5 Mayıs 2009 Salı
DENİZ - MAHİR
Mihrac Ural
6 Mayıs 2009
Antakya Casius dağı (Habilp el Neccar) eteğinde yazılı olan
DSİ yazısı Denizlerin anısına, Deniz olacaktı, Mahir olacaktı. Bu eylemde Nebil Rahuma yoldaşım da vardı
Denizlerin anısına, Nebil Rahuma ve diğer yoldaşlarla, Deniz Gezmiş ve Mahir Çayanı ölümsüzleştirmek için giriştiğimiz bir eylem anısını sizlerle paylaşacağım.
Dağlara yazılı DSİ nasıl DENİZ-MAHİR oldu
Antakya kilisesi, Hıristiyanlık tarihinin ilk kilisesidir. Bu kiliseyi kuran Aziz Pavlus’tur. Ve Hıristiyanlık, ilk kaz Antakya’da, bir Yahudi iç sorunu olmaktan çıkmış tüm “milletlere” yapılan bir çağrı haline, ayrı bir din olarak gündeme gelmiştir. Hıristiyanlık Yahudilik içinde, Musa’nın şeriatına uyum çağrısı olmaktan ayrı bir din haline Antakya’da gündeme gelişi, aynı zamanda Antakya’nın kuruluşundan bu yana taşıdığı kültürel çeşitlilik ve yoğunlukla ilgili bir veridir. Bu şehri kadim ve bir o kadar derin yapan da tastamam budur.
“ …; ve şakritlerin Hıristiyan diye çağrılması önce Antakya’da oldu.” (Resullerin işleri bap:11/26)
Yahudilere seslenen Pavlus “ Madem ki siz onu kendinizden atıyorsunuz ve ebedi hayata layık olmadığınıza siz hükmediyorsunuz, işte, biz de milletlere dönüyoruz. Çünkü rab bizlere şöyle emreylemişti:
“seni milletlere ışık olarak koydum ki yerin ucuna kadar kurtarış içinde olasın…” (Rasullerin işleri Bap: 13/ 46-47)
Kadim Roma şehri Antakya budur. Bu şehrin tarih sürecinde Hıristiyanlığın ilk isimlendirilmesi, ilk kilisesi ve milletlere insanlığı seslenişin ilk cümleleri burada kuruldu.
İşte Bu tarihi şehrin tarihi ilk kilisesinin kurulu olduğu dağ eteklerinde DSİ diye dev bir yazı yer alırdı, 70’li yıllarda. DSİ yazısı, “Cehennem kayıkçısı HARON”un dağa oyulmuş dev heykelinin hemen üstündeydi. Casius dağının (Habib el Neccar ) kuzey ucunda yer alan DSİ yazısın uzun süredir belediye binası bahçesinden, Kavaslı mahallesinden, Asi nehrinin karşı yakasından izler dururdum.
6 Mayıs 1972 tarihi öğrencilik yıllarımda derin etkileri olan bir tarih. Antakya sanat okuluna devam ediyordum. Türkiye çapında açılan sınav sonucu binlerce öğrenci arasından çok az sayıda (50) öğrencinin kazandığı burslu okuma başarımı yeni öğrenmiştim, Antalya Makine Teknisyen okuluna gideceğim müjdesi Denizlerin 6 Mayısta asılmasıyla bir hüzne dönüştü. Arkadaşlarımla “BOYKOT” dedik. Ortaokulda başlayan boykot etkinliğine burada da devam etmiştik. Bu nedenle okuldan 2 günlük uzaklaştırma cezası da almıştım. Okul numaram 606. Öğrencilerin önüne “606 buraya” diye çağrılıp uzaklaştırma cezam okununca, o genç yaşta Denizler için ben de bir şey yapmış olmanın mutluluğunu yaşamıştım.
Zaman akıp geçti. Antakya’ya döndüğümde yeni yeni başlayan devrimci çalışmayı yükseltmeye koyuldum. Hızla ilerleyen süreçte, Ispartalı dostum 68’li militanlardan Yaşar Sarı’dan almış olduğum Mahir çayan’ın Kesintisiz Devrim adlı yazılarının geniş okunması için çoğaltmaya başlamıştık; el yazılı olarak elimde olan kesintisizleri çoğaltmak hiçte kolay olmamıştı. Ancak bu adımla, Mahir’in kesintisizlerini, 12 Mart sonrası dönemde Türkiye’de ilk okuyan şehir Antakya olmuştu. Kesintisizler o zaman çok sakıncalı, gizli ve kutsal kitap gibiydi.
Antakya tüm özgünlüğüyle, “Ayrı Varlık” olarak demokrasi mücadelesi sürecinde hızla yükselen bir yer aldı. Dr. Mehmet Çelikel dostum ve hemşerimin ilişkisiyle Yüksel Erişle tanıştık. Onu misafir ettik. Yüksel Eriş hazır bir örgüt yapısıyla karşılaşmıştı; legaliyle, illegali güçlü olan bir yapı. Yola koyulmuştuk. Ömür Karamollaoğlu geldi ardından, başkaları da. Antakya bir staj yeriydi gelen, giden devrimci kadro ve önderler için şehrimiz örnek bir alandı. Çalışmalarımızla gelene her devrimciye öz güven veriyorduk; kitlesel gücümüzle, bereketli kadro ve militanlarımızla dikkat çeken bir alan başarmıştık. Acil hareketinde Antakya’nın yerinin anlamak bu başlangıçları bilmeyi de gerektirir. Antakya’da “karanlık odaların saksıda yetişen kadroları” yoktu; herkes kitlerin içinde, halkıyla birlikteydi.
Yükselen devrimci mücadele aynı zamanda eylem türlerini ve renklerini de çeşitlendiriyordu. Duvar yazılamaları, kapı altlarından bildiri dağıtımı, afişlemeler, kitlesel eylemlere yeni şeyler eklemeyi zorluyordu.
Çocukluğum İlk kilisenin olduğu yerde geçti. Kadim kilisenin üstündeki mağaralarda oyun oynardık. O dağları avucumun içi gibi bilirdim. Oraları mahallemdi, çevremdi …
Dev DSİ yazısı her zaman dikkatimi çeken bir dağ-taş yazısıydı. Devlete de aitti. Bilinçaltım da Denizleri asan devlete tepkiyle doluydu, bu gün gibi…
İşte bu süreçte DSİ yazısı denizlerin anısına, Deniz olacaktı Mahir olacaktı. Kararımı ilk olarak en yakın yoldaşlarımla paylaştım. Bu çabayı kolektif yapalım kararı aldık. Başka örgütten insanlarda katılsın. THKO sempatizanı arkadaşları davet ettik. Olumlu buldular. Onlarda bizimle gelecekti, dağa tırmanacak DENİZ-MAHİR yazacaktık.
Bu eyleme kimler katıldı, tam olarak hatırlamakta güçlük çekiyorum, aradan 32 yıl zaman geçti. Ancak ağırlığını biz Acilcilerin oluşturduğu ben, Nebil, Fuat Çiler, Mehmet Yavuz, Erkan Ulaşan, Ali sönmez, Mustafa Burgaz, İrfan Ural, Adnan demir, Aziz kandur ve adını hatırlamadığım birkaç yoldaşımız daha vardı. THKO sempatizanları olarak o zaman bilinen Selim Horuz ve birkaç arkadaşı bulunuyordu.
Sayımız on kişiyi aştığını hatırlıyorum. Uzun sürecek ve sabaha karşı bitmesi gereken bir eylem. Dev taşları yerinden oynatacak DSİ yazısını DENİZ- MAHİR diye değiştirecektik. Yazının net görünmesi için de badanayla boyayacaktık. O zamanlar badana boya, kireç taşı eritilerek, pompalı bir aygıtla püskürtülüp yapılırdı. Bunun için bir sempatizanımızdan da bu aygıtı bulmamız gerekti. Buna rağmen çalıdan oluşan fırçalarda yapmıştık.
Dağa tırmanış karanlığın iyice bastığı saatlerde yapıldı. Saat 21.00 civarı olmalıydı. İlk kilisenin önünden geçen yolda toplanmış ve dikkat çekmemek için derhal tırmanışa geçmiştik. Önceden planlandığı gibi taşları yerinden oynatmaya ve yazıyı değiştirmeye koyulduk. İki yoldaşı gözcü olarak asfaltlı yol üzerinde bıraktım.
O an, hepimize nasıl bir kuvvet geldiyse, zevkle yapılan her işte olduğu gibi, süratlice taşları yerinden oynatarak, yeniden düzenliyorduk. Taşlar yetmedi, irili ufaklı taşlar sağdan soldan, dağ eteklerinden de taşınmaya başlandı. Orada emmoğlu İrfan’nın titizliği, harflerin kağıt üzerinde cetvelle çizilmiş gibi oturtulması gerektiği yönündeki ısrarı, Adnan Demir’in telaşa durumlarıyla “polisler geldi” diyerek hepimizin dağılmasına yol açan ünlemleri ve yeniden toplanıp bir kez daha işe koyuluşumuz, heyecanla süren bir çabayı üretiyordu.
Nebil yine her zamanki gibi olayın detaylarından kendini bağımsızlaştırmış işini yapıyordu. Taş dizimi henüz bitmeden önceden hazırlanmış olan eritilmiş kireç taşıyla dolu pompalı kazanın fıskiyesini dizilen taşlara püskürtmeye başlamıştık. Ancak sulu bir şey gibiydi. Renk tutmamıştı. Beyaz ton iyice aşk etmemiş, yazı belirgin olmayacak diye hayıflanmıştık. Badanacılığı bilenler bunun bir süre kuruması gerektiğini, birkaç saat sonra bembeyaz bir tabakanın taşları kaplayacağını söylüyorlardı. Buna rağmen badanayı iki yüz yapma ısrarım oldu. Ancak o dev yazılara yetmez kaygısıyla birinci yüzden arta kalanı, taşlara püskürtmeyi kararlaştırdık.
Onu aşkın genç insan Denizler için bir emek vermek istediler. İsabetli, yaratıcı ve ilk kilise gibi Antakya’nın ilklerine bir ilki katıyorlardı. Üstümüz başımız toprakla, çamurla ve badana beyazıyla damgalanmıştı, bir onur belgesi gibi. Geç saatlere kadar göz gözü görmez bir şekilde planladığımız hedefe vardık. Mutluluk ve rehavetle yeniden düzenlediğimiz taşların üzerinde biraz oturduktan sonra hızla toplanıp dağılmaya başladık.
O gece çokta acıkmıştık. Her zamanki gibi ben ve beraberimde kalan yoldaşlarla annemin yemeklerine daldık. Örgüt evimiz Orhanlı mah. Kurtdere Çıkmazında, baba evimize çok yakın bir yerdeydi. Nebil orada yatacaktı. Sanırım Mehmet Yavuzla birlikte de diğer arkadaşlarla o eve gittiler.
Ertesi gün emeklerimizi seyretmek için Köprübaşına, stadyum civarına, belediye binası bahçesine gittik. En iyi görüntü oradan mümkündü. Eğitim enstitüsünden de görüntü çok müthişti. Kadım Roma şehrinin dağlarında DENİZ-MAHİR yazıyordu.
Bu gün 6 Mayıs 2009, denizlerinin idamları üzerinden geçen onlarca yıl sonra Nebi ve diğer yoldaşlarla Denizler için yaptığımız bu çaba kişiliğimizin oluşumunda bu günün derinliğini ve önemini anlatmaya yeterlidir sanırım.
Bu anımı yazarken özlemle oraları görme istencim yükseldi. Yasaklıyım, ülkeme dönemedim ama tekniğin yardımıyla, Google Earth programıyla koordinatları yaklaşık olarak 36 12’ 36.20” K ve 36 10’43. 94” D olan dağ eteğinde bir kez daha gezindim (öneririm, siz de gezinin). O güzelim dayanışmayı ve yoldaşlarımı tek tek yad ettim. Emeklerle, özveri ve heyecanla yükselen örgütümün devrimci mayasının yoğunluğunu hissettim, bir kez daha bilince çıkarttım. Sorumluluklarımı, hatalarımı ve doğrularımı bir kez daha gözden geçirdim. Yolumu aydınlatan bu anıların ışıklarıyla özgürlük ve demokrasi için yürümem gerektiğini bir kez daha bilincime kazıdım.
Geçmişimiz onurumuzdu. Geleceğimizin temel taşları bu anılardı. Geçmişini “iğrenç” görenlerin köksüzlükleri bu anılarda daha bir anlamlı olarak bilince çıkıyor. Nebil Yoldaşı Denizlerle ilgili ortak bir eylem anısında anarken bunları düşündüm durdum.
Nebil… Nebil…
Deniz- Mahir
Anılarınla örülü kadim şehrin
6 Mayıs 2009
Antakya Casius dağı (Habilp el Neccar) eteğinde yazılı olan
DSİ yazısı Denizlerin anısına, Deniz olacaktı, Mahir olacaktı. Bu eylemde Nebil Rahuma yoldaşım da vardı
Denizlerin anısına, Nebil Rahuma ve diğer yoldaşlarla, Deniz Gezmiş ve Mahir Çayanı ölümsüzleştirmek için giriştiğimiz bir eylem anısını sizlerle paylaşacağım.
Dağlara yazılı DSİ nasıl DENİZ-MAHİR oldu
Antakya kilisesi, Hıristiyanlık tarihinin ilk kilisesidir. Bu kiliseyi kuran Aziz Pavlus’tur. Ve Hıristiyanlık, ilk kaz Antakya’da, bir Yahudi iç sorunu olmaktan çıkmış tüm “milletlere” yapılan bir çağrı haline, ayrı bir din olarak gündeme gelmiştir. Hıristiyanlık Yahudilik içinde, Musa’nın şeriatına uyum çağrısı olmaktan ayrı bir din haline Antakya’da gündeme gelişi, aynı zamanda Antakya’nın kuruluşundan bu yana taşıdığı kültürel çeşitlilik ve yoğunlukla ilgili bir veridir. Bu şehri kadim ve bir o kadar derin yapan da tastamam budur.
“ …; ve şakritlerin Hıristiyan diye çağrılması önce Antakya’da oldu.” (Resullerin işleri bap:11/26)
Yahudilere seslenen Pavlus “ Madem ki siz onu kendinizden atıyorsunuz ve ebedi hayata layık olmadığınıza siz hükmediyorsunuz, işte, biz de milletlere dönüyoruz. Çünkü rab bizlere şöyle emreylemişti:
“seni milletlere ışık olarak koydum ki yerin ucuna kadar kurtarış içinde olasın…” (Rasullerin işleri Bap: 13/ 46-47)
Kadim Roma şehri Antakya budur. Bu şehrin tarih sürecinde Hıristiyanlığın ilk isimlendirilmesi, ilk kilisesi ve milletlere insanlığı seslenişin ilk cümleleri burada kuruldu.
İşte Bu tarihi şehrin tarihi ilk kilisesinin kurulu olduğu dağ eteklerinde DSİ diye dev bir yazı yer alırdı, 70’li yıllarda. DSİ yazısı, “Cehennem kayıkçısı HARON”un dağa oyulmuş dev heykelinin hemen üstündeydi. Casius dağının (Habib el Neccar ) kuzey ucunda yer alan DSİ yazısın uzun süredir belediye binası bahçesinden, Kavaslı mahallesinden, Asi nehrinin karşı yakasından izler dururdum.
6 Mayıs 1972 tarihi öğrencilik yıllarımda derin etkileri olan bir tarih. Antakya sanat okuluna devam ediyordum. Türkiye çapında açılan sınav sonucu binlerce öğrenci arasından çok az sayıda (50) öğrencinin kazandığı burslu okuma başarımı yeni öğrenmiştim, Antalya Makine Teknisyen okuluna gideceğim müjdesi Denizlerin 6 Mayısta asılmasıyla bir hüzne dönüştü. Arkadaşlarımla “BOYKOT” dedik. Ortaokulda başlayan boykot etkinliğine burada da devam etmiştik. Bu nedenle okuldan 2 günlük uzaklaştırma cezası da almıştım. Okul numaram 606. Öğrencilerin önüne “606 buraya” diye çağrılıp uzaklaştırma cezam okununca, o genç yaşta Denizler için ben de bir şey yapmış olmanın mutluluğunu yaşamıştım.
Zaman akıp geçti. Antakya’ya döndüğümde yeni yeni başlayan devrimci çalışmayı yükseltmeye koyuldum. Hızla ilerleyen süreçte, Ispartalı dostum 68’li militanlardan Yaşar Sarı’dan almış olduğum Mahir çayan’ın Kesintisiz Devrim adlı yazılarının geniş okunması için çoğaltmaya başlamıştık; el yazılı olarak elimde olan kesintisizleri çoğaltmak hiçte kolay olmamıştı. Ancak bu adımla, Mahir’in kesintisizlerini, 12 Mart sonrası dönemde Türkiye’de ilk okuyan şehir Antakya olmuştu. Kesintisizler o zaman çok sakıncalı, gizli ve kutsal kitap gibiydi.
Antakya tüm özgünlüğüyle, “Ayrı Varlık” olarak demokrasi mücadelesi sürecinde hızla yükselen bir yer aldı. Dr. Mehmet Çelikel dostum ve hemşerimin ilişkisiyle Yüksel Erişle tanıştık. Onu misafir ettik. Yüksel Eriş hazır bir örgüt yapısıyla karşılaşmıştı; legaliyle, illegali güçlü olan bir yapı. Yola koyulmuştuk. Ömür Karamollaoğlu geldi ardından, başkaları da. Antakya bir staj yeriydi gelen, giden devrimci kadro ve önderler için şehrimiz örnek bir alandı. Çalışmalarımızla gelene her devrimciye öz güven veriyorduk; kitlesel gücümüzle, bereketli kadro ve militanlarımızla dikkat çeken bir alan başarmıştık. Acil hareketinde Antakya’nın yerinin anlamak bu başlangıçları bilmeyi de gerektirir. Antakya’da “karanlık odaların saksıda yetişen kadroları” yoktu; herkes kitlerin içinde, halkıyla birlikteydi.
Yükselen devrimci mücadele aynı zamanda eylem türlerini ve renklerini de çeşitlendiriyordu. Duvar yazılamaları, kapı altlarından bildiri dağıtımı, afişlemeler, kitlesel eylemlere yeni şeyler eklemeyi zorluyordu.
Çocukluğum İlk kilisenin olduğu yerde geçti. Kadim kilisenin üstündeki mağaralarda oyun oynardık. O dağları avucumun içi gibi bilirdim. Oraları mahallemdi, çevremdi …
Dev DSİ yazısı her zaman dikkatimi çeken bir dağ-taş yazısıydı. Devlete de aitti. Bilinçaltım da Denizleri asan devlete tepkiyle doluydu, bu gün gibi…
İşte bu süreçte DSİ yazısı denizlerin anısına, Deniz olacaktı Mahir olacaktı. Kararımı ilk olarak en yakın yoldaşlarımla paylaştım. Bu çabayı kolektif yapalım kararı aldık. Başka örgütten insanlarda katılsın. THKO sempatizanı arkadaşları davet ettik. Olumlu buldular. Onlarda bizimle gelecekti, dağa tırmanacak DENİZ-MAHİR yazacaktık.
Bu eyleme kimler katıldı, tam olarak hatırlamakta güçlük çekiyorum, aradan 32 yıl zaman geçti. Ancak ağırlığını biz Acilcilerin oluşturduğu ben, Nebil, Fuat Çiler, Mehmet Yavuz, Erkan Ulaşan, Ali sönmez, Mustafa Burgaz, İrfan Ural, Adnan demir, Aziz kandur ve adını hatırlamadığım birkaç yoldaşımız daha vardı. THKO sempatizanları olarak o zaman bilinen Selim Horuz ve birkaç arkadaşı bulunuyordu.
Sayımız on kişiyi aştığını hatırlıyorum. Uzun sürecek ve sabaha karşı bitmesi gereken bir eylem. Dev taşları yerinden oynatacak DSİ yazısını DENİZ- MAHİR diye değiştirecektik. Yazının net görünmesi için de badanayla boyayacaktık. O zamanlar badana boya, kireç taşı eritilerek, pompalı bir aygıtla püskürtülüp yapılırdı. Bunun için bir sempatizanımızdan da bu aygıtı bulmamız gerekti. Buna rağmen çalıdan oluşan fırçalarda yapmıştık.
Dağa tırmanış karanlığın iyice bastığı saatlerde yapıldı. Saat 21.00 civarı olmalıydı. İlk kilisenin önünden geçen yolda toplanmış ve dikkat çekmemek için derhal tırmanışa geçmiştik. Önceden planlandığı gibi taşları yerinden oynatmaya ve yazıyı değiştirmeye koyulduk. İki yoldaşı gözcü olarak asfaltlı yol üzerinde bıraktım.
O an, hepimize nasıl bir kuvvet geldiyse, zevkle yapılan her işte olduğu gibi, süratlice taşları yerinden oynatarak, yeniden düzenliyorduk. Taşlar yetmedi, irili ufaklı taşlar sağdan soldan, dağ eteklerinden de taşınmaya başlandı. Orada emmoğlu İrfan’nın titizliği, harflerin kağıt üzerinde cetvelle çizilmiş gibi oturtulması gerektiği yönündeki ısrarı, Adnan Demir’in telaşa durumlarıyla “polisler geldi” diyerek hepimizin dağılmasına yol açan ünlemleri ve yeniden toplanıp bir kez daha işe koyuluşumuz, heyecanla süren bir çabayı üretiyordu.
Nebil yine her zamanki gibi olayın detaylarından kendini bağımsızlaştırmış işini yapıyordu. Taş dizimi henüz bitmeden önceden hazırlanmış olan eritilmiş kireç taşıyla dolu pompalı kazanın fıskiyesini dizilen taşlara püskürtmeye başlamıştık. Ancak sulu bir şey gibiydi. Renk tutmamıştı. Beyaz ton iyice aşk etmemiş, yazı belirgin olmayacak diye hayıflanmıştık. Badanacılığı bilenler bunun bir süre kuruması gerektiğini, birkaç saat sonra bembeyaz bir tabakanın taşları kaplayacağını söylüyorlardı. Buna rağmen badanayı iki yüz yapma ısrarım oldu. Ancak o dev yazılara yetmez kaygısıyla birinci yüzden arta kalanı, taşlara püskürtmeyi kararlaştırdık.
Onu aşkın genç insan Denizler için bir emek vermek istediler. İsabetli, yaratıcı ve ilk kilise gibi Antakya’nın ilklerine bir ilki katıyorlardı. Üstümüz başımız toprakla, çamurla ve badana beyazıyla damgalanmıştı, bir onur belgesi gibi. Geç saatlere kadar göz gözü görmez bir şekilde planladığımız hedefe vardık. Mutluluk ve rehavetle yeniden düzenlediğimiz taşların üzerinde biraz oturduktan sonra hızla toplanıp dağılmaya başladık.
O gece çokta acıkmıştık. Her zamanki gibi ben ve beraberimde kalan yoldaşlarla annemin yemeklerine daldık. Örgüt evimiz Orhanlı mah. Kurtdere Çıkmazında, baba evimize çok yakın bir yerdeydi. Nebil orada yatacaktı. Sanırım Mehmet Yavuzla birlikte de diğer arkadaşlarla o eve gittiler.
Ertesi gün emeklerimizi seyretmek için Köprübaşına, stadyum civarına, belediye binası bahçesine gittik. En iyi görüntü oradan mümkündü. Eğitim enstitüsünden de görüntü çok müthişti. Kadım Roma şehrinin dağlarında DENİZ-MAHİR yazıyordu.
Bu gün 6 Mayıs 2009, denizlerinin idamları üzerinden geçen onlarca yıl sonra Nebi ve diğer yoldaşlarla Denizler için yaptığımız bu çaba kişiliğimizin oluşumunda bu günün derinliğini ve önemini anlatmaya yeterlidir sanırım.
Bu anımı yazarken özlemle oraları görme istencim yükseldi. Yasaklıyım, ülkeme dönemedim ama tekniğin yardımıyla, Google Earth programıyla koordinatları yaklaşık olarak 36 12’ 36.20” K ve 36 10’43. 94” D olan dağ eteğinde bir kez daha gezindim (öneririm, siz de gezinin). O güzelim dayanışmayı ve yoldaşlarımı tek tek yad ettim. Emeklerle, özveri ve heyecanla yükselen örgütümün devrimci mayasının yoğunluğunu hissettim, bir kez daha bilince çıkarttım. Sorumluluklarımı, hatalarımı ve doğrularımı bir kez daha gözden geçirdim. Yolumu aydınlatan bu anıların ışıklarıyla özgürlük ve demokrasi için yürümem gerektiğini bir kez daha bilincime kazıdım.
Geçmişimiz onurumuzdu. Geleceğimizin temel taşları bu anılardı. Geçmişini “iğrenç” görenlerin köksüzlükleri bu anılarda daha bir anlamlı olarak bilince çıkıyor. Nebil Yoldaşı Denizlerle ilgili ortak bir eylem anısında anarken bunları düşündüm durdum.
Nebil… Nebil…
Deniz- Mahir
Anılarınla örülü kadim şehrin
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder