HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

4 Mart 2010 Perşembe

ÇAĞIMIZIN DEVRİMCİLİĞİ

Mihrac Ural
4 Mart 2010

Sınıf mücadelesi devrimci değil reformist bir mücadele olsa da işçilerin, emekçilerin yanında olmadan, onların hak kazanım davalarının önünde yürünmeden, özgürlük ve demokrasi alanlarını genişletme mücadelesi vermeden devrimci olunmaz.

Tarihin tanık olduğu tüm sınıf mücadeleleri, sistem içi bir mücadeledir. Bu mücadelenin tarafları, mensup oldukları toplumun birer temel unsurudur. Kapitalizmde burjuvazi ve işçi sınıfıdır. Biri olmadan diğeri olamaz. Dolaysıyla aralarındaki mücadele, sistemin daha rasyonel çalışmasıyla ilgili bir mücadeledir; reformist bir mücadele olması bundandır. Ancak bu mücadele, özgürlükleri ve demokrasiyi derinleştirme kesitleri olarak, gerçek devrimlerin, geri dönüşü mümkün olmayan tarihsel ilerlemelerin, yeni uygarlıkların kapısını aralar. Bu mücadele de yer almak, bu anlamıyla devrimci bir duruştur.

Evrensel ölçekteki gelişmeler, özgürlük ve demokrasi mücadelesine yeni etkinlikler katmıştır; kadın hareketi, ezilen inançlar, anadiller ve etnik toplulukların özgürlük ve demokrasi arayışları, doğa ve çocukları koruma çabaları, savaş ve askerlik karşıtları gibi. Bunlarla birlikte gelişen kapitalizm içi ve ondan çıkış mücadeleleri gibi özgürlük ve demokrasi arayışındaki gelişmeler, yeni bir uygarlığa, yeni bir üretim tarzına, yeni ve ileri bir toplumsal örgütlenişe gidiş alanlarını genişletmektedir.

Ancak devrimcilik, bu mücadeleleri kapsasa da bunlarla sınırlı değildir. Bilinmeli ki, nesnel yapısı gelecek yeni toplumun bir unsuru olarak şekilenmemiş hiç bir etkinlik, sistemi yıkmak gibi işlev göremez. sistem içinde kalan mücadele devrim yapamaz. Devrimcilik niteliksel bir dönüşümdür.

Reformist mücadelenin sınırları sistemin içindedir. Devrimcilik ise tarihle uyumlu olma yönünde, kapitalist sistemin yıkılışı, tasfiyesi, aşılması mücadelesidir. Tarihini doldurmuş olan bir sistem olarak kapitalizmi ve dolasıyla ona ait hiç bir sınıf ve etkinlik, geri dönüşü olmayan bir tarihsel devrimin ürünü olan yeni üretim tarzını, yeni toplumsal örgütlenişi kurma durumunda olamaz. Bu görev, kapitalizmin hiç bir temel sınıfına ait olamaz, bu görev devrimcilere aittir; nesnesi, eski toplumdan farklı nitelikte olan özneye aittir. Benim devrim ve devrimcilik algım burada başlar.

Tarihin hiç bir döneminde sınıf mücadelesinin devrim üretememesi, bu mücadelelerin aynı sistem içinde, söz konusu sistemin temel sınıfları arasında olmasındandır. Oysa devrim, yadsınmanın yadsınmasıdır; eski toplum içinde doğan yeninin sonuçlandıracağı bir adımdır. Feodalizmi yıkan serfler değil, burjuvazidir. Feodal toplumda sınıf mücadelesi köylülerle feodaller arasındaydı. Bu mücadele, feodal sistemin içinde bir mücadeleydi, iyileştirmeler de yapıyordu. Ancak Feodalizmi yıkmakta acizdi, yıkamazdı da. Feodalizmi yıkan onun içinde, onun kanatları altında gelişen, farklı nitelikte olan, yeni bir sistemin temel unsuru ve kendi sistemini kurmak için devrimci bir rol ile tarih sahnesine çıkan burjuvazi olmuştu.

Kapitalist sistem de sınıf mücadelesine tanık oldu.Yeni sistemde sınıf mücadelesi, burjuvaziyle işçi sınıfı arasında gelişti. Bu mücadele iyileştirmelere de yol açtı. Hala da açıyor. Ancak bu sistemide sınıf mücadelesinde yer alan taraflardan biri yıkamayacaktır. Bunun öznel eğilmlerle, yoğun eğitimle, aktivite ve örgütlenmeyle bir ilgisi yoktur. Sisteme ait olan her şey, sistemle birlikte tarihini de doldurmuş olacaktır. Bu kapitilizmin sınıfları için daha çok geçerlidir. Tek tek kişilerin değişimi ise ne sınıfların nesnesinden kaynaklanan öznel eğilimleri değiştirebilir ne de sınıfların ana eğilimini temsil edebilir. Kapitalizmi yıkacak olan onun içinden gelişen yenidir. Yadsınmanın yadsınmasıdır.

Devrim bir siyasal darbe değilse, geri dönüşü olmayan bir tarihsel devrim olmak durumundadır. Bu, ise eskinin kanatları altında gibi görünse de eskiyle nitelik farkı olan yeni bir ilişki türü sağlayabilir; bilgi çağını, bilimsel ve teknik gelişmeleri, insan kollektif akıl ürünü buluşları, sonuçlarıyla birlikte yeni bir uygarlık olarak algıladığımızıda, bu ilişkiyi tanımlamış oluruz.

Küresel üretim ilişkileri bu anlamda yeni uygarlığın kendisi olacaktır. Küresel üretim ilişkisi, emperyalist politikaların evrensel ölçekte dayatılması olan "küreselleşme" değildir. İki küreselleşme arasındaki farkı kavramak bu açıdan hayati öneme sahiptir. Bu bir fay hattıdır. Kıl kadar ince bir açıyla yolları farklıdır.

Olumlu küreselleşme bir üretim tarzıdır; bilgi paylaşım ağlarıyla, ulusları, sınırları, ülke ve coğrafyaları aşarak, evrensel üretime eşitler olarak katılımdır. İnsanlığı daha objektif algılama ve bunun için evrensel ölçekte dönüşümler yapmaktır.Sanal üretim-tüketim etkinliğiyle maliyet, kalite ve ürünün değişim değerini yükselten, dolaysıyla kapitalist meta üretiminden farklılıştıran sistemiyle, kapitalist üretim tarzından çıkıştır.

Emperyalist küreselleşme ise, baskı, savaş, işgal, talan ve sömürüdür; kapitalizmin bekası için, tarihe karşı direme çabasıdır. Bu siyasetlerin evrensel ölçekte dayatılmasıdır. İki küreselleşme arasındaki fark, yeni çağın solu ve sağı arasındaki farktır, devrimciliği ve gericiliği arasındaki farktır.

Devrimin amaçlarıyle ilgili öngörülerim de iki küreselleşme arasındaki farklılıkta anlam bulmaktadır.

Bu nedenle, daha çok özgürlük ve demokrasi için, emekçilerle, işçilerle, sınıf mücadelesiyle, halkın talepleriyle, inanç, etnik özgürlük, doğa koruma, kadın hakları vb etkinliklerin mücadelesiyle omuz omuza olmalıyız diyorum. Çünkü yeni uygarlığı kuracak veriler, özgürlük ve demokrasi geliştikçe öne çıkacaktır.
***


Ahmet Otçu adlı okurumuzun
"İşçiler, İşçi Sınıfı ve Sınıf Mücadelesi"
Başlıklı makalem üzerine yaptığı yorum üzerine
yazdığım cevabi yazımdır.


Değerli Ahmet Otçu,

Yorumunuz için teşekkür ederim (yorum alttadır)

Konumuzun anlaşılması için iki önemli noktayı birbirinden ayırmamız gerek.

Birincisi; sizin de önemle işaret ettiğiniz ve Lenin'den de yaptığınız alıntıda işaret edildiği gibi, sınıf bilinci için siyasal öncülük, bilgi birikim ve eğitimi gerek. Daha da ötesini ben ekleyim, demokrasi mücadelesinde eğitilmemiş ve sınıf bilincine varmamış işçi sınıfının, kendi çıkarları için basit kazanımları bile başarması mümkün değildir.

İşçi sınıfı, sınıf çıkarları ve kazanımları için bu yolda yoğun bir eğitim sürecini, pratik içinde kazanmakla yükümlüdür. Bu yükümlülüğü yerine getirmesi durumunda, sınıf çıkarlarını ve demokratik haklarını sonuna kadar götürebilir. Bu, sistemin daha rasyonel olması açısından da çok gereklidir.

Bunu sadece Batı ülkelerinin (emparyalist ülkeler) işçi sınıfı açısından da düşünmemek gerek. Evrensel ölçekte işçi sınıfı ve tüm emekçiler için de belirlemeliyiz. Bu noktada, Batı işçi sınıfının önemli orandaki kazanımları, eski-yeni sömürgelerden gelen karların sonucu olduğunu da hesaba katmamız gerek. Bu dengesizlik, başlı başına, işçi sınıfının kapitalist sistemin özünde olan ülkesel, ulusal, belli bir merkeze aidiyeti olan doğasına önemli bir işarettir. Ulusların kapitalizmin şafağında doğma espirisi de burada anlamlıdır.

I. Dünya paylaşım savaşı arifesinde, dönemin en köklü Sosyal-demokrat partileri bile milliyetçi bir yaklaşım göstererek, kendi ulusal tekelci burjuvazisinin yanında saf tutarak şovenizme ve sağa kayan bir örnek sergilemiştir. II. Enternasyonalin sonu ve Komintern'in doğumu bu olayla sabit olmuştur.

Bu noktada, kapitalizmin doğası gayet açıktır. Doğal olarak bu sisteme ait her olgu onun bir parçası olarak böylesi bir merkezi algı içinde hareket eder. Bu toplumların da doğanın da diyalektiğidir. Bu davranışın tarih içindindeki konumu bizi ilgilendirir, doğruluğu ya da yanlışlığı ise apayrı bir konudur. Burjuvazi, her ne kadar burjuvazi olsa da; artık değer sömüren, talanla sermaye biriktiren olsa da devrimci çağında tarihle uyumluydu

Bu ön bilgileri bilince çıkarttığımızda diğer önemli noktaya gelebiliriz...

İkincisi; benim yazımda yapılan çözümlemenin esası, kapitalizmi ve onun temel sınıflarını kavramakla ilgilidir.

Basit bir örnek vereceğim, masa tenisi masası üzerinde futbol maçı yapılmayacağını herkes rahatlıkla söyleyebilir aynen yemek masasında da masa tenisi oynanmayacağı gibi bir gerçekliktir bu. Bunun gibi örnekleri çoğaltmak mümkün.

Demek istiyorum ki, kapitalizmin ve onu oluşturan sınıfların doğası gergin (çatışmalı) olmuş bile olsa bir bütündür. Birbirinden kopuk olarak ele alınamaz.

Kapitalist sistemin verileriyle yapılacak herhangi bir mücadele, hangi boyutta olursa olsun (en yüksek bilinç düzeyi, yoğun siyasallık ve örgütlülük gibi) sonuç değişmez. Mücadele sistemin içinde ve onun temel sınıflarıyla yapılmakta olduğu için (başkası da olamaz) o sistemin içinde çok ileri yenileşmeler gerçekleştirse de o sistemi degiştirmeye gücü yetmez ve tarihsel bir özne olamaz. Yani, en yüksek kalitede futbol ancak futbol sahasında bir oyundur, en yüksek kalitede masa tenisi de masa tenisin de oynanır ve orada artılarıyla eksileriyle o alana ait sonuçlar üretirlir. Masa tenisinin en yüksek oyunu, futbol maçının ne sonuçlarıyla ne de varlığıyla ilgili bir şey üretemez. Dolaysıyla İşçi sınıfı kapitalist sistemin temel bir unsuru olması nedeniyle, en iyi siyasal, en iyi örgütlülük, en yoğun mücadeleler içinde olsa da sonuçta, sisteminin içinde yapabılecegi en iyi şey iyileştirmedir,ötesine geçemez

Ötesi diyalektiğe aykırı olduğu gibi, o sınıfın sırtına taşıyamayacağı görevleri yüklemiş oluruz ki, bu görevler kesinlikle yaşamda yer bulamayacagı için hayaldan ibaret kalmaya mahkumdur.

Bu noktada olayı objektif gerçekliğiyle kavramaya adım atmış oluruz. Küçük bir balonu ağzımızla şişirebiliriz. Ama onun alabileceği belli miktardaki hava hacmini aştığımızda patlar, böyle bir balonla gökyüzüne tırmanamayız, altına sepet bağlayıp yeryüzünü gözleme şansımız olmaz.

Bu yüzden yazımda, işçi sınıfının mücadele sınırlarını belirleyen nesnel koşullarına dikkat çekerek, gelip dayanacağı en üst düzleme işaret ettim.

Bu onun iradesi dışında ki yeridir. İradeyle aşılmayacak olan yeridir.

Şimdi gerisin geriye, son 200 yılın sınıf mücadelelerine bakalım. Paris komünü da bir yana, Bolşeviklerden daha ileri bir bilinç ve aydınlanma kadrosunu, insanlık tarihi hiç bir zaman yaratamamıştır. Onların çabasına, iktidarı ele geçirmelerine, tarihen en büyük ideolojik parpagandalarına rağmen sonuç ne oldu. Bu günü hepimiz biliyoruz, bunu sadece sonradan gelen yetersiz kadrolara bağlamak mümkün olamaz. Bu gerileyişin, eskiye dönüşün kaynağında nesnel olarak taşınmayacak görev ve sorumlulukları, tarihi koşulları yeterince olgunlaşmamış dönüşümleri, ilgisi olmadığı yeni bir toplumu, yeni üretim tarzını, yeni bir uygarlık kurma yükümlülüğünü işçi sınıfının sırtına yüklemiş oluyor. Kapitalizm yok olduğunda hala işçi sınıfı varsa orada kapitalizmin madalyonunun diğer bir yüzü devam ediyor demektir.

Oysa üretim tarzında devrim, üretici güçlerin üretim ilişkileriyle belli bir olgunluktan sonraki çatışmasının ürünü olacaktır. Bilgi çağı, teknolojik devrimler, yeni bir uygarlığın kapısını aralamaktadır. Bu adım kapitalizmin kanatları altında olsa da ( feodal kralıkların kanatları altında kapitalizmin gelişmesi gibi) artık kapitalizm değildir. Temel unsurları ve yönelimleri de nitelik olarak farklıdır. Yenidir ve kapitalizme ait her şeyi tarihin gerisine itmektedir (işçi sınıfını da burjuvaziyi de) Bu da dönüşü olmayan bir sürecin gerçekliliğinin göstergesidir

Bu yazımda, bunun ip uçları üzerinde durdum. Yeni üretim ilişkileri, yeni unsurlar kuracaktır, devrimci olanda budur dedim. Kapitalizme ait hiç bir veri bunu yapamaz dedim.

Ancak ekledim, sınıf mücadelesinin oluşturduğu gergin dengede, özgürlükler ve domakrasi ne kadar kazanım elde eder ve ilerlerse o kadar gelecek toplumun kuruluşuna katkı sağlar. Bunu da işçiler, kendi haklarını kazanmak için mücade ederken, gerçek devrimciler onlara omuz vererek bunu derinleştirmelidirler; yani biz bu çağın devrimcileri, emekçiden ve kazanımlarından yana özgürlüklerin ve demokrasinin kökleşmesi için omuz omuzayız. Ama bizim sınırımız onlardan da ileridedir.

Tam bu noktada iki küreselleşmeyi anlattım; biri olumlu, diğeri olumsuz olan.

Emperyalist siyasetin dış politikası olarak gelişen, evrensel talancı, savaşçı, baskıcı ve işgalci küreselleşme gericidir, tarihin önünü tıkamaktadır dedim. Buna karşı, devrimcilerin mücadelesi var, bu mücadele dünyanın her alanında farklı oluşumlarla sürmektedir.

Ancak teknolojinin, bilgi çağının ortaya koyduğu ve kollektif insan emeğinin ürünü olan gelişmelerle şekillenmeye başlayan yeni üretim tarzı ve mülkiyet ilişkisi, kapitalist tekellerin kanatları altında da olsa, o evrensel ölçekte herkesin katıldığı bir sistem olarak küresel üretim tarzını oluşturmaktadır. Bu da tarihin ilerici yanıdır. Bundan yana olmak için,her ülkede ve dünyanın her alanında daha çok özgürlük ve demokrasi için çalışmamız gerek. Bu bir tarihsel adımdır, geri dönüşü olmayan devrim için bir mücadeledir. Devrimcilik de tas tamam budur. Ben artık devrimciliği bu açıdan algılıyorum.

Tekrar edip durduğum bir benzetmem var, size de aktarayım. PTT iletişim sistemiyle, internet iletişim sistemi arasındaki fark ne ise, dün ile yarın arasındaki fark da budur. Biri, kapitalizm çağında en gelişmiş haline gelerek, o sistemin bir iletişim ağı olmuştur; binalarıyla, işçileriyle, memurlarıyla, uçakları, kamyonetleri, posta kutusu, kağıt, kalem, zarf, pul vb binlerce ayrınıtının maliyetiyle, hantal yapısıyla, Kapitalist sistemin iletişim ağı olmuştur

Diğer tarafta ise internet iletişim ağı. Bu ağ, PTT dahil geçmişe ait tüm iletişim ağlarını, geri dünüşü olmayan biçimde bir kenara koyarak aşmış, bir tuşa tıklayarak aynı anda her yere ve herkese ulaşabilmenin sistemini ikame etmiştir. Yeni iletişim sistemi. Bu yeni sistem, kapitalistlerin kanatları altındadır, ama artık kapitlist sistem niteliğine ait bir unsur değildir. Yeni bir uygarlığın nüvelerinden biridir. Bunun gibi unsurların birikimiyle, yeni üretim ilişkisi gelip hakim olacaktır. Devrimci olan budur. Bu adımın geri dönüşü olmaz. Bu adım bir siyasi kararla ikame edilmemiştir. Birikimların doğal sonucudur. İnsan kollektif bilgi birikiminin sonucudur. Birinde işçiler, emekçiler ve orada hakları uğruna mücadele var. Diğerin de ise her şey yeni, her şey nitelikçe farklı. Kendi sistemini oluşturarak gelişiyor. İkisi arasındaki fark konumuzun tüm detaylarını anlatmaya yeterlidir sanırım.

Var olduğu sistemin temel bir parçası olan, hiç bir sınıf bu rolü oynayamaz. Bu rol küresel devrimcilikte anlam bulan, küresel üretim lişkilerini ikame eden büyük bir tarihsel dönüşüm mücadelesidir. Devrimci olan da budur.

Sonuç;

Sınıf mücadelesi devrimci değil reformist bir mücadele olsa da işçilerin, emekçilerin yanında olmadan, onların hak kazınım davalarının önünde yürünmeden, özgürlüklerin ve demokrasi alanlarını genişletmek için çalışmadan devrimci olunmaz.

Tarihin tanık olduğu tüm sınıf mücadeleleri, sistem içi bir mücadeledir. Bu mücadelenin tarafları, mensup oldukları toplumun birer temel unsurudur. Kapitalizmde burjuvazi ve işçisınıfıdır. Biri olmadan diğeri olamaz. Dolaysıyla aralarındaki mücadele, sistemin daha rasyonel çalışmasıyla ilgili bir mücadeledir; reformist bir mücadele olması bundandır. Ancak bu mücadele, özgürlükleri ve demokrasiyi derinleştirme kesitleri olarak, gerçek devrimlerin, geri dönüşü mümkün olmayan tarihsel ilerlemelerin, yeni uygarlıkların kapısını aralar. Bu mücadele de yer almak, bu anlamıyla devrimci bir duruştur.

Evrensel ölçekteki gelişmeler, özgürlük ve demokrasi mücadelesine yeni etkinlikler katmıştır; kadın haraketi, ezilen inançlar, anadiller ve etnik toplulukların özgürlük ve demokrasi arayışları, doğa ve çocukları koruma çabaları, savaş ve askerlik karşıtları gibi. Bunlarla birlikte gelişen kapitalizm içi ve ondan çıkış mücadeleleri gibi özgürlük ve demokrasi arayışındaki gelişmeler, yeni bir uygarlığa, yeni bir üretim tarzına, yeni ve ileri bir toplumsal örgütlenişe gidiş alanlarını genişletmektedir.

Ancak devrimcilik, bu mücadeleleri kapsasa da bunlarla sınırlı değildir. Bilinmeli ki, nesnel yapısı gelecek yeni toplumun bir unsuru olarak şekilenmemiş hiç bir etkinlik, sistemi yıkmak gibi işlev göremez. sistem içinde kalan mücadele devrim yapamaz. Devrimcilik niteliksel bir dönüşümdür.

Reformist mücadelenin sınırları sistemin içindedir. Devrimcilik ise tarihle uyumlu olma yönünde, kapitalist sistemin yıkılışı, tasfiyesi, aşılması mücadelesidir. Tarihini doldurmuş olan bir sistem olarak kapitalizim ve dolasıyla ona ait hiç bir sınıf ve etkinlik, geri dönüşü olmayan bir tarihsel devrimin ürünü olan yeni üretim tarzını, yeni toplumusal örgütlenişi kurma durumunda olamaz. Bu görev, kapitalizmin hiç bir temel sınıfına ait olamaz, bu görev devrimcilere aittir; nesnesi, eski toplumdan farklı nitelikte olan özneye aittir. Benim devrim ve devrimcilik algım burada başlar.

Tarihin hiç bir döneminde sınıf mücadelesinin devrim üretememesi, bu mücadelelerin aynı sistem içinde, söz konusu sistemin temel sınıfları arasında olmasındandır. Oysa devrim, yadsınmanın yadsınmasıdır; eski toplum içinde doğan yeninin sonuçlandıracağı bir adımdır. Feodalizmi yıkan serfler değil, burjuvazidir. Feodal toplumda sınıf mücadelesi köylülerle feodaller arasındaydı. Bu mücadele, feodal sistemin içinde bir mücadeleydi, modern anlamda olmasa da sert köylü isyanları kimi iyileştirmeler yönünde sistemi zorladığı oluyordu. Ancak Feodalizmi yıkmakta acizdi, yıkamazdı da. Feodalizmi yıkan onun içinde, onun kanatları altında gelişen, farklı nitelikte olan, yeni bir sistemin temel unsuru ve kendi sistemini kurmak için devrimci bir rol ile tarih sahnesine çıkan burjuvazi olmuştu.

Kapitalist sistem de sınıf mücadelesine tanık oldu.Yeni sistemde sınıf mücadelesi, burjuvaziyle işçi sınıfı arasında gelşti. Bu mücadele iyileştirmelere de yol açtı. Hala da açıyor. Ancak bu sistemide sınıf mücadelesinde yer alan taraflardan biri yıkamayacaktır. Bunun öznel eğilmlerle, yoğun eğitimle, aktivite ve örgütlenmeyle bir ilgisi yoktur. Sisteme ait olan her şey, sistemle birlikte tarihini de doldurmuş olacaktır. Bu kapitilizmin sınıfları için daha çok geçerlidir. Tek tek kişilerin değişimi ise ne sınıfların nesnesinden kaynaklanan öznel eğilimleri değiştirebilir ne de sınıfların ana eğilimini temsil edebilir. Kapitalizmi yıkacak olan onun içinden gelişen yenidir. Yadsınmanın yadsınmasıdır.

Devrim bir siyasal darbe değilse, geri dönüşü olmayan bir tarihsel devrim olmak durumundadır. Bu, ise eskinin kanatları altında gibi görünse de eskiyle nitelik farkı olan yeni bir ilişki türü sağlayabilir; bilgi çağını, bilimsel ve teknik gelişmeleri, insan kollektif akıl ürünü buluşları, sonuçlarıyla birlikte yeni bir uygarlık olarak algıladığımızıda, bu ilişkiyi tanımlamış oluruz.

Küresel üretim ilişkileri bu anlamda yeni uygarlığın kendisi olacaktır. Küresel üretim ilişkisi, emperyelist politikaların evrensel ölçekte dayatılması olan "küreselleşme" değildir. İki küreselleşme arasındaki farkı kavramak bu açıdan hayati öneme sahiptir. Bu bir fay hattıdır. Kıl kadar ince bir açıyla yolları farklıdır.

Olumlu küreselleşme bir üretim tarzıdır; bilgi paylaşım ağlarıyla, ulusları, sınırları, ülke ve coğrafyaları aşarak, evrensel üretime eşitler olarak katılımdır. İnsanlığı daha objektif algılama ve bunun için evrensel ölçekte dönüşemler yapmaktır. Sanal üretim-tüketim etkinliğiyle maliyet, kalite ve ürünün değişim değerini yükselten, dolaysıyla kapitalist meta üretiminden farklılıştıran sistemiyle, kapitalist üretim tarzından çıkıştır.

Emperyalist küreselleşme ise, baskı, savaş, işgal, talan ve sömürüdür; kapitalizmin bekası için, tarihe karşı direme çabasıdır. Bu siyasetlerin evrensel ölçekte dayatılmasıdır. İki küreselleşme arasındaki fark, yeni çağın solu ve sağı arasındaki farktır, devrimciliği ve gericiliği arasındaki farktır.

Devrimin amaçlarıyle ilgili öngörülerim de iki küreselleşme arasındaki farklılıkta anlam bulmaktadır.

Bu nedenle, daha çok özgürlük ve demokrasi için, emekçilerle, işçilerle, sınıf mücadelesiyle, halkın talepleriyle, inanaç, etnik özgürlük, doğa koruma, kadın hakları vb etkinliklerin mücadelesiyle omuz omuza olmalıyız diyorum. Çünkü yeni uygarlığı kuracak veriler, özgürlük ve demokrasi geliştikçe öne çıkacaktır.

Teşekkür ediyorum.

_________________________________

AHMET OTÇU'NUN YORUMU



Ahmet Otçu


Bugün TEKEL direnişi elbette fazlasıyla önemlidir.
Fakat yazıda belirtildiği gibi,işçiler;fabrikalarda mevcut koşullarında çalışabilmek için direniyor.

endilerine boyun eğdiren tekelci kapitalist sistemi yıkmak düşüncesiyle değil.
Devrim noktasında,küçük burjuvanın rolü önemlidir.
Sabah işe gitmek için erkenden kalkan ve eve geldiğinde yorgun haliyle ailesiyle vakit geçiren bir proleterin,siyasal bilince erişmesi,siyasi eserlere büyük zamanını ayırması istisnai dir...

Bundan dolayı işçilere,kurtuluşları yolunda bu siyasal bilinci iletmede,aydınların ve siyasal bilinci iletecek örgütlerin önemi büyüktür.

Lenin'in dediği gibi;

"Bütün ülkelerin tarihi bize gösteriyor ki,yalnız kendi gücüyle,işçi sınıfı,ancak trade-union'cubilince ulaşabilir,yani patronlarla mücadele etmek ve hükümeti işçi çıkarlarına uygun kanunları çıkarmaya zorlamak için sendikalarda birleşmek gerektiği kanısına varabilir ancak.(Seçme Yazılar-s.23-24)

Bana kalırsa devrimde,elbette proletarya öncü kuvvet olacaktır,fakat bir ayağı burjuvaya dönük olsa da küçük burjuvanın rolü azımsanamaz derecededir.
Ve başta işçi sınıfı olmak üzere,kitleleri kurtuluş yolunda birleştirebilecek olan da "ortak bir düşman"dır,ki bu da ABD emperyalizmidir.

Kitlelerin zihnine;ABD emperyalizmine duyulacak haklı öfke,en etkin biçimde kazındığında,göreceğiz ki yalnızca işçilerimiz değil halkımız da siyasal bilince yakınlaşacak,Türkiye'de varolan,emperyalizmin ideologlarının sesleri kesilecek ve kurtuluşun olanağı yaratılacaktır.

Hiç yorum yok: