HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

2 Nisan 2010 Cuma

LENİN 4

Yener Orkunoğlu

2 Nisan 2010
y.orkunoglu@googlemail.com


4. RUSYA’DA KAPİTALİZMİN GELİŞMESİ ÜZERİNE TARTIŞMA


Yeni bir toplum ve sosyalizm için mücadele edenler aşmak istedikleri kapitalizmi iyi analiz etmek zorundadırlar. Kapitalizmin gerçek niteliğini kavramadan ona karşı tutarlı ve uzun soluklu bir mücadele yürütülemez. Kapitalizm konusunda yanlış teoriler günümüzde de hala varlığını sürdürdüğüne göre geçmişte yapılmış bir tartışma, bugüne ışık tutacak nitelikte bir tartışmadır. Bu nedenle kapitalizmin gerçek niteliğini anlamak açısından Rus Devrimi’nden önce yapılmış olan bir tartışmaya değinmek yararlı olacaktır.

Söz konusu tartışma Rusya’daki Narodnikler ve Marksistler arasında kapitalizm üzerine yapılmış bir tartışmadır. Narodnikler, Rusya’da kapitalist bir iç pazarın gelişmesinin mümkün olmadığını, bu nedenle kapitalist yolun Rusya’da kapalı olduğunu ileri sürüyorlardı. Bu nedenle kapitalizmi yaşamadan köy komünü üzerinden sosyalizme gidilmesi gerektiğini savunuyorlardı. Bu anlayışı göre de sosyalizmin temel gücü köylülerdi. Narodnikler, de kapitalizmin analizi konusunda Marx’a dayandıklarını iddia ediyorlardı. Narodnikler, kapitalist üretimin tüketime yönelik olduğu görüşünden hareket ediyorlardı.

Bu konuda şöyle yazıyordu Lenin:

‘Adı geçen yazarlar (Narodnik yazarlar kastediliyor.yo), kapitalist bir ulusun, bir dış pazara sahip olma ihtiyacını, kapitalistlerin ürünlerini başka bir yoldan gerçekleştiremeyecekleri önerisi ile açıklıyorlar. Onlara göre, Rusya'daki iç pazar, köylülüğün yıkımı ve artı-değerin bir dış pazar olmaksızın gerçekleştirilmesinin olanaksızlığı yüzünden daralmaktadır, dış pazar da, kapitalist gelişme yoluna çok geç giren genç bir ülkeye kapalıdır - ve böylece, Rus kapitalizminin dayanaksız olduğu, ölü doğduğu tanıtlanmıştır diye ilan edilmektedir, salt önsel (ve üstelik teorik olarak yanlış) varsayımlara dayanan bir iddiadır bu.‘

O dönemde Lenin’in de dahil olduğu Marksistler, Narodniklerin görüşlerine karşı teorik bir mücadeleye giriştiler. Dış-pazar olmadan kapitalizmin gelişemeyeceğini ileri süren Narodniklerin bu temel görüşünün çürüklüğünü ortaya koydular. Kapitalist gelişmenin mümkün olduğunu ileri sürenler arasında, Peter Struve1, Sergei Nikolajewitsch Bulgakov, Tugan-Baranovsk ve Lenin gibi ağırlıklı isimler vardı. O dönemde Marksistler iki gruba ayrılıyordu: Legal Marksistler ve ‘ortodoks’ Marksistler. Her iki grup Narodnik görüşlere karşı teorik yayın organı çıkarma gibi konularda işbirliğine gittiler. Struve, ‘kapitalist gelişme ilerledikçe, Narodnik teorinin temelinin yıkılacağını ve Narodnizmin renksiz reformist bir akıma döneceğini’ ileri sürüyordu.


Her iki Marksist grup, Narodnik teoriye karşı ikili bir mücadele yürüttüler. 1. Norodniklerin teorik yanlışlarını ortaya koydular. 2. Kapitalizmin gelişmekte olduğunu ampirik olgulara dayanarak ispatlamaya çalıştılar.

NARODNİKLERİN TEZLERİ


Narodniklerin en temel tezleri şunlardı.

Birinci Tez: Kapitalizmin gelişmesi demek, küçük üreticilerin yıkımı demektir. ‘Küçük üreticilerin yıkımı iç pazarın daralmasına götürür.’
İkinci tez: Rusya’da artı-değerin gerçekleştirilmesi olanaksızdır. ‘Kapitalist bir ekonomi, dış pazar olmadan gelişemez.
Üçüncü Tez: Artı-değerin gerçekleşmesi tüketim ile ilgili bir sorundur.


Lenin’in, Rusya’da Kapitalizmin Gelişimi adlı kitabının ilk bölümü Narodniklerin tezlerini teorik olarak çürüten bir bölümdür. Bu bölümde Lenin, Narodnik tezleri teorik açıdan ele alır.

Birinci Tez:



Narodniklere göre, küçük üreticilerin, üretim araçlarını -toprak, aletler, atölyeler vb.- yitirerek ücretli işçiler haline gelmesi, "nüfusun alım gücünü azaltır". Dolayısıyla "iç pazar daralır.’ Narodnikler, küçük üreticilerin yıkımı şeklindeki basit gerçekten, iç pazarın daraldığı sonucunu çıkartıyorlardı. Lenin ise, küçük üreticilerin yıkılmasından tam tersi bir sonuç çıkarıyordu: Küçük üreticilerin yıkımı; iç pazarın daralması değil, yaratılması demektir. Lenin, ilkin teorik olarak Marx’ın görüşlerine başvurarak , sonrada amprik bilgilere dayanarak Narodnik teorinin dayanıksızlığını ortaya koydu.

Lenin, kapitalizmin gelişmesini mümkün kılan diğer olguları da teorik açıdan ortaya koyar. Lenin, kapitalizmin gelişme sorununa iç pazar için üretim açısından yaklaşır. Yani yöntemsel olarak dış pazar sorununu dışarıda bırakır.

Peki ama iç pazarın gelişiminin nedeni nedir?

Lenin, Kapital’a başvurur. Marx’ın iç pazarın gelişmesini mümkün kılan nedenleri aktarır:

a) Toplumsal İşbölümü; b) Sınai nüfusun, tarımsal nüfus aleyhine büyümesi; c) Küçük üreticilerin yıkımı




Toplumsal İşbölümü
Marx’a göre, meta ekonomisinin temeli toplumsal iş bölümüdür. ‘Metaların pazarı, toplumsal işbölümü aracılığıyla gelişir, üretken emeklerin birbirinden ayrılması, onlara karşılıklı olarak birbirleri için pazar hizmeti gördürerek bunların her birinin ürününü, karşılıklı olarak meta haline, birbiri için eşdeğerler haline dönüştürür’ (Marx)

Bir başka deyişle, toplumsal işbölümü, meta ekonomisinin ve kapitalist ekonominin bütün gelişme sürecinin temelidir. Bu toplumsal iş bölümünün sonucu olarak, imalat sanayi, hammadde sanayisinden ayrılır, ayrıca bu sanayi alanları da kendi içlerinde giderek artan bir şekilde alt-bölümlere bölünürler.

Dolayısıyla Narodnik teorisyenler, Rusya‘da toplumsal iş bölümü gerçeğini gizlemeye veya önemini küçültmeye çalışmışlardı. Narodnik teorisyenler, toplumsal işbölümünün, "halkın yaşamının derinliklerinden fışkırmadığını, onun içine dışardan girmeye çabaladığını" ilan ederek, toplumsal iş bölümünün yapay tedbirler olduğunu ileri sürmüşlerdi. Narodnik teori, Rusya'daki kapitalizmin yapay olduğu görüşüne dayanıyordu.


Sanayi nüfusunun tarımsal nüfus aleyhine büyümesi.
Lenin, meta ekonomisinin gelişmesinin, nüfusun gitgide büyüyen bir bölümünün tarımdan ayrılmasına götürdüğünü belirtir. Bu ise sanayi nüfusun tarımsal nüfus aleyhine büyümesi anlamına gelir. Lenin, Marx’ın Kapital’inden alıntı yapar: ’Tarım-dışı nüfusa kıyasla, tarımsal nüfusun sürekli olarak azalması, kapitalist üretimin yapısından gelir.’

Dolayısıyla ticari ve sınai nüfusta tarımsal nüfus aleyhine bir artış olmaksızın kapitalizm düşünülemez

c) Küçük üreticilerin yıkımı

Kapitalizmin en belirgin özelliklerinden biri üretim araçlarının -toprak, aletler, makineler, atölyeler vb.- küçük bir azınlığı elinde toplanması demektir. Bir başka deyişle küçük üreticilerin üretim araçlarından yoksun kalması demektir. Bu durum ise, küçük üreticilerin yıkımı ve yoksullaşması demektir. Narodnikler bu yıkımdan şöyle bir sonuç çıkarıyorlardı: ‘Küçük üreticinin tüketimin sınırlı olması, iç pazarın daralması anlamına gelir. Lenin, Marx’ın Kapital’inden alıntı yapar:

‘Tarımsal nüfusun bir bölümünün mülksüzleştirilmesi ve tarım dışına sürülmesi, yalnızca, emekçileri, onların geçim araçlarını, emek malzemesini, sınai sermaye için özgür kılmakla kalmadı, ayrıca iç pazarı da yarattı."(Marx) ve Lenin devam eder, demek ki, ‘meta ekonomisinin ve kapitalizmin geliştiği bir toplumda, küçük üreticilerin yıkımı, (...) iç pazarın daralması değil, yaratılması anlamına gelir.’

İkinci Tez:

Narodnikler, iç-pazarın daraldığı iddiasıyla, Rusya’da artı-değerin gerçekleştirilmesinin olanaksız olduğunu ileri sürüyorlardı. Narodniklere göre, ‘Kapitalist bir ekonomi, dış pazar olmadan gelişemez.’

Lenin, Narodniklerin artı-değerin gerçekleşme sorununu anlamadıklarını ortaya koyar. Artı-değerin gerçekleşmesi sorununu açıklamak amacıyla bir ürünün değerinin nelerden oluştuğunu sergiler. Marx’ın iki temel önermesinin altına çizer:

Birinci önerme: Kapitalist üretimde bir ürünün değeri 3 kısımdan oluşur: 1. değişmeyen sermaye miktarı (makineler, aletler vb); 2. değişen sermaye miktarı (işçinin geçimi için gerekli miktar, yani ücretler); 3. kapitaliste ait olan artı-değer.

İkinci önerme: Kapitalist üretim iki ana kesimden oluşur. Ve bu iki ana kesimin birbirinden ayrılması gerektiği önermesidir. Kesim I, üretim araçlarının üretimidir; Kesim II, tüketim maddelerinin üretimidir. Kesim I, tüketim maddelerini üreten üretim araçlarıdır; yani insanlar tarafından kişisel tüketim için değil, sermaye tarafından tüketilecek olan maddelerin (üretim araçlarının) üretimidir. Kesim II ise, kişisel tüketim için kullanılan maddelerin üretimidir.

Narodnikler, değişmeyen ve değişen sermayeyi gerçekleştirmenin sorun olmadığını düşünüyorlar. Narodnikler için asıl sorun, üçüncü kısmın (yani artı-değerin) gerçekleştirilmesi sorunudur. Lenin, sorunun bu şekilde konulmasının, gerçekleştirme sorunun anlaşılmamasından kaynaklandığını belirtir. Lenin’e gör Narodnikler, gerçekleşme sorununu anlamaktan yoksunlar. Çünkü Narodnikler, gerçekleşme sorununu yalnızca artı-değerin gerçekleşme sorununu indirgemektedirler. Bu konuda şöyle yazar Lenin:

‘Üçüncü kısım-artı-değer- nasıl gerçekleştirilir? Hiç kuşkusuz bütünüyle kapitalistler tarafından tüketilemez. Bu yüzden, bizim iktisatçılar, artı-değerin gerçekleştirilmesi "güçlüğünden çıkış yolunun", "dış pazar elde etme" sonucuna varıyorlar.’

Oysa Lenin, gerçekleştirme sorununun yalnızca artı-değerin gerçekleştirilmesi sorununa indirgenmesinin bir hata olduğunu vurgular. Şöyle yazar Lenin:

‘her halde değişmeyen sermayenin gerçekleştirilmesinin hiç bir güçlük arz etmediğini düşünerek ürünün gerçekleştirilmesi sorununun tümünü, artı-değerin gerçekleştirilmesi sorununa indirgiyorlar. Bu çocukça görüş, Narodnik gerçekleştirme teorisinin bütün diğer hatalarına kaynak olan, çok büyük bir hata içermektedir.’

Lenin, ürünün gerçekleştirilmesi sorunun güç bir sorun olduğunu kabul eder. Gerçekleşmenin ne anlama geldiğini şöyle belirtir:

‘İşin doğrusu şudur: Gerçekleştirmeyi açıklamadaki güçlük, tamı tamına, değişmeyen sermayenin gerçekleştirilmesini açıklamadaki güçlükten ibarettir. Gerçekleştirilmesi için, değişmeyen sermayenin, tekrar üretime sokulması gerekir ve bu da, ancak, üretim araçları üreten sermaye için doğrudan doğruya uygulanabilir. Ama, eğer, sermayenin değişmeyen kısmını karşılayan ürün, tüketim maddelerinden oluşuyorsa, doğrudan doğruya yeniden üretime sokulamaz; üretim araçları yapan toplumsal üretim kesimi ile tüketim maddeleri yapan kesim arasında bir değişim gereklidir. Sorunun bütün güçlüğü bu noktadadır, bizim iktisatçıların farkına varmadığı bir güçlüktür bu.’

Naradonikler şu görüşü ileri sürüyorlardı:

’ürünlerin bolluğuna yol açan şey, fabrikatörlerin ölçülülüğü ve onlarla yetinmesi değil, tüketim gücünü, artı-değerin büyüdüğü hızda artıramayan insan organizmasının [!!] sınırlılığı ve yeterince esnek olmayışıdır.’

Dolayısıyla Narodnikler, artı-değerin gerçekleştirilmesi güçlüğünden çıkış yolunun dış pazarlara açılmak olduğu görüşünü ileri sürüyorlardı. Lenin, iç pazar sorununun açıklamasına dış pazarlar meselesini gündeme getirmenin yöntemsel olarak yanlış olduğunu vurgular. Dolayısıyla Lenin, kapitalizmin gelişme sorununu iç-pazarın gelişmesi ve gerçekleşme sorunun iç pazar açısından yaklaşır. Dış Pazar sorununu bir kenara bırakır.

Lenin, soruna özellikle iç-pazar açısından yaklaştığını kitabının birinci önsözünde vurgular:

‘BURADA sunulan çalışmada, yazar, Rus kapitalizmi için bir iç pazarın nasıl oluşmakta olduğu sorununu inceleme amacına yönelmiştir. Bildiğimiz gibi bu sorun, çok önceden, (…), Narodnik görüşlerin esas savunucuları tarafından ortaya atılmıştır, bu görüşleri eleştirmek ise, bize düşen bir görev olacaktır. Bu eleştiride, muhaliflerimizin görüşlerindeki hataları ve yanlış anlamaları incelemekle yetinmemizin mümkün olmadığını düşündük, ortaya atılan soruyu yanıtlarken, bize öyle geldi ki, bir iç pazarın oluşumunu ve büyümesini gösteren gerçekleri kanıt olarak ileri sürmek yeterli olmayacaktır, çünkü, bu tip gerçeklerin gelişigüzel seçildiği ve tersini gösteren gerçeklerin ihmal edildiği yolunda itirazlar olabilir. Rusya'da kapitalizmin bütün gelişme sürecini incelemek, onu tümü ile tanımlamaya çalışmak, bize zorunlu göründü. Söylemeye bile gerek yok ki, böylesine geniş bir görev, eğer bazı sınırlamalar getirilmeseydi, bir tek kişinin gücünün ötesinde olurdu. İlkönce, başlığın kendisinden de anlaşılacağı gibi, Rusya'da kapitalizmin gelişmesi sorununu, yalnızca iç pazar açısından ele alıyor ve dış pazar sorununu ve dış ticaretle ilgili verileri bir yana bırakıyoruz.’(abç y.o)

Lenin, Narodnik iktisatçıları şöyle suçlar: Bu iktisatçılar, ne kapitalist toplumda ürünün gerçekleştirilmesini (yani iç pazar teorisini), ne de dış pazarın rolünü, hiç bir şekilde anlamamışlardır. Ve şöyle yazar Lenin:

‘Gerçekten de, "gerçekleştirme" sorununa dış pazarı karıştırmakta sağduyunun zerresi var mı? Gerçekleştirme sorunu, kapitalist ürünün her parçası için, değer olarak (değişmeyen sermaye, değişen sermaye ve artı-değer) ve maddi biçimde (üretim araçları ve tüketim maddeleri, özellikle ihtiyaç maddeleri ve lüks eşya) pazarda kendisinin yerine geçecek olan bir başka ürün parçasının nasıl bulunacağı sorunudur. Açıktır ki, dış ticaret, burada işin içine katılmamalıdır, çünkü, onu işe karıştırmak, sorunun çözümünü bir milim ilerletmez, sadece sorunu bir ülkeden birkaçına yayarak, çözümü uzaklaştırır.’

Lenin gerçekleşme sorunun özüne dikkat çeker: ‘değişen sermayenin gerçekleştirilmesi tartışılırken, önemli olan şey, ürünün bir kısmının yerine bir başka kısmının geçmesidir. Bu yerine geçişin, bir ülkede mi, yoksa iki ülkede mi olduğu hiç de önemli değildir.’

Narodnikler, kapitalizmde artı-değeri gerçekleştirme sorununa dikkat çekmekle, kapitalizmin çelişkilerinin, derin bir değerlendirmesini yaptıklarına inanıyorlardı. Oysa gerçekte, kapitalizmin çelişkilerinin son derece yüzeysel bir değerlendirmesini vermekteydiler. Lenin, gerçekleştirme sorununu yalnız artı-değerin gerçekleştirme sorununa indirilmesini eleştirir:

‘Eğer gerçekleştirmenin ve bundan doğan "bunalımların" vb. "güçlüklerinden" söz ediliyorsa, bu "güçlüklerin" yalnızca artı-değer için değil, kapitalist ürünün bütün parçaları için, sadece mümkün değil, aynı zamanda zorunlu olduğu da kabul edilmelidir. Üretimin çeşitli dallarının dağılımındaki oransızlık yüzünden beliren bu tür güçlükler, yalnızca, artı-değerin gerçekleştirilmesinde değil, değişen ve değişmeyen sermayenin gerçekleştirilmesinde de, yalnızca tüketim maddelerinden oluşan ürünün gerçekleştirilmesinde değil, üretim araçlarından oluşanların gerçekleştirilmesinde de, sürekli olarak ortaya çıkar.’

Üçüncü Tez:

Narodnikler, artı-değerin gerçekleşmesi sorununu tüketim ile ilgili bir sorun olarak algılarlar. Yani artı-değerin gerçekleştirilmesi sorununu, artı-değerin tüketilmesi sorununa indirgemişlerdi. Lenin, Narodnik iktisatçıların, Kapital’in II. Cildinde çürütülmüş olan eski hataları tekrarladıklarını belirtir. Bu nedenle Lenin, ‘gerçekleştirme teorisini doğru bir biçimde anlayabilmek için, Marx'a kadar, bu konuda ekonomi politikte rakipsiz hüküm sürmüş hatalı teorinin temelini atan Adam Smith'le işe başlamalıyız’ der

GERÇEKLEŞME SORUNU VE ADAM SMİTH’İN HATASI
Lenin, artı-değerin gerçekleşme sorununun doğru bir biçimde anlaşılması için, Marx’a kadar ekonomi politikte rakipsiz hüküm sürmüş hatalı teorinin açıklamasına girişir. Bu hatalı teorinin temeli, Adam Smith’în görüşlerine dayanmıştır. Narodnikler de Adam Smith’in gerçekleşme sorunundaki temel hatasını devam ettirirler. Adam Smith de, artı-değerin bütünüyle işçiler tarafından tüketildiğini varsayıyordu.

Lenin ilkin Adam Smith’in hatalarını açıklar. Adam Smith, bir metanın fiyatını, iki parçaya bölüyordu: değişen sermaye (ücretler) ve artı-değer. Değişmeyen sermayeyi dikkate almıyordu. ‘Adam Smith, değerin üçüncü kısmını, değişen sermayeyi atlarken neye dayanıyordu? Onun bu kısmı görmemesi söz konusu olamaz, Smith, bu kısmın da ücretlerden ve artı-değerden oluştuğunu varsayıyordu.’(Lenin)

Klasik Ekonomi politik, değişmeyen sermayeyi fiyatın dışında tutarak çok büyük bir yanlış yapmıştı. Marx, Adam Smith ve daha sonraki tüm iktisatçıların, kapitalist üretimdeki sermaye birikimini, yani üretimin genişlemesini, artı-değerin sermayeye çevrilmesini yanlış anladıklarını belirtir. Adam Smith, artı-değerin biriktirilen kısmının, sermayeye dönüştürülen kısmının, işçiler tarafından tüketildiğini, yani bütünüyle ücretlere gittiğini varsaymıştır. Böylece artı-değerin bir kısmının değişmeyen sermayeye çevrildiğini atlamıştır.

Marx, Kapital’de şöyle yazar: ‘Smith'ten sonra Ricardo'nun ve ondan sonraki bütün iktisatçıların yineledikleri, "gelirin sermayeye eklendiği söylenen kısmı, üretken işçiler tarafından tüketilir" sözünden daha büyük bir yanılgı olamaz. Buna göre, sermayeye çevrilen bütün artı-değer, değişen sermaye haline gelir.’

Marx’ın ortaya koyduğu gibi, artı-değer, değişmeyen sermayeye ve değişen sermayeye harcanır. Bir başka değişle artı-değer üretim araçlarına ile ücretlere bölünür.

Adam Smith, iki büyük yanlış yapmıştır: Birincisi, değişmeyen sermayeyi, ürünün değerinin dışında tutmuştur, artı-değerin aynı zamanda değişmeyen sermayeye dönüştüğünü görememiştir; İkincisi, kişisel tüketim ile üretim araçları tüketimini birbiriyle karıştırmıştır. (telefon tüketimi ile telefon üreten araçların tüketimi aynı şey değildir). Kişisel tüketim ile sermayenin üretim araçlarını tüketmesi arasında yapılan ayrım, Marx’ın ekonomi politiğe yaptığı en önemli katkılardan biridir.

Lenin, Marx’ın gerçekleştirme teorisinden sonuç çıkarır:

‘Bizi ilgilendiren sorunla, yani iç pazar sorunuyla ilgili olarak, Marx'ın gerçekleştirme teorisinden çıkarılacak temel sonuç şudur: kapitalist üretim, ve dolayısıyla iç pazar, tüketim maddelerinden çok üretim araçlarından dolayı büyür. Bir başka deyişle,. üretim araçlarındaki artış, tüketim maddelerindeki artışı geçer.’

Kapitalist üretimin genel yasasına göre, değişmeyen sermeye değişen sermayeden daha hızlı büyür. Bir başka deyişle, toplumsal üretimin üretim araçları üreten kesimi, tüketim maddeleri üreten kesimden den daha hızlı büyümek zorundadır. Bu şu anlama gelir: Kapitalizmde iç pazarın büyümesi, bir dereceye kadar, kişisel tüketimdeki büyümeden "bağımsızdır". Ama bu ’bağımsızlığın‘, üretim araçları üretiminin bütünüyle kişisel tüketimden ayrılmış olduğunu düşünmek yanlıştır. Son tahlilde üretim araçlarının üretimi, kişisel tüketime bağlıdır. Lenin, Marks’tan aktarır: Üretim araçları üretimi, ‘başlangıçta, bireysel tüketimden bağımsızdır, çünkü hiç bir zaman bireysel tüketime girmez. Ama, bu tüketim, gene de onu kesinlikle sınırlar, çünkü değişmeyen sermaye asla kendi başına üretilmez, sadece ürünleri bireysel tüketime giden üretim alanlarında, ona daha fazla gerek duyulduğu için üretilir.’

Narodnik görüşün arka planında yanlış bir kapitalizm anlayışı yatmaktadır. Narodniklere göre, kapitalizmde üretimin amacı tüketimdir. Oysa Marx’ta kapitalizmde üretimin asıl amacı tüketime yönelik olması değil, azami kâr elde etmeye yöneliktir.

Rusya’daki Marksistler, Narodniklere karşı teorik mücadeleyi kazanmayı başarırlar. Hangi yolun izlenmesi gerekir konusunda yürütülen mücadelenin birinci raundunu Markistler kazanır. Narodniklerin teorik olarak yenilgiye uğratılmasından sonra Lenin başka bir sorunsal ile karşı karşıya kalır. Nereden Başlamalı yazısı ile sorunsalını gündeme getirir.

’Son yıllarda Rusya Sosyal - Demokratlarının karşısına çıkan "ne yapmalı" meselesi özel bir önem taşıyor. Bu mesele, (seksenlerin sonlarında ve doksanların başlarında olduğu gibi) hangi yolu seçmemiz gerektiği meselesi değil, bilinen yolda hangi pratik adımları atmamız gerektiği ve bu adımları nasıl atacağımız meselesidir. Bu da, pratik çalışmanın sistemi ve planı meselesidir. Ve kabul edilmelidir ki, pratik faaliyette bulunan bir parti için temel bir mesele olan, mücadelenin niteliği ve metotları meselesini henüz çözmüş değiliz; bu durum da hâlâ, ortaya acıklı bir ideolojik tutarsızlık ve yalpalama çıkaran ciddi görüş ayrılıklarına yol açmaktadır. Bir yandan, henüz yok olmamış bulunan "ekonomist" akım, siyasi örgütlenme ve ajitasyon çalışmalarını kösteklemeye ve daraltmaya çabalıyor. Öte yandan, ilkesiz eklektizm kafasını yeniden uzatıyor, her yeni "akım"ı taklit ediyor ve acil talepleri, bir bütün olarak hareketin temel görevlerinden ve sürekli ihtiyaçlarından ayırdedemiyor..’

Narodnik teorinin yenilgisinden sonra Lenin’in sorunsalı değişmişir artık. Şimdi sorun, bir tarafta partinin pratik çalışmasının ve örgütlenmesinin rayına oturtulmasıdır; diğer tarafta ‘ekonomizm’ eğiliminin ideolojik ve örgütsel gücünün kırılmasıdır. Yeni bir parti anlayışının temelleri atılır.

-devam edecek-

Hiç yorum yok: