23 Nisan 2010 Cuma
ERMENİLERİ CUMHURİYET DE KATLETTİ (4) DİE SANCAK EPİSODE
(4. Bölüm)
ANI BELGE
İLK KEZ "AYRI VARLIK" BLOGUNDA YAYINA GİRMEKTEDİR
Not: Bu belgenin çevirisi Sayın Özcan Burno’nun ilk tercümesi üzerinde gelişti. AGOS gazetesi tarih bölümü uzmanlarınca da düzeltildi. En son Sayın Nadir Nadi Çelik ince ayrıntıları da içeren gözden geçirmesiyle son halini aldı.
Leopold Gaszczyk
Sayfa 1.
(Die Sancak Episode)
Ermeniler, Hıristiyanlar ve Araplar çoğunlukla bütün mallarını üçüncü kez terk ederek Türklerden kaçmak zorunda kalmışlardır.
20 Ekim.1921 tarihinde "Franklin-Bouillon" Ankara barış antlaşması yaptıktan sonra, Fransa ise aynı zamanda Toros sınırları olan Mersin Limanı, bereketli topraklara sahip Adana ve aynı zamanda da Nil Deltası bağlantı noktası olan sınır topraklardan (capituladet) feragat eder.
Yeni Sancak sınırı, Payas'tan Hadjar'a doğru *yani Payas'tan kuzey doğu istikameti Hadjar'a* ve oradan kıvrılarak, güney doğu ve oradan da daha önce geçici konumdaki sınır olan Suriye-Türkiye istikameti Ekbes meydanına doğru çizildi.
Not: Sevgili okurlarımız ve dostlarımız bu konuda daha ayrıntılı bilgi almak istiyorlarsa, daha sonra sınır komisyonu başkanlığına getirilen "General.L Ernst" daha fazla bilgilere sahiptir.
Bu yeni oluşturulan sınırdan sonra, Kilikya’da yaşayan Ermeni, Hıristiyan ve İslam Halk toplulukları, taşınmaz mal varlıklarını terk ederek fanatik çapulculardan, çıplak canlarını kurtarmak için muhacir konuma düştüler.
Aslında Kilikya kaçışı hakkında fazlasını yazacak olursam bu ilettiklerim birçok sayfalara sığmaz, o nedenle biz kaçıştan sonraki yaşantı üzerine bilgi vereceğiz.
(Alexandretta) İskenderun otonomileşerek baş Şehir olarak Sancaklaşır.
1918’e değin sıtma hastalığının hüküm sürdüğü, hiç kimsenin burada yaşamak istemediği İskenderun şehri, kısa bir süre içerisinde toparlanıp modern bir Liman şehri olarak, kuzey Suriye’nin en önemli ihracat ve ithalat limanına sahip konuma gelir. Manda koloni kuvvetleri su ve kanalizasyon şebekeleri döşemeğe başlarlar. 450. 00.. metrekare bataklık olan bölgeyi kurutup, verimli toprak haline getirdikten sonra, oralara okaliptus ağaçları dikerek
Sayfa-2
sıtma hastalığı ve haşarat mücadelesi için, tahsis edilen sağlık sorumluları tarafından düzenli olarak tonlarca petrol sıkılıp bölge temizlenir. Sokak ve caddeler modernleştirilerek yayalar ve ulaşım araçlarını rahatlatır.
Yollar inşa edilir, asfalt dökülür ve Amanos Dağlarına ulaşım sağlanarak Halep ile Kuzey Suriye’nin Hinterlandına bağlantı sağlanır. Üç gün süren mesafeler artık otomobille iki saatte kat edilir.
Daha önce işlenmeyen ekim (tarım) arazileri işlenmeye başlandı ve yeni ekim arazileri, Ermeniler tarafından işlenerek verimli topraklara dönüştürülerek modern hale getirildi. Yeni yerleşim yerleri oluştu. Kilikya topraklarından kaçan Ermeniler, İskenderun-Kırıkhan-Antakya'ya yerleştirildiler. İlk yılları zor geçirdiler, her şeye ellerinde hiç para olmadan sıfırdan başlamak zorundaydılar, ancak Ermeniler doğuştan dirençli oldukları için bu kötü zamanı çabuk geçirdiler. Bunun üzerine yeniden kalkınma dönemi başladı, ancak bu süre maalesef kesintiye uğrayacaktı.
Fransız mandası ve Milletler Cemiyeti öncülüğünde, Ermeni köylü Halkı'na yeni köyler oluşturuldu. (das kalte wasser)Soğuksu- (Nord/ neu Marasch) (Yeni) Maraş - Hayaşen bölgesi, Kuzey Zeytun yani, yeni Zeytun köylerine (3 köy olmak üzere) her köye 250 Ermeni köylü Ailesi yerleştirildi. Ama yerleştirdikleri ilk üç köy bataklık bölgelerinin göbeğinde bulunduğu için çok kötü sonuç verdi. Antakya'daki – Antakya gölünün çevresindeki yerleşim bölgesi kanalizasyon ve benzeri alt yapıdan mahrum, sıtma hastalığı, yılan, akrep, sivrisinek ve bunlara benzer tehlikeli haşaratların kol gezdiği, yani insan sağlığı için elverişli olmayan, bataklık bir bölgeydi.
Yerleşimin ilk haftasında hastalıklardan kaynaklanan ölüm, kapılarını çaldı. Askeri Çay da denilen Hayasen (100 sene önce Türk sultanları tarafından, inkilapçı Çerkezler için sürgün yeri olarak kullanılıyordu. Gerçekten de bugün de bu köylerde halen ikamet eden Çerkezler mevcuttur. Hayasen'de yaşayan yaşlı Çerkezler "Türklerin sürgüne gönderdikleri atalarından binlercesinin sıtma hastalığından öldükleri"ni anlatmaktadır.
Sayfa-3
Daha sonraki yıllarda çerkezlerden hayatta kalmayı başaranlara oturdukları yerden 10 km uzakta olmamak kaydıyla hastalık taşıyan sivrisineklerden korunmaları daha olanaklı olan daha yüksek bölgelerde yaşama izni verildi.
Sıtma hastalığı kurbanlarına, önce Hayasen'de sonra Kuzey Maraş ve daha sonra, hemen hemen aynı anda Soğuksu'da da rastlanıldı.
Karen Jeppe´nin isteği üzerine, bütün çevreye 'Dr.Derghazarian' ile bir çok geziler yaptım. Dr.Derghazarian ile birlikte, o bölgelere on binlerce ağrı kesici ve antimalaria (Anti Sıtma) ilaçları dağıtıp, yüzlerce (Chinin) aşı yaparak yardım etmeye çalıştık. Bölge gezimizden sonra, aynı güzergah üzerinden geri dönerken her defasında daha fazla hasta ve mezarlara tanık olduk. Sadece Hayaşen'de (Hayaschen) 110 aile babasından 56’sının sıtma'dan öldüklerine tanık olduk. Sıtmadan ölen kadın ve çocuk sayıları, Erkeklere nazaran yaklaşık 3 katı fazla olarak hesap ettik. Yılan sokmasından 5 Erkek,6 Çocuk. Kuzey (Nor Maraş diyor, Nord demiyor, bu yeni Maraş olabilir) Maraş ve Soğuksu'da Hayaşen'de olduğu gibi değil ama buna benzer daha az kayıplar verilmiştir
Daha sonra, Türklerin artık oraya yerleşmiş oldukları bir zamana denk gelen bir gezide, şunu gözlemledim, tek bir insan dahi bu hastalıktan yatağa düşmemişti. Oysa ilk gittiğimizde o bölgeye bütün erkekler, kadınlar, çocuklar, hatta eğer yanlış hatırlamıyorsam inekler ve öküzler bile hastalanmıştı. Biz ev ev dolaşıp kinin iğneleri yapmıştık ve haplar vermiştik, su da verdik, yine de sivrisinek ordularına karşı güçsüz kalındı. Akşam Halep’e dönerken yaşlı bir ermeni papaza rastladık, bu papaz Kırık -Han’dan geliyordu ve kendi camiasına bakmak üzere Kırık-Han’dan gelmişti. Kendisi de defalarca Malaryaya yakalanmış ve kuvvetten düşmüştü, yorgun argın yoluna devam ediyordu. Doktor ona son ilaçları da toparlarken sordu: Burada ne yapıyorsunuz sayın inanç adamı? . Papaz yanıtladı : “Hastalara bakmak için geldim, ben de sıtma hastalığına yakalandım çok zor bir durumdayım, sizden rica etsem bana da bir igne yapabilir misiniz ?” Dr. Derghazarian papaza 1 gram kinin iğnesi yaptı. Papaz çabucak çok ağır hastası olan ailelere gitti, dua etti, elinden geldiği kadar onları teselli etti, saat yediye doğru eve dönmek için yola koyulduk. Kırıkhan’da papazı bıraktık. Bize şu sözlerle veda etti: Hoşça kalın, benim için ve bu zavallı çiftçiler için yaptıklarınızdan ötürü size yürekten teşekkür ediyorum, daha ne kadar yaşayacaklar kim bilir.”
Biz daha sonra da buralara defalarca gittik, ve her defasında yeni mezarlarla karşılaştık, sıtma ve ölümle mücadele ettik. Nor-Zeitun’u sadece iki kez ziyaret ettik, çünkü bu köy daha iyi (sağlıklı) bir yere kurulmuştu ve ulaşılması da zordu. Hastalara Antakya’dan ulaşmak daha kolaydı ve oradaki doktorlar bu işi üstlenmişti.
Sayfa-4
Köy isimlerini yazamadığım bölgeler arasında, Kilikyalı Ermeni mültecileri. İskenderun -Belen - Reyhanlı - Antakya - Harbiye -Samandağ- Arsuz - Batıyaz –Soğukluk -Güselli -Narguislik -Mesgüdü -Yapraklı ve Atik'de yaşıyorlardı. Bu en sondan saydığım yedi köy yayla köyleriydi , geçimlerini turizm ve kış aylarında ise kömürden sağlıyorlar.
Resimde gösterilen haritada, Sadece büyük Şehirler gösterilmiş ve altları kırmızı ile çizilmiştir. Açıklayıcı birkaç bilgi vermek gerekiyor. Soğukoluk, Güselli ve Narguislik, Belen çevresinde "Rakım" Denizden yüksekliği 750 metredir, Atik Sağ tarafta "Rakım"600 metre yüksekte. Daha önceki savaş'tan tanınan Batıyaz ise, Antakya'ya ve yarım yol kadar Kessab ve Norzaytun'a daha yakındır. Mesgüdü ve Yapraklı Belen'in güneyindedir ve bu bölgelere ancak atla ulaşılabilir. Oralara ziyaretlerimiz atlarla gerçekleşmiştir. Bu saydığım yerler, etrafı birbirinden güzel sık meşe ve çam ağaçlarıyla kaplı ormanlık bölgedir.
Sancak ekonomide büyürken, siyasi açıdan sorunlarla baş etmek zorundaydı. Söylentilere göre , Türk devletince seçim baskıları sonucu Sancak, Fransız veya Türk'lerin himayesine gireceğidir. Başka duyumlar ise, Türk devletinin istekleri doğrultusunda Sancak bölgelerinde yaşayan Ermenilerin sınıra yakın bölgelerden, güneye doğru Ermenilerin sınıra yakın oluşları sorun teşkil eder şüphesiyle uzaklaştırılmaları isteniyor. 7 Nisan 1934'te, Antakya'yı ziyaret edecek (Stadthalter) Antep Türk Valisi için Türkler büyük bir karşılama töreni yaptı. Hemen ardından aynı yıl (1934) Mayıs'ta Türk Askeri Sancak'ı ele geçirecek diye söylendi.
Gerçekten de nüfusun yaklaşık % 30-35’ini oluşturan radikal Türkler ve bir kısım ve bu Sancak’ta yaşayan Türkler
Sayfa-5
Mustafa Kemal Atatürk’ün hükümetine sempati besliyorlardı. Buna karşın yine Türkler, Araplar, Suniler, Aleviler, Kürtler, Çerkesler, Ermeniler, Katolikler ve Ortodoksları oluşturan % 65’lik bir kesim Türkiye’ye hiçbir şekilde bağlanmak istemiyordu.
İlk başlarda bu siyasi kargaşa çok da dikkate alınmadı, ancak Ermeniler bir süre sonra başlarına gelecek tehlikenin farkına vararak, yalnız kalmamak için dayanışmaya ve Araplarla bir birlik oluşturmaya başladılar.
Ancak en çok Yabancı Manda Hükümetine güvendiler, ki bu hükümet onları ileride büyük bir hayal kırıklığına uğratacaktı.
Tüm Sancak sakinleri gün geçtikçe daha da huzursuz olmaya başladılar.
Türkler açık ve gizli propaganda yapıyorlardı. Kıraathanelerde farklı beyanlarda bulunan, farklı yaklaşımları sergileyen, farlı din ve tarikatlara, dogmalara bağlı bulunan Türk yanlısı ve Türk karşıtı binlerce kişi toplandı. Fikir ayrılıkları sıklıkla silahlı çatışmalarla ve kavgalarla sonuçlanıyor, insanlar yaralanıyor, hatta ölüyorlardı. Uzun yıllar Fransız ve Suriyeli subaylar tarafından örnek bir şekilde sağlanan güvenlik gittikçe daha çok tehlikeye düşüyordu. Yolculara saldırılıyor, Amanos Dağındaki güvenlik kuvvetlerine saldırılıyor ve küçük köylere saldırılar yapılıyordu. Sadece Sancak bölgesinde olan sürekli çatışmalar yaşanıyordu. Bütün bu çatışmalar ve huzursuzlukların belli bir güç tarafından organize edildiğini, bütün bu hileli dönen dolapların arkasındaki amacın ne olduğunu çocuklar dahi farkındaydılar. Ancak Jandarma, Polis ve manda yönetiminin gücü bunları engellemeye yetmiyordu. Sanki burayı yöneten devlet (manda) silahlı karşılık vermemek ve sadece pasif karşılık vermek için talimat almıştı. Gerçi tutuklamalar yapılıyordu, kah Suriyeli, kah Türk sözcüleri ve parti başkanları tutuklanıyor, ama bir süre sonra serbest bırakılıyordu ve bunlar halkı daha da kışkırtıyorlardı. İşte tamda bu zamanda Atatürk, "Hatayı kurtarmak için" kurduğu ‘’özel teşkilat’’ı devreye sokmuştur. “Hatai” kelimesini çevirirseniz, anlamı Hititlilerin memleketi demektir. Türkler o tarihlerde oraya Hititlilerin beşiği diyorlardı. Bu mıntıka Hatay ve tüm Sancak mıntıkasını kuşatıyor, Türkler de kendilerini Hititlilerin mirasçısı olarak varsayıyorlardı? …Bugün ise bu Hititlilerin beşiği diye övülen vilayet, bütün öteki Türk vilayetleri gibi yağmalanmış bir yerdir, Hititlilik düşü sona ermiş ve unutulmuştur, zaten Hititliler üzerine söylenenler de sadece siyasi bir taktikti.
Sayfa-6
Suriyeliler Sancağı kaybetmekten korktuklarından “İskenderun’un Müdafaası Komitesi” kurdular. Durum gittikçe geriliyordu. Ankara radyosu her gün saat 13.00’te Türk Kolordu Komutanlığının Ekbes Keuy’e girdiğini söylüyor. Burası Suriye sınırında sadece 3 km uzaktaydı. Milletler Cemiyeti Sancak’ı Türkiye’ye geri vermediği takdirde Türkiye’nin bu birlikten ayrılacağını ve hakkını silah zoruyla alacağını, başka bir deyişle Sancak’ı işgal edeceğini belirtiyordu.
Bu arada bir tür Plebistic (bir tür referandum) organize etmek ve durumu Milletler Cemiyeti’ne sunmak için hazırlıklar yapılmaya başlanmıştı. Ancak Türkler böyle düzenli girişimlerden hiç hoşlanmıyorlardı, bu nedenle açıkça sandığa gidecek her seçmeni öldüreceklerini söylediler. Bunun üzerine Araplar, İslam dinine ait olan diğer kesimler ve Hıristiyanlar kendilerini korumak için bir askeri grup oluşturdular. Antakya’da hükümetin içinde bulunduğu saray askeri güçler tarafından (tanklar vb. ) korunuyordu. Bu tür önlemlerle en azından başlangıçta biraz huzur sağlandı, seçimler yapıldı ve saat 20.00 de sonuçlar ilan edildi. Herhangi bir Türk aday seçilmemişti, Arap milletvekilleri seçilmişti. Böylelikle ayaklanma yeniden başladı. Yeniden seçilen Suriyeli milletvekillerine kendi evlerinde saldırıldı, milletvekilleri yaralandı, tankerlere saldırıldı, sonuçta bir kişi öldü ve çok sayıda kişi yaralandı. Antakya’dan sorumlu Fransız subayı olayları yatıştırmak için ayaklanan 23 kişiyi tutuklattı. Ancak sınırın ötesinde basın ve Türk yanlıları ortalığı karıştırmaya devam ediyordu.
Milletler Cemiyeti tarafından gözlemciler gönderildi. Norveçli Hans Holstad, Hollandalı General Coron, İsviçreli Albay von Wattenyl oluşan komisyonun harcadığı giderler 75.000 İsviçre Frank’ı tutmuştu ve bütün bu masrafları Fransa karşıladı. Çok kısa bir sürede komisyon ayaklanmanın yapıldığını ispat etmişti. Bu komisyon Türkler, Araplar ve Ermenilerin bir arada çok iyi geçindiğini, çok iyi çalıştığını ve nüfusun çok büyük bir çoğunluğunun sadece ve sadece huzur içinde yaşamak istediklerini belgeledi. Komisyon radikallerin partisinin bu krize neden olduğunu ve hala radikallerin ayaklanma için nüfusu kışkırtmaya devam ettiklerini de ispat etti. Kemalistlerin en büyük uğraş verdiği ve ayaklanmanın yoğunlaştığı Antakya’nın merkezinde de Kemalistleri aslında Türkiye’ye bağlanmak istemediklerini ve bağımsız olmak istediklerini beyan ettiler.
Sayfa-7
Fransız ve Türk valilerin huzurunda Milletler Cemiyeti bilirkişileri yeni seçimler için yaptıkları çalışmaları raporladılar. Baştan aslında % 20-%30 oranını geçmeyen radikallerin Türkiye’ye bağlanmak için, yapılacak seçimleri engelleyeceği belliydi. Rüşvet, tehdit ve benzeri zor kullanarak seçimlerin yarıda kesilmesine neden oldular, öte yandan Manda makamları son derece zayıf kaldı ve karşı koymadı. Neden bu şekilde davrandıkları biz ölümlülerin anlamasına imkan yok zaten. Komisyon büyük bir hüzünle ve kızgınlıkla seçimlerde yapılan sahtekarlıklara seyirci kaldı, sonuçlarını Milletler Cemiyetine bildirdi ve sonunda görevini tamamlayamadan geri çekildi. Yapılan bütün görüşmeler Türklerin karşı koyması sonucu başarıya ulaşamadı. 1938 yılı başta Ermeniler olmak üzere Sancak’ta ikamet edenler için korkunç bir yıl oldu, Adeta kaçar gibi Hıristiyanlar, Müslüman Araplar, Ermeniler, Aleviler ve Sünnilerin büyük bir oranı İskenderun ve Antakya’yı ve civardaki öteki yerleri terk ettiler. Fakir halk orada kalmak zorunda kaldığı için buraları terk edemedi, çünkü yolculuk için parası yoktu. Kalanlar haklı olarak korktukları ve kaçtıkları şeyi, sancağın Türkler tarafından işgalini yaşadılar. Türklerin işgalinden birkaç hafta ya da ay sonra ekteki fotoğraflarda görüldüğü gibi Fransızlar otomobil kiralayarak Ermenileri Suriye’ye taşıdılar. Fotoğraflar, fotoğraf çekilmesi yasak olduğu için çok zor koşullar altında çekilmiştir. Halep de, sadece 45 km uzaklıktaki sınırlarda Türkler tarafında çok sıkı sınır kontrolleri yapılıyordu. Zavallı mülteciler döşeklerini dahi yanlarında götüremiyorlardı, tabii onlar Ermeniydi ve bir kez daha cendereden geçirilmeleri gerekiyordu. Halep’te sancaktan kaçanların geçici olarak yatıp kalkabileceği kiliselerde, okullarda ve sokaklarda yürekler parçalayan sahnelerle karşılaşılıyordu.
Sayfa-8
Allah’tan mevsim sonbahardı ve kış değildi. Uzun süredir mülteci akınına uğrayan Halep şehrinin bütün mültecileri almasına olanak yoktu. Ermeniler organize oldular ve aralarında para, yiyecek, çamaşır ve giysi topladılar. Topladıkları malzemeleri ihtiyacı olan Ermenilere dağıtıyorlardı. Fransız mandası da yardımcı oluyordu ve Sancak’tan kaçan mülteciler için yeni yerleşim yerleri oluşturuyordu.
Bazıları ise Lübnan'da bulunan "Andjar" Beyrut-Şam (Damaskus) arası "Sidor'a" yakın ve "TYR"e yerleştirildiler. Daha önce Lübnan'a yerleştirilen Ermeni'lerde görülen Sıtma, yeni gelenlerle aynısı vardı.
Sancak’tan kaçan Ermeni mültecilerin yaşadıkları zorluklar ve acılar olaylardan sekiz yıl sonra bugün dahi daha bitmemiştir. Yüzlerce aile bu üzücü olayların ve bu olaylarla bağlantılı zorluklar sonucunda evsiz barksız kaldılar, iş bulamadılar, yorgunluktan ve hastalıktan öldüler. Geri kalan yüzlercesi ise hayalet ve iskeletler gibi (yaşayan ölüler gibi) sağlık arayışındalar. Onlar nihayet şu sözleri söylemek istiyorlar :
“Bu yer (toprak parçası) benim, küçük de olsa benim.
Ben burada yaşıyorum, burada seviliyorum, burada dinleniyorum.
Burası benim vatanım, ben burada evimdeyim.”
Ermenilerin bu istekleri, 600 yıl süren bir takip ve zulüm yaşadıktan sonra mümkün olacak mı, bunu sadece Tanrı bilir.
Biz de isteklerinin yerine gelmesi için ümit edelim ve elimizden geldiği sürece onlara yardım edelim
Halep,
28 Mayıs 1946 (İmza)
ANI BELGE
İLK KEZ "AYRI VARLIK" BLOGUNDA YAYINA GİRMEKTEDİR
Not: Bu belgenin çevirisi Sayın Özcan Burno’nun ilk tercümesi üzerinde gelişti. AGOS gazetesi tarih bölümü uzmanlarınca da düzeltildi. En son Sayın Nadir Nadi Çelik ince ayrıntıları da içeren gözden geçirmesiyle son halini aldı.
Leopold Gaszczyk
Sayfa 1.
(Die Sancak Episode)
Ermeniler, Hıristiyanlar ve Araplar çoğunlukla bütün mallarını üçüncü kez terk ederek Türklerden kaçmak zorunda kalmışlardır.
20 Ekim.1921 tarihinde "Franklin-Bouillon" Ankara barış antlaşması yaptıktan sonra, Fransa ise aynı zamanda Toros sınırları olan Mersin Limanı, bereketli topraklara sahip Adana ve aynı zamanda da Nil Deltası bağlantı noktası olan sınır topraklardan (capituladet) feragat eder.
Yeni Sancak sınırı, Payas'tan Hadjar'a doğru *yani Payas'tan kuzey doğu istikameti Hadjar'a* ve oradan kıvrılarak, güney doğu ve oradan da daha önce geçici konumdaki sınır olan Suriye-Türkiye istikameti Ekbes meydanına doğru çizildi.
Not: Sevgili okurlarımız ve dostlarımız bu konuda daha ayrıntılı bilgi almak istiyorlarsa, daha sonra sınır komisyonu başkanlığına getirilen "General.L Ernst" daha fazla bilgilere sahiptir.
Bu yeni oluşturulan sınırdan sonra, Kilikya’da yaşayan Ermeni, Hıristiyan ve İslam Halk toplulukları, taşınmaz mal varlıklarını terk ederek fanatik çapulculardan, çıplak canlarını kurtarmak için muhacir konuma düştüler.
Aslında Kilikya kaçışı hakkında fazlasını yazacak olursam bu ilettiklerim birçok sayfalara sığmaz, o nedenle biz kaçıştan sonraki yaşantı üzerine bilgi vereceğiz.
(Alexandretta) İskenderun otonomileşerek baş Şehir olarak Sancaklaşır.
1918’e değin sıtma hastalığının hüküm sürdüğü, hiç kimsenin burada yaşamak istemediği İskenderun şehri, kısa bir süre içerisinde toparlanıp modern bir Liman şehri olarak, kuzey Suriye’nin en önemli ihracat ve ithalat limanına sahip konuma gelir. Manda koloni kuvvetleri su ve kanalizasyon şebekeleri döşemeğe başlarlar. 450. 00.. metrekare bataklık olan bölgeyi kurutup, verimli toprak haline getirdikten sonra, oralara okaliptus ağaçları dikerek
Sayfa-2
sıtma hastalığı ve haşarat mücadelesi için, tahsis edilen sağlık sorumluları tarafından düzenli olarak tonlarca petrol sıkılıp bölge temizlenir. Sokak ve caddeler modernleştirilerek yayalar ve ulaşım araçlarını rahatlatır.
Yollar inşa edilir, asfalt dökülür ve Amanos Dağlarına ulaşım sağlanarak Halep ile Kuzey Suriye’nin Hinterlandına bağlantı sağlanır. Üç gün süren mesafeler artık otomobille iki saatte kat edilir.
Daha önce işlenmeyen ekim (tarım) arazileri işlenmeye başlandı ve yeni ekim arazileri, Ermeniler tarafından işlenerek verimli topraklara dönüştürülerek modern hale getirildi. Yeni yerleşim yerleri oluştu. Kilikya topraklarından kaçan Ermeniler, İskenderun-Kırıkhan-Antakya'ya yerleştirildiler. İlk yılları zor geçirdiler, her şeye ellerinde hiç para olmadan sıfırdan başlamak zorundaydılar, ancak Ermeniler doğuştan dirençli oldukları için bu kötü zamanı çabuk geçirdiler. Bunun üzerine yeniden kalkınma dönemi başladı, ancak bu süre maalesef kesintiye uğrayacaktı.
Fransız mandası ve Milletler Cemiyeti öncülüğünde, Ermeni köylü Halkı'na yeni köyler oluşturuldu. (das kalte wasser)Soğuksu- (Nord/ neu Marasch) (Yeni) Maraş - Hayaşen bölgesi, Kuzey Zeytun yani, yeni Zeytun köylerine (3 köy olmak üzere) her köye 250 Ermeni köylü Ailesi yerleştirildi. Ama yerleştirdikleri ilk üç köy bataklık bölgelerinin göbeğinde bulunduğu için çok kötü sonuç verdi. Antakya'daki – Antakya gölünün çevresindeki yerleşim bölgesi kanalizasyon ve benzeri alt yapıdan mahrum, sıtma hastalığı, yılan, akrep, sivrisinek ve bunlara benzer tehlikeli haşaratların kol gezdiği, yani insan sağlığı için elverişli olmayan, bataklık bir bölgeydi.
Yerleşimin ilk haftasında hastalıklardan kaynaklanan ölüm, kapılarını çaldı. Askeri Çay da denilen Hayasen (100 sene önce Türk sultanları tarafından, inkilapçı Çerkezler için sürgün yeri olarak kullanılıyordu. Gerçekten de bugün de bu köylerde halen ikamet eden Çerkezler mevcuttur. Hayasen'de yaşayan yaşlı Çerkezler "Türklerin sürgüne gönderdikleri atalarından binlercesinin sıtma hastalığından öldükleri"ni anlatmaktadır.
Sayfa-3
Daha sonraki yıllarda çerkezlerden hayatta kalmayı başaranlara oturdukları yerden 10 km uzakta olmamak kaydıyla hastalık taşıyan sivrisineklerden korunmaları daha olanaklı olan daha yüksek bölgelerde yaşama izni verildi.
Sıtma hastalığı kurbanlarına, önce Hayasen'de sonra Kuzey Maraş ve daha sonra, hemen hemen aynı anda Soğuksu'da da rastlanıldı.
Karen Jeppe´nin isteği üzerine, bütün çevreye 'Dr.Derghazarian' ile bir çok geziler yaptım. Dr.Derghazarian ile birlikte, o bölgelere on binlerce ağrı kesici ve antimalaria (Anti Sıtma) ilaçları dağıtıp, yüzlerce (Chinin) aşı yaparak yardım etmeye çalıştık. Bölge gezimizden sonra, aynı güzergah üzerinden geri dönerken her defasında daha fazla hasta ve mezarlara tanık olduk. Sadece Hayaşen'de (Hayaschen) 110 aile babasından 56’sının sıtma'dan öldüklerine tanık olduk. Sıtmadan ölen kadın ve çocuk sayıları, Erkeklere nazaran yaklaşık 3 katı fazla olarak hesap ettik. Yılan sokmasından 5 Erkek,6 Çocuk. Kuzey (Nor Maraş diyor, Nord demiyor, bu yeni Maraş olabilir) Maraş ve Soğuksu'da Hayaşen'de olduğu gibi değil ama buna benzer daha az kayıplar verilmiştir
Daha sonra, Türklerin artık oraya yerleşmiş oldukları bir zamana denk gelen bir gezide, şunu gözlemledim, tek bir insan dahi bu hastalıktan yatağa düşmemişti. Oysa ilk gittiğimizde o bölgeye bütün erkekler, kadınlar, çocuklar, hatta eğer yanlış hatırlamıyorsam inekler ve öküzler bile hastalanmıştı. Biz ev ev dolaşıp kinin iğneleri yapmıştık ve haplar vermiştik, su da verdik, yine de sivrisinek ordularına karşı güçsüz kalındı. Akşam Halep’e dönerken yaşlı bir ermeni papaza rastladık, bu papaz Kırık -Han’dan geliyordu ve kendi camiasına bakmak üzere Kırık-Han’dan gelmişti. Kendisi de defalarca Malaryaya yakalanmış ve kuvvetten düşmüştü, yorgun argın yoluna devam ediyordu. Doktor ona son ilaçları da toparlarken sordu: Burada ne yapıyorsunuz sayın inanç adamı? . Papaz yanıtladı : “Hastalara bakmak için geldim, ben de sıtma hastalığına yakalandım çok zor bir durumdayım, sizden rica etsem bana da bir igne yapabilir misiniz ?” Dr. Derghazarian papaza 1 gram kinin iğnesi yaptı. Papaz çabucak çok ağır hastası olan ailelere gitti, dua etti, elinden geldiği kadar onları teselli etti, saat yediye doğru eve dönmek için yola koyulduk. Kırıkhan’da papazı bıraktık. Bize şu sözlerle veda etti: Hoşça kalın, benim için ve bu zavallı çiftçiler için yaptıklarınızdan ötürü size yürekten teşekkür ediyorum, daha ne kadar yaşayacaklar kim bilir.”
Biz daha sonra da buralara defalarca gittik, ve her defasında yeni mezarlarla karşılaştık, sıtma ve ölümle mücadele ettik. Nor-Zeitun’u sadece iki kez ziyaret ettik, çünkü bu köy daha iyi (sağlıklı) bir yere kurulmuştu ve ulaşılması da zordu. Hastalara Antakya’dan ulaşmak daha kolaydı ve oradaki doktorlar bu işi üstlenmişti.
Sayfa-4
Köy isimlerini yazamadığım bölgeler arasında, Kilikyalı Ermeni mültecileri. İskenderun -Belen - Reyhanlı - Antakya - Harbiye -Samandağ- Arsuz - Batıyaz –Soğukluk -Güselli -Narguislik -Mesgüdü -Yapraklı ve Atik'de yaşıyorlardı. Bu en sondan saydığım yedi köy yayla köyleriydi , geçimlerini turizm ve kış aylarında ise kömürden sağlıyorlar.
Resimde gösterilen haritada, Sadece büyük Şehirler gösterilmiş ve altları kırmızı ile çizilmiştir. Açıklayıcı birkaç bilgi vermek gerekiyor. Soğukoluk, Güselli ve Narguislik, Belen çevresinde "Rakım" Denizden yüksekliği 750 metredir, Atik Sağ tarafta "Rakım"600 metre yüksekte. Daha önceki savaş'tan tanınan Batıyaz ise, Antakya'ya ve yarım yol kadar Kessab ve Norzaytun'a daha yakındır. Mesgüdü ve Yapraklı Belen'in güneyindedir ve bu bölgelere ancak atla ulaşılabilir. Oralara ziyaretlerimiz atlarla gerçekleşmiştir. Bu saydığım yerler, etrafı birbirinden güzel sık meşe ve çam ağaçlarıyla kaplı ormanlık bölgedir.
Sancak ekonomide büyürken, siyasi açıdan sorunlarla baş etmek zorundaydı. Söylentilere göre , Türk devletince seçim baskıları sonucu Sancak, Fransız veya Türk'lerin himayesine gireceğidir. Başka duyumlar ise, Türk devletinin istekleri doğrultusunda Sancak bölgelerinde yaşayan Ermenilerin sınıra yakın bölgelerden, güneye doğru Ermenilerin sınıra yakın oluşları sorun teşkil eder şüphesiyle uzaklaştırılmaları isteniyor. 7 Nisan 1934'te, Antakya'yı ziyaret edecek (Stadthalter) Antep Türk Valisi için Türkler büyük bir karşılama töreni yaptı. Hemen ardından aynı yıl (1934) Mayıs'ta Türk Askeri Sancak'ı ele geçirecek diye söylendi.
Gerçekten de nüfusun yaklaşık % 30-35’ini oluşturan radikal Türkler ve bir kısım ve bu Sancak’ta yaşayan Türkler
Sayfa-5
Mustafa Kemal Atatürk’ün hükümetine sempati besliyorlardı. Buna karşın yine Türkler, Araplar, Suniler, Aleviler, Kürtler, Çerkesler, Ermeniler, Katolikler ve Ortodoksları oluşturan % 65’lik bir kesim Türkiye’ye hiçbir şekilde bağlanmak istemiyordu.
İlk başlarda bu siyasi kargaşa çok da dikkate alınmadı, ancak Ermeniler bir süre sonra başlarına gelecek tehlikenin farkına vararak, yalnız kalmamak için dayanışmaya ve Araplarla bir birlik oluşturmaya başladılar.
Ancak en çok Yabancı Manda Hükümetine güvendiler, ki bu hükümet onları ileride büyük bir hayal kırıklığına uğratacaktı.
Tüm Sancak sakinleri gün geçtikçe daha da huzursuz olmaya başladılar.
Türkler açık ve gizli propaganda yapıyorlardı. Kıraathanelerde farklı beyanlarda bulunan, farklı yaklaşımları sergileyen, farlı din ve tarikatlara, dogmalara bağlı bulunan Türk yanlısı ve Türk karşıtı binlerce kişi toplandı. Fikir ayrılıkları sıklıkla silahlı çatışmalarla ve kavgalarla sonuçlanıyor, insanlar yaralanıyor, hatta ölüyorlardı. Uzun yıllar Fransız ve Suriyeli subaylar tarafından örnek bir şekilde sağlanan güvenlik gittikçe daha çok tehlikeye düşüyordu. Yolculara saldırılıyor, Amanos Dağındaki güvenlik kuvvetlerine saldırılıyor ve küçük köylere saldırılar yapılıyordu. Sadece Sancak bölgesinde olan sürekli çatışmalar yaşanıyordu. Bütün bu çatışmalar ve huzursuzlukların belli bir güç tarafından organize edildiğini, bütün bu hileli dönen dolapların arkasındaki amacın ne olduğunu çocuklar dahi farkındaydılar. Ancak Jandarma, Polis ve manda yönetiminin gücü bunları engellemeye yetmiyordu. Sanki burayı yöneten devlet (manda) silahlı karşılık vermemek ve sadece pasif karşılık vermek için talimat almıştı. Gerçi tutuklamalar yapılıyordu, kah Suriyeli, kah Türk sözcüleri ve parti başkanları tutuklanıyor, ama bir süre sonra serbest bırakılıyordu ve bunlar halkı daha da kışkırtıyorlardı. İşte tamda bu zamanda Atatürk, "Hatayı kurtarmak için" kurduğu ‘’özel teşkilat’’ı devreye sokmuştur. “Hatai” kelimesini çevirirseniz, anlamı Hititlilerin memleketi demektir. Türkler o tarihlerde oraya Hititlilerin beşiği diyorlardı. Bu mıntıka Hatay ve tüm Sancak mıntıkasını kuşatıyor, Türkler de kendilerini Hititlilerin mirasçısı olarak varsayıyorlardı? …Bugün ise bu Hititlilerin beşiği diye övülen vilayet, bütün öteki Türk vilayetleri gibi yağmalanmış bir yerdir, Hititlilik düşü sona ermiş ve unutulmuştur, zaten Hititliler üzerine söylenenler de sadece siyasi bir taktikti.
Sayfa-6
Suriyeliler Sancağı kaybetmekten korktuklarından “İskenderun’un Müdafaası Komitesi” kurdular. Durum gittikçe geriliyordu. Ankara radyosu her gün saat 13.00’te Türk Kolordu Komutanlığının Ekbes Keuy’e girdiğini söylüyor. Burası Suriye sınırında sadece 3 km uzaktaydı. Milletler Cemiyeti Sancak’ı Türkiye’ye geri vermediği takdirde Türkiye’nin bu birlikten ayrılacağını ve hakkını silah zoruyla alacağını, başka bir deyişle Sancak’ı işgal edeceğini belirtiyordu.
Bu arada bir tür Plebistic (bir tür referandum) organize etmek ve durumu Milletler Cemiyeti’ne sunmak için hazırlıklar yapılmaya başlanmıştı. Ancak Türkler böyle düzenli girişimlerden hiç hoşlanmıyorlardı, bu nedenle açıkça sandığa gidecek her seçmeni öldüreceklerini söylediler. Bunun üzerine Araplar, İslam dinine ait olan diğer kesimler ve Hıristiyanlar kendilerini korumak için bir askeri grup oluşturdular. Antakya’da hükümetin içinde bulunduğu saray askeri güçler tarafından (tanklar vb. ) korunuyordu. Bu tür önlemlerle en azından başlangıçta biraz huzur sağlandı, seçimler yapıldı ve saat 20.00 de sonuçlar ilan edildi. Herhangi bir Türk aday seçilmemişti, Arap milletvekilleri seçilmişti. Böylelikle ayaklanma yeniden başladı. Yeniden seçilen Suriyeli milletvekillerine kendi evlerinde saldırıldı, milletvekilleri yaralandı, tankerlere saldırıldı, sonuçta bir kişi öldü ve çok sayıda kişi yaralandı. Antakya’dan sorumlu Fransız subayı olayları yatıştırmak için ayaklanan 23 kişiyi tutuklattı. Ancak sınırın ötesinde basın ve Türk yanlıları ortalığı karıştırmaya devam ediyordu.
Milletler Cemiyeti tarafından gözlemciler gönderildi. Norveçli Hans Holstad, Hollandalı General Coron, İsviçreli Albay von Wattenyl oluşan komisyonun harcadığı giderler 75.000 İsviçre Frank’ı tutmuştu ve bütün bu masrafları Fransa karşıladı. Çok kısa bir sürede komisyon ayaklanmanın yapıldığını ispat etmişti. Bu komisyon Türkler, Araplar ve Ermenilerin bir arada çok iyi geçindiğini, çok iyi çalıştığını ve nüfusun çok büyük bir çoğunluğunun sadece ve sadece huzur içinde yaşamak istediklerini belgeledi. Komisyon radikallerin partisinin bu krize neden olduğunu ve hala radikallerin ayaklanma için nüfusu kışkırtmaya devam ettiklerini de ispat etti. Kemalistlerin en büyük uğraş verdiği ve ayaklanmanın yoğunlaştığı Antakya’nın merkezinde de Kemalistleri aslında Türkiye’ye bağlanmak istemediklerini ve bağımsız olmak istediklerini beyan ettiler.
Sayfa-7
Fransız ve Türk valilerin huzurunda Milletler Cemiyeti bilirkişileri yeni seçimler için yaptıkları çalışmaları raporladılar. Baştan aslında % 20-%30 oranını geçmeyen radikallerin Türkiye’ye bağlanmak için, yapılacak seçimleri engelleyeceği belliydi. Rüşvet, tehdit ve benzeri zor kullanarak seçimlerin yarıda kesilmesine neden oldular, öte yandan Manda makamları son derece zayıf kaldı ve karşı koymadı. Neden bu şekilde davrandıkları biz ölümlülerin anlamasına imkan yok zaten. Komisyon büyük bir hüzünle ve kızgınlıkla seçimlerde yapılan sahtekarlıklara seyirci kaldı, sonuçlarını Milletler Cemiyetine bildirdi ve sonunda görevini tamamlayamadan geri çekildi. Yapılan bütün görüşmeler Türklerin karşı koyması sonucu başarıya ulaşamadı. 1938 yılı başta Ermeniler olmak üzere Sancak’ta ikamet edenler için korkunç bir yıl oldu, Adeta kaçar gibi Hıristiyanlar, Müslüman Araplar, Ermeniler, Aleviler ve Sünnilerin büyük bir oranı İskenderun ve Antakya’yı ve civardaki öteki yerleri terk ettiler. Fakir halk orada kalmak zorunda kaldığı için buraları terk edemedi, çünkü yolculuk için parası yoktu. Kalanlar haklı olarak korktukları ve kaçtıkları şeyi, sancağın Türkler tarafından işgalini yaşadılar. Türklerin işgalinden birkaç hafta ya da ay sonra ekteki fotoğraflarda görüldüğü gibi Fransızlar otomobil kiralayarak Ermenileri Suriye’ye taşıdılar. Fotoğraflar, fotoğraf çekilmesi yasak olduğu için çok zor koşullar altında çekilmiştir. Halep de, sadece 45 km uzaklıktaki sınırlarda Türkler tarafında çok sıkı sınır kontrolleri yapılıyordu. Zavallı mülteciler döşeklerini dahi yanlarında götüremiyorlardı, tabii onlar Ermeniydi ve bir kez daha cendereden geçirilmeleri gerekiyordu. Halep’te sancaktan kaçanların geçici olarak yatıp kalkabileceği kiliselerde, okullarda ve sokaklarda yürekler parçalayan sahnelerle karşılaşılıyordu.
Sayfa-8
Allah’tan mevsim sonbahardı ve kış değildi. Uzun süredir mülteci akınına uğrayan Halep şehrinin bütün mültecileri almasına olanak yoktu. Ermeniler organize oldular ve aralarında para, yiyecek, çamaşır ve giysi topladılar. Topladıkları malzemeleri ihtiyacı olan Ermenilere dağıtıyorlardı. Fransız mandası da yardımcı oluyordu ve Sancak’tan kaçan mülteciler için yeni yerleşim yerleri oluşturuyordu.
Bazıları ise Lübnan'da bulunan "Andjar" Beyrut-Şam (Damaskus) arası "Sidor'a" yakın ve "TYR"e yerleştirildiler. Daha önce Lübnan'a yerleştirilen Ermeni'lerde görülen Sıtma, yeni gelenlerle aynısı vardı.
Sancak’tan kaçan Ermeni mültecilerin yaşadıkları zorluklar ve acılar olaylardan sekiz yıl sonra bugün dahi daha bitmemiştir. Yüzlerce aile bu üzücü olayların ve bu olaylarla bağlantılı zorluklar sonucunda evsiz barksız kaldılar, iş bulamadılar, yorgunluktan ve hastalıktan öldüler. Geri kalan yüzlercesi ise hayalet ve iskeletler gibi (yaşayan ölüler gibi) sağlık arayışındalar. Onlar nihayet şu sözleri söylemek istiyorlar :
“Bu yer (toprak parçası) benim, küçük de olsa benim.
Ben burada yaşıyorum, burada seviliyorum, burada dinleniyorum.
Burası benim vatanım, ben burada evimdeyim.”
Ermenilerin bu istekleri, 600 yıl süren bir takip ve zulüm yaşadıktan sonra mümkün olacak mı, bunu sadece Tanrı bilir.
Biz de isteklerinin yerine gelmesi için ümit edelim ve elimizden geldiği sürece onlara yardım edelim
Halep,
28 Mayıs 1946 (İmza)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder