30 Haziran 2012 Cumartesi
42. Basın açıklaması (30 Haziran 2012) SAVAŞA HAYIR,,,,
THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Haziran 2012 / No: 42
SAVAŞA HAYIR
Bölge olayları dünyayı sarsmaya devam ediyor. Bu sarsıntılarda ülkemizin etkilenmemesi mümkün değil. Ancak ülkemizi yönetenler çevre sarsıntısı nedeniyle değil, kendi yarattığı politikaların esiri olarak ülkemizi sarsmakta, halklarımıza tarihsel düşmanlıklar yükleyecek saldırgan bir yayılmacılık sergilemektedir. Cumhuriyet, Osmanlıdan çıkışta ortaya koyduğu “barışçıl kuruluş planı”, tüm yönleriyle terk edilerek buraya gelinmiştir. Gerçekte bu, Yeni Osmanlıcılığın baskısı altında Cumhuriyetin tasfiyesinden başka bir şey değildir.
Cumhuriyet, Osmanlı artığı topraklar üzerinde büyük korku ve kaçışın eseri olarak Misak-i Milli denilen sınırlarda “YURTTA SULH CİHANDA SULUH” ilkesi üzerinden bir politika izleme çabası içinde olmuştur. İçte demokrasiyi yeterince oturtamayan ama dışta komşularıyla şiddeti içermeyen bu politik perspektif, II. Dünya savaşıyla birlikte, dünya güçler dengesine bağlı olarak kırılmıştır. Ülkemiz dünya emperyalist sistemin bir halkası haline bu sürecin ardından gelmeye başlamıştır; en ucuz ihraç malı askeri esprisi de bunu yeterince net şekilde açıklamaktadır. Bu ise, ülkemiz ve halklarımız lehine bir sonuç kazanmak yerine, bedel ödeyen, askeri tutsaklığa düşen bir yönelime sürüklenişti.
Ülkemizi NATO kuklası yapan bu gelişme, dünya emperyalist sisteminin askeri yayılmacı çıkarlarının bir uydusu olmaya kadar getirmiştir. Ülkemizin her köşesinde konuşlandırılan askeri üsler yanı sıra ilgimizin olmadığı coğrafyalarda, kardeşin kardeşi boğazladığı savaşlara da sürülüşümüz bir kader haline geldi. Bölgemizde, kanlı süreçlerin bekçiliğini yapan paktlarda yer alış bunun yan ürünü oldu; Bağdat paktı, CENTO, “Yeşil Kuşak” diye tanımlanan komşu ülkelere düşmanlık organizasyonlarında yer alındı. Bütün bunlar, içte özgürlük ve demokrasi talebini dile getiren halkımıza ağır bedeller ödetti; üç askeri darbenin faşizan girişimleriyle siyasetin kimyası bozuldu. Bununla da kalınmadı, Osmanlıdan devralınan Anadolu mozaiği, etnik, kültürel, inançsal farklılıklarıyla bir zenginlik işlevi görmesi yerine, ülke, ötekileştirilmiş toplulukların zindanı haline getirildi. Ülkemizde azınlık olmayı zor zanaat haline getiren de bu oldu.
Bu süreç, Cumhuriyete ait tüm değerlerin içten çökertilmesiyle at başı gitti. İçte gündeme gelen çöküş, daha çok emperyalist çıkarlarla bütünleşmeye olarak tecelli etti. Özellikle bölgemizin, siyasal-askeri-ekonomik hatta ülkelerin haritasal yeniden düzenlenişinin kuklası olarak “Eş Başkanlık” gibi cehennemi planların bir parçası haline gelinmiş oldu. Erdoğan yönetiminin iktidara giden yolları buradan geçti. Bu konuda ordunun oynadığı kirli roller, laiklik adına tersi bir duruş sergileniyor gibi gelse de bu sürecin bir parçası, Erdoğan yönetiminin iktidar olma payandası olarak yerine getirildi.
Bütün bunlar, sözde “komşularımızla sıfır sorun” diye yola koyulan politikaların esasında bölge üzerinde uzun zamandır kurgulanan Büyük Orta-doğu Projesinin (BOP) altyapısını oluşturuyordu. Tüm komşularımızla düşmanca süreçlere ulaşılmış olmasının bu günkü tabloda ifade ettiği bu olmuştur. Türkiye komşularıyla, ülke çıkarlarıyla uzak yakın hiçbir ilişkisi olmayan, çatışmalara sürükleniş buradan beslendi. Tarihsel kinler üretecek bir denkleme böyle düşüldü. Bu tablo, Ak denizden Kafkaslara uzanan güzergahta, petrol, doğal gaz, stratejik madenler, tahıl, pamuk ve tatlı su kaynakları üzerinde yürüyen Atlantik sermayesinin talan çabalarının bir uzantısı olarak belirmiştir. Bu güzergahta, barışçıl bir süreç isteyen Rus-Çin Hindistan ekonomik gücünün karşı duruşu ise bölge halkları açısından çok daha anlamlı bir duruş olarak kendini sergilemiştir. 26 Şubat 2012 tarihli 38 nolu basın açıklamamızda da kapsamlı olarak dile getirdiğimiz “ATEŞLE OYNAMAK”, bu gün itibariyle özellikle 22 Haziran 2012 / Cuma günü ortaya çıkan uçak kriziyle, savaşa ramak kalan bir ortama gelinmiş oldu.
Ülkemiz, komşumuz Suriye üzerinde tarihinin en kirli, en vicdansız ve en ahlaksız girişimlerle, emperyalist ülkelerin kuklası olmuştur. Kendi ülkemizdeki anti-demokratik sorunları bir kenara koyup, başkasının iç işlerine hiç bir gerekçe olmadan karışıp, kanlı süreçleri yaratmak gibi tarihsel bir hata işlemiştir. Eli kanlı şebekelerin lojistik destekçisi olmanın da ötesinde, askeri-mali, eğitsel, istihbarat kaynağı olarak işlev görüp açıkça Suriye’nin iç işlerine karışma yolunu seçmiştir. Komşumuz Suriye, her yönüyle kardeşçe bir paylaşım ve gelişim süreçleri yükseltirken, ortaya çıkan ve akılla izahı mümkün olmayan, sözde “Suriye halkını koruma” adı altında yapılanlar, sadece kukla yönetimlerin karakteriyle izah edilebilir. Erdoğan yönetimi de tamamıyla bu konumdadır.
Türk ordusunun savaş uçaklarıyla, komşumuz Suriye’nin hava sahasını ihlale kalkışması bu sürece yeni boyut kazandırdı. Türkiye Erdoğan yönetimiyle Suriye’ye müdahalesi, deniz ve karadan olduğu kadar uçak kriziyle de görüldüğü gibi, havadan da sürdüğü görülmüş oldu. Uçak krizinde, NATO kuklası bir ülke olarak Türkiye, dostluğa sığmayan bu saldırı hakkında daha çok konuşmamalıdırlar. Çünkü, her konuşmacı daha çok batmasına yol açıyor. Suriye hava sahası bilinçlice her defasında ikişer savaş uçağının katılımıyla, iki kez ihlal edilmesi bu kirli oyunun içinde ülkemizin nasıl konumlandırıldığını göstermeye yeterlidir.
Bu süreçlerin her bir kesitinde tek suçlu tarafa Ülkemizi emperyalist çıkarların kuklası haline getiren Erdoğan yönetimidir. Suriye ise hiçbir düşmanlığını görmediğimiz, bizimle kardeş ülke olmaktan başka bir talebi olmayan ülke konumunda olmuş ve bu günü kadarda bunu sürdürmüştür. Bu ilkeli komşu, bu anti-emperyalist direnişin öncüsü olan ülke, ülkemizle barış içinde ortak paylaşım içinde, siyasi siyasi-ekonomik-sosyal-kültürel-geostratejik tüm olanaklarını ortak çıkarlar etrafında sunmaktan başka bir şey yapmamıştır.
Erdoğan yönetimi altında Türkiye, cumhuriyetin tüm ilkelerini yıkarak oluşturduğu Yeni-Osmanlıcı akılla, her kimliksiz ve güçsüz ülke gibi sermaye güçlerinin tetikçiliğini yapar hale gelmiştir. Bu süreçte “komşularımızla sıfır sorun” iflas etmiştir. Yerine tüm komşularla artan yeni sorunlar gündeme getirmiştir. Yarattığı handikap altında ezilen Erdoğan yönetimi, ülkemizi dünya ve bölge kamuoyun indinde çirkin bir kukla ülke konumuna sokmuştur. Halkımızın sırtına yüklenen savaş gerginliği ve ölüm kaygıları, bölgeyi tarihinin en yıkıcı ortamına sürükleyip esir hale getirmiştir. Böylesi bir koşulda kuşaklar boyu sürecek sendromlara olacağı bilinmelidir.
Bütün bu olumsuz süreçler, kendi içinde yoğunlaşarak patlamaya doğru giderken, alınacak acil önlemlerin olduğunu ve bu önlemlerle savaşın da gerginliklerinde yenilgiye uğratılabileceğini belirtiyoruz. Bunu başarmak zor da değildir. Güçlüce dayanışma içinde direnmek, halklarımızın bağımsız siyasal iradesini ortaya koyarak en küçük yasal ve barışçıl mücadelelerden, en kapsamlı direnme türlerine kadar her yolu denemek SAVAŞA KARŞI BARIŞI SAVUNMAK başarımızı için yeterli bir yol haritasıdır.
Tarihin tüm kesitinde bölgemize yönelik dış müdahalelerin her zaman ağır yenilgilere muhatap olması, bölge halklarının direnme çizgisine daha çok önem verilmesi gerektiğini açıklar.
Çağrımızda da bu yol içindir; tüm hazırlıklarımız ve bu günden ortaya konabilir direnme etkinliklerimiz bu merkezde seyretmelidir. Bir ses kadar, bir bildiri kadar, yolarda oturma eylemiyle insan vücudundan etten duvar örerek savaşa karşı durmak bir görev haline gelmelidir. Bu bizim ve gelecek kuşaklarımızın yaşamsal sorumluluğudur. Bundan kaçınmak ölüme davet çıkartmaktır, ölüm kültürüne karşı yaşam kültürünü savunanlar, artık yola koyulmalıdır.
THKP-C(Acilciler)
30 Haziran 2012
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder