11 Mayıs 2009 Pazartesi
DİN, DEVLET SOSYALİSTLER
Yener Orkunoğul
11 Mayıs 2009
Demokratikleşme ve Kürt Sorunu Türkiye’nin acil sorunları. Böylesi önemli sorunlar ortada iken, ‘din ve devlet‘ gibi konuyu ve ve sosyalistlerin tavrının ne olması gerektiğini ele almak da ne oluyor ?
Dünya çapında dine bir kayış gözlenmektedir. Dünyada devletlerden de destek alan çeşitli dinsel cemaatler ‘diyalog’ adı altında esas olarak sosyalizme karşı ideolojik mücadele yürüttüler ve yürütüyorlar. Ayrıca Türkiye’de Kuran’ı referans alan birinin başbakan olması, dinin toplum içindeki gücünü göstermektedir.
Sosyalistlerin amacı, sömürüsüz bir dünya kurmaktır. Bunun ilk şartı mümkün olabildiği kadar demokratik bir ortam ve özgür kişiler yaratmaktır. Dolayısıyla demokratikleşme önemli bir rol oynamaktadır. Lenin’in deyişiyle ‘demokrasi mücadelesi içinde eğitilmemiş bir işçi sınıfı sosyalizmi kuramaz.’
Demokratikleşme ‚‘Özgür İnsan’ların emeğinin ürünüdür. Özgür insanı besleyen gıda, ‘Aklın Özgürlüğüdür.‘ Oysa Türkiye’de aklın özgürlüğünü frenleyen dar bir laiklik anlayışı egemendir. Dolayısıyla özgürleşme ve demokratikleşmenin dinle ve devletle bağıntısı vardır.
Ortalama bir solcuya, ‘Laiklik Nedir ?’ diye sorarsanız, şu cevabı alırsınız: ‘Laiklik, din ve devletin birbirinden ayrılmasıdır.’ Bu cevap, eksik bir cevaptır. Laikliğin özünü anlatmaz. Laikliğin sonucunu dillendirir.
Laikliğin, ‘devlet ve dinin birbirinden ayrı ve bağımsız’ olmasına indirgenmesi laikliğin özünü gizlemektedir.
Türkiye’de neden yaygın bir dar laiklik anlayışı egemen ?
Bu sorunun cevabı şudur : Kemalist aydınlar, her şeyde olduğu gibi, laikliğin özünü boşaltarak benimsediler. Evrensel laiklik anlayışını çarpıttılar. Tüm bunlar, Türkiye’nin özgün olduğu iddiasıyla yapıldı.
Nedense, Türkiye’deki evrensel ilkeleri çarpıtmaların temelinde, hep bu ‘Özgünlük’ saplantısı var.
***
Laiklik, Aklın Özgürleşmesidir. Batı’da Ortaçağ döneminde Kilise ve dinsel devlet, aklın özgürleşmesine karşı idi. . Aklın özgürlüğü, devletin dinsel anlayıştan kopmasını gerektiriyordu. Devlet ve din birbirlerinden ayrıldılar.
Türkiye’de böyle olmadı. Bu nedenle haklı olarak Türkiye’nin laik devlet değil, ‘laikçi‘ bir devlet olduğu sık sık dillendirilmektedir.
Dar laiklik anlayışları, demokratikleşmeye zarar verir. Hele demokratikleşme sancılarının yaşandığı Türkiye’de, ‘Aklın Özgürlüğünü‘ ön planda tutmak son derece önemlidir. ‘Aklın Özgürlüğü‘, ‘Özgür İnsan ‘ yaratmanın temelidir. Özgür insan, aklın özgür olduğu ortamda gelişebilir.
***
Laikliğin doğru anlaşılması gerekir.
Sosyalistlerin, din konusundaki görüşleri nedir ?
Biz sosyalistler, din ve devlet ilişkisi hakkında ne düşünüyoruz ?
Geçmişte sosyalist hareketlerin bu konuda tutarlı bir çizgi izledikleri söylenemez.
Sosyalist laiklik anlayışı ile burjuva laiklik anlayışı arasındaki fark nedir ?
Türkiye’de en gelişmiş biçimi burjuva laiklik anlayışı şöyle dile getirilmiştir: : ‘Laiklikte din ve devlet bağımsızdır, devlet dine karışamaz, din de devlete.’ Bu tanım, burjuva laiklik anlayışı açısından doğru bir tanımdır. Türkiye’de yaygın olan laiklik anlayışına göre bir ilerlemedir.
Bu anlayışın pratik sonucu şudur: ‘Diyanet İşleri’nin ortadan kaldırılması talebi‘ burjuva laiklik anlayışının sonucudur. Sosyalist görüşe göre de ‘devlet dine karışamaz, din de devlete.’ Ancak bu tanım, sosyalistler açısından eksiktir.
Niçin eksik? Çünkü burjuva laiklik anlayışı ve sosyalist laiklik anlayışı arasındaki farklılıkları dikkate almıyor.
Burjuva laiklik anlayışı ve sosyalist laiklik anlayışı arasında bir benzerlik olduğu doğrudur. Benzerlik şudur: Her iki laiklik anlayışına göre, ‘Din, kişinin özel sorunudur.‘
Peki, iki tür laiklik arasındaki fark nedir?
İki anlayış arasındaki farkın anlaşılabilmesi için, sosyalistlerin din anlayışının kısa özeti gerekir: Devlet, hiçbir insanın inancına karışmamalıdır, devlet inançlar arasında ayrım yapmamalıdır. Devlet açısından ele alındığı sürece, din veya herhangi bir inanç kişisel bir sorundur. Her türlü dinsel özgürlük vardır.
Buraya kadar sosyalist laiklik anlayışı, burjuva laikliği ile aynı görüşte. Ayrılık şurda: Evet, devlet açısından ele alındığında din kişisel bir sorundur, ancak sosyalist parti açısından, din kişisel bir sorun olarak görülemez. Yani, sosyalist parti, ‘Aklın özgürleşmesine‘ engel teşkil eden dine karşı ideolojik mücadeleden vazgeçemez.
***
Sosyalizm, dine karşı mücadele biçimlerinde de burjuva radikal görüşlerden ayrılır. Şöyle ki: Burjuva radikal görüş, dini, ‘entelektüell‘ bir sorun olarak alır. Dinsel önyargıların, propaganda yöntemleri ile aşılacağına inanır. Oysa ‘İnsanlığın üzerindeki din boyunduruğunun, toplumdaki ekonomik boyunduruğun bir sonucu ve yansıması olduğunu akıldan çıkarmak burjuva dar görüşlülüğünden başka bir şey değildir.‘(Lenin)
Keza Marks dini, ‘hem gerçek bir ıstırabın yansıması, hem de bu ıstıraba karşı protesto’ olarak ifade etmişti.
Din etkisini neden en çok köylü kitleleri veya şehrin en alt katmanları üzerinde göstermektedir ?
Burjuva radikalleri bu soruya şöyle cevap verirler: ‘Cahil oldukları için‘. Ve ‘eğitim yoluyla‘ kitleleri dinin etkisinden kurtaracaklarını düşünürler.
Sosyalistler, bu burjuva radikal görüşlerin yanlış olduğunu bilirler. Bu nedenle sosyalistler, aklın özgürlüğünü savunarak, dine karşı ideolojik mücadele ederler. Ancak bu ideolojik mücadelenin yeterli olmayacağının bilincindedirler.
Sosyalistler, dinsel önyargılara karşı nasıl savaşılması gerektiğini bilmelidirler. Tabii bunu yapabilmek için, dinsel inancın kökenini açıklamak durumundadırlar.
***
Din, çaresizlikten kaynaklanır. ‘Tanrıları korku yarattı‘ sözü anlamlıdır. Kapitalizmin karanlık güçleri karşısındaki çaresizliğinden kaynaklanır. Kapitalizm, yoksul insanlara, deprem ve doğa felaketlerden daha beter kahırlar çektirmektedir. Düşünün bir kez, emekçi yığınların toplumsal ezikliği, günlük yaşamın dayanılmaz acıları, bu yığınları çaresiz bir hale getirmektedir.
Demek ki, dinsel önyargılara karşı mücadelede en etkin yol, yığınların bu çaresizlikten kurtulmalarıdır. Din, ezilmişliğin ve çaresizliğin felsefesidir. Bu felsefeyi aşmanın yolu, ezilmişlikten ve çaresizlikten kurtulmaktır.
Ezilenler, çaresizliğine çözüm aradıkça dinsel önyargılarını aşarlar. Ezilenin hedefi, kendini kurtarmak olmalı. Ezilen sınıflar örgütlendikleri ve kendi ezilmişliklerine son vermek için mücadele ettikleri zaman dinsel önyargılardan sıyrılmaya başlarlar.
Ezilenleri yüceltmenin bir anlamı yoktur. Ezilenin yüceltilebilecek neyi var ? Burjuvazi de ezilenleri yüceltebilir. Ezilenleri yüceltmek, populizmdir. Ancak kendini ezilmişten kurtarmaya çalışan bir halkın eylemi ve çabası yüceltilebilinir.
11 Mayıs 2009
Demokratikleşme ve Kürt Sorunu Türkiye’nin acil sorunları. Böylesi önemli sorunlar ortada iken, ‘din ve devlet‘ gibi konuyu ve ve sosyalistlerin tavrının ne olması gerektiğini ele almak da ne oluyor ?
Dünya çapında dine bir kayış gözlenmektedir. Dünyada devletlerden de destek alan çeşitli dinsel cemaatler ‘diyalog’ adı altında esas olarak sosyalizme karşı ideolojik mücadele yürüttüler ve yürütüyorlar. Ayrıca Türkiye’de Kuran’ı referans alan birinin başbakan olması, dinin toplum içindeki gücünü göstermektedir.
Sosyalistlerin amacı, sömürüsüz bir dünya kurmaktır. Bunun ilk şartı mümkün olabildiği kadar demokratik bir ortam ve özgür kişiler yaratmaktır. Dolayısıyla demokratikleşme önemli bir rol oynamaktadır. Lenin’in deyişiyle ‘demokrasi mücadelesi içinde eğitilmemiş bir işçi sınıfı sosyalizmi kuramaz.’
Demokratikleşme ‚‘Özgür İnsan’ların emeğinin ürünüdür. Özgür insanı besleyen gıda, ‘Aklın Özgürlüğüdür.‘ Oysa Türkiye’de aklın özgürlüğünü frenleyen dar bir laiklik anlayışı egemendir. Dolayısıyla özgürleşme ve demokratikleşmenin dinle ve devletle bağıntısı vardır.
Ortalama bir solcuya, ‘Laiklik Nedir ?’ diye sorarsanız, şu cevabı alırsınız: ‘Laiklik, din ve devletin birbirinden ayrılmasıdır.’ Bu cevap, eksik bir cevaptır. Laikliğin özünü anlatmaz. Laikliğin sonucunu dillendirir.
Laikliğin, ‘devlet ve dinin birbirinden ayrı ve bağımsız’ olmasına indirgenmesi laikliğin özünü gizlemektedir.
Türkiye’de neden yaygın bir dar laiklik anlayışı egemen ?
Bu sorunun cevabı şudur : Kemalist aydınlar, her şeyde olduğu gibi, laikliğin özünü boşaltarak benimsediler. Evrensel laiklik anlayışını çarpıttılar. Tüm bunlar, Türkiye’nin özgün olduğu iddiasıyla yapıldı.
Nedense, Türkiye’deki evrensel ilkeleri çarpıtmaların temelinde, hep bu ‘Özgünlük’ saplantısı var.
***
Laiklik, Aklın Özgürleşmesidir. Batı’da Ortaçağ döneminde Kilise ve dinsel devlet, aklın özgürleşmesine karşı idi. . Aklın özgürlüğü, devletin dinsel anlayıştan kopmasını gerektiriyordu. Devlet ve din birbirlerinden ayrıldılar.
Türkiye’de böyle olmadı. Bu nedenle haklı olarak Türkiye’nin laik devlet değil, ‘laikçi‘ bir devlet olduğu sık sık dillendirilmektedir.
Dar laiklik anlayışları, demokratikleşmeye zarar verir. Hele demokratikleşme sancılarının yaşandığı Türkiye’de, ‘Aklın Özgürlüğünü‘ ön planda tutmak son derece önemlidir. ‘Aklın Özgürlüğü‘, ‘Özgür İnsan ‘ yaratmanın temelidir. Özgür insan, aklın özgür olduğu ortamda gelişebilir.
***
Laikliğin doğru anlaşılması gerekir.
Sosyalistlerin, din konusundaki görüşleri nedir ?
Biz sosyalistler, din ve devlet ilişkisi hakkında ne düşünüyoruz ?
Geçmişte sosyalist hareketlerin bu konuda tutarlı bir çizgi izledikleri söylenemez.
Sosyalist laiklik anlayışı ile burjuva laiklik anlayışı arasındaki fark nedir ?
Türkiye’de en gelişmiş biçimi burjuva laiklik anlayışı şöyle dile getirilmiştir: : ‘Laiklikte din ve devlet bağımsızdır, devlet dine karışamaz, din de devlete.’ Bu tanım, burjuva laiklik anlayışı açısından doğru bir tanımdır. Türkiye’de yaygın olan laiklik anlayışına göre bir ilerlemedir.
Bu anlayışın pratik sonucu şudur: ‘Diyanet İşleri’nin ortadan kaldırılması talebi‘ burjuva laiklik anlayışının sonucudur. Sosyalist görüşe göre de ‘devlet dine karışamaz, din de devlete.’ Ancak bu tanım, sosyalistler açısından eksiktir.
Niçin eksik? Çünkü burjuva laiklik anlayışı ve sosyalist laiklik anlayışı arasındaki farklılıkları dikkate almıyor.
Burjuva laiklik anlayışı ve sosyalist laiklik anlayışı arasında bir benzerlik olduğu doğrudur. Benzerlik şudur: Her iki laiklik anlayışına göre, ‘Din, kişinin özel sorunudur.‘
Peki, iki tür laiklik arasındaki fark nedir?
İki anlayış arasındaki farkın anlaşılabilmesi için, sosyalistlerin din anlayışının kısa özeti gerekir: Devlet, hiçbir insanın inancına karışmamalıdır, devlet inançlar arasında ayrım yapmamalıdır. Devlet açısından ele alındığı sürece, din veya herhangi bir inanç kişisel bir sorundur. Her türlü dinsel özgürlük vardır.
Buraya kadar sosyalist laiklik anlayışı, burjuva laikliği ile aynı görüşte. Ayrılık şurda: Evet, devlet açısından ele alındığında din kişisel bir sorundur, ancak sosyalist parti açısından, din kişisel bir sorun olarak görülemez. Yani, sosyalist parti, ‘Aklın özgürleşmesine‘ engel teşkil eden dine karşı ideolojik mücadeleden vazgeçemez.
***
Sosyalizm, dine karşı mücadele biçimlerinde de burjuva radikal görüşlerden ayrılır. Şöyle ki: Burjuva radikal görüş, dini, ‘entelektüell‘ bir sorun olarak alır. Dinsel önyargıların, propaganda yöntemleri ile aşılacağına inanır. Oysa ‘İnsanlığın üzerindeki din boyunduruğunun, toplumdaki ekonomik boyunduruğun bir sonucu ve yansıması olduğunu akıldan çıkarmak burjuva dar görüşlülüğünden başka bir şey değildir.‘(Lenin)
Keza Marks dini, ‘hem gerçek bir ıstırabın yansıması, hem de bu ıstıraba karşı protesto’ olarak ifade etmişti.
Din etkisini neden en çok köylü kitleleri veya şehrin en alt katmanları üzerinde göstermektedir ?
Burjuva radikalleri bu soruya şöyle cevap verirler: ‘Cahil oldukları için‘. Ve ‘eğitim yoluyla‘ kitleleri dinin etkisinden kurtaracaklarını düşünürler.
Sosyalistler, bu burjuva radikal görüşlerin yanlış olduğunu bilirler. Bu nedenle sosyalistler, aklın özgürlüğünü savunarak, dine karşı ideolojik mücadele ederler. Ancak bu ideolojik mücadelenin yeterli olmayacağının bilincindedirler.
Sosyalistler, dinsel önyargılara karşı nasıl savaşılması gerektiğini bilmelidirler. Tabii bunu yapabilmek için, dinsel inancın kökenini açıklamak durumundadırlar.
***
Din, çaresizlikten kaynaklanır. ‘Tanrıları korku yarattı‘ sözü anlamlıdır. Kapitalizmin karanlık güçleri karşısındaki çaresizliğinden kaynaklanır. Kapitalizm, yoksul insanlara, deprem ve doğa felaketlerden daha beter kahırlar çektirmektedir. Düşünün bir kez, emekçi yığınların toplumsal ezikliği, günlük yaşamın dayanılmaz acıları, bu yığınları çaresiz bir hale getirmektedir.
Demek ki, dinsel önyargılara karşı mücadelede en etkin yol, yığınların bu çaresizlikten kurtulmalarıdır. Din, ezilmişliğin ve çaresizliğin felsefesidir. Bu felsefeyi aşmanın yolu, ezilmişlikten ve çaresizlikten kurtulmaktır.
Ezilenler, çaresizliğine çözüm aradıkça dinsel önyargılarını aşarlar. Ezilenin hedefi, kendini kurtarmak olmalı. Ezilen sınıflar örgütlendikleri ve kendi ezilmişliklerine son vermek için mücadele ettikleri zaman dinsel önyargılardan sıyrılmaya başlarlar.
Ezilenleri yüceltmenin bir anlamı yoktur. Ezilenin yüceltilebilecek neyi var ? Burjuvazi de ezilenleri yüceltebilir. Ezilenleri yüceltmek, populizmdir. Ancak kendini ezilmişten kurtarmaya çalışan bir halkın eylemi ve çabası yüceltilebilinir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder