kitlesi olması, ona belli bir yaklaşım tarzı gereksinimi olması siyaset olarak belirir. Siyasetin gerçek anlamı da budur. Bu noktada siyasal duruş, siyasal mesaj sanatçının üretim anına girişiyle birlikte gündeme gelir. Bu duruş mutlaktır; içinde yer aldığı tarihi kesitle ve konuyla ilgili olumlu ya da olumsuz ilerici ye da gerici ama mutlaka bir siyasal duruş olarak tecelli eder.
Ferhat Tunç, kendi adına, halkı ve diğer halkların özgürlüğü ve demokratik talepleri için müziğinde olduğu kadar, doğrudan siyasi kişiliğiyle de sanatçı olduğunu ortaya koymaktadır. Sanatçılardan beklediği siyasal duruş bu haklı tutarlılıktan kaynaklanıyor.
Bir yıl önce “Edebiyat ve Siyaset” başlığıyla yazdığım makalede, edebiyat için söylediklerimi, sanat için de tekrar etmek yanlış olamayacaktır.
"Toplumsal ilişkinin her biçimi sonuçta siyasal bir kabuğa bürünecektir.
Toplumsal ilişkiyi birey ölçeğinde de olsa ele almak, ele alışın siyasetiyle ilgili olmaktır. Sanat bu işlevin dışında değildir.
Sanat en olumsuz haliyle, gerçeğin çarpıtılması anlamında da siyasal mesaj araçlarından biridir.
Sanat en ekstrem bireyci konumuyla en ekstrem soyutlamalarıyla aynı yere işaret eder; siyasal mesajı olmayan sanat yoktur.
Sanat, siyasetin bin bir aracından biri olarak kendini ikame edendir.
Sonuçları itibariyle siyasal bir kaygı taşamayan sanat gerçekte yoktur ve olmayacaktır" (Mihrac Ural, “Edebiyat ve Siyaset” http://mirural.blogspot.com/ )
Ferhat Tunç tam bu noktada gerçek anlamıyla sanatçı aramaktadır. Ortak ülkemizin demokrasi mücadelesinde tutum aramaktadır. Kürt halkının demokrasi için giriştiği büyük mücadeleye destek aramaktadır, bir nefes bulma çabasındadır. Bu heyecanla olumlu tavırlar sergileyerek tarih karşısındaki sorumluluğunu yerine getirenlere, gözüyle başıyla selam iletmektedir.
Gerçekte, demokrasi mücadelesinin temel manivelası olmakla Kürt özgürlük hareketi, tüm sanatçılara için bir nefestir, ona sıkı sıkıya sarılmak sanatçı olmanın temel belirtisidir. Sanatçının kaçınılmaz olarak göstermek durumunda olduğu siyasal tutum, tarihin bu kesitinde ilerlemeden yana, demokrasiden yana olabilmesinin de temel şartı budur.
Gerçeği, yalnız gerçekler arar diyeceğim. Ortak ülkemiz sanatçı adaylarının önünde böylesi bir demokrasi sınavı olduğunu hatırlatacağım. Sınavı geçmeyenin sanatçı olması mümkün değildir. Ferhat Tunç’un arayışı esasında hepimizin ortak ülkemizde ikamesini istediğimiz demokrasi için gerekli olan bir arayıştır.
Satırlarımı sonlarken Ahmet Kaya yoldaşımın, gerçek sanatçı duruşu ve kimliğiyle oluşturduğu örnek, anısı önünde bir kez daha saygıyla eğilmemizi gerektiriyor.
18 Eylül 2009
Ferhat Tunç sanatçı arıyor.
Yazısını okuduğum zaman algımın ilk refleksi bu odu. Oysa bu ülke, kendini sanatçı olarak tanımlayan, paparazileriyle bereketli bir ülkedir. Ferhat Tunç kimi ve neyi arıyordu? Bu arayış ne kadar hepimize aitti ne kadarı şahsına münhasırdı?
Empati yapın bu soruları daha kolay cevaplayacaksınız…
Filistin tecrübesinden bilirim, bu gün Türkiye-Suriye yakınlaşmasından da çok iyi izleyerek algılamak mümkün. 86 yıllık cumhuriyet orta-doğuda bir etkin varlık olmak için çırpınıp durdu, ama olamadı. Komşularıyla düşmanlık üzerine korulu siyasetlerle kendi yolunu kendi kesti, kolunu kanadını kırdı. Ortak ülkemizin Osmanlı aklı iktidarları, halkları tarihsel yaşam ortaklığı, kültürel, gelenek ve görenek birliği içinde olduğu halklarla birer düşman gibi yaşamayı dış güçlerin çıkarı için tercih etmiştir. Türkiye, doğunun karanlığından kaçış diye ötekileştirdiğini komşuluğu, II. dünya savaşı ertesinde ABD üsleriyle, Bağdat paktı, SENTO türü bölge halklarını dış güçler lehine köle etme paktlarıyla, Lübnan iç savaşına müdahalelerle (1958), Irak devrimine karşı komplolarla (1958), her savaşta İsrail lehine, Arap halkı aleyhine duruşlarla düşman edinen politikalar hakim oldu.
Süreç dünyadaki değişimlerle birlikte farklı verileri getirip dayattı. Çıkarlar bile tek yönlü ve yollu değildi. Ortak çıkarlarla birlikte paylaşıp kazanmak, halkın demokratik algılarının dayattığı bir talep olarak iktidarlarında gerçekçi olmayan politikalarına yön vermesi gündeme geldi. Halkın alttan gelen bu etkisi, yoğunluğu ölçünde bölgemizdeki ilişkileri olumlu yönde sürüklemeye çalıştı. Tüm özgün ve tek boyutlu çıkar hesaplarına karşın, halkların birbiriyle ilişkilerine önemli katkı anlamına gelen açılımlar süreci başladı. Türkiye bölgede istediği etkinlik için kuruluşundan bu yana geçen uzun surenin bu durağında, bölgedeki diğer güçlerin kendi aralarında değişen dengelerinin de açtığı yarıklardan Suriye aracılıyla giriş yapma şansı yakaladı.
Diğer taraftan Türkiye ilişkisiyle Suriye, emperyalist-siyonist güçlere karşı mücadelesinde Araplar dışında bir dost halka kavuşmanın fırsatını değerlendirdi. Yeni bir nefesle haklı davasında milyonların gönlüne giriş yollarını döşeme olanağı yakaladı.
Şah sonrası İran’ı bulmuş ona sıkıca sarılmıştı. Şimdi Türkiye’yi bulmuş ve ona sarılmaktadır. Filistinliler açısından da bu örnek aynıyla tekrar eder; bir dost, bir nefestir, bir yaşamdır.
Her insanın her davanın ve her ihtiyacın yaşam için küçük birikimleriyle nefese ihtiyacı vardır. Bu nefes şahsi olmanın çok ötesinde milyonların davası için bir ihtiyaçsa çok daha anlamlıdır. Ferhat tunç bu nefesi sorgulamaktadır nerede diye sormakta, olanlara hakkettiği önemi verirken, diğerlerine mesajlarıyla neredesiniz demektedir.
Bu noktada aranan nefes, hangi ölçekte bulunmuş olrsa olsun anlamlıdır ve değeri oldukça büyüktür. Filistinlilerin Sultan Abdülhamit’e kutsayacak kadar değer vermeleri, Abdülhamit’in siyonistelere Filistin’den toprak satmaya karşı durmasından ibarettir; bu duruşun gerçek olup olmadığı bir yana algının yarattığı etki budur. Bu güne kadar da etkisini gösterir. Bu noktada akademik tarih araştırmaları gerçeğinin önemi de yoktur.
Davos’ta Erdoğan’ın, Şimon Perez’e karşı “One Münit” tavrı da benzer bir işlev görmüş, Araplar için hayranlık yaratan bir belek oluşturmuştur.
Türkiye’nin Suriye’ye verdiği önem de böylesi bir denklemin Türkiye tarafından algısıyla ilgilidir; Suriye, Türkiye’ye orta-doğu kapılarını açan, nefes aldıran bir dost eli ülke olmasıyla yakından ilgilidir. Mısır, Suudi Arabistan, Suriye’den oluşan Arap troykası dağılınca oluşan boşlukta, Mısır’ın bölgedeki rakibi Batı köleliği siyasetlerinden nispi farklı söyleme yönelmesiyle, ipi iki ucu bir araya gelmiştir. Türkiye bu yarıktan, Suriye’nin açtığı kapılardan bölgeye giriş yapmıştır. Türkiye-Suriye ilişkileri inanılmaz bir hızla süren yükselişinin ardında, karşılıkla nefes olma, önemli davalarda omuz omuza olacak bir dost olmakla sağlanmıştır. Dar çıkarların bittiği yerde yükselen kardeşlik, dostluk çok şeyi değiştirmiştir. Her iki halkın yararına olun bu adımlar, iktidarların gerçek niyetlerinden de bağımsız olarak, halkların yakınlaşmasına, güçlenmesine katkı yapma kanallarını açmıştır.
Konumuzdan kopmadım tersine konumuzun merkezinde dolaşıyorum. Bir soyutlama yapmak için tarihten ve çevre gerçeklerinden örnekler sunuyorum.
Tabloyu bu kez Kürt halkı açısından ela alalım. Varlığı inkar edilmiş, esamisi bile onlarca yıl cezaya çarptırılacak bir cürüm görüymüş Kürdün kaderine ilişkin empati yapalım. Hislerinizi bu maddi gerçekler oluşturunca ne düşüneceksiniz. Kendi kendinizi sorgulayın. Ferhat Tunç’u anlamak için olduğu kadar, Kürdün makus kederinde içine düştüğü haklı arayışı anlamak için de bu tür küçük çabaların önemli sonuçlar yarattığını göreceksiniz.
Bu düzlemde, siyasi olanın siyasiyi, mimar olanın mimarı, iş adamının iş adamını, işçinin işçiyi araması kadar, Ferhat Tunç’un sanatçıları araması çok doğrudur. Bu sağlıklı zeminde yapılmak istenen sorgu ve iletilmek istenen mesaj bir sorumluluk olarak kendini belirliyor: bu sorumluluk sadece Ferhat Tunç’un mensup olduğu etnik dokusu Kürde karşı sorumluluğu değil, tutarlı bir demokrat olduğunun da bir ifadesi olarak beliriyor. Ferhat Tunç, demokrasi ortak ülkemizin birleştirici tek çimentosudur gerçeğiyle sanatçı arayışını bu ülkenin tüm farklılıkları için, tüm ayrı varlıklarının adil ve eşit yaşamı için arıyor.
Ferhat Tunç’un yazısındaki arayış heyecanını anlamak için, benim gözlemlerime göre en azından üç önemli unsur bulunuyor. Bu değerlendirmeye yapmak tek başına bu değerli sanatçının duruşunu anlamanın çok ötesinde anlama sahiptir. Ortak ülkemizde arayışı içinde olduğumuz sanatçıyı bulmak içinde bize önemli bir referans olacaktır.
Birincisi; Ezilen bir ulusun doğal hakkı olan demokratik talepleri içine sindirmiş, “gırtlağı Kürt” olduğu kadar, düşünsel olarak demokrasinin herkese gerekliliğini bilince çıkartmıştır. Ferhat Tunç kendi halkı nezdinde sorumluluğunu üstlenmede özgürlüğünden taviz vermeden, her hangi bir yere angaje olmadan, haklı talepleri gür sesiyle dile getirebilen ve bunu benim de çok zevkle okuduğum yazılarında nakşedendir. Bir Kürt olarak hiç bir zaman milliyetçi reflekslere mahkum olmamıştır. Anadolu halklarının hak talep mücadelesi için yaptıkları ve ödediği bedeller herkesçe bilinen bu yiğit insan, demokrasiyi hepimize gerekli olan yaşamsal bir veri olarak görmüştür. Bu özelliğiyle sanatçı arayışının duyarlılığını anlamak zor değildir.
İkincisi; Ferhat Tunç sadece kendi etnik kökleriyle ilgili değil, egemen etnik yapının halkına ve ondandan ötesi Anadolu’nun baskı altındaki tüm etnik yapılarına, farklılıklarına, ayrı varlıklarına özgürlük mücadeleleri içinde mücadele eden bir sanatçıdır. Son Antakya konserinin ardından (30 Ağustos 2009) bana gelen mailler, bana aktarılan bilgiler, Ferhat Tunç’un sanat adına dik durmanın onurlu örneğini temsil etmiştir. Arap halkının bu duyarlı duruşa biçtiği önem yukarıda da sözünü ettiğim on yılların arayışında bulanan bir değere sarılıştır. Bu duyguyu anlamak için empati yapmak yeterlidir.
Üçüncüsü; Ferhat Tunç’un gerçek anlamda bir sanatçı olmasıdır. Sanatçı sorumluluğuyla dünyaya, ülkesine ve tüm halklara bakabilmesidir. Bu da onun diğer iki özelliğinden çok daha önemli olan onun insan olmasından kaynaklanın ve temsil etme çabasında olduğu camianın ruhuna sadık kalmasında anlam bulur. Sanatçı, eyleminin mesajını siyasal kapsamda bilince çıkarandır. Sanatçı olup bunu başaramayanların sürüklenişine karşı, tunç’un duruşu bilinçlicedir ve sorumluluktur. Sarılacağı, bir nefes olarak göreceği sanatçı arayışı üzerinde durmasının da nedeni budur.
Burada üzerinde durduğumuz, sanatçı olmakla ilgili parametrelerin daha açık olarak ortaya konmasıdır. Soyutlamalar yapıp, konumuzla ilgili sanatçı kıstaslarını tespit etmektir. Bunlara eklenmesi gerekenler ise şöyle özetlenebilir.
Sanatçı, üretendir. Sanaa (son harfi ayın) Arapça da üretime fiilidir. Ham maddeyi, emekle şekillendirmek, sentezlemektir; resim, heykel, mimar, müzisyen eldeki ham maddeye kattığı emekle ulaştığı üretim senteziyle sanatçı olur.
Türkiye’de uzun süre süren sanatçı kimdir tartışmalarına bu tanımla giriş yaptığımı hatırlatacağım, bu nedenle müzik alanında kelimeleri, notaları, bir halı dokur gibi işleyerek tablolaştıran, uyumlu bir bütün olarak sentezleyebilenlerin sanatçı olduğunu tespit etmek yanlış olmayacaktır.
Sanatçı evrensel bilgi dönüşümünden yararlanmış olsa da özü kendi topraklığından, kendi kültür kuşaklarından, kendi yaşam alanları verilerinden bulduğu ham maddeleri işleyerek üretir, yani sanatçılığa yükselir. Bunun için büyük müzik akademileri bitirmek diye bir kayıt yoktur. Oradan müzik hocası olunabilir ama her zaman sanatçı olunmaz. Sanatçı bu yanıyla ayaklarını bastığı toprağı, insanları, her türden canlıları, çevreyi, sevinci ve acıları konusu olarak ham madde diye değerlendirir.
Sanat tam bu noktada bir siyasal mesaj kimliği halini alır. Üretilen her şeyin beli bir hedef kitlesi olması, ona belli bir yaklaşım tarzı gereksinimi olması siyaset olarak belirir. Siyasetin gerçek anlamı da budur. Bu noktada siyasal duruş, siyasal mesaj sanatçının üretim anına girişiyle birlikte gündeme gelir. Bu duruş mutlaktır; içinde yer aldığı tarihi kesitle ve konuyla ilgili olumlu ya da olumsuz ilerici ye da gerici ama mutlaka bir siyasal duruş olarak tecelli eder.
Ferhat Tunç, kendi adına, halkı ve diğer halkların özgürlüğü ve demokratik talepleri için müziğinde olduğu kadar, doğrudan siyasi kişiliğiyle de sanatçı olduğunu ortaya koymaktadır. Sanatçılardan beklediği siyasal duruş bu haklı tutarlılıktan kaynaklanıyor.
Bir yıl önce “Edebiyat ve Siyaset” başlığıyla yazdığım makalede, edebiyat için söylediklerimi, sanat için de tekrar etmek yanlış olamayacaktır.
"Toplumsal ilişkinin her biçimi sonuçta siyasal bir kabuğa bürünecektir.
Toplumsal ilişkiyi birey ölçeğinde de olsa ele almak, ele alışın siyasetiyle ilgili olmaktır. Sanat bu işlevin dışında değildir.
Sanat en olumsuz haliyle, gerçeğin çarpıtılması anlamında da siyasal mesaj araçlarından biridir.
Sanat en ekstrem bireyci konumuyla en ekstrem soyutlamalarıyla aynı yere işaret eder; siyasal mesajı olmayan sanat yoktur.
Sanat, siyasetin bin bir aracından biri olarak kendini ikame edendir.
Sonuçları itibariyle siyasal bir kaygı taşamayan sanat gerçekte yoktur ve olmayacaktır" (Mihrac Ural, “Edebiyat ve Siyaset” http://mirural.blogspot.com/ )
Ferhat Tunç tam bu noktada gerçek anlamıyla sanatçı aramaktadır. Ortak ülkemizin demokrasi mücadelesinde tutum aramaktadır. Kürt halkının demokrasi için giriştiği büyük mücadeleye destek aramaktadır, bir nefes bulma çabasındadır. Bu heyecanla olumlu tavırlar sergileyerek tarih karşısındaki sorumluluğunu yerine getirenlere, gözüyle başıyla selam iletmektedir.
Gerçekte, demokrasi mücadelesinin temel manivelası olmakla Kürt özgürlük hareketi, tüm sanatçılara için bir nefestir, ona sıkı sıkıya sarılmak sanatçı olmanın temel belirtisidir. Sanatçının kaçınılmaz olarak göstermek durumunda olduğu siyasal tutum, tarihin bu kesitinde ilerlemeden yana, demokrasiden yana olabilmesinin de temel şartı budur.
Gerçeği, yalnız gerçekler arar diyeceğim. Ortak ülkemiz sanatçı adaylarının önünde böylesi bir demokrasi sınavı olduğunu hatırlatacağım. Sınavı geçmeyenin sanatçı olması mümkün değildir. Ferhat Tunç’un arayışı esasında hepimizin ortak ülkemizde ikamesini istediğimiz demokrasi için gerekli olan bir arayıştır.
Satırlarımı sonlarken Ahmet Kaya yoldaşımın, gerçek sanatçı duruşu ve kimliğiyle oluşturduğu örnek, anısı önünde bir kez daha saygıyla eğilmemizi gerektiriyor.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder