21 Eylül 2011 Çarşamba
GERGİNLİĞE SÜRÜKLENMEMEK
Mihrac Ural
21 Eylül 2011
Bölgemizdeki kaosların ülkemize taşınacağını gösteren binlerce belirti bulunuyor. Ülkemizin on yıllardır yaşamakta olduğu kaos üzerine bineceği anlaşılan yeni gelişmeler, toplumsal yaşantımızın cehenneme dönmesine yol açacağı kesindir. Ankara’daki son patlama, elbette ki ne ilk ne de son olacaktır. Ancak her patlama kendi zamanı ve mekanı içinde anlamlıdır. Bu açıdan bu sonuncusunun ciddi işaretler taşıdığını söylemek yanlış değildir.
Evimiz camdan ve durmadan başka evleri taşlayıp duruyoruz. Başkasına verdiğimiz nasihatleri kendimiz uygulayabilseydik, küçük bir kıvılcımdan büyük yangınların olacağı kaygısına, tedirginliğine kapılmamıza gerek kalmayacaktı. Ama bir inattır sürüp giden, üç kuşak tüketen. Özgürlük ve demokrasinin yollarını tıkayıp duran...
Demokrasi, sorunlarımızın tek çıkış yolu. Acil demokratik açılımlar, gerçeklerin ve hakların teslimi bu işin en önemli yanıdır. Seçimleri yapalı birkaç ay oldu, ama parlamentosu bile tam üye sayısıyla yemin etmiş üyeleriyle toplanamayan bir ülkede yaşamaya mahkum olmaktayız; çünkü gerçekler kabul edilmiyor, hazmedilmiyor. Halkın iradesini çiğneyen yaklaşımlar, artık yasalardan da kurum ve kuruluş işleyiş mantığından da öte bir despotizm olarak kendini dayatıyor. Zindanlar, halkın oylarıyla seçilmiş milletvekillerine kapılarını kapatmaya devam ediyor. Ülke siyasal olarak kilitlenmek isteniyor. Gerçeklerin gücü karşısında çaresiz kalan tıkayıcı etkinlikler, inatlarını sürdürmeye devam ediyor. Her denemesinde iflas eden güvenlik çözümleriyle sonuç alınacağı sanısı, yeni iflasları, yeni acıları biriktiriyor, sorunların üst üste yığılmasına yol açıyor.
Ankara’da patlayan bombalar, bölge sorunlarıyla birlikte ele alındığında, hiç kimsenin arzu etmeyeceği dehşet sonuçlara gitmekte olduğumuza bir işaret gibidir. Bu tırmanış, ülkemizin kaoslarını aşmak için bir araya geldiği iddia edilen tarafların, bir araya geliş mantığıyla da tam bir karşıtlık oluşturuyor. Demokratik açılımın ve bunun sonuçlarının birinci derecede devletin elinde olduğu gerçeği, bu görüşmelerde talepleri yerine getirilmesini bekleyecek olanları sorumlu olmaktan çok, dikkatli olmaya davet ediyor.Buna karşı devletin aşamadığı ilkeliklerine de ağır bir eleştiri olarak beliriyor.
Tıkanmanın kimden kaynaklandığı açık; tıkanmanın nedeni, ikircimsizce devletin ve iktidarın kendisidir. Siyasi iradenin yetmezliği, ilkel milliyetçi kaygıları ve tek boyutlu dünya algılarıdır. Devlet ve iktidar özgürlük ve demokrasi sorununu tüm boyutlarıyla, taktik bir hamle olarak ele almaktadır. Bu durumda ortaya serilen görüşmelerde, iyi bir niyet değil, birbirine pusu kurma olayı olduğunu iddia etmek yanlış olmayacaktır.
Bu akıl bildiğimiz bir akıl; sahibi demokrasiyi içine sindirememiş, gerçeklerin taleplerini ret etmeye devam eden bir akıldır. Cumhuriyetteki Osmanlıdır, kuruluş programındaki yanlışlarıyla demokrasiye evrimleşmeye karşı statüleriyle aşılmayı bekleyen cumhuriyetin ta kendisidir. Bu noktada, Cumhuriyetin çağdaş evrimiyle varacağı özgürlüğü tersine çeviren iktidarların gerici yönelimleri, cumhuriyetten geride kalan her şeyi erezyona uğratarak, oluşturmaya çalıştıkları biat kültürü ve sivil diktatörlük hezeyanlarının tahrip gücünün Ankara’da patlayan bombalardan çok dana şiddetli olduğunu bilmek gerek. Bu gerici hamle, ülke bütünlüğünü, toplumsal barışı, barış içinde bir arada yaşama şansını da alıp götüren bombardımandır. Ankara’da patlayan bombaların faili kim olursa olsun, sivillerin ölümüne yol açan her girişimi şiddetle kınamamız gerek, ama bu bombalara yol açan nedenleri ve bu nedenlerin kaynağında yatan devlet erkine yaygın biçimde sinmiş gerici güçlerin birincil dereceden sorumlu oldukları unutmamak gerek. Erdoğan yönetimi, ülkemizi hızla bir uçurum kenarına sürüklediğini burada ifade etmek süreci doğru kavrama açısından önemlidir.; iç siyasetin kirli yönelimleri, ikircimlikleri, ihanetlerinin aynıyla dış siyasette komşularımıza yönelmesinden de anlıyoruz ki, bölgemizin Amerika ve İsrail lehine yeniden dizayn edilme çabalarında Erdoğan iktidarının Eş Başkan olarak oynayacağı roller kanlı bir süreci işaret etmektedir. Bu noktada çok dikkat gerek. Sorumlu politik yaklaşım, gerginliklerin yönettiği değil gerginlikleri yöneten bir çizgi üzerinde yürümesi gereklidir.
Ortak ülkemizi barış içinde bir arada yaşamaya doğru yükseltmek isteyen güçler, bu gerginlikler yerine demokrasinin ikamesi için gerekli olan diğer tüm barışçıl etkinlikleri harekete geçirmekle yükümlüdür. Sivillerin ölümünü hiçe sayanlar, ülkemizin sorunlarını güvenlik algılarıyla çözebileceğini sananlardır. Bunlar halklarımızın vicdanında mahkum olmuş bulunmaktadırlar. Ancak bu, hiç bir şekilde gerginliklerin arkasından sürüklenmemize yol açmamalıdır.
Siyasal kaderlerini, yükümlülüklerini, demokratikleşme yerine, gerginliklere, artan kaoslara, kirli ve kanlı savaşlara endeksleyenler, bir kez daha iflas etmeye mahkum olanlardır. Bölgemiz gelişmeleri ülkemizi de içene alan bir tusinaminin eşiğindedir. Demokrasiyi ikame etmesini başaramayanların gelecek için bir siyasal rolü olması mümkün olmayacaktır.
Bu nedenle daha çok demokrasi ve özgürlüğün kazınılması için halkın dönüştürücü gücüne güvenelim.
BÖLGEMİZDEN DERSLER
Tunus, Mısır, başlayıp bitmeyen demokrasi girişimlerini dikkate almalıyız. Halkın gücünü bilince çıkarmalıyız; bu güç ortaya çıkınca da emperyalist güçlerin nasıl da üzerine çullanarak, önünü kesip tıkayarak, mantıki sonuçlarına gidişini engelleyerek katlettiğini de önemle algılamalıyız. Bölgemizdeki önemli halk hareketlerine ve kazanımlarına karşı geliştirilen yol kesme hareketlerini de doğru kavramamız gerekmektedir. Tunus’ta başlayıp Mısır’a ulaşan ve ilk adımda başarılı olan halk etkinliğinin nasıl ters yüz edildiğini, Libya’ya yapılan müdahaleyle halkın haklı demokratik taleplerinin nasıl bir karşı devrim isyanına, vatana ihanet derecesinde NATO uşaklığına kadar sürüklendiğini bilince çıkarmalıyız.
Aynı mantıkla, emperyalist güçlerin, Siyonist Arapların ve Erdoğan yönetiminin komşumuz Suriye’de işlemekte oldukları cehennemi planları bilmeliyiz. Suriye halkının haklı taleplerini çok daha ileri ve kapsamlı reform programıyla karşılayan halkçı yönetimin başarısını engellemek için yapılanları göz önüne almalıyız. Suriye halkçı yönetiminin, Ünlü İngiliz yazar Patrick Seale’in deyişiyle “devrim gibi reformlar” yapması, bunları resmi gazetede ilan ederek halkın kazanımları arasına sunmasıyla gösterdiği başarı, halkın bu hakları kullanmasının önü kesilerek komşumuzda kaos yaratma çabalarının sürdüğünü görmeliyiz. Bu kirli oyunların ülkemiz üzerinde de ciddi etkileri ve sonuçları olacaktır. Komşularda süren tahriplerin, kıyımın tetikçisi eli kanlı şebekelerin arkasında duran Erdoğan yönetimi, ülkemizdeki kaosun da birincil derecedeki sorumlusu olduğunu belirlemek yanlış olmayacaktır.
Ülkemizde barış özgürlük ve demokrasi halklarımızın haklı siyasal taleplerini ikame etmekten geçiyor. İçte ortaya serilen ikiyüzlü politikaların aynıyla komşularımıza dayatılması sonuç alamayacak bir iflasa sürükleniştir. Bu sürükleniş, bölgenin hareketli zemini üzerinde hiçbir şeyin aynı statülerle devamını mümkün kılmaz.
20 yy başlarında Sevr anlaşmasından sıyrılarak, Lozan anlaşmasıyla kurtulduğunu sananlar, bu akılla giderlerse Sevr’i bile arayacaklarını belirtmek isterim.
Bir ülkenin yüksek çıkarları sokakların duygusal refleksleriyle belirlenemez. Yüksek politika, gerçekler üzerinde tüm tarafların çıkarlarını ortak paydada birleştirebilen ve bunu gecikmeden yaşama geçiren politikadır. Bunun önelcikle şartı, ülkenin var olan sorunlarının gerçekliğiyle hazmetmeyi gerektirir. Egemen ulus milliyetçiliği bunun en büyük engeledir. Buna bir de dini siyasete alet ederek, tek boyutlu din dayatmasıyla, farklılıkların yok edilebileceği sanısına kapılmayı eklediğimizde, ülkemizin bu günkü cehennemi gidişini ve çözümsüzlüğünü anlamamız zor olmayacaktır. Bu koşulda, bu tür iktidarların ülkenin yüksek çıkarlarına ilişkin bir politik irade göstermeleri mümkün değildir. Becerebildikleri tek şey, büyük güçlerin kendilerine biçtikleri Eş Başkanlık rolüdür. Kuklalıktır.
Ülkemizi 20 yy başlarındaki çöküşün aynısına, bir üst düzeyde ve daha yıkıcı etkileriyle 21.Yy başlarında maruz bırakanlar, bırakın bir türlü uygulamadıkları Lozan anlaşmasını, Sevr anlaşmasını bile bulamayacakları açıktır. Bu handikabı yaratanlar, özgürlük ve demokrasinin önünde duranlardır. Ülkemizin kimlik bunalımından kaoslarına kadar sorunlarının merkezinde bu akıllar bulunmaktadır. Bu akılları besleyen nesnel verilerin artık olmaması, sorunların bataklığa dönmesinin de temel nedenidir. Bu süreci aşmak için, bu akılları ve etkinliklerini aşmak gerek. Buda ortak ülkemizin aklıselim insanlarının omuzlarında bir tarihsel görev olarak durmaktadır.
21 Eylül 2011
Bölgemizdeki kaosların ülkemize taşınacağını gösteren binlerce belirti bulunuyor. Ülkemizin on yıllardır yaşamakta olduğu kaos üzerine bineceği anlaşılan yeni gelişmeler, toplumsal yaşantımızın cehenneme dönmesine yol açacağı kesindir. Ankara’daki son patlama, elbette ki ne ilk ne de son olacaktır. Ancak her patlama kendi zamanı ve mekanı içinde anlamlıdır. Bu açıdan bu sonuncusunun ciddi işaretler taşıdığını söylemek yanlış değildir.
Evimiz camdan ve durmadan başka evleri taşlayıp duruyoruz. Başkasına verdiğimiz nasihatleri kendimiz uygulayabilseydik, küçük bir kıvılcımdan büyük yangınların olacağı kaygısına, tedirginliğine kapılmamıza gerek kalmayacaktı. Ama bir inattır sürüp giden, üç kuşak tüketen. Özgürlük ve demokrasinin yollarını tıkayıp duran...
Demokrasi, sorunlarımızın tek çıkış yolu. Acil demokratik açılımlar, gerçeklerin ve hakların teslimi bu işin en önemli yanıdır. Seçimleri yapalı birkaç ay oldu, ama parlamentosu bile tam üye sayısıyla yemin etmiş üyeleriyle toplanamayan bir ülkede yaşamaya mahkum olmaktayız; çünkü gerçekler kabul edilmiyor, hazmedilmiyor. Halkın iradesini çiğneyen yaklaşımlar, artık yasalardan da kurum ve kuruluş işleyiş mantığından da öte bir despotizm olarak kendini dayatıyor. Zindanlar, halkın oylarıyla seçilmiş milletvekillerine kapılarını kapatmaya devam ediyor. Ülke siyasal olarak kilitlenmek isteniyor. Gerçeklerin gücü karşısında çaresiz kalan tıkayıcı etkinlikler, inatlarını sürdürmeye devam ediyor. Her denemesinde iflas eden güvenlik çözümleriyle sonuç alınacağı sanısı, yeni iflasları, yeni acıları biriktiriyor, sorunların üst üste yığılmasına yol açıyor.
Ankara’da patlayan bombalar, bölge sorunlarıyla birlikte ele alındığında, hiç kimsenin arzu etmeyeceği dehşet sonuçlara gitmekte olduğumuza bir işaret gibidir. Bu tırmanış, ülkemizin kaoslarını aşmak için bir araya geldiği iddia edilen tarafların, bir araya geliş mantığıyla da tam bir karşıtlık oluşturuyor. Demokratik açılımın ve bunun sonuçlarının birinci derecede devletin elinde olduğu gerçeği, bu görüşmelerde talepleri yerine getirilmesini bekleyecek olanları sorumlu olmaktan çok, dikkatli olmaya davet ediyor.Buna karşı devletin aşamadığı ilkeliklerine de ağır bir eleştiri olarak beliriyor.
Tıkanmanın kimden kaynaklandığı açık; tıkanmanın nedeni, ikircimsizce devletin ve iktidarın kendisidir. Siyasi iradenin yetmezliği, ilkel milliyetçi kaygıları ve tek boyutlu dünya algılarıdır. Devlet ve iktidar özgürlük ve demokrasi sorununu tüm boyutlarıyla, taktik bir hamle olarak ele almaktadır. Bu durumda ortaya serilen görüşmelerde, iyi bir niyet değil, birbirine pusu kurma olayı olduğunu iddia etmek yanlış olmayacaktır.
Bu akıl bildiğimiz bir akıl; sahibi demokrasiyi içine sindirememiş, gerçeklerin taleplerini ret etmeye devam eden bir akıldır. Cumhuriyetteki Osmanlıdır, kuruluş programındaki yanlışlarıyla demokrasiye evrimleşmeye karşı statüleriyle aşılmayı bekleyen cumhuriyetin ta kendisidir. Bu noktada, Cumhuriyetin çağdaş evrimiyle varacağı özgürlüğü tersine çeviren iktidarların gerici yönelimleri, cumhuriyetten geride kalan her şeyi erezyona uğratarak, oluşturmaya çalıştıkları biat kültürü ve sivil diktatörlük hezeyanlarının tahrip gücünün Ankara’da patlayan bombalardan çok dana şiddetli olduğunu bilmek gerek. Bu gerici hamle, ülke bütünlüğünü, toplumsal barışı, barış içinde bir arada yaşama şansını da alıp götüren bombardımandır. Ankara’da patlayan bombaların faili kim olursa olsun, sivillerin ölümüne yol açan her girişimi şiddetle kınamamız gerek, ama bu bombalara yol açan nedenleri ve bu nedenlerin kaynağında yatan devlet erkine yaygın biçimde sinmiş gerici güçlerin birincil dereceden sorumlu oldukları unutmamak gerek. Erdoğan yönetimi, ülkemizi hızla bir uçurum kenarına sürüklediğini burada ifade etmek süreci doğru kavrama açısından önemlidir.; iç siyasetin kirli yönelimleri, ikircimlikleri, ihanetlerinin aynıyla dış siyasette komşularımıza yönelmesinden de anlıyoruz ki, bölgemizin Amerika ve İsrail lehine yeniden dizayn edilme çabalarında Erdoğan iktidarının Eş Başkan olarak oynayacağı roller kanlı bir süreci işaret etmektedir. Bu noktada çok dikkat gerek. Sorumlu politik yaklaşım, gerginliklerin yönettiği değil gerginlikleri yöneten bir çizgi üzerinde yürümesi gereklidir.
Ortak ülkemizi barış içinde bir arada yaşamaya doğru yükseltmek isteyen güçler, bu gerginlikler yerine demokrasinin ikamesi için gerekli olan diğer tüm barışçıl etkinlikleri harekete geçirmekle yükümlüdür. Sivillerin ölümünü hiçe sayanlar, ülkemizin sorunlarını güvenlik algılarıyla çözebileceğini sananlardır. Bunlar halklarımızın vicdanında mahkum olmuş bulunmaktadırlar. Ancak bu, hiç bir şekilde gerginliklerin arkasından sürüklenmemize yol açmamalıdır.
Siyasal kaderlerini, yükümlülüklerini, demokratikleşme yerine, gerginliklere, artan kaoslara, kirli ve kanlı savaşlara endeksleyenler, bir kez daha iflas etmeye mahkum olanlardır. Bölgemiz gelişmeleri ülkemizi de içene alan bir tusinaminin eşiğindedir. Demokrasiyi ikame etmesini başaramayanların gelecek için bir siyasal rolü olması mümkün olmayacaktır.
Bu nedenle daha çok demokrasi ve özgürlüğün kazınılması için halkın dönüştürücü gücüne güvenelim.
BÖLGEMİZDEN DERSLER
Tunus, Mısır, başlayıp bitmeyen demokrasi girişimlerini dikkate almalıyız. Halkın gücünü bilince çıkarmalıyız; bu güç ortaya çıkınca da emperyalist güçlerin nasıl da üzerine çullanarak, önünü kesip tıkayarak, mantıki sonuçlarına gidişini engelleyerek katlettiğini de önemle algılamalıyız. Bölgemizdeki önemli halk hareketlerine ve kazanımlarına karşı geliştirilen yol kesme hareketlerini de doğru kavramamız gerekmektedir. Tunus’ta başlayıp Mısır’a ulaşan ve ilk adımda başarılı olan halk etkinliğinin nasıl ters yüz edildiğini, Libya’ya yapılan müdahaleyle halkın haklı demokratik taleplerinin nasıl bir karşı devrim isyanına, vatana ihanet derecesinde NATO uşaklığına kadar sürüklendiğini bilince çıkarmalıyız.
Aynı mantıkla, emperyalist güçlerin, Siyonist Arapların ve Erdoğan yönetiminin komşumuz Suriye’de işlemekte oldukları cehennemi planları bilmeliyiz. Suriye halkının haklı taleplerini çok daha ileri ve kapsamlı reform programıyla karşılayan halkçı yönetimin başarısını engellemek için yapılanları göz önüne almalıyız. Suriye halkçı yönetiminin, Ünlü İngiliz yazar Patrick Seale’in deyişiyle “devrim gibi reformlar” yapması, bunları resmi gazetede ilan ederek halkın kazanımları arasına sunmasıyla gösterdiği başarı, halkın bu hakları kullanmasının önü kesilerek komşumuzda kaos yaratma çabalarının sürdüğünü görmeliyiz. Bu kirli oyunların ülkemiz üzerinde de ciddi etkileri ve sonuçları olacaktır. Komşularda süren tahriplerin, kıyımın tetikçisi eli kanlı şebekelerin arkasında duran Erdoğan yönetimi, ülkemizdeki kaosun da birincil derecedeki sorumlusu olduğunu belirlemek yanlış olmayacaktır.
Ülkemizde barış özgürlük ve demokrasi halklarımızın haklı siyasal taleplerini ikame etmekten geçiyor. İçte ortaya serilen ikiyüzlü politikaların aynıyla komşularımıza dayatılması sonuç alamayacak bir iflasa sürükleniştir. Bu sürükleniş, bölgenin hareketli zemini üzerinde hiçbir şeyin aynı statülerle devamını mümkün kılmaz.
20 yy başlarında Sevr anlaşmasından sıyrılarak, Lozan anlaşmasıyla kurtulduğunu sananlar, bu akılla giderlerse Sevr’i bile arayacaklarını belirtmek isterim.
Bir ülkenin yüksek çıkarları sokakların duygusal refleksleriyle belirlenemez. Yüksek politika, gerçekler üzerinde tüm tarafların çıkarlarını ortak paydada birleştirebilen ve bunu gecikmeden yaşama geçiren politikadır. Bunun önelcikle şartı, ülkenin var olan sorunlarının gerçekliğiyle hazmetmeyi gerektirir. Egemen ulus milliyetçiliği bunun en büyük engeledir. Buna bir de dini siyasete alet ederek, tek boyutlu din dayatmasıyla, farklılıkların yok edilebileceği sanısına kapılmayı eklediğimizde, ülkemizin bu günkü cehennemi gidişini ve çözümsüzlüğünü anlamamız zor olmayacaktır. Bu koşulda, bu tür iktidarların ülkenin yüksek çıkarlarına ilişkin bir politik irade göstermeleri mümkün değildir. Becerebildikleri tek şey, büyük güçlerin kendilerine biçtikleri Eş Başkanlık rolüdür. Kuklalıktır.
Ülkemizi 20 yy başlarındaki çöküşün aynısına, bir üst düzeyde ve daha yıkıcı etkileriyle 21.Yy başlarında maruz bırakanlar, bırakın bir türlü uygulamadıkları Lozan anlaşmasını, Sevr anlaşmasını bile bulamayacakları açıktır. Bu handikabı yaratanlar, özgürlük ve demokrasinin önünde duranlardır. Ülkemizin kimlik bunalımından kaoslarına kadar sorunlarının merkezinde bu akıllar bulunmaktadır. Bu akılları besleyen nesnel verilerin artık olmaması, sorunların bataklığa dönmesinin de temel nedenidir. Bu süreci aşmak için, bu akılları ve etkinliklerini aşmak gerek. Buda ortak ülkemizin aklıselim insanlarının omuzlarında bir tarihsel görev olarak durmaktadır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder