10 Haziran 2009 Çarşamba
SİYASİ BİR DİYALOG
HİKMET ÖZTÜRK – MİHRAC URAL
YAZIŞMALARI
Blogumda ve değişik sitelerde yayınlanan makalelerime yorum yapan ve yaptıkları yorumlarla bana zenginlik katan geniş bir çevre bulunmaktadır. Bunlardan biri de Sn.Hikmet Öztürk’tür.
Sn. Öztürk’le, farklı zamanlarda yaptığımız kimi tartışmalar ve son makalelerimden biri olan “KARARLI İRADE” başlığını taşıyan yazıma yaptığı yorumla, olgun ve saygınca süren bir tartışma süreci yakalamış olduk. Farklı siyasal algıların insanları olarak tartışabileceğimiz ve okura görüşlerimizi böylesi tarzda iletebileceğimiz bir ortam doğmuş oldu. Bunların yayınlanması için kendisinden izin istedim. Olumlu karşılayınca da siz okurlarımla bu yazışmaları paylaşmak istedim.
Diyalog evrimin yarattığı en önemli ve en insanca ilişki türüdür. Düşünceyi var eden nesnel koşullar diyalogla bunu ifade etme şansını da yakalar. Diyalogu yadsıyan ya güçsüzdür ya da yanlışına örtü arayışı içindedir. En olumsuz kanaatlerin b.ile karşılıklı diyalogla çözülmese bile tarafların birbirini anlamalarına olanak açar. Bu satırların yazarı diyalog kurma yeteneğini bilmeyenlerden çok çekmiş biri olarak, düşünen her insanın diyaloga yönelmeyi bir ilerleme gelişme verisi olarak algılaması gerektiğine inanırım. Geviş getirir gibi kendi içinde dönüp dolaşan kısır tartışmalar diyalog noktasını kaybettiği andan itibaren kirlilik yaymaya başladığını ve bundan her kesin zarar gördüğünü biliyorum. Bazen bu tür akıntıların kışkırtıcı cazibesi insanı sürüklese de durması gerektiğini ve diyalogun olmadığı sağırlar diyalogunu elinin tersiyle itmesi gerektiğini belirtirim.
Sn. Öztürk’le çok farklı siyasal duruşlara sahibiz. Ama diyalogumuz önemli ortak paydalar oluşturulabileceğini gösteren verilere sahip olduğunu görüyorum. Bu tartışmalarla siz okurlara bildiğinizin tekrarı da olsa, bilmediğiniz az de olsa diyalogumuzu paylaşmak istedim.
***
1.Mir
(Mihrac Ural’ın bu iletisi ilk sohbet konularından biri olan halk algısı üzerine yapılandır b.n)
Değerli Hikmet Öztürk,
İletinizi aldım ellerinize sağlık.
Yazımdaki “halk” kavramını yanlış algıladığınız için bu ölçüde tepkilisiniz gibi geliyor bana. Her ne kadar halka karşı öfkenizin kaynaklarını bilimsel bir yere oturmamış verdiğiniz birkaç örnekle yetinmişseniz de. Tarihte olan tüm olumlu ve olumsuzlukların konusu insandır, bunları da yapan insandır. Olumlu ve olumsuzu bağrında taşımayan bir varlık olamaz ve hiçbir topluluk oluşamaz.
Kendi adıma yazılarımdaki hak kavramıyla, sizin üzerine olumsuz görüşlerinizi belirttiğiniz halkın aynı şey olmadığı düşüncesindeyim.
Önce, kaynağından halk kelimesiyle kastedileni bilmelisiniz. Yazılarımda halk, tarihin ilerlemesine uygun yönelimleri, karar ve eylemleri alan bir siyasi irade olarak yer alır. Bu zaman zaman küçük bir azınlık zaman zaman dev kitleler olabilir. Tarihin ilerleme yönündeki siyasi iradenin etrafında bulunan, ona katkı yapan, sonuna kadar, kefaretleri ödeye ödeye yürüye ilen kitlelere halk diyorum. Bu yanıyla halk sadece bir irade de değil fili insan topluluğu olarak, ayakları yere basar oluyor. Sanırım siz, halk oldukları için bunlara da karşı değilsiniz.
Sonra,
Yazılarımda halk somut bireyler ya da onların aritmetiksel toplamı olan yığınlar olarak ancak beli bir siyasi iradeyi temsil ettikleri ölçüde belirirler. Öyle sırdan bir halktan söz etmediğim ise yazılarımı takip ediyorsanız kendi kendinize bileceksiniz. Nazım bunu çok güzel ifade etmiş "en cesur ve en korkak olanlardır" diye...
Sanki Nietzche'nin “yığınlar”a karşı tepkisini seziyorum ifadelerinizden. Ama o konuda da yazdım. Kitleler olmadan “üstün insan” asla olmayacaktır diye. Biri diğerinin içinde vardır. Bu görüşümü de şöyle formülü ettim "nitelikler her zaman sayıları yaratmayabilirler, ama sayılar mutlaka nitelikleri yaratır." (Bkz. http://mirural.blogspot.com “Mir-Yener Orkunoğulu siyasal sohbetleri”)
Son paragrafınız sanırım gergince yazılmış.. Haçlılar, Moğollar, Osmanlılar, Fransızlar nerede derken, umarım genetik bir şeyden bahsettiğimi sanmamışsınız.
Ben siyasi yazılar yazıyorum, haçlılar nerede derken arkasında papanın da iradesi olan siyasal yönelimleriyle haçlı orduları ve onların algılarını kastettim. Bununla iki farklı iradenin çatışmasından, emperyalistler ve bölgedeki kuklalarıyla, bölge halklarımızın ilerleme, haklılık ve gerçekçilik temelinde halkı temsil ederek yükselen siyasal iradenin başarısından söz ettim.
Genetik olarak Bizanslılar, Haçlılar, Fransızlar nerededir diye soruyorsanız bununla ilgili bölgemizde ciddi bir antropolojik çalışma olmadığından söz edebilirim: Dolaysıyla bu konunu uzmanları bile net bir şey söylemiyorlar. Ancak genetik geçmişimizi bu günkü kültürel ve ulusal tanımlanmamızın karşısında bir unsur olarak görüyorsanız tartışacağımız çok şey var demektir.
Sonuç olarak, bu gün insanlığın bilgi birikimleriyle varmış olduğu yerde, demokrasiyi tercih edişi, zorunlu bir halk onayına dayanıyor. Halk onayı seçimle gerçekleşen bir olaydır. Her ne kadar halkın her seçtiği, onun çıkarlarını ve gereklerini yerine getirmese de. Ama son tahlilde, yanlışlar içinde bocalaya bocalaya, aynı halk bir yandan tarihin ilerlemesine katkı sunuyor, denetliyor onaylıyor ve her defasında yeninin oluşmasında temel harç oluyor. Bu noktada aydınların, öncülerin, özverileri ilk sunanların (Galile gibi) açtıkları ufukları er yada geç aynı halk sahiplenip yaşamın bir parçası yaparak anlamlı hale getiriyor.
Dolaysıyla, siyasal irade anlamında da olsa, sayılar anlamında da olsa her konunun merkezinde bu insan bulunuyor.
Yazışmalarımız devam etmesi durumunda, size bir kaç yazı göndermem gerekecek. İçlerinde özel mektuplarımda olabilir. Bu yazılarda bu konularla ilgi (genetik kültürel boyutuyla bu günümüz üzerine) sohbetlerimi ve belirlememi de takip edebilirsiniz.
Umarım yanlış anlamanıza yol açan noktalara yeterli cevap vermiş oldum.
Başarı dileklerimle baki selamlar diyorum. Mihrac Ural
*********
2. Sn. Hikmet Öztürk’ten
(“KARARLI İRADE” başlıklı makaleme yapılan yorumdur b.n)
Mihrac bey.
Kusura bakmayın kimseye karşı önyargılı davranmak istemem. Uzun uzun yazıp, birşey söylememek böyle mi oluyor bilmiyorum. Bana göre kurt meselesi, ırkçı, milliyetçi bir yaklaşımın türevi olup, emperyalist bir projenin bölgeye yönelik bir operasyonudur.
Uzun uzun felsefe yapmaya da gerek yoktur.
insanları, birbirine düşman yapmak için bazen ırka dayalı ayrıştırmalar bazen dine dayalı ayrıştırmalar, bazen feodal ayrıştırmalar basarili olabilmektedir.
Niyete bakarak yapılmak istenen anlaşabilir.
Atatürk'e bile sayın demeyen insanların Öcalan'a saygıyla sayın demesi, derin, derin felsefe yapmaya çalışır gözüken insanların ağzındaki baklayı ortaya dokuyor.
Bense her defasında vah Türkiye’m vah diyorum.
Batılılara Fransa yetmiyor, Almanya yetmiyor, Birleşik bir Avrupa kurmaya çalışıyorlar, bizler ise bölüne bölüne parçalana parçalana, süpermarketlere karşı bakkalların duştuğü duruma düşmeye çalışıyoruz.
İşimiz yine Allaha kalıyor.
Allah tüm Müslümanlara akil ihsan eylesin.
Çözüm taraflarca olur diyorsunuz, lütfen şu tarafları açıklayın da öğrenelim, taraflardan biri TC tamam öteki taraf kim, hangi kurum, hangi devlet, ne ?
herkese saygılar
hikmet
********
3. Mir
Sayın Hikmet Öztürk,
iletinizi aldım teşekkür ederim. Kısaca aktarayım.
1.
Atatürk'e sayın deme konusunda ısrarcı olmayın. Böylesi tarihi kişiliklere ne sağ ne de ölü iken sayın denilmez. İsimleri büyüklükleriyle birlikte var olur. Sezar, Fatih, Napolyon, Bismark gibi. Atatürk’e saygıyı ben de ısrarla tasvip ederim. O bir ulusun tarihinde yarattığı en önemli değerdir; her ne kadar Arapça alfabeyi yasak ederek kendi ulusunun tarih bilincini bir gecede sıfırlamış olsa da.
2.
Uzun yazıyorum bu doğru ama net yazıyorum sanırım. Taraflar açık, bir yanda Türkiye Cumhuriyeti Devleti ( içinde illegal derin devleti, Özel Harp dairesi, Mit'i, JİTEM'i, Polisi, Ordusu ki bunların her b.irinin ayrı ayrı iş icraları yaparak çalıştığına dikkat çekeceğim) diğer yandan Kürt Halkı ( siyasi partileriyle, hak arayışı için dağa zorlanmış silahlı güçleriyle, sivil toplumlarıyla, belediye başkanlıklarıyla ki, bunlar halkın oylarıyla, sistemin istediği ortamda bu resmi mevkilerde bulunan etkinliklerdir)
Sanırım taraflar çok açık. Unutmayın Osmanlı çökünce ve işgale uğrayınca Kuvaiye milliye güçleri yasa dışı güçlerdi, mücadeleleri Türkiye Cumhuriyetini kurmuştu. Türk milletine hak olan bu gün neden daha azı da olsa Kürtlere hak olmasın. Arap kökenli olduğumu dile getirmiştim. bu açıdan beni Kürtçülükle suçlamayacağınızı umarım.
3.
En az sizin kadar ah Türkiye’m ah ortak vatanımız ah renkleriyle mozaik dokusu, farklılıkları ayrı varlığı etnik inançsal türleriyle zengin ülkem ırkçılığın bölücü zorlamalarıyla ne hala geldin diyorum. Bu gün tek bölücülük milliyetçi virüsle kirlenmiş algılardır; tek bayrak tek dil tek tek tek... diyerek amip gibi bölünmeyle yüz yüze geldik. Bu mantık Osmanlıyı da böyle yok etti; Lozan o dev yapıdan arta kalan ama içinde hala iradesi dışında tutulanlarla birlikte olan bir sonuçtur.
Artık Osmanlı mantığını terk etmek gerek diyorum. Avrupa'nın birleşme çabalarına yaptığınız göndermeyi çok önemsiyorum. Evet tüm dünya en azından bölgemiz bir araya gelsin diyorum. Bu da beni milliyetçi Komünistlerden ayırıyor. Devrimciyim ama bölgemde tüm halkların omuz omuza dayanışma içinde çok şeyi başaracaklarına ve emperyalizme karşı direnebileceklerine inanıyorum.
İşimizi Allaha bırakmamak içinde hepimiz üzerine düşün yapmalıyız derim.
4.
“Allah tüm Müslümanlara akıl ihsan eylesin” diyorsun. Üzdün beni. Allah algıların iyice yerine oturmamış gibi. Allah bunu vermiştir ama kullanmasını bilmiyorlar. Demeni tercih ederdim.
Allahın sırtına kulun yıktıklarını gördükçe de Allah’ı Allah kurtarsın dileğinde bulunmak zorunda kalıyorum, özürlerimle.
Hikmet kardeşim şu milliyetçi tek boyutlu virüsten kurtulmanın yoluna bakmalıyız hep birlikte. Bunu başarırsak, Allahın geniş topraklarında her birimiz bir eşit olarak her güzeli yeniden yapılandırabiliriz: demokratik bir cumhuriyette birimize ait olmayan hepimizin olan şu güzelim ülkeyi tüm insanlıkla ve komşularımızla barış içinde kazanan bir ülke haline getirebiliriz.
Selamlarımla.
Mihrac Ural
31 Mayıs 2009
********
4. Sn. Hikmet Öztürk’ten
Mihrac bey
Uzun ve derin tartışmalara girmeden görüşlerinize cevap vereceğim.
“1.Atatürk'e sayın deme konusunda ısrarcı olmayın. Böylesi tarihi kişiliklere ne sağ ne de ölü iken sayın denilmez. İsimleri büyüklükleriyle birlikte var olur. Sezar, Fatih, Napolyon, Bismark gibi. Atatürk’e saygıyı bende ısrarla tasvip ederim. O bir ulusun tarihinde yarattığı en önemli değerdir; her ne kadar Arapça alfabeyi yasak ederek kendi ulusunun tarih bilincini bir gecede sıfırlamış olsa da.
Atatürke sayın deme konusunda ısrarcı olmayın.........Atatürk’e saygıyı bende ısrarla tasvip ederim”
bu iki ifadeniz arasında bir çelişki yok mudur ?
Ayrıca, Yeni bir anlayışa, yeni bir felsefeye dayanan yeni bir millet yaratmak istiyorsanız onu geçmiş bağlarından koparma kararının bilinçli olmadığını kim söyleyebilir ki. Tarih bilincini sıfırlamak isteyen kişiye bakın ki ilk kurduğu kurumlardan biri Türk Tarih Kurumu, ikincisi Türk Dil Kurumu. Türk'ü tarif ederken ise, Türkiye’yi kuran halka Türk milleti denir diye de bir tarif koymuş. Bu ulusun tarih bilinci mi vardı da Atatürk sıfırladı. Atatürk'ün türk tarihini araştırma yönünde, çevresindeki yetkilileri yönlendirmesi bir sürü araştırma kitabının konusu olmuştur.
“2.Uzun yazıyorum bu doğru ama net yazıyorum sanırım. Taraflar açık, bir yanda Türkiye Cumhuriyeti Devleti ( içinde illegal derin devleti, Özel Harp dairesi, Mit'i, JİTEM'i, Polisi, Ordusu ki bunların her b.irinin ayrı ayrı iş icraları yaparak çalıştığına dikkat çekeceğim) diğer yandan Kürt Halkı ( siyasi partileriyle, hak arayışı için dağa zorlanmış silahlı güçleriyle, sivil toplumlarıyla, belediye başkanlıklarıyla ki, bunlar halkın oylarıyla, sistemin istediği ortamda bu resmi mevkilerde bulunan etkinliklerdir)”
Mihraç bey. Bir aydının yapacağı en büyük hata halk dalkavukluğudur. Halklar öyle yüce değerler falan değildir. İnsanlar tek tek iyi veya kötü olabilirler ancak tek tek cahil, oportunist, ahlaksız olan insanlar bir araya gelip halk olunca, erdemli, bilgili, ahlaklı, akıllı bir halkı oluşturmazlar.
Bir milletin içinde, jitemi, illegal derin devleti, özel harp dairesi, MİT'i o halkın evlatları kurarlar. Nasıl ki, Orman köylerinde ki muhtarlıklar o köyleri soyan çetelerse, nasıl ki, belediye de zabıtalar ayrı çeteyse, nasıl ki karakollarda ayrı çeteler kurulmuşsa, Tapu daireleri ayrı ayrı birer çeteyse, Devlet hastanelerinde doktorlar kendi çetelerini kurup bıçak parası alabiliyorlarsa, nasıl ki belediyede fen işleri müdürlüklerinde mühendisler kendi çetelerini kurmuşsa, nasıl ki partiler aslında toplumu soymak için sıraya girmiş çete örgütlenmeleriyse, MİT'in içinde de, JİTEM de de, çeteler olur. Maalesef bu toplumun örgütlendiği her kurum aslında bir çete kurumudur. Böyle olmasının sebebi de bizatihi halkın kültüründen ve kalitesinden kaynaklanmaktadır.
Halk tarafından denetlenebilecek ve hesabı sorulacak devlet kurumlarını rezil sayıp, halkın denetleme imkanının olmadığı, nasıl kurulup nasıl işlediği, hangi dış güçlerin oyuncağı olduğu belli olmayan çete örgütlenmelerini meşru görmenin aydın düşünceyle bir ilgisi olabilir mi ?
Sanırım taraflar çok açık. Unutmayın Osmanlı çökünce ve işgale uğrayınca Kuvaiye milliye güçleri yasa dışı güçlerdi, mücadeleleri Türkiye Cumhuriyetini kurmuştu. Türk milletine hak olan bu gün neden daha azı da olsa Kürtlere hak olmasın. Arap kökenli olduğumu dile getirmiştim. bu açıdan beni Kürtçülükle suçlamayacağınızı umarım.
Mihraç bey, Atatürk, Osmanlıyı yıkarken milliyetçilik güdüsüyle yıkmadı. Yok olmakta ve parçalanmakta olan bir toplumu yeni ve çağdaş değerlerle bir araya getirdi. Ümmet den, ulus fikrine geçti, Halifeliği kaldırıp batı medeniyetini hedef gösterdi, tekke ve zaviyeleri kaldırıp eğitimde birliği sağladı, üniversiteleri kurdu, ticaret ve sanayii de bağımsızlık için mücadele başlattı, arap kültüründen batı kültürüne geçişi sağladı. Kadınları ikinci sınıf varlık olmaktan çıkardı. (Bu gün üniversitelerde ve yargıda kadın oranı en yüksek bir ulus olmamızı Atatürk'e borçluyuz).
Bu çağda insanlığın sorunu, kürtlük, Türklük, Çerkezlik, Araplık mı olmalı yoksa demokrasi, bağımsız yargı, fırsat eşitliği, kadınların ezilmesinin önüne geçilmesi, Sendikaların güçlendirilmesi, sivil örgütlenmelerin güçlendirilmesi, Eğitimin kalitesinin arttırılması, etik değerlerin güçlendirilmesi, dini taassuba karşı mücadele verilmesi, şeffaflığın sağlanması, emeklilik kurumlarının güçlendirilmesi, çalışma koşullarının iyileştirilmesi gibi konular mı olmalı.
“3.En az sizin kadar ah Türkiye’m ah ortak vatanımız ah renkleriyle mozaik dokusu, farklılıkları ayrı varlığı etnik inançsal türleriyle zengin ülkem ırkçılığın bölücü zorlamalarıyla ne hala geldin diyorum. Bu gün tek bölücülük milliyetçi virüsle kirlenmiş algılardır; tek bayrak tek dil tek tek tek... diyerek amip gibi bölünmeyle yüz yüze geldik. Bu mantık Osmanlıyı da böyle yok etti; Lozan o dev yapıdan arta kalan ama içinde hala iradesi dışında tutulanlarla birlikte olan bir sonuçtur.
Bu gün tek bölücülük milliyetçi virüsle kirlenmiş algılardır; tek bayrak tek dil tek tek tek... diyerek amip gibi bölünmeyle yüz yüze geldik.”
Mihrac bey, ne diyeyim. Etnik milliyetçilik evet insanlık için yüzkarasıdır. Kürtçülük te, Türkçülükte, Arapçılıkta. Ancak, maalesef, bölgecilik anlamında milliyetçilik tüm dünyada var ve daha insani ve anlaşılabilir bir fenomen.
Artık Osmanlı mantığını terk etmek gerek diyorum. Avrupa'nın birleşme çabalarına yaptığınız göndermeyi çok önemsiyorum. Evet tüm dünya en azından bölgemiz bir araya gelsin diyorum. Bu da beni milliyetçi Komünistlerden ayırıyor. Devrimciyim ama bölgemde tüm halkların omuz omuza dayanışma içinde çok şeyi başaracaklarına ve emperyalizme karşı direnebileceklerine inanıyorum.
İşimizi Allaha bırakmamak içinde hepimiz üzerine düşün yapmalıyız derim.
Osmanlı mantığını terk edelim, kim savunuyor Osmanlı mantığını, Atatürkçüler mi. Atatürk Osmanlı için '' O bir tiran Yönetimidir'' demiş ve tüm kurum ve kurallarıyla Osmanlıya karşı mücadele vermiştir. Atatürkçüler mi (Gerçek Atatürkçüler) Osmanlıcı ?
Allah ile ilgili görüşlerimi anlatmam da çok uzun sürer, ancak şunu söyleyebilirim ki, bilinen Allah inancıyla uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Cenneti, cehennemi, hurileri falan da yoktur.
“4. “Allah tüm Müslümanlara akıl ihsan eylesin” diyorsun. Üzdün beni. Allah algıların iyice yerine oturmamış gibi. Allah bunu vermiştir ama kullanmasını bilmiyorlar. Demeni tercih ederdim.
Allahın sırtına kulun yıktıklarını gördükçe de Allah’ı Allah kurtarsın dileğinde bulunmak zorunda kalıyorum, özürlerimle.”
Mihrac bey, “Allah tüm Müslümanlara akıl ihsan eylesin” sözü, bir kültüre dayanan bir sözdür, dini inancı ifade etmez. Allah kahretsin, Allah belanı versin, Allah allah, allaha ısmarladık, Allaha emanet, maşallah vs gibi hepsi kültüre dayanan ifadelerdir. Allah algım yerli yerindedir ama kesinlikle yaygın olan inanca uygun değildir.
Hikmet kardeşim şu milliyetçi tek boyutlu virüsten kurtulmanın yoluna bakmalıyız hep birlikte. Bunu başarırsak, Allahın geniş topraklarında her birimiz bir eşit olarak her güzeli yeniden yapılandırabiliriz: demokratik bir cumhuriyette birimize ait olmayan hepimizin olan şu güzelim ülkeyi tüm insanlıkla ve komşularımızla barış içinde kazanan bir ülke haline getirebiliriz.
Milliyetçi virüsten kurtulmak için halk dalkavukluğundan da kurtulmak gerekiyor, ha Türk halkı ha Türk milleti, ha Kürt halkı ha Kürt milleti. Hep birlikte, bilime inanır, bilime sarılır, çağdaş uygarlık yolunda, sivil güçlerle birlikte etik değerlerimizi güçlendirirsek bir yere varabiliriz. hamasi, halk, millet edebiyatlarıyla bir yere varamayız.
Saygılar
hikmet
*******
5. Mir
Değerli Hikmet bey,
Arşivime baktım sizinle daha önce de öyle sohbetlerimiz vaki olmuş. Benim açımdan bu diyaloglar saygı temelinde çok olumludur. Karşılıklı olarak en azından bu bir kaç maddede fikirlerimizi iletmiş bulunduk.
Bu diyalogları çok önemsiyorum. Ne dediğini bilen insanlarla olunca da çok önemlidir diyorum.
Kısır bir döngüye düşmemek için Konuları bu ölçüde tartışmak yeterli gibi geliyor bana. İkimizde ne dediğini bilen insanlarız birbirimize bu noktalarda daha çok şey katma durumumuz olmayacak. Ancak sizin şu halk algınız dikkatimi çekiyor ikinci kez.
Halkı önemsemek onların dile getirdiklerini dikkate almak ve bunların belli bir nesnel verinin sonuçları olarak bilinmesi, programlanması gibi unsurlar benim için halk dalkavukçuluğu hiç değildir.
Kürt halkı da Türk halkı kadar bir gerçektir. Birini siyasal bir yapılanması var diğerinin yok. Birinin devleti bayrağı dili resmi olarak var diğerinin yok. İkisi de halk.
Atatürk saygıya değer olması ile "sayın hitabı"na mazhar olmaması çelişkili değildir. Atatürk gibi tarihi kişiliklere ve ayrıca vefat etmiş olanlara edebi metin açısından “sayın” denilmez anlamında söyledim. Adının anılması saygısını içerir. Bu açıdan sözlerim arasında bir çelişki yoktur.
Aynı Atatürk’ün tarih çalışmasına gelecek olursak, Anadolu’nun tarihinde hiçbir yerli verisi olmayan, Anadolu topraklarını tarihte yaşama ilk açan olmayan ve bundan dolayı anavatan olarak oluşturmayan Türk etnik topluluğuna bu topraklarda suni şekilde tarih oluşturmak bir komik durumdur, bakir bir toprağı ilk kez yaşama ziraata açın ve bunu sürekli tekrar eden o topluluk toprağı anavatan edinmiş sayılır. Atatürk bunu çok güzel özetlemiştir: “Bulgarlar, Sırplar, Macarlar, Rumlar sabanlarına yapışmışlar, varlıklarını korumuşlar, kuvvetlenmişlerdir. Bizim milletimiz de böyle fetihlerin akasından serserilik etmiş ana yurdunda çalışmamış olmasından dolayı bir gün onlara yenilmiştir. Bu böyle bir gerçektir ki, tarihin her devrinde ve dünyanın her yerinde aynen olagelmiştir.” (Aktaran,Cemal Kutay,Türkçe İbadet, s;154)
Tarihin çok iyi bir anlatımı olan bu belirleme bu gün ülkemizdeki durum içinde çok önem taşımaktadır. Bu topraklarda Türklerden çok önce yerleşik ve bu bakir toprakları anavatana dönüştürmüş milletler, at nalı altında ezilip kılıçla katledilerek toprakları ellerinden alınmıştır.
Ama bu süreç artık aşılarak buraya gelinmiş, eşitler olarak geleceğe bakmanın yollarını aramak gerek. Türk milleti üst bir uygarlıkla bu toprakları ele alamamıştır. Tersine var olan uygarlıkların etkisi altında kalmıştır. Dolaysıyla ne Almanya ne Fransa ya da İngiltere gibi egemenlik altındaki toprakları özümseme başarısı gösterememiştir. Bu dinamiklerin olmaması, Osmanlı padişahlarının iyi niyetiyle ilgili değil milli kültürün yetmezliğiyle ilgilidir ki göçebe toplumların bu durumda olması gayet normaldir. Bu yüzden de ortak ülkemiz hala kimlik bunalımı yaşamaktadır, ortak bir üst kimlik oluşturma şansımızda tarihi açıdan kaybedilmiştir. Bu noktada geriye kalan her farklılığımızın bir eşit olarak katılacağı cumhuriyetin demokratik yeniden kuruluşu olmalıdır. Buna karşı gelen her ulusalcı milliyetçi tutum daha çok bölücülüğü körükleyecektir.
Atatürk’ün Türk tarihini çok ilkel bir milliyetçilik türüyle yeniden kurgulama çabası işte bu yetmezliği giderme çabasıdır. Sümer Türkleri, Hitit Türkleri, Güneş Dil Teorisi ve Adana'da Hatay’ın ilhak çabaları sürecinde söylediği ”40 asırlık Türk yurdu …”söylencesi, tarih için ajitasyondan başka bir öneme sahip olamaz. Bu gün bu türden saçma tezlere önem verilmiyor olması, önemsenmelidir. Buna rağmen Atatürk kendi ulusu açısından önemli bir değer olduğu gerçeğine aynı ulustan olmayanlarında saygı göstermesini yok etmez.
Atatürk’ün Osmanlıya yaklaşımı çok iyi bilirim. Bu iletiyle size “7 ordu ve HATAY DAVASI” adlı çalışmamı ileteceğim. Beğenmeyebilirsizin ama bu konuya ilişkin resmi tarih dışında ilkyazı olduğunu önemsediğim bir yakın dönem tarihçisi bu bilgiyi verdi. Orada çok şey bulacaksınız. Atatürklü ilgili olarak da.
Ben burada Osmanlı’nın Cumhuriyet içinde ne ölçüde genetik bir devamlılığa sahip olduğunu uzun uzun anlatabilirim: Ama siz benim makalemi okuyun orda çok şey bulacaksınız. Bölgemiz açısından dile getirdiğim şey şudur, bu bölgenin tüm halkları (Kürtler de olmak üzere) önemli bir açılım ve dayanışma sürecine girmelidir. Bu süreç ne yeni Osmanlıcılık nede Hz. Muhammed’den bu yana tutmayan ve tutması mümkün olmayan İslamcılık temeli üzerinde yükselemez. Atatürkçülük ise bu sürece çok terstir; batıcılık (kopicilik), milliyetçi kapalılık orta-doğunun en tehlikeli düşmanıdır. Yeni önermeler yapmalıyız bu bölgenin, emperyalist çıkar çevrelerine karşı direnişi ve bu direnişin siyasal sonuç kazanımları için farklı şeyler söylemeliyiz; söylemlerimizin başında sınırların hızla aşılmasına yol yöntem bulmalıyız. Kimlikle gidiş geliş birçok komşu ülke arasında uygulanan bir yöntem, kültürel iktisadi ve daha çok sosyal kaynaşma için süreci yükseltmeliyiz. Herkesin kazanacağı stratejiler bulmalı, bir taraf kazanırken diğer taraf kaybediyorsa bu yöntemden uzak kalmalıyız.
Bak yine uzun oldu. Özür.
Baki selamlarımla.
Mihrac Ural.
31 Mayıs 2009
*********
6. Sn. Hikmet öztürk’ten
Atatürk'e sayın deyip dememeniz beni yaralamaz. Ben hiç bir kimsyi putlaştırmam. Ancak Öcalan'a sayın derseniz adalet duygunuzun olmadığını ve atatürke yaklaşımınızın adil olmadığını düşünürüm.
bir yandan geçmişi göçebe olan bir toplumun geçmişini göçebelikten dolayı küçümsüyorsunuz (Ben de küçümsüyorum ancak ben böyle bir toplumdan medeni bir toplum yaratma gayretini alkışlıyorum) diğer yandan müslüman dünyasında başarılı olmuş tek lideri, tarih süreç içindeki fikir yürütmeleri, ifadelerini cımbızla çekerek onu eleştiriyorsunuz.
O kadar derinlere gitmeye gerek yok o bir osmanlı zabitanı idi ve saraya bağlılık yemini etmişti, demekki daha sonra bu yemine ihanet etti. O bir müslüman dı, imamları, camileri düşüncesini gerçekleştirmede kullandı, demekki takiyyeci idi, Ruslarla işbirliğiyaptı ancak batı klübüne üye oldu demekki güvenilmez bir müttefik ti. Yani, onu eleştirmek için 1 dakikada size onlarca gerekçe gösterebilirim.
ben şuna bakarım. Orta asyadan kopup gelmiş, müslüman arap kültürüyle zehirlenmiş, oryantal bir toplumdan batılı bir toplum yaratmak için apoletlerini sökmüş, belli bir mücadeleye girmiş ve araplardan farklı olan tek laik müslüman devleti kurmuş.
Annelerimiz, bacılarımız, kızlarımız ona çok şey borçlu. Sadece bu bile onu ilahlaştırmak için yeter.
oda bir insan dı, elbette doğduğu günden öldüğü güne kadar yaptıkları ve söyledikleri arasında çelişkiler olacak. lenin çelişkisiz mi yaşadı, stalin çelişkisiz mi yaşadı, kim çelişkisiz yaşadı ?
Türkiyede, aydınım diyen herkesin sarılması gereken tek bir lider var onu da bu kadar hırpalarsak sarılacak neyimiz kalır.
Yeni önermeler yapmalıyız bu bölgenin, emperyalist çıkar çevrelerine karşı direnişi ve bu direnişin siyasal sonuç kazanımları için farklı şeyler söylemeliyiz; söylemlerimizin başında sınırların hızla aşılmasına yol yöntem bulmalıyız. Kimlikle gidiş geliş bir çok komşu ülke arasında uygulanan bir yöntem, kültürel iktisadi ve daha çok sosyal kaynaşma için süreci yükseltmeliyiz. Herkesin kazanacağı stratejiler bulmalı, bir taraf kazanırken diğer taraf kaybediyorsa bu yöntemden uzak kalmalıyız.
yukarıdaki fikirlerinize ne diyebilirim ki. Emperyalistlerin tuzağına düşmeden, ırkçı milliyetçi söylemleri benimsemeden, sivil, bilimi rehber alan, ancak batının ikiyüzlü siyasetinin de farkında olarak onlara rağmen onlarla kaynaşacak bir yol bulabilirsek neden itiraz edeyim.
ben halkımızı iyi tanıyan, 37 kişiyi yakan 10.000 lerin meydanda tezahürat yaptığı o halkı çok iyi tanıyan biriyim. Batı medeniyetine karşı olacak halim yok. Ancak batının AKP ye açık olarak verdiği desteğin bizi AB den uzaklaştırmak için bilinçle verildiğine inanıyorum. Batı bizi içine almaz, almamak için AKP ye açık destek veriyor. Şeriatı ve türbanı bir özgürlük mücadelesi gibi görüyor.
saygılar
hikmet
********
7. Mir
Hikmet bey,
Sonuçta bölgemizle ilgili iyi niyet ve çabalarımız için bir ortak payda bulabiliriz ihtimali belirdi. Bunun için saygı zemininde diyalog her zaman olumlu sonuçlar yaratır diyorum.
Belki okuyucularımız da bu tartışmada olumlu görecekleri bu sonuçlara katılabilir.
Ben göçebe bir toplumu asla küçümsemem o da insan topluluğudur ve saygıya layıktır. Daha da ötesi egemen ulus olsa da zülüm yapan devleti olsa da uluslara ve tüm simgelerine saygılıyım. Çünkü ben kendi ulusuma saygıyı arıyorum başkasına asla küçümseyici olamam. Milliyetçilerle aramızda böyle bir sorun var her zaman.
Sivas’ta 2 Temmuz olaylarını hatırlatarak halka bir gönderme yapmışsın yine. Bunlara halk diyorsan sorun var demektir halk kavramı tüm elastikiliğine karşı bu güruha halk denemez. Konu bu gün için çok açıktır. Orada toplananlar bir cinayet için amaçlı bir araya gelmiş ilkel düşünceleriyle terör estirenlerdir. Bu güruh cami cemaatinin halkıyla da uzak yakın bir ilgisi yoktur.
Bu yazışmamızda dikkatimi çeken bir belirlemen oldu. İletinizde yer alan " müslüman arap kültürüyle zehirlenmiş" tabiriniz maksadını aşan bir tabir olarak duruyor gibi.
Arap-İslam kültürüne ne olmuş anlamadım. Tarihte büyük bir uygarlık kuran, insanlığa sıfırı armağan eden, cebir, simya ve kimya, felek ilmi, posta teşkilatı, müzik notasını oluşturan, bitip tükenmez diyaloglarla, felsefi yorumlarla farklı etnik yapıdan olmasına karşın aynı uygarlığın bir parçası olarak Arapçayla insanlığa ışık saçan, üniversite (el hamra tüm ortaçağ Avrupa prenslerinin bile eğitildiği bir yerdi), devlet yapılanması imparatorluk işleyişiyle, kurumları, istişare kurumları, eski yunan ve felsefi tercümeler ve tartışmalarını insanlığa iletin bir uygarlık( biz Türkçe olarak Aristo'yu ancak 1975’lerde sol yayınları vasıtasıyla okuyabildik, Araplar ise 1200 yıl öncemizden bunu hazmetmiş bir kenara koymuştu). Bu uygarlığı karanlığa gömen, Atatürk’ün reddettiği Osmanlıdan başkası değildi.
400 yıllık bir karanlık dönem. Batının reform ve rönesansının bu bölgelerden yükselişini engelleyen bir fetih hareketi olduğunu unutmamak gerek. İpek yoluna giden kara yolunu kesen İstanbul fethi, Atatürk'ün bir önceki iletide aktardığım fetihlerin arkasında serserilik etme halleri bunu anlatır. "Bizim milletimiz de böyle fetihlerin akasından serserilik etmiş ana yurdunda çalışmamış olmasından dolayıbir gün onlara yenilmiştir. Bu böyle bir gerçektir ki, tarihin her devrinde ve dünyanın her yerinde aynen olagelmiştir.” (Aktaran,Cemal Kutay,Türkçe İbadet, s;154)
Atatürk’ün takdir edileceği bir tarih tezidir bu, ortaçağı da iyi anlatıyor ve İstanbul fethiyle bir çağın açılması değil Anadolu ve bölge uygarlıkların serserilerin peşine talan için takılmasıyla sonuçlandığını dile getiriyor.
Biraz hatırlatma yeter. İpek yolları kapanınca, dünya birden iç bağını yitirmiş oluyor. İstanbul’dan olduğu kadar Suriye üzerinden geçen tüm ipek yolları kapanmıştı; Akdeniz’de Osmanlı korsanlarının talanları vardı. Böylece Avrupa'nın bu gün de belirgin olan Kuzeyinin gelişmişliği güneye göre daha ilerde oluşu, Kafkaslar üzerinden yeni yolların bulunması, Ümit Burnu keşfi ve Amerikanın bulunması olayı. Avrupa, bir fetih hareketinin bölgemize kaybettirdiği değerleri kazanarak bu güne gelmiştir. Tarih yüzleşirken geçmişimizin bu unsurlarını hiç unutmamamız ve bize yutturulmak istenen Osmanlı arbedesinin gerçekçi biçimde ayakları üzerine oturtulmasını da hatırlamamız gerek.
Uzatmayacağım. Arapları zehirleyen Osmanlının 400 yıllık hükmüdür.
Buna rağmen bu hüküm onun kültürü karşısında çok cüce kalmış, bir kaç başkent ve bir kaç resmi dil değiştiren, kendine alfabe bile yaratamayan bir karmaşanın Atatürük tarafından ( tabi ki I. dünya savaşına doğru ilerleyen bin bir nesnel koşul tarafından) haklı tasfiyesi, zehirli olan kültürü kimin temsil ettiğini de yeterince yansıtmaktadır..
Bu kısa uyarıdan sonra demem gereken şey, bir yeni uygarlığa giden bilişim çağının insanları olarak, emperyalist siyasal dayatmaların küreselliğine karşı insan ortak aklının geliştirdiği bilim ve sonuçlarının fiili olarak kurmaya yöneldiği küreselliğe sahip çıkmalıyız derim. Bu amaçla önce yerelden, ülkemiz içindeki farklılıkların ortak çıkarlarından sonra bölgemizin farklılıklarının ortak çıkarlarından tüm insanlığın ortak çıkarları için çalışmalıyız derim.
Baki selamlarımla.
Mihrac Ural.
31 Mayıs 2009
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder