4 Mart 2010 Perşembe
ÇAĞIMIZIN DEVRİMCİLİĞİ
Mihrac Ural
4 Mart 2010
Sınıf mücadelesi devrimci değil reformist bir mücadele olsa da işçilerin, emekçilerin yanında olmadan, onların hak kazanım davalarının önünde yürünmeden, özgürlük ve demokrasi alanlarını genişletme mücadelesi vermeden devrimci olunmaz.
Tarihin tanık olduğu tüm sınıf mücadeleleri, sistem içi bir mücadeledir. Bu mücadelenin tarafları, mensup oldukları toplumun birer temel unsurudur. Kapitalizmde burjuvazi ve işçi sınıfıdır. Biri olmadan diğeri olamaz. Dolaysıyla aralarındaki mücadele, sistemin daha rasyonel çalışmasıyla ilgili bir mücadeledir; reformist bir mücadele olması bundandır. Ancak bu mücadele, özgürlükleri ve demokrasiyi derinleştirme kesitleri olarak, gerçek devrimlerin, geri dönüşü mümkün olmayan tarihsel ilerlemelerin, yeni uygarlıkların kapısını aralar. Bu mücadele de yer almak, bu anlamıyla devrimci bir duruştur.
Evrensel ölçekteki gelişmeler, özgürlük ve demokrasi mücadelesine yeni etkinlikler katmıştır; kadın hareketi, ezilen inançlar, anadiller ve etnik toplulukların özgürlük ve demokrasi arayışları, doğa ve çocukları koruma çabaları, savaş ve askerlik karşıtları gibi. Bunlarla birlikte gelişen kapitalizm içi ve ondan çıkış mücadeleleri gibi özgürlük ve demokrasi arayışındaki gelişmeler, yeni bir uygarlığa, yeni bir üretim tarzına, yeni ve ileri bir toplumsal örgütlenişe gidiş alanlarını genişletmektedir.
Ancak devrimcilik, bu mücadeleleri kapsasa da bunlarla sınırlı değildir. Bilinmeli ki, nesnel yapısı gelecek yeni toplumun bir unsuru olarak şekilenmemiş hiç bir etkinlik, sistemi yıkmak gibi işlev göremez. sistem içinde kalan mücadele devrim yapamaz. Devrimcilik niteliksel bir dönüşümdür.
Reformist mücadelenin sınırları sistemin içindedir. Devrimcilik ise tarihle uyumlu olma yönünde, kapitalist sistemin yıkılışı, tasfiyesi, aşılması mücadelesidir. Tarihini doldurmuş olan bir sistem olarak kapitalizmi ve dolasıyla ona ait hiç bir sınıf ve etkinlik, geri dönüşü olmayan bir tarihsel devrimin ürünü olan yeni üretim tarzını, yeni toplumsal örgütlenişi kurma durumunda olamaz. Bu görev, kapitalizmin hiç bir temel sınıfına ait olamaz, bu görev devrimcilere aittir; nesnesi, eski toplumdan farklı nitelikte olan özneye aittir. Benim devrim ve devrimcilik algım burada başlar.
Tarihin hiç bir döneminde sınıf mücadelesinin devrim üretememesi, bu mücadelelerin aynı sistem içinde, söz konusu sistemin temel sınıfları arasında olmasındandır. Oysa devrim, yadsınmanın yadsınmasıdır; eski toplum içinde doğan yeninin sonuçlandıracağı bir adımdır. Feodalizmi yıkan serfler değil, burjuvazidir. Feodal toplumda sınıf mücadelesi köylülerle feodaller arasındaydı. Bu mücadele, feodal sistemin içinde bir mücadeleydi, iyileştirmeler de yapıyordu. Ancak Feodalizmi yıkmakta acizdi, yıkamazdı da. Feodalizmi yıkan onun içinde, onun kanatları altında gelişen, farklı nitelikte olan, yeni bir sistemin temel unsuru ve kendi sistemini kurmak için devrimci bir rol ile tarih sahnesine çıkan burjuvazi olmuştu.
Kapitalist sistem de sınıf mücadelesine tanık oldu.Yeni sistemde sınıf mücadelesi, burjuvaziyle işçi sınıfı arasında gelişti. Bu mücadele iyileştirmelere de yol açtı. Hala da açıyor. Ancak bu sistemide sınıf mücadelesinde yer alan taraflardan biri yıkamayacaktır. Bunun öznel eğilmlerle, yoğun eğitimle, aktivite ve örgütlenmeyle bir ilgisi yoktur. Sisteme ait olan her şey, sistemle birlikte tarihini de doldurmuş olacaktır. Bu kapitilizmin sınıfları için daha çok geçerlidir. Tek tek kişilerin değişimi ise ne sınıfların nesnesinden kaynaklanan öznel eğilimleri değiştirebilir ne de sınıfların ana eğilimini temsil edebilir. Kapitalizmi yıkacak olan onun içinden gelişen yenidir. Yadsınmanın yadsınmasıdır.
Devrim bir siyasal darbe değilse, geri dönüşü olmayan bir tarihsel devrim olmak durumundadır. Bu, ise eskinin kanatları altında gibi görünse de eskiyle nitelik farkı olan yeni bir ilişki türü sağlayabilir; bilgi çağını, bilimsel ve teknik gelişmeleri, insan kollektif akıl ürünü buluşları, sonuçlarıyla birlikte yeni bir uygarlık olarak algıladığımızıda, bu ilişkiyi tanımlamış oluruz.
Küresel üretim ilişkileri bu anlamda yeni uygarlığın kendisi olacaktır. Küresel üretim ilişkisi, emperyalist politikaların evrensel ölçekte dayatılması olan "küreselleşme" değildir. İki küreselleşme arasındaki farkı kavramak bu açıdan hayati öneme sahiptir. Bu bir fay hattıdır. Kıl kadar ince bir açıyla yolları farklıdır.
Olumlu küreselleşme bir üretim tarzıdır; bilgi paylaşım ağlarıyla, ulusları, sınırları, ülke ve coğrafyaları aşarak, evrensel üretime eşitler olarak katılımdır. İnsanlığı daha objektif algılama ve bunun için evrensel ölçekte dönüşümler yapmaktır.Sanal üretim-tüketim etkinliğiyle maliyet, kalite ve ürünün değişim değerini yükselten, dolaysıyla kapitalist meta üretiminden farklılıştıran sistemiyle, kapitalist üretim tarzından çıkıştır.
Emperyalist küreselleşme ise, baskı, savaş, işgal, talan ve sömürüdür; kapitalizmin bekası için, tarihe karşı direme çabasıdır. Bu siyasetlerin evrensel ölçekte dayatılmasıdır. İki küreselleşme arasındaki fark, yeni çağın solu ve sağı arasındaki farktır, devrimciliği ve gericiliği arasındaki farktır.
Devrimin amaçlarıyle ilgili öngörülerim de iki küreselleşme arasındaki farklılıkta anlam bulmaktadır.
Bu nedenle, daha çok özgürlük ve demokrasi için, emekçilerle, işçilerle, sınıf mücadelesiyle, halkın talepleriyle, inanç, etnik özgürlük, doğa koruma, kadın hakları vb etkinliklerin mücadelesiyle omuz omuza olmalıyız diyorum. Çünkü yeni uygarlığı kuracak veriler, özgürlük ve demokrasi geliştikçe öne çıkacaktır.
***
Ahmet Otçu adlı okurumuzun
"İşçiler, İşçi Sınıfı ve Sınıf Mücadelesi"
Başlıklı makalem üzerine yaptığı yorum üzerine
yazdığım cevabi yazımdır.
Değerli Ahmet Otçu,
Yorumunuz için teşekkür ederim (yorum alttadır)
Konumuzun anlaşılması için iki önemli noktayı birbirinden ayırmamız gerek.
Birincisi; sizin de önemle işaret ettiğiniz ve Lenin'den de yaptığınız alıntıda işaret edildiği gibi, sınıf bilinci için siyasal öncülük, bilgi birikim ve eğitimi gerek. Daha da ötesini ben ekleyim, demokrasi mücadelesinde eğitilmemiş ve sınıf bilincine varmamış işçi sınıfının, kendi çıkarları için basit kazanımları bile başarması mümkün değildir.
İşçi sınıfı, sınıf çıkarları ve kazanımları için bu yolda yoğun bir eğitim sürecini, pratik içinde kazanmakla yükümlüdür. Bu yükümlülüğü yerine getirmesi durumunda, sınıf çıkarlarını ve demokratik haklarını sonuna kadar götürebilir. Bu, sistemin daha rasyonel olması açısından da çok gereklidir.
Bunu sadece Batı ülkelerinin (emparyalist ülkeler) işçi sınıfı açısından da düşünmemek gerek. Evrensel ölçekte işçi sınıfı ve tüm emekçiler için de belirlemeliyiz. Bu noktada, Batı işçi sınıfının önemli orandaki kazanımları, eski-yeni sömürgelerden gelen karların sonucu olduğunu da hesaba katmamız gerek. Bu dengesizlik, başlı başına, işçi sınıfının kapitalist sistemin özünde olan ülkesel, ulusal, belli bir merkeze aidiyeti olan doğasına önemli bir işarettir. Ulusların kapitalizmin şafağında doğma espirisi de burada anlamlıdır.
I. Dünya paylaşım savaşı arifesinde, dönemin en köklü Sosyal-demokrat partileri bile milliyetçi bir yaklaşım göstererek, kendi ulusal tekelci burjuvazisinin yanında saf tutarak şovenizme ve sağa kayan bir örnek sergilemiştir. II. Enternasyonalin sonu ve Komintern'in doğumu bu olayla sabit olmuştur.
Bu noktada, kapitalizmin doğası gayet açıktır. Doğal olarak bu sisteme ait her olgu onun bir parçası olarak böylesi bir merkezi algı içinde hareket eder. Bu toplumların da doğanın da diyalektiğidir. Bu davranışın tarih içindindeki konumu bizi ilgilendirir, doğruluğu ya da yanlışlığı ise apayrı bir konudur. Burjuvazi, her ne kadar burjuvazi olsa da; artık değer sömüren, talanla sermaye biriktiren olsa da devrimci çağında tarihle uyumluydu
Bu ön bilgileri bilince çıkarttığımızda diğer önemli noktaya gelebiliriz...
İkincisi; benim yazımda yapılan çözümlemenin esası, kapitalizmi ve onun temel sınıflarını kavramakla ilgilidir.
Basit bir örnek vereceğim, masa tenisi masası üzerinde futbol maçı yapılmayacağını herkes rahatlıkla söyleyebilir aynen yemek masasında da masa tenisi oynanmayacağı gibi bir gerçekliktir bu. Bunun gibi örnekleri çoğaltmak mümkün.
Demek istiyorum ki, kapitalizmin ve onu oluşturan sınıfların doğası gergin (çatışmalı) olmuş bile olsa bir bütündür. Birbirinden kopuk olarak ele alınamaz.
Kapitalist sistemin verileriyle yapılacak herhangi bir mücadele, hangi boyutta olursa olsun (en yüksek bilinç düzeyi, yoğun siyasallık ve örgütlülük gibi) sonuç değişmez. Mücadele sistemin içinde ve onun temel sınıflarıyla yapılmakta olduğu için (başkası da olamaz) o sistemin içinde çok ileri yenileşmeler gerçekleştirse de o sistemi degiştirmeye gücü yetmez ve tarihsel bir özne olamaz. Yani, en yüksek kalitede futbol ancak futbol sahasında bir oyundur, en yüksek kalitede masa tenisi de masa tenisin de oynanır ve orada artılarıyla eksileriyle o alana ait sonuçlar üretirlir. Masa tenisinin en yüksek oyunu, futbol maçının ne sonuçlarıyla ne de varlığıyla ilgili bir şey üretemez. Dolaysıyla İşçi sınıfı kapitalist sistemin temel bir unsuru olması nedeniyle, en iyi siyasal, en iyi örgütlülük, en yoğun mücadeleler içinde olsa da sonuçta, sisteminin içinde yapabılecegi en iyi şey iyileştirmedir,ötesine geçemez
Ötesi diyalektiğe aykırı olduğu gibi, o sınıfın sırtına taşıyamayacağı görevleri yüklemiş oluruz ki, bu görevler kesinlikle yaşamda yer bulamayacagı için hayaldan ibaret kalmaya mahkumdur.
Bu noktada olayı objektif gerçekliğiyle kavramaya adım atmış oluruz. Küçük bir balonu ağzımızla şişirebiliriz. Ama onun alabileceği belli miktardaki hava hacmini aştığımızda patlar, böyle bir balonla gökyüzüne tırmanamayız, altına sepet bağlayıp yeryüzünü gözleme şansımız olmaz.
Bu yüzden yazımda, işçi sınıfının mücadele sınırlarını belirleyen nesnel koşullarına dikkat çekerek, gelip dayanacağı en üst düzleme işaret ettim.
Bu onun iradesi dışında ki yeridir. İradeyle aşılmayacak olan yeridir.
Şimdi gerisin geriye, son 200 yılın sınıf mücadelelerine bakalım. Paris komünü da bir yana, Bolşeviklerden daha ileri bir bilinç ve aydınlanma kadrosunu, insanlık tarihi hiç bir zaman yaratamamıştır. Onların çabasına, iktidarı ele geçirmelerine, tarihen en büyük ideolojik parpagandalarına rağmen sonuç ne oldu. Bu günü hepimiz biliyoruz, bunu sadece sonradan gelen yetersiz kadrolara bağlamak mümkün olamaz. Bu gerileyişin, eskiye dönüşün kaynağında nesnel olarak taşınmayacak görev ve sorumlulukları, tarihi koşulları yeterince olgunlaşmamış dönüşümleri, ilgisi olmadığı yeni bir toplumu, yeni üretim tarzını, yeni bir uygarlık kurma yükümlülüğünü işçi sınıfının sırtına yüklemiş oluyor. Kapitalizm yok olduğunda hala işçi sınıfı varsa orada kapitalizmin madalyonunun diğer bir yüzü devam ediyor demektir.
Oysa üretim tarzında devrim, üretici güçlerin üretim ilişkileriyle belli bir olgunluktan sonraki çatışmasının ürünü olacaktır. Bilgi çağı, teknolojik devrimler, yeni bir uygarlığın kapısını aralamaktadır. Bu adım kapitalizmin kanatları altında olsa da ( feodal kralıkların kanatları altında kapitalizmin gelişmesi gibi) artık kapitalizm değildir. Temel unsurları ve yönelimleri de nitelik olarak farklıdır. Yenidir ve kapitalizme ait her şeyi tarihin gerisine itmektedir (işçi sınıfını da burjuvaziyi de) Bu da dönüşü olmayan bir sürecin gerçekliliğinin göstergesidir
Bu yazımda, bunun ip uçları üzerinde durdum. Yeni üretim ilişkileri, yeni unsurlar kuracaktır, devrimci olanda budur dedim. Kapitalizme ait hiç bir veri bunu yapamaz dedim.
Ancak ekledim, sınıf mücadelesinin oluşturduğu gergin dengede, özgürlükler ve domakrasi ne kadar kazanım elde eder ve ilerlerse o kadar gelecek toplumun kuruluşuna katkı sağlar. Bunu da işçiler, kendi haklarını kazanmak için mücade ederken, gerçek devrimciler onlara omuz vererek bunu derinleştirmelidirler; yani biz bu çağın devrimcileri, emekçiden ve kazanımlarından yana özgürlüklerin ve demokrasinin kökleşmesi için omuz omuzayız. Ama bizim sınırımız onlardan da ileridedir.
Tam bu noktada iki küreselleşmeyi anlattım; biri olumlu, diğeri olumsuz olan.
Emperyalist siyasetin dış politikası olarak gelişen, evrensel talancı, savaşçı, baskıcı ve işgalci küreselleşme gericidir, tarihin önünü tıkamaktadır dedim. Buna karşı, devrimcilerin mücadelesi var, bu mücadele dünyanın her alanında farklı oluşumlarla sürmektedir.
Ancak teknolojinin, bilgi çağının ortaya koyduğu ve kollektif insan emeğinin ürünü olan gelişmelerle şekillenmeye başlayan yeni üretim tarzı ve mülkiyet ilişkisi, kapitalist tekellerin kanatları altında da olsa, o evrensel ölçekte herkesin katıldığı bir sistem olarak küresel üretim tarzını oluşturmaktadır. Bu da tarihin ilerici yanıdır. Bundan yana olmak için,her ülkede ve dünyanın her alanında daha çok özgürlük ve demokrasi için çalışmamız gerek. Bu bir tarihsel adımdır, geri dönüşü olmayan devrim için bir mücadeledir. Devrimcilik de tas tamam budur. Ben artık devrimciliği bu açıdan algılıyorum.
Tekrar edip durduğum bir benzetmem var, size de aktarayım. PTT iletişim sistemiyle, internet iletişim sistemi arasındaki fark ne ise, dün ile yarın arasındaki fark da budur. Biri, kapitalizm çağında en gelişmiş haline gelerek, o sistemin bir iletişim ağı olmuştur; binalarıyla, işçileriyle, memurlarıyla, uçakları, kamyonetleri, posta kutusu, kağıt, kalem, zarf, pul vb binlerce ayrınıtının maliyetiyle, hantal yapısıyla, Kapitalist sistemin iletişim ağı olmuştur
Diğer tarafta ise internet iletişim ağı. Bu ağ, PTT dahil geçmişe ait tüm iletişim ağlarını, geri dünüşü olmayan biçimde bir kenara koyarak aşmış, bir tuşa tıklayarak aynı anda her yere ve herkese ulaşabilmenin sistemini ikame etmiştir. Yeni iletişim sistemi. Bu yeni sistem, kapitalistlerin kanatları altındadır, ama artık kapitlist sistem niteliğine ait bir unsur değildir. Yeni bir uygarlığın nüvelerinden biridir. Bunun gibi unsurların birikimiyle, yeni üretim ilişkisi gelip hakim olacaktır. Devrimci olan budur. Bu adımın geri dönüşü olmaz. Bu adım bir siyasi kararla ikame edilmemiştir. Birikimların doğal sonucudur. İnsan kollektif bilgi birikiminin sonucudur. Birinde işçiler, emekçiler ve orada hakları uğruna mücadele var. Diğerin de ise her şey yeni, her şey nitelikçe farklı. Kendi sistemini oluşturarak gelişiyor. İkisi arasındaki fark konumuzun tüm detaylarını anlatmaya yeterlidir sanırım.
Var olduğu sistemin temel bir parçası olan, hiç bir sınıf bu rolü oynayamaz. Bu rol küresel devrimcilikte anlam bulan, küresel üretim lişkilerini ikame eden büyük bir tarihsel dönüşüm mücadelesidir. Devrimci olan da budur.
Sonuç;
Sınıf mücadelesi devrimci değil reformist bir mücadele olsa da işçilerin, emekçilerin yanında olmadan, onların hak kazınım davalarının önünde yürünmeden, özgürlüklerin ve demokrasi alanlarını genişletmek için çalışmadan devrimci olunmaz.
Tarihin tanık olduğu tüm sınıf mücadeleleri, sistem içi bir mücadeledir. Bu mücadelenin tarafları, mensup oldukları toplumun birer temel unsurudur. Kapitalizmde burjuvazi ve işçisınıfıdır. Biri olmadan diğeri olamaz. Dolaysıyla aralarındaki mücadele, sistemin daha rasyonel çalışmasıyla ilgili bir mücadeledir; reformist bir mücadele olması bundandır. Ancak bu mücadele, özgürlükleri ve demokrasiyi derinleştirme kesitleri olarak, gerçek devrimlerin, geri dönüşü mümkün olmayan tarihsel ilerlemelerin, yeni uygarlıkların kapısını aralar. Bu mücadele de yer almak, bu anlamıyla devrimci bir duruştur.
Evrensel ölçekteki gelişmeler, özgürlük ve demokrasi mücadelesine yeni etkinlikler katmıştır; kadın haraketi, ezilen inançlar, anadiller ve etnik toplulukların özgürlük ve demokrasi arayışları, doğa ve çocukları koruma çabaları, savaş ve askerlik karşıtları gibi. Bunlarla birlikte gelişen kapitalizm içi ve ondan çıkış mücadeleleri gibi özgürlük ve demokrasi arayışındaki gelişmeler, yeni bir uygarlığa, yeni bir üretim tarzına, yeni ve ileri bir toplumsal örgütlenişe gidiş alanlarını genişletmektedir.
Ancak devrimcilik, bu mücadeleleri kapsasa da bunlarla sınırlı değildir. Bilinmeli ki, nesnel yapısı gelecek yeni toplumun bir unsuru olarak şekilenmemiş hiç bir etkinlik, sistemi yıkmak gibi işlev göremez. sistem içinde kalan mücadele devrim yapamaz. Devrimcilik niteliksel bir dönüşümdür.
Reformist mücadelenin sınırları sistemin içindedir. Devrimcilik ise tarihle uyumlu olma yönünde, kapitalist sistemin yıkılışı, tasfiyesi, aşılması mücadelesidir. Tarihini doldurmuş olan bir sistem olarak kapitalizim ve dolasıyla ona ait hiç bir sınıf ve etkinlik, geri dönüşü olmayan bir tarihsel devrimin ürünü olan yeni üretim tarzını, yeni toplumusal örgütlenişi kurma durumunda olamaz. Bu görev, kapitalizmin hiç bir temel sınıfına ait olamaz, bu görev devrimcilere aittir; nesnesi, eski toplumdan farklı nitelikte olan özneye aittir. Benim devrim ve devrimcilik algım burada başlar.
Tarihin hiç bir döneminde sınıf mücadelesinin devrim üretememesi, bu mücadelelerin aynı sistem içinde, söz konusu sistemin temel sınıfları arasında olmasındandır. Oysa devrim, yadsınmanın yadsınmasıdır; eski toplum içinde doğan yeninin sonuçlandıracağı bir adımdır. Feodalizmi yıkan serfler değil, burjuvazidir. Feodal toplumda sınıf mücadelesi köylülerle feodaller arasındaydı. Bu mücadele, feodal sistemin içinde bir mücadeleydi, modern anlamda olmasa da sert köylü isyanları kimi iyileştirmeler yönünde sistemi zorladığı oluyordu. Ancak Feodalizmi yıkmakta acizdi, yıkamazdı da. Feodalizmi yıkan onun içinde, onun kanatları altında gelişen, farklı nitelikte olan, yeni bir sistemin temel unsuru ve kendi sistemini kurmak için devrimci bir rol ile tarih sahnesine çıkan burjuvazi olmuştu.
Kapitalist sistem de sınıf mücadelesine tanık oldu.Yeni sistemde sınıf mücadelesi, burjuvaziyle işçi sınıfı arasında gelşti. Bu mücadele iyileştirmelere de yol açtı. Hala da açıyor. Ancak bu sistemide sınıf mücadelesinde yer alan taraflardan biri yıkamayacaktır. Bunun öznel eğilmlerle, yoğun eğitimle, aktivite ve örgütlenmeyle bir ilgisi yoktur. Sisteme ait olan her şey, sistemle birlikte tarihini de doldurmuş olacaktır. Bu kapitilizmin sınıfları için daha çok geçerlidir. Tek tek kişilerin değişimi ise ne sınıfların nesnesinden kaynaklanan öznel eğilimleri değiştirebilir ne de sınıfların ana eğilimini temsil edebilir. Kapitalizmi yıkacak olan onun içinden gelişen yenidir. Yadsınmanın yadsınmasıdır.
Devrim bir siyasal darbe değilse, geri dönüşü olmayan bir tarihsel devrim olmak durumundadır. Bu, ise eskinin kanatları altında gibi görünse de eskiyle nitelik farkı olan yeni bir ilişki türü sağlayabilir; bilgi çağını, bilimsel ve teknik gelişmeleri, insan kollektif akıl ürünü buluşları, sonuçlarıyla birlikte yeni bir uygarlık olarak algıladığımızıda, bu ilişkiyi tanımlamış oluruz.
Küresel üretim ilişkileri bu anlamda yeni uygarlığın kendisi olacaktır. Küresel üretim ilişkisi, emperyelist politikaların evrensel ölçekte dayatılması olan "küreselleşme" değildir. İki küreselleşme arasındaki farkı kavramak bu açıdan hayati öneme sahiptir. Bu bir fay hattıdır. Kıl kadar ince bir açıyla yolları farklıdır.
Olumlu küreselleşme bir üretim tarzıdır; bilgi paylaşım ağlarıyla, ulusları, sınırları, ülke ve coğrafyaları aşarak, evrensel üretime eşitler olarak katılımdır. İnsanlığı daha objektif algılama ve bunun için evrensel ölçekte dönüşemler yapmaktır. Sanal üretim-tüketim etkinliğiyle maliyet, kalite ve ürünün değişim değerini yükselten, dolaysıyla kapitalist meta üretiminden farklılıştıran sistemiyle, kapitalist üretim tarzından çıkıştır.
Emperyalist küreselleşme ise, baskı, savaş, işgal, talan ve sömürüdür; kapitalizmin bekası için, tarihe karşı direme çabasıdır. Bu siyasetlerin evrensel ölçekte dayatılmasıdır. İki küreselleşme arasındaki fark, yeni çağın solu ve sağı arasındaki farktır, devrimciliği ve gericiliği arasındaki farktır.
Devrimin amaçlarıyle ilgili öngörülerim de iki küreselleşme arasındaki farklılıkta anlam bulmaktadır.
Bu nedenle, daha çok özgürlük ve demokrasi için, emekçilerle, işçilerle, sınıf mücadelesiyle, halkın talepleriyle, inanaç, etnik özgürlük, doğa koruma, kadın hakları vb etkinliklerin mücadelesiyle omuz omuza olmalıyız diyorum. Çünkü yeni uygarlığı kuracak veriler, özgürlük ve demokrasi geliştikçe öne çıkacaktır.
Teşekkür ediyorum.
_________________________________
AHMET OTÇU'NUN YORUMU
Ahmet Otçu
Bugün TEKEL direnişi elbette fazlasıyla önemlidir.
Fakat yazıda belirtildiği gibi,işçiler;fabrikalarda mevcut koşullarında çalışabilmek için direniyor.
endilerine boyun eğdiren tekelci kapitalist sistemi yıkmak düşüncesiyle değil.
Devrim noktasında,küçük burjuvanın rolü önemlidir.
Sabah işe gitmek için erkenden kalkan ve eve geldiğinde yorgun haliyle ailesiyle vakit geçiren bir proleterin,siyasal bilince erişmesi,siyasi eserlere büyük zamanını ayırması istisnai dir...
Bundan dolayı işçilere,kurtuluşları yolunda bu siyasal bilinci iletmede,aydınların ve siyasal bilinci iletecek örgütlerin önemi büyüktür.
Lenin'in dediği gibi;
"Bütün ülkelerin tarihi bize gösteriyor ki,yalnız kendi gücüyle,işçi sınıfı,ancak trade-union'cubilince ulaşabilir,yani patronlarla mücadele etmek ve hükümeti işçi çıkarlarına uygun kanunları çıkarmaya zorlamak için sendikalarda birleşmek gerektiği kanısına varabilir ancak.(Seçme Yazılar-s.23-24)
Bana kalırsa devrimde,elbette proletarya öncü kuvvet olacaktır,fakat bir ayağı burjuvaya dönük olsa da küçük burjuvanın rolü azımsanamaz derecededir.
Ve başta işçi sınıfı olmak üzere,kitleleri kurtuluş yolunda birleştirebilecek olan da "ortak bir düşman"dır,ki bu da ABD emperyalizmidir.
Kitlelerin zihnine;ABD emperyalizmine duyulacak haklı öfke,en etkin biçimde kazındığında,göreceğiz ki yalnızca işçilerimiz değil halkımız da siyasal bilince yakınlaşacak,Türkiye'de varolan,emperyalizmin ideologlarının sesleri kesilecek ve kurtuluşun olanağı yaratılacaktır.
4 Mart 2010
Sınıf mücadelesi devrimci değil reformist bir mücadele olsa da işçilerin, emekçilerin yanında olmadan, onların hak kazanım davalarının önünde yürünmeden, özgürlük ve demokrasi alanlarını genişletme mücadelesi vermeden devrimci olunmaz.
Tarihin tanık olduğu tüm sınıf mücadeleleri, sistem içi bir mücadeledir. Bu mücadelenin tarafları, mensup oldukları toplumun birer temel unsurudur. Kapitalizmde burjuvazi ve işçi sınıfıdır. Biri olmadan diğeri olamaz. Dolaysıyla aralarındaki mücadele, sistemin daha rasyonel çalışmasıyla ilgili bir mücadeledir; reformist bir mücadele olması bundandır. Ancak bu mücadele, özgürlükleri ve demokrasiyi derinleştirme kesitleri olarak, gerçek devrimlerin, geri dönüşü mümkün olmayan tarihsel ilerlemelerin, yeni uygarlıkların kapısını aralar. Bu mücadele de yer almak, bu anlamıyla devrimci bir duruştur.
Evrensel ölçekteki gelişmeler, özgürlük ve demokrasi mücadelesine yeni etkinlikler katmıştır; kadın hareketi, ezilen inançlar, anadiller ve etnik toplulukların özgürlük ve demokrasi arayışları, doğa ve çocukları koruma çabaları, savaş ve askerlik karşıtları gibi. Bunlarla birlikte gelişen kapitalizm içi ve ondan çıkış mücadeleleri gibi özgürlük ve demokrasi arayışındaki gelişmeler, yeni bir uygarlığa, yeni bir üretim tarzına, yeni ve ileri bir toplumsal örgütlenişe gidiş alanlarını genişletmektedir.
Ancak devrimcilik, bu mücadeleleri kapsasa da bunlarla sınırlı değildir. Bilinmeli ki, nesnel yapısı gelecek yeni toplumun bir unsuru olarak şekilenmemiş hiç bir etkinlik, sistemi yıkmak gibi işlev göremez. sistem içinde kalan mücadele devrim yapamaz. Devrimcilik niteliksel bir dönüşümdür.
Reformist mücadelenin sınırları sistemin içindedir. Devrimcilik ise tarihle uyumlu olma yönünde, kapitalist sistemin yıkılışı, tasfiyesi, aşılması mücadelesidir. Tarihini doldurmuş olan bir sistem olarak kapitalizmi ve dolasıyla ona ait hiç bir sınıf ve etkinlik, geri dönüşü olmayan bir tarihsel devrimin ürünü olan yeni üretim tarzını, yeni toplumsal örgütlenişi kurma durumunda olamaz. Bu görev, kapitalizmin hiç bir temel sınıfına ait olamaz, bu görev devrimcilere aittir; nesnesi, eski toplumdan farklı nitelikte olan özneye aittir. Benim devrim ve devrimcilik algım burada başlar.
Tarihin hiç bir döneminde sınıf mücadelesinin devrim üretememesi, bu mücadelelerin aynı sistem içinde, söz konusu sistemin temel sınıfları arasında olmasındandır. Oysa devrim, yadsınmanın yadsınmasıdır; eski toplum içinde doğan yeninin sonuçlandıracağı bir adımdır. Feodalizmi yıkan serfler değil, burjuvazidir. Feodal toplumda sınıf mücadelesi köylülerle feodaller arasındaydı. Bu mücadele, feodal sistemin içinde bir mücadeleydi, iyileştirmeler de yapıyordu. Ancak Feodalizmi yıkmakta acizdi, yıkamazdı da. Feodalizmi yıkan onun içinde, onun kanatları altında gelişen, farklı nitelikte olan, yeni bir sistemin temel unsuru ve kendi sistemini kurmak için devrimci bir rol ile tarih sahnesine çıkan burjuvazi olmuştu.
Kapitalist sistem de sınıf mücadelesine tanık oldu.Yeni sistemde sınıf mücadelesi, burjuvaziyle işçi sınıfı arasında gelişti. Bu mücadele iyileştirmelere de yol açtı. Hala da açıyor. Ancak bu sistemide sınıf mücadelesinde yer alan taraflardan biri yıkamayacaktır. Bunun öznel eğilmlerle, yoğun eğitimle, aktivite ve örgütlenmeyle bir ilgisi yoktur. Sisteme ait olan her şey, sistemle birlikte tarihini de doldurmuş olacaktır. Bu kapitilizmin sınıfları için daha çok geçerlidir. Tek tek kişilerin değişimi ise ne sınıfların nesnesinden kaynaklanan öznel eğilimleri değiştirebilir ne de sınıfların ana eğilimini temsil edebilir. Kapitalizmi yıkacak olan onun içinden gelişen yenidir. Yadsınmanın yadsınmasıdır.
Devrim bir siyasal darbe değilse, geri dönüşü olmayan bir tarihsel devrim olmak durumundadır. Bu, ise eskinin kanatları altında gibi görünse de eskiyle nitelik farkı olan yeni bir ilişki türü sağlayabilir; bilgi çağını, bilimsel ve teknik gelişmeleri, insan kollektif akıl ürünü buluşları, sonuçlarıyla birlikte yeni bir uygarlık olarak algıladığımızıda, bu ilişkiyi tanımlamış oluruz.
Küresel üretim ilişkileri bu anlamda yeni uygarlığın kendisi olacaktır. Küresel üretim ilişkisi, emperyalist politikaların evrensel ölçekte dayatılması olan "küreselleşme" değildir. İki küreselleşme arasındaki farkı kavramak bu açıdan hayati öneme sahiptir. Bu bir fay hattıdır. Kıl kadar ince bir açıyla yolları farklıdır.
Olumlu küreselleşme bir üretim tarzıdır; bilgi paylaşım ağlarıyla, ulusları, sınırları, ülke ve coğrafyaları aşarak, evrensel üretime eşitler olarak katılımdır. İnsanlığı daha objektif algılama ve bunun için evrensel ölçekte dönüşümler yapmaktır.Sanal üretim-tüketim etkinliğiyle maliyet, kalite ve ürünün değişim değerini yükselten, dolaysıyla kapitalist meta üretiminden farklılıştıran sistemiyle, kapitalist üretim tarzından çıkıştır.
Emperyalist küreselleşme ise, baskı, savaş, işgal, talan ve sömürüdür; kapitalizmin bekası için, tarihe karşı direme çabasıdır. Bu siyasetlerin evrensel ölçekte dayatılmasıdır. İki küreselleşme arasındaki fark, yeni çağın solu ve sağı arasındaki farktır, devrimciliği ve gericiliği arasındaki farktır.
Devrimin amaçlarıyle ilgili öngörülerim de iki küreselleşme arasındaki farklılıkta anlam bulmaktadır.
Bu nedenle, daha çok özgürlük ve demokrasi için, emekçilerle, işçilerle, sınıf mücadelesiyle, halkın talepleriyle, inanç, etnik özgürlük, doğa koruma, kadın hakları vb etkinliklerin mücadelesiyle omuz omuza olmalıyız diyorum. Çünkü yeni uygarlığı kuracak veriler, özgürlük ve demokrasi geliştikçe öne çıkacaktır.
***
Ahmet Otçu adlı okurumuzun
"İşçiler, İşçi Sınıfı ve Sınıf Mücadelesi"
Başlıklı makalem üzerine yaptığı yorum üzerine
yazdığım cevabi yazımdır.
Değerli Ahmet Otçu,
Yorumunuz için teşekkür ederim (yorum alttadır)
Konumuzun anlaşılması için iki önemli noktayı birbirinden ayırmamız gerek.
Birincisi; sizin de önemle işaret ettiğiniz ve Lenin'den de yaptığınız alıntıda işaret edildiği gibi, sınıf bilinci için siyasal öncülük, bilgi birikim ve eğitimi gerek. Daha da ötesini ben ekleyim, demokrasi mücadelesinde eğitilmemiş ve sınıf bilincine varmamış işçi sınıfının, kendi çıkarları için basit kazanımları bile başarması mümkün değildir.
İşçi sınıfı, sınıf çıkarları ve kazanımları için bu yolda yoğun bir eğitim sürecini, pratik içinde kazanmakla yükümlüdür. Bu yükümlülüğü yerine getirmesi durumunda, sınıf çıkarlarını ve demokratik haklarını sonuna kadar götürebilir. Bu, sistemin daha rasyonel olması açısından da çok gereklidir.
Bunu sadece Batı ülkelerinin (emparyalist ülkeler) işçi sınıfı açısından da düşünmemek gerek. Evrensel ölçekte işçi sınıfı ve tüm emekçiler için de belirlemeliyiz. Bu noktada, Batı işçi sınıfının önemli orandaki kazanımları, eski-yeni sömürgelerden gelen karların sonucu olduğunu da hesaba katmamız gerek. Bu dengesizlik, başlı başına, işçi sınıfının kapitalist sistemin özünde olan ülkesel, ulusal, belli bir merkeze aidiyeti olan doğasına önemli bir işarettir. Ulusların kapitalizmin şafağında doğma espirisi de burada anlamlıdır.
I. Dünya paylaşım savaşı arifesinde, dönemin en köklü Sosyal-demokrat partileri bile milliyetçi bir yaklaşım göstererek, kendi ulusal tekelci burjuvazisinin yanında saf tutarak şovenizme ve sağa kayan bir örnek sergilemiştir. II. Enternasyonalin sonu ve Komintern'in doğumu bu olayla sabit olmuştur.
Bu noktada, kapitalizmin doğası gayet açıktır. Doğal olarak bu sisteme ait her olgu onun bir parçası olarak böylesi bir merkezi algı içinde hareket eder. Bu toplumların da doğanın da diyalektiğidir. Bu davranışın tarih içindindeki konumu bizi ilgilendirir, doğruluğu ya da yanlışlığı ise apayrı bir konudur. Burjuvazi, her ne kadar burjuvazi olsa da; artık değer sömüren, talanla sermaye biriktiren olsa da devrimci çağında tarihle uyumluydu
Bu ön bilgileri bilince çıkarttığımızda diğer önemli noktaya gelebiliriz...
İkincisi; benim yazımda yapılan çözümlemenin esası, kapitalizmi ve onun temel sınıflarını kavramakla ilgilidir.
Basit bir örnek vereceğim, masa tenisi masası üzerinde futbol maçı yapılmayacağını herkes rahatlıkla söyleyebilir aynen yemek masasında da masa tenisi oynanmayacağı gibi bir gerçekliktir bu. Bunun gibi örnekleri çoğaltmak mümkün.
Demek istiyorum ki, kapitalizmin ve onu oluşturan sınıfların doğası gergin (çatışmalı) olmuş bile olsa bir bütündür. Birbirinden kopuk olarak ele alınamaz.
Kapitalist sistemin verileriyle yapılacak herhangi bir mücadele, hangi boyutta olursa olsun (en yüksek bilinç düzeyi, yoğun siyasallık ve örgütlülük gibi) sonuç değişmez. Mücadele sistemin içinde ve onun temel sınıflarıyla yapılmakta olduğu için (başkası da olamaz) o sistemin içinde çok ileri yenileşmeler gerçekleştirse de o sistemi degiştirmeye gücü yetmez ve tarihsel bir özne olamaz. Yani, en yüksek kalitede futbol ancak futbol sahasında bir oyundur, en yüksek kalitede masa tenisi de masa tenisin de oynanır ve orada artılarıyla eksileriyle o alana ait sonuçlar üretirlir. Masa tenisinin en yüksek oyunu, futbol maçının ne sonuçlarıyla ne de varlığıyla ilgili bir şey üretemez. Dolaysıyla İşçi sınıfı kapitalist sistemin temel bir unsuru olması nedeniyle, en iyi siyasal, en iyi örgütlülük, en yoğun mücadeleler içinde olsa da sonuçta, sisteminin içinde yapabılecegi en iyi şey iyileştirmedir,ötesine geçemez
Ötesi diyalektiğe aykırı olduğu gibi, o sınıfın sırtına taşıyamayacağı görevleri yüklemiş oluruz ki, bu görevler kesinlikle yaşamda yer bulamayacagı için hayaldan ibaret kalmaya mahkumdur.
Bu noktada olayı objektif gerçekliğiyle kavramaya adım atmış oluruz. Küçük bir balonu ağzımızla şişirebiliriz. Ama onun alabileceği belli miktardaki hava hacmini aştığımızda patlar, böyle bir balonla gökyüzüne tırmanamayız, altına sepet bağlayıp yeryüzünü gözleme şansımız olmaz.
Bu yüzden yazımda, işçi sınıfının mücadele sınırlarını belirleyen nesnel koşullarına dikkat çekerek, gelip dayanacağı en üst düzleme işaret ettim.
Bu onun iradesi dışında ki yeridir. İradeyle aşılmayacak olan yeridir.
Şimdi gerisin geriye, son 200 yılın sınıf mücadelelerine bakalım. Paris komünü da bir yana, Bolşeviklerden daha ileri bir bilinç ve aydınlanma kadrosunu, insanlık tarihi hiç bir zaman yaratamamıştır. Onların çabasına, iktidarı ele geçirmelerine, tarihen en büyük ideolojik parpagandalarına rağmen sonuç ne oldu. Bu günü hepimiz biliyoruz, bunu sadece sonradan gelen yetersiz kadrolara bağlamak mümkün olamaz. Bu gerileyişin, eskiye dönüşün kaynağında nesnel olarak taşınmayacak görev ve sorumlulukları, tarihi koşulları yeterince olgunlaşmamış dönüşümleri, ilgisi olmadığı yeni bir toplumu, yeni üretim tarzını, yeni bir uygarlık kurma yükümlülüğünü işçi sınıfının sırtına yüklemiş oluyor. Kapitalizm yok olduğunda hala işçi sınıfı varsa orada kapitalizmin madalyonunun diğer bir yüzü devam ediyor demektir.
Oysa üretim tarzında devrim, üretici güçlerin üretim ilişkileriyle belli bir olgunluktan sonraki çatışmasının ürünü olacaktır. Bilgi çağı, teknolojik devrimler, yeni bir uygarlığın kapısını aralamaktadır. Bu adım kapitalizmin kanatları altında olsa da ( feodal kralıkların kanatları altında kapitalizmin gelişmesi gibi) artık kapitalizm değildir. Temel unsurları ve yönelimleri de nitelik olarak farklıdır. Yenidir ve kapitalizme ait her şeyi tarihin gerisine itmektedir (işçi sınıfını da burjuvaziyi de) Bu da dönüşü olmayan bir sürecin gerçekliliğinin göstergesidir
Bu yazımda, bunun ip uçları üzerinde durdum. Yeni üretim ilişkileri, yeni unsurlar kuracaktır, devrimci olanda budur dedim. Kapitalizme ait hiç bir veri bunu yapamaz dedim.
Ancak ekledim, sınıf mücadelesinin oluşturduğu gergin dengede, özgürlükler ve domakrasi ne kadar kazanım elde eder ve ilerlerse o kadar gelecek toplumun kuruluşuna katkı sağlar. Bunu da işçiler, kendi haklarını kazanmak için mücade ederken, gerçek devrimciler onlara omuz vererek bunu derinleştirmelidirler; yani biz bu çağın devrimcileri, emekçiden ve kazanımlarından yana özgürlüklerin ve demokrasinin kökleşmesi için omuz omuzayız. Ama bizim sınırımız onlardan da ileridedir.
Tam bu noktada iki küreselleşmeyi anlattım; biri olumlu, diğeri olumsuz olan.
Emperyalist siyasetin dış politikası olarak gelişen, evrensel talancı, savaşçı, baskıcı ve işgalci küreselleşme gericidir, tarihin önünü tıkamaktadır dedim. Buna karşı, devrimcilerin mücadelesi var, bu mücadele dünyanın her alanında farklı oluşumlarla sürmektedir.
Ancak teknolojinin, bilgi çağının ortaya koyduğu ve kollektif insan emeğinin ürünü olan gelişmelerle şekillenmeye başlayan yeni üretim tarzı ve mülkiyet ilişkisi, kapitalist tekellerin kanatları altında da olsa, o evrensel ölçekte herkesin katıldığı bir sistem olarak küresel üretim tarzını oluşturmaktadır. Bu da tarihin ilerici yanıdır. Bundan yana olmak için,her ülkede ve dünyanın her alanında daha çok özgürlük ve demokrasi için çalışmamız gerek. Bu bir tarihsel adımdır, geri dönüşü olmayan devrim için bir mücadeledir. Devrimcilik de tas tamam budur. Ben artık devrimciliği bu açıdan algılıyorum.
Tekrar edip durduğum bir benzetmem var, size de aktarayım. PTT iletişim sistemiyle, internet iletişim sistemi arasındaki fark ne ise, dün ile yarın arasındaki fark da budur. Biri, kapitalizm çağında en gelişmiş haline gelerek, o sistemin bir iletişim ağı olmuştur; binalarıyla, işçileriyle, memurlarıyla, uçakları, kamyonetleri, posta kutusu, kağıt, kalem, zarf, pul vb binlerce ayrınıtının maliyetiyle, hantal yapısıyla, Kapitalist sistemin iletişim ağı olmuştur
Diğer tarafta ise internet iletişim ağı. Bu ağ, PTT dahil geçmişe ait tüm iletişim ağlarını, geri dünüşü olmayan biçimde bir kenara koyarak aşmış, bir tuşa tıklayarak aynı anda her yere ve herkese ulaşabilmenin sistemini ikame etmiştir. Yeni iletişim sistemi. Bu yeni sistem, kapitalistlerin kanatları altındadır, ama artık kapitlist sistem niteliğine ait bir unsur değildir. Yeni bir uygarlığın nüvelerinden biridir. Bunun gibi unsurların birikimiyle, yeni üretim ilişkisi gelip hakim olacaktır. Devrimci olan budur. Bu adımın geri dönüşü olmaz. Bu adım bir siyasi kararla ikame edilmemiştir. Birikimların doğal sonucudur. İnsan kollektif bilgi birikiminin sonucudur. Birinde işçiler, emekçiler ve orada hakları uğruna mücadele var. Diğerin de ise her şey yeni, her şey nitelikçe farklı. Kendi sistemini oluşturarak gelişiyor. İkisi arasındaki fark konumuzun tüm detaylarını anlatmaya yeterlidir sanırım.
Var olduğu sistemin temel bir parçası olan, hiç bir sınıf bu rolü oynayamaz. Bu rol küresel devrimcilikte anlam bulan, küresel üretim lişkilerini ikame eden büyük bir tarihsel dönüşüm mücadelesidir. Devrimci olan da budur.
Sonuç;
Sınıf mücadelesi devrimci değil reformist bir mücadele olsa da işçilerin, emekçilerin yanında olmadan, onların hak kazınım davalarının önünde yürünmeden, özgürlüklerin ve demokrasi alanlarını genişletmek için çalışmadan devrimci olunmaz.
Tarihin tanık olduğu tüm sınıf mücadeleleri, sistem içi bir mücadeledir. Bu mücadelenin tarafları, mensup oldukları toplumun birer temel unsurudur. Kapitalizmde burjuvazi ve işçisınıfıdır. Biri olmadan diğeri olamaz. Dolaysıyla aralarındaki mücadele, sistemin daha rasyonel çalışmasıyla ilgili bir mücadeledir; reformist bir mücadele olması bundandır. Ancak bu mücadele, özgürlükleri ve demokrasiyi derinleştirme kesitleri olarak, gerçek devrimlerin, geri dönüşü mümkün olmayan tarihsel ilerlemelerin, yeni uygarlıkların kapısını aralar. Bu mücadele de yer almak, bu anlamıyla devrimci bir duruştur.
Evrensel ölçekteki gelişmeler, özgürlük ve demokrasi mücadelesine yeni etkinlikler katmıştır; kadın haraketi, ezilen inançlar, anadiller ve etnik toplulukların özgürlük ve demokrasi arayışları, doğa ve çocukları koruma çabaları, savaş ve askerlik karşıtları gibi. Bunlarla birlikte gelişen kapitalizm içi ve ondan çıkış mücadeleleri gibi özgürlük ve demokrasi arayışındaki gelişmeler, yeni bir uygarlığa, yeni bir üretim tarzına, yeni ve ileri bir toplumsal örgütlenişe gidiş alanlarını genişletmektedir.
Ancak devrimcilik, bu mücadeleleri kapsasa da bunlarla sınırlı değildir. Bilinmeli ki, nesnel yapısı gelecek yeni toplumun bir unsuru olarak şekilenmemiş hiç bir etkinlik, sistemi yıkmak gibi işlev göremez. sistem içinde kalan mücadele devrim yapamaz. Devrimcilik niteliksel bir dönüşümdür.
Reformist mücadelenin sınırları sistemin içindedir. Devrimcilik ise tarihle uyumlu olma yönünde, kapitalist sistemin yıkılışı, tasfiyesi, aşılması mücadelesidir. Tarihini doldurmuş olan bir sistem olarak kapitalizim ve dolasıyla ona ait hiç bir sınıf ve etkinlik, geri dönüşü olmayan bir tarihsel devrimin ürünü olan yeni üretim tarzını, yeni toplumusal örgütlenişi kurma durumunda olamaz. Bu görev, kapitalizmin hiç bir temel sınıfına ait olamaz, bu görev devrimcilere aittir; nesnesi, eski toplumdan farklı nitelikte olan özneye aittir. Benim devrim ve devrimcilik algım burada başlar.
Tarihin hiç bir döneminde sınıf mücadelesinin devrim üretememesi, bu mücadelelerin aynı sistem içinde, söz konusu sistemin temel sınıfları arasında olmasındandır. Oysa devrim, yadsınmanın yadsınmasıdır; eski toplum içinde doğan yeninin sonuçlandıracağı bir adımdır. Feodalizmi yıkan serfler değil, burjuvazidir. Feodal toplumda sınıf mücadelesi köylülerle feodaller arasındaydı. Bu mücadele, feodal sistemin içinde bir mücadeleydi, modern anlamda olmasa da sert köylü isyanları kimi iyileştirmeler yönünde sistemi zorladığı oluyordu. Ancak Feodalizmi yıkmakta acizdi, yıkamazdı da. Feodalizmi yıkan onun içinde, onun kanatları altında gelişen, farklı nitelikte olan, yeni bir sistemin temel unsuru ve kendi sistemini kurmak için devrimci bir rol ile tarih sahnesine çıkan burjuvazi olmuştu.
Kapitalist sistem de sınıf mücadelesine tanık oldu.Yeni sistemde sınıf mücadelesi, burjuvaziyle işçi sınıfı arasında gelşti. Bu mücadele iyileştirmelere de yol açtı. Hala da açıyor. Ancak bu sistemide sınıf mücadelesinde yer alan taraflardan biri yıkamayacaktır. Bunun öznel eğilmlerle, yoğun eğitimle, aktivite ve örgütlenmeyle bir ilgisi yoktur. Sisteme ait olan her şey, sistemle birlikte tarihini de doldurmuş olacaktır. Bu kapitilizmin sınıfları için daha çok geçerlidir. Tek tek kişilerin değişimi ise ne sınıfların nesnesinden kaynaklanan öznel eğilimleri değiştirebilir ne de sınıfların ana eğilimini temsil edebilir. Kapitalizmi yıkacak olan onun içinden gelişen yenidir. Yadsınmanın yadsınmasıdır.
Devrim bir siyasal darbe değilse, geri dönüşü olmayan bir tarihsel devrim olmak durumundadır. Bu, ise eskinin kanatları altında gibi görünse de eskiyle nitelik farkı olan yeni bir ilişki türü sağlayabilir; bilgi çağını, bilimsel ve teknik gelişmeleri, insan kollektif akıl ürünü buluşları, sonuçlarıyla birlikte yeni bir uygarlık olarak algıladığımızıda, bu ilişkiyi tanımlamış oluruz.
Küresel üretim ilişkileri bu anlamda yeni uygarlığın kendisi olacaktır. Küresel üretim ilişkisi, emperyelist politikaların evrensel ölçekte dayatılması olan "küreselleşme" değildir. İki küreselleşme arasındaki farkı kavramak bu açıdan hayati öneme sahiptir. Bu bir fay hattıdır. Kıl kadar ince bir açıyla yolları farklıdır.
Olumlu küreselleşme bir üretim tarzıdır; bilgi paylaşım ağlarıyla, ulusları, sınırları, ülke ve coğrafyaları aşarak, evrensel üretime eşitler olarak katılımdır. İnsanlığı daha objektif algılama ve bunun için evrensel ölçekte dönüşemler yapmaktır. Sanal üretim-tüketim etkinliğiyle maliyet, kalite ve ürünün değişim değerini yükselten, dolaysıyla kapitalist meta üretiminden farklılıştıran sistemiyle, kapitalist üretim tarzından çıkıştır.
Emperyalist küreselleşme ise, baskı, savaş, işgal, talan ve sömürüdür; kapitalizmin bekası için, tarihe karşı direme çabasıdır. Bu siyasetlerin evrensel ölçekte dayatılmasıdır. İki küreselleşme arasındaki fark, yeni çağın solu ve sağı arasındaki farktır, devrimciliği ve gericiliği arasındaki farktır.
Devrimin amaçlarıyle ilgili öngörülerim de iki küreselleşme arasındaki farklılıkta anlam bulmaktadır.
Bu nedenle, daha çok özgürlük ve demokrasi için, emekçilerle, işçilerle, sınıf mücadelesiyle, halkın talepleriyle, inanaç, etnik özgürlük, doğa koruma, kadın hakları vb etkinliklerin mücadelesiyle omuz omuza olmalıyız diyorum. Çünkü yeni uygarlığı kuracak veriler, özgürlük ve demokrasi geliştikçe öne çıkacaktır.
Teşekkür ediyorum.
_________________________________
AHMET OTÇU'NUN YORUMU
Ahmet Otçu
Bugün TEKEL direnişi elbette fazlasıyla önemlidir.
Fakat yazıda belirtildiği gibi,işçiler;fabrikalarda mevcut koşullarında çalışabilmek için direniyor.
endilerine boyun eğdiren tekelci kapitalist sistemi yıkmak düşüncesiyle değil.
Devrim noktasında,küçük burjuvanın rolü önemlidir.
Sabah işe gitmek için erkenden kalkan ve eve geldiğinde yorgun haliyle ailesiyle vakit geçiren bir proleterin,siyasal bilince erişmesi,siyasi eserlere büyük zamanını ayırması istisnai dir...
Bundan dolayı işçilere,kurtuluşları yolunda bu siyasal bilinci iletmede,aydınların ve siyasal bilinci iletecek örgütlerin önemi büyüktür.
Lenin'in dediği gibi;
"Bütün ülkelerin tarihi bize gösteriyor ki,yalnız kendi gücüyle,işçi sınıfı,ancak trade-union'cubilince ulaşabilir,yani patronlarla mücadele etmek ve hükümeti işçi çıkarlarına uygun kanunları çıkarmaya zorlamak için sendikalarda birleşmek gerektiği kanısına varabilir ancak.(Seçme Yazılar-s.23-24)
Bana kalırsa devrimde,elbette proletarya öncü kuvvet olacaktır,fakat bir ayağı burjuvaya dönük olsa da küçük burjuvanın rolü azımsanamaz derecededir.
Ve başta işçi sınıfı olmak üzere,kitleleri kurtuluş yolunda birleştirebilecek olan da "ortak bir düşman"dır,ki bu da ABD emperyalizmidir.
Kitlelerin zihnine;ABD emperyalizmine duyulacak haklı öfke,en etkin biçimde kazındığında,göreceğiz ki yalnızca işçilerimiz değil halkımız da siyasal bilince yakınlaşacak,Türkiye'de varolan,emperyalizmin ideologlarının sesleri kesilecek ve kurtuluşun olanağı yaratılacaktır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder