28 Mayıs 2009 Perşembe
(87. Dosya) Antakya Düşmanlığı Derin Devletin Demokrasi Düşmanlığıdır.
Mihrac Ural
17 Mayıs 2009
Antakya, doğası gereği her türlü milliyetçiliğe, inanç ayrımcılığına karşı bir duruşu temsil eder. Antakya, Roma’dan önceye ve sonrasına, Bizans’tan, Arap-İslam’a, Osmanlıya, Cumhuriyet Türkiye’sine uzanan tüm süreçlerde hakim olanlara inat, tek boyutlu dayatmaya direnerek mozaik yapısını barışla korumuştur. Bu şehrin her alanında kapı komşusu oldu tüm dinler, etnik yapılar, inançlar.
Acilcilik bu doğanın verileriyle yükseldi, Antakya’yı başkent yaptı. Acilcilerin ülke çapındaki farkı da tam bu noktada belirginleşti; milliyetçi bölücülüğe karşı, inanç ve etnik özgürlükle kaynaşmış ortak bir hatta devrimci mücadeleyi kaynaştırdı.
İşte bu gerçeğe dil uzatmak istiyorlar.
Önce Antakya’yı küçümsemek istediler bir ton kirli yazı yazdılar. On yılların emeklerini, her mahalledeki örgütlülükleri, her köydeki etkinlikleri, her ailesinden yıllarca zindan yatan kadroları, militanları, işkenceleri, sürgünleri. “Abartma” olarak hafife aldılar. Ama bu çabalar tutmadı. Antakya gerçekliği her yerde ayakları üzerinde dik duran doğrulardan oluşuyordu. Kirli insanların çabalarını iflasla sonuçlandıran da bu oldu.
Antakya, Acilcilerin başkentiydi ve yeniden her şeye inat özgürlük ve demokrasi mücadelesini yükseltiyordu. Bu dinamizmi kavramayanlar, derin devlet adına saldırılarını yükseltiyordu.
Antakya’yı küçümsemek tutmayınca, komiser Colomboca kriminal arkeoloji kazılarına ve böl yönet taktiklerine soyundular. Siyasetle ilgisi olmayan, Nebil yoldaşın şüpheleri ve önerisiyle, sorguya çekilip, ağzına tabanca dayanmış bir sinsi adamın (E.U) ölü konuşturuculuğundan medet umdular; yeryüzünde kendisinden başka kimsenin duymadığı bir söylenti üzerinde şato kurmaya çalıştılar. Tutmadı. Belgesiz, kanıtsız ithamlarını örtmek için beyhude çabalara yöneldiler.
Mektup yazdılar bir Antakyalı adına (S.Ü). Bu yoldaş yalanlarını suratlarına şamar gibi vurdu. Açıklamasını yaptı ve susturdu.
Arapça konuşturdular hiç Arapça bilmeyen bir Antakyalıya (H.Y), yüzlerine vurdu yalanlarını, balans ayarlarıyla geçiştirdiler, özür dilemeden.
Son üretimleri, geçmişinde olumlu duruşları olan bir Acilci eskisiyle (M.B) kurdukları dirsek temasıydı. Onunla sohbetlerinden cımbızlanmış, konuyla ilgisiz, nerede ne amaçla söylendiği belli olmayan bir “duyum”u öne sürdüler. Bu girişimin yalan olduğunu aynı kişi suratlarına vurdu, benim söylemediğim şeyleri adıma yazıyorsunuz dedi. Antakyalıyı Antakyalıya kırdırma girişiminin bu son tiyatrosu da fiyasko oldu.
***
Acımasız bir Antakya düşmanlığı, Antakyalıyı Antakyalıya kırdırma taktiği, böl yönet çabaları ortaya konmak isteniyor. Bu çabalar bir halkın kimlik hakları uğruna mücadelede yüz yıla yakın bir zaman sonra yeniden ayağa kalkmasıyla birlikte başladı. Kaynağında Özel Harp Dairesinin milliyetçi refleksleri bulunuyor. Ortak ülkemizin demokrasi mücadelesinde bölücülük yapmak isteyenlerin kin ve milliyetçi saiklerle, şehir ayrımcılığı, inanç ve etnik ayrımcılık üzerine kurulu saldırılarına tanık olunuyor.
Antakya, doğası gereği her türlü milliyetçiliğe, inanç ayrımcılığına karşı bir duruşu temsil eder. Kadim tarihi, Roma’dan önceye ve sonrasına, Bizans’tan, Arap-İslam’a, Osmanlıya, Cumhuriyet Türkiye’sine uzanan tüm süreçlerde hakim olanlara inat, tek boyutlu dayatmaya direnerek mozaik yapısını barışla korumuştur. Bu şehrin her alanında kapı komşusu oldu tüm dinler, etnik yapılar, inançlar. Acilcilik bu doğanın verileriyle yükseldi, Antakya’yı başkent yaptı. Acilcilerin ülke çapındaki farkı da tam bu noktada belirginleşti; milliyetçi bölücülüğe karşı, inanç ve etnik özgürlükle kaynaşmış ortak bir hatta devrimci mücadeleyi kaynaştırdı.
İşte bu gerçeğe dil uzatmak istiyorlar. On yıllardır örgütümüzle ilgileri kalmamış olan, bir itirafçıyla ortağı olan mit ajanı, özel harp dairesi adına çirkin bir hamle yöneltiyorlar. 27 yıldır TEKP’li biri olan itirafçı Engin Erkiner ve 19 yıllık TEKP’li bir Mit ajanı İbrahim Yalçın bu saldırıların merkezinde yer almaktadırlar. Örgütümüzün 1982 ve 1990 döneminde tanık olduğu tasfiyelerin başında olan bu Özel Harp Dairesi ajanları, bu gün de işlerine devam ediyorlar, Doğu Perinçek yöntemleriyle de ihbarlarını aralıksız sürdürüyorlar.
Antakya’yı hedef seçen bu kirli insanlar, bir kez daha mücadeleyi yükselten Antakya geleneğine karşı milliyetçi bir refleks sergileme yarışındalar; kin bu saldırıların dinamosu olarak rol oynamaktadır.
Önce Antakya’yı küçümsemek istediler bir ton kirli yazı yazdılar. On yılların emeklerini, her mahalledeki örgütlülükleri, her köydeki etkinlikleri, her ailesinden yıllarca zindan yatan kadroları, militanları, işkenceleri, sürgünleri. “Abartma” olarak hafife aldılar. Ama bu çabalar tutmadı. Antakya gerçekliği her yerde ayakları üzerinde dik duran doğrulardan oluşuyordu. Çabalarını iflasla sonuçlandıran da bu oldu. Antakya, Acilcilerin başkentiydi ve yeniden her şeye inat özgürlük ve demokrasi mücadelesini yükseltiyordu. Bu dinamizmi kavramayanlar, derin devlet adına saldırılarını yükseltiyordu.
Antakya’yı küçümsemek tutmayınca, komiser Colomboca kriminal arkeoloji kazılarına ve böl yönet taktiklerine soyundular. Siyasetle ilgisi olmayan, Nebil yoldaşın şüpheleri ve önerisiyle, sorguya çekilip, ağzına tabanca dayanmış bir sinsi adamın (E.U) ölü konuşturuculuğundan medet umdular; yeryüzünde kendisinden başka kimsenin duymadığı bir söylenti üzerinde şato kurmaya çalıştılar. Tutmadı. Belgesiz, kanıtsız ithamlarını örtmek için beyhude çabalara yöneldiler.
Mektup yazdılar bir Antakyalı bir yoldaş adına (S.Ü). Yoldaş yalanları suratlarına şamar gibi vurdu. Açıklamasını yaptı ve susturdu. Arapça konuşturdular hiç Arapça bilmeyen bir Antakyalıya (H.Y), yüzlerine vurdu yalanlarını, balans ayarlarıyla geçiştirdiler, özür dilemeden.
Son üretimleri, geçmişinde olumlu duruşları olan bir Acilci eskisiyle (M.B) kurdukları dirsek temasıydı. Onunla sohbetlerinden cımbızlanmış, konuyla ilgisiz, nerede ne amaçla söylendiği belli olmayan bir “duyum”u öne sürdüler. Bu girişimin yalan olduğunu aynı kişi suratlarına vurdu, benim söylemediğim şeyleri adıma yazıyorsunuz dedi. Antakyalıyı Antakyalıya kırdırma girişiminin bu son tiyatrosu da fiyasko oldu.
Bu ikilinin (itirafçı ve mit ajanı) tüm yazılarında akılın almayacağı ölçekte tezatlık, yalan ve kurgularla yaptıkları girişimler, derin devletin ortak ülkemizin demokrasi ve özgürlük mücadelesine karşı bir tutumu olarak yansıyordu. Ortak ülkemizde, Tüm azınlıklar, Kürt halkı ve siyasal temsilcilerinin, aynı dairelerden uğradığı zulümden bizlerde payımızı alıyoruz. Biz Acilcilerin, payına düşen bu saldırıları bir onur belgesi olarak algıladık. Yolumuza devam ettik.
Bu cemaati, halkımız çok iyi tanıyor. Bize yönelen saldırılarının kaynağındaki kini ve milliyetçiliği iyi biliyor. Bu tartışmalar bir kez daha halkımızla kenetlenmemizi sağlıyor, mesajlarımızın doğru algılanmasını kolaylaştırıyor.
Roma’nın kadim kenti Antakya bir başkenttir. Her iki anlamda da öyledir. Ankara’nın resmi İstanbul’un fiili, Diyarbakır’ın ihtiyari başkent olması kadar başkenttir. Bir de Acilcilerin başkentidir. 1 Mayıs 2009 bir kez daha geçmişten bu güne uzanan süreçte halkımızla omuz omuza meydanları inişimiz bu gerçeği ortaya koydu. Tüm renkleriyle, etnik ve inanç farklılıklarıyla, Acilciler demokrasi mücadelesi için yollarda etkinlikleriyle yer aldılar.
Bunun bir tarihi vardı. Bunun bir geçmişi, gelecekte yer alacak olan dik duruşları vardı.
Bu şehrin 1975’lerden itibaren yükselen demokrasi mücadelesi, devletin gerici güçlerine karşı yükselmişti. Mit ajanı İbrahim Yalçın, bu tarihi kirletmek için şehrimizin uğradığı operasyonları yok sayma çabaları aynı dairelerin kurgularıdır; katlet ve cenazesini taşı taktiğidir. Antakya bitip tükenmez operasyonların mağduru bir şehirdir. Mit ajanlarının bu şehrin mücadelesine dil uzatmaları ise çok doğaldır; böl yönet taktikleri başka türlü anlamlı olamaz.
Bu şehirde, 76-77 Ağustosuna kadar yapılan bir dizi askeri eylemle faşistlere karşı mücadelemiz, mahallerde polislerle çatışmalardan baskınlara kadar tüm ağırlığıyla sürmüştü. İllegal yazımlar, bildiri dağıtımı ve afiş asma süreçlerinde sürekli polis operasyonlarıyla yüz yüze kalınmıştır.
Ancak burası Antakya, kitlesel gücümüzle halkın içinde mümkün olan en iyi şekilde kamufle oluşumuzla bu operasyonları başarısız kıldık. Bu süreç 1977 Ağustosunda beni ve Nebil Rahuma’yla tüm bölgemizi ele veren itirafçı Engin Erkiner, bu şehrin taşıdığı baskılara yenisini ekledi. O gün bu gündür, bu şehir kesilmeden operasyonlara maruzdur. Bu şehrin militanları kadroları ve yöneticileri uzun yıllar zindan yatmış sürgün olmuştur. İtirafçı Engin’in polise yardımla başlayan itirafçılığının gadrine uğramıştır. Öyle ki, 1975 -1980 dönemi boyunca polis operasyonuna uğramamış bir mahalle, sorguya çekilmemiş bir siyasal çalışma etkinliğimiz kalmamıştır. Her aileden kadro ve militanlarımız işkenceden zindana ve sürgüne uzanan süreçleri yaşamıştır. Antakya bu saldırılara karşı her zaman halkıyla direnmiştir. Acilcilerin gücü de buradadır; Acilciler Antakya’da halkın kendisiydi.
Bu gerçeği kimse kirletemez. Bu gerçek karşısında sadece saygıyla boyun eğilir.
Bu şehir, her mahallede örgütün denetiminde derneği olan bir şehirdi. Bu şehir her köyünde örgütün etkin çalışmaları olan ve bu gün belediye başkanlıklarına kadar yükselen örgütlenmenin şehridir. Bu şehirde operasyonlar hep halkın örgütlü insanı korumasıyla iflas edilmiştir. Bu gün yeniden dirilen bu şehir Acilcilerin başkenti olmaya devam ediyor.
1978 Samandağı Ziraat Bankası soygunu bu şehre kapsamlı bir darbeye yönelmiştir. Çocukluk arkadaşlarım, amcam oğlu ve öğrencilerim bu darbeden nasiplerini almıştır. Ama işkencede gösterdikleri direnişle ser verip sır vermeyerek, itirafçı Engin’in iki tokat yemeden tüm örgütü vermesine inat tek bir bilgi verilmemiştir. Örgüt diz çökmemiştir. Yola devam edilmiştir, yeni yöneticileriyle örgütsel çabalar yükselmiştir. Ardından gelen süreçte bitip tükenmez polis kovuşturmaları olmuş, ancak örgüt son ana kadar 12 Eylül sonrası sürecin direnişinde yer alarak yola devam etmiştir.
Bu örgüt, itirafçı Engin’in, mit ajanı Şahin’in havsalasının almayacağı etkilikle bu şehirde var olmuştur. Bu gün Antakya düşmanlığı edenler, kendi bölgelerinde Antakya’daki çalışmanın binde birini bile yapamamış aptallardır. Bu tartışmanın hiçbir sürecinde yer almayıp gerçekleri bilen tüm eski yoldaşlarımızı tenzih ederek söylemem gerekir ki, konu ne Antakya ne Mihrac Ural’dır. Böyle olsaydı bu tartışmalar çoktan biterdi. Konu demokrasi mücadelesinde ısrarlı ve örgütlü olmaya karşı derin devletin tutumudur. Bu sözümüze zamanı hakem koyuyoruz.
Bu ülkenin devrimci hareketinde Antakya denilince, marka olarak Acilcilerin akla gelmesi, başka bir anlama sahip değildir. Bu emek tüm yoldaşların, tük renklerine ve farklılıklarına karşın Acilci her militanın doğrudan emeğinin ürünüdür. Bu gün bu şehrin gerçeğinden çıkıp gelmiş olup da bunu inkar eden hiçbir insan yoktur, olamaz da. Bu nedenle Antakyalıyı Antakyalıyla kırdırmak ya da Antakya’yı hor görmek sadece belli dairelerin ajanlarına kalmış bildik bir karşı-devrimci işdir.
Bu karşı devrimci ikilinin (Engin-Şahin) tek işi geçmişi inkar yöntemiyle geleceği karartmaktır. Geçmişin her şeyini kirli göstererek geleceği kirli yapmaktır. “geçmişiniz varsa geleceğiniz yoktur” diyen itirafçı Engin, gerçekte zıvanadan çıkmış bir kinin esiri olmuştur. Mit ajanı bu kine balıklama dalmasının vazifeyi icabı olduğu açıktır. Bu ikilinin derin kinleri, Antakya ve Mihrac Ural sendromunda kesişmesi görüntüseldir. Derinde Özel Harp Dairesi’nin yönlendiriciliği vardır.
Mihrac Ural bu şehrin bir gerçeğidir. Bu şehrin tüm özgünlüğünün yansımasıdır; bu kirli ikilinin Mihrac Ural düşmanlığıyla Antakya düşmanlığını birbirine harmanlamasının nedeni de tas tamam bu dairelerin işidir.
Bilinmeli ki, bu kirli insanların yaptığını halkımız hiç unutmayacaktır. Çünkü bu halk haklı taleplerini dile getirirken siyasal temsilcilerine sonuna kadar sahip çıktığını göstermiştir. Bu halkın haklı taleplerini, bölücülüğe ve milliyetçiliğe karşı bir duruş temelinde yükseltenlere ortak ülkemizin demokrasi güçleri de sonuna kadar sahip çıkmaktadır.
Halkımızın kimlik hakları savunuyoruz dememizle birlikte kıyametleri kopanlar, her “memur” gibi bu gerçeği anlayamazlar. Kürt halkının ve liderlerinin başına gelen çamur atmaların aynıyla bizlere yönelmeleri onlar için kinle bezenmiş bir görevdir; milliyetçilik bu cemaatin mihrabıdır. Antakya’nın bunlarla kavgası var, bitmemiş bir mücadelesi var.
Örgütümüzü tasfiye etmek için, aynı kişilerce 1977 ağustosunda başlayan, 1982 ve 1990 da devam eden bu çirkin girişimler, bu gün açık bir saldırı olarak gündemdedir. Bu cemaat kirli görevleri icra ediyor. Bu nedenle Antakya’mıza karşı gösterilen düşmanlığı başka yerde aramıyoruz.
Bu düşmanlık ortak ülkemizin tüm şehirlerine, tüm demokrasi güçlerine karşı saldırı halinde olan mantığın Antakya’ya karşı tecellisidir diyoruz.
Antakya vurgusu konumuzla ilgisindendir. Bu gerçeklerin ışığında, derin devlet elamanlarını muhatap almayacağız. Davamız gerici devletin kendisiyle, onun derin açık sistemiyledir. Buna devam edeceğiz.
17 Mayıs 2009
Antakya, doğası gereği her türlü milliyetçiliğe, inanç ayrımcılığına karşı bir duruşu temsil eder. Antakya, Roma’dan önceye ve sonrasına, Bizans’tan, Arap-İslam’a, Osmanlıya, Cumhuriyet Türkiye’sine uzanan tüm süreçlerde hakim olanlara inat, tek boyutlu dayatmaya direnerek mozaik yapısını barışla korumuştur. Bu şehrin her alanında kapı komşusu oldu tüm dinler, etnik yapılar, inançlar.
Acilcilik bu doğanın verileriyle yükseldi, Antakya’yı başkent yaptı. Acilcilerin ülke çapındaki farkı da tam bu noktada belirginleşti; milliyetçi bölücülüğe karşı, inanç ve etnik özgürlükle kaynaşmış ortak bir hatta devrimci mücadeleyi kaynaştırdı.
İşte bu gerçeğe dil uzatmak istiyorlar.
Önce Antakya’yı küçümsemek istediler bir ton kirli yazı yazdılar. On yılların emeklerini, her mahalledeki örgütlülükleri, her köydeki etkinlikleri, her ailesinden yıllarca zindan yatan kadroları, militanları, işkenceleri, sürgünleri. “Abartma” olarak hafife aldılar. Ama bu çabalar tutmadı. Antakya gerçekliği her yerde ayakları üzerinde dik duran doğrulardan oluşuyordu. Kirli insanların çabalarını iflasla sonuçlandıran da bu oldu.
Antakya, Acilcilerin başkentiydi ve yeniden her şeye inat özgürlük ve demokrasi mücadelesini yükseltiyordu. Bu dinamizmi kavramayanlar, derin devlet adına saldırılarını yükseltiyordu.
Antakya’yı küçümsemek tutmayınca, komiser Colomboca kriminal arkeoloji kazılarına ve böl yönet taktiklerine soyundular. Siyasetle ilgisi olmayan, Nebil yoldaşın şüpheleri ve önerisiyle, sorguya çekilip, ağzına tabanca dayanmış bir sinsi adamın (E.U) ölü konuşturuculuğundan medet umdular; yeryüzünde kendisinden başka kimsenin duymadığı bir söylenti üzerinde şato kurmaya çalıştılar. Tutmadı. Belgesiz, kanıtsız ithamlarını örtmek için beyhude çabalara yöneldiler.
Mektup yazdılar bir Antakyalı adına (S.Ü). Bu yoldaş yalanlarını suratlarına şamar gibi vurdu. Açıklamasını yaptı ve susturdu.
Arapça konuşturdular hiç Arapça bilmeyen bir Antakyalıya (H.Y), yüzlerine vurdu yalanlarını, balans ayarlarıyla geçiştirdiler, özür dilemeden.
Son üretimleri, geçmişinde olumlu duruşları olan bir Acilci eskisiyle (M.B) kurdukları dirsek temasıydı. Onunla sohbetlerinden cımbızlanmış, konuyla ilgisiz, nerede ne amaçla söylendiği belli olmayan bir “duyum”u öne sürdüler. Bu girişimin yalan olduğunu aynı kişi suratlarına vurdu, benim söylemediğim şeyleri adıma yazıyorsunuz dedi. Antakyalıyı Antakyalıya kırdırma girişiminin bu son tiyatrosu da fiyasko oldu.
***
Acımasız bir Antakya düşmanlığı, Antakyalıyı Antakyalıya kırdırma taktiği, böl yönet çabaları ortaya konmak isteniyor. Bu çabalar bir halkın kimlik hakları uğruna mücadelede yüz yıla yakın bir zaman sonra yeniden ayağa kalkmasıyla birlikte başladı. Kaynağında Özel Harp Dairesinin milliyetçi refleksleri bulunuyor. Ortak ülkemizin demokrasi mücadelesinde bölücülük yapmak isteyenlerin kin ve milliyetçi saiklerle, şehir ayrımcılığı, inanç ve etnik ayrımcılık üzerine kurulu saldırılarına tanık olunuyor.
Antakya, doğası gereği her türlü milliyetçiliğe, inanç ayrımcılığına karşı bir duruşu temsil eder. Kadim tarihi, Roma’dan önceye ve sonrasına, Bizans’tan, Arap-İslam’a, Osmanlıya, Cumhuriyet Türkiye’sine uzanan tüm süreçlerde hakim olanlara inat, tek boyutlu dayatmaya direnerek mozaik yapısını barışla korumuştur. Bu şehrin her alanında kapı komşusu oldu tüm dinler, etnik yapılar, inançlar. Acilcilik bu doğanın verileriyle yükseldi, Antakya’yı başkent yaptı. Acilcilerin ülke çapındaki farkı da tam bu noktada belirginleşti; milliyetçi bölücülüğe karşı, inanç ve etnik özgürlükle kaynaşmış ortak bir hatta devrimci mücadeleyi kaynaştırdı.
İşte bu gerçeğe dil uzatmak istiyorlar. On yıllardır örgütümüzle ilgileri kalmamış olan, bir itirafçıyla ortağı olan mit ajanı, özel harp dairesi adına çirkin bir hamle yöneltiyorlar. 27 yıldır TEKP’li biri olan itirafçı Engin Erkiner ve 19 yıllık TEKP’li bir Mit ajanı İbrahim Yalçın bu saldırıların merkezinde yer almaktadırlar. Örgütümüzün 1982 ve 1990 döneminde tanık olduğu tasfiyelerin başında olan bu Özel Harp Dairesi ajanları, bu gün de işlerine devam ediyorlar, Doğu Perinçek yöntemleriyle de ihbarlarını aralıksız sürdürüyorlar.
Antakya’yı hedef seçen bu kirli insanlar, bir kez daha mücadeleyi yükselten Antakya geleneğine karşı milliyetçi bir refleks sergileme yarışındalar; kin bu saldırıların dinamosu olarak rol oynamaktadır.
Önce Antakya’yı küçümsemek istediler bir ton kirli yazı yazdılar. On yılların emeklerini, her mahalledeki örgütlülükleri, her köydeki etkinlikleri, her ailesinden yıllarca zindan yatan kadroları, militanları, işkenceleri, sürgünleri. “Abartma” olarak hafife aldılar. Ama bu çabalar tutmadı. Antakya gerçekliği her yerde ayakları üzerinde dik duran doğrulardan oluşuyordu. Çabalarını iflasla sonuçlandıran da bu oldu. Antakya, Acilcilerin başkentiydi ve yeniden her şeye inat özgürlük ve demokrasi mücadelesini yükseltiyordu. Bu dinamizmi kavramayanlar, derin devlet adına saldırılarını yükseltiyordu.
Antakya’yı küçümsemek tutmayınca, komiser Colomboca kriminal arkeoloji kazılarına ve böl yönet taktiklerine soyundular. Siyasetle ilgisi olmayan, Nebil yoldaşın şüpheleri ve önerisiyle, sorguya çekilip, ağzına tabanca dayanmış bir sinsi adamın (E.U) ölü konuşturuculuğundan medet umdular; yeryüzünde kendisinden başka kimsenin duymadığı bir söylenti üzerinde şato kurmaya çalıştılar. Tutmadı. Belgesiz, kanıtsız ithamlarını örtmek için beyhude çabalara yöneldiler.
Mektup yazdılar bir Antakyalı bir yoldaş adına (S.Ü). Yoldaş yalanları suratlarına şamar gibi vurdu. Açıklamasını yaptı ve susturdu. Arapça konuşturdular hiç Arapça bilmeyen bir Antakyalıya (H.Y), yüzlerine vurdu yalanlarını, balans ayarlarıyla geçiştirdiler, özür dilemeden.
Son üretimleri, geçmişinde olumlu duruşları olan bir Acilci eskisiyle (M.B) kurdukları dirsek temasıydı. Onunla sohbetlerinden cımbızlanmış, konuyla ilgisiz, nerede ne amaçla söylendiği belli olmayan bir “duyum”u öne sürdüler. Bu girişimin yalan olduğunu aynı kişi suratlarına vurdu, benim söylemediğim şeyleri adıma yazıyorsunuz dedi. Antakyalıyı Antakyalıya kırdırma girişiminin bu son tiyatrosu da fiyasko oldu.
Bu ikilinin (itirafçı ve mit ajanı) tüm yazılarında akılın almayacağı ölçekte tezatlık, yalan ve kurgularla yaptıkları girişimler, derin devletin ortak ülkemizin demokrasi ve özgürlük mücadelesine karşı bir tutumu olarak yansıyordu. Ortak ülkemizde, Tüm azınlıklar, Kürt halkı ve siyasal temsilcilerinin, aynı dairelerden uğradığı zulümden bizlerde payımızı alıyoruz. Biz Acilcilerin, payına düşen bu saldırıları bir onur belgesi olarak algıladık. Yolumuza devam ettik.
Bu cemaati, halkımız çok iyi tanıyor. Bize yönelen saldırılarının kaynağındaki kini ve milliyetçiliği iyi biliyor. Bu tartışmalar bir kez daha halkımızla kenetlenmemizi sağlıyor, mesajlarımızın doğru algılanmasını kolaylaştırıyor.
Roma’nın kadim kenti Antakya bir başkenttir. Her iki anlamda da öyledir. Ankara’nın resmi İstanbul’un fiili, Diyarbakır’ın ihtiyari başkent olması kadar başkenttir. Bir de Acilcilerin başkentidir. 1 Mayıs 2009 bir kez daha geçmişten bu güne uzanan süreçte halkımızla omuz omuza meydanları inişimiz bu gerçeği ortaya koydu. Tüm renkleriyle, etnik ve inanç farklılıklarıyla, Acilciler demokrasi mücadelesi için yollarda etkinlikleriyle yer aldılar.
Bunun bir tarihi vardı. Bunun bir geçmişi, gelecekte yer alacak olan dik duruşları vardı.
Bu şehrin 1975’lerden itibaren yükselen demokrasi mücadelesi, devletin gerici güçlerine karşı yükselmişti. Mit ajanı İbrahim Yalçın, bu tarihi kirletmek için şehrimizin uğradığı operasyonları yok sayma çabaları aynı dairelerin kurgularıdır; katlet ve cenazesini taşı taktiğidir. Antakya bitip tükenmez operasyonların mağduru bir şehirdir. Mit ajanlarının bu şehrin mücadelesine dil uzatmaları ise çok doğaldır; böl yönet taktikleri başka türlü anlamlı olamaz.
Bu şehirde, 76-77 Ağustosuna kadar yapılan bir dizi askeri eylemle faşistlere karşı mücadelemiz, mahallerde polislerle çatışmalardan baskınlara kadar tüm ağırlığıyla sürmüştü. İllegal yazımlar, bildiri dağıtımı ve afiş asma süreçlerinde sürekli polis operasyonlarıyla yüz yüze kalınmıştır.
Ancak burası Antakya, kitlesel gücümüzle halkın içinde mümkün olan en iyi şekilde kamufle oluşumuzla bu operasyonları başarısız kıldık. Bu süreç 1977 Ağustosunda beni ve Nebil Rahuma’yla tüm bölgemizi ele veren itirafçı Engin Erkiner, bu şehrin taşıdığı baskılara yenisini ekledi. O gün bu gündür, bu şehir kesilmeden operasyonlara maruzdur. Bu şehrin militanları kadroları ve yöneticileri uzun yıllar zindan yatmış sürgün olmuştur. İtirafçı Engin’in polise yardımla başlayan itirafçılığının gadrine uğramıştır. Öyle ki, 1975 -1980 dönemi boyunca polis operasyonuna uğramamış bir mahalle, sorguya çekilmemiş bir siyasal çalışma etkinliğimiz kalmamıştır. Her aileden kadro ve militanlarımız işkenceden zindana ve sürgüne uzanan süreçleri yaşamıştır. Antakya bu saldırılara karşı her zaman halkıyla direnmiştir. Acilcilerin gücü de buradadır; Acilciler Antakya’da halkın kendisiydi.
Bu gerçeği kimse kirletemez. Bu gerçek karşısında sadece saygıyla boyun eğilir.
Bu şehir, her mahallede örgütün denetiminde derneği olan bir şehirdi. Bu şehir her köyünde örgütün etkin çalışmaları olan ve bu gün belediye başkanlıklarına kadar yükselen örgütlenmenin şehridir. Bu şehirde operasyonlar hep halkın örgütlü insanı korumasıyla iflas edilmiştir. Bu gün yeniden dirilen bu şehir Acilcilerin başkenti olmaya devam ediyor.
1978 Samandağı Ziraat Bankası soygunu bu şehre kapsamlı bir darbeye yönelmiştir. Çocukluk arkadaşlarım, amcam oğlu ve öğrencilerim bu darbeden nasiplerini almıştır. Ama işkencede gösterdikleri direnişle ser verip sır vermeyerek, itirafçı Engin’in iki tokat yemeden tüm örgütü vermesine inat tek bir bilgi verilmemiştir. Örgüt diz çökmemiştir. Yola devam edilmiştir, yeni yöneticileriyle örgütsel çabalar yükselmiştir. Ardından gelen süreçte bitip tükenmez polis kovuşturmaları olmuş, ancak örgüt son ana kadar 12 Eylül sonrası sürecin direnişinde yer alarak yola devam etmiştir.
Bu örgüt, itirafçı Engin’in, mit ajanı Şahin’in havsalasının almayacağı etkilikle bu şehirde var olmuştur. Bu gün Antakya düşmanlığı edenler, kendi bölgelerinde Antakya’daki çalışmanın binde birini bile yapamamış aptallardır. Bu tartışmanın hiçbir sürecinde yer almayıp gerçekleri bilen tüm eski yoldaşlarımızı tenzih ederek söylemem gerekir ki, konu ne Antakya ne Mihrac Ural’dır. Böyle olsaydı bu tartışmalar çoktan biterdi. Konu demokrasi mücadelesinde ısrarlı ve örgütlü olmaya karşı derin devletin tutumudur. Bu sözümüze zamanı hakem koyuyoruz.
Bu ülkenin devrimci hareketinde Antakya denilince, marka olarak Acilcilerin akla gelmesi, başka bir anlama sahip değildir. Bu emek tüm yoldaşların, tük renklerine ve farklılıklarına karşın Acilci her militanın doğrudan emeğinin ürünüdür. Bu gün bu şehrin gerçeğinden çıkıp gelmiş olup da bunu inkar eden hiçbir insan yoktur, olamaz da. Bu nedenle Antakyalıyı Antakyalıyla kırdırmak ya da Antakya’yı hor görmek sadece belli dairelerin ajanlarına kalmış bildik bir karşı-devrimci işdir.
Bu karşı devrimci ikilinin (Engin-Şahin) tek işi geçmişi inkar yöntemiyle geleceği karartmaktır. Geçmişin her şeyini kirli göstererek geleceği kirli yapmaktır. “geçmişiniz varsa geleceğiniz yoktur” diyen itirafçı Engin, gerçekte zıvanadan çıkmış bir kinin esiri olmuştur. Mit ajanı bu kine balıklama dalmasının vazifeyi icabı olduğu açıktır. Bu ikilinin derin kinleri, Antakya ve Mihrac Ural sendromunda kesişmesi görüntüseldir. Derinde Özel Harp Dairesi’nin yönlendiriciliği vardır.
Mihrac Ural bu şehrin bir gerçeğidir. Bu şehrin tüm özgünlüğünün yansımasıdır; bu kirli ikilinin Mihrac Ural düşmanlığıyla Antakya düşmanlığını birbirine harmanlamasının nedeni de tas tamam bu dairelerin işidir.
Bilinmeli ki, bu kirli insanların yaptığını halkımız hiç unutmayacaktır. Çünkü bu halk haklı taleplerini dile getirirken siyasal temsilcilerine sonuna kadar sahip çıktığını göstermiştir. Bu halkın haklı taleplerini, bölücülüğe ve milliyetçiliğe karşı bir duruş temelinde yükseltenlere ortak ülkemizin demokrasi güçleri de sonuna kadar sahip çıkmaktadır.
Halkımızın kimlik hakları savunuyoruz dememizle birlikte kıyametleri kopanlar, her “memur” gibi bu gerçeği anlayamazlar. Kürt halkının ve liderlerinin başına gelen çamur atmaların aynıyla bizlere yönelmeleri onlar için kinle bezenmiş bir görevdir; milliyetçilik bu cemaatin mihrabıdır. Antakya’nın bunlarla kavgası var, bitmemiş bir mücadelesi var.
Örgütümüzü tasfiye etmek için, aynı kişilerce 1977 ağustosunda başlayan, 1982 ve 1990 da devam eden bu çirkin girişimler, bu gün açık bir saldırı olarak gündemdedir. Bu cemaat kirli görevleri icra ediyor. Bu nedenle Antakya’mıza karşı gösterilen düşmanlığı başka yerde aramıyoruz.
Bu düşmanlık ortak ülkemizin tüm şehirlerine, tüm demokrasi güçlerine karşı saldırı halinde olan mantığın Antakya’ya karşı tecellisidir diyoruz.
Antakya vurgusu konumuzla ilgisindendir. Bu gerçeklerin ışığında, derin devlet elamanlarını muhatap almayacağız. Davamız gerici devletin kendisiyle, onun derin açık sistemiyledir. Buna devam edeceğiz.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder