3 Eylül 2011 Cumartesi
İSRAİL-TÜRKİYE GERGİNLİĞİ...
BÖLGEMİZDE
İSRAİL TÜRKİYE GERGİNLİĞİ
SURİYE VE KÜRTLERİN KADER BİRLİĞİ
Mihrac Ural
4 Eylül 2011
Kürt halkına ölüm vahşetini dayatanlar, 200 yıllık tarih içinde 39 kez Kürt halkının direnişiyle yüz yüze kaldılar. Ölüm denklemlerinden, “katli vacip” söylemlerinden güvenlik önlemleri ve sonuçta sınır ötesi operasyonlarla kendi vatandaşına bomba, füze, top mermi yağdıran bu zihniyetin bitip tükenmez aldatmaları, , komşuları arkadan hançerleyen ikiyüzlü politika ahlaksızlıkları, her zaman olduğu gibi, bu gün de Kürt halkına ölüm olarak yağmaya devam ediyor.
Kan dökme üzerine kurgulanan siyasetler bitip tükenmiyor. Kandil’de süren vahşet, bu aklın, insanlıkla bitip tükenmez düellosu olarak sürüyor. Kan akıyor, analara kan ağlatılıyor. Bu güç koşullarda CEPHE HAREKETİ her zaman olduğu gibi bu gün de Kürt halkının yanındadır ve yanında olmaya devam edecektir. Eli kanlı iktidarın karşısında duracak, tarihsel misyonunun gerektirdiği rolü oynayacaktır. Sayıları değil, tutumları öne çıkaran her mücadelenin anlamlı bir unsuru olacaktır. Adana etkinliğinde aldığımız yer bunun ifadesidir. Bu dünden bu güne gelen mücadelemizin sarsılmaz kararlı duruşudur. Kürt halkına ahlaksız ve zalimce ölüm reva görenler er ya da geç döktükleri kanda boğulacaktır.
BÖLGEDE HEDEF DİRENME GÜÇLERİDİR
Kürt halkı. Bölgede yürütülmek, ikame edilmek istenen Büyük Orta-doğu Projesinin (BOP) temel hedefleri arasındadır. Çünkü direnen haklar uğruna mücadele eden bir siyasal duruş sergilemektedir. Bu duruşun bölge halklarına ilettiği mesaj, emperyalistleri ve onların bölgedeki ortaklarını oldukça rahatsız etmektedir. Kürt özgürlük hareketinin, bölge ölçeğinde kararlıca arkasında durduğu doğruların yarattığı etki, bölgemizin siyasal yeniden dizayn edilmesini isteyen dünya şer güçlerini rahatsız etmektedir. Kafkaslardan, Akdenize uzanan bu coğrafyada enerji güzergahı denetlemek isteyen güçler, özgürlüğe, demokrasiye, açılıma, barışa ve barış içinde güvenli yaşama izin vermek istemezler. Onların istediği, ulusal parçalanmışlığın devamıdır. Hiçbir ulusun özgürce, demokratik bir zemin üzerinde birliğini istemezler. Bu nedenle Kürt ulusunun parçalanmasının devamını isterler. Bu karanlık algılar, barış içinde yaşayan ülkeleri ise parçalamak isterler. Ulusal hakları için mücadele eden Filistin halkının, İsrail işgallerinden arta kalan küçücük bir bölümünde, kendi toprakları üzerinde devlet kurma hakkını tehlikeli görüp engellerler, Suriye gibi farklılıklarıyla barış içinde yaşayan devrim gibi reformlarla demokratik bir ülke olma yönünde ilerleme çabasında olan bir ülkeyi de eli kanlı şebekelerin yarattığı anarşi içinde bunaltmaya çalışırlar; gerekirse parçalayıp bölerek dize getirmek için çırpınırlar, askeri operasyon için zemin hazırlarlar.
BÖLGE SAFLAŞMASI
Bölgemizde olan tüm gelişmeler açıkça mazlumların, zalimlerle karşı karşıya geldiğini, saflaşmanın bu minval üzerinde derinleştiğini göstermektedir. Kuzey Irak içlerine kadar sınır dışı operasyonlarla Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı askeri hava operasyon düzenleyen ve bunu kara hareketiyle tamamlamayı düşünen çılgın ve bir o kadar maceracı akılların aynı anda Suriye’ye karşı NATO ya da BM kararları adı altında askeri operasyona hazırlanmaları oldukça manidardır. Kürt halkına yönelik kanlı operasyonlarda Iranın yer alması ve Türkiye’yle eş güdüm içinde olması, Iranın Bölgemize emperyalistler tarafından dayatılan projelere karşı durduğu konusundaki iddialarını da zayıflatan bir veridir. İran’ın, Şah dönem dahil bu güne kadar Kürt halkına yönelik kanlı kıyımları, bu ülkenin bölgemize yönelik dış güçlere karşı mücadelede tatarsızlığının da bir ifadesidir. Türkiye bu tutarsızlı kendi ikiyüzlü politikasının bir uzantısı olarak kullanmaya çalışması Kürt halkının özgürlük mücadelesinde ne türden kumpaslarla yüz yüze olduğunu gösteriyor. Buna rağmen Kürt halkının bölgede dostları olduğunu biliyoruz. Özellikle bu kesitte, 1980’li yıllarda olduğu gibi Suriye ve Kürt özgürlük hareketi, arada yaşanan on yıllık kopukluğu rağmen bir kez daha aynı barikatta oldukları görülmüştür.
Bu gün Suriye halkları da ülkesi ve güçleriyle, Kürt halkının ve özgürlük hareketinin yüz yüze kaldığı tehlikelerin aynısıyla yüz yüze kalmaktadır. Bu gün Kürtleri, sınır dışı askeri hava operasyonlarıyla bombalar, füzelerle katledenler gerçekte Suriye halkını katletmek için bunu bir prova olarak ikame etmektedirler. Son 300 yıllık tarihi boyunca (II. Viyana kuşatması 1683’den beri) hiçbir askeri zaferi olmayan, batılı güçler için “en ucuzu malı askeri” olarak tanımladıkları bu ordunun, Kürt halkının özgürlük mücadelesi karşısında uğradığı iflaslar, süren kirli savaşın hiçbir zaman başarıya ulaşamayacağının da garantisidir. Arkasında Kürt halkının durduğu bu özgürlük talebine yer yüzenin hiçbir kudretinin yenilgiye uğratması mümkün olmayacaktır da. Bu cümlelerimi bir tez olarak Suriye için de tekrar edebilirim. Suriye 50 yıllık savaş tarihinde, direnmeyi sürdüren bir ülke olarak mazlum olduğunu çok iyi bilir. Halkının da ordusunun arkasında ölümüne sonuna kadar gidecek dirayeti göstereceğini binlerce veride görmek mümkündür. Bu güçlere Filistin davasının direnme güçlerini ve Lübnan’ın başarıdan başarıya koşan direnme güçlerini de eklemek gerekir. Bu güçlere Irak sahasında ve bölgenin diğer alanlarında etkin olacak bir dizi gücü de eklemek yanlış olmayacaktır.
Bölgenin derinlemesine ve genişlemesini saflaşmasında böylesi bir tablo ortaya çıkmaktadır. Bu saflaşmada geç kalmadan yerine getirilmesi gereken ilişki ve yükümlülükler olduğuna işaret edeceğim. Bu ilişkiler elbette kendi mecrasında yeniden yükselerek, yeni biçimler altında kendini ifade edecektir. Bu adımların atıldığını da iyi biliyorum. Ancak bu ilişkilerin yakın geçmişin acı tecrübeleri nedeniyle kamuoyuna yansıtılmasında oldukça ağır davranıldığı da açıktır. Bunun hızla aşılması gereklidir. Kamuoyunu tatmin eden, açık, şeffaf ve halklar adına bu yakınlaşmaların ortaya konarak kirli savaşları yürüten, emperyalist güçlerin, Siyonistlerin bölgedeki taşeronlarını teşhir eden çabalarında yükselmesi gerekmektedir.
İSRAİL-TÜRKİYE GERGİNLİĞİ ARAPLARI ALDATAMAYACAKTIR
İsrail’le yeniden gerildiği sanılan ilişkilerin hiçte öyle olmadığı, doğru bilgilerle de kamuoyuna iletmek bir görevdir. Libya ve Suriye’yle ilişkilerin ikiyüzlü çıkarcılık sonucu, arkadan hançerlemelerle iflas etmesiyle bölgeden apar topar atılan Türkiye’nin, bölgede bir kez daha dönmesini sağlayacak bir değil bir milyon “one minute”ni bile yetersiz kaldığı açığa çıktıkça, İsrail’le gerginlik yaratarak kazanacağı hiçbir şey olmayacaktır: Bu bölgenin halkları, aydınları, bilgeleri, siyasal örgütleri, direnme güçleri Türkiye’de iktidar olanların haklarının iradesine rağmen, kirli yüzleri görülmüştür. Bu, artık geri dönüşü mümkün olmayan bir süreçtir. Yeni Osmanlıcılığın, içi kof hasta adamının, tek dişi kalmış canavar halleriyle bölgede Suriye’ye rağmen bir yer edinebilmesinin mümkünü kalmamıştır; Suriye yönetimi de dostluk, kardeşlik adına uğradığı ihanetin ağır bedelini Deraa’da, Humusta, Banyas’ta ve Cisir el Şuğur’da Erdoğan’ın desteklediği eli kanlı şebekelerin katlettiği evlatlarıyla ödemiştir. Türkiye’nin dünya şer güçleri kuklası iktidarları, Cumhuriyeti tefsiye ederken döneminin “yurtta sulh dünyada sulh” ilkesini çiğneyerek, NATO üyesi olduğu günden bu güne kadar, bölgemizde ABD- İsrail çıkarlarının bir unsuru olarak bölge halklarına ölüm yağdırmaktan başka bir şey başaramamıştır. Son on yılda “Komşularla sıfır sorun” maskesiyle, Yeni Osmanlıcılığın “Stratejik Derinliği” sadece ölüm ve savaş getirmiştir. Libya’da 51 000 sivilin ölümünün her boyuttaki sorumlusu Türkiye olmuştur. Halkımızdan alınan vergilerle eli kanlı, silahlı şebekelerin NATO desteğiyle Libya’yı kana bulayan vicdansız eylemlerin suç ortağı yapılmıştır. Halkımızın anlına sürülen bu tarihi kara lake, bu güçlerin nasıl bir vicdanla hareket ettiklerini göstermeye yeterlidir.
Sonuçta ikiyüzlü politikalar içte olduğu kadar dışta da iflas etmiştir. Bu aynı zamanda Türkiye’nin bölgedeki inandırıcılığının da sonudur. Suriye, Türkiye’yi bölgeye getiren ve bölgeden kovan ülke olması bu anlamda tesadüf değildir. Bu noktada kendini aldatan medya pohpohlamalarının hiçbir değere sahip olmadığı anlaşılmıştır. Kendi gücüyle bölgeyi girdiği sanılan Erdoğan yönetiminin, bölgede düştüğü halleri anlamak için, dün (2 Eylül 2011) Dışişleri Bakanı A.Davutoğlu’nun İsrail’le diplomatik ilişkileri en alt düzeye düşüreceği açıklaması ardından Arap aydınlarının gösterdiği bıyık altı gülüşü ve “Erdoğan artık bu oyunların Araplarda geçer akçe olamaz” deyişlerini hatırlatmak ve “Erdoğan öncelikle BM’nin aldığı karalara İsrail’in uymasını istesin, 1958’den İsrail’le parlamentonun haberi olmadan yapılan askeri ittifakları lağvetsin, Arap-İsrail savaşlarında Amerikan üslerini İsrail lehine kullanmasının sonucu, katledilen asker ve sivil Arapların hakkını ödesin” diyerek öfkeyle dile getirdikleri haklı tepkiler çok şey anlatmaya yeterli olacaktır.
İSRAL MISIR’DAN ÖZÜR DİLER
ERDOĞAN İKTİDARI ÜLKEMİZİ FÜZE KALKANI PROJESİNE MAHKUM EDER.
Erdoğan ikiyüzlülüğünün bir başka boyutta güçsüzlüğünü açığa vuran önemli bir veri de son İsrail-Mısır gerginliğinde ortaya çıktı. İsrail-Mısır’ın Sina sınırında çıkan bir çatışmada İsrail, Mısırlı asker ve sivilleri katletti. Bunun üzerine Mısır halkı ayağa katlık İsrail Büyükelçisinin kovulmasını ve ilişkilerin kesilmesini istedi. Büyükelçilik binasındaki İsrail bayrağı kaldırıldı ve yakıldı. İsrail Mısır Arap halkının bu haykırışlarından duyduğu tedirginlik gerçekte Mısır’ın gücüydü. Bunun üzerine Mısır askeri yönetimimin derhal özür dilenmesini istemesi üzerine İsrail, hiç beklemeden, kimseye danışmadan, dolandırmadan, özür diledi. İşte güç budur.
Buna karşı, ülkemizin 9 vatandaşı en iğrenç şekilde, uluslar arası hukuka aykırı tarzda katledilmesine rağmen, bir yıldır yalvar yakar, masa altından bin bir takla atarak, Avrupalıları devreye sokarak görüşmeler yapıp “özür” dilenciliği yaptı. İsrail’in, ülkemizi çapsız görerek, tutarsız ve güçsüz görerek bu talepleri elinin tersiyle itti.
Erdoğan iktidarı BM raporunun adaletsizce yazıldığı ( BM ne zaman adil bir rapor yazdı ki, özellikle işin içinde İsrail çıkarları olunca) ve İsrail’in Türkiye’den özür dilemeyeceğini çok iyi biliyordu. Bu nedenle, her zamanki ikiyüzlü oyuna başvuruldu. Bu geleneksel ikiyüzlü politikanın basına yansıyan ucu şu satırlarda ifadesini buldu. “Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun İsrail’e sert çıkıştan hemen önce Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Selçuk Ünal, askeri strateji uzmanlarının karşı çıktığı Füze Kalkanı Projesi’nin bir ayağı olan radar sisteminin Türkiye’ye kurulması yönünde anlaşmaya varıldığını duyurdu”
İşte, Erdoğan iktidarının kabadayılığı da bu kadardı. Bu, güçsüzlerin davranışıydı, bu İsrail karşısındaki kaygının, korkunun ilkesizliğin tutarsızlığın ifadesiydi. Bir yandan Arapları bir daha kandırabileceğini diğer yandan “Füze Kalkanı Projesi’nin bir ayağı olan radar sisteminin Türkiye’ye kurulması yönünde” bölgede yapılacak kirli savaşların kuklası olarak İsrail’e karşı tepkisinin hafifletilmesini sağlayacağı bir oyun oynuyordu. Bu duruş bir kez daha ülkemizde abartma ve yalanla ikiyüzlü politikalarla bir adım öteye geçilemeyeceğinin de bir ifadesiydi. Erdoğan iktidarı müsteşarlarına, diplomatlarına ve yandaş medyanın “bölge uzmanı” yazarlarına ithaf olunur.
İSRAİL TÜRKİYE GERGİNLİĞİ
SURİYE VE KÜRTLERİN KADER BİRLİĞİ
Mihrac Ural
4 Eylül 2011
Kürt halkına ölüm vahşetini dayatanlar, 200 yıllık tarih içinde 39 kez Kürt halkının direnişiyle yüz yüze kaldılar. Ölüm denklemlerinden, “katli vacip” söylemlerinden güvenlik önlemleri ve sonuçta sınır ötesi operasyonlarla kendi vatandaşına bomba, füze, top mermi yağdıran bu zihniyetin bitip tükenmez aldatmaları, , komşuları arkadan hançerleyen ikiyüzlü politika ahlaksızlıkları, her zaman olduğu gibi, bu gün de Kürt halkına ölüm olarak yağmaya devam ediyor.
Kan dökme üzerine kurgulanan siyasetler bitip tükenmiyor. Kandil’de süren vahşet, bu aklın, insanlıkla bitip tükenmez düellosu olarak sürüyor. Kan akıyor, analara kan ağlatılıyor. Bu güç koşullarda CEPHE HAREKETİ her zaman olduğu gibi bu gün de Kürt halkının yanındadır ve yanında olmaya devam edecektir. Eli kanlı iktidarın karşısında duracak, tarihsel misyonunun gerektirdiği rolü oynayacaktır. Sayıları değil, tutumları öne çıkaran her mücadelenin anlamlı bir unsuru olacaktır. Adana etkinliğinde aldığımız yer bunun ifadesidir. Bu dünden bu güne gelen mücadelemizin sarsılmaz kararlı duruşudur. Kürt halkına ahlaksız ve zalimce ölüm reva görenler er ya da geç döktükleri kanda boğulacaktır.
BÖLGEDE HEDEF DİRENME GÜÇLERİDİR
Kürt halkı. Bölgede yürütülmek, ikame edilmek istenen Büyük Orta-doğu Projesinin (BOP) temel hedefleri arasındadır. Çünkü direnen haklar uğruna mücadele eden bir siyasal duruş sergilemektedir. Bu duruşun bölge halklarına ilettiği mesaj, emperyalistleri ve onların bölgedeki ortaklarını oldukça rahatsız etmektedir. Kürt özgürlük hareketinin, bölge ölçeğinde kararlıca arkasında durduğu doğruların yarattığı etki, bölgemizin siyasal yeniden dizayn edilmesini isteyen dünya şer güçlerini rahatsız etmektedir. Kafkaslardan, Akdenize uzanan bu coğrafyada enerji güzergahı denetlemek isteyen güçler, özgürlüğe, demokrasiye, açılıma, barışa ve barış içinde güvenli yaşama izin vermek istemezler. Onların istediği, ulusal parçalanmışlığın devamıdır. Hiçbir ulusun özgürce, demokratik bir zemin üzerinde birliğini istemezler. Bu nedenle Kürt ulusunun parçalanmasının devamını isterler. Bu karanlık algılar, barış içinde yaşayan ülkeleri ise parçalamak isterler. Ulusal hakları için mücadele eden Filistin halkının, İsrail işgallerinden arta kalan küçücük bir bölümünde, kendi toprakları üzerinde devlet kurma hakkını tehlikeli görüp engellerler, Suriye gibi farklılıklarıyla barış içinde yaşayan devrim gibi reformlarla demokratik bir ülke olma yönünde ilerleme çabasında olan bir ülkeyi de eli kanlı şebekelerin yarattığı anarşi içinde bunaltmaya çalışırlar; gerekirse parçalayıp bölerek dize getirmek için çırpınırlar, askeri operasyon için zemin hazırlarlar.
BÖLGE SAFLAŞMASI
Bölgemizde olan tüm gelişmeler açıkça mazlumların, zalimlerle karşı karşıya geldiğini, saflaşmanın bu minval üzerinde derinleştiğini göstermektedir. Kuzey Irak içlerine kadar sınır dışı operasyonlarla Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı askeri hava operasyon düzenleyen ve bunu kara hareketiyle tamamlamayı düşünen çılgın ve bir o kadar maceracı akılların aynı anda Suriye’ye karşı NATO ya da BM kararları adı altında askeri operasyona hazırlanmaları oldukça manidardır. Kürt halkına yönelik kanlı operasyonlarda Iranın yer alması ve Türkiye’yle eş güdüm içinde olması, Iranın Bölgemize emperyalistler tarafından dayatılan projelere karşı durduğu konusundaki iddialarını da zayıflatan bir veridir. İran’ın, Şah dönem dahil bu güne kadar Kürt halkına yönelik kanlı kıyımları, bu ülkenin bölgemize yönelik dış güçlere karşı mücadelede tatarsızlığının da bir ifadesidir. Türkiye bu tutarsızlı kendi ikiyüzlü politikasının bir uzantısı olarak kullanmaya çalışması Kürt halkının özgürlük mücadelesinde ne türden kumpaslarla yüz yüze olduğunu gösteriyor. Buna rağmen Kürt halkının bölgede dostları olduğunu biliyoruz. Özellikle bu kesitte, 1980’li yıllarda olduğu gibi Suriye ve Kürt özgürlük hareketi, arada yaşanan on yıllık kopukluğu rağmen bir kez daha aynı barikatta oldukları görülmüştür.
Bu gün Suriye halkları da ülkesi ve güçleriyle, Kürt halkının ve özgürlük hareketinin yüz yüze kaldığı tehlikelerin aynısıyla yüz yüze kalmaktadır. Bu gün Kürtleri, sınır dışı askeri hava operasyonlarıyla bombalar, füzelerle katledenler gerçekte Suriye halkını katletmek için bunu bir prova olarak ikame etmektedirler. Son 300 yıllık tarihi boyunca (II. Viyana kuşatması 1683’den beri) hiçbir askeri zaferi olmayan, batılı güçler için “en ucuzu malı askeri” olarak tanımladıkları bu ordunun, Kürt halkının özgürlük mücadelesi karşısında uğradığı iflaslar, süren kirli savaşın hiçbir zaman başarıya ulaşamayacağının da garantisidir. Arkasında Kürt halkının durduğu bu özgürlük talebine yer yüzenin hiçbir kudretinin yenilgiye uğratması mümkün olmayacaktır da. Bu cümlelerimi bir tez olarak Suriye için de tekrar edebilirim. Suriye 50 yıllık savaş tarihinde, direnmeyi sürdüren bir ülke olarak mazlum olduğunu çok iyi bilir. Halkının da ordusunun arkasında ölümüne sonuna kadar gidecek dirayeti göstereceğini binlerce veride görmek mümkündür. Bu güçlere Filistin davasının direnme güçlerini ve Lübnan’ın başarıdan başarıya koşan direnme güçlerini de eklemek gerekir. Bu güçlere Irak sahasında ve bölgenin diğer alanlarında etkin olacak bir dizi gücü de eklemek yanlış olmayacaktır.
Bölgenin derinlemesine ve genişlemesini saflaşmasında böylesi bir tablo ortaya çıkmaktadır. Bu saflaşmada geç kalmadan yerine getirilmesi gereken ilişki ve yükümlülükler olduğuna işaret edeceğim. Bu ilişkiler elbette kendi mecrasında yeniden yükselerek, yeni biçimler altında kendini ifade edecektir. Bu adımların atıldığını da iyi biliyorum. Ancak bu ilişkilerin yakın geçmişin acı tecrübeleri nedeniyle kamuoyuna yansıtılmasında oldukça ağır davranıldığı da açıktır. Bunun hızla aşılması gereklidir. Kamuoyunu tatmin eden, açık, şeffaf ve halklar adına bu yakınlaşmaların ortaya konarak kirli savaşları yürüten, emperyalist güçlerin, Siyonistlerin bölgedeki taşeronlarını teşhir eden çabalarında yükselmesi gerekmektedir.
İSRAİL-TÜRKİYE GERGİNLİĞİ ARAPLARI ALDATAMAYACAKTIR
İsrail’le yeniden gerildiği sanılan ilişkilerin hiçte öyle olmadığı, doğru bilgilerle de kamuoyuna iletmek bir görevdir. Libya ve Suriye’yle ilişkilerin ikiyüzlü çıkarcılık sonucu, arkadan hançerlemelerle iflas etmesiyle bölgeden apar topar atılan Türkiye’nin, bölgede bir kez daha dönmesini sağlayacak bir değil bir milyon “one minute”ni bile yetersiz kaldığı açığa çıktıkça, İsrail’le gerginlik yaratarak kazanacağı hiçbir şey olmayacaktır: Bu bölgenin halkları, aydınları, bilgeleri, siyasal örgütleri, direnme güçleri Türkiye’de iktidar olanların haklarının iradesine rağmen, kirli yüzleri görülmüştür. Bu, artık geri dönüşü mümkün olmayan bir süreçtir. Yeni Osmanlıcılığın, içi kof hasta adamının, tek dişi kalmış canavar halleriyle bölgede Suriye’ye rağmen bir yer edinebilmesinin mümkünü kalmamıştır; Suriye yönetimi de dostluk, kardeşlik adına uğradığı ihanetin ağır bedelini Deraa’da, Humusta, Banyas’ta ve Cisir el Şuğur’da Erdoğan’ın desteklediği eli kanlı şebekelerin katlettiği evlatlarıyla ödemiştir. Türkiye’nin dünya şer güçleri kuklası iktidarları, Cumhuriyeti tefsiye ederken döneminin “yurtta sulh dünyada sulh” ilkesini çiğneyerek, NATO üyesi olduğu günden bu güne kadar, bölgemizde ABD- İsrail çıkarlarının bir unsuru olarak bölge halklarına ölüm yağdırmaktan başka bir şey başaramamıştır. Son on yılda “Komşularla sıfır sorun” maskesiyle, Yeni Osmanlıcılığın “Stratejik Derinliği” sadece ölüm ve savaş getirmiştir. Libya’da 51 000 sivilin ölümünün her boyuttaki sorumlusu Türkiye olmuştur. Halkımızdan alınan vergilerle eli kanlı, silahlı şebekelerin NATO desteğiyle Libya’yı kana bulayan vicdansız eylemlerin suç ortağı yapılmıştır. Halkımızın anlına sürülen bu tarihi kara lake, bu güçlerin nasıl bir vicdanla hareket ettiklerini göstermeye yeterlidir.
Sonuçta ikiyüzlü politikalar içte olduğu kadar dışta da iflas etmiştir. Bu aynı zamanda Türkiye’nin bölgedeki inandırıcılığının da sonudur. Suriye, Türkiye’yi bölgeye getiren ve bölgeden kovan ülke olması bu anlamda tesadüf değildir. Bu noktada kendini aldatan medya pohpohlamalarının hiçbir değere sahip olmadığı anlaşılmıştır. Kendi gücüyle bölgeyi girdiği sanılan Erdoğan yönetiminin, bölgede düştüğü halleri anlamak için, dün (2 Eylül 2011) Dışişleri Bakanı A.Davutoğlu’nun İsrail’le diplomatik ilişkileri en alt düzeye düşüreceği açıklaması ardından Arap aydınlarının gösterdiği bıyık altı gülüşü ve “Erdoğan artık bu oyunların Araplarda geçer akçe olamaz” deyişlerini hatırlatmak ve “Erdoğan öncelikle BM’nin aldığı karalara İsrail’in uymasını istesin, 1958’den İsrail’le parlamentonun haberi olmadan yapılan askeri ittifakları lağvetsin, Arap-İsrail savaşlarında Amerikan üslerini İsrail lehine kullanmasının sonucu, katledilen asker ve sivil Arapların hakkını ödesin” diyerek öfkeyle dile getirdikleri haklı tepkiler çok şey anlatmaya yeterli olacaktır.
İSRAL MISIR’DAN ÖZÜR DİLER
ERDOĞAN İKTİDARI ÜLKEMİZİ FÜZE KALKANI PROJESİNE MAHKUM EDER.
Erdoğan ikiyüzlülüğünün bir başka boyutta güçsüzlüğünü açığa vuran önemli bir veri de son İsrail-Mısır gerginliğinde ortaya çıktı. İsrail-Mısır’ın Sina sınırında çıkan bir çatışmada İsrail, Mısırlı asker ve sivilleri katletti. Bunun üzerine Mısır halkı ayağa katlık İsrail Büyükelçisinin kovulmasını ve ilişkilerin kesilmesini istedi. Büyükelçilik binasındaki İsrail bayrağı kaldırıldı ve yakıldı. İsrail Mısır Arap halkının bu haykırışlarından duyduğu tedirginlik gerçekte Mısır’ın gücüydü. Bunun üzerine Mısır askeri yönetimimin derhal özür dilenmesini istemesi üzerine İsrail, hiç beklemeden, kimseye danışmadan, dolandırmadan, özür diledi. İşte güç budur.
Buna karşı, ülkemizin 9 vatandaşı en iğrenç şekilde, uluslar arası hukuka aykırı tarzda katledilmesine rağmen, bir yıldır yalvar yakar, masa altından bin bir takla atarak, Avrupalıları devreye sokarak görüşmeler yapıp “özür” dilenciliği yaptı. İsrail’in, ülkemizi çapsız görerek, tutarsız ve güçsüz görerek bu talepleri elinin tersiyle itti.
Erdoğan iktidarı BM raporunun adaletsizce yazıldığı ( BM ne zaman adil bir rapor yazdı ki, özellikle işin içinde İsrail çıkarları olunca) ve İsrail’in Türkiye’den özür dilemeyeceğini çok iyi biliyordu. Bu nedenle, her zamanki ikiyüzlü oyuna başvuruldu. Bu geleneksel ikiyüzlü politikanın basına yansıyan ucu şu satırlarda ifadesini buldu. “Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun İsrail’e sert çıkıştan hemen önce Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Selçuk Ünal, askeri strateji uzmanlarının karşı çıktığı Füze Kalkanı Projesi’nin bir ayağı olan radar sisteminin Türkiye’ye kurulması yönünde anlaşmaya varıldığını duyurdu”
İşte, Erdoğan iktidarının kabadayılığı da bu kadardı. Bu, güçsüzlerin davranışıydı, bu İsrail karşısındaki kaygının, korkunun ilkesizliğin tutarsızlığın ifadesiydi. Bir yandan Arapları bir daha kandırabileceğini diğer yandan “Füze Kalkanı Projesi’nin bir ayağı olan radar sisteminin Türkiye’ye kurulması yönünde” bölgede yapılacak kirli savaşların kuklası olarak İsrail’e karşı tepkisinin hafifletilmesini sağlayacağı bir oyun oynuyordu. Bu duruş bir kez daha ülkemizde abartma ve yalanla ikiyüzlü politikalarla bir adım öteye geçilemeyeceğinin de bir ifadesiydi. Erdoğan iktidarı müsteşarlarına, diplomatlarına ve yandaş medyanın “bölge uzmanı” yazarlarına ithaf olunur.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder