HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

10 Haziran 2009 Çarşamba

SİYASİ BİR DİYALOG


HİKMET ÖZTÜRK – MİHRAC URAL

YAZIŞMALARI


Blogumda ve değişik sitelerde yayınlanan makalelerime yorum yapan ve yaptıkları yorumlarla bana zenginlik katan geniş bir çevre bulunmaktadır. Bunlardan biri de Sn.Hikmet Öztürk’tür.

Sn. Öztürk’le, farklı zamanlarda yaptığımız kimi tartışmalar ve son makalelerimden biri olan “KARARLI İRADE” başlığını taşıyan yazıma yaptığı yorumla, olgun ve saygınca süren bir tartışma süreci yakalamış olduk. Farklı siyasal algıların insanları olarak tartışabileceğimiz ve okura görüşlerimizi böylesi tarzda iletebileceğimiz bir ortam doğmuş oldu. Bunların yayınlanması için kendisinden izin istedim. Olumlu karşılayınca da siz okurlarımla bu yazışmaları paylaşmak istedim.

Diyalog evrimin yarattığı en önemli ve en insanca ilişki türüdür. Düşünceyi var eden nesnel koşullar diyalogla bunu ifade etme şansını da yakalar. Diyalogu yadsıyan ya güçsüzdür ya da yanlışına örtü arayışı içindedir. En olumsuz kanaatlerin b.ile karşılıklı diyalogla çözülmese bile tarafların birbirini anlamalarına olanak açar. Bu satırların yazarı diyalog kurma yeteneğini bilmeyenlerden çok çekmiş biri olarak, düşünen her insanın diyaloga yönelmeyi bir ilerleme gelişme verisi olarak algılaması gerektiğine inanırım. Geviş getirir gibi kendi içinde dönüp dolaşan kısır tartışmalar diyalog noktasını kaybettiği andan itibaren kirlilik yaymaya başladığını ve bundan her kesin zarar gördüğünü biliyorum. Bazen bu tür akıntıların kışkırtıcı cazibesi insanı sürüklese de durması gerektiğini ve diyalogun olmadığı sağırlar diyalogunu elinin tersiyle itmesi gerektiğini belirtirim.

Sn. Öztürk’le çok farklı siyasal duruşlara sahibiz. Ama diyalogumuz önemli ortak paydalar oluşturulabileceğini gösteren verilere sahip olduğunu görüyorum. Bu tartışmalarla siz okurlara bildiğinizin tekrarı da olsa, bilmediğiniz az de olsa diyalogumuzu paylaşmak istedim.

***


1.Mir
(Mihrac Ural’ın bu iletisi ilk sohbet konularından biri olan halk algısı üzerine yapılandır b.n)


Değerli Hikmet Öztürk,

İletinizi aldım ellerinize sağlık.

Yazımdaki “halk” kavramını yanlış algıladığınız için bu ölçüde tepkilisiniz gibi geliyor bana. Her ne kadar halka karşı öfkenizin kaynaklarını bilimsel bir yere oturmamış verdiğiniz birkaç örnekle yetinmişseniz de. Tarihte olan tüm olumlu ve olumsuzlukların konusu insandır, bunları da yapan insandır. Olumlu ve olumsuzu bağrında taşımayan bir varlık olamaz ve hiçbir topluluk oluşamaz.

Kendi adıma yazılarımdaki hak kavramıyla, sizin üzerine olumsuz görüşlerinizi belirttiğiniz halkın aynı şey olmadığı düşüncesindeyim.

Önce, kaynağından halk kelimesiyle kastedileni bilmelisiniz. Yazılarımda halk, tarihin ilerlemesine uygun yönelimleri, karar ve eylemleri alan bir siyasi irade olarak yer alır. Bu zaman zaman küçük bir azınlık zaman zaman dev kitleler olabilir. Tarihin ilerleme yönündeki siyasi iradenin etrafında bulunan, ona katkı yapan, sonuna kadar, kefaretleri ödeye ödeye yürüye ilen kitlelere halk diyorum. Bu yanıyla halk sadece bir irade de değil fili insan topluluğu olarak, ayakları yere basar oluyor. Sanırım siz, halk oldukları için bunlara da karşı değilsiniz.

Sonra,

Yazılarımda halk somut bireyler ya da onların aritmetiksel toplamı olan yığınlar olarak ancak beli bir siyasi iradeyi temsil ettikleri ölçüde belirirler. Öyle sırdan bir halktan söz etmediğim ise yazılarımı takip ediyorsanız kendi kendinize bileceksiniz. Nazım bunu çok güzel ifade etmiş "en cesur ve en korkak olanlardır" diye...

Sanki Nietzche'nin “yığınlar”a karşı tepkisini seziyorum ifadelerinizden. Ama o konuda da yazdım. Kitleler olmadan “üstün insan” asla olmayacaktır diye. Biri diğerinin içinde vardır. Bu görüşümü de şöyle formülü ettim "nitelikler her zaman sayıları yaratmayabilirler, ama sayılar mutlaka nitelikleri yaratır." (Bkz. http://mirural.blogspot.com “Mir-Yener Orkunoğulu siyasal sohbetleri”)

Son paragrafınız sanırım gergince yazılmış.. Haçlılar, Moğollar, Osmanlılar, Fransızlar nerede derken, umarım genetik bir şeyden bahsettiğimi sanmamışsınız.

Ben siyasi yazılar yazıyorum, haçlılar nerede derken arkasında papanın da iradesi olan siyasal yönelimleriyle haçlı orduları ve onların algılarını kastettim. Bununla iki farklı iradenin çatışmasından, emperyalistler ve bölgedeki kuklalarıyla, bölge halklarımızın ilerleme, haklılık ve gerçekçilik temelinde halkı temsil ederek yükselen siyasal iradenin başarısından söz ettim.

Genetik olarak Bizanslılar, Haçlılar, Fransızlar nerededir diye soruyorsanız bununla ilgili bölgemizde ciddi bir antropolojik çalışma olmadığından söz edebilirim: Dolaysıyla bu konunu uzmanları bile net bir şey söylemiyorlar. Ancak genetik geçmişimizi bu günkü kültürel ve ulusal tanımlanmamızın karşısında bir unsur olarak görüyorsanız tartışacağımız çok şey var demektir.

Sonuç olarak, bu gün insanlığın bilgi birikimleriyle varmış olduğu yerde, demokrasiyi tercih edişi, zorunlu bir halk onayına dayanıyor. Halk onayı seçimle gerçekleşen bir olaydır. Her ne kadar halkın her seçtiği, onun çıkarlarını ve gereklerini yerine getirmese de. Ama son tahlilde, yanlışlar içinde bocalaya bocalaya, aynı halk bir yandan tarihin ilerlemesine katkı sunuyor, denetliyor onaylıyor ve her defasında yeninin oluşmasında temel harç oluyor. Bu noktada aydınların, öncülerin, özverileri ilk sunanların (Galile gibi) açtıkları ufukları er yada geç aynı halk sahiplenip yaşamın bir parçası yaparak anlamlı hale getiriyor.

Dolaysıyla, siyasal irade anlamında da olsa, sayılar anlamında da olsa her konunun merkezinde bu insan bulunuyor.

Yazışmalarımız devam etmesi durumunda, size bir kaç yazı göndermem gerekecek. İçlerinde özel mektuplarımda olabilir. Bu yazılarda bu konularla ilgi (genetik kültürel boyutuyla bu günümüz üzerine) sohbetlerimi ve belirlememi de takip edebilirsiniz.

Umarım yanlış anlamanıza yol açan noktalara yeterli cevap vermiş oldum.

Başarı dileklerimle baki selamlar diyorum. Mihrac Ural

*********

2. Sn. Hikmet Öztürk’ten

(“KARARLI İRADE” başlıklı makaleme yapılan yorumdur b.n)


Mihrac bey.

Kusura bakmayın kimseye karşı önyargılı davranmak istemem. Uzun uzun yazıp, birşey söylememek böyle mi oluyor bilmiyorum. Bana göre kurt meselesi, ırkçı, milliyetçi bir yaklaşımın türevi olup, emperyalist bir projenin bölgeye yönelik bir operasyonudur.

Uzun uzun felsefe yapmaya da gerek yoktur.

insanları, birbirine düşman yapmak için bazen ırka dayalı ayrıştırmalar bazen dine dayalı ayrıştırmalar, bazen feodal ayrıştırmalar basarili olabilmektedir.

Niyete bakarak yapılmak istenen anlaşabilir.

Atatürk'e bile sayın demeyen insanların Öcalan'a saygıyla sayın demesi, derin, derin felsefe yapmaya çalışır gözüken insanların ağzındaki baklayı ortaya dokuyor.

Bense her defasında vah Türkiye’m vah diyorum.

Batılılara Fransa yetmiyor, Almanya yetmiyor, Birleşik bir Avrupa kurmaya çalışıyorlar, bizler ise bölüne bölüne parçalana parçalana, süpermarketlere karşı bakkalların duştuğü duruma düşmeye çalışıyoruz.

İşimiz yine Allaha kalıyor.

Allah tüm Müslümanlara akil ihsan eylesin.

Çözüm taraflarca olur diyorsunuz, lütfen şu tarafları açıklayın da öğrenelim, taraflardan biri TC tamam öteki taraf kim, hangi kurum, hangi devlet, ne ?

herkese saygılar
hikmet

********

3. Mir


Sayın Hikmet Öztürk,

iletinizi aldım teşekkür ederim. Kısaca aktarayım.

1.
Atatürk'e sayın deme konusunda ısrarcı olmayın. Böylesi tarihi kişiliklere ne sağ ne de ölü iken sayın denilmez. İsimleri büyüklükleriyle birlikte var olur. Sezar, Fatih, Napolyon, Bismark gibi. Atatürk’e saygıyı ben de ısrarla tasvip ederim. O bir ulusun tarihinde yarattığı en önemli değerdir; her ne kadar Arapça alfabeyi yasak ederek kendi ulusunun tarih bilincini bir gecede sıfırlamış olsa da.

2.
Uzun yazıyorum bu doğru ama net yazıyorum sanırım. Taraflar açık, bir yanda Türkiye Cumhuriyeti Devleti ( içinde illegal derin devleti, Özel Harp dairesi, Mit'i, JİTEM'i, Polisi, Ordusu ki bunların her b.irinin ayrı ayrı iş icraları yaparak çalıştığına dikkat çekeceğim) diğer yandan Kürt Halkı ( siyasi partileriyle, hak arayışı için dağa zorlanmış silahlı güçleriyle, sivil toplumlarıyla, belediye başkanlıklarıyla ki, bunlar halkın oylarıyla, sistemin istediği ortamda bu resmi mevkilerde bulunan etkinliklerdir)

Sanırım taraflar çok açık. Unutmayın Osmanlı çökünce ve işgale uğrayınca Kuvaiye milliye güçleri yasa dışı güçlerdi, mücadeleleri Türkiye Cumhuriyetini kurmuştu. Türk milletine hak olan bu gün neden daha azı da olsa Kürtlere hak olmasın. Arap kökenli olduğumu dile getirmiştim. bu açıdan beni Kürtçülükle suçlamayacağınızı umarım.

3.

En az sizin kadar ah Türkiye’m ah ortak vatanımız ah renkleriyle mozaik dokusu, farklılıkları ayrı varlığı etnik inançsal türleriyle zengin ülkem ırkçılığın bölücü zorlamalarıyla ne hala geldin diyorum. Bu gün tek bölücülük milliyetçi virüsle kirlenmiş algılardır; tek bayrak tek dil tek tek tek... diyerek amip gibi bölünmeyle yüz yüze geldik. Bu mantık Osmanlıyı da böyle yok etti; Lozan o dev yapıdan arta kalan ama içinde hala iradesi dışında tutulanlarla birlikte olan bir sonuçtur.

Artık Osmanlı mantığını terk etmek gerek diyorum. Avrupa'nın birleşme çabalarına yaptığınız göndermeyi çok önemsiyorum. Evet tüm dünya en azından bölgemiz bir araya gelsin diyorum. Bu da beni milliyetçi Komünistlerden ayırıyor. Devrimciyim ama bölgemde tüm halkların omuz omuza dayanışma içinde çok şeyi başaracaklarına ve emperyalizme karşı direnebileceklerine inanıyorum.

İşimizi Allaha bırakmamak içinde hepimiz üzerine düşün yapmalıyız derim.

4.
“Allah tüm Müslümanlara akıl ihsan eylesin” diyorsun. Üzdün beni. Allah algıların iyice yerine oturmamış gibi. Allah bunu vermiştir ama kullanmasını bilmiyorlar. Demeni tercih ederdim.

Allahın sırtına kulun yıktıklarını gördükçe de Allah’ı Allah kurtarsın dileğinde bulunmak zorunda kalıyorum, özürlerimle.

Hikmet kardeşim şu milliyetçi tek boyutlu virüsten kurtulmanın yoluna bakmalıyız hep birlikte. Bunu başarırsak, Allahın geniş topraklarında her birimiz bir eşit olarak her güzeli yeniden yapılandırabiliriz: demokratik bir cumhuriyette birimize ait olmayan hepimizin olan şu güzelim ülkeyi tüm insanlıkla ve komşularımızla barış içinde kazanan bir ülke haline getirebiliriz.

Selamlarımla.

Mihrac Ural

31 Mayıs 2009

********

4. Sn. Hikmet Öztürk’ten

Mihrac bey

Uzun ve derin tartışmalara girmeden görüşlerinize cevap vereceğim.

“1.Atatürk'e sayın deme konusunda ısrarcı olmayın. Böylesi tarihi kişiliklere ne sağ ne de ölü iken sayın denilmez. İsimleri büyüklükleriyle birlikte var olur. Sezar, Fatih, Napolyon, Bismark gibi. Atatürk’e saygıyı bende ısrarla tasvip ederim. O bir ulusun tarihinde yarattığı en önemli değerdir; her ne kadar Arapça alfabeyi yasak ederek kendi ulusunun tarih bilincini bir gecede sıfırlamış olsa da.

Atatürke sayın deme konusunda ısrarcı olmayın.........Atatürk’e saygıyı bende ısrarla tasvip ederim”

bu iki ifadeniz arasında bir çelişki yok mudur ?

Ayrıca, Yeni bir anlayışa, yeni bir felsefeye dayanan yeni bir millet yaratmak istiyorsanız onu geçmiş bağlarından koparma kararının bilinçli olmadığını kim söyleyebilir ki. Tarih bilincini sıfırlamak isteyen kişiye bakın ki ilk kurduğu kurumlardan biri Türk Tarih Kurumu, ikincisi Türk Dil Kurumu. Türk'ü tarif ederken ise, Türkiye’yi kuran halka Türk milleti denir diye de bir tarif koymuş. Bu ulusun tarih bilinci mi vardı da Atatürk sıfırladı. Atatürk'ün türk tarihini araştırma yönünde, çevresindeki yetkilileri yönlendirmesi bir sürü araştırma kitabının konusu olmuştur.

“2.Uzun yazıyorum bu doğru ama net yazıyorum sanırım. Taraflar açık, bir yanda Türkiye Cumhuriyeti Devleti ( içinde illegal derin devleti, Özel Harp dairesi, Mit'i, JİTEM'i, Polisi, Ordusu ki bunların her b.irinin ayrı ayrı iş icraları yaparak çalıştığına dikkat çekeceğim) diğer yandan Kürt Halkı ( siyasi partileriyle, hak arayışı için dağa zorlanmış silahlı güçleriyle, sivil toplumlarıyla, belediye başkanlıklarıyla ki, bunlar halkın oylarıyla, sistemin istediği ortamda bu resmi mevkilerde bulunan etkinliklerdir)”

Mihraç bey. Bir aydının yapacağı en büyük hata halk dalkavukluğudur. Halklar öyle yüce değerler falan değildir. İnsanlar tek tek iyi veya kötü olabilirler ancak tek tek cahil, oportunist, ahlaksız olan insanlar bir araya gelip halk olunca, erdemli, bilgili, ahlaklı, akıllı bir halkı oluşturmazlar.
Bir milletin içinde, jitemi, illegal derin devleti, özel harp dairesi, MİT'i o halkın evlatları kurarlar. Nasıl ki, Orman köylerinde ki muhtarlıklar o köyleri soyan çetelerse, nasıl ki, belediye de zabıtalar ayrı çeteyse, nasıl ki karakollarda ayrı çeteler kurulmuşsa, Tapu daireleri ayrı ayrı birer çeteyse, Devlet hastanelerinde doktorlar kendi çetelerini kurup bıçak parası alabiliyorlarsa, nasıl ki belediyede fen işleri müdürlüklerinde mühendisler kendi çetelerini kurmuşsa, nasıl ki partiler aslında toplumu soymak için sıraya girmiş çete örgütlenmeleriyse, MİT'in içinde de, JİTEM de de, çeteler olur. Maalesef bu toplumun örgütlendiği her kurum aslında bir çete kurumudur. Böyle olmasının sebebi de bizatihi halkın kültüründen ve kalitesinden kaynaklanmaktadır.

Halk tarafından denetlenebilecek ve hesabı sorulacak devlet kurumlarını rezil sayıp, halkın denetleme imkanının olmadığı, nasıl kurulup nasıl işlediği, hangi dış güçlerin oyuncağı olduğu belli olmayan çete örgütlenmelerini meşru görmenin aydın düşünceyle bir ilgisi olabilir mi ?

Sanırım taraflar çok açık. Unutmayın Osmanlı çökünce ve işgale uğrayınca Kuvaiye milliye güçleri yasa dışı güçlerdi, mücadeleleri Türkiye Cumhuriyetini kurmuştu. Türk milletine hak olan bu gün neden daha azı da olsa Kürtlere hak olmasın. Arap kökenli olduğumu dile getirmiştim. bu açıdan beni Kürtçülükle suçlamayacağınızı umarım.

Mihraç bey, Atatürk, Osmanlıyı yıkarken milliyetçilik güdüsüyle yıkmadı. Yok olmakta ve parçalanmakta olan bir toplumu yeni ve çağdaş değerlerle bir araya getirdi. Ümmet den, ulus fikrine geçti, Halifeliği kaldırıp batı medeniyetini hedef gösterdi, tekke ve zaviyeleri kaldırıp eğitimde birliği sağladı, üniversiteleri kurdu, ticaret ve sanayii de bağımsızlık için mücadele başlattı, arap kültüründen batı kültürüne geçişi sağladı. Kadınları ikinci sınıf varlık olmaktan çıkardı. (Bu gün üniversitelerde ve yargıda kadın oranı en yüksek bir ulus olmamızı Atatürk'e borçluyuz).

Bu çağda insanlığın sorunu, kürtlük, Türklük, Çerkezlik, Araplık mı olmalı yoksa demokrasi, bağımsız yargı, fırsat eşitliği, kadınların ezilmesinin önüne geçilmesi, Sendikaların güçlendirilmesi, sivil örgütlenmelerin güçlendirilmesi, Eğitimin kalitesinin arttırılması, etik değerlerin güçlendirilmesi, dini taassuba karşı mücadele verilmesi, şeffaflığın sağlanması, emeklilik kurumlarının güçlendirilmesi, çalışma koşullarının iyileştirilmesi gibi konular mı olmalı.

“3.En az sizin kadar ah Türkiye’m ah ortak vatanımız ah renkleriyle mozaik dokusu, farklılıkları ayrı varlığı etnik inançsal türleriyle zengin ülkem ırkçılığın bölücü zorlamalarıyla ne hala geldin diyorum. Bu gün tek bölücülük milliyetçi virüsle kirlenmiş algılardır; tek bayrak tek dil tek tek tek... diyerek amip gibi bölünmeyle yüz yüze geldik. Bu mantık Osmanlıyı da böyle yok etti; Lozan o dev yapıdan arta kalan ama içinde hala iradesi dışında tutulanlarla birlikte olan bir sonuçtur.

Bu gün tek bölücülük milliyetçi virüsle kirlenmiş algılardır; tek bayrak tek dil tek tek tek... diyerek amip gibi bölünmeyle yüz yüze geldik.”

Mihrac bey, ne diyeyim. Etnik milliyetçilik evet insanlık için yüzkarasıdır. Kürtçülük te, Türkçülükte, Arapçılıkta. Ancak, maalesef, bölgecilik anlamında milliyetçilik tüm dünyada var ve daha insani ve anlaşılabilir bir fenomen.

Artık Osmanlı mantığını terk etmek gerek diyorum. Avrupa'nın birleşme çabalarına yaptığınız göndermeyi çok önemsiyorum. Evet tüm dünya en azından bölgemiz bir araya gelsin diyorum. Bu da beni milliyetçi Komünistlerden ayırıyor. Devrimciyim ama bölgemde tüm halkların omuz omuza dayanışma içinde çok şeyi başaracaklarına ve emperyalizme karşı direnebileceklerine inanıyorum.

İşimizi Allaha bırakmamak içinde hepimiz üzerine düşün yapmalıyız derim.

Osmanlı mantığını terk edelim, kim savunuyor Osmanlı mantığını, Atatürkçüler mi. Atatürk Osmanlı için '' O bir tiran Yönetimidir'' demiş ve tüm kurum ve kurallarıyla Osmanlıya karşı mücadele vermiştir. Atatürkçüler mi (Gerçek Atatürkçüler) Osmanlıcı ?

Allah ile ilgili görüşlerimi anlatmam da çok uzun sürer, ancak şunu söyleyebilirim ki, bilinen Allah inancıyla uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Cenneti, cehennemi, hurileri falan da yoktur.

“4. “Allah tüm Müslümanlara akıl ihsan eylesin” diyorsun. Üzdün beni. Allah algıların iyice yerine oturmamış gibi. Allah bunu vermiştir ama kullanmasını bilmiyorlar. Demeni tercih ederdim.

Allahın sırtına kulun yıktıklarını gördükçe de Allah’ı Allah kurtarsın dileğinde bulunmak zorunda kalıyorum, özürlerimle.”

Mihrac bey, “Allah tüm Müslümanlara akıl ihsan eylesin” sözü, bir kültüre dayanan bir sözdür, dini inancı ifade etmez. Allah kahretsin, Allah belanı versin, Allah allah, allaha ısmarladık, Allaha emanet, maşallah vs gibi hepsi kültüre dayanan ifadelerdir. Allah algım yerli yerindedir ama kesinlikle yaygın olan inanca uygun değildir.


Hikmet kardeşim şu milliyetçi tek boyutlu virüsten kurtulmanın yoluna bakmalıyız hep birlikte. Bunu başarırsak, Allahın geniş topraklarında her birimiz bir eşit olarak her güzeli yeniden yapılandırabiliriz: demokratik bir cumhuriyette birimize ait olmayan hepimizin olan şu güzelim ülkeyi tüm insanlıkla ve komşularımızla barış içinde kazanan bir ülke haline getirebiliriz.

Milliyetçi virüsten kurtulmak için halk dalkavukluğundan da kurtulmak gerekiyor, ha Türk halkı ha Türk milleti, ha Kürt halkı ha Kürt milleti. Hep birlikte, bilime inanır, bilime sarılır, çağdaş uygarlık yolunda, sivil güçlerle birlikte etik değerlerimizi güçlendirirsek bir yere varabiliriz. hamasi, halk, millet edebiyatlarıyla bir yere varamayız.

Saygılar
hikmet

*******

5. Mir


Değerli Hikmet bey,

Arşivime baktım sizinle daha önce de öyle sohbetlerimiz vaki olmuş. Benim açımdan bu diyaloglar saygı temelinde çok olumludur. Karşılıklı olarak en azından bu bir kaç maddede fikirlerimizi iletmiş bulunduk.

Bu diyalogları çok önemsiyorum. Ne dediğini bilen insanlarla olunca da çok önemlidir diyorum.

Kısır bir döngüye düşmemek için Konuları bu ölçüde tartışmak yeterli gibi geliyor bana. İkimizde ne dediğini bilen insanlarız birbirimize bu noktalarda daha çok şey katma durumumuz olmayacak. Ancak sizin şu halk algınız dikkatimi çekiyor ikinci kez.

Halkı önemsemek onların dile getirdiklerini dikkate almak ve bunların belli bir nesnel verinin sonuçları olarak bilinmesi, programlanması gibi unsurlar benim için halk dalkavukçuluğu hiç değildir.

Kürt halkı da Türk halkı kadar bir gerçektir. Birini siyasal bir yapılanması var diğerinin yok. Birinin devleti bayrağı dili resmi olarak var diğerinin yok. İkisi de halk.

Atatürk saygıya değer olması ile "sayın hitabı"na mazhar olmaması çelişkili değildir. Atatürk gibi tarihi kişiliklere ve ayrıca vefat etmiş olanlara edebi metin açısından “sayın” denilmez anlamında söyledim. Adının anılması saygısını içerir. Bu açıdan sözlerim arasında bir çelişki yoktur.

Aynı Atatürk’ün tarih çalışmasına gelecek olursak, Anadolu’nun tarihinde hiçbir yerli verisi olmayan, Anadolu topraklarını tarihte yaşama ilk açan olmayan ve bundan dolayı anavatan olarak oluşturmayan Türk etnik topluluğuna bu topraklarda suni şekilde tarih oluşturmak bir komik durumdur, bakir bir toprağı ilk kez yaşama ziraata açın ve bunu sürekli tekrar eden o topluluk toprağı anavatan edinmiş sayılır. Atatürk bunu çok güzel özetlemiştir: “Bulgarlar, Sırplar, Macarlar, Rumlar sabanlarına yapışmışlar, varlıklarını korumuşlar, kuvvetlenmişlerdir. Bizim milletimiz de böyle fetihlerin akasından serserilik etmiş ana yurdunda çalışmamış olmasından dolayı bir gün onlara yenilmiştir. Bu böyle bir gerçektir ki, tarihin her devrinde ve dünyanın her yerinde aynen olagelmiştir.” (Aktaran,Cemal Kutay,Türkçe İbadet, s;154)

Tarihin çok iyi bir anlatımı olan bu belirleme bu gün ülkemizdeki durum içinde çok önem taşımaktadır. Bu topraklarda Türklerden çok önce yerleşik ve bu bakir toprakları anavatana dönüştürmüş milletler, at nalı altında ezilip kılıçla katledilerek toprakları ellerinden alınmıştır.

Ama bu süreç artık aşılarak buraya gelinmiş, eşitler olarak geleceğe bakmanın yollarını aramak gerek. Türk milleti üst bir uygarlıkla bu toprakları ele alamamıştır. Tersine var olan uygarlıkların etkisi altında kalmıştır. Dolaysıyla ne Almanya ne Fransa ya da İngiltere gibi egemenlik altındaki toprakları özümseme başarısı gösterememiştir. Bu dinamiklerin olmaması, Osmanlı padişahlarının iyi niyetiyle ilgili değil milli kültürün yetmezliğiyle ilgilidir ki göçebe toplumların bu durumda olması gayet normaldir. Bu yüzden de ortak ülkemiz hala kimlik bunalımı yaşamaktadır, ortak bir üst kimlik oluşturma şansımızda tarihi açıdan kaybedilmiştir. Bu noktada geriye kalan her farklılığımızın bir eşit olarak katılacağı cumhuriyetin demokratik yeniden kuruluşu olmalıdır. Buna karşı gelen her ulusalcı milliyetçi tutum daha çok bölücülüğü körükleyecektir.


Atatürk’ün Türk tarihini çok ilkel bir milliyetçilik türüyle yeniden kurgulama çabası işte bu yetmezliği giderme çabasıdır. Sümer Türkleri, Hitit Türkleri, Güneş Dil Teorisi ve Adana'da Hatay’ın ilhak çabaları sürecinde söylediği ”40 asırlık Türk yurdu …”söylencesi, tarih için ajitasyondan başka bir öneme sahip olamaz. Bu gün bu türden saçma tezlere önem verilmiyor olması, önemsenmelidir. Buna rağmen Atatürk kendi ulusu açısından önemli bir değer olduğu gerçeğine aynı ulustan olmayanlarında saygı göstermesini yok etmez.

Atatürk’ün Osmanlıya yaklaşımı çok iyi bilirim. Bu iletiyle size “7 ordu ve HATAY DAVASI” adlı çalışmamı ileteceğim. Beğenmeyebilirsizin ama bu konuya ilişkin resmi tarih dışında ilkyazı olduğunu önemsediğim bir yakın dönem tarihçisi bu bilgiyi verdi. Orada çok şey bulacaksınız. Atatürklü ilgili olarak da.

Ben burada Osmanlı’nın Cumhuriyet içinde ne ölçüde genetik bir devamlılığa sahip olduğunu uzun uzun anlatabilirim: Ama siz benim makalemi okuyun orda çok şey bulacaksınız. Bölgemiz açısından dile getirdiğim şey şudur, bu bölgenin tüm halkları (Kürtler de olmak üzere) önemli bir açılım ve dayanışma sürecine girmelidir. Bu süreç ne yeni Osmanlıcılık nede Hz. Muhammed’den bu yana tutmayan ve tutması mümkün olmayan İslamcılık temeli üzerinde yükselemez. Atatürkçülük ise bu sürece çok terstir; batıcılık (kopicilik), milliyetçi kapalılık orta-doğunun en tehlikeli düşmanıdır. Yeni önermeler yapmalıyız bu bölgenin, emperyalist çıkar çevrelerine karşı direnişi ve bu direnişin siyasal sonuç kazanımları için farklı şeyler söylemeliyiz; söylemlerimizin başında sınırların hızla aşılmasına yol yöntem bulmalıyız. Kimlikle gidiş geliş birçok komşu ülke arasında uygulanan bir yöntem, kültürel iktisadi ve daha çok sosyal kaynaşma için süreci yükseltmeliyiz. Herkesin kazanacağı stratejiler bulmalı, bir taraf kazanırken diğer taraf kaybediyorsa bu yöntemden uzak kalmalıyız.

Bak yine uzun oldu. Özür.
Baki selamlarımla.

Mihrac Ural.

31 Mayıs 2009

*********

6. Sn. Hikmet öztürk’ten



Atatürk'e sayın deyip dememeniz beni yaralamaz. Ben hiç bir kimsyi putlaştırmam. Ancak Öcalan'a sayın derseniz adalet duygunuzun olmadığını ve atatürke yaklaşımınızın adil olmadığını düşünürüm.

bir yandan geçmişi göçebe olan bir toplumun geçmişini göçebelikten dolayı küçümsüyorsunuz (Ben de küçümsüyorum ancak ben böyle bir toplumdan medeni bir toplum yaratma gayretini alkışlıyorum) diğer yandan müslüman dünyasında başarılı olmuş tek lideri, tarih süreç içindeki fikir yürütmeleri, ifadelerini cımbızla çekerek onu eleştiriyorsunuz.

O kadar derinlere gitmeye gerek yok o bir osmanlı zabitanı idi ve saraya bağlılık yemini etmişti, demekki daha sonra bu yemine ihanet etti. O bir müslüman dı, imamları, camileri düşüncesini gerçekleştirmede kullandı, demekki takiyyeci idi, Ruslarla işbirliğiyaptı ancak batı klübüne üye oldu demekki güvenilmez bir müttefik ti. Yani, onu eleştirmek için 1 dakikada size onlarca gerekçe gösterebilirim.

ben şuna bakarım. Orta asyadan kopup gelmiş, müslüman arap kültürüyle zehirlenmiş, oryantal bir toplumdan batılı bir toplum yaratmak için apoletlerini sökmüş, belli bir mücadeleye girmiş ve araplardan farklı olan tek laik müslüman devleti kurmuş.
Annelerimiz, bacılarımız, kızlarımız ona çok şey borçlu. Sadece bu bile onu ilahlaştırmak için yeter.

oda bir insan dı, elbette doğduğu günden öldüğü güne kadar yaptıkları ve söyledikleri arasında çelişkiler olacak. lenin çelişkisiz mi yaşadı, stalin çelişkisiz mi yaşadı, kim çelişkisiz yaşadı ?

Türkiyede, aydınım diyen herkesin sarılması gereken tek bir lider var onu da bu kadar hırpalarsak sarılacak neyimiz kalır.

Yeni önermeler yapmalıyız bu bölgenin, emperyalist çıkar çevrelerine karşı direnişi ve bu direnişin siyasal sonuç kazanımları için farklı şeyler söylemeliyiz; söylemlerimizin başında sınırların hızla aşılmasına yol yöntem bulmalıyız. Kimlikle gidiş geliş bir çok komşu ülke arasında uygulanan bir yöntem, kültürel iktisadi ve daha çok sosyal kaynaşma için süreci yükseltmeliyiz. Herkesin kazanacağı stratejiler bulmalı, bir taraf kazanırken diğer taraf kaybediyorsa bu yöntemden uzak kalmalıyız.

yukarıdaki fikirlerinize ne diyebilirim ki. Emperyalistlerin tuzağına düşmeden, ırkçı milliyetçi söylemleri benimsemeden, sivil, bilimi rehber alan, ancak batının ikiyüzlü siyasetinin de farkında olarak onlara rağmen onlarla kaynaşacak bir yol bulabilirsek neden itiraz edeyim.

ben halkımızı iyi tanıyan, 37 kişiyi yakan 10.000 lerin meydanda tezahürat yaptığı o halkı çok iyi tanıyan biriyim. Batı medeniyetine karşı olacak halim yok. Ancak batının AKP ye açık olarak verdiği desteğin bizi AB den uzaklaştırmak için bilinçle verildiğine inanıyorum. Batı bizi içine almaz, almamak için AKP ye açık destek veriyor. Şeriatı ve türbanı bir özgürlük mücadelesi gibi görüyor.

saygılar
hikmet

********

7. Mir

Hikmet bey,

Sonuçta bölgemizle ilgili iyi niyet ve çabalarımız için bir ortak payda bulabiliriz ihtimali belirdi. Bunun için saygı zemininde diyalog her zaman olumlu sonuçlar yaratır diyorum.

Belki okuyucularımız da bu tartışmada olumlu görecekleri bu sonuçlara katılabilir.

Ben göçebe bir toplumu asla küçümsemem o da insan topluluğudur ve saygıya layıktır. Daha da ötesi egemen ulus olsa da zülüm yapan devleti olsa da uluslara ve tüm simgelerine saygılıyım. Çünkü ben kendi ulusuma saygıyı arıyorum başkasına asla küçümseyici olamam. Milliyetçilerle aramızda böyle bir sorun var her zaman.

Sivas’ta 2 Temmuz olaylarını hatırlatarak halka bir gönderme yapmışsın yine. Bunlara halk diyorsan sorun var demektir halk kavramı tüm elastikiliğine karşı bu güruha halk denemez. Konu bu gün için çok açıktır. Orada toplananlar bir cinayet için amaçlı bir araya gelmiş ilkel düşünceleriyle terör estirenlerdir. Bu güruh cami cemaatinin halkıyla da uzak yakın bir ilgisi yoktur.

Bu yazışmamızda dikkatimi çeken bir belirlemen oldu. İletinizde yer alan " müslüman arap kültürüyle zehirlenmiş" tabiriniz maksadını aşan bir tabir olarak duruyor gibi.

Arap-İslam kültürüne ne olmuş anlamadım. Tarihte büyük bir uygarlık kuran, insanlığa sıfırı armağan eden, cebir, simya ve kimya, felek ilmi, posta teşkilatı, müzik notasını oluşturan, bitip tükenmez diyaloglarla, felsefi yorumlarla farklı etnik yapıdan olmasına karşın aynı uygarlığın bir parçası olarak Arapçayla insanlığa ışık saçan, üniversite (el hamra tüm ortaçağ Avrupa prenslerinin bile eğitildiği bir yerdi), devlet yapılanması imparatorluk işleyişiyle, kurumları, istişare kurumları, eski yunan ve felsefi tercümeler ve tartışmalarını insanlığa iletin bir uygarlık( biz Türkçe olarak Aristo'yu ancak 1975’lerde sol yayınları vasıtasıyla okuyabildik, Araplar ise 1200 yıl öncemizden bunu hazmetmiş bir kenara koymuştu). Bu uygarlığı karanlığa gömen, Atatürk’ün reddettiği Osmanlıdan başkası değildi.

400 yıllık bir karanlık dönem. Batının reform ve rönesansının bu bölgelerden yükselişini engelleyen bir fetih hareketi olduğunu unutmamak gerek. İpek yoluna giden kara yolunu kesen İstanbul fethi, Atatürk'ün bir önceki iletide aktardığım fetihlerin arkasında serserilik etme halleri bunu anlatır. "Bizim milletimiz de böyle fetihlerin akasından serserilik etmiş ana yurdunda çalışmamış olmasından dolayıbir gün onlara yenilmiştir. Bu böyle bir gerçektir ki, tarihin her devrinde ve dünyanın her yerinde aynen olagelmiştir.” (Aktaran,Cemal Kutay,Türkçe İbadet, s;154)

Atatürk’ün takdir edileceği bir tarih tezidir bu, ortaçağı da iyi anlatıyor ve İstanbul fethiyle bir çağın açılması değil Anadolu ve bölge uygarlıkların serserilerin peşine talan için takılmasıyla sonuçlandığını dile getiriyor.

Biraz hatırlatma yeter. İpek yolları kapanınca, dünya birden iç bağını yitirmiş oluyor. İstanbul’dan olduğu kadar Suriye üzerinden geçen tüm ipek yolları kapanmıştı; Akdeniz’de Osmanlı korsanlarının talanları vardı. Böylece Avrupa'nın bu gün de belirgin olan Kuzeyinin gelişmişliği güneye göre daha ilerde oluşu, Kafkaslar üzerinden yeni yolların bulunması, Ümit Burnu keşfi ve Amerikanın bulunması olayı. Avrupa, bir fetih hareketinin bölgemize kaybettirdiği değerleri kazanarak bu güne gelmiştir. Tarih yüzleşirken geçmişimizin bu unsurlarını hiç unutmamamız ve bize yutturulmak istenen Osmanlı arbedesinin gerçekçi biçimde ayakları üzerine oturtulmasını da hatırlamamız gerek.

Uzatmayacağım. Arapları zehirleyen Osmanlının 400 yıllık hükmüdür.

Buna rağmen bu hüküm onun kültürü karşısında çok cüce kalmış, bir kaç başkent ve bir kaç resmi dil değiştiren, kendine alfabe bile yaratamayan bir karmaşanın Atatürük tarafından ( tabi ki I. dünya savaşına doğru ilerleyen bin bir nesnel koşul tarafından) haklı tasfiyesi, zehirli olan kültürü kimin temsil ettiğini de yeterince yansıtmaktadır..

Bu kısa uyarıdan sonra demem gereken şey, bir yeni uygarlığa giden bilişim çağının insanları olarak, emperyalist siyasal dayatmaların küreselliğine karşı insan ortak aklının geliştirdiği bilim ve sonuçlarının fiili olarak kurmaya yöneldiği küreselliğe sahip çıkmalıyız derim. Bu amaçla önce yerelden, ülkemiz içindeki farklılıkların ortak çıkarlarından sonra bölgemizin farklılıklarının ortak çıkarlarından tüm insanlığın ortak çıkarları için çalışmalıyız derim.

Baki selamlarımla.
Mihrac Ural.

31 Mayıs 2009

Hiç yorum yok: