11 Mayıs 2009 Pazartesi
TARİH VE DEMOKRASİ
Mihrac Ural notu:
Demir Küçükaydın'ın aşağıda okuyacağınız yazısı, "GEÇMİŞİN GELECEKTEKİ YERİ" Başlıklı yazıma, konusu "esintiler" olarak belirtilip adresime, ve adres grubuma gönderilmiş makale, yorum yazısındır. Demir'in yazısı 17 Mart 2009 da yazılmış. ilk kez rastlıyorum. Benim yazımın konusu bir aptalın "geçmişi olanın geleceği olmaz" söylemiydi. Akıllara ziyan böylesi bir söylem üzerine kurulmuş felsefi bir yaklaşımı da içeren yazıdır.
Demir'in yazısını en kısa zamanda yanıtlayacağım. Önermelerinde katıldığım ve eleştireceğim yanlar olacaktır. Geçmişe çok farklı bakıyoruz. Bunun üzerinde duracağım.Önce okumak gerek...
Demir küçükaydın
17 Mart 2009
Tarih'in geçmişle değil bugünle ilgili olduğu; Tarih üzerine tartışmaların aslında geçmiş üzerine değil bu güne ve geleceğe ilişkin programlarla ve tasavvurlarla, dolayısıyla da bu program ve tasavvurları şekillendiren, onların ardındaki sınıfsal konum ve çıkarlarla iligili olduğu bir "Lapalis hakikati"dir.
Ama sadece bu kadarı eksik bir doğrudur. Bunun daha da doğrusu, bugünün ve geleceğin aslında geçmişte şekillendirildiğidir. Geçmişi başka türlü ele alıp anlatmayan hiçbir hareket bugünün mücadelelerini ve geleceği başka türlü şekillendirememiştir ve şekillendiremez.
Bu geçmişte böyleydi, bugün de böyledir ve gelecekte de böyle olacaktır.
Her mitolojik hikaye bir tarihtir. Ve bugün bilinen bütün mitolojiler, aslında artık bilinmeyen veya unutulmuş tarihlerin yerine başka bir tarih yazımlarından başka bir şey değildir. Örneğin Kadınların ezilmesi için önce tarih yeniden yazılmıştır; ana tanrıçalar birer meduza yapılmıştır. Tanrıların kavgaları ve ilişkileri toplulukların ve toplumsal sınıfların kavgaları ve ilişkilerinden başka bir şey değildir.
Akdeniz ve Ortadoğu havzasında, dünyanın en elverişli ulaşım koşulu olan denizin (Akdeniz) sağladığı müthiş ticaret olanağının mümkün ve gerekli kıldığı tek tanrılı dinlerin kitapları, aslında, aydınlanma tarihçiliğince mitoloji diye tanımlanacak, tarihlere karşı başka bir tarih yazımından, dolayısıyla başka toplumsal ilişkilerin örgütlenmesinden başka bir şey değildi.
Klasik Akdeniz uygarlığının tek tanrılı dinleri, önceki tarihleri ("mitolojileri") yok edip, örneğin "klasik Greko Romen mitolojisinin", yani tarihinin yerine "Peygamberler Tarihi"ni; Kaos, Kozmos, Kronos vs. yerine Allah, Adem ve Havva'yı; Tanrılar yerine Peygamberleri anlatırken sadece başka bir tarih yazmıyor; bu tarih aracılığıyla başka bir topluluk tanımlıyor, başka bir toplumsal düzen kuruyor, yani geleceği geçmiş aracılığıyla şekillendiriyordu.
Aydınlanma da, yani şu modern toplumun din olmadığını söyleyen dini de, kutsal kitapların tarihine karşı kendi tarihini yazdı. Bu tarihi yazarken kutsal kitapların anlattığı tarihi "İnanç" sorunu olarak akıl dışına sürdü ve karanlık bir ortaçağ kavramıyla bu tarihi cehenneme yolladı.
Sosyalist hareket de bu yasanın dışında değildi, daha doğarken, aslında farklı bir tarih anlayışını taslaklaştırarak (Tarihsel maddecilik) geleceği şekillendirmeyi deniyordu. O gelceğe ilişkin bir program olarak aslında başka bir tarih anlatarak yola çıktı.
Aydınlanma humanizmi karşısında ulus gericiliği de aynı şekilde tarihi birer uluslar tarihi olarak yazarak ulusları kurdu ve geleceği şekillendirebildi. Örneğin bir Türk tarihi yazılmadan bir Türk Devleti ve Türk Ulusu olamazdı.
O halde, Türkiye'de demokratik hareket eğer gelişmek ve bir başarı kazanmak, bu günü ve geleceği şekillendirmek istiyorsa, önce demokratik bir tarih yazmak zorundadır. Tarih demokratik olmadan bugün ve gelecek demokratik olamaz.
Demokratik hareketin zayıflığı aynı zamanda demokratik bir tarih olmamasında yankısını bulmaktadır ya da tersinden demokratik bir tarihçiliğin yokluğu demokratik hareketin zayıflığının en önemli nedenlerinden biridir.
*
Demokratik bir tarihi yazabilmeye en yatkın güçlerin işçi hareketi ve sosyalist hareket olması gerekir.
Ama bu hareketler Demokratik bir tarih yazmamışlar ve yazamamışlardır. Bırakalım demokratik tarihi kendi kendi sosyalist tarihlerini bile Türk ulusçuluğunun tarih kavramı içinde tanımlamışlar; Türk tarihi ile bir mücadeleye girmemişlerdir.
Örneğin Türkiye sosyalist hareketi ve işçi hareketi hep Müslümanlarla ve Türklerle başlatılmıştır. İstisnasız Türkiye'deki bütünsosyalist akımlar, Türkiye'de sosyalist hareketi TKP ve onun Bakü kongresiyle başlatırlar. Osmanlıdaki sosyalist akımlar ve hareketler birer tarih öncesi olarak bile pek ele alınmaz. bunlar birkaç akademisyenin ilgi alanı dışında yer bulamazlar. Türkçeyle ve Türklükle tanımlanmış bir ulusla kendini başlatan bir sosyalist hareket, en gerici ulusçuluğu yeniden üretmekten başka bir şey yapamazdı. Bırakalım sosyalisti bir yana, demokratik bir tarihçilik ise, bu tarihi ulusu Türkyük, vs. ile tanımlayan tarihçiliklere karşı hareketlerle tanımlar ve başlatırdı. yani örneğin, Türkiye Komünist Partisi'nin Bakü kongresi değil, Komünist Manifesto'nun ilk Ermeniceye çevrilişi bu modern sosyalist hareketin başlangıç noktası olurdu. Böyle bir başlangıç noktasının kendisi bile var olan Türk devletine ve ulusçuluğuna karşı bir mücadele anlamı taşır; sosyalistler gerici ulusçuluğun yeniden üreticileri olmazlardı.
En tutarlı demokrat olan ya da olması gereken sosyalist ve işçi hareketi, demokratik tarihi de örneğin Mithat Paşa veya İkinci Meşrutiyet ile değil; Selanikli işçilerle, Balkanlardaki devrimci demokrat ve sosyalist akımlarla ve köylü çetelerle, Ermeni sosyalist hareketiyle, Velestinli Rigasla, Tigran Zaven'le, Tevfik Fikret ile başlatırdı.
Böyle bir tarihe dayanan bir sosyalist ve Demokratik hareket, mitinglerde, anma toplantılarında, bu cılız ama nitelik bakımdan son derece önemli demokratik öncülerin isimlerini ve resimlerini taşır, onların unutulmasına karşı anmalar yapardı. Bu takdirde anma toplantıları birer Pazar vaazı, birer ruhsuz seremoni olmaktan çıkar her biri demokrasi mücadelesinin bir savaşı olurdu.
Böyle bir tarih, Balkan uluslarının kuruluşunu, Ermeni katliamlarını, Mübadeleleri, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunu birer "ilerici" demokratik dönüşüm veya devrim değil, aydınlanmanın demokratik ideallerinin terki ve gerici ve karşı devrimci hareketler olarak anlatırdı.
Böyle bir tarih içinde, Mustafa Suphi'lerin kurduğu Türkiye Komünist Partisi, Ulusu Türklükle tanımlayan bu gericiliğin ve karşı devrimciliğin sosyalist harekete sızması ve ele geçirmesi olarak görülürdü.
Böyle bir tarih, İkinci Meşrutiyet için yapılan askeri ayaklanmayı, Osmanlı devlet sınıflarının demokratik harekete karşı bir manevrası; bütün balkanları sarmış devrimi bastırmak için onun başına geçme ve daha sonraki İttihat Terakki'nin darbesini bunun sonuca ulaşması ve karşı devrim olarak anlatırdı.
Sosyalist ve Demokratik hareketin böyle bir geleneğe dayandığı yerde, Kürtler üzerindeki baskıya karşı demokratik ve devrimci direniş, devrimci ikonografisini, Ergenekon benzeri Kava efsaneleriyle değil, bu topraklardaki Demokratik mücadelenin ilk başlatıcılarıyla, yani Velensinli Rigaslarla, Tigran Zaven'lerle kurardı. (Kürt hareketinin zaten Kemal Pir'ler aracılığıyla bu eksikliği bir parça olsun gidermeye çalışmaktadır ve bu çabalar o demokratik karakterin bir yansımasıdır.)
Bir insan hem Demokrat hem de Türk, Kürt vs. olamaz. Demokrat her şeyden önce, bir ulusun bir dille, bir tarihle, bir soyla, bir etniyle tanımlanmasını reddeden; bunların bütünüyle özele ilişkin olmasını savunan olabilir.
Türkiye'nin demokratları, Türkiye'nin laikleri gibidirler. Laikler nasıl Diyanet işleri, İmam hatipler, din dersleri vs. gibi gerici ve anti laik bir kurumların varlığı ile laiklik arasında bir sorun görmeyen ve hatta bunu laiklik olarak tanımlayan anti laiklerse; Türkiye'nin demokratları da ulusun ve devletin, Türklük ile tanımlanmasında, resmi dilinin Türkçe olmasında, Türk tarihi okutulmasında sorun görmeyen kendini Demokarat sanan anti demokratik Türklerdir.
Türklüğü (ya da Kürtlüğü veya başka bir soyu, tarihi, dili vs.) kişinin bütünüyle özel sorunu yapmayı hedeflemeyen, ulusu bir dil, bir tarih, bir din, bir etni vs. ile tanımlamayı reddetmeyen bir demokratik hareket olamaz.
Demokratik bir devlet Türk Devletinin, Demokratik bir ulusçuluk gerici ulusçuluğun yerini; demokratik bir ulus Türk ve Kürt uluslarının yerini ancak, Tarihi Türklerin, Kürtlerin, Ermenilerin değil; Demokratlarla, Türklerin, Kürtlerin, Ermenilerin mücadelesinin tarihi olarak yazdığında, alabilir.
Bunun haricindeki bütün değişimler, demokrasi değil, bu günkü gericiliğin kendini zamana uydurmasından ve ömrünü uzatmasından başka bir anlama gelmez.
demiraltona@gmail.com
http://www.demirden-kapilar.org
http://www.koxuz.org
Demir Küçükaydın'ın aşağıda okuyacağınız yazısı, "GEÇMİŞİN GELECEKTEKİ YERİ" Başlıklı yazıma, konusu "esintiler" olarak belirtilip adresime, ve adres grubuma gönderilmiş makale, yorum yazısındır. Demir'in yazısı 17 Mart 2009 da yazılmış. ilk kez rastlıyorum. Benim yazımın konusu bir aptalın "geçmişi olanın geleceği olmaz" söylemiydi. Akıllara ziyan böylesi bir söylem üzerine kurulmuş felsefi bir yaklaşımı da içeren yazıdır.
Demir'in yazısını en kısa zamanda yanıtlayacağım. Önermelerinde katıldığım ve eleştireceğim yanlar olacaktır. Geçmişe çok farklı bakıyoruz. Bunun üzerinde duracağım.Önce okumak gerek...
Demir küçükaydın
17 Mart 2009
Tarih'in geçmişle değil bugünle ilgili olduğu; Tarih üzerine tartışmaların aslında geçmiş üzerine değil bu güne ve geleceğe ilişkin programlarla ve tasavvurlarla, dolayısıyla da bu program ve tasavvurları şekillendiren, onların ardındaki sınıfsal konum ve çıkarlarla iligili olduğu bir "Lapalis hakikati"dir.
Ama sadece bu kadarı eksik bir doğrudur. Bunun daha da doğrusu, bugünün ve geleceğin aslında geçmişte şekillendirildiğidir. Geçmişi başka türlü ele alıp anlatmayan hiçbir hareket bugünün mücadelelerini ve geleceği başka türlü şekillendirememiştir ve şekillendiremez.
Bu geçmişte böyleydi, bugün de böyledir ve gelecekte de böyle olacaktır.
Her mitolojik hikaye bir tarihtir. Ve bugün bilinen bütün mitolojiler, aslında artık bilinmeyen veya unutulmuş tarihlerin yerine başka bir tarih yazımlarından başka bir şey değildir. Örneğin Kadınların ezilmesi için önce tarih yeniden yazılmıştır; ana tanrıçalar birer meduza yapılmıştır. Tanrıların kavgaları ve ilişkileri toplulukların ve toplumsal sınıfların kavgaları ve ilişkilerinden başka bir şey değildir.
Akdeniz ve Ortadoğu havzasında, dünyanın en elverişli ulaşım koşulu olan denizin (Akdeniz) sağladığı müthiş ticaret olanağının mümkün ve gerekli kıldığı tek tanrılı dinlerin kitapları, aslında, aydınlanma tarihçiliğince mitoloji diye tanımlanacak, tarihlere karşı başka bir tarih yazımından, dolayısıyla başka toplumsal ilişkilerin örgütlenmesinden başka bir şey değildi.
Klasik Akdeniz uygarlığının tek tanrılı dinleri, önceki tarihleri ("mitolojileri") yok edip, örneğin "klasik Greko Romen mitolojisinin", yani tarihinin yerine "Peygamberler Tarihi"ni; Kaos, Kozmos, Kronos vs. yerine Allah, Adem ve Havva'yı; Tanrılar yerine Peygamberleri anlatırken sadece başka bir tarih yazmıyor; bu tarih aracılığıyla başka bir topluluk tanımlıyor, başka bir toplumsal düzen kuruyor, yani geleceği geçmiş aracılığıyla şekillendiriyordu.
Aydınlanma da, yani şu modern toplumun din olmadığını söyleyen dini de, kutsal kitapların tarihine karşı kendi tarihini yazdı. Bu tarihi yazarken kutsal kitapların anlattığı tarihi "İnanç" sorunu olarak akıl dışına sürdü ve karanlık bir ortaçağ kavramıyla bu tarihi cehenneme yolladı.
Sosyalist hareket de bu yasanın dışında değildi, daha doğarken, aslında farklı bir tarih anlayışını taslaklaştırarak (Tarihsel maddecilik) geleceği şekillendirmeyi deniyordu. O gelceğe ilişkin bir program olarak aslında başka bir tarih anlatarak yola çıktı.
Aydınlanma humanizmi karşısında ulus gericiliği de aynı şekilde tarihi birer uluslar tarihi olarak yazarak ulusları kurdu ve geleceği şekillendirebildi. Örneğin bir Türk tarihi yazılmadan bir Türk Devleti ve Türk Ulusu olamazdı.
O halde, Türkiye'de demokratik hareket eğer gelişmek ve bir başarı kazanmak, bu günü ve geleceği şekillendirmek istiyorsa, önce demokratik bir tarih yazmak zorundadır. Tarih demokratik olmadan bugün ve gelecek demokratik olamaz.
Demokratik hareketin zayıflığı aynı zamanda demokratik bir tarih olmamasında yankısını bulmaktadır ya da tersinden demokratik bir tarihçiliğin yokluğu demokratik hareketin zayıflığının en önemli nedenlerinden biridir.
*
Demokratik bir tarihi yazabilmeye en yatkın güçlerin işçi hareketi ve sosyalist hareket olması gerekir.
Ama bu hareketler Demokratik bir tarih yazmamışlar ve yazamamışlardır. Bırakalım demokratik tarihi kendi kendi sosyalist tarihlerini bile Türk ulusçuluğunun tarih kavramı içinde tanımlamışlar; Türk tarihi ile bir mücadeleye girmemişlerdir.
Örneğin Türkiye sosyalist hareketi ve işçi hareketi hep Müslümanlarla ve Türklerle başlatılmıştır. İstisnasız Türkiye'deki bütünsosyalist akımlar, Türkiye'de sosyalist hareketi TKP ve onun Bakü kongresiyle başlatırlar. Osmanlıdaki sosyalist akımlar ve hareketler birer tarih öncesi olarak bile pek ele alınmaz. bunlar birkaç akademisyenin ilgi alanı dışında yer bulamazlar. Türkçeyle ve Türklükle tanımlanmış bir ulusla kendini başlatan bir sosyalist hareket, en gerici ulusçuluğu yeniden üretmekten başka bir şey yapamazdı. Bırakalım sosyalisti bir yana, demokratik bir tarihçilik ise, bu tarihi ulusu Türkyük, vs. ile tanımlayan tarihçiliklere karşı hareketlerle tanımlar ve başlatırdı. yani örneğin, Türkiye Komünist Partisi'nin Bakü kongresi değil, Komünist Manifesto'nun ilk Ermeniceye çevrilişi bu modern sosyalist hareketin başlangıç noktası olurdu. Böyle bir başlangıç noktasının kendisi bile var olan Türk devletine ve ulusçuluğuna karşı bir mücadele anlamı taşır; sosyalistler gerici ulusçuluğun yeniden üreticileri olmazlardı.
En tutarlı demokrat olan ya da olması gereken sosyalist ve işçi hareketi, demokratik tarihi de örneğin Mithat Paşa veya İkinci Meşrutiyet ile değil; Selanikli işçilerle, Balkanlardaki devrimci demokrat ve sosyalist akımlarla ve köylü çetelerle, Ermeni sosyalist hareketiyle, Velestinli Rigasla, Tigran Zaven'le, Tevfik Fikret ile başlatırdı.
Böyle bir tarihe dayanan bir sosyalist ve Demokratik hareket, mitinglerde, anma toplantılarında, bu cılız ama nitelik bakımdan son derece önemli demokratik öncülerin isimlerini ve resimlerini taşır, onların unutulmasına karşı anmalar yapardı. Bu takdirde anma toplantıları birer Pazar vaazı, birer ruhsuz seremoni olmaktan çıkar her biri demokrasi mücadelesinin bir savaşı olurdu.
Böyle bir tarih, Balkan uluslarının kuruluşunu, Ermeni katliamlarını, Mübadeleleri, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunu birer "ilerici" demokratik dönüşüm veya devrim değil, aydınlanmanın demokratik ideallerinin terki ve gerici ve karşı devrimci hareketler olarak anlatırdı.
Böyle bir tarih içinde, Mustafa Suphi'lerin kurduğu Türkiye Komünist Partisi, Ulusu Türklükle tanımlayan bu gericiliğin ve karşı devrimciliğin sosyalist harekete sızması ve ele geçirmesi olarak görülürdü.
Böyle bir tarih, İkinci Meşrutiyet için yapılan askeri ayaklanmayı, Osmanlı devlet sınıflarının demokratik harekete karşı bir manevrası; bütün balkanları sarmış devrimi bastırmak için onun başına geçme ve daha sonraki İttihat Terakki'nin darbesini bunun sonuca ulaşması ve karşı devrim olarak anlatırdı.
Sosyalist ve Demokratik hareketin böyle bir geleneğe dayandığı yerde, Kürtler üzerindeki baskıya karşı demokratik ve devrimci direniş, devrimci ikonografisini, Ergenekon benzeri Kava efsaneleriyle değil, bu topraklardaki Demokratik mücadelenin ilk başlatıcılarıyla, yani Velensinli Rigaslarla, Tigran Zaven'lerle kurardı. (Kürt hareketinin zaten Kemal Pir'ler aracılığıyla bu eksikliği bir parça olsun gidermeye çalışmaktadır ve bu çabalar o demokratik karakterin bir yansımasıdır.)
Bir insan hem Demokrat hem de Türk, Kürt vs. olamaz. Demokrat her şeyden önce, bir ulusun bir dille, bir tarihle, bir soyla, bir etniyle tanımlanmasını reddeden; bunların bütünüyle özele ilişkin olmasını savunan olabilir.
Türkiye'nin demokratları, Türkiye'nin laikleri gibidirler. Laikler nasıl Diyanet işleri, İmam hatipler, din dersleri vs. gibi gerici ve anti laik bir kurumların varlığı ile laiklik arasında bir sorun görmeyen ve hatta bunu laiklik olarak tanımlayan anti laiklerse; Türkiye'nin demokratları da ulusun ve devletin, Türklük ile tanımlanmasında, resmi dilinin Türkçe olmasında, Türk tarihi okutulmasında sorun görmeyen kendini Demokarat sanan anti demokratik Türklerdir.
Türklüğü (ya da Kürtlüğü veya başka bir soyu, tarihi, dili vs.) kişinin bütünüyle özel sorunu yapmayı hedeflemeyen, ulusu bir dil, bir tarih, bir din, bir etni vs. ile tanımlamayı reddetmeyen bir demokratik hareket olamaz.
Demokratik bir devlet Türk Devletinin, Demokratik bir ulusçuluk gerici ulusçuluğun yerini; demokratik bir ulus Türk ve Kürt uluslarının yerini ancak, Tarihi Türklerin, Kürtlerin, Ermenilerin değil; Demokratlarla, Türklerin, Kürtlerin, Ermenilerin mücadelesinin tarihi olarak yazdığında, alabilir.
Bunun haricindeki bütün değişimler, demokrasi değil, bu günkü gericiliğin kendini zamana uydurmasından ve ömrünü uzatmasından başka bir anlama gelmez.
demiraltona@gmail.com
http://www.demirden-kapilar.org
http://www.koxuz.org
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder