30 Mayıs 2009 Cumartesi
KARARLI İRADE
Mihrac Ural
30 Mayıs 2009
Mustafa Elveren hocanın "KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ İÇİN TARAFLARIN İRADESİ VAR MI?" yazısını okudum. Hoca, bir kez daha Kürt sorunun tek boyutlu ele alınmayacağını dile getirmiş eksikliklere parmak basmış. Farklılıklarımızın eşitler olarak yer alacağı bir demokratik cumhuriyetin tek çıkış yolu olduğu gerçeğinde bir netliğin oluşması gerektiğini belirtmiş. Net olanları ve hala karmaşada olanları göstermiş. Kısa ama çok anlamlı bir makale yazmış. Bu makaleye not düşmem gerektiği kanısıyla yazıyorum.
Okurlarımla uzun zamandır paylaşmakta olduğum yazılarımda dile getirmeye çalıştığım temel algı burada tekamül ediyor. Özellikle Ülkemizin Türk ve Kürtlerden sonra üçüncü en büyük ulusal topluluğu olan Arap kökenli ve üstelik Alevi bir inanç ailesinden geliyor olmam bu duyarlılıkların önemini daha yakından izleme şansı veriyor.
Bu yanımla uğramadığım saldırı, itham, karalama, çamur atma da kalmadı. Uzun yıllar benim kişiliğimi, işkencede ser verip sır vermeyen tutumlarımı, yurt içinde zindan zindan 12 zindan sürgünlerimi, yurt dışında 6 zindan yatışımı ve hala siyasi mülteci hallerimi yakından bilen solcu maskesi takmış Türk milliyetçisi reflekslilerin saldırılarına maruz kaldım. Bunlar arasında itirafçı olmanın utancını taşımayan onursuzlar dahil farklı tipleri saymak mümkün; poliste 20 sayfa itiraflarla her şeyi teslim edip yıkıp yakmış olanlar, MİT'le anlaşıp açıkça para alarak bunu el yazılı itiraflarında dile getirenler, sinsice ortalığa fesat sokuşturup “vesvese” yapanlar, paranoyaklar da dahildir. Kürt halk lideri Sayın Öcalan’ın ve Kürt özgürlük mücadelesinin özel harp dairesinden çektiklerinin bir boyutunu biz de bu kanaldan çekip duruyoruz. Bunları “Azınlık Olmak Zor Zanaattır” başlığı taşıyan makalemde dile getirdim. Şahsileşmemesi için bunları bu boyutuyla geçiştirmeyi yeğlerim. Ama biliyoruz ki bilinç bulanıklığı, net olmama halleri hep bu reflekslerden, hep bu ötekileştirmelerden geliyor. Tam bu noktada Mustafa Elveren hocanın yazısının önemi öne çıkıyor.
Özgürlüğü parçalara ayırmadan, ağlamayan çocuğa da meme hakkı olduğunu düşünerek, her farklı yapıyı, inanç ve kültürel topluluğu hak sahibi bir eşit sayarak ele almak gerektiğini belirlemek gerek. Sorun, ne tek başına Kürt sorunudur ne de Cumhuriyet Türkiye’sinin sorunlarını güvenlik yöntemleriyle çözemediği açık hale geldiği bir noktada, bu sorunların ekonomik önlemler paketiyle çözülebilir olduğu sanısına kapılma olayıdır. Sorun tüm boyutları, farklılıkları, ayrı varlık ve inanç türlerinin sorunu olarak bir ülkenin tüm temel konularının sorunu olarak ele almak ve buna eşitlerin çözüm arayışı olarak bakmak gereklidir.
Kimse kimsenin adına bir çözüm üretmesin. Bu bir dayatma olur. Zaten tarih boyunca “komünizm gerekiyorsa da onu biz getiririz” diyen mantığın esiri olduk. Bu mantık yalnızca kaos üretti.
Çözüm taraflarca olur, ilgili tarafın talepleri bir eşit olarak yaptırım sahibi olmadan her çözüm iddiası bir dayatmaya dönüşür. Sil yeniden başa dön halleri buradan üreyip durur. Buna son vermek gerçekçi çözüm iradesini ortaya koymakla yükümlüyüz. Bu ise farklılıklarımızı eşitler olarak kabul etmemizi zorunlu kılar.
Eşitlerin, yasalarla, anayasa, kurum ve kuruluşlarla yeniden yapılandırmaya yöneldikleri bir ülke sorunlarını rahat aşar. Bu ise, toplumun doğrudan doğruya kendi tarihiyle yüzleşmesinden geçiyor. Bu konuyu okurlarımla uzun zamandır paylaşmakta olduğum bir dizi makalede dile getirdim; tarihiyle yüzleşemeyen toplumlar geleceği kurma şansını kaybetmiştir dedim.
Tarafların iradesini aramak bu açıdan çok önem taşıyor. İşte bu tarihi kesitin parolası da budur; ülkemizin içinde olduğu kaostan kurtulmak için tarafların iradesi var mıdır yok mudur? Bu soruya açık net ve ikircimsizce yanıt vermemiz gereklidir; geçerli cevap fiili olarak kurum ve yasal güvenceler oluşturabildiği ölçüde gerçekçi sayılabilir.
Bu nedenle, doğrunun arkasında duracak kararlı bir irade yoksa, tüm söylemler zaman kaybı için üretilen uydurmalar olacaktır. Ta ki, bir tarafın diğeri üzerine askeri hükümranlığını ezici biçimde dayatana kadar. Bu ise çözüm bile değil kaosu derinleştirmektir.
Bu ülke birimizin değil de hepimize ait bir ortak ülke ise, çözüm iradesini üretmek zorundayız. İradesi arkasında durmayan bir söylem çözüm olamaz diyorum.
30 Mayıs 2009
Mustafa Elveren hocanın "KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ İÇİN TARAFLARIN İRADESİ VAR MI?" yazısını okudum. Hoca, bir kez daha Kürt sorunun tek boyutlu ele alınmayacağını dile getirmiş eksikliklere parmak basmış. Farklılıklarımızın eşitler olarak yer alacağı bir demokratik cumhuriyetin tek çıkış yolu olduğu gerçeğinde bir netliğin oluşması gerektiğini belirtmiş. Net olanları ve hala karmaşada olanları göstermiş. Kısa ama çok anlamlı bir makale yazmış. Bu makaleye not düşmem gerektiği kanısıyla yazıyorum.
Okurlarımla uzun zamandır paylaşmakta olduğum yazılarımda dile getirmeye çalıştığım temel algı burada tekamül ediyor. Özellikle Ülkemizin Türk ve Kürtlerden sonra üçüncü en büyük ulusal topluluğu olan Arap kökenli ve üstelik Alevi bir inanç ailesinden geliyor olmam bu duyarlılıkların önemini daha yakından izleme şansı veriyor.
Bu yanımla uğramadığım saldırı, itham, karalama, çamur atma da kalmadı. Uzun yıllar benim kişiliğimi, işkencede ser verip sır vermeyen tutumlarımı, yurt içinde zindan zindan 12 zindan sürgünlerimi, yurt dışında 6 zindan yatışımı ve hala siyasi mülteci hallerimi yakından bilen solcu maskesi takmış Türk milliyetçisi reflekslilerin saldırılarına maruz kaldım. Bunlar arasında itirafçı olmanın utancını taşımayan onursuzlar dahil farklı tipleri saymak mümkün; poliste 20 sayfa itiraflarla her şeyi teslim edip yıkıp yakmış olanlar, MİT'le anlaşıp açıkça para alarak bunu el yazılı itiraflarında dile getirenler, sinsice ortalığa fesat sokuşturup “vesvese” yapanlar, paranoyaklar da dahildir. Kürt halk lideri Sayın Öcalan’ın ve Kürt özgürlük mücadelesinin özel harp dairesinden çektiklerinin bir boyutunu biz de bu kanaldan çekip duruyoruz. Bunları “Azınlık Olmak Zor Zanaattır” başlığı taşıyan makalemde dile getirdim. Şahsileşmemesi için bunları bu boyutuyla geçiştirmeyi yeğlerim. Ama biliyoruz ki bilinç bulanıklığı, net olmama halleri hep bu reflekslerden, hep bu ötekileştirmelerden geliyor. Tam bu noktada Mustafa Elveren hocanın yazısının önemi öne çıkıyor.
Özgürlüğü parçalara ayırmadan, ağlamayan çocuğa da meme hakkı olduğunu düşünerek, her farklı yapıyı, inanç ve kültürel topluluğu hak sahibi bir eşit sayarak ele almak gerektiğini belirlemek gerek. Sorun, ne tek başına Kürt sorunudur ne de Cumhuriyet Türkiye’sinin sorunlarını güvenlik yöntemleriyle çözemediği açık hale geldiği bir noktada, bu sorunların ekonomik önlemler paketiyle çözülebilir olduğu sanısına kapılma olayıdır. Sorun tüm boyutları, farklılıkları, ayrı varlık ve inanç türlerinin sorunu olarak bir ülkenin tüm temel konularının sorunu olarak ele almak ve buna eşitlerin çözüm arayışı olarak bakmak gereklidir.
Kimse kimsenin adına bir çözüm üretmesin. Bu bir dayatma olur. Zaten tarih boyunca “komünizm gerekiyorsa da onu biz getiririz” diyen mantığın esiri olduk. Bu mantık yalnızca kaos üretti.
Çözüm taraflarca olur, ilgili tarafın talepleri bir eşit olarak yaptırım sahibi olmadan her çözüm iddiası bir dayatmaya dönüşür. Sil yeniden başa dön halleri buradan üreyip durur. Buna son vermek gerçekçi çözüm iradesini ortaya koymakla yükümlüyüz. Bu ise farklılıklarımızı eşitler olarak kabul etmemizi zorunlu kılar.
Eşitlerin, yasalarla, anayasa, kurum ve kuruluşlarla yeniden yapılandırmaya yöneldikleri bir ülke sorunlarını rahat aşar. Bu ise, toplumun doğrudan doğruya kendi tarihiyle yüzleşmesinden geçiyor. Bu konuyu okurlarımla uzun zamandır paylaşmakta olduğum bir dizi makalede dile getirdim; tarihiyle yüzleşemeyen toplumlar geleceği kurma şansını kaybetmiştir dedim.
Tarafların iradesini aramak bu açıdan çok önem taşıyor. İşte bu tarihi kesitin parolası da budur; ülkemizin içinde olduğu kaostan kurtulmak için tarafların iradesi var mıdır yok mudur? Bu soruya açık net ve ikircimsizce yanıt vermemiz gereklidir; geçerli cevap fiili olarak kurum ve yasal güvenceler oluşturabildiği ölçüde gerçekçi sayılabilir.
Bu nedenle, doğrunun arkasında duracak kararlı bir irade yoksa, tüm söylemler zaman kaybı için üretilen uydurmalar olacaktır. Ta ki, bir tarafın diğeri üzerine askeri hükümranlığını ezici biçimde dayatana kadar. Bu ise çözüm bile değil kaosu derinleştirmektir.
Bu ülke birimizin değil de hepimize ait bir ortak ülke ise, çözüm iradesini üretmek zorundayız. İradesi arkasında durmayan bir söylem çözüm olamaz diyorum.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder