21 Mayıs 2009 Perşembe
KÜRT ÖZERKLİĞİ
Mihrac Ural
21 Mayıs 2009
Son düello da sonuçlandı. Kendini 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde galip sananların mağlubiyeti, 29 Mart 2009 yerel seçimleriyle, açığa çıktı. Bu topraklar özgürlük istiyordu ve bu talebin arkasında halkın kararlı iradesi duruyordu. Akıl almaz engellere rağmen Kürt özgürlük hareketi açıkça söylendiği gibi Kürdistan’ın sınırlarını çizecek mahiyette bir sonuç alıyordu. On yılların mücadelesini taçlandıran bu sonuç, kaçınılmaz olarak kendi mantıki süreçlerinin ifadesini de dile getirecekti.
Kürt özerkliği bu noktada haklı bir talep olarak tarihin tüm evrimi içinde olan güçler dengesi çatışmalarının son sözü olarak beliriyordu.
Kürt özerkliği, bütünsel anlamda Anadolu halkları özerkliği projesinin bir parçası olarak algılanmadan bir ayağı aksak kalır. Bu gelecek anayasa tartışmaları için olduğu kadar, halkın bilince çıkartacağı demokratikleşmenin yol haritası içinde çok büyük öneme sahiptir. Bunun da yolu, özerklik talebinde bulunacak her farklılığımızın, ayrı varlığın özgün örgütlenmesi ve mücadelesiyle fiili olarak siyasetin sahnesinde yer almasını gerekli kılar. Kürt halkı bu yolu büyük bedeller ödeyerek hepimiz adına açtı. Bu yoldan yürümek için herkesin üzerine düşeni yapması gerekmektedir. Son tahlilde özgürlük, ona sahip olmak isteyene aittir. Kimse kimsenin adına özgürlüğü kullanamaz.
Yazılarımda milliyetçileri çılgına çeviren, Fırat’ın ötesinden yükselen özgürlük ve demokrasi mücadelesine Torosların güneyini de bir manivela olarak katalım çağrısı gerçekte, Fırat’ın ötesini ve berisini, Torosların güneyini ve kuzeyini kapsayan bir ortak ülke algısının özgürlük projesidir. Bunun mantıki sonuçları, ortak ülkemizin çok başkentli olması gerektiğine işaret eder. Bunu da açıkça ilan etmemiz gerekiyor. Bu ülke birimizin değil de hepimizin ise, Ankara resmi, İstanbul filli başkent olduğu gibi, Diyarbakır ve Antakya ihtiyari başkent olmalıdır diyorum. Bu önerme bu gün her zamandan daha gerçekçidir; Kürt özerklik talebinin de doğal sonucudur. Anadolu halklarının tarihsel özleminin en açık şekilde demokrasi ilkeleriyle, bölücülüğe, milliyetçiliğe yer vermeden dile gelişidir.
Bir milliyetçi komünist softa, bu söylemim üzerine; “bölün daha ne kadar bölecekseniz bu ülkeyi” diye havladı. Kullanım tarihi bitmiş bu akılsızlıkları muhatap almayacağımız açıktır.
Gerçekte, ülkemizin en birleştirici söylem buydu. Anadolu halklar gerçekliğinin en birleştirici söylemi her ayrı varlığın, her farklılığın kendi özgün mücadele zenginliğiyle, kendini ifade ederek örgütlenmesi ve siyasal taleplerini bu ortak paydaya dökmesini gerektiriyordu. Birleştirici tek yol budur. Bu yolu özveriyle açan Kürt halkına omuz vermek, ortak ülkemizin demokrasi mücadelesinin kendisidir. Bu açıdan Kürt özerkliği tüm halkların özgürlüğüdür diyorum.
***
29 Mart 2009 yerel seçimlerin ardından ortak ülkemizin siyasal dengeleri farklı bir boyuta yöneldi. Bu süreç 22 Temmuz 2007 genel seçimleri ardından kendine özgü sinyalleri vermişti. Son genel seçimlerde ezici bir üstünlük alanlar, iktidar olduklarını, halka rağmen artık siyasal bir etkinliğin varılabilecek son boyutuna ulaştıkları sanısına kapıldılar. Buradan yola çıkarak ve ülkemizin bilinen geleneklerinde siyasal iktidarın rahatça yerel seçimleri alabileceği sonucuna vardılar. Yerel seçimler bu yanıyla bir son düelloydu. Bu düelloya bir hazırlık ve bir toparlanış ortamıyla, yerel seçimlere gidildi. Genel seçimleri kazananlar yerel seçimle iktidar olacaklarına mutlak olarak inanıyorlardı. Devlet ellerindeydi, orduyu ekarte etmişlerdi. Uyumlu bir milliyetçi hamleyle sonuç alacaklardı. Böylece yerel seçimler, genel seçimlerin önemini de aşan bir öneme oturmuş oldu.
Son düelloya giderken, geleneksel gerici siyasal iktidarın kırılmasından geçilmişti. Devlet statüleri değişmemişti, ancak siyasal kombinezon öylesine köklü değişime uğradı ki, bunun etkileri yakın zamanda devletin birçok alanında hissedilecek ve anayasa çalışmaları bunun önemli göstergesi olacaktı.
Genel seçimlerde ortak ülkemizin siyasal sahnesinde güçler dengesi tamamen değişime uğramıştı. Farklı bir ortama doğru hızla yürünüyordu. Ülkemiz tarihinde ilk kez saklanmadan, örtü taşımadan özgürlük hareketi kendini siyasal arenada ifade ediyordu. Bu ifade tarzı da genel seçim galipleri arasında ivmesi en yüksen olan taraf olarak beliriyordu. Bu süreç öylesine bariz bir veriye sahipti ki, barajlara, engellemelere, yasak ve ardı arkası kesilmeyen parti kapatmalara rağmen “bin umut adayları” bağımsız olarak parlamentoda gurup kuracak ölçekte seçilebiliyorlardı. Özgürlük talebinde mücadele eden halk engelleri aşarak parlamentoda yerini almıştı.
22 Temmuz 2007 genel seçimleri tarihi gerici egemenlik dengelerini kırdı. Ancak kırılma ne yeni güçler dengesinin ne de sonuçlarının etkisiyle oturmadı. Kaos sürmeye devam ediyordu. Galipler, mağlupların kim olduğu konusunda belirgin bir kanaate de sahip değildi. Galibin mağlubiyeti vardı ancak bunun farkında değildi. Seçim kazanmaya rağmen iktidar olmamak bu anlama geliyordu.
Geleneksel güçler devlet statülerinin temsilcileri genel seçim galipleriyle bitip tükenmeyen çekişmeleri bir dengeye yönelmek zorundaydı. Ancak bir üçüncü güç sahneye yeni girmişti. Kürt halkının özgürlük mücadelesi siyasetin tam orta yerinde kilit bir rol üstlenmiş bulunuyordu. Bu durum yeni kombinezonları zorladı. Hükümet mevkiinde yer alan siyasal görüşle, devletin statüleri arasında süren yarım asırlık siyasal mücadele, bu üçüncü gücün ortaya çıkışıyla yeni bir biçim alma zorunda oldu.
Cumhurbaşkanlığı sorunu, ordu-hükümet ilişkileri, AKP’nin kapatılma tehlikesi gibi birçok sorun sihirli bir el değmiş gibi, hızla çözülüp geride bırakıldı. Yükselen özgürlük hareketi bu iki ezeli düşmanı birçok ortak paydada birleştirdi. Bu noktadan itibaren hızla 29 Mart 2009 yerel seçimleri gündemin en önemli maddesi haline geldi. Kürt halkının mücadelesinin yükselme ivmesi, galibi mağlup yapacak cinstendi. Buna karşı birleşme gereği bir milliyetçi refleks olarak siyasetin diğer kanatlarını sarıyordu. Bu sarılışta, ülkemiz solunun çok kötü bir sınav verdiğini ifade etmek gerek; milliyetçilik virüsü mevta solun özgürlük hareketinin yükselişine karşı kayıtsız ya da tepkili olmasına yol açıyordu. Komünist yaftalılar işçiler tek bayrak altında birleşin derken aymaz bir milliyetçilik yapıyorlardı. Kızları da alın askeri derken özgürlük hareketine karşı kontr-gerillada kızların neden yer almadığını sorgular gibiydiler.
Kürtlerin özerklik talepleri gökten inen bir talep değildi. Bu, çok acılı ve çok ciddi özverilerle yükselen bir tarihin son halkası olarak belirdi.
On yılların mücadele birikiminden 22 Temmuz 2007 seçimlerine gelirken, Kürt halkı tarihin külleri altından adım adım parlamentoda koyduğu ağırlıkla beliren sonuçlara yükseliyordu. Bu yükselişin dışa vurumu olarak, tüm engellere karşın ben buradayım diyordu. Seçimlerden en dinamik olarak ve başarı grafiği hızla yükselen bir siyasi güç olarak çıkarken yarattığı ortam, seçim galibi gibi görünün AKP ve mağlubu olan klasik güçleri amansız bir tedirginliğe sürüklüyordu. 29 Mart yerel seçimleri öncesi bu güçler arasında özgürlük hareketine karşı ortaya çıkan kombinezonun altında bu veriler yatıyordu. Özgürlük Anadolu’ya ve tüm halklarına bir özgürlük havası getirmişti. Demokrasinin yol haritasını değiştiren bu gelişme, ortak ülkemizin her ayrı varlığını kendi özgün örgütlenmesiyle, özgün mücadele süreçleriyle başarı için bir ortak süreç içinde alma bilinci taşımıştır. Kürtlerin Anadolu’ya tarihleri boyunca taşıdıkları uygarlık etkilerinden birini bu kesitte de taşıyorlardı.
Bu süreçleri, adım adım izleyen yorumlarım farklı makalelerimde dile getirilmişti. 22 Temmuz 2007 seçim sonuçları değerlendirmelerim bunu yeterince açığa vurur niteliktedir:
“Seçim sonuçları bir kez daha siyasal tek boyutlu baskı sistemin kırıldığını gösterdi. Bu kırılma fiilen gerçekleşti, resmi düzlemde ise hızla etkisini göstermeye başladı. Seçim sonuçlarının oluşturduğu siyasal arena bunun ifadesidir. Halkımız gerçekçi değişimlerin özgürlük ve demokrasi ikamesi yönündeki taleplerinin ilk adımını böylece atmış oldu.
“Artık halkımız kendi talepleri için siyasal temsilcilerine doğru akmaya başlamıştır. Bu ivme, mecliste halkın çıkarları için yürütülecek mücadeleyle de hız kazanacaktır.
“Ülkemiz tarihinde siyaset ilk kez belli dengeler üzerinde göreli de olsa, oturmuş oldu. Siyasetin, bu nispi dengesi, meclis bileşiminin önemli siyasal mücadele alanı olmasına yol açacak sonuçları da beraberinde getirdi. Ülkemiz gerçekliğinin nesnel ve siyasal var oluşlarının meclisteki temsil oranları bu mücadelenin temelini belirleyecektir.
“ ‘Son şans’ diye nitelenebilecek bir siyasal tablo oluşmuştur. Değişim için yeterli olmayan niceliksel oranlara karşın, nitelik ayrışma ve yönelimler belli olmuştur. Bu belirginlik aynı zamanda ikamesi yapılacak siyasal girişimlerin de yol haritasıdır. Bunların başında anayasanın yeniden şekillendirilmesi gelmektedir. Çağdaş bir anayasa tüm farklılıkların güvencesi olacak kısa öz anlatımlarla, her türden milliyetçilikten arınmış, tek boyutlu söylemlerine son vermiş, özgür tercihlere kapı aralamış bir anayasa olarak ikame edilmelidir. Bu çerçevede siyasal sistemin bel kemiği olan tüm yasa ve mevzuatların, kararnamelerin, yüksek kurum ve kuruluş yapılanmalarının, yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Bu görevlerin ne ölçüde başarılacağı ise bu mücadelenin süreçlerine bağlıdır. Yükseliş trendinin halkımızın talepleri lehine olduğu bu ortamda, meclisteki temsilciler, halkımızın yaşadığı her alanda yalnız kalmayacaklarını da göreceklerdir.
Kırılan tek boyutlu siyasal baskı sistemi her alanda çözülürken, halkın demokratik cesareti, mecliste yürütülecek siyasi mücadelenin de temel desteği olacaktır.
“Tarihi tek boyutlu siyasal sistemi kırabilen bir halkın umutlarını gerçekleştirme şansı bugün her zamandan daha uygun koşullara sahiptir. Bugünün sınavı ve görevi budur.
“Seçim sonuçlarının başarısı ve devamında bu kazanımların her şeye yeterli olmadığını belirtmeye gerek yoktur.
Bu kazanımlar, tersine diğer tüm mücadelelerin tarih içindeki birikimlerinin bir sonucudur. Sonuçları korumak ve geliştirmek ise, temel olanları güçlendirmekten geçeceği tartışmasızdır.
Dolayısıyla, dağlarından, ovalarına, şehirlerinden en küçük yerleşim birimine kadar her alanda ve uygun her araçla mücadeleye derinlemesine devam edilmelidir.
Seçim sonuçlarının yarattığı olanaklarla, bu temel alan ve araçların mücadelesi daha da anlamlı ve üretken olmaya adaydır.” (Bkz. Mihrac Ural. 22 Temmuz seçim sonuçları değerlendirmesi. http://mirural.blogspot.com/ )
Genel seçimler bitmişti. Yeni bir pencere açılmış siyasal arenada güçlerin düzenlenişi farklılaşmıştı. Bu sürecin ardından beklenen ve geleceği kesin olan son bir düelloydu.
Genel seçimler, galibi mağlup bir sonuç yaratmıştı. Galip olan, köhnemiş bir tarihi statüyle vuruşacak, gerçekçi değişimleri sağlayacak, demokrasinin gerekli yapılanmalarını kuracak bir siyasi yönelim ve irade taşımıyordu. Özgürlük kendi siyasal eğilimlerinin iktidar olmasına kadardı. Sonrası herkes için tufan.
Bu veriler doğal olarak yerel seçimlerin önemini artırıyordu. Başbakan Diyarbakır’a girmekten acizdi. Bu dengesizliğin gerçekçiliğini farklı kavrıyor bunun giderilmesi için bu alanda da ezici bir sonuç arıyordu. Böyle bir sonuç için, tarihi bir mağlubiyet alan ulusalcı-laik güçlerle ittifak etmek, her iki kesimin de işine geliyordu. Birlikte yürüyeceklerdi. Birlikte Kürt özgürlük hareketine diz çökerteceklerdi; buzdolapları çamaşır makineleri, kanepeler ve bil cümle edevatlarıyla işe koyulmalarının arka planında bu gerçekler vardı; halkın iradesine diz çökerteceklerdi. Buna “Son Düello” dedim.
Süreci dikkatlice izleyen gözlemlerimizle de algılarımızı, “Son Düelloya Doğru” adlı makalemde şu şekilde aktardım:
“AKP’nin tamamlanmamış kuşatmaları ile ordunun ülküsüzlüğü birbirine denk gelen bir uyumluluk sağladı. Dinin kültürde birleştirdiği ümmeti Muhammed’iye; ordunun eksik ülküsüne yakıt taşıdı, enerji getirdi. Kürtleri katletmede çözümsüz ve çaresiz kalan orduya AKP den gelen destek, AKP’nin Kürdistan’daki kuşatması için, ordudan gelen destekle uyumlaştı.
Böylece AKP orduya, ordu da AKP ye Kürt ulusal özgürlük hareketini bastırmak için muhtaç oldu.
Son düello yerel seçimlerdir. Devlet varını yoğunu buna koyacaktır: PKK’nin Kürt halkı üzerindeki etkisini yerel seçimlerde kırıp, on yıllardır süren dengeyi lehine çevirmek isteyecektir.
Fırat’ın iki yakasını savaşın birleştiremediği gerçeğine karşı, bir yerel seçimle bunun başarılacağına inanılmaktadır. Dinin sihirli gücünü burada gösterme çabası öne geçecektir. Kürtlerin etkin muhafazakarlıklarına rehin olmuş bir girişim yapacaklardır.
Bunun için tüm araçlarla ve her yerden PKK’ye ait temiz bir alan bırakmama yönünde saldırıya geçmiştir. Ergenekon’un Fırat’ın ötesindeki binlerce kirli işini PKK’ye ihale çabaları tırmandırılmaktadır. Yalanlar yalanları, komplolar komploları böylece takip ederek son düellonun kazınılması için, tüm güçleriyle uğraşmaktadırlar.”(bkz. Mihrac Ural. Son Düelloya Doğru, makalesi. 3 Eylül 2008 http://mirural.blogspot.com/)
Aylar öncesinden bu konuyu ısrarla işledik. Yerel seçimler bir son düello olarak geçecek, belirlemesini yaptık. Ülkemizin kaderi bu son düelloda kimin kazanacağıyla belirlenecektir dedik. Önümüzdeki 25 yıllık siyasal sürecin temelleri burada atılacaktı.
Son düello da sonuçlandı. Kendini 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde galip sananların mağlubiyeti, 29 Mart 2009 yerel seçimleriyle, açığa çıktı. Bu topraklar özgürlük istiyordu ve bu talebin arkasında halkın kararlı iradesi duruyordu. Akıl almaz engellere rağmen Kürt özgürlük hareketi açıkça söylendiği gibi Kürdistan’ın sınırlarını çizecek mahiyette bir sonuç alıyordu. On yılların mücadelesini taçlandıran bu sonuç, kaçınılmaz olarak kendi mantıki süreçlerinin ifadesini de dile getirecekti.
Kürt özerkliği bu noktada haklı bir talep olarak tarihin tüm evrimi içinde olan güçler dengesi çatışmalarının son sözü olarak beliriyordu.
Bütün bu sürecin sonucu olarak “Kürt özerkliği” söylemi, ortalığa bomba gibi düştü. Bu talebin Kürtlerin dilinden gündeme gelmesi normaldir. Ancak sadece Kürtlere ait değildir. Tersine Kürtlerin tarih içinde Anadolu’ya yaptığı uygarlık katkılarının son halkası olarak tüm Anadolu halklarına ait bir özlem ve taleptir.
Bu noktanın anlaşılması çok önemlidir ve Anadolu halklarının, Türk halkı dahil bütünüyle özgürlük ve demokrasi talepleri adına. gerçekçi bir talep olduğunun algılanması gerekmektedir.
Kürt özerkliği, bütünsel anlamda Anadolu halkları özerkliği projesinin bir parçası olarak algılanmadan bir ayağı aksak kalır. Bu gelecek anayasa tartışmaları için olduğu kadar, halkın bilince çıkartacağı demokratikleşmenin yol haritası içinde çok büyük öneme sahiptir. Bunun da yolu, özerklik talebinde bulunacak her farklılığımızın, ayrı varlığın özgün örgütlenmesi ve mücadelesiyle fiili olarak siyasetin sahnesinde yer almasını gerekli kılar. Kürt halkı bu yolu büyük bedeller ödeyerek hepimiz adına açtı. Bu yoldan yürümek için herkesin üzerine düşeni yapması gerekmektedir. Son tahlilde özgürlük, ona sahip olmak isteyene aittir. Kimse kimsenin adına özgürlüğü kullanamaz.
Bu noktada önemle yaptığım bir belirlemeyi yeniden tekrar edeceğim:
Yazılarımda milliyetçileri çılgına çeviren, Fırat’ın ötesinden yükselen özgürlük ve demokrasi mücadelesine Torosların güneyini de bir manivela olarak katalım çağrısı gerçekte, Fırat’ın ötesini ve berisini, Torosların güneyini ve kuzeyini kapsayan bir ortak ülke algısının özgürlük projesidir. Bunun mantıki sonuçları, ortak ülkemizin çok başkentli olması gerektiğine işaret eder. Bunu da açıkça ilan etmemiz gerekiyor. Bu ülke birimizin değil de hepimizin ise, Ankara resmi, İstanbul filli başkent olduğu gibi, Diyarbakır ve Antakya ihtiyari başkent olmalıdır diyorum. Bu önerme bu gün her zamandan daha gerçekçidir; Kürt özerklik talebinin de doğal sonucudur. Anadolu halklarının tarihsel özleminin en açık şekilde demokrasi ilkeleriyle, bölücülüğe, milliyetçiliğe yer vermeden dile gelişidir.
Bir milliyetçi komünist softa, bu söylemim üzerine; “bölün daha ne kadar bölecekseniz bu ülkeyi” diye havladı. Kullanım tarihi bitmiş bu akılsızlıkları muhatap almayacağımız açıktır.
Gerçekte, ülkemizin en birleştirici söylem buydu. Anadolu halklar gerçekliğinin en birleştirici söylemi her ayrı varlığın, her farklılığın kendi özgün mücadele zenginliğiyle, kendini ifade ederek örgütlenmesi ve siyasal taleplerini bu ortak paydaya dökmesini gerektiriyordu. Birleştirici tek yol budur. Bu yolu özveriyle açan Kürt halkına omuz vermek, ortak ülkemizin demokrasi mücadelesinin kendisidir. Bu açıdan Kürt özerkliği tüm halkların özgürlüğüdür diyorum.
AYRI DEVLETTEN, ÖZERKLİĞE
BİR YOL HARİTASI
Felsefe mega-ideal projeleri önümüze koyar. Aristo’nun başımıza açtığı bir bela gibidir. Ama başarı için de gereklidir. Peşine düşülen bu idealler, gerçekçi verilerin kazanabileceği kadarıyla yetinildiğine de her zaman tanıklık ederiz. Gerçekleşebilen, güçler dengesinin çekişme ve çatışmasının oluşturduğu verinin ötesine geçemez. Bu açıdan Kürt özerkliği kendine ait bir büyük ideal çıkışı ve güçler dengesinin çatışmalı süreçleri sonucu gerçekleşebilir yeri bulunmaktadır. Bu yeri bugünün verileriyle “Kürt Özerkliği” söyleminde anlam buldu.
Bu güne son yüzyılın Kürt özgürlük hareketinin ilişki ve çelişkilerinin üzerinde yükseldi. Bu sürecin iki kolu vardı.
Birincisi; doğuşuyla birlikte özerkliği isteyerek yola koyulmuştu. Son sözü ilk adımda söylemenin kefaretini, halkını ikna edemeyerek, devletin baskıları ve kovuşturmaları altında ezilerek ödedi. Özerklik talebiyle yola çıkanlar ilk çatışmada siyasal kartlarını bitirmişlerdi. İkinci hamlede söyleyebilecekleri bir şey yoktu. Önemli entelektüel birikimlerin üretildiği bu alan Kürt halkının dinamiklerine sağladığı katkı az olmamasına rağmen, direnme çizgisinde tutarlı olamamaları, gelişen PKK sürecinde hala devam eden olumsuzlukları başarısızlıklarını getirdi. “Özerklik talebi” başlangıçta bu kesimin talebi olmasına rağmen, buna sahip çıkmadılar. Böylesi bir talebin uzun bir mücadele sürecinin güçler dengesinde getirip dayattığı verilerle gündeme gelmesi, sonucun da mücadelede direnme çizgisini yükseltenlerin lehine olmasını sağladı.
İkincisi; halkının haklı taleplerini mümkün olan en yüksek boyutuyla talep edenler. Bu kesimde, Kürdistan’ın tüm bölgelerinin özgürlüğü ve ayrı devleti talebiyle başlayanlardan tek tek parçaların ayrı devlet örgütlenmesine kadar giden taleplere kadar farklılıklar bulunuyordu.
Bu talepler, gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine bakmaksınız, Kürt ulusunun en doğal hakkı olan taleplerdi. Bunun mesajını ilk alan da Kürt ulusu oldu. Bu yöndeki talep ve direnme mücadelesinin arkasında durdu. Evlatlarını akın akın dağlara gönderdi savaşa tüm diriliğiyle katıldı. Bu duyarlılık bir yanıyla Kürtlerin çağdaş bir ulus algısı içinde olduklarının, diğer yanıyla haklı davaları uğruna savaşanların arkasında duracaklarına bir işaretti. Yüz yıllık mücadele birikimlerinin ardından PKK hareketinin geliştirdiği çizgi, böylesine bir halk hareketi haline dönüşmesinin imkanlarıyla ortaya çıktı.
Devlet bir eşkıya gurubu olarak tanımladığı bu mücadeleyi zamanla, söylemese de bir halkın özgürlük mücadelesi olduğunu kavrıyordu. Bu günün söylemleri, Devletin en üst yetkilileri ve Genelkurmayın dile getirdikleri, artık algıların açıkça bir orta yola doğru gittiğini göstermektedir. Bu özgürlük hareketinin bir kazanımı ve başarısıydı.
Bu süreç 1960-70 yıllarının entelektüel Kürt birikimlerini de arkasına alarak, 1980 döneminin zor askeri mücadele ve başarıları üzerinde yükselip bu güne geldi. Bu gün siyasetin her alanında ve zamanda yer alınarak dile gelmeye başladı. Ahmet Türk’ün ağzından “DTP ile PKK’nin taleplerinin kesişiyor” söyleminin anlamı da budur.
Mücadelenin bu gün gelip dayandığı yerde, güçler dengesinin karşılıklı sürtünmesinin vardığı yerde sonuç, özgürlük özerklik talebiyle yerli yerine oturmaya başlamıştır. Büyük ideallerin mücadele süreci içinde gerçekleşebilir verileri, bu gün özerklikte anlam bulması da bundandır. Bu talep dün ne kadar yetersizse, bu gün o kadar doğrudur. Dünkü talepler bu gün ne kadar gerçekleşemez ise, özerklik bu gün o kadar gerçekleşebilir bir taleptir.
Özerklik özgürlüktür. Bu özgürlük ezenin de ezileninde özgürleşmesidir. Bu yol haritasından halkımızın kimlik haklarını ve özgürlüğünü sağlamanın mücadelesini yükseltmekle yükümlüyüz.
21 Mayıs 2009
Son düello da sonuçlandı. Kendini 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde galip sananların mağlubiyeti, 29 Mart 2009 yerel seçimleriyle, açığa çıktı. Bu topraklar özgürlük istiyordu ve bu talebin arkasında halkın kararlı iradesi duruyordu. Akıl almaz engellere rağmen Kürt özgürlük hareketi açıkça söylendiği gibi Kürdistan’ın sınırlarını çizecek mahiyette bir sonuç alıyordu. On yılların mücadelesini taçlandıran bu sonuç, kaçınılmaz olarak kendi mantıki süreçlerinin ifadesini de dile getirecekti.
Kürt özerkliği bu noktada haklı bir talep olarak tarihin tüm evrimi içinde olan güçler dengesi çatışmalarının son sözü olarak beliriyordu.
Kürt özerkliği, bütünsel anlamda Anadolu halkları özerkliği projesinin bir parçası olarak algılanmadan bir ayağı aksak kalır. Bu gelecek anayasa tartışmaları için olduğu kadar, halkın bilince çıkartacağı demokratikleşmenin yol haritası içinde çok büyük öneme sahiptir. Bunun da yolu, özerklik talebinde bulunacak her farklılığımızın, ayrı varlığın özgün örgütlenmesi ve mücadelesiyle fiili olarak siyasetin sahnesinde yer almasını gerekli kılar. Kürt halkı bu yolu büyük bedeller ödeyerek hepimiz adına açtı. Bu yoldan yürümek için herkesin üzerine düşeni yapması gerekmektedir. Son tahlilde özgürlük, ona sahip olmak isteyene aittir. Kimse kimsenin adına özgürlüğü kullanamaz.
Yazılarımda milliyetçileri çılgına çeviren, Fırat’ın ötesinden yükselen özgürlük ve demokrasi mücadelesine Torosların güneyini de bir manivela olarak katalım çağrısı gerçekte, Fırat’ın ötesini ve berisini, Torosların güneyini ve kuzeyini kapsayan bir ortak ülke algısının özgürlük projesidir. Bunun mantıki sonuçları, ortak ülkemizin çok başkentli olması gerektiğine işaret eder. Bunu da açıkça ilan etmemiz gerekiyor. Bu ülke birimizin değil de hepimizin ise, Ankara resmi, İstanbul filli başkent olduğu gibi, Diyarbakır ve Antakya ihtiyari başkent olmalıdır diyorum. Bu önerme bu gün her zamandan daha gerçekçidir; Kürt özerklik talebinin de doğal sonucudur. Anadolu halklarının tarihsel özleminin en açık şekilde demokrasi ilkeleriyle, bölücülüğe, milliyetçiliğe yer vermeden dile gelişidir.
Bir milliyetçi komünist softa, bu söylemim üzerine; “bölün daha ne kadar bölecekseniz bu ülkeyi” diye havladı. Kullanım tarihi bitmiş bu akılsızlıkları muhatap almayacağımız açıktır.
Gerçekte, ülkemizin en birleştirici söylem buydu. Anadolu halklar gerçekliğinin en birleştirici söylemi her ayrı varlığın, her farklılığın kendi özgün mücadele zenginliğiyle, kendini ifade ederek örgütlenmesi ve siyasal taleplerini bu ortak paydaya dökmesini gerektiriyordu. Birleştirici tek yol budur. Bu yolu özveriyle açan Kürt halkına omuz vermek, ortak ülkemizin demokrasi mücadelesinin kendisidir. Bu açıdan Kürt özerkliği tüm halkların özgürlüğüdür diyorum.
***
29 Mart 2009 yerel seçimlerin ardından ortak ülkemizin siyasal dengeleri farklı bir boyuta yöneldi. Bu süreç 22 Temmuz 2007 genel seçimleri ardından kendine özgü sinyalleri vermişti. Son genel seçimlerde ezici bir üstünlük alanlar, iktidar olduklarını, halka rağmen artık siyasal bir etkinliğin varılabilecek son boyutuna ulaştıkları sanısına kapıldılar. Buradan yola çıkarak ve ülkemizin bilinen geleneklerinde siyasal iktidarın rahatça yerel seçimleri alabileceği sonucuna vardılar. Yerel seçimler bu yanıyla bir son düelloydu. Bu düelloya bir hazırlık ve bir toparlanış ortamıyla, yerel seçimlere gidildi. Genel seçimleri kazananlar yerel seçimle iktidar olacaklarına mutlak olarak inanıyorlardı. Devlet ellerindeydi, orduyu ekarte etmişlerdi. Uyumlu bir milliyetçi hamleyle sonuç alacaklardı. Böylece yerel seçimler, genel seçimlerin önemini de aşan bir öneme oturmuş oldu.
Son düelloya giderken, geleneksel gerici siyasal iktidarın kırılmasından geçilmişti. Devlet statüleri değişmemişti, ancak siyasal kombinezon öylesine köklü değişime uğradı ki, bunun etkileri yakın zamanda devletin birçok alanında hissedilecek ve anayasa çalışmaları bunun önemli göstergesi olacaktı.
Genel seçimlerde ortak ülkemizin siyasal sahnesinde güçler dengesi tamamen değişime uğramıştı. Farklı bir ortama doğru hızla yürünüyordu. Ülkemiz tarihinde ilk kez saklanmadan, örtü taşımadan özgürlük hareketi kendini siyasal arenada ifade ediyordu. Bu ifade tarzı da genel seçim galipleri arasında ivmesi en yüksen olan taraf olarak beliriyordu. Bu süreç öylesine bariz bir veriye sahipti ki, barajlara, engellemelere, yasak ve ardı arkası kesilmeyen parti kapatmalara rağmen “bin umut adayları” bağımsız olarak parlamentoda gurup kuracak ölçekte seçilebiliyorlardı. Özgürlük talebinde mücadele eden halk engelleri aşarak parlamentoda yerini almıştı.
22 Temmuz 2007 genel seçimleri tarihi gerici egemenlik dengelerini kırdı. Ancak kırılma ne yeni güçler dengesinin ne de sonuçlarının etkisiyle oturmadı. Kaos sürmeye devam ediyordu. Galipler, mağlupların kim olduğu konusunda belirgin bir kanaate de sahip değildi. Galibin mağlubiyeti vardı ancak bunun farkında değildi. Seçim kazanmaya rağmen iktidar olmamak bu anlama geliyordu.
Geleneksel güçler devlet statülerinin temsilcileri genel seçim galipleriyle bitip tükenmeyen çekişmeleri bir dengeye yönelmek zorundaydı. Ancak bir üçüncü güç sahneye yeni girmişti. Kürt halkının özgürlük mücadelesi siyasetin tam orta yerinde kilit bir rol üstlenmiş bulunuyordu. Bu durum yeni kombinezonları zorladı. Hükümet mevkiinde yer alan siyasal görüşle, devletin statüleri arasında süren yarım asırlık siyasal mücadele, bu üçüncü gücün ortaya çıkışıyla yeni bir biçim alma zorunda oldu.
Cumhurbaşkanlığı sorunu, ordu-hükümet ilişkileri, AKP’nin kapatılma tehlikesi gibi birçok sorun sihirli bir el değmiş gibi, hızla çözülüp geride bırakıldı. Yükselen özgürlük hareketi bu iki ezeli düşmanı birçok ortak paydada birleştirdi. Bu noktadan itibaren hızla 29 Mart 2009 yerel seçimleri gündemin en önemli maddesi haline geldi. Kürt halkının mücadelesinin yükselme ivmesi, galibi mağlup yapacak cinstendi. Buna karşı birleşme gereği bir milliyetçi refleks olarak siyasetin diğer kanatlarını sarıyordu. Bu sarılışta, ülkemiz solunun çok kötü bir sınav verdiğini ifade etmek gerek; milliyetçilik virüsü mevta solun özgürlük hareketinin yükselişine karşı kayıtsız ya da tepkili olmasına yol açıyordu. Komünist yaftalılar işçiler tek bayrak altında birleşin derken aymaz bir milliyetçilik yapıyorlardı. Kızları da alın askeri derken özgürlük hareketine karşı kontr-gerillada kızların neden yer almadığını sorgular gibiydiler.
Kürtlerin özerklik talepleri gökten inen bir talep değildi. Bu, çok acılı ve çok ciddi özverilerle yükselen bir tarihin son halkası olarak belirdi.
On yılların mücadele birikiminden 22 Temmuz 2007 seçimlerine gelirken, Kürt halkı tarihin külleri altından adım adım parlamentoda koyduğu ağırlıkla beliren sonuçlara yükseliyordu. Bu yükselişin dışa vurumu olarak, tüm engellere karşın ben buradayım diyordu. Seçimlerden en dinamik olarak ve başarı grafiği hızla yükselen bir siyasi güç olarak çıkarken yarattığı ortam, seçim galibi gibi görünün AKP ve mağlubu olan klasik güçleri amansız bir tedirginliğe sürüklüyordu. 29 Mart yerel seçimleri öncesi bu güçler arasında özgürlük hareketine karşı ortaya çıkan kombinezonun altında bu veriler yatıyordu. Özgürlük Anadolu’ya ve tüm halklarına bir özgürlük havası getirmişti. Demokrasinin yol haritasını değiştiren bu gelişme, ortak ülkemizin her ayrı varlığını kendi özgün örgütlenmesiyle, özgün mücadele süreçleriyle başarı için bir ortak süreç içinde alma bilinci taşımıştır. Kürtlerin Anadolu’ya tarihleri boyunca taşıdıkları uygarlık etkilerinden birini bu kesitte de taşıyorlardı.
Bu süreçleri, adım adım izleyen yorumlarım farklı makalelerimde dile getirilmişti. 22 Temmuz 2007 seçim sonuçları değerlendirmelerim bunu yeterince açığa vurur niteliktedir:
“Seçim sonuçları bir kez daha siyasal tek boyutlu baskı sistemin kırıldığını gösterdi. Bu kırılma fiilen gerçekleşti, resmi düzlemde ise hızla etkisini göstermeye başladı. Seçim sonuçlarının oluşturduğu siyasal arena bunun ifadesidir. Halkımız gerçekçi değişimlerin özgürlük ve demokrasi ikamesi yönündeki taleplerinin ilk adımını böylece atmış oldu.
“Artık halkımız kendi talepleri için siyasal temsilcilerine doğru akmaya başlamıştır. Bu ivme, mecliste halkın çıkarları için yürütülecek mücadeleyle de hız kazanacaktır.
“Ülkemiz tarihinde siyaset ilk kez belli dengeler üzerinde göreli de olsa, oturmuş oldu. Siyasetin, bu nispi dengesi, meclis bileşiminin önemli siyasal mücadele alanı olmasına yol açacak sonuçları da beraberinde getirdi. Ülkemiz gerçekliğinin nesnel ve siyasal var oluşlarının meclisteki temsil oranları bu mücadelenin temelini belirleyecektir.
“ ‘Son şans’ diye nitelenebilecek bir siyasal tablo oluşmuştur. Değişim için yeterli olmayan niceliksel oranlara karşın, nitelik ayrışma ve yönelimler belli olmuştur. Bu belirginlik aynı zamanda ikamesi yapılacak siyasal girişimlerin de yol haritasıdır. Bunların başında anayasanın yeniden şekillendirilmesi gelmektedir. Çağdaş bir anayasa tüm farklılıkların güvencesi olacak kısa öz anlatımlarla, her türden milliyetçilikten arınmış, tek boyutlu söylemlerine son vermiş, özgür tercihlere kapı aralamış bir anayasa olarak ikame edilmelidir. Bu çerçevede siyasal sistemin bel kemiği olan tüm yasa ve mevzuatların, kararnamelerin, yüksek kurum ve kuruluş yapılanmalarının, yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Bu görevlerin ne ölçüde başarılacağı ise bu mücadelenin süreçlerine bağlıdır. Yükseliş trendinin halkımızın talepleri lehine olduğu bu ortamda, meclisteki temsilciler, halkımızın yaşadığı her alanda yalnız kalmayacaklarını da göreceklerdir.
Kırılan tek boyutlu siyasal baskı sistemi her alanda çözülürken, halkın demokratik cesareti, mecliste yürütülecek siyasi mücadelenin de temel desteği olacaktır.
“Tarihi tek boyutlu siyasal sistemi kırabilen bir halkın umutlarını gerçekleştirme şansı bugün her zamandan daha uygun koşullara sahiptir. Bugünün sınavı ve görevi budur.
“Seçim sonuçlarının başarısı ve devamında bu kazanımların her şeye yeterli olmadığını belirtmeye gerek yoktur.
Bu kazanımlar, tersine diğer tüm mücadelelerin tarih içindeki birikimlerinin bir sonucudur. Sonuçları korumak ve geliştirmek ise, temel olanları güçlendirmekten geçeceği tartışmasızdır.
Dolayısıyla, dağlarından, ovalarına, şehirlerinden en küçük yerleşim birimine kadar her alanda ve uygun her araçla mücadeleye derinlemesine devam edilmelidir.
Seçim sonuçlarının yarattığı olanaklarla, bu temel alan ve araçların mücadelesi daha da anlamlı ve üretken olmaya adaydır.” (Bkz. Mihrac Ural. 22 Temmuz seçim sonuçları değerlendirmesi. http://mirural.blogspot.com/ )
Genel seçimler bitmişti. Yeni bir pencere açılmış siyasal arenada güçlerin düzenlenişi farklılaşmıştı. Bu sürecin ardından beklenen ve geleceği kesin olan son bir düelloydu.
Genel seçimler, galibi mağlup bir sonuç yaratmıştı. Galip olan, köhnemiş bir tarihi statüyle vuruşacak, gerçekçi değişimleri sağlayacak, demokrasinin gerekli yapılanmalarını kuracak bir siyasi yönelim ve irade taşımıyordu. Özgürlük kendi siyasal eğilimlerinin iktidar olmasına kadardı. Sonrası herkes için tufan.
Bu veriler doğal olarak yerel seçimlerin önemini artırıyordu. Başbakan Diyarbakır’a girmekten acizdi. Bu dengesizliğin gerçekçiliğini farklı kavrıyor bunun giderilmesi için bu alanda da ezici bir sonuç arıyordu. Böyle bir sonuç için, tarihi bir mağlubiyet alan ulusalcı-laik güçlerle ittifak etmek, her iki kesimin de işine geliyordu. Birlikte yürüyeceklerdi. Birlikte Kürt özgürlük hareketine diz çökerteceklerdi; buzdolapları çamaşır makineleri, kanepeler ve bil cümle edevatlarıyla işe koyulmalarının arka planında bu gerçekler vardı; halkın iradesine diz çökerteceklerdi. Buna “Son Düello” dedim.
Süreci dikkatlice izleyen gözlemlerimizle de algılarımızı, “Son Düelloya Doğru” adlı makalemde şu şekilde aktardım:
“AKP’nin tamamlanmamış kuşatmaları ile ordunun ülküsüzlüğü birbirine denk gelen bir uyumluluk sağladı. Dinin kültürde birleştirdiği ümmeti Muhammed’iye; ordunun eksik ülküsüne yakıt taşıdı, enerji getirdi. Kürtleri katletmede çözümsüz ve çaresiz kalan orduya AKP den gelen destek, AKP’nin Kürdistan’daki kuşatması için, ordudan gelen destekle uyumlaştı.
Böylece AKP orduya, ordu da AKP ye Kürt ulusal özgürlük hareketini bastırmak için muhtaç oldu.
Son düello yerel seçimlerdir. Devlet varını yoğunu buna koyacaktır: PKK’nin Kürt halkı üzerindeki etkisini yerel seçimlerde kırıp, on yıllardır süren dengeyi lehine çevirmek isteyecektir.
Fırat’ın iki yakasını savaşın birleştiremediği gerçeğine karşı, bir yerel seçimle bunun başarılacağına inanılmaktadır. Dinin sihirli gücünü burada gösterme çabası öne geçecektir. Kürtlerin etkin muhafazakarlıklarına rehin olmuş bir girişim yapacaklardır.
Bunun için tüm araçlarla ve her yerden PKK’ye ait temiz bir alan bırakmama yönünde saldırıya geçmiştir. Ergenekon’un Fırat’ın ötesindeki binlerce kirli işini PKK’ye ihale çabaları tırmandırılmaktadır. Yalanlar yalanları, komplolar komploları böylece takip ederek son düellonun kazınılması için, tüm güçleriyle uğraşmaktadırlar.”(bkz. Mihrac Ural. Son Düelloya Doğru, makalesi. 3 Eylül 2008 http://mirural.blogspot.com/)
Aylar öncesinden bu konuyu ısrarla işledik. Yerel seçimler bir son düello olarak geçecek, belirlemesini yaptık. Ülkemizin kaderi bu son düelloda kimin kazanacağıyla belirlenecektir dedik. Önümüzdeki 25 yıllık siyasal sürecin temelleri burada atılacaktı.
Son düello da sonuçlandı. Kendini 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde galip sananların mağlubiyeti, 29 Mart 2009 yerel seçimleriyle, açığa çıktı. Bu topraklar özgürlük istiyordu ve bu talebin arkasında halkın kararlı iradesi duruyordu. Akıl almaz engellere rağmen Kürt özgürlük hareketi açıkça söylendiği gibi Kürdistan’ın sınırlarını çizecek mahiyette bir sonuç alıyordu. On yılların mücadelesini taçlandıran bu sonuç, kaçınılmaz olarak kendi mantıki süreçlerinin ifadesini de dile getirecekti.
Kürt özerkliği bu noktada haklı bir talep olarak tarihin tüm evrimi içinde olan güçler dengesi çatışmalarının son sözü olarak beliriyordu.
Bütün bu sürecin sonucu olarak “Kürt özerkliği” söylemi, ortalığa bomba gibi düştü. Bu talebin Kürtlerin dilinden gündeme gelmesi normaldir. Ancak sadece Kürtlere ait değildir. Tersine Kürtlerin tarih içinde Anadolu’ya yaptığı uygarlık katkılarının son halkası olarak tüm Anadolu halklarına ait bir özlem ve taleptir.
Bu noktanın anlaşılması çok önemlidir ve Anadolu halklarının, Türk halkı dahil bütünüyle özgürlük ve demokrasi talepleri adına. gerçekçi bir talep olduğunun algılanması gerekmektedir.
Kürt özerkliği, bütünsel anlamda Anadolu halkları özerkliği projesinin bir parçası olarak algılanmadan bir ayağı aksak kalır. Bu gelecek anayasa tartışmaları için olduğu kadar, halkın bilince çıkartacağı demokratikleşmenin yol haritası içinde çok büyük öneme sahiptir. Bunun da yolu, özerklik talebinde bulunacak her farklılığımızın, ayrı varlığın özgün örgütlenmesi ve mücadelesiyle fiili olarak siyasetin sahnesinde yer almasını gerekli kılar. Kürt halkı bu yolu büyük bedeller ödeyerek hepimiz adına açtı. Bu yoldan yürümek için herkesin üzerine düşeni yapması gerekmektedir. Son tahlilde özgürlük, ona sahip olmak isteyene aittir. Kimse kimsenin adına özgürlüğü kullanamaz.
Bu noktada önemle yaptığım bir belirlemeyi yeniden tekrar edeceğim:
Yazılarımda milliyetçileri çılgına çeviren, Fırat’ın ötesinden yükselen özgürlük ve demokrasi mücadelesine Torosların güneyini de bir manivela olarak katalım çağrısı gerçekte, Fırat’ın ötesini ve berisini, Torosların güneyini ve kuzeyini kapsayan bir ortak ülke algısının özgürlük projesidir. Bunun mantıki sonuçları, ortak ülkemizin çok başkentli olması gerektiğine işaret eder. Bunu da açıkça ilan etmemiz gerekiyor. Bu ülke birimizin değil de hepimizin ise, Ankara resmi, İstanbul filli başkent olduğu gibi, Diyarbakır ve Antakya ihtiyari başkent olmalıdır diyorum. Bu önerme bu gün her zamandan daha gerçekçidir; Kürt özerklik talebinin de doğal sonucudur. Anadolu halklarının tarihsel özleminin en açık şekilde demokrasi ilkeleriyle, bölücülüğe, milliyetçiliğe yer vermeden dile gelişidir.
Bir milliyetçi komünist softa, bu söylemim üzerine; “bölün daha ne kadar bölecekseniz bu ülkeyi” diye havladı. Kullanım tarihi bitmiş bu akılsızlıkları muhatap almayacağımız açıktır.
Gerçekte, ülkemizin en birleştirici söylem buydu. Anadolu halklar gerçekliğinin en birleştirici söylemi her ayrı varlığın, her farklılığın kendi özgün mücadele zenginliğiyle, kendini ifade ederek örgütlenmesi ve siyasal taleplerini bu ortak paydaya dökmesini gerektiriyordu. Birleştirici tek yol budur. Bu yolu özveriyle açan Kürt halkına omuz vermek, ortak ülkemizin demokrasi mücadelesinin kendisidir. Bu açıdan Kürt özerkliği tüm halkların özgürlüğüdür diyorum.
AYRI DEVLETTEN, ÖZERKLİĞE
BİR YOL HARİTASI
Felsefe mega-ideal projeleri önümüze koyar. Aristo’nun başımıza açtığı bir bela gibidir. Ama başarı için de gereklidir. Peşine düşülen bu idealler, gerçekçi verilerin kazanabileceği kadarıyla yetinildiğine de her zaman tanıklık ederiz. Gerçekleşebilen, güçler dengesinin çekişme ve çatışmasının oluşturduğu verinin ötesine geçemez. Bu açıdan Kürt özerkliği kendine ait bir büyük ideal çıkışı ve güçler dengesinin çatışmalı süreçleri sonucu gerçekleşebilir yeri bulunmaktadır. Bu yeri bugünün verileriyle “Kürt Özerkliği” söyleminde anlam buldu.
Bu güne son yüzyılın Kürt özgürlük hareketinin ilişki ve çelişkilerinin üzerinde yükseldi. Bu sürecin iki kolu vardı.
Birincisi; doğuşuyla birlikte özerkliği isteyerek yola koyulmuştu. Son sözü ilk adımda söylemenin kefaretini, halkını ikna edemeyerek, devletin baskıları ve kovuşturmaları altında ezilerek ödedi. Özerklik talebiyle yola çıkanlar ilk çatışmada siyasal kartlarını bitirmişlerdi. İkinci hamlede söyleyebilecekleri bir şey yoktu. Önemli entelektüel birikimlerin üretildiği bu alan Kürt halkının dinamiklerine sağladığı katkı az olmamasına rağmen, direnme çizgisinde tutarlı olamamaları, gelişen PKK sürecinde hala devam eden olumsuzlukları başarısızlıklarını getirdi. “Özerklik talebi” başlangıçta bu kesimin talebi olmasına rağmen, buna sahip çıkmadılar. Böylesi bir talebin uzun bir mücadele sürecinin güçler dengesinde getirip dayattığı verilerle gündeme gelmesi, sonucun da mücadelede direnme çizgisini yükseltenlerin lehine olmasını sağladı.
İkincisi; halkının haklı taleplerini mümkün olan en yüksek boyutuyla talep edenler. Bu kesimde, Kürdistan’ın tüm bölgelerinin özgürlüğü ve ayrı devleti talebiyle başlayanlardan tek tek parçaların ayrı devlet örgütlenmesine kadar giden taleplere kadar farklılıklar bulunuyordu.
Bu talepler, gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine bakmaksınız, Kürt ulusunun en doğal hakkı olan taleplerdi. Bunun mesajını ilk alan da Kürt ulusu oldu. Bu yöndeki talep ve direnme mücadelesinin arkasında durdu. Evlatlarını akın akın dağlara gönderdi savaşa tüm diriliğiyle katıldı. Bu duyarlılık bir yanıyla Kürtlerin çağdaş bir ulus algısı içinde olduklarının, diğer yanıyla haklı davaları uğruna savaşanların arkasında duracaklarına bir işaretti. Yüz yıllık mücadele birikimlerinin ardından PKK hareketinin geliştirdiği çizgi, böylesine bir halk hareketi haline dönüşmesinin imkanlarıyla ortaya çıktı.
Devlet bir eşkıya gurubu olarak tanımladığı bu mücadeleyi zamanla, söylemese de bir halkın özgürlük mücadelesi olduğunu kavrıyordu. Bu günün söylemleri, Devletin en üst yetkilileri ve Genelkurmayın dile getirdikleri, artık algıların açıkça bir orta yola doğru gittiğini göstermektedir. Bu özgürlük hareketinin bir kazanımı ve başarısıydı.
Bu süreç 1960-70 yıllarının entelektüel Kürt birikimlerini de arkasına alarak, 1980 döneminin zor askeri mücadele ve başarıları üzerinde yükselip bu güne geldi. Bu gün siyasetin her alanında ve zamanda yer alınarak dile gelmeye başladı. Ahmet Türk’ün ağzından “DTP ile PKK’nin taleplerinin kesişiyor” söyleminin anlamı da budur.
Mücadelenin bu gün gelip dayandığı yerde, güçler dengesinin karşılıklı sürtünmesinin vardığı yerde sonuç, özgürlük özerklik talebiyle yerli yerine oturmaya başlamıştır. Büyük ideallerin mücadele süreci içinde gerçekleşebilir verileri, bu gün özerklikte anlam bulması da bundandır. Bu talep dün ne kadar yetersizse, bu gün o kadar doğrudur. Dünkü talepler bu gün ne kadar gerçekleşemez ise, özerklik bu gün o kadar gerçekleşebilir bir taleptir.
Özerklik özgürlüktür. Bu özgürlük ezenin de ezileninde özgürleşmesidir. Bu yol haritasından halkımızın kimlik haklarını ve özgürlüğünü sağlamanın mücadelesini yükseltmekle yükümlüyüz.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder