12 Eylül 2009 Cumartesi
12 EYLÜL KIRILMASI VE TARİHLE YÜZLEŞMENİN YERİ
(Demir Küçükaydın’ın, hatalı “12 Eylül üzerine düşünceler”i)
Mihrac Ural
12 Eylül 2009
Demokrasi mücadelesi içinde binlerce unsuru barından bir mücadeledir. Kimi söylemlerin öne çıkması bu mücadeleyi o söylemlerin sınırına hapsetmek anlamın gelmez. Her mücadelenin şiarları, ikonları, öne çıkan kesitleri ve belirgin tanımları vardır. 12 Eylül rejimi ve generallerinin yargılanmasından demokrasi mücadelesi adına, diğer görevlerimizi ihmal etmeden söz ederiz.
12 Eylül rejimi solun sendromu değildir, hedefidir. Solun sendromu milliyetçi refleksleridir. 12 Eylül arifesinde ortak ülkemizin doruğa yükselen demokrasi mücadelesinin bir askeri darbeyle kırılmasının nedeni de budur. O gün, mücadelemizin arkasında duracak, tarihiyle cesurca yüzleşmiş bir toplum yoktu. Bunu başarmamış kendi içinde bile sağlıklı ilişkisi olmayan bir sol vardı.
Tarihleriyle yüzleşemeyen toplumlar demokrasi mücadelesini sonuca götüremezler. Siyasal mücadelede kararlı ve soluklu olamazlar: Siyasal hareketleri özveriyle destekleyemezler. Sosyolojik açıdan bu durum, devletin ulusun algısında edindiği yer kadar toplumun tarih içinde yenenin arkasında durmayı yeğleyen kaygı ve korkuları yer almaktadır. Özellikle Osmanlıdan çıkıp gelmiş bir toplumdan söz ediyorsak durum çok daha vahimdir.
12 Eylül bir yanıyla başardığı görüntüsü de gerçekçi değildir. Kürt özgürlük hareketi, 12 Eylül darbesinin başarısızlığının hepimiz adına bir göstergesidir. Bu başarı, 12 Eylül arifesindeki yükselişi, Kürt halkının kendi tarihiyle yüzleşerek adın adım aşması üzerine gerçekleşmiştir. Örnek alınması gereken de budur.
Sol milliyetçi reflekslerinden kurtulmadıkça, toplumun tarihle cesur yüzleşmesi gerçekleşmedikçe başarı şansıda olmayacaktır. Bunu gerçekleştirmek için, özgürlük hareketinde hepimiz adına yükselen demokrasi mücadelesine destek olmayı bilmeliyiz. Özgün, farklı, ayrı varlıklarımızın bu sürece özgür mücadeleleriyle katılmasının önünü açmalıyız.
***
12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi, yükselen demokrasi mücadelesi ve güçlerine karşı devletin, sistem adına bir son refleksiydi.12 Eylül darbesi, arifesindeki olaylar bütününün gelip dayandığı tabloda anlam bulan bir karşı devrim girişimidir. Bu müdahale yasal, anayasal, kurumsal ve işlevsel birçok yeniden yapılanmanın yaratıcısı olmuş, toplumu kat bir şekilde kuşatma amacı gütmüştür.
Darbe, sonuçta bir öznel girişimdir. Alt yapısında ekonomik nedenler olduğu kadar, bunları bir bütün olarak tehdit eden, sistemi yıkıp toplumsal yeniden örgütlenmeyi amaçlayan büyük bir halk hareketinin başarısını engelleme çabası da yer almaktadır.
Nesnel verileri ve öznel girişimleriyle 12 Eylül askeri faşist darbesi ve ikame ettiği sistem, ülkemiz demokrasi mücadelesinin sendromu değildir. Hedefidir. Bu hedef 12 Eylül rejiminin alt yapısını da içeren ve demokrasi mücadelesi programlarımızın oluşumuna yol açandır. Sendrom olma ile hedef olma arasındaki farkı kavramadan, tüm yoğunluğuyla süren karanlık bir rejimle köklü ve sonuç alıcı mücadeleyi yükseltmek mümkün değildir.
12 Eylül değerlendirmelerinde kavramların yerli yerine oturması için, slogancı açıklamalar yeterli olamaz. Darbenin çok yönlü nedenleri üzerinde durmak aynı zamanda bu güne kadar süren izleri ve onlarla mücadele etmek için de önermeleri yapmak gerekmektedir. Bir program olduğu kadar ayrıntılarla da ilgilenmeyi gerektirir.
12 Eylül generallerinin yargılanması, 12 Eylül rejiminin sürekli gündemde tutulup hedef yapılması bu anlamda yanlış değildir. Bunlar, bütünsel bir mücadelenin ayrılmaz parçalarıdır. Her mücadelede simgesel olarak öne çıkartılacak klişeler vardır. Bunlar yürütülecek aydınlatma çalışmalarının figürleri, ikonları olarak sloganlaşırlar. Bunlar olmaksızın elde kapitallerle dolaşarak, halkı bilgilendirip etkinliklerini ortak bir hedefe yönlendirmek mümkün değildir. Bu mantıkla yapılacak bir küçük hak mücadelesi için ilkel komünal toplumdan itibaren, tarihin tüm hatalarını da düzenlemek üzere bir ansiklopedik mücadele vermek gerekir. Bu fantazyalarla örülü akılların neden halkımızdan rağbet görmediklerini, neden solu mevta hallerine getirdiklerini anlamak güç olmasa gerek.
Demokrasi mücadelesi kişinin bildiği tüm bilgileri aktarma platformu değildir. Bu entelektüel geviş getirme işi, hiçbir sağlıklı mücadeleye hizmet etmiyor, kırıyor, engelliyor, saptırıyor kafa bulandırmaktan başka bir işe yaramıyor: zaten açık bir şey söylenmiyor hep muğlak hep karman çorman cümle dizileri.
Bu noktada yine, Demir Küçükaydın, bildik yöntemlerle konuyu içinden çıkılmaz hale getirişiyle yüz yüze kalıyoruz. Demir Küçükaydın’a ilişkin sağımı ve çalışkanlığına Niğde günlerinden olan tanıklığımla önceki yazılarımda ifade ettim. Tekrar etmeyeceğim. Ancak yazılarındaki karmaşa, konuyu bulanıklaştıran ilgili ilgisiz söylemleri ısrarla vurgulamak istediği demokrasi mücadelesine hizmet etmediğini belirteceğim.
Bir iki örnekle bunun üzerinde durmamız gerekir.
Demir, “12 Eylül, ciddi politik mücadeleden ve demokratik görevlerden kaçmanın bir örtüsüdür
“12 Eylül, örneğin demokratik bir anayasa tartışmasının veya Türkiye'nin gerçek egemeni Askeri Bürokratik Oligarşi'nin teshir edilmesinin bir vesilesi olabilecekken, enerjiyi ve tartışmaları 12 Eylül generallerinin yargılanması gibi bir alana çekerek, sosyalistlerin ve demokratların reformist bile olmayan taleplere yönelmesinin ve tecrit olmasının aracı olmaktadır.” (Demir Küçükaydın, “12 Eylül üzerine düşünceler” makalesi)
Demir Küçükaydın, her şeyi en geniş kapsamıyla düşündüğü sanısında. Bu nedenle 12 Eylül rejimine karşı vurgusu yoğun olan mücadeleyi kısır görmektedir. Oysa demokrasi mücadelene yönelen tüm güçler bu vurguyu tek başına hiçbir zaman ele almamıştır. 12 Eylül rejimini sadece 12 Eylül sonrasıyla da ilgili görmemiştir. Tarihi siyasal gerici yönetimlerin bir sentezi olarak görülen 12 Eylül rejimine karşı mücadeleyi, ülkemizin gereksindiği genel demokratik dönüşümlerle ilgili bir mücadele olarak algılanmıştır. Generallerin yargılanması ise, elbette ki buz dağının su yüzündeki kısmıyla ilgilidir. Ancak bütün bunlar, genel demokrasi mücadelesinin birer parçası olarak dile getirilmesi gereken unsurlardır. Bunların atlandığı sık sık dile getirilmediği bir yerde, kapsamlı demokrasi mücadelesi programlarının yaşama geçmesi mümkün değildir: böylesi ancak solcu askeri darbelerden medet ummak olur. Onlar gelirler hiçbir ayrıntıya düşmeden elde bulunana programı uygularlar olur biter. Ancak tarih herkes açıkça gösterdi ki bu yolla hiçbir sorun bitmiyor gerisin geriye, gelindiği gibi dönülüyor.
Demir küçükaydın’ın mantığıyla kendini yorumlaması beklenir. Sınıf mücadelesi, sendikal mücadele, grevler, fabrika işgalleri vb temel, tali hiçbir şeyden söz etmeyip özgürlük hareketinin çevresini aşmayan söylemlerine ne demeli. Bu mü dünya sosyalist devrimi, bu mu sınıf mücadelesi. Ama bunu sormayacağım, çünkü gerçeklerin öğretisi bu tür gerçekçi olmayan söylemleri çoktan tarihe gömmüştür. Bundan dolayı, Demir Küçükaydın’ın hedef kitlesini en azından, sendikal örgütlenmeye, işçi haklarına, sınıf mücadelesi eksenli parti kuruluş çalışmalarına yönlendirmesini beklemeyeceğim.
Sınıf mücadelesi üzerine görüşlerimi bir önceki eleştiri yazımda dile getirdim (“Demir Küçükaydın’ın Talihsiz Ulus Algıları” bkz. http://mirural.blogspot.com/ ). Sınıf mücadelesi ihmal edilmemesi gereken bir reformist mücadeledir. Devrimci değildir. Sistem içinde, sistemin iki tele sınıfı arasında onarım, düzenleme, dengeleme mücadelesidir. Sınıf mücadelesinin tüm tarihi budur. Yeni toplum eskinin bağrından doğar. Eskiye ait olan ve birbiriyle sınıf mücadelesi verenler birlikte sönerler, yeni toplum, yeni sınıflarıyla tarih sahnesinde, eskiyi yadsıyarak yer alır. Önceki toplumun ezilen sınıfı yeni toplumu kuramaz. Kurmamıştır. Köleler en büyük isyanlarıyla Spartaküs önderliğinde, Roma kapıları önünde ne yapacağını bilmeden diz çöktüler. Feodalizmi köle sınıfı sınıf mücadelesinin sonucu kurmadı. Kölelikle birlikte göçüp gitti. Serfler, feodal karların şatoları ve tahtları önünde diz çöktü. Kapitalizmi serfler kurmadı. Kuramazdı da. Yeni toplum, kapitalizm, feodal toplumun içinden çıkarak, kendi temel sınıflarını eski toplumun sınıf mücadelesinin dışında üreterek ve bir bütün olarak feodalizme karşı savaşarak hakim oldu. Kapitalizmin kuruluşunda feodal dönemin sınıf mücadelesinin katkısı, çürüyen toplumun tıkanmasını sağlamasından ibarettir. Bitmeyen köylü isyanları, bitmeyen feodal baskılar, sistemi içe dönük olarak çökertti bitirdi, kapitalizm bu çöküşten de yararlanarak gelişimini hızlandırdı. Serfler, kapitalizmi kurup, iş gücünü satan birer işçi olmak için çaba sarf etmedikleri gibi, çoğu yerde feodal beylerinin vurucu gücü olarak tarihte gerici bir rol oynadı, devrimci ulusal süreçlere karşı savaşta ön safta vuruştu. Hegel’in tarihisiz uluslar değdi, Engels’in 1848 devrimin yenilgisinde önemle işaret ettiği kesimler, işte bunlardır.
Sınıf mücadelesi, bundan sonrada aynıyla devam edecektir. Kapitalizmin temel iki sınıfı aralarındaki sınıf mücadelesini, sistemin daha uygun bir çalışma düzlemine gelmesi için yürüteceklerdir. Fabrikanın kapanmasına karşı işçilerin, iş kaybetme kaygısıyla özverili olmaları, aylık bile istememeleri, tüm kavgalarının artık küçük bir aylık artışından ibaret olması bundandır. İnsanlık tarihinin en gelişmiş beyinleri, aydın ve entelektüellerinin öncülük yaptığı komünist Partileri, işçi partilerinin birer reformist dernek haline gelmelerinin nedeni de budur. Bu çok normaldir. Öznel isteklerle başka türlü de olamaz. Denendi de. Ancak gerisin geriye kapitalizme dönüldü. Bir gece ansızın kılı orduyla ele geçirilen iktidar ve yayınlanan siyasi kararnameyle ilan edilen toplumsal mülkiyet, sosyalizm diye bir yeni uygarlık kuramadı. Tarihsel yanılgı, geldiği gibi geri döndü. Doğu Avrupa’nın eski sosyalist ülkeleri kapitalizmde tekelciliği kimin önce yakalayabileceği üzerine yarış eder hale geldi.
Yeni uygarlık eskinin içinden evrimin tüm süreçlerini yaşayarak gelip yerleşecektir. Kendi temel sınıflarını, örgütlerini ve etkinliklerini de beraber getirerek kökleşecektir. İşçi sınıfı da burjuvazi de yeniye karşı direnecek (Tekrarla söylemeliyim ki, sınıflardan bahsediyorum şahıslardan değil). Sınıfsal güdüdür bu, sistemini korumak ve statüsünü değiştirmemek için kapitalizmin iki teme sınıfı dayanışma içinde olacaktır. Bu gün bunun izlerini her alanda görmek mümkündür. Gelişen bilim ve teknoloji devriminin ortaya koyduğu sonuçlar, artık ham maddeler arasında bilgiyi de oturtmuştur, sanal üretim öncelikli olmuştur, fabrika üretimi ve özel mülkiyet farklı bir biçimleniş yönünde hızla ilerlemektedir.
Demokrasi mücadelesi işçi sınıfının da halklaşmasını gerektiren bir mücadeledir. Bu tespitimizi on yıllardır dile getiriyoruz. Çünkü fabrikanın, sendikanın dar alanlarında kazanılacak bir mücadele yoktur. Birilerinin öncü diğerlerinin artçı olduğu mücadele kuvvet kaybıdır sonuç alıcı değildir. Tüm özgün güçler özgürce mücadeleye katılmalıdır. Demokrasi mücadelesi bunu gerektiriyor.
Bu veriler doğal olarak gerici bir sistemle bizleri daha çok yüz yüze bırakacaktır. Bunun anlamı, Demir küçükaydın’ın öne çıkartmaktan kaçındığı temel söylemlerinin artık tarihi miadını doldurduğunu göstermektedir.
Bu nedenle de demokrasi mücadelesi, her türden gericiliğin, ilerlemenin yollarını tıkamanın, yeni bir toplumsal ilişki sistemine yükselmenin anahtarı durumuna gelmiştir. Her çağda da durum budur. Demokrasi, gericiliği aşmanın tıkanmayı aşmanın biricik unsurudur. Zaman içinde somut talepleri farklı olsa da özgürlükte anlamını bulan yanlarıyla demokrasi yeniyi kurmanın temel aracıdır.
12 Eylül rejimine karşı daha yoğun yönelmek, generallerini daha çok afişe etmek bu açıdan bütünsel görevler yanı sıra yapıldıkça demokrasi mücadelesi uğruna olumlu katkılar yapılmış demektir. Küçümsenecek yanları yoktur. Generalleri yargılama talebi kişilere yönelik bir refleks olarak ele alınamaz, generalleri birer aile babası olarak yargılamanın kimseye faydası olmayacaktır, belki en iyi babalar olarak ödüle de layıktırlar. Ama yargılama, onların adı altında karanlık bir sistemin, demokrasiye karşı işlediği cürümleri yargılamaksa durum farklıdır.
Küçükaydın, kendi yazısında bu gerçeği “Nedense demokratik görevler söz konusu olduğunda, bunlara "kimlik politikaları" diyerek küçümseyen adlarla tanımlayanlar ve "kimlik politikalarına" karşı "emek eksenli" politikaları öne çıkaranlar” (Age) diyerek teslim ettiğini görmek olumludur. Ama bu, çelişkisini sona erdirmiyor. Eleştirdiği hataya kendisi de düşüyor.
12 Eylül üzerine sosyolojik araştırmaların yetersizliğinden söz ediyor Küçükaydın, bu doğrudur. Bunun nedeni ise solu içine düştüğü milliyetçilik çıkmazıdır. Temel konu budur. Solun bu günkü durumu, 12 Eylül rejimini ya da generallerini hedef alması değildir. Bu durum, tarihi nedenleri, nesnel ve özlen birikimleri olan bir kırılmanın sonucu olarak belirmiştir. Sol tarihiyle cesurca hesaplaşabilen bir toplumsal sürece gidememiştir. Kendisi de tarihiyle hesaplaşamamıştır. Kavganın en kritik yerinde ayakları havada bir sol gerçeği vardı. Darbe bunu yeterince gösterdi.
Bu açık var oldukça sol milliyetçi reflekslerden kurtulamayacak kendisi adına hareket eden Kürt özgürlük hareketinin demokrasi mücadelesindeki manivela rolünü inkara kadar gidecek. Ona şovence yaklaşacaktır. Ortak ülkemiz solunun 12 Eylül arifesinde gösterdiği demokratik mücadele yükselişi, tarihiyle yüzleşmemiş toplum üzerinden gitmesi dolaysıyla kırılmıştır. Askeri açıdan yumruğunu vuran, haklı da pasifize ederek sonuç almıştır. Direnmenin olmaması bundandır, kazanılan demokratik mevzileri koruma karalılığı gösterecek solun sırtını koruyacak bir kararlı duruş sağlanmamıştır. Tarihsel devlet baba algıları, devletin gücü ve heybeti bilinçaltı etkileri tüm ağırlığıyla ortaya çıkmıştır.
Sol zaten kendi iç örtüsel yapısını ve dayanışmasını oluşturmaktan uzaktı. Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi (FKBDC) (1 Haziran 1982) kuruluşu doğruları arkasında duracak bir toplumsal etkinin ya da örgütsel etkinin kendi tarihiyle cesur bir hesaplaşmadan geçmemesi halinde sonuç almayacağına iyi bir örnektir.
Bütün bunlara karşın 12 Eylül rejimi istediği hedefe varamamıştır. Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle karşı karşıya kalmıştır. Kürt ulusun tarih içinde evrimleşerek biriken ve kendi tarihiyle bir hesaplaşma, bir yüzleşme hareketi olarak da ortaya çıkan özgürlük mücadelesi yükselişe geçmiştir. Kürtler makus kaderleriyle yüzleştikçe, özgürlük hareketinin arkasında durmuş, özverileriyle sürecin yükselişine katkı yapmıştır. Diğer tüm etmenler bu sürece tali de olsa yaptıkları katkılarla, demokrasi mücadelesi bu gün Anadolu Halkları adına tüm ilerici demokratları adına yükselmiştir. Bu süreç demokratik açılım söylemlerinin de temelidir.
Ortak ülkemiz solunun 12 Eylül arifesinde gösterdiği demokrasi mücadelesindeki yükselişi kıran ve bu güne kadar bir daha doğrulmamasına yol açan askeri faşist darbe, tarihiyle yüzleşebilen bir özgürlük hareketinin yükselişini engellememsi önemli bir kıstas olarak ele alınmalıdır. Solun sorunu budur. Milliyetçilikten çıkılmadıkça bu çıkmazdan da çıkılmayacaktır.
Demir Küçükaydın’ın sorup yanıtlamadığı sorunun cevabı da buradadır. “…Soru şudur: nasıl olmaktadır ki Türkiye'nin tarihinde bir daha görmediği ölçüdeki radikalleşme ve politikleşme dalgası böyle ağır bir yenilgiyle sonuçlandı” (Agm)
Tarihleriyle yüzleşemeyen toplumlar demokrasi mücadelesini sonuca götüremezler. Kürt haklının özgürlük mücadelesi bu açıdan hepimiz adına önemli bir adımdır.
12 Eylül rejiminin işkence, ölüm, faili meçhul, tehcir, kıyım, kayıplarla belirlenen kirli ve karanlık tarihini burada tek tek sıralamayacağım. Bunu binlerce kaynaktan bulmak mümkündür. Bu gün söylenmesi gereken en önemli şey, yükselen demokrasi mücadelesine omuz vermektir. Fırat’ın ötesinden gelen bu güçlü dalgayı Torosların güneyinden desteklemek, özgün tüm farklı örgütlenmelerin özgür mücadelesi önündeki tüm milliyetçi sol algıları bir kenara itmektir. Evimizin için toparlamaktır, bu toparlanış halkımıza kendi tarihiyle başarılı bir yüzleşmeyi gerçekleştirmek için gerekli tüm adımları atmaktır. Arkasında, halkın özveriyle desteğini bulmayan hiçbir talep ayakları yere basamaz. Buna halkın inanması gerek. Bunun için tarihini tüm çıplaklığıyla bilince çıkarmak gerek. Bu denklem kurulu olduğu ölçeklerde, demokrasi mücadelesinin yükselişine tanık olunacaktır.
Mihrac Ural
12 Eylül 2009
Demokrasi mücadelesi içinde binlerce unsuru barından bir mücadeledir. Kimi söylemlerin öne çıkması bu mücadeleyi o söylemlerin sınırına hapsetmek anlamın gelmez. Her mücadelenin şiarları, ikonları, öne çıkan kesitleri ve belirgin tanımları vardır. 12 Eylül rejimi ve generallerinin yargılanmasından demokrasi mücadelesi adına, diğer görevlerimizi ihmal etmeden söz ederiz.
12 Eylül rejimi solun sendromu değildir, hedefidir. Solun sendromu milliyetçi refleksleridir. 12 Eylül arifesinde ortak ülkemizin doruğa yükselen demokrasi mücadelesinin bir askeri darbeyle kırılmasının nedeni de budur. O gün, mücadelemizin arkasında duracak, tarihiyle cesurca yüzleşmiş bir toplum yoktu. Bunu başarmamış kendi içinde bile sağlıklı ilişkisi olmayan bir sol vardı.
Tarihleriyle yüzleşemeyen toplumlar demokrasi mücadelesini sonuca götüremezler. Siyasal mücadelede kararlı ve soluklu olamazlar: Siyasal hareketleri özveriyle destekleyemezler. Sosyolojik açıdan bu durum, devletin ulusun algısında edindiği yer kadar toplumun tarih içinde yenenin arkasında durmayı yeğleyen kaygı ve korkuları yer almaktadır. Özellikle Osmanlıdan çıkıp gelmiş bir toplumdan söz ediyorsak durum çok daha vahimdir.
12 Eylül bir yanıyla başardığı görüntüsü de gerçekçi değildir. Kürt özgürlük hareketi, 12 Eylül darbesinin başarısızlığının hepimiz adına bir göstergesidir. Bu başarı, 12 Eylül arifesindeki yükselişi, Kürt halkının kendi tarihiyle yüzleşerek adın adım aşması üzerine gerçekleşmiştir. Örnek alınması gereken de budur.
Sol milliyetçi reflekslerinden kurtulmadıkça, toplumun tarihle cesur yüzleşmesi gerçekleşmedikçe başarı şansıda olmayacaktır. Bunu gerçekleştirmek için, özgürlük hareketinde hepimiz adına yükselen demokrasi mücadelesine destek olmayı bilmeliyiz. Özgün, farklı, ayrı varlıklarımızın bu sürece özgür mücadeleleriyle katılmasının önünü açmalıyız.
***
12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi, yükselen demokrasi mücadelesi ve güçlerine karşı devletin, sistem adına bir son refleksiydi.12 Eylül darbesi, arifesindeki olaylar bütününün gelip dayandığı tabloda anlam bulan bir karşı devrim girişimidir. Bu müdahale yasal, anayasal, kurumsal ve işlevsel birçok yeniden yapılanmanın yaratıcısı olmuş, toplumu kat bir şekilde kuşatma amacı gütmüştür.
Darbe, sonuçta bir öznel girişimdir. Alt yapısında ekonomik nedenler olduğu kadar, bunları bir bütün olarak tehdit eden, sistemi yıkıp toplumsal yeniden örgütlenmeyi amaçlayan büyük bir halk hareketinin başarısını engelleme çabası da yer almaktadır.
Nesnel verileri ve öznel girişimleriyle 12 Eylül askeri faşist darbesi ve ikame ettiği sistem, ülkemiz demokrasi mücadelesinin sendromu değildir. Hedefidir. Bu hedef 12 Eylül rejiminin alt yapısını da içeren ve demokrasi mücadelesi programlarımızın oluşumuna yol açandır. Sendrom olma ile hedef olma arasındaki farkı kavramadan, tüm yoğunluğuyla süren karanlık bir rejimle köklü ve sonuç alıcı mücadeleyi yükseltmek mümkün değildir.
12 Eylül değerlendirmelerinde kavramların yerli yerine oturması için, slogancı açıklamalar yeterli olamaz. Darbenin çok yönlü nedenleri üzerinde durmak aynı zamanda bu güne kadar süren izleri ve onlarla mücadele etmek için de önermeleri yapmak gerekmektedir. Bir program olduğu kadar ayrıntılarla da ilgilenmeyi gerektirir.
12 Eylül generallerinin yargılanması, 12 Eylül rejiminin sürekli gündemde tutulup hedef yapılması bu anlamda yanlış değildir. Bunlar, bütünsel bir mücadelenin ayrılmaz parçalarıdır. Her mücadelede simgesel olarak öne çıkartılacak klişeler vardır. Bunlar yürütülecek aydınlatma çalışmalarının figürleri, ikonları olarak sloganlaşırlar. Bunlar olmaksızın elde kapitallerle dolaşarak, halkı bilgilendirip etkinliklerini ortak bir hedefe yönlendirmek mümkün değildir. Bu mantıkla yapılacak bir küçük hak mücadelesi için ilkel komünal toplumdan itibaren, tarihin tüm hatalarını da düzenlemek üzere bir ansiklopedik mücadele vermek gerekir. Bu fantazyalarla örülü akılların neden halkımızdan rağbet görmediklerini, neden solu mevta hallerine getirdiklerini anlamak güç olmasa gerek.
Demokrasi mücadelesi kişinin bildiği tüm bilgileri aktarma platformu değildir. Bu entelektüel geviş getirme işi, hiçbir sağlıklı mücadeleye hizmet etmiyor, kırıyor, engelliyor, saptırıyor kafa bulandırmaktan başka bir işe yaramıyor: zaten açık bir şey söylenmiyor hep muğlak hep karman çorman cümle dizileri.
Bu noktada yine, Demir Küçükaydın, bildik yöntemlerle konuyu içinden çıkılmaz hale getirişiyle yüz yüze kalıyoruz. Demir Küçükaydın’a ilişkin sağımı ve çalışkanlığına Niğde günlerinden olan tanıklığımla önceki yazılarımda ifade ettim. Tekrar etmeyeceğim. Ancak yazılarındaki karmaşa, konuyu bulanıklaştıran ilgili ilgisiz söylemleri ısrarla vurgulamak istediği demokrasi mücadelesine hizmet etmediğini belirteceğim.
Bir iki örnekle bunun üzerinde durmamız gerekir.
Demir, “12 Eylül, ciddi politik mücadeleden ve demokratik görevlerden kaçmanın bir örtüsüdür
“12 Eylül, örneğin demokratik bir anayasa tartışmasının veya Türkiye'nin gerçek egemeni Askeri Bürokratik Oligarşi'nin teshir edilmesinin bir vesilesi olabilecekken, enerjiyi ve tartışmaları 12 Eylül generallerinin yargılanması gibi bir alana çekerek, sosyalistlerin ve demokratların reformist bile olmayan taleplere yönelmesinin ve tecrit olmasının aracı olmaktadır.” (Demir Küçükaydın, “12 Eylül üzerine düşünceler” makalesi)
Demir Küçükaydın, her şeyi en geniş kapsamıyla düşündüğü sanısında. Bu nedenle 12 Eylül rejimine karşı vurgusu yoğun olan mücadeleyi kısır görmektedir. Oysa demokrasi mücadelene yönelen tüm güçler bu vurguyu tek başına hiçbir zaman ele almamıştır. 12 Eylül rejimini sadece 12 Eylül sonrasıyla da ilgili görmemiştir. Tarihi siyasal gerici yönetimlerin bir sentezi olarak görülen 12 Eylül rejimine karşı mücadeleyi, ülkemizin gereksindiği genel demokratik dönüşümlerle ilgili bir mücadele olarak algılanmıştır. Generallerin yargılanması ise, elbette ki buz dağının su yüzündeki kısmıyla ilgilidir. Ancak bütün bunlar, genel demokrasi mücadelesinin birer parçası olarak dile getirilmesi gereken unsurlardır. Bunların atlandığı sık sık dile getirilmediği bir yerde, kapsamlı demokrasi mücadelesi programlarının yaşama geçmesi mümkün değildir: böylesi ancak solcu askeri darbelerden medet ummak olur. Onlar gelirler hiçbir ayrıntıya düşmeden elde bulunana programı uygularlar olur biter. Ancak tarih herkes açıkça gösterdi ki bu yolla hiçbir sorun bitmiyor gerisin geriye, gelindiği gibi dönülüyor.
Demir küçükaydın’ın mantığıyla kendini yorumlaması beklenir. Sınıf mücadelesi, sendikal mücadele, grevler, fabrika işgalleri vb temel, tali hiçbir şeyden söz etmeyip özgürlük hareketinin çevresini aşmayan söylemlerine ne demeli. Bu mü dünya sosyalist devrimi, bu mu sınıf mücadelesi. Ama bunu sormayacağım, çünkü gerçeklerin öğretisi bu tür gerçekçi olmayan söylemleri çoktan tarihe gömmüştür. Bundan dolayı, Demir Küçükaydın’ın hedef kitlesini en azından, sendikal örgütlenmeye, işçi haklarına, sınıf mücadelesi eksenli parti kuruluş çalışmalarına yönlendirmesini beklemeyeceğim.
Sınıf mücadelesi üzerine görüşlerimi bir önceki eleştiri yazımda dile getirdim (“Demir Küçükaydın’ın Talihsiz Ulus Algıları” bkz. http://mirural.blogspot.com/ ). Sınıf mücadelesi ihmal edilmemesi gereken bir reformist mücadeledir. Devrimci değildir. Sistem içinde, sistemin iki tele sınıfı arasında onarım, düzenleme, dengeleme mücadelesidir. Sınıf mücadelesinin tüm tarihi budur. Yeni toplum eskinin bağrından doğar. Eskiye ait olan ve birbiriyle sınıf mücadelesi verenler birlikte sönerler, yeni toplum, yeni sınıflarıyla tarih sahnesinde, eskiyi yadsıyarak yer alır. Önceki toplumun ezilen sınıfı yeni toplumu kuramaz. Kurmamıştır. Köleler en büyük isyanlarıyla Spartaküs önderliğinde, Roma kapıları önünde ne yapacağını bilmeden diz çöktüler. Feodalizmi köle sınıfı sınıf mücadelesinin sonucu kurmadı. Kölelikle birlikte göçüp gitti. Serfler, feodal karların şatoları ve tahtları önünde diz çöktü. Kapitalizmi serfler kurmadı. Kuramazdı da. Yeni toplum, kapitalizm, feodal toplumun içinden çıkarak, kendi temel sınıflarını eski toplumun sınıf mücadelesinin dışında üreterek ve bir bütün olarak feodalizme karşı savaşarak hakim oldu. Kapitalizmin kuruluşunda feodal dönemin sınıf mücadelesinin katkısı, çürüyen toplumun tıkanmasını sağlamasından ibarettir. Bitmeyen köylü isyanları, bitmeyen feodal baskılar, sistemi içe dönük olarak çökertti bitirdi, kapitalizm bu çöküşten de yararlanarak gelişimini hızlandırdı. Serfler, kapitalizmi kurup, iş gücünü satan birer işçi olmak için çaba sarf etmedikleri gibi, çoğu yerde feodal beylerinin vurucu gücü olarak tarihte gerici bir rol oynadı, devrimci ulusal süreçlere karşı savaşta ön safta vuruştu. Hegel’in tarihisiz uluslar değdi, Engels’in 1848 devrimin yenilgisinde önemle işaret ettiği kesimler, işte bunlardır.
Sınıf mücadelesi, bundan sonrada aynıyla devam edecektir. Kapitalizmin temel iki sınıfı aralarındaki sınıf mücadelesini, sistemin daha uygun bir çalışma düzlemine gelmesi için yürüteceklerdir. Fabrikanın kapanmasına karşı işçilerin, iş kaybetme kaygısıyla özverili olmaları, aylık bile istememeleri, tüm kavgalarının artık küçük bir aylık artışından ibaret olması bundandır. İnsanlık tarihinin en gelişmiş beyinleri, aydın ve entelektüellerinin öncülük yaptığı komünist Partileri, işçi partilerinin birer reformist dernek haline gelmelerinin nedeni de budur. Bu çok normaldir. Öznel isteklerle başka türlü de olamaz. Denendi de. Ancak gerisin geriye kapitalizme dönüldü. Bir gece ansızın kılı orduyla ele geçirilen iktidar ve yayınlanan siyasi kararnameyle ilan edilen toplumsal mülkiyet, sosyalizm diye bir yeni uygarlık kuramadı. Tarihsel yanılgı, geldiği gibi geri döndü. Doğu Avrupa’nın eski sosyalist ülkeleri kapitalizmde tekelciliği kimin önce yakalayabileceği üzerine yarış eder hale geldi.
Yeni uygarlık eskinin içinden evrimin tüm süreçlerini yaşayarak gelip yerleşecektir. Kendi temel sınıflarını, örgütlerini ve etkinliklerini de beraber getirerek kökleşecektir. İşçi sınıfı da burjuvazi de yeniye karşı direnecek (Tekrarla söylemeliyim ki, sınıflardan bahsediyorum şahıslardan değil). Sınıfsal güdüdür bu, sistemini korumak ve statüsünü değiştirmemek için kapitalizmin iki teme sınıfı dayanışma içinde olacaktır. Bu gün bunun izlerini her alanda görmek mümkündür. Gelişen bilim ve teknoloji devriminin ortaya koyduğu sonuçlar, artık ham maddeler arasında bilgiyi de oturtmuştur, sanal üretim öncelikli olmuştur, fabrika üretimi ve özel mülkiyet farklı bir biçimleniş yönünde hızla ilerlemektedir.
Demokrasi mücadelesi işçi sınıfının da halklaşmasını gerektiren bir mücadeledir. Bu tespitimizi on yıllardır dile getiriyoruz. Çünkü fabrikanın, sendikanın dar alanlarında kazanılacak bir mücadele yoktur. Birilerinin öncü diğerlerinin artçı olduğu mücadele kuvvet kaybıdır sonuç alıcı değildir. Tüm özgün güçler özgürce mücadeleye katılmalıdır. Demokrasi mücadelesi bunu gerektiriyor.
Bu veriler doğal olarak gerici bir sistemle bizleri daha çok yüz yüze bırakacaktır. Bunun anlamı, Demir küçükaydın’ın öne çıkartmaktan kaçındığı temel söylemlerinin artık tarihi miadını doldurduğunu göstermektedir.
Bu nedenle de demokrasi mücadelesi, her türden gericiliğin, ilerlemenin yollarını tıkamanın, yeni bir toplumsal ilişki sistemine yükselmenin anahtarı durumuna gelmiştir. Her çağda da durum budur. Demokrasi, gericiliği aşmanın tıkanmayı aşmanın biricik unsurudur. Zaman içinde somut talepleri farklı olsa da özgürlükte anlamını bulan yanlarıyla demokrasi yeniyi kurmanın temel aracıdır.
12 Eylül rejimine karşı daha yoğun yönelmek, generallerini daha çok afişe etmek bu açıdan bütünsel görevler yanı sıra yapıldıkça demokrasi mücadelesi uğruna olumlu katkılar yapılmış demektir. Küçümsenecek yanları yoktur. Generalleri yargılama talebi kişilere yönelik bir refleks olarak ele alınamaz, generalleri birer aile babası olarak yargılamanın kimseye faydası olmayacaktır, belki en iyi babalar olarak ödüle de layıktırlar. Ama yargılama, onların adı altında karanlık bir sistemin, demokrasiye karşı işlediği cürümleri yargılamaksa durum farklıdır.
Küçükaydın, kendi yazısında bu gerçeği “Nedense demokratik görevler söz konusu olduğunda, bunlara "kimlik politikaları" diyerek küçümseyen adlarla tanımlayanlar ve "kimlik politikalarına" karşı "emek eksenli" politikaları öne çıkaranlar” (Age) diyerek teslim ettiğini görmek olumludur. Ama bu, çelişkisini sona erdirmiyor. Eleştirdiği hataya kendisi de düşüyor.
12 Eylül üzerine sosyolojik araştırmaların yetersizliğinden söz ediyor Küçükaydın, bu doğrudur. Bunun nedeni ise solu içine düştüğü milliyetçilik çıkmazıdır. Temel konu budur. Solun bu günkü durumu, 12 Eylül rejimini ya da generallerini hedef alması değildir. Bu durum, tarihi nedenleri, nesnel ve özlen birikimleri olan bir kırılmanın sonucu olarak belirmiştir. Sol tarihiyle cesurca hesaplaşabilen bir toplumsal sürece gidememiştir. Kendisi de tarihiyle hesaplaşamamıştır. Kavganın en kritik yerinde ayakları havada bir sol gerçeği vardı. Darbe bunu yeterince gösterdi.
Bu açık var oldukça sol milliyetçi reflekslerden kurtulamayacak kendisi adına hareket eden Kürt özgürlük hareketinin demokrasi mücadelesindeki manivela rolünü inkara kadar gidecek. Ona şovence yaklaşacaktır. Ortak ülkemiz solunun 12 Eylül arifesinde gösterdiği demokratik mücadele yükselişi, tarihiyle yüzleşmemiş toplum üzerinden gitmesi dolaysıyla kırılmıştır. Askeri açıdan yumruğunu vuran, haklı da pasifize ederek sonuç almıştır. Direnmenin olmaması bundandır, kazanılan demokratik mevzileri koruma karalılığı gösterecek solun sırtını koruyacak bir kararlı duruş sağlanmamıştır. Tarihsel devlet baba algıları, devletin gücü ve heybeti bilinçaltı etkileri tüm ağırlığıyla ortaya çıkmıştır.
Sol zaten kendi iç örtüsel yapısını ve dayanışmasını oluşturmaktan uzaktı. Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi (FKBDC) (1 Haziran 1982) kuruluşu doğruları arkasında duracak bir toplumsal etkinin ya da örgütsel etkinin kendi tarihiyle cesur bir hesaplaşmadan geçmemesi halinde sonuç almayacağına iyi bir örnektir.
Bütün bunlara karşın 12 Eylül rejimi istediği hedefe varamamıştır. Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle karşı karşıya kalmıştır. Kürt ulusun tarih içinde evrimleşerek biriken ve kendi tarihiyle bir hesaplaşma, bir yüzleşme hareketi olarak da ortaya çıkan özgürlük mücadelesi yükselişe geçmiştir. Kürtler makus kaderleriyle yüzleştikçe, özgürlük hareketinin arkasında durmuş, özverileriyle sürecin yükselişine katkı yapmıştır. Diğer tüm etmenler bu sürece tali de olsa yaptıkları katkılarla, demokrasi mücadelesi bu gün Anadolu Halkları adına tüm ilerici demokratları adına yükselmiştir. Bu süreç demokratik açılım söylemlerinin de temelidir.
Ortak ülkemiz solunun 12 Eylül arifesinde gösterdiği demokrasi mücadelesindeki yükselişi kıran ve bu güne kadar bir daha doğrulmamasına yol açan askeri faşist darbe, tarihiyle yüzleşebilen bir özgürlük hareketinin yükselişini engellememsi önemli bir kıstas olarak ele alınmalıdır. Solun sorunu budur. Milliyetçilikten çıkılmadıkça bu çıkmazdan da çıkılmayacaktır.
Demir Küçükaydın’ın sorup yanıtlamadığı sorunun cevabı da buradadır. “…Soru şudur: nasıl olmaktadır ki Türkiye'nin tarihinde bir daha görmediği ölçüdeki radikalleşme ve politikleşme dalgası böyle ağır bir yenilgiyle sonuçlandı” (Agm)
Tarihleriyle yüzleşemeyen toplumlar demokrasi mücadelesini sonuca götüremezler. Kürt haklının özgürlük mücadelesi bu açıdan hepimiz adına önemli bir adımdır.
12 Eylül rejiminin işkence, ölüm, faili meçhul, tehcir, kıyım, kayıplarla belirlenen kirli ve karanlık tarihini burada tek tek sıralamayacağım. Bunu binlerce kaynaktan bulmak mümkündür. Bu gün söylenmesi gereken en önemli şey, yükselen demokrasi mücadelesine omuz vermektir. Fırat’ın ötesinden gelen bu güçlü dalgayı Torosların güneyinden desteklemek, özgün tüm farklı örgütlenmelerin özgür mücadelesi önündeki tüm milliyetçi sol algıları bir kenara itmektir. Evimizin için toparlamaktır, bu toparlanış halkımıza kendi tarihiyle başarılı bir yüzleşmeyi gerçekleştirmek için gerekli tüm adımları atmaktır. Arkasında, halkın özveriyle desteğini bulmayan hiçbir talep ayakları yere basamaz. Buna halkın inanması gerek. Bunun için tarihini tüm çıplaklığıyla bilince çıkarmak gerek. Bu denklem kurulu olduğu ölçeklerde, demokrasi mücadelesinin yükselişine tanık olunacaktır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder