HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

28 Haziran 2012 Perşembe

KILIÇDAROĞLU VE SURİYE

CHP LİDERİ KILIÇDAROĞLU’NUN SURİYE’YE YÖNELİK
AKP KUYRUKÇUSU MİLLİYETÇİ-MİLİTARIST HEZEYANI

Mihrac Ural – 28 Haziran 2012 / Perşembe

CHP liderinin, Suriye hava sahasını ihlal etmesi nedeniyle düşürülen savaş uçağı krizinde gösterdiği duruş, utanç verici, ilkesiz, ırkçı, yayılmacı militarist bir duruştur. Bu duruş,gerçekleri göz aradı eden sahtekarların suçluların acizlerini ötrem duruşudur. Güç odaklarına yaslanarak yapılan mahalle kabadayılığıdır. Boş tenekenin çok ses çıkaran halleridir. Kılıçdaroğlu,  CHP geleneğinin kirli tarihinden kaynaklanan,  Cumhuriyetteki Osmanlının sözcüsü olduğunu göstermiştir.

Kılıçdaroğlu; “Uçağımızın kasten düşürüldüğü ortadadır. Bu saldırı sineye çekilemez. Bu olay zamana yayılarak unutturulamaz.” (24 Haziran 2012 basın açıklaması) diyerek, Suriye’ye geç kalmadan cevap verilmesi gerektiğini dile getirdi. Bu şaşkın açıklama, bu kraldan çok kralcı sokak edası, açık bir yalan ve Suriye hava sahasına ahlaksızca bir provokasyon olarak yapılan hava sahası ihlali üzerine dile gelmiştir.

Oysa gerçekler tüm yönleriyle bilinmektedir. CHP adına sık sık Suriye’ye giden heyetlerin ortaya koyduğu ve kendi gözlemleriyle oluşturdukları raporlar Kılıçdaroğlu’nun bilgisi dahilindedir. CHP lideri, buna rağmen AKP’nin iflas ve hezimetle örülü dış politikasının peşine sürüklenmiştir. Milliyetçilik ortak paydası altında gündeme gelen bu sürükleniş, bu güne kadar barış adına CHP’ye gönül verenleri de dehşete düşürmüştür. Bölgemizi ve halkımızı ilgilendiren böylesi ciddi bir konuda siyaset üretemeyenlerin, içine düştükleri kimliksiz duruş bundan daha açık ifade edilemez. CHP bu duruşuyla demokrat, barışçıl kitlesini arkadan vurmuştur. Katletmiştir.

Görgü tanığıyım, uçaklar Suriye’nin Basit kasabasındaki evimin üzerinden en fazla 100 metre yüksekten geçti. Hava sahası ihlalini yapan uçağın dünyada çekilen tek fotoğraf karesi de bizim tarafımızdan kaydedildi. Bu gerçek 22 Haziran 2012 / Cuma saat 11.40 sonrası iki uçak ve daha sonra, 17:30’da da gelen iki uçak için geçerlidir. Kimse dile getirmiyor ama tekrarla söylüyorum 4 savaş uçağı sınır ihlali yaptı ve bu çok bilinçliydi. F4 uçağı sıfır hazlı ilerleyerek evlerimizi yalayıp geçmiştir. Gerçek sadece budur. AKP ve Erdoğan’ın parlamento konuşması ve açıklamalarındaki hiçbir veri gerçek değildir yalan ve gerçeği çarpıtmadır. CHP ve lideri aynı yalanı tekrar ederek Komşumuz Suriye’yi, haksızca vicdansızca ve onursuzca tehdit etmiştir. Bir anamuhalefet partisinin böylesine ucuz, böylesine kuyrukçu politika yapması halkın iradesine vurulmuş ağır bir darbedir. Milliyetçilik ortak paydasıyla, ortak dış politika oluşturma aptallığı, halkın iradesini çiğnemek kadar, halkı tarihi düşmanlıklara sürüklemektir; Erdoğan iktidarının dış politikada ürettiği tek sonuç budur. Bunun da ötesinde Erdoğan yönetimiyle Suriye’ye karşı saldırganlık yarışının başlamış olması, CHP gerçek yüzünü açığa vuran bir gelişmedir.

Bu tehditler CHP’nin bildik kirli tarihinin devamıdır. Bunu ayrıntılarıyla ele almak yanlış değildir.

CHP, eski Osmanlının vardığı milliyetçi evrimin ittihatçı militarist yayılmacılığın genetik devamıdır. Tarihinin her kesitinde de bunu kabaca ortaya koymaktan çekinmemiştir. Kılıçdaroğlu’nun Suriye’ye karşı gösterdiği refleks bunun tecellisidir. Bu refleks  karanlık amaçların maşası AKP’nin, Erdoğan yönetiminin kuyruğuna takılmaktır. CHP,  Osmanlıdan cumhuriyete geçişin anlamlı ve olumlu tarihi rolü; sadece bir çimilse rol olduğunu her defasında ortaya koymuştur.  CHP, içinde taşıdığı Osmanlı virüsüyle, cumhuriyeti katleden ilk darbeleri de vurandır.  Bu parti, Osmanlı istilalarının at nallara altında ezdiği topraklarda yaşayan uygar ve yerli halklar üzerinde milliyetçi bir baskı sistemi kurmuştur. Olmayan bir ulusun, olmayan tarihini yerli halkların anavatan haline getirdikleri topraklarda siyasal bir rejim olarak dayatmış partidir. Buna rağmen, bu coğrafyanın yerli ulusları barış içinde bir arada yaşamak için ortak vatan, ortak ülke algısıyla gaspçıları bile içselleştirmiş özgürlük ve demokrasi paydasında ortak bir yaşama evet demiştir: Ancak bu da gerçekleşmemiştir. Baskı, zulüm, yasak, devam etmiş hiçbir hak alınmamıştır. CHP bu sürecin mimarıdır.
  
Tek partili dönemin kıyım süreçleri 18 Kürt halk ayaklanmasının kanlı kıyımla, kitle katliamıyla tasfiyesi bu partinin elleriyle gerçekleşmiştir. CHP, Lozan anlaşmasıyla verilen sınırları ilk fırsatta Osmanlı genlerinin harekete geçmesiyle ihlal ederek Hatay’ı ilhak etmiştir. Hatay’a, II. Dünya savaşı hazırlıkları içindeki Fransa’yla yapılan hukuksuz protokollerle,  5 Temmuz 1938’de Kurmay Albay  Şükrü Kanatlı  komutasında askeri işgal kuvveti olarak girmiştir. Hatay, İki halk oylamasında ilhakı ret eden Hatay halkının bağımsız siyasi iradesi ayaklar altına alınarak Türkiye’ye ilhak edildi.

CHP,  ülkemizin sivil siyasal kimyasını bozan bir mihraktır. Üç askeri darbenin arkasında CHP’nin olması bu anlama gelir. Denizlerin idamında CHP’nin hayır hah tutumu etkin rol oynamıştı. 1974 Kıbrıs işgalinde yine bu parti. CHP vardı; bu güne kadar bitmeyen sorunumuzun, 75 milyon Türkiye insanını, 150 bin insana rehin eden istilacı girişimin başrol oyuncusu CHP’dir.

İttihatçı artığı CHP, özünde yayılmacı, militarist milliyetçi bir partidir. Başında Kılıçdaroğlu, gibi silik bir kişiliğin, kendi özünü inkar eden bir haramzade tipin, yeni Osmanlıcı AKP’nin iflastan iflasa sürüklenen dış politikası arkasından nal toplaması, bu nedenle gayet normaldir. 60 yıldır neden iktidar olamadığını sorgulayan CHP,  bu tabloya bakarak marjinalliğinin nedenlerini bulması zor değildir.

Liderinin son açıklamalarıyla da anlaşılmıştır ki, CHP’de bu gerçekleri görecek ne bir göz ne de bir algı yoktur. CHP, sosyal-demokrat güçlerin alternatifsizlik nedeniyle kerhen sığındığı bir partidir. Bu, kara deliğe sığınma gibidir içine soğurur ve sündürerek yok eder. Olan da budur. Gerçekler,  CHP kara deliğinde böyle yok ediliyor. Kılıçdaroğlu’nun Suriye’ye karşı gösterdiği ahlaksız saldırganlık bunu ifade ediyor.
CHP’nin, AKP peşine takılmasının en önemli nedenlerinden biri, en az onun kadar ilkesizliğidir. CHP bir ittihatçı, militarist yayılmacı parti olarak, faşizan eğilimleri az değildir. Yıllar önce (1979'da Konya cezaevinde olduğum bir kesitte) bu parti için MODERN FAŞİST PARTİ tanımlaması yapmıştım. O gün bu gündür yanılmadığımı görüyorum... CHP ve lideri geleneksel derin devletin bir parçası ve sözcüsüdür. CHP’nin halklara ilgisi, dostluk ve barış ilkesiyle değil, hükümranlık, üstünlük, baskı ve kuşatma aklıyla şekillenmiştir. Cumhuriyetteki Osmanlı esprisinin bir boyutu da CHP de böyle tecelli etmektedir.

Eski Osmanlının İttihatçı CHP’siyle, Yeni -Osmanlının AKP’si  arasında bu anlamda hiç bir fark yoktur...

“MİLLİYETÇİ CHP’NİN IRKÇI APTALLARI”

14 Şubat 2011 tarihli “MİLLİYETÇİ CHP’NİN IRKÇI APTALLARI” başlıklı makalemi bu sayfadan da yayınlamıştım. Ele aldığım konu “CHP Milletvekili Canan Arıtman’ın “Arap kadınları gibi olmak istemiyoruz“ diyerek, Arap kadınına ve onun adında Arap halkına yaptığı hakaret, milliyetçi aptallığın ırkçı refleksinden başka bir şey” olmadığını açıklamaya çalışmıştım: Bunu da CHP’nin tarihi köklerine ve çeşitli süreçlerine ilişkin verileri ortaya koymuştum. Aynıyla geçerli olan bu verileri bir kez daha siz okurlarımla paylaşıyorum;

CHP’ye umut bağlayanları bir kez daha uyarmak gerek, bin kez daha.
Ancak nafile, CHP’li olmak ne kadar itici hale geldiyse, onun genetik uzantılarının CHP’den kopması da o kadar zor.
Bu bir akıl türüdür. İlgili yazılarımda anlatmaya çalışıyorum; CHP, Osmanlı aklının ittihatçı evriminin cumhuriyetteki halidir. Darbeci, milliyetçi, Teşkilatı Mahsusiyeci halktan kopmuş, ayakları yere basmayan bir akıl.
Bu akı Osmanlı aklının rahminde şekillendi, 20. Yüzyılda da tek ulusçu bir boyut kazandı.

OSMANLI AKLI

Osmanlı aklı,  talan ve gasplar peşinde koşan, barbarlıkla, fetihlerle yaşamayı strateji kabul eden, her şeyi ve herkesi düşman görerek, hükümran olduğu topraklarda bile sık sık iç fetihlere yönelin, kendi etnik aidiyetine karşı  Etraki bila idrak” (Akılsız Türk) diyecek kadar sorumsuz bir akıldır.
Ortaçağlar içinde kılıç hakkıyla gasp ettiği topraklarda yaşayan binlerce yıllık uygarlığı söndüren, Anadolu’yu 1000 yıl sürecek bir karanlık örtüyle örten akıl, bu akıldır. 
Osmanlı aklı ortaçağ aklıdır. Onun evladı olan ittihatçı akıl ise, Osmanlı rahminde karanlık çağların ölüm denklemlerinden beslenerek 20. Yüzyılda da devam etmeye yönelmiştir; İttihatçı ideoloji, emperyal militarizmin yayılmacı milliyetçiliğidir. Bu akıl, yayılma uğruna Alman emperyalizminin kuklası olarak I. Dünya paylaşım savaşına sürülmüştür; Mısır fethi hayaliyle girişilen Süveyş Kanalı macerasından (4-16 Şubat 1915), 90.000 askerin Sarıkamış’ta, Allahuekber dağlarının beyaz cehenneminde donarak (22 Aralık 1914 – 5 Ocak 1915) ölüme kadar, ölüm ve yıkım bu aklın adı olmuştur.
Felaket gelip çatınca, bu aklın öncüleri halkını kaderiyle baş başa bırakıp ilk kaçanlar olması tesadüf değildi. Birleri Tacikistan’da (Enver Paşa, 4 Ağustos 1922), biri Tiflis’te (Cemal Paşa, 21 Temmuz 1922), biri Berlin’de ( Talat Paşa, 15 Mart 1921) çil yavrusu gibi dağılmanın, sorumsuz maceralarının kurbanı oldular. Ama bu akıl ölmedi. Cumhuriyetteki Osmanlı olarak yaşamaya devam etti.
Batılı emperyalistler, yüz yıllık hasta adamın bir süre daha kendi aralarındaki güç dengeleri nedeniyle yaşamasına müsaade ettiler. Osmanlının son kesiti “Suyu Arayan Adam” hallerindeydi (C.Süreyya); Pan-İslamcılıktan, Turancılığa savrulup duran, çağı kavramamış halleriyle rahmindeki İttihatçılığı üretti. Ancak bu ilkel yönelimler sonuç bulamıyordu. Köşeye sıkışmanın kurtuluş yolu olarak, ideolojisi sonra şekillenecek tek ulusçu eğilim ağır bastı. Bu yönelimin dinamikleri arasında, Anadolu’nun yerlisi olmayan kimi sermaye güçlerinin kendi aralarında süren hegemonya mücadelesi, “Beyaz Türkler”in öne geçmesiyle, Cumhuriyet kuruldu.

CUMHURİYETTEKİ OSMANLI

Farklı bir planla kurulduğu iddia edildi. Başkasının ne toprağında ne de üretiminde gözü olmayan, fetihçiliği ret eden, “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” diyen yeni bir plan. Bu yaklaşım Osmanlıdan bir kopuş çabasıydı. Atatürk’ün Osmanlı tanımlaması bu planın da ipuçlarını verir.
Bulgarlar, Sırplar, Macarlar, Rumlar sabanlarına yapışmışlar, varlıklarını korumuşlar, kuvvetlenmişlerdir. Bizim milletimiz de böyle fetihlerin akasından serserilik etmiş ana yurdunda çalışmamış olmasından dolayı bir gün onlara yenilmiştir. Bu böyle bir gerçektir ki, tarihin her devrinde ve dünyanın her yerinde aynen olagelmiştir.” (Aktaran, Cemal Kutay,Türkçe İbadet, s;154)
Osmanoğulları, zorla Türk Ulusunun egemenliğine el koymuşlardır. Bu yolsuzluklarını altı yüz yıldan beri sürdürmüşlerdi. Şimdi de Türk Ulusu bu saldırganlara, artık yeter diyerek ve bunlara karşı ayaklanarak egemenliğini eline almış bulunmaktadır.” (Nutuk.II, s:475)
Ancak bu olmadı. Atatürk bile, Cumhuriyetteki ittihatçı aklın darbeci, militarist şehvetlerinden kurtulamadı, İzmir suikastı bir boyutuyla bunu ifade eder.
Cumhuriyetin kuruluşunda emek veren Anadolu mozaiği, etkisini devam ettiremedi, Hasta adam ilk nefesini düzgün almaya başlayınca azı dişlerini göstermeye başladı. Dr. Rıza Nur anılarında, Sağlık ve eğitim bakanlığı görevindeyken, Arnavutlara, Araplara Türk olmayanlara ya köle ya kapı dışarı diyordu.( Dr.Rıza Nur “Hayat ve Hatıratım C2. S461) Özellikle de 1929 dünya ekonomik krizi sonrası, tek ulusçuluk bir faşizan yön alarak ırkçılık haline geliyordu. Osmanlı aklı Cumhuriyette egemen oluyordu.

CHP KİMİN DEVAMI

CHP bu düşüncenin devamıdır. Atatürk’ün olduğu kadar Osmanlının bir bileşkesidir. İttihatçılık da tas tamam budur.
CHP’nin tarihi bir ilkel tek boyutlu milliyetçiliğin tarihidir.
Ülkemizdeki süren iç katliamların temsilcisi CHP’dir. 19 Kürt isyanı, Hatay’ın ilhakı, Kıbrıs’ın işgali, varlık vergileri, ABD ile kölelik anlaşmalarının ilk adımları toptan CHP’nin sicilinde yer alan kirliliklerdir. Çağdaş uygarlık seviyesi iddiaları ise bu partiyi birkaç gömlek aşar; çağdışı bu algılarıyla, çağdaşlıktan anladıkları tek şey tek boyutlu milli çıkarlardır; bu nedenle komşularıyla sür git düşmanlıklar içinde olunmuştur. Oysa evrensel değerler, tek millete ait olamaz, bu değerler tüm insanlık içindir. Bu değerleri kazanmak isteyen, başkasının da kazanmasına yardımcı olmasını bilmelidir. Bunu bilmiyorsa kazandıklarıyla başkasını hükümranlığı altına alma amacı taşır ki, “Yeni-Osmanlıcılık”,  CHP’nin olduğu kadar AKP’nin de ortak gündemidir. Aradaki fark, CHP Misak-ı Milli sınırları içinde farklı milletleri egemenliği altında tutma kaygısında, diğeri ise orta-doğudan, Balkanlara, Kafkaslara Osmanlı milletler topluluğunu bir biçimde egemenlik altına almaya yönelmiştir. İşte bu beyhude çabalar iktidarından muhalefetine, bir ölçüde de sol kesimlerine kadar, akıl almaz milliyetçiliği körükleyerek, ırkçılığa kadar yükseltiyor.
Bu günkü CHP milliyetçiğinin ırkçı boyutları, 20 yüzyıldan kalmadır. 
Ekonomik krizlerde daha çok demokrat olunması gerekirken, tıkanan ekonomiyi daha çok özgürlük ve demokrasiyle çözmek gerekirken CHP tek parti egemenliği sürecinde, daha katı bir milliyetçiliğe, bunun da ötesinde Avrupa’da gelişen faşist-Nazist yönelimlere sürüklenmiştir. Öyle ki, İnönü gibi bir Cumhur Başkanı, biçimsel olarak Hitler’e benzeme adına badem bıyık bırakma komikliğine düşebiliyordu. O günün siyasal söylem ve yazılarında yer alan, devlet politikası olarak oturtulmaya çalışılan Türkçülük, Turancılık “Bu ülkede Türk olmayanların, yerine getirmek zorunda oldukları iki tercih bulunuyor; ya Türk’e köle olmak ya da ölmektir” .Yani, bu toprakları yaşama ilk kez açıp gerçek anlamda anavatan haline getirmiş olanlar, bırakın kaçmayı canını kurtarmayı ya köle ya ölümle yüz yüze kalacaktır. 24 nisan 1915 Ermeni jenoside de böyle gerçekleşmişti.
21. Yüzyılda bu cümlelerin ne anlama geldiğini kavramak için mutlaka azınlıklardan birine mensup olmaya gerek yok. İnsan olmak yeterlidir.
Bu köklerden gelen CHP, siyasal parametreleri ve statüsü açısından aşırı milliyetçi bir parti olma vasfını, değişmeye karşı direnen yapısıyla böyle kazanmıştır.
CHP, Ecevit’le başlayan milliyetçi yuvarlanışı, Baykal’la doruk yapmıştır.
CHP, Baykal’la,  siyaset bilimine komik katkılar bile yapmıştır.
Üst kimlik alt kimlik tartışmalarında, kimlik bunalımını aşamamış ülkemizde farklı etnik toplulukları anayasal vatandaşlıkta tek ulusa yükseltebiliyordu. Tarihinin en kanlı dönemlerinde bile, istila ettiği Anadolu ve üzerinde yaşayan uygar uluslara,  daha üst bir uygarlık getiremeyen Osmanlı’nın, bunu 21. Yüzyılın bilgi ve iletişim devrimleri çağında, tek ulusçu cumhuriyetle dayatmaya kalkışması, bir tür ırkçılık olarak kendini gösteriyordu. Anayasal vatandaşlığı, tek ulusçu çimento alarak görmek ise basit bir demagojiden ibaretti. Vatandaşın egemen devletle ilişkisini düzenleyen medeni yasa ve kurumları, tek ulus olmanın bir unsuru olarak görmek aptallık değilse,  milliyetçi son bir hamlenin, kıymeti itibarı olamayan iddiasıdır. 
Baykal’ın en ırkçı çevrelerle el ele CHP’ye giydirdiği elbise, esasında CHP’nin öz dokusuyla da çok uyumluydu. Ancak mevsim bahardı, kara paltolarla dolaşma zamanı değildi. 21. Yüzyılda bu elbiseler sadece ağır çekim ölüm demekti. Siyasal intihardı.

KILIÇDAROĞLU’NUN CHP’Sİ

Bu tarih ve statülerle, CHP Kılıçdaroğlu’yla farklı bir yere gidebilir miydi? Bu sorunun cevabı konusunda kuşkulu olanları anlayışla karşılamak gerek. CHP’ye bir defa daha kredi tanımak gerek diyenleri de anlamak mümkün. Halka bütünleşememiş, muhalefeti kadar bilmiş bir partinin iyimser taraftarları, sivil diktatörlüğe yönelen bir iktidara karşı sığınacakları tek şemsiye olarak CHP’yi görmeleri normaldir. Ama bu şemsiyenin her santimetre karesi delik deşiktir bunun farkında olmak gerek.

Kürt ve Alevi olan CHP liderinin, kraldan çok kralcı söylemlerle sürdürdüğü milliyetçi çizgi, ırkçı söylemler karşısındaki sessizliği, darbeci akıllara verdiği tolerans, ülkemizin en temel sorunu olan Kürt ve Alevi sorununda sesiz kalması, CHP’ denilen dinazorun midesinde, bu tür gastrit asitlerle eriyip yok olmaktan başka bir sonuç vermez. CHP’yi sol sananlar, her defasında yanılacaklar ve her defasında da “ne yapalım başka alternatif mi var” diyecekler. Onlara dönün bölgemizdeki gelişmelere bir göz atın diyeceğim, Tunus’ta, Mısır’da Arap halkının ayağa kalkmasını görün diyeceğim. Ama nafile, at gözlükleri buna geçit vermiyor.

CHP, Osmanlının devamıdır. Bu yüzden gerçek halkı tanımıyor, bilmiyor, bilmek istemiyor; tahayyülündeki algının yanıltıcı etkisi altında elit kalmaya devam ediyor. Ne ülkemizin gerçek sorunları için bir politika üretebiliyor ne de halka dayanarak siyasal bir başarı sağlayabiliyor.

Bu yüzden, iç dünyasında darbelere sığınmayı amaçlayanların toplandığı yer CHP olmaktadır. Süheyl Batum’un ordu için “kağıttan kaplan” sözü, darbe yapamadığı için orduyu suçlama refleksi olduğunu belirtmeye gerek yoktur. Dil sürçmesi, amacını aşan bir söylem gibi kaçamaklarla dile gelenler ne bir özürdür ne de başka bir şey. CHP milliyetçiliği, ırkçılığa yönelmiş aptalların hiçte az olmadığı bir partidir, demek yanlış değildir.” (Mihrac Ural, 14 Şubat 2011 tarihli “MİLLİYETÇİ CHP’NİN IRKÇI APTALLARI” başlıklı makale)

SONUÇ

İşte bu CHP, bu gün lideri Kılıçdaroğlu’nun ağzından, tüm gerçekleri, NATO’ ve onun kuklası Genelkurmayın talimatıyla casusluk, gözlem ve taktik kışkırtma amaçlı olarak savaş uçaklarının Suriye hava sahasını bilinçlice ihlal etkilerini ve buna karşı Suriye’nin savunma amaçlı duruşu dışında hiç bir düşmanlık belirtisi bulanmamasına rağmen, AKP’nin kuyruğuna takılan ve Komşumuzu tehdit eden sözleri, CHP‘de ırkçılığın sadece kadrolarla sınırlı olmadığını göstermiştir. CHP lideri, CHP gibi ilkesidir, yayılmacı Osmanlı geni taşımaktadır. CHP lideri, komşularla barış içinde bir arada yaşama, Atatürk’ün “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesi yerine Yeni-Osmanlıcı, militarist yayılmacılığın kuyruğuna takılmıştır. Halktan kopuk siyasetiyle marjinallikten çıkamayan bu parti, gerçek çehresiyle yayılmacı siyasetlerin yedek tekerleri olduğunu bir kez daha göstermiştir.

CHP, korkakça, sinsice, vicdansız ve ahlaksızca gerçeklerin üzerinden atlayarak, Erdoğan yönetiminin aldatma, yalan, abartma ve saptırmalarının peşine takılmıştır; uçak krizinde Erdoğan yönetiminin, kukla Türk ordusu Genel Kurmayının ve NATO’nun bir sözcüsü konumuna düşmüştür. Haklıyı haksız yapan, gerçekleri çarpıtarak komşumuz Suriye’ye saldırgan bir düşmanlıkla tutum takınan açıklamalar, CHP ve lideri Kılıçdaroğlu’nun hangi karanlık amaçların esiri olduğunu, bir kez daha göstermiştir.

CHP’de, bu çirkin gelişmeleri görmesine rağmen sesini çıkarmayan ve sinesine onursuzca çekip tavırsız kalan bir dizi Arap milletvekili de bulunmaktadır. Türkleşmiş-Arapları temsil eden bu sürü içinde, yakından tanıdığım, dost insanlar da bulunmaktadır. Bunlar arasında Nihat Matkap gibi eski bakan, parti başkan yardımcısı, milletvekilleri ve yöneticilerin olması onur kırıcıdır. Bu satırlardan, bu sürü içinde iradesiyle takılı kalanları ayıplıyorum, şiddetle protesto ettiğimi bildiriyorum  

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Bloğunuzdaki paylaşımlar bizim için çok önemli Beton buz olarak bloğunuzu yakından takip ediyoruz. Paylaşımlarınızın devamını dileriz