14 Mayıs 2009 Perşembe
DİRENMENİN ERDEMİ
Mihrac Ural
18 Mayıs 2009
İbo'nun anısına
Yaşadıkları tarihi kesitte, nesnel ve öznel koşulların gerektirdiği duruşları duran, tutumları takınan insanların birer lider olarak o toplumları ve o tarihi kesitleri temsil ettiklerini görürüz. İbrahim Kaypakkaya budur.
O, aylarca ağır işkencelere karşı direnmiştir: ancak hiçbir zaman acıyı erdem saymamıştır.
Acı çekmek erdem değildir, insani değildir. Ancak, verilerin gerektirdiği duruş için, tutum için, dayatılan acıyı erdeme dönüştürmek bir başka şeydir. Bu, acıyı dayatan düşmana karşı dik durmaktır, temsil edilen değerlere karşı sorumluca bir duruş ortaya koymaktır. Bunun adı tarihi gerisin geriye çevirmek isteyenlere karşı direnmektir…
Bu bir fay hattıdır. Bu bir kırılma noktasıdır. Acıyı erdem görme değil, dayatılan acıyı erdeme dönüştürerek göğüslemektir. Mitsizim değil, ilerlemedir, direnmenin diğer adıdır. İbo kendi orijinalitesi olan, Anadolu gerçekliğini temsil eden önder ve lider olarak bunu başarmıştır. Bu ise bir yoğunluk halidir, bir bilgi birikimi ve net bir amaç, hedef arkasında dik duruştur. İbo’nun, hepimize bıraktığı mirası budur.
Orijinal olmak, evrensel olmanın giriş kapısı ise bu kapıdan devrimci hareket tarihinde ilk geçen İbrahim Kaypakkaya’dır diyeceğim. Bize ait olana, bizden olana, kendi gerçekliğimize, tarihimizle şekillenmiş olana sahip çıkışımızın algısı da buradadır.
***
Hz. Musa, Hz. İsa, Hz Muhammed yeryüzüne bir kez daha gelip çağrılarını yapsalar, onlara kaç kişi inanırdı, peşlerinden kaç kişi giderdi. Kendi adıma Suudi Arabistan’dan bu gün bir değil bin Hazret çıksa ona inanmazdım, kâla almaz, dönüp bakmazdım. Benim gibi düşünenlerin çoğunlukta olduğu da kesin. Zaten 6 milyarlık dünya nüfusunda semavi dinlerle hiç ilgisi olmayan yarıdan fazla beşer yaşıyor. Ayrıca, yer küremizde kendini peygamber sayan binlerce insan yaşıyor, enteresan ve çok akıllıymış gibi gelen çağrılar yapıyorlar. Uzaydan gelenlerinden tutun vahiyi peşin ya da taksitle alanlara kadar. Ülkemizde TV ekranlarında boy gösteren peygamberler de cabası.
Peki, bu gün inanmadığımız ve asla inanmayacağımız, metafizik (ilkel ya da çağdaş) olarak görüp, elimizin tersiyle iteceğimiz hurafelere karşın, bildik peygamberlerin sihirli duruşları neydi ki bu güne kadar uzanan karizmaları ve etkinlikleriyle aramızda yaşayabiliyorlar.
Bunu dünya ve tek tek ülkelerin tarihlerinde yaşayan liderler içinde sorgulayabiliriz. Almanların Bismarkı, Arapların Abdül-Nasırı, Spartakus ve Şeyh Bedreddin gibi isimler farklılıklarına rağmen eklenebilir. Bu tür listelerde yer alanların ortak özelliklerini soyutlayıp kıstas olarak ortaya koyacak olursak karşımıza önemli bir formül çıkar. O da, yaşadıkları tarihi kesitte, nesnel ve öznel koşulların gerektirdiği duruşları duran, tutumları takınan insanların birer lider olarak o toplumları ve o tarihi kesitleri temsil ettiklerini görürüz. Karizmaları da buradan beslenir.
O konjonktürde duruşu ve tutumu yaratan etkinlikte sayısal hiçbir şeyin değerin ve önemi yoktur; kaç yaşında oldukları, ne kadar kitap okudukları, kaç savaş kazanıp kazanmadıkları, sonunda iktidar olup olmadıkları da önemli değil. Bulundukları tarihsel kesitte gösterdikleri duruş ve tutum, o tarihi kesiti aşıp geçtiğimizde hala onların anılarını yaşatan bir toplum ya da ilgili kesim var ise bu onların klasikleştiklerine bir göstergedir, ölümsüzlüklerine de bir veridir.
Kerbela olayında Hz. Hüseyn’in, Arap-İslam imparatorluğunu, uygarlığını kuran Emevilerin başı Muaviye’ye karşı duruş ve tutumu o dönemin, o tarihi kesitin alınması gereken tutum ve duruşunu temsil etmekteydi. Bu yanıyla Kerbela ve Ehlibeytin Hz. Hüseyn adıyla duruşları klasikleşmiştir. Bu gün Hz. Hüseyn her bir Alevi de ölümsüz olarak yaşarken, Muaviye’yi açık ve net biçimde sahiplenecek bir İslam mezhebinin olmaması, es geçilmesi de bundandır. Bunun adı orijinal olmak ve bunun gerektirdiği tutumu ortaya koymaktır. Devrimci tutum böylesi bir tarihsel tutumdur. Kalıcı olan, yaşayan, geri dönülmesi mümkün olmayan duruş da budur.
Evrensel ölçekte herkesin bildiği binlerce örnek üzerinde durmayacağım. Yerele bakacağım. Kendi topraklarımda ayaklarım yere basarak, evrensele gitmeyi tercih edeceğim. Uzun zamandan beri yazıp durduğum orijinalite vurgularıma bir yenisini ekleme çabası vereceğim. Bunu Kızıldere katliamı anısına Mahir Çayan ve arkadaşlarını anarken, Keza, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını da anarken dile getirdim. Bu halkanın üçüncü boyutu İbrahim Kaypakkaya’yı anarken de aynıyla tekrar etmeye çalışacağım.
Bu noktada ilginç bir kesişmeye dikkat çekeceğim. Mahirler Kızıldere’de çatışarak, Denizler idam edilerek, İbo işkencede ser verip sır vermeyerek direndiler. 12 Mart askeri faşist darbesinin halklarımızın haklarını gasp edişine karşı, o kesitin tüm ilişki ve çelişkileri adına direnme tutumu koydular. Faşist bir iktidar yapılanmasına karşı genç yaşlarında, Halkları adına alınması gereken tutumu alarak o tarihi kesiti temsil ettiler. Klasikleştiler ve bugüne kadar süren karizmalarını, önderliklerini ve arkalarında dik durma kararlılığı sürdüren kitleleri oluşturdular. Türkiye devrimci hareketinin tarihi bin yıl sonra anıldığı zaman da bu dönem, bu liderlerle anılacak ve anıları her bir devrimcide bir biçimiyle yaşayacaktır.
Bu gün inkar edilmeyecek sayıda genç-yaşlı o kesitin önderlerinin anısıyla mücehhez olarak yollarına devam ediyor. Ancak hala lider olan önder olan geçmişten geleceğe içimizde aramızda yaşayan onlardır.
O tarihi kesitin gereklerini ilk yerine getirenler onlardı. Klasikleşen onlardı. Devrimci hareket hala o süreci aşamadı ve klasikleşen liderlerini aşıp yeni donemin kendine ait tutum ve duruşlarını gündeme getirerek, farklı bir klasikleşme yaratacak önderleri üretemedi. Ülkemizin, demokrasi ve özgürlük mücadelesinin tamamlanmamış görevleri tamamlanana kadar da bunun aşılması mümkün değildir. Bu dönemin liderleri ve önderleri Denizler Mahirler ve İbolardır.
Bu yanıyla geçmiş geleceğimizde yaşamaya tüm canlılığıyla devam ediyor demek yanlış değildir. “Geçmişi olanın geleceği olmaz” diyen aptalların geçmiş inkarcılığı ise tek amaca sahiptir; o da bize ait ve bizden olup yaşayan her gerçeği katletmektir. Geleceğimizin olmaması için geçmişimizi yok saymaktır.
İbrahim Kaypakkaya, aylar süren amansız bir işkence karşısında devrimci tarihimize altın harflerle not düşülen, düşmana ser verip sır vermemesiyle bilinir. Kendini lider sayan ve iki tokat yemeden her şeyi ortaya döküp örgütünü, yoldaşlarını polise teslim edenlerin bol olduğu bir ülkede yaşıyoruz. İbo’nun direnişi üzerine geçen yılki anma yazımda “SON SÖZÜMÜZ” diye başlık geçtim. Orada da dile getirdim. Devrimci olmak direnmektir. Direnmek hepimiz adına bir yükümlülük bir sorumluluk gösterebilmektir. Temsil ettiğimizi iddia ettiğimiz değerler ve dava uğruna bir duruş bir tutum sergilemektir. Bunu insan olarak yapmayanların yapacağı tek şey özür dileyerek işledikleri cürümü bir noktada sona erdirmektir. Ancak hayasızca işledikleri cürümü pervasızca savunma girişimleri bu gün bu insanların devam eden tahribatlarına bir işarettir. Bizler bunu, kendi örgütsel deneyimimizde bir itirafçıyla yaşadık. Etkileri bu güne kadar süren bir yıkımın acıları hala sürmektedir; sürgünlerimizin, polise afişe oluşumuzun sonuçları hala çekilmektedir.
Ser verip sır vermeyen İbo, Kızldere katliamındaki direnişe, idam sehpasındaki direnişe, işkencedeki direnişiyle katılmış ve döneminin klasikleşen duruş ve tutumlarına önemli bir veri sağlamıştır. O günde işkencede direnen ve ölümüne bu tutarlı tutumuyla dik duranlar olmuştur. Ancak İbo’nun tutumu bu boyutuyla başlayıp biten bir tutum değildi. O aynı zamanda müthiş bir bilgi birikimiyle, yazdıkları ve temsil ettiği değerlere karşı gösterdiği orijinalitesiyle de bu gün üzerinde durmakta olduğumuz değer manzumesini, liderlik ve önderlik vasfını kazanmıştır.
Bunu sağlayan öncelikli veri İbo’nun tipik bir yerli olmasıdır. Tam bir Anadolu insanı olarak önder ve lider olmayı başarmasıdır. Geldiği kültürel geleneğin direnme menkıbeleri, söylem ve nefesleri İbo’da öylesine derin öylesine birebir bir köklülük göstermiştir ki, akıllara ziyan işkencelere dayanmanın erdemi burada tecelli etmiştir. Bu noktada, kendi adıma önemli bir belirleme yapacağım.
Acı çekmeyi erdem saymam. Acı insani olmayan bir unsurdur. Acı çekerek yaratılan mistizme karşı her zaman durmuş bir düşün geleneğine sahibim. Bizim gelenekte Kerbela olayı, Şiilikte dile gelen acının tekrar yaşanarak Hz. Hüseyn’in anılmasını içermez. Bizim gelenekte Hz. Hüseyn ölmemiştir, her bir Alevinin devam eden direnişinde yaşamaya devam etmektedir. Bu yanıyla evrimin sürekliliği, devinimi vardır. Direnmenin yaşamı yenilemek için ortaya koyduğu tutumda, devamlılığı dile getiren bu öğretide donukluk yoktur. Emevi şeriatının iflas ettiği alan da bu alandır. “Akıl süzgecinden geçmeyen hiçbir şey şer-i olamaz” diyen büyük şeyhimiz Hüseyn bin Hamdan el Hasibi’nin 1100 yıl önceden belirlenmiş, bu güne dik olarak gelebilmiş evrensel insan akıl süreçlerini tanımlayan eğretisi de budur. Acı çekmek erdem değildir diyorum bir kez daha.
Anadolu Aleviliğini de Şiilikten ayıran önemli referanslardan biri de budur. Bu gelenekte direnmek acı çekmeyi erdemli kılmak için ortaya konmaz.
Acı çekmek erdem değildir insani değildir ancak, verilerin gerektirdiği duruş için, tutum için, dayatılan acıyı erdeme dönüştürmek bir başka şeydir. Bu, acıyı dayatan düşmana karşı dik durmaktır, temsil edilen değerlere karşı sorumluca bir duruş ortaya koymaktır. Bunun adı direnmektir…
Bu bir fay hattıdır. Bu bir kırılma noktasıdır. Acıyı erdem görme değil, dayatılan acıyı erdeme dönüştürerek göğüslemektir. Mitsizim değil, ilerlemedir direnmenin diğer adıdır. İbo kendi orijinalitesi olan Anadolu gerçekliğini temsil eden önder ve lider olarak bunu başarmıştır. Bu ise bir yoğunluk halidir, bir bilgi birikimi ve net bir amaç, hedef arkasında dik duruştur. İbo’nun, hepimize bıraktığı mirası budur.
Orijinal olmak, evrensel olmanın giriş kapısı ise bu kapıdan devrimci hareket tarihinde ilk geçen İbrahim Kaypakkaya’dır diyeceğim. Bize ait olana, bizden olana, kendi gerçekliğimize, tarihimizle şekillenmiş olana sahip çıkışımızın algısı da buradadır.
Denizler, Mahirler ve İbolar birbirini tamamlayan duruşlarıyla geçmişimizin yaşayan verileri olarak, önder ve liderleri olarak geleceğimizde haklı yerlerini almaya devam etmektedirler. Geçmişi olmayanların geleceği olmayacağını bu tabloda bir kez daha bilince çıkarmak güç değildir.
İbrahim Kaypakkaya bizim demokrasi düşmanlarına son sözümüzdür. Bu söz sonsuz bir nefes, kesintisiz bir duruş ve tutumdur. Geçmişimizdir, gelecekte yaşayan verimizdir.
Bu sözün kod adı da, açık adı da DİRENMEKTİR.
Tarihi yaratan evrim, devrimci bir direnme tarihidir. Bin bir biçim ve bin bir yoldan doğruya varışıyla tarihi ilerleten kolektif akıl, her mevzide ortaya koyduğu direnmeyle bunu başarmıştır.
İbrahim Kaypakkaya budur.
18 Mayıs 2009
İbo'nun anısına
Yaşadıkları tarihi kesitte, nesnel ve öznel koşulların gerektirdiği duruşları duran, tutumları takınan insanların birer lider olarak o toplumları ve o tarihi kesitleri temsil ettiklerini görürüz. İbrahim Kaypakkaya budur.
O, aylarca ağır işkencelere karşı direnmiştir: ancak hiçbir zaman acıyı erdem saymamıştır.
Acı çekmek erdem değildir, insani değildir. Ancak, verilerin gerektirdiği duruş için, tutum için, dayatılan acıyı erdeme dönüştürmek bir başka şeydir. Bu, acıyı dayatan düşmana karşı dik durmaktır, temsil edilen değerlere karşı sorumluca bir duruş ortaya koymaktır. Bunun adı tarihi gerisin geriye çevirmek isteyenlere karşı direnmektir…
Bu bir fay hattıdır. Bu bir kırılma noktasıdır. Acıyı erdem görme değil, dayatılan acıyı erdeme dönüştürerek göğüslemektir. Mitsizim değil, ilerlemedir, direnmenin diğer adıdır. İbo kendi orijinalitesi olan, Anadolu gerçekliğini temsil eden önder ve lider olarak bunu başarmıştır. Bu ise bir yoğunluk halidir, bir bilgi birikimi ve net bir amaç, hedef arkasında dik duruştur. İbo’nun, hepimize bıraktığı mirası budur.
Orijinal olmak, evrensel olmanın giriş kapısı ise bu kapıdan devrimci hareket tarihinde ilk geçen İbrahim Kaypakkaya’dır diyeceğim. Bize ait olana, bizden olana, kendi gerçekliğimize, tarihimizle şekillenmiş olana sahip çıkışımızın algısı da buradadır.
***
Hz. Musa, Hz. İsa, Hz Muhammed yeryüzüne bir kez daha gelip çağrılarını yapsalar, onlara kaç kişi inanırdı, peşlerinden kaç kişi giderdi. Kendi adıma Suudi Arabistan’dan bu gün bir değil bin Hazret çıksa ona inanmazdım, kâla almaz, dönüp bakmazdım. Benim gibi düşünenlerin çoğunlukta olduğu da kesin. Zaten 6 milyarlık dünya nüfusunda semavi dinlerle hiç ilgisi olmayan yarıdan fazla beşer yaşıyor. Ayrıca, yer küremizde kendini peygamber sayan binlerce insan yaşıyor, enteresan ve çok akıllıymış gibi gelen çağrılar yapıyorlar. Uzaydan gelenlerinden tutun vahiyi peşin ya da taksitle alanlara kadar. Ülkemizde TV ekranlarında boy gösteren peygamberler de cabası.
Peki, bu gün inanmadığımız ve asla inanmayacağımız, metafizik (ilkel ya da çağdaş) olarak görüp, elimizin tersiyle iteceğimiz hurafelere karşın, bildik peygamberlerin sihirli duruşları neydi ki bu güne kadar uzanan karizmaları ve etkinlikleriyle aramızda yaşayabiliyorlar.
Bunu dünya ve tek tek ülkelerin tarihlerinde yaşayan liderler içinde sorgulayabiliriz. Almanların Bismarkı, Arapların Abdül-Nasırı, Spartakus ve Şeyh Bedreddin gibi isimler farklılıklarına rağmen eklenebilir. Bu tür listelerde yer alanların ortak özelliklerini soyutlayıp kıstas olarak ortaya koyacak olursak karşımıza önemli bir formül çıkar. O da, yaşadıkları tarihi kesitte, nesnel ve öznel koşulların gerektirdiği duruşları duran, tutumları takınan insanların birer lider olarak o toplumları ve o tarihi kesitleri temsil ettiklerini görürüz. Karizmaları da buradan beslenir.
O konjonktürde duruşu ve tutumu yaratan etkinlikte sayısal hiçbir şeyin değerin ve önemi yoktur; kaç yaşında oldukları, ne kadar kitap okudukları, kaç savaş kazanıp kazanmadıkları, sonunda iktidar olup olmadıkları da önemli değil. Bulundukları tarihsel kesitte gösterdikleri duruş ve tutum, o tarihi kesiti aşıp geçtiğimizde hala onların anılarını yaşatan bir toplum ya da ilgili kesim var ise bu onların klasikleştiklerine bir göstergedir, ölümsüzlüklerine de bir veridir.
Kerbela olayında Hz. Hüseyn’in, Arap-İslam imparatorluğunu, uygarlığını kuran Emevilerin başı Muaviye’ye karşı duruş ve tutumu o dönemin, o tarihi kesitin alınması gereken tutum ve duruşunu temsil etmekteydi. Bu yanıyla Kerbela ve Ehlibeytin Hz. Hüseyn adıyla duruşları klasikleşmiştir. Bu gün Hz. Hüseyn her bir Alevi de ölümsüz olarak yaşarken, Muaviye’yi açık ve net biçimde sahiplenecek bir İslam mezhebinin olmaması, es geçilmesi de bundandır. Bunun adı orijinal olmak ve bunun gerektirdiği tutumu ortaya koymaktır. Devrimci tutum böylesi bir tarihsel tutumdur. Kalıcı olan, yaşayan, geri dönülmesi mümkün olmayan duruş da budur.
Evrensel ölçekte herkesin bildiği binlerce örnek üzerinde durmayacağım. Yerele bakacağım. Kendi topraklarımda ayaklarım yere basarak, evrensele gitmeyi tercih edeceğim. Uzun zamandan beri yazıp durduğum orijinalite vurgularıma bir yenisini ekleme çabası vereceğim. Bunu Kızıldere katliamı anısına Mahir Çayan ve arkadaşlarını anarken, Keza, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını da anarken dile getirdim. Bu halkanın üçüncü boyutu İbrahim Kaypakkaya’yı anarken de aynıyla tekrar etmeye çalışacağım.
Bu noktada ilginç bir kesişmeye dikkat çekeceğim. Mahirler Kızıldere’de çatışarak, Denizler idam edilerek, İbo işkencede ser verip sır vermeyerek direndiler. 12 Mart askeri faşist darbesinin halklarımızın haklarını gasp edişine karşı, o kesitin tüm ilişki ve çelişkileri adına direnme tutumu koydular. Faşist bir iktidar yapılanmasına karşı genç yaşlarında, Halkları adına alınması gereken tutumu alarak o tarihi kesiti temsil ettiler. Klasikleştiler ve bugüne kadar süren karizmalarını, önderliklerini ve arkalarında dik durma kararlılığı sürdüren kitleleri oluşturdular. Türkiye devrimci hareketinin tarihi bin yıl sonra anıldığı zaman da bu dönem, bu liderlerle anılacak ve anıları her bir devrimcide bir biçimiyle yaşayacaktır.
Bu gün inkar edilmeyecek sayıda genç-yaşlı o kesitin önderlerinin anısıyla mücehhez olarak yollarına devam ediyor. Ancak hala lider olan önder olan geçmişten geleceğe içimizde aramızda yaşayan onlardır.
O tarihi kesitin gereklerini ilk yerine getirenler onlardı. Klasikleşen onlardı. Devrimci hareket hala o süreci aşamadı ve klasikleşen liderlerini aşıp yeni donemin kendine ait tutum ve duruşlarını gündeme getirerek, farklı bir klasikleşme yaratacak önderleri üretemedi. Ülkemizin, demokrasi ve özgürlük mücadelesinin tamamlanmamış görevleri tamamlanana kadar da bunun aşılması mümkün değildir. Bu dönemin liderleri ve önderleri Denizler Mahirler ve İbolardır.
Bu yanıyla geçmiş geleceğimizde yaşamaya tüm canlılığıyla devam ediyor demek yanlış değildir. “Geçmişi olanın geleceği olmaz” diyen aptalların geçmiş inkarcılığı ise tek amaca sahiptir; o da bize ait ve bizden olup yaşayan her gerçeği katletmektir. Geleceğimizin olmaması için geçmişimizi yok saymaktır.
İbrahim Kaypakkaya, aylar süren amansız bir işkence karşısında devrimci tarihimize altın harflerle not düşülen, düşmana ser verip sır vermemesiyle bilinir. Kendini lider sayan ve iki tokat yemeden her şeyi ortaya döküp örgütünü, yoldaşlarını polise teslim edenlerin bol olduğu bir ülkede yaşıyoruz. İbo’nun direnişi üzerine geçen yılki anma yazımda “SON SÖZÜMÜZ” diye başlık geçtim. Orada da dile getirdim. Devrimci olmak direnmektir. Direnmek hepimiz adına bir yükümlülük bir sorumluluk gösterebilmektir. Temsil ettiğimizi iddia ettiğimiz değerler ve dava uğruna bir duruş bir tutum sergilemektir. Bunu insan olarak yapmayanların yapacağı tek şey özür dileyerek işledikleri cürümü bir noktada sona erdirmektir. Ancak hayasızca işledikleri cürümü pervasızca savunma girişimleri bu gün bu insanların devam eden tahribatlarına bir işarettir. Bizler bunu, kendi örgütsel deneyimimizde bir itirafçıyla yaşadık. Etkileri bu güne kadar süren bir yıkımın acıları hala sürmektedir; sürgünlerimizin, polise afişe oluşumuzun sonuçları hala çekilmektedir.
Ser verip sır vermeyen İbo, Kızldere katliamındaki direnişe, idam sehpasındaki direnişe, işkencedeki direnişiyle katılmış ve döneminin klasikleşen duruş ve tutumlarına önemli bir veri sağlamıştır. O günde işkencede direnen ve ölümüne bu tutarlı tutumuyla dik duranlar olmuştur. Ancak İbo’nun tutumu bu boyutuyla başlayıp biten bir tutum değildi. O aynı zamanda müthiş bir bilgi birikimiyle, yazdıkları ve temsil ettiği değerlere karşı gösterdiği orijinalitesiyle de bu gün üzerinde durmakta olduğumuz değer manzumesini, liderlik ve önderlik vasfını kazanmıştır.
Bunu sağlayan öncelikli veri İbo’nun tipik bir yerli olmasıdır. Tam bir Anadolu insanı olarak önder ve lider olmayı başarmasıdır. Geldiği kültürel geleneğin direnme menkıbeleri, söylem ve nefesleri İbo’da öylesine derin öylesine birebir bir köklülük göstermiştir ki, akıllara ziyan işkencelere dayanmanın erdemi burada tecelli etmiştir. Bu noktada, kendi adıma önemli bir belirleme yapacağım.
Acı çekmeyi erdem saymam. Acı insani olmayan bir unsurdur. Acı çekerek yaratılan mistizme karşı her zaman durmuş bir düşün geleneğine sahibim. Bizim gelenekte Kerbela olayı, Şiilikte dile gelen acının tekrar yaşanarak Hz. Hüseyn’in anılmasını içermez. Bizim gelenekte Hz. Hüseyn ölmemiştir, her bir Alevinin devam eden direnişinde yaşamaya devam etmektedir. Bu yanıyla evrimin sürekliliği, devinimi vardır. Direnmenin yaşamı yenilemek için ortaya koyduğu tutumda, devamlılığı dile getiren bu öğretide donukluk yoktur. Emevi şeriatının iflas ettiği alan da bu alandır. “Akıl süzgecinden geçmeyen hiçbir şey şer-i olamaz” diyen büyük şeyhimiz Hüseyn bin Hamdan el Hasibi’nin 1100 yıl önceden belirlenmiş, bu güne dik olarak gelebilmiş evrensel insan akıl süreçlerini tanımlayan eğretisi de budur. Acı çekmek erdem değildir diyorum bir kez daha.
Anadolu Aleviliğini de Şiilikten ayıran önemli referanslardan biri de budur. Bu gelenekte direnmek acı çekmeyi erdemli kılmak için ortaya konmaz.
Acı çekmek erdem değildir insani değildir ancak, verilerin gerektirdiği duruş için, tutum için, dayatılan acıyı erdeme dönüştürmek bir başka şeydir. Bu, acıyı dayatan düşmana karşı dik durmaktır, temsil edilen değerlere karşı sorumluca bir duruş ortaya koymaktır. Bunun adı direnmektir…
Bu bir fay hattıdır. Bu bir kırılma noktasıdır. Acıyı erdem görme değil, dayatılan acıyı erdeme dönüştürerek göğüslemektir. Mitsizim değil, ilerlemedir direnmenin diğer adıdır. İbo kendi orijinalitesi olan Anadolu gerçekliğini temsil eden önder ve lider olarak bunu başarmıştır. Bu ise bir yoğunluk halidir, bir bilgi birikimi ve net bir amaç, hedef arkasında dik duruştur. İbo’nun, hepimize bıraktığı mirası budur.
Orijinal olmak, evrensel olmanın giriş kapısı ise bu kapıdan devrimci hareket tarihinde ilk geçen İbrahim Kaypakkaya’dır diyeceğim. Bize ait olana, bizden olana, kendi gerçekliğimize, tarihimizle şekillenmiş olana sahip çıkışımızın algısı da buradadır.
Denizler, Mahirler ve İbolar birbirini tamamlayan duruşlarıyla geçmişimizin yaşayan verileri olarak, önder ve liderleri olarak geleceğimizde haklı yerlerini almaya devam etmektedirler. Geçmişi olmayanların geleceği olmayacağını bu tabloda bir kez daha bilince çıkarmak güç değildir.
İbrahim Kaypakkaya bizim demokrasi düşmanlarına son sözümüzdür. Bu söz sonsuz bir nefes, kesintisiz bir duruş ve tutumdur. Geçmişimizdir, gelecekte yaşayan verimizdir.
Bu sözün kod adı da, açık adı da DİRENMEKTİR.
Tarihi yaratan evrim, devrimci bir direnme tarihidir. Bin bir biçim ve bin bir yoldan doğruya varışıyla tarihi ilerleten kolektif akıl, her mevzide ortaya koyduğu direnmeyle bunu başarmıştır.
İbrahim Kaypakkaya budur.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder