1 Haziran 2009 Pazartesi
İttihatçıların sonsuza kadar sürecekmiş izlenimi bırakan çileleri (Yaratan-Yaratılan ilişki)
N.Nadi Çelik
01.06.2009
Osmanlı’nın devşirdiği, Alman İmparatoru II. Wilhelm’in emzirdiği, İngiliz Krallığı, ve Fransa’nın besleyip, büyüttüğü, ve son yarım yüzyıldır da Pentagon ve CIA’nin eğitip, okşayıp, şımarttığı ittihatçıların, kendi varlıklarından kaynaklanan sorunlar karşısında şu an şaşkın, saldırgan ve sitemkar durumda oldukları görülüyor. Son yüzyıl boyunca yarattıkları sayısız sorun büyüyerek, sonunda onları hem iç hem dış politik arenada hareketsiz kılmaya başladı. Darbeye bu kadar derinden ihtiyaç duymaları da içinde bulundukları bu sıkışık durumdan kaynaklanıyor olsa gerek. ‘’daha önceki darbeler fassa fisso nedenlerle yapıldı, esas darbe zamanı şimdi’’ demeleri basit bir serzenişten öte içinde bulundukları durumdan bir darbe vasıtasıyla kurtulmayı düşünmüş olduklarını göstermektedir. Her darbe girişimini çıkarları gereği büyük bir hoşgörü ile karşılamış, hatta katkılarını esirgememiş olan batının başlangıçta takındığı isteksiz daha sonra ise reddiyeci tavrı, ittihatçıları bir hayli şaşırtıp, sitemkarlaştırırken aynı zamanda ‘’anti-emperyalist kahramanlar''ı oynamalarına yol açtı.
İttihatçıların, batılıların tek taraflı olarak ilişkinin biçimini ve içeriğini değiştirmek gibi belirleyici bir rol oynadıklarını algılamakta bir hayli zorluk çektikleri görülüyor. Nitekim, algılamada yaşadıkları bu zorluk, batıya karşı ilk etapta alınganlaşmalarına yolaçtı.
Son on yıldır yaptıkları santajların hiç birisi, hiç bir şekilde batı dünyası tarafından ciddiye bile alınmadı, alınmıyor ve bundan sonrada alınmıyacak gibi görünüyor. Hatta, bu santajlardan birisi olan ‘’rusya ile flört’’ ederek rekabet ortamı yaratmaya çalışmaları, batının ilgisine tekrar mazhar olmak yerine hışmına hedef oldular.
Denilebilinir ki, bir yüzyıldan beri uluslararası çark ilk kez ittihatçıların aleyhine dönmeye başladı. 1900’lü yılların başından itibaren, sırtını uluslarası güçlere dayayarak, bir dizi soykırım, katliam ve göçertmelerle başlattıkları ve bir türlü de bitmiyen yeni bir ulus inşaası pek te tamamlanamıyacak gibi görünüyor. Çünkü, inşaatı tamamlamak için zorunlu olan asimlasyon ve soykırım sürecini bütün hızıyla sürdürmek gerekir -ki, bununda artık ne iç ne de dış koşulları elverişli.
Bitmemiş bir inşaat ellerinde, varlıklarından kaynaklanan bir dizi devasa sorun ise karşılarında duruyor. İnkarcı, soykırımcı bir politikanın ürünü olarak ortaya çıkmış ve kendilerini giderek kuşatmış olan sorunlar dizisi karşısında şaşkınlık ve çaresizlik içinde, destek arayan gözlerle batılı güçlere bakarken, batılı güçler ise bu sorunların artık çözülmesi gerektiğini anlatmaya çalışıyorlar.
Anlaşılıyor ki, inkar ederek yada yoğunlaşmış şiddete başvurarak, ittihatçıların sorunlardan kaçması ya da çözümleri ertelemesinin olanakları tükenmiş durumda.
Uluslararası politik durumun yanısıra iç dinamiklerde meydana gelen değişimlerde bu olanakların tükenmiş olduğuna işaret ediyor. Bundan böyle, artık hiç bir kürd, arab, zaza, süryani, rum ve ermeni, kimliklerini korkudan bile olsa gizlemeyi düşünmedikleri gibi, anavatanında illegal yaşamak gibi bir rezalete son vermek kararında oldukları görünüyor.
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi ayrıca ermeni, süryani ve dersim soykırımları gibi büyük felaketler ile ilişkin açıklama yapmaları gibi bir sorun ise tüm ağırlığı ile gündemdeki yerini korumakta devam ediyor.
İttihatçıların, bir yüzyıldan beri başarıyla sürdürdükleri yalan ve inkara dayalı politikaların pratikte artık hiç bir anlam taşımadığı gerçeğini kabullenmekte sıkıntı yaşadıkları anlaşılıyor. Değişen iç ve dış koşullara uygun olarak kendilerini yenileme gibi bir yeteneklerinin gelişmemiş olması, buna karşılık, sorun çözmekten ziyade sorun yaratma yeteneklerinin ise aşırı gelişmiş olması şu an içinde yaşadıkları sıkıntının daha da derinleşmesine yol açıyor.
Doğrusu, son yıllarda oldukça karmaşık ruh hali içinde görünüyorlar; bazen kendilerini yalnız hissedip, çaresiz ve mağdur rolünü oynuyorlar, bazen de ihanete uğramış hissine kapılıp, saldırganlaşıyor ve intikamcı duygularla hareket ediyorlar.
Onlarca etnik kimliğin varlığını barış içinde sürdürmüş olduğu Anadolu topraklarında ‘’tek ulus, tek dil, tek din’’ yaratma gibi sapkın bir düşünce sistematiğinin yol açtığı bütün sorunlar büyüyerek vede ağırlaşarak ittihatçıları kilitlemiş durumda.
İttihatçılar, batılıların sorunları şiddet dışı yöntemle çözerek kilidi açmalarını tavsiye etmelerine rağmen, onlar darbe yoluyla kilidi açmakta ısrar edince bu kez batılılar B planı gereğince ittihatçıların en azılılılarını kulaklarından tutup silivri cezaevine attılar. Onlar ‘’siz de kim oluyorsunuz ki?!’’ diye efelenince, batılılar hafifce eğilip, kulaklarına üfledi: ‘’ Biz atalarınız Talat’ı, Enver’i, Cemal'i, Bahaeddin Şakir'i, İpsiz Recep'i, Topal Osman'ı, Silahşör Yakup Cemil'i yaratanız. Ve yine onlardan sonrakileri de yaratan biziz, Ve öncekilerin ve sonrakilerin ayak izlerini süren sizleri de yaratanız. Ve bilmezmisiniz ki yaratana şart koşulmaz, hikmetinden sual sorulmaz’’.
01.06.2009
Osmanlı’nın devşirdiği, Alman İmparatoru II. Wilhelm’in emzirdiği, İngiliz Krallığı, ve Fransa’nın besleyip, büyüttüğü, ve son yarım yüzyıldır da Pentagon ve CIA’nin eğitip, okşayıp, şımarttığı ittihatçıların, kendi varlıklarından kaynaklanan sorunlar karşısında şu an şaşkın, saldırgan ve sitemkar durumda oldukları görülüyor. Son yüzyıl boyunca yarattıkları sayısız sorun büyüyerek, sonunda onları hem iç hem dış politik arenada hareketsiz kılmaya başladı. Darbeye bu kadar derinden ihtiyaç duymaları da içinde bulundukları bu sıkışık durumdan kaynaklanıyor olsa gerek. ‘’daha önceki darbeler fassa fisso nedenlerle yapıldı, esas darbe zamanı şimdi’’ demeleri basit bir serzenişten öte içinde bulundukları durumdan bir darbe vasıtasıyla kurtulmayı düşünmüş olduklarını göstermektedir. Her darbe girişimini çıkarları gereği büyük bir hoşgörü ile karşılamış, hatta katkılarını esirgememiş olan batının başlangıçta takındığı isteksiz daha sonra ise reddiyeci tavrı, ittihatçıları bir hayli şaşırtıp, sitemkarlaştırırken aynı zamanda ‘’anti-emperyalist kahramanlar''ı oynamalarına yol açtı.
İttihatçıların, batılıların tek taraflı olarak ilişkinin biçimini ve içeriğini değiştirmek gibi belirleyici bir rol oynadıklarını algılamakta bir hayli zorluk çektikleri görülüyor. Nitekim, algılamada yaşadıkları bu zorluk, batıya karşı ilk etapta alınganlaşmalarına yolaçtı.
Son on yıldır yaptıkları santajların hiç birisi, hiç bir şekilde batı dünyası tarafından ciddiye bile alınmadı, alınmıyor ve bundan sonrada alınmıyacak gibi görünüyor. Hatta, bu santajlardan birisi olan ‘’rusya ile flört’’ ederek rekabet ortamı yaratmaya çalışmaları, batının ilgisine tekrar mazhar olmak yerine hışmına hedef oldular.
Denilebilinir ki, bir yüzyıldan beri uluslararası çark ilk kez ittihatçıların aleyhine dönmeye başladı. 1900’lü yılların başından itibaren, sırtını uluslarası güçlere dayayarak, bir dizi soykırım, katliam ve göçertmelerle başlattıkları ve bir türlü de bitmiyen yeni bir ulus inşaası pek te tamamlanamıyacak gibi görünüyor. Çünkü, inşaatı tamamlamak için zorunlu olan asimlasyon ve soykırım sürecini bütün hızıyla sürdürmek gerekir -ki, bununda artık ne iç ne de dış koşulları elverişli.
Bitmemiş bir inşaat ellerinde, varlıklarından kaynaklanan bir dizi devasa sorun ise karşılarında duruyor. İnkarcı, soykırımcı bir politikanın ürünü olarak ortaya çıkmış ve kendilerini giderek kuşatmış olan sorunlar dizisi karşısında şaşkınlık ve çaresizlik içinde, destek arayan gözlerle batılı güçlere bakarken, batılı güçler ise bu sorunların artık çözülmesi gerektiğini anlatmaya çalışıyorlar.
Anlaşılıyor ki, inkar ederek yada yoğunlaşmış şiddete başvurarak, ittihatçıların sorunlardan kaçması ya da çözümleri ertelemesinin olanakları tükenmiş durumda.
Uluslararası politik durumun yanısıra iç dinamiklerde meydana gelen değişimlerde bu olanakların tükenmiş olduğuna işaret ediyor. Bundan böyle, artık hiç bir kürd, arab, zaza, süryani, rum ve ermeni, kimliklerini korkudan bile olsa gizlemeyi düşünmedikleri gibi, anavatanında illegal yaşamak gibi bir rezalete son vermek kararında oldukları görünüyor.
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi ayrıca ermeni, süryani ve dersim soykırımları gibi büyük felaketler ile ilişkin açıklama yapmaları gibi bir sorun ise tüm ağırlığı ile gündemdeki yerini korumakta devam ediyor.
İttihatçıların, bir yüzyıldan beri başarıyla sürdürdükleri yalan ve inkara dayalı politikaların pratikte artık hiç bir anlam taşımadığı gerçeğini kabullenmekte sıkıntı yaşadıkları anlaşılıyor. Değişen iç ve dış koşullara uygun olarak kendilerini yenileme gibi bir yeteneklerinin gelişmemiş olması, buna karşılık, sorun çözmekten ziyade sorun yaratma yeteneklerinin ise aşırı gelişmiş olması şu an içinde yaşadıkları sıkıntının daha da derinleşmesine yol açıyor.
Doğrusu, son yıllarda oldukça karmaşık ruh hali içinde görünüyorlar; bazen kendilerini yalnız hissedip, çaresiz ve mağdur rolünü oynuyorlar, bazen de ihanete uğramış hissine kapılıp, saldırganlaşıyor ve intikamcı duygularla hareket ediyorlar.
Onlarca etnik kimliğin varlığını barış içinde sürdürmüş olduğu Anadolu topraklarında ‘’tek ulus, tek dil, tek din’’ yaratma gibi sapkın bir düşünce sistematiğinin yol açtığı bütün sorunlar büyüyerek vede ağırlaşarak ittihatçıları kilitlemiş durumda.
İttihatçılar, batılıların sorunları şiddet dışı yöntemle çözerek kilidi açmalarını tavsiye etmelerine rağmen, onlar darbe yoluyla kilidi açmakta ısrar edince bu kez batılılar B planı gereğince ittihatçıların en azılılılarını kulaklarından tutup silivri cezaevine attılar. Onlar ‘’siz de kim oluyorsunuz ki?!’’ diye efelenince, batılılar hafifce eğilip, kulaklarına üfledi: ‘’ Biz atalarınız Talat’ı, Enver’i, Cemal'i, Bahaeddin Şakir'i, İpsiz Recep'i, Topal Osman'ı, Silahşör Yakup Cemil'i yaratanız. Ve yine onlardan sonrakileri de yaratan biziz, Ve öncekilerin ve sonrakilerin ayak izlerini süren sizleri de yaratanız. Ve bilmezmisiniz ki yaratana şart koşulmaz, hikmetinden sual sorulmaz’’.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder