6 Haziran 2009 Cumartesi
ACİLCİLERE SALDIRILAR VE SON NOKTA
CEPHE YAYIN GİRİŞİMİ
24–30 Kasım 2008 tarihleri arasında “Şehitler Haftası” düzenlemeye karar verdiğimiz Eylül 2008’den bu yana devam eden bir saldırı ile karşı karşıyayız. Bu saldırı Mihrac Ural yoldaş nezdinde tüm değerlerimize yöneldiği gibi, doğrudan geçmişimize ve bugünkü değerlerimize yöneltilmektedir.
Bu saldırılar ile ortaya çıkan “polemik”, izleyen muhataplar açısından çok çirkin görünse de bu çirkinlik, saldırıyı yapanlar tarafından zaten amaçlanan bir şeydir. Bu çirkin saldırılar karşısında yanıtsız kalınamazdı. Ancak yanıt verilse de verilmese de böylesi saldırıların yaratacakları çirkinliklerin önüne geçilmesi mümkün değildir. Saldırıların sahiplerinin hedefi tam da budur. Amaç şüphe yaratmak, devrimci değerlere yönelik iticilik oluşturmak ve devrimci safları zayıflatmaktır. Böylece mücadelemizin önüne setler çekmektir. Hedef bu olunca onlar açısından yol ve yöntemin etik kurallarının önemi kalmamaktadır.
Devam eden saldırılara karşı Mihrac Ural yoldaşımız bütün hareketimiz ve tüm değerlerimiz adına gerekli yanıtları vermiştir. Verilen yanıtlar, devrimci değerler kaygısı gözetilerek, belgelere ve kanıtlara dayanarak verilmiştir. Gerek Mihrac Ural yoldaşımızın, gerekse de başka yoldaşlarımızın verdikleri yanıtlar, devrimci değerlerimize sahip çıkmanın, onurlu değerlerimizin-tarihimizin sahiplenilmesinin ve doğrularımızın arkasında duruşumuzun ifadesidir. Bu yanıtlar, geçmişten bu yana bu değerlerin oluşumunda pay sahibi olan, bu onurlu tarihin içinde yer almış olan ve bu tarihin değerlerini korumakta olan herkes adına verilmiştir. Kendi değerlerine yabancılaşıp o değerleri çiğner duruma düşmüş, hatta geçmişine küfür eden zavallılar için ise nedamet bataklığında çırpınmak dışında bir şey kalmamaktadır.
Demokrasi mücadelesi tarihimizde her zaman doğrularımızın arkasında durduk. Mücadele seyrimizde ilerlemeler ve gerilemeler olmuştur. Ancak her dönemde doğrularımızın yaşama geçmesi doğrultusunda zindanlar, işkenceler, sürgünler, şehitler ve her türden özverili çalışmalar pahasına mücadeledeki yerimizi aldık. Bu tarih tüm Acilcilerin onurlu tarihidir. Her onurlu Acilci nerede ve hangi konumda olursa olsun bu onurlu tarihini korur. Bir zamanlar hasbelkader içimizde yer almış olup şu anda onurlu tarihimize saldırır konumda olanların ne Acil ile ne de bu onurlu tarih ile bağları yoktur. Onlar bu onurlu tarihin karşısında, bizlere ve tüm devrimci değerlere alçakça saldıran, devletin uzantısı konuma düşmüş zavallılardır. Saldırılarını da “devrimci” görüntüsü ile yapmaktan çekinmemektedirler. Oysa “devrimcilikleri”, iradelerini devlete teslim ettikleri tarihin çok gerisinde kalmıştır.
“Acilciler” tarihi süreci içinde bize yönelik her türden saldırı yaşanmıştır. Bizleri yok etmek için, bölmek ve yoldaşı yoldaşa vuruşturmak için, sonuçta bizi tasfiye etmek için devletin derin-açık faaliyetleri sürmüştür. Ajanlarıyla, itirafçılarıyla, işbirlikçileriyle, genç ve dinamik olan yapımıza karşı karalamalar, yalan kurgularla dün olduğu gibi bu günde saldırılar devam etmektedir.
Acil’in etkinliği, evirilerek bugüne gelen ve yoğunlaşan çabaları bu saldırıları gündeme getirmektedir. Etkin olma, mücadeleye ısrarla devam etme kararlılığımız bu saldırılara neden olmaktadır. Bu durum ülkemiz devrimci hareketinde dinamik tüm örgütlerin karşı karşıya kaldığı bir durumdur. Özellikle ülkemiz farklılıklarının özgün örgütlenmelerine, kimlik ve hak taleplerinde ısrarlı olanlara karşı Özel Harp Dairesi’nin bitip tükenmez saldırıları gündeme gelmektedir.
Tarihimizde bu süreç çeşitli saldırılarla sürmüştür. Şu an üzerimize yönelen yeni saldırıyla birlikte IV. Tasfiye saldırısı gündeme gelmektedir. Örgüt tarihimizin yazım çalışmalarının başladığı bu kesitte bu evreleri ve birbiriyle bağlantıları eski yeni tüm yoldaşların ve kamuoyunun bilgisine sunmayı görev sayıyoruz.
Bu açıklamalarla birlikte bu sayfayı kapatmış, son noktayı koymuş olacağız. Değerlerimize, tarihimize saldıranlar söyleyebilecekleri her şeyi söylemiş oldular. Her türlü çarpıtmayı yapmaya çalıştılar. Her türlü yalana başvurdular. Bu uğurda herkesten yardım talep ettiler. Şu veya bu şekilde örgütle sorun yaşamış olanların çelişkilerinden yararlanıp bunları silah olarak kullanmaya çalıştılar. Hepsine de sorumluluk duyarlılığı ile değerlerimizin, doğrularımızın, onurlu tarihimizin savunucuları olarak hepimiz adına yanıtlar verildi. Doğrular anlatıldı. Belgelere, tanıklara dayanarak gerçekler ilgili herkese anlatıldı. Sabır, genişlik ve devrimci sorumluluk ile her saldırıya gerekli yanıtlar verildi. Saldırıların dipsiz çirkinliklerine karşın devrimci üslubun ve ilkeli değerlerin dışına çıkılmadı.
Saldırılar, başından beri çok ağır tahriklerle devam etti. Canlarını, emeklerini, bedenlerini, ideallerini, umutlarını bu mücadeleye ve tarihe yatırmış olan yoldaşlarımızın bu onurlu geçmişlerine yapılan küfürler doğaldır ki duygusal birçok tepki de yaratıyordu. Ancak mücadelemizde duygusal tepkilerle örülü adımlar yoktur. Bu doğrultuda tüm tepkisel kalkışmalar frenlenmiştir.
1.TASFİYE GİRİŞİMİ
(1977 AĞUSTOS İSTANBUL YAKALANMASI)
Birinci tasfiye 1977 Ağustos İstanbul yakalanmalarıyla gündeme gelmiştir. Bu yakalanmaların öncesinde Ankara’da gündeme gelen yakalanmalar ve örgütün Ankara birimi üst yöneticilerinin ölü ya da diri tasfiyesinden sonra İstanbul’a geçen Engin Erkiner, bu kez İstanbul dâhil ülkedeki tüm örgüt birimlerine ve olanaklarına yönelik tasfiyeye girişmiştir. Bu tasfiyede temel rol oynamıştır. Ankara tasfiyesinde bu itirafçının rolü nedir? Bunun sorgulanması yapılacaktır. Bu satırlarda açık ve net belge, kanıt ve tanık olmadan hiç kimseye bir suçlama yöneltilmeyecektir. Örgüte yönelik I. Tasfiye girişiminin resmi belgeleri üzerinden edinilen bilgilerle Ankara’da yürütülen tasfiyenin dikkate alınması gerektiğine işaretle yetinilecektir.
Engin Erkiner, İstanbul’da polisin eline düştüğü an, örgütü ülke çapında tasfiye etmek üzere polisle anlaşmaya oturmuştur. 20 sayfalık polis ifadesinde sadece İstanbul’da bildikleriyle değil, ülkenin en ücra köşesinde bildiklerini ev ev, adres adres, isim isim, yetki ve sorumluluklarıyla, örgütsel ilişkide yer alan ve olası eylemlerle bunları kimin yapabileceğini de içeren “kronolojik sıra içinde” (Polis İfadesi s:12) örgütü polise vermiştir.
“Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim” (Engin Erkiner İfadesi, s:16)
Bu tabloyu daha iyi kavramak için yorumsuz olarak İtirafçı Engin’in polis ifadesini okumak yeterlidir. Bir hasım iddiası, bir duyum, bir karalama ve suçlama için bunların söylenmediğini anlamak açısından bu ifadeyi yorumsuz okumak yeterli olacaktır. (Bkz. http://tarihselhainler.blogspot.com/ )
Tarihi yazarken belgelere-kanıtlara dayanmak, dedikodu, duyum, hikâye- kurgudan uzak olmanın sorumluluğuyla yoldaşlar, İtirafçı Engin’in polis ifadesini yayınladılar. Resmi belge ortaya koydular. İtirafçının örgüte karşı bu güne kadar süren tasfiye çabalarının altında nelerin yattığını, kimlerle hangi zeminde, ne tür anlaşmaların yapıldığını, ortağı MİT ajanı İbrahim Yalçın’la bu son buluşmasının gerekçelerini düşünerek bu tasfiye sürecinin iç bağlantılarını belirginleştirmek zor olmayacaktır.
1977 Ağustos yakalanmaları öncesinde Engin Erkiner Ankara’dan gelmişti, orada örgüt üst komitesinde (Ömür Karamollaoğlu’nun o dönemde yoldaşlara aktardığı çok önemli bilgiler ışığında) sürtüşmelerin ve çelişkilerin olduğu gerçeğini burada hatırlatmak gerekmektedir. Silik kişiliğiyle, aktif yöneticiler karşısında sürekli ikinci sırada yer alan bu itirafçının taşıdığı kin ve bireyci hırs davranışlarıyla da uyumluydu. Siyaseti kin üzerinde yürüten bu kişinin, zayıf düştüğü an polisle her türden çirkin işbirliğine girmesi gündeme geliyordu. Tecrübesi olan her devrimcinin bildiği bu durum, itirafçının polis ifadesinde anlamını buluyordu.
Örgütümüz ülke çapında deşifre olmuştu. Aranmayan bir sorumlu ve kadro bırakılmamıştı. Firari koşullarda kalan militanlar, kadrolar, ağır kovuşturma koşullarına rağmen örgütü yeniden ayağa kaldırmaya yöneldiler. Bu adımda örgüt ülke çapında yeniden oluşturulmaya, kurum ve kuruluşlarıyla ayakları üzerine yükselmeye başlamıştı. Bu konuda güçlü bölgelerden kadro transferleriyle bu sürece kaynak yaratılıyordu. Ankara, Adana, İstanbul Samsun, Kayseri, Niğde, İzmir, Balıkesir yeniden toparlanıp merkezi bir işleyişe yöneliyordu.
Örgüt ayağa kalktıkça eylemleriyle de genişliyor, yeni katılımlarla siyasal hedeflerine o günün verileriyle yöneliyordu. Yayın faaliyeti ilk kez legal alanda yürütülmeye başlanmıştı, kitlesel eylemler, sendikal çalışmalar, sivil toplum kuruluşları içinde etkin olma çabaları gündeme gelmişti.
İtirafçı tasfiye etmişti, ancak bu örgüte gönül verenler deşifre edilmelerine rağmen örgütlerine sahip çıkarak yıkılanı yeniden kuruyordu. Bu süreçte öncü rol oynayanlar kadar, tüm militan, kadro ve sempatizanların katkısıyla örgütümüz yükselişe geçmişti. Her birinin diğeriyle yarış içinde örgüte katkı sağladığı bu yükselme sürecinde, ülkemizde yükselen devrimci hareketin ivmesine uygun bir performans sergilenmekteydi.
1978 Mart ayından itibaren gündeme gelen yakalanmalar ise bu süreci etkilememişti. Önemli kadronun ve militanın yakalanması bile örgütün çalışma ivmesini geriletmemişti. Bu yakalanmalarda ser verip sır vermeyen önder yoldaşların örgütsel gelişmelere zindandan yaptığı katkılar, yönlendirmeler, örgüte daha dinamik bir etkinlik sağlamıştı. ‘Yakalanma değil, yakalananların teslimiyeti tasfiye yaratır’ gerçeği bu olayda kanıtlanıyordu.
‘78–‘80 yılları örgütümüzün en aktif faaliyetlilik ve en güçlü duruş dönemi olması da bunu göstermeye yeterlidir. İtirafçının örgütümüze yönelik I. Tasfiye girişimi böylece aşılmış oluyordu.
Zindanda da etkisizleştirilen, örgütsel çalışmanın tüm karar etkinliklerinden uzak tutulan itirafçı Engin Erkiner için verilen cevaz örgütümüzün her zamanki akılla uyumlu işleyişine bir veriydi. İtirafçı itiraflarını üstlenecekti, yoldaşlara yönelttiği suçlamaları reddedecekti. Ona siyasi savunma hakkı verilmedi ve bunu zaten hiç yapmadı. O sadece ifşaatlarının ceremesini çekmek üzere, itiraflarını üstlenmekle görevlendirildi. İlk toplu mahkeme duruşmasında, bayrak açılması ve sloganların atılması sırasında gösterdiği teslimiyetçi, mahkemeye iyi halli görünme mesajı veren, sessiz kalışında ortaya çıkan tutumu, bu itirafçının iflah olmaz şüpheli davranışını dile getiriyordu.
II. TASFİYE GİRİŞİMİ
(1982–1986)
Örgüt 1. Tasfiye girişiminden başarıyla çıkmıştı. Ülke çapında eylem ve etkinlikleriyle mücadelesine devam etmişti. 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi gelip çattığında, örgütümüz gücü oranında demokrasi mücadelesinde ısrar edecek etkinlikteydi. 12 Eylül rejimine karşı dağıtılan ilk bildiri ve bunu dağıtmakta olan Hasan İnci yoldaşımız da, çatışmada ölen ilk şehit olmuştur (19 Eylül 1980. İskenderun). Örgütümüz siyasi iradesini direnmeden yana belirlemiş ve bunun için tüm çabasını sürdürmüştür. Ortadoğu sahasında mevzilenme bu amaç için en uygun karardı. Tam bu noktada itirafçı Engin, yine sahneye çıkıyor ve örgütsel çalışmanın yurt dışı alanında temel olarak Avrupa’da olması gerektiğini ilan ediyordu. Bu anlayış, örgütümüzü mücadeleden uzak tutma yönündeki, tasfiye amacıyla ortaya atılmış bir yaklaşımdı. Oysa 12 Eylül rejimine karşı direnmemiz gerekiyordu. Halkımızın her türden haklarını gasp eden bu faşist rejim ülkemizi büyük bir zindana dönüştürmüş “balyoz” harekâtlarıyla devrimci güçleri sindirmekteydi.
Örgütümüz yurt dışı alanında çalışma merkezinin Ortadoğu olduğunu ilan etti. Bu yönde parti okulu ve kamp çalışmalarını yoğunlaştırdı.12 Eylül darbesinin yıkıcı etkilerinden korunmak üzere güvenli bir liman olarak Ortadoğu’da mevzilerimizi genişletmeye koyulduk. Bölge demokrasi güçleri ve Filistin örgütleriyle kurulan ilişkiler, sosyalist ülkelerle geliştirilen diyaloglarla at başı yürüyordu. Kadrolar, çok yönlü eğitim süreçlerinden geçirilmeye başlanmıştı. Merkez yayın organı CEPHE, 12 Eylül 1981 tarihinde yeniden yayın faaliyetlerine başladı, bu süreç örgüt tarihinde ilk kez yapılan Genişletilmiş Merkez Komite toplantısıyla doruk noktasına ulaştı (1 Mayıs 1982). İç sürecimizde devam eden bu olumlu gelişmelere, Komünistlerin Birliği ittifak girişimi ve kurucu üye olduğumuz Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi’nin (FKBDC) kuruluş çalışmaları eşlik etti. Mücadele 12 Eylül faşist rejimine karşı, imkânlarımız ölçeğinde en etkin şekilde katılımla devam etmişti.
Bu çabalar içinde tüm devrimci hareketlere sunduğumuz imkânlarımızı, yardımları ve güvenlik konusunda yaptığımız katkıları, ülkeye giriş çıkışta değerlendirdiğimiz değişik kanallarımızın sunumlarını burada ayrıntılarıyla aktarmayacağız. Her Acilcinin Acilciliği ile övünebileceği, gurur ve onur duyacağı olumluluklar, bu uzun yıllar içinde durmadan, aksamadan devam etmiştir. Bu onurlu çabaları yok sayanlar, bunları önemsizleştirmek için kurguladıkları yalanlarla örgütümüzün emeklerine yönelik saldırıları gerçekte bir tasfiye girişimi olarak belirmekte gecikmiyordu. Olayın perde arkasında gizli olan sır, burada da çirkin yüzünü gösteriyordu. Merhametsiz bir inkârcılıkla Acilcilerin tüm devrimcilere kattığı değerler ayaklar altına alınarak, II. Tasfiye hareketi İtirafçı Engin’in girişimiyle bir kez daha sahneleniyordu.
II. Tasfiye hareketi, yurtdışında merkez tartışmalarıyla başlamıştı. Örgüt kararımız her alanda en etkin çalışmayı yürütmek olarak belirlemiş, Ortadoğu’nun ülkemize yakınlığı itibariyle bu sahada etkin bir yoğunlaşmayla ülkeye dönüş ve mücadeleye taze kaynak aktarımı temel alınmıştı. İtirafçı Engin Erkiner, bu süreci çelmeleme çabalarına ilişkin, o dönem alttan alta sürdürdüğü ve bugün tümü örgüt arşivinde olan el yazılı mektuplarında kendini ifade ediyordu.
Ne hikmetse bu gün Acilcilikten bahseden bu itirafçı, o gün yoldaşların kafasını bulandırmak üzere TKEP övgüleri yapmakta, Avrupa’nın rahatlığını pazarlayarak yoldaşların ülke dönüşü ve mücadeleye aktif katılımlarını engellemeye çalışmaktaydı. Aynı dönemde PKK içinde çıkan benzeri eğilimler üzerine Başkan Öcalan’la Genel Sekreterlik düzeyinde yapılan görüşmelerde, bu çevrelerin direnen örgütleri tasfiye etmek üzere, Özel Harp Dairesi’nin çabalarıyla ilgileri ve paralellikleri üzerinde hem fikir sağlanıyordu. Kürt özgürlük hareketine her zaman yönelen bu tür tasfiyeci girişimler, yoğunlaşan eylem ve çalışmalarımıza karşı da baş göstermekteydi.
İtirafçı Engin Erkiner’in mektuplarında süren bu kışkırtma, TKEP’in köylü kurnazı kimi yöneticilerince de destekleniyordu. Bir ittifak gücünü tasfiye etme, adam ayartma gibi düşkünce işleri marifet sayanlar, tasfiyecilerle birlik olarak örgütümüzü çökertme girişiminde yer almaktaydılar. O kesitte bizler olayı hala dost güçler çerçevesinde, ideolojik tartışmanın sınırlarında görmekteydik. Bu konuda TKEP’in eleştirisini ihtiva eden ve siyasal literatürümüzde önemli yeri olan, “Türkleşmiş Kürt Tavrı” (Mihrac Ural) adlı eser, bu konunun ana unsurlarına işaret eden bir yanıttı.
1982 tarihi bu açıdan çok önemlidir. II. Tasfiye hareketi böylesi bir ahlaksızlıkla başlamıştı. Kurgulara, komplo teorilerine prim vermemek için, belgesiz, kanıtsız bir yargısız infaz yapmamak için, o kesitte bölgede yer alan emperyalist-siyonist-Arap gericiliği ittifakına karşı ilerici güçlerin mücadelesinin, hangi bağlantı ve gizli ilişkilerle kösteklenmek istendiği ve bunun Türkiyeli örgütlerde nasıl tahribatlar yaratılarak tezgâhlandığı konusuna girmeyeceğiz.
Bir tek hatırlatmamız olacak o da, Hiram Abbas ve benzeri MİT ajanlarının Lübnan’da cirit attıklarını ve bu tasfiyelerde parmaklarının dolaştığını, bu gün ortaya çıkan belgelerden tüm detaylarıyla bilmekteyiz. Şehitlerimizi şaibeli yapmak isteyenlerin de kim olduğu zaten bilinmektedir.
1982 Haziranına doğru giderken ve FKBDC kuruluş toplantısı sırasında (4 Haziran 1982) İsrail, Lübnan’ı işgal harekâtına girişerek savaş başlamış oldu. Savaş tüm şiddetiyle sürerken, örgütümüz savaş cephelerinde kararlıca direnirken bu tasfiyeciler İtirafçının güdümüyle örgütün tüm birimlerine el koyma girişimlerini başlatıyordu. Lümpenler, kaçakçılar, canla başla Siyonizme karşı açık savaşta direnen örgütü arkadan vuruyordu. O günleri yaşayan yoldaşlar, o acılı tabloda şiddetin neden bu insanlara karşı kullanılmadığını hala sorgular dururlar.
Savaş cephesinde direnişimiz sürerken tasfiyecilerin örgüte karşı giriştikleri silahlı çabalara karşı da bir direniş yürüyordu. Bu kesitte İtirafçının ve TKEP’in kışkırtmalarıyla örgüt kampına baskın yapan Müntecep Kesici yoldaş, bir itişme çekişme ortamında, kaza kurşunu ile ölüyordu. Bu ölümün tüm sorumluluğu itirafçı Engin Erkiner ve TKEP’li köylü kurnazlarıdır.
Bu tasfiyeden sonuç almak isteyenler derin devletten başkası olamazdı. Direnen, savaş mevzilerinde olan bir gücü arkadan vurmak, yalnızca Özel Harp Dairesinin arzusu olabilirdi. Konu; sorunların tartışılması ise bunun yolu yordamı ve adabı vardı. MK genişletilmiş toplantısında, Konferans ve Kongre için de karar alınmıştı. Ama derin devletin hizmetlileri abesle iştigallerinde vakit kaybetmek istemiyorlardı. Bu kesitin el yazılı belgelerinin bir kısmı Mihrac Ural yoldaş tarafından daha önceki dosyalarda yayınlandı. Sinsi bir tasfiye, silahlı baskınlarla sonuç almaya girişmişti.
II. Tasfiye girişiminin başında yine İtirafçı Engin Erkiner vardı. Kiminle nasıl bir bağlantısı var? Bunları komplo hareket olarak hafife almamak için, derinliğine senaryolaştırma basitliğine düşmeyeceğiz; ancak tablo buydu. Bir el aramızda örgütümüzü tasfiye etmek için durmadan ortalığı karıştırıyordu. Aynı hat üzerinde, aynı çevrelerin çabaları tesadüf olmanın ötesinde tutumlar gösteriyordu. 26 yıl sonra bu gün sürmekte olan IV. Tasfiye girişiminin de bu kişilerce yürütülmesinin artık tesadüf olması düşünülemezdi.
TKEP’in TKP-B ile kurduğu ittifakında gösterdiği böl-yönet ve tasfiye et türü ilişkinin daha sonraları bize de yönelmesi ve en sonunda itirafçı Engin Erkiner’in de içinde yer aldığı TKEP’in tasfiyesi sürecine ait halkaları bir araya getirdiğimizde, zorlama olmadan bir kirli iş ve ilişkinin olduğu görülecektir. Tasfiye işi ve bunun cemaati bir arada, her kesitte, on yıllardır birbirini bularak “görevlerini” yerine getiriyorlar. Ortak amaç tasfiye olunca, aynı insanlar kümesi, aradan on yıllar da geçse, bir araya gelip “görevlerini” yerine getiriyorlarsa bunun derin devletten bağımsız olduğu düşünülemez.
Ülkemiz sol hareketi tarihi yazılırken, bu verilerin önemi zamanla ortaya açık şekilde çıkacaktır. Buna dikkat çekmekle yetineceğiz.
II. tasfiye hareketi, örgütü yok edemedi, bölemedi de. Ancak yıprattı. Sorunlu bir grup, itirafçıyla birlikte TKEP’e sığıntı oldu. Bu sığınma, kısa süre sonra da çözüldü. Arada hiçbir siyasal bağın olmaması bu gerçeği onlara da dayattı. TKEP her zamanki gibi yüzü kara çıktı; köprüyü geçene kadar ayılara dayı diyenler şahsi kurtuluşları için siyasal mücadeleyle her türden bağlarını keserek TKEP’i de terk ettiler.
II. Tasfiye girişimlerine, 1. Kongreyle cevap verildi. (25 Kasım -1 Aralık 1986) Gelişme dinamiklerimiz sayesinde o koşullarda çok güç olan böylesi bir kongrenin örgütlenmesi rahatlıkla başarıldı.
1.Kongre ve Üç MİT Ajanının Yakalanması
1. Kongre gücümüzdü. MİT üzerimize gelse de artık güçlüydük. Üç MİT ajanı yakaladık. İkisi açlıktan, zorluklardan teslim olmuş, kendini satmıştı. Üçüncüsü Şahin. Kod adını kimden esinlenerek almışsa -bu gün bize karşı saldırıların başında olan- İbrahim Yalçın’dı! Tümünün itirafları el yazılı belge olarak alındı. Bu konuda bugüne kadar devam eden eleştiri; bu ajanlara neden şiddet uygulanmadığıdır. Etkisizleştirmenin yolu mutlaka şiddetten geçmiyordu. Kuşatılması gerektiği gibi kuşatıldılar. Güçlü örgüt, tüm dengeleri ve sonuçlarını hesap ederek önlemini alır ve bu etkisizleştirmeyi ikame eder. 150. 000Tl karşılığı 1. kongremizi ispiyonlamaya gelmiş İbrahim Yalçın uygun biçimde etkisiz ve yetkisiz apoletlendirildi. 1. kongrenin yükseliş ivmesi yeni sorunlarla derin devletin arzuladığı iç çatışmalarla engellenmemeliydi. Uygun olan karara bağlandı ve uygulandı.
1. Kongre her alandan gelen temsilcilerin, PKK lideri Öcalan yoldaşın, Filistinli örgüt temsilcilerinin katılımıyla yapıldı. Her delege sonsuz konuşma hakkına sahipti. 1. Kongremiz örgütü, gerçek anlamda bir kurumsal ve kurallar örgütü haline getirdi.
İtirafçı ve avenesi yıkıp durdu, bizler ise üretmeye, inşa etmeye devam ettik.
III. TASFİYE GİRİŞİMİ
(1986–1993)
Bu girişim II. tasfiyenin devamı olarak Avrupa sahasında sürdü. Avrupa’daki çalışmalarımızı yıkmak amacı taşıyordu. Uzun yıllar Avrupa’nın tüm ülkelerinde başkent ve önemli şehirlerinde yaptığımız örgütsel çalışmanın tasfiyesine yönelmişti.
Bu süreçte MİT ajanı İbrahim Yalçın ortağı itirafçı Engin’le devreye girdi. İbrahim Yalçın’ın o günlerde cezaevlerine yazdığı mektuplar, kışkırtıcı-provakatif çabaları gözler önüne seriyordu. 2 Kasım 1987 tarihli mektubuyla, Avrupa’ya varalı henüz üç ay geçmemiş iken başlattığı çabalara kesintisiz devam ederek, 22 Temmuz 1988 tarihli daktilo yazımı olan ve altında kendi imzası bulunan mektupta, zindandaki yoldaşları umutsuzluğa, örgüte karşı sorunlu hale getirmeye yönelmesi bu çalışmaların nasıl bir organize iş olarak yürütüldüğünü gösteriyordu.
Avrupa çalışmalarımız 1980 yılına kadar uzanan çalışmalardı. Hanna yoldaşın önderliğinde geniş ve kapsamlı seminer ve konferanslarla süren çalışmalar, dernek ve siyasal etkinliklerimizle her alanda kendimizi ifade edebilecek bir boyut kazanmıştı. 1982 tasfiye girişimlerine karşın örgütsel yapı dinamizminden bir şey kaybetmemişti. 1. Kongre’nin ardından yoğun olarak ilgilenilen Avrupa çalışması önemli bir gelişme düzeyine ulaşmıştı. 80’li yılların sonlarına doğru Avrupa çalışması oturmaya başlayınca, zindanlardaki yoldaşlara da olanaklar ölçüsünde katkı da başlamıştı (gönderim dekontları arşivdedir). Aynı zamanda, ATAK dergisinin İstanbul’da legal olarak çıkması için önemli adımlar atılmıştı. Bu gelişmeler bir kez daha tasfiyecileri harekete geçirdi.
Bu süreçte de TKEP, üzerine düşen tasfiyeci rolü İtirafçı Engin Erkiner’le oynamaya başladı. MİT ajanı İbrahim Yalçın devrede mekik harekâtı yapıyordu. Aralarında hiçbir siyasi ortaklık olmayanlar vehimlerden oluşmuş düşmana karşı birleşmişti. Çalışmalarımız nerede ve ne zaman aktifleşiyorsa orada aynı kişiler devreye giriyordu. İçinde yer aldıkları örgütlerle değil, bizim aktivitelerimizle savaşıyorlardı. Bu tasfiyenin tek amacı, gelişen Avrupa çalışmalarımıza darbe vurmaktı.
Bu süreç basına da yansıdığı gibi (Milliyet 9 Aralık 1988), örgütümüze yönelik Fransız Anti-terör timlerinin (DST) baskınına kadar ilerledi. Bu baskın Mihrac Ural yoldaşın 67. Dosyada da açıkladığı gibi tüm belgeleriyle ve kesin kanıtlarla MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın ihbarıyla gündeme geldi. Avukata gizli kalması koşuluyla savcılık tarafından verilen belge bu operasyonda zindana atılan yoldaşlarımıza da gösterildi. Amaç, örgüt lider ve kadrolarını terörist olarak lanse edip Türkiye’ye teslimlerini sağlamaktı. Bu operasyon ardından Türkiye Dışişleri Bakanlığınca örgüt lider ve kadrolarımızı talep ettiği de bilinmektedir (geniş bilgi için Bkz. http://tarihselhainler.com/ 67. Dosya)
1990’lı yıllara gelirken dünyada gerileyen sol hareketlerin oluşturduğu dağılma bu sahadaki çalışmalarımıza olumsuz etkiler yapıyordu.
TKEP saflarına katılan bir gurup insan bu tasfiyede bir biçimde rol oynarken hiçbir siyasal kaygı taşımıyordu. Yaptıkları sadece bir sığınma girişimiydi. Devrim, devrimcilik, siyaset onlar için bitmişti. Siyasal algı dönemlerini bireysel olarak kapatmışlardı. Para kazanıyorlardı ve kimisinin dediği gibi ”sınıf atlamışlardı”. Örgütlü olmak bir yüktü, disiplin altında bulunmak, halk gibi yabancısı oldukları değerler için mücadele etmek, dava sahibi olmak saçma olarak geliyordu. ‘Örgütsüz olunuz’ nidaları sarmıştı her taraflarını.
Buna Avrupa’da ortaya çıkan örgütsel hatalarımızın da yarattığı boşluk katkı sağlamıştı. Bu dönem dünyanın her yerinde solun gerilemesine tanık oluyorduk: Türkiye devrimci hareketleri bundan da payını yeterince almıştı. Örgütümüz de bu süreçte önemli gerilemeler yaşadı.
İtirafçı Engin ve ortağı MİT ajanı İbrahim Yalçın, akıl almaz şaklabanlıklarla TKEP saflarına katılırken, kazanan TKEP olmuyordu. Tasfiye virüsü TKEP’in kanına karışıyordu. Bu dönemin, TKEP‘i tasfiye dönemi olarak gündeme gelmesinin anlamını burada bilince çıkarmak gerekiyor. Bu tasfiyeciler orada da derin işlerine devam ettiler. TKEP’i bitirdiler.
Nerede bulunuyorlarsa, orda bir sakatlık, bir tasfiye hareketi gündeme geliyordu.
IV
BUGÜNKÜ SALDIRILAR VE DÜNÜN İZLERİ
Tarihsel sürecimizde yaşadığımız bu 3 tasfiye girişimi ekseninde, son günlerde yaşanılan saldırıları değerlendirdiğimizde, tablo çok daha net olarak ortaya çıkmaktadır. Bu gün yapılan bu alçakça saldırılar açıkça Özel Harp Dairesi yöntemiyle yöneltilmektedir. Bu saldırıların 26 yıl öncelere dayanan kökleri var. Hala örgüte karşı karalama ve şaibe yaratma yarışı olarak da sürmektedir. İlginç olan, 26 yıldır TKEP’li olmalarına karşın Acil’e saldırmalarıdır. Bu kadar yıl sonra örgüt yine aynı kişilerce hedef seçiliyordu. Süreç içerisinde evirilerek bugüne gelen ve hızlanan etkinliklerimiz, yazınsal faaliyetlerimiz, çevremizin yeniden toparlanması ve kitlesel eylemlere yönelişimiz derin devletin aynı çömezleri üzerimize salmasına neden oldu.
Bu yeni hamle de tesadüf değildi.
Bugün bu süreç devam eden ‘geçmiş değerlendirmeleri’ ışığı altında sürmektedir. Aynı kişiler saldırılarını, kara çalmalarını, kurgu, uydurma ve yalanlarla sistemli şekilde ortaya koymaktadırlar. Bu kez kin öylesine bir boyut almış ki, nerede derin devletin işi, nerede şahsi kin, bilinmez olmuş.
Son yıllarda yaptığımız belirlemeler, demokrasi mücadelesinde Ülkemiz soluna da bir açılım şansı tanımaktadır: Sığlık içinde, varlığı bile tartışmalı durumda olan ülke solunun çıkış kanallarından birinin bu çabalarla zenginleşecek demokrasi mücadelesine bağlı olduğu belirlenmiştir. Bu belirlemeyle birlikte yerel alanlarda etkin çabalar da başlamıştır. Mücadelemiz meydanlara kitleler halinde inmeye ve demokrasi mücadelesine katabileceği tüm etkinlikleri ve değerleri akıtmaya çalışmaktadır.
Saldırı da tam bu noktada milliyetçi zemin üzerinde örgüt değerlerine ve etkinliklerine yönelmeye başlamıştır. III. tasfiye hareketi üzerinden 19 yıl geçmişti. Bu çevreler artık Acilcilerin buharlaşıp yok olduğunu, tam tasfiye edildiğini sanmışlardı. Zaten 26 yıldır TKEP saflarında bulunuyorlardı.
Bitmiş, dağılmış, yok olmuş olduğumuzu, bir daha ayağa kalkmamızın imkânsız olduğunu sanıyorlardı. Oysa 32 yıldır hiç kesilmeden devam eden çabalar, emekler, ilişkiler III. Tasfiyenin ve dünyada ortaya çıkan büyük gerilemenin külleri altında bir köz olarak tüm canlılığıyla yaşıyordu. Gücümüz oranında ülkedeki çalışmalarımızı, yayın faaliyetlerimizi, dernek ve sanat etkinliklerimizi kesintisiz bir şekilde sürdürüyorduk. 32 yıldır aksamadan yürüyen işleyişimizle, demokrasi mücadelesinde dağılmadan, gerilemelerden etkilenmeden kararlıca yolumuza devam ediyorduk. Sayılarla ilgili sorulacak soru, öncelikle tüm solun sayısal varlığını bilerek onun içindeki payımızla uğraşmalıydı. Büyük gerileme kesitlerinde siyasal doğrular arkasında dik duruş ve tutum alış geleceğe hazırlığın tek garantisiydi. Biz bunu başardık. Bu gün ilgi konusu, saldırı konusu olmamızın başka bir izahı yoktur. Düşmanlarımızın bu ölçüde kinle yaptıkları saldırı, web sitelerini tümüyle bize ayırmalarının başka anlamı olamaz. Olmayanla kimse uğraşmaz, meyve vermeyen ağaç taşlanmaz…
Saldırılar Devlet Kaynaklıdır
Bugünkü saldırıların bize yönelmesinde bu verilerin önemi ortaya çıkmaktadır. Bu süreç Kürt hareketinin özgürlük ve demokrasi mücadelesinin yükseldiği ve 29 Mart seçimleriyle artık açıkça “özerklik” taleplerini seslendirdiği bir dönemdir. Bu aynı zamanda siyasal tespitlerimizin bir kez daha doğrulanmasıydı. Kürt özgürlük hareketinin başarısını kendi başarımız olarak algılayan ve buna tümüyle destek olan bizler, bize yönelik tasfiyeci hareketlerin gerçekte milliyetçilik temelinde Kürt halkına yönelen tasfiyecilikle aynı merkezden yöneltilmekte olduğu bilmekteyiz.
Bu konuda halkımız ve yoldaşlarımızın duyarlı olmasını bir kez daha dikkatle dile getirmekteyiz.
Komplo teorisine asla prim vermeden, ancak ortaya çıkan kesişme ve benzerliklerin tesadüf olmadığını bilince çıkartarak hareket etmemiz gerekmektedir. Bu iddiamızın belgesel dayanağı, örgütümüze yönelik tasfiye hareketinde el yazılı itirafıyla MİT hesabına çalıştığını belirten İbrahim Yalçın’ın, itirafçı Engin Erkiner’le geçmişten bu yana her tasfiye döneminde ortaya birlikte çıkışlarıdır.
İşte bu ekip ülkemizde demokrasi mücadelesinin aldığı yeni boyutlarda mücadelemizin göstermeye başladığı etkinlik karşısında yeniden harekete geçmek üzere işaret aldı. 26 yılı aşkın süredir, TKEP saflarında olmalarına karşın sanki hala Acilciler içerisindeymiş gibi, iç sorunlarımızla ilgili taraf olarak kendilerini ortaya koymaları tesadüf değildir. Akıllara ziyan bu duruş, önce örgütsel sürecimizi şaibeli göstermeye yöneldi. Örgütsel geçmişimize ait her şeyi kirletmeye, tüm değerleri iğrenç olarak tanımlamaya ve bir bütün olarak örgütü “polis akademisi” olarak suçlamaya yöneldiler.
Şehit yoldaşların şahadetlerini şaibeli yaptılar, bölge gericiliğine, İsrail ve emperyalistlere karşı savaşta şehit düşenleri bir daha katlettiler. İsrail’in Lübnan işgali sırasında Filistinlilerle ve Lübnan yurtsever halkıyla dayanışma içerisinde onlarca yoldaşımızın fiilen savaşa fedakârca katılımının erdemini kirletmeye çalıştılar. Şehit yoldaşlarımızın ailelerinin duygularıyla oynayarak bu aileleri mücadelenin karşıtı bir noktaya çekmek istediler. Her türlü ahlaksızlıkla insanları savurmaya, örgütsüzleştirmeye, ideallerinden koparıp sefilleştirmeye çalıştılar. Akılların almayacağı kurgularla, ispatı kanıtı olmayan hikâyelerle, ölüleri bile konuşturarak, ahlaksızca suçlamalara yöneldiler. Devrimcilerin onurlu geçmişlerine kara çalmaya çalıştılar: “geçmişi olanın geleceği olamaz” gibi akılsız söylemlerle herkesin geçmişini inkâr için çağrı yaptılar. Tek amaç, en değerli geçmişimizi yok etmekti, geleceksiz bırakmaktı. Bu saldırıların hedefinde hangi isim yer almış olursa olsun, esas hedef; bugüne kadar bu saflarda sempatizan düzeyinden Genel Sekreter düzeyine kadar tüm yoldaşlarımızdır. Ve tüm yoldaşlarımızın çabaları, emekleri, idealleri, onurları, özverileri, yattıkları zindan yılları, çektikleri işkenceleri ve yarattıkları tüm değerleri hiçleştirmektir. Bu hedef tam da devletin hedefidir. Devlet bu hedefe ne en azılı faşist katillerle ulaşabilirdi, nede İbrahim Şahin gibi Özel Harekât Dairesi yöneticileriyle. Ama Özel Harekât Dairesi, Şahin kod adlı MİT ajanı İbrahim Yalçın ve itirafçı Engin Erkiner aracılığıyla, yanlarına isimlerini anmaya deymez birkaç satılmış vererek bu hedefe ulaşmaya çalışıyor.
Eleştiri yerine, iş edindikleri yalan uydurmalarıyla direnenleri, ser verip sır vermeyenlerin bu güne kadar dik duran tutumlarını kirletmeye çalıştılar. Buna hala devam etmektedirler. Yükselen etkinliklerimiz onlar için bir yıkım oldu. Yoktan var olmuş gibi görmek istediler, inanmadılar. Oysa on yıllardır devam eden kararlı, inatçı bir çalışma kendi özgün kimliğiyle kendini ifade etmeye başlamıştı. Bu saldırıların, bu tasfiye girişimlerinin altında bu gerçeklik yatıyordu.
1 Mayısta, yine kitlesel olarak meydanlara inildi. Mesajımızın halkımıza ulaştığı ortaya çıktı. Hiçbir çaba boşuna değildi. Dünün onurlu Acilcileri, bugünün özgün şekillenmesiyle, demokrasi mücadelesi içerisindeki yerlerini alıyorlardı. Onurlu tarihlerine sahip çıkarak bu günde, bu günün siyasal biçimlenişinde yeniden etkin bir şekilde yer alınmış ve mücadeleye yeni eksende devam kararlılığı gösterilmiştir.
Tasfiyecilerin, itirafçısından satılmışına kadar oluşturdukları cemaatle, on yıllardır ilgilerinin olmadığı değerlerimize el birliğiyle saldırmalarının anlamı derin devlet işinde yer buluyor. Bunun başka bir izahı yoktur. Bu kadar kin bu kadar kara çalma ve yalan bir araya başka türlü gelemezdi.
Olay örgütsel tarihi yıpratmak, kirletmek olarak da ele alınamaz. Bu çabaların taşıdığı kin öylesine derin gözüküyor ki, şahsi olanla Özel Harp Dairesi görevleri birbirine karışmış gibidir. Saldırılarda durmadan yaptıkları ihbarlar, eylemleri ve eylemlerde yer alanları, adresleri, kimliklerin ifşa edilmesi, dostlarımızla ilişkilerin, yaşamsal onurlu emek çalışmalarımızın ele verilmesinin bir arada sürmesi bu işlerin ne kadar kirli amaçlarla yapıldığını göstermektedir.
Dün itirafçılıklarıyla örgütü tasfiye etmek isteyenlerin bu gün ihbarlarıyla Doğu Perinçekçi çizgide seyretmeleri tesadüf değildir.
1977 Ağustos yakalanmalarından bu yana, sürekli yıkan, bölen, itirafçı olan, ihbar eden, satan bunlardı; bunu el yazılı belgelerle kanıtladık. Bu gerçekleri resmi belgelerle ortaya koyduk. Ortaya koyduğumuz iddiaları böylesine kesin kanıtlarla ispat ettik.
Bugün saldırılarında dillerine doladıkları her konu ile ilgili ayrıntılı açıklamalar zamanında ve ayrıntılı olarak devrimci kamuoyuna yapılmıştır. Bu saldırılara yanıt verilirken de bıkmadan, belgelere ve kanıtlara dayanarak dosyalar halinde açıklamalardan kaçınılmamıştır.
Ve buradan bir kez daha belirtiyoruz ki;
Bu tasfiye girişimleri asla tesadüf değildir.
Bizlere yönelik saldırılarda her malzeme kullanılmıştır. Yapılabilecek her saldırı yapılmıştır. Bütün bunlara gerekli olan her cevap verilmiş ve saldırıların devlet kaynaklı olduğu bilinmesine rağmen saldırı sahiplerini değil, ilgili kamuoyunu muhatap alma sorumluluğu ile yanıtlar verilmiştir. Bundan sonra gelebilecek saldırılar eskilerin küfürlerle bezenmiş tekrarlarından başka bir şey olamaz. Bizim ise küfürlerle ve düzeysiz polemiklerle işimiz olamaz. Değerlerimize hakaret ve küfre olan uygun yanıt hakkımız saklı kalmak kaydıyla bu konuda son sözümüzü bu yazıyla söylemiş oluyoruz. Böylece bu konuları biz kendi açımızdan sonlandırmış oluyoruz.
Bizler demokrasi mücadelesi içerisindeki etkin yerimizde çalışmalarımıza devam ediyoruz. Böyle bir sorunu olmayan zavallılar ise, asli görevleri olan derin devlet hizmetindeki ‘devrimci mücadeleye ve değerlere saldırı görevlerine’ devam edeceklerdir. Mücadelenin doğal seyri de budur: Bir yandan kervan yürür, diğer yandan itler ürür!
24–30 Kasım 2008 tarihleri arasında “Şehitler Haftası” düzenlemeye karar verdiğimiz Eylül 2008’den bu yana devam eden bir saldırı ile karşı karşıyayız. Bu saldırı Mihrac Ural yoldaş nezdinde tüm değerlerimize yöneldiği gibi, doğrudan geçmişimize ve bugünkü değerlerimize yöneltilmektedir.
Bu saldırılar ile ortaya çıkan “polemik”, izleyen muhataplar açısından çok çirkin görünse de bu çirkinlik, saldırıyı yapanlar tarafından zaten amaçlanan bir şeydir. Bu çirkin saldırılar karşısında yanıtsız kalınamazdı. Ancak yanıt verilse de verilmese de böylesi saldırıların yaratacakları çirkinliklerin önüne geçilmesi mümkün değildir. Saldırıların sahiplerinin hedefi tam da budur. Amaç şüphe yaratmak, devrimci değerlere yönelik iticilik oluşturmak ve devrimci safları zayıflatmaktır. Böylece mücadelemizin önüne setler çekmektir. Hedef bu olunca onlar açısından yol ve yöntemin etik kurallarının önemi kalmamaktadır.
Devam eden saldırılara karşı Mihrac Ural yoldaşımız bütün hareketimiz ve tüm değerlerimiz adına gerekli yanıtları vermiştir. Verilen yanıtlar, devrimci değerler kaygısı gözetilerek, belgelere ve kanıtlara dayanarak verilmiştir. Gerek Mihrac Ural yoldaşımızın, gerekse de başka yoldaşlarımızın verdikleri yanıtlar, devrimci değerlerimize sahip çıkmanın, onurlu değerlerimizin-tarihimizin sahiplenilmesinin ve doğrularımızın arkasında duruşumuzun ifadesidir. Bu yanıtlar, geçmişten bu yana bu değerlerin oluşumunda pay sahibi olan, bu onurlu tarihin içinde yer almış olan ve bu tarihin değerlerini korumakta olan herkes adına verilmiştir. Kendi değerlerine yabancılaşıp o değerleri çiğner duruma düşmüş, hatta geçmişine küfür eden zavallılar için ise nedamet bataklığında çırpınmak dışında bir şey kalmamaktadır.
Demokrasi mücadelesi tarihimizde her zaman doğrularımızın arkasında durduk. Mücadele seyrimizde ilerlemeler ve gerilemeler olmuştur. Ancak her dönemde doğrularımızın yaşama geçmesi doğrultusunda zindanlar, işkenceler, sürgünler, şehitler ve her türden özverili çalışmalar pahasına mücadeledeki yerimizi aldık. Bu tarih tüm Acilcilerin onurlu tarihidir. Her onurlu Acilci nerede ve hangi konumda olursa olsun bu onurlu tarihini korur. Bir zamanlar hasbelkader içimizde yer almış olup şu anda onurlu tarihimize saldırır konumda olanların ne Acil ile ne de bu onurlu tarih ile bağları yoktur. Onlar bu onurlu tarihin karşısında, bizlere ve tüm devrimci değerlere alçakça saldıran, devletin uzantısı konuma düşmüş zavallılardır. Saldırılarını da “devrimci” görüntüsü ile yapmaktan çekinmemektedirler. Oysa “devrimcilikleri”, iradelerini devlete teslim ettikleri tarihin çok gerisinde kalmıştır.
“Acilciler” tarihi süreci içinde bize yönelik her türden saldırı yaşanmıştır. Bizleri yok etmek için, bölmek ve yoldaşı yoldaşa vuruşturmak için, sonuçta bizi tasfiye etmek için devletin derin-açık faaliyetleri sürmüştür. Ajanlarıyla, itirafçılarıyla, işbirlikçileriyle, genç ve dinamik olan yapımıza karşı karalamalar, yalan kurgularla dün olduğu gibi bu günde saldırılar devam etmektedir.
Acil’in etkinliği, evirilerek bugüne gelen ve yoğunlaşan çabaları bu saldırıları gündeme getirmektedir. Etkin olma, mücadeleye ısrarla devam etme kararlılığımız bu saldırılara neden olmaktadır. Bu durum ülkemiz devrimci hareketinde dinamik tüm örgütlerin karşı karşıya kaldığı bir durumdur. Özellikle ülkemiz farklılıklarının özgün örgütlenmelerine, kimlik ve hak taleplerinde ısrarlı olanlara karşı Özel Harp Dairesi’nin bitip tükenmez saldırıları gündeme gelmektedir.
Tarihimizde bu süreç çeşitli saldırılarla sürmüştür. Şu an üzerimize yönelen yeni saldırıyla birlikte IV. Tasfiye saldırısı gündeme gelmektedir. Örgüt tarihimizin yazım çalışmalarının başladığı bu kesitte bu evreleri ve birbiriyle bağlantıları eski yeni tüm yoldaşların ve kamuoyunun bilgisine sunmayı görev sayıyoruz.
Bu açıklamalarla birlikte bu sayfayı kapatmış, son noktayı koymuş olacağız. Değerlerimize, tarihimize saldıranlar söyleyebilecekleri her şeyi söylemiş oldular. Her türlü çarpıtmayı yapmaya çalıştılar. Her türlü yalana başvurdular. Bu uğurda herkesten yardım talep ettiler. Şu veya bu şekilde örgütle sorun yaşamış olanların çelişkilerinden yararlanıp bunları silah olarak kullanmaya çalıştılar. Hepsine de sorumluluk duyarlılığı ile değerlerimizin, doğrularımızın, onurlu tarihimizin savunucuları olarak hepimiz adına yanıtlar verildi. Doğrular anlatıldı. Belgelere, tanıklara dayanarak gerçekler ilgili herkese anlatıldı. Sabır, genişlik ve devrimci sorumluluk ile her saldırıya gerekli yanıtlar verildi. Saldırıların dipsiz çirkinliklerine karşın devrimci üslubun ve ilkeli değerlerin dışına çıkılmadı.
Saldırılar, başından beri çok ağır tahriklerle devam etti. Canlarını, emeklerini, bedenlerini, ideallerini, umutlarını bu mücadeleye ve tarihe yatırmış olan yoldaşlarımızın bu onurlu geçmişlerine yapılan küfürler doğaldır ki duygusal birçok tepki de yaratıyordu. Ancak mücadelemizde duygusal tepkilerle örülü adımlar yoktur. Bu doğrultuda tüm tepkisel kalkışmalar frenlenmiştir.
1.TASFİYE GİRİŞİMİ
(1977 AĞUSTOS İSTANBUL YAKALANMASI)
Birinci tasfiye 1977 Ağustos İstanbul yakalanmalarıyla gündeme gelmiştir. Bu yakalanmaların öncesinde Ankara’da gündeme gelen yakalanmalar ve örgütün Ankara birimi üst yöneticilerinin ölü ya da diri tasfiyesinden sonra İstanbul’a geçen Engin Erkiner, bu kez İstanbul dâhil ülkedeki tüm örgüt birimlerine ve olanaklarına yönelik tasfiyeye girişmiştir. Bu tasfiyede temel rol oynamıştır. Ankara tasfiyesinde bu itirafçının rolü nedir? Bunun sorgulanması yapılacaktır. Bu satırlarda açık ve net belge, kanıt ve tanık olmadan hiç kimseye bir suçlama yöneltilmeyecektir. Örgüte yönelik I. Tasfiye girişiminin resmi belgeleri üzerinden edinilen bilgilerle Ankara’da yürütülen tasfiyenin dikkate alınması gerektiğine işaretle yetinilecektir.
Engin Erkiner, İstanbul’da polisin eline düştüğü an, örgütü ülke çapında tasfiye etmek üzere polisle anlaşmaya oturmuştur. 20 sayfalık polis ifadesinde sadece İstanbul’da bildikleriyle değil, ülkenin en ücra köşesinde bildiklerini ev ev, adres adres, isim isim, yetki ve sorumluluklarıyla, örgütsel ilişkide yer alan ve olası eylemlerle bunları kimin yapabileceğini de içeren “kronolojik sıra içinde” (Polis İfadesi s:12) örgütü polise vermiştir.
“Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim” (Engin Erkiner İfadesi, s:16)
Bu tabloyu daha iyi kavramak için yorumsuz olarak İtirafçı Engin’in polis ifadesini okumak yeterlidir. Bir hasım iddiası, bir duyum, bir karalama ve suçlama için bunların söylenmediğini anlamak açısından bu ifadeyi yorumsuz okumak yeterli olacaktır. (Bkz. http://tarihselhainler.blogspot.com/ )
Tarihi yazarken belgelere-kanıtlara dayanmak, dedikodu, duyum, hikâye- kurgudan uzak olmanın sorumluluğuyla yoldaşlar, İtirafçı Engin’in polis ifadesini yayınladılar. Resmi belge ortaya koydular. İtirafçının örgüte karşı bu güne kadar süren tasfiye çabalarının altında nelerin yattığını, kimlerle hangi zeminde, ne tür anlaşmaların yapıldığını, ortağı MİT ajanı İbrahim Yalçın’la bu son buluşmasının gerekçelerini düşünerek bu tasfiye sürecinin iç bağlantılarını belirginleştirmek zor olmayacaktır.
1977 Ağustos yakalanmaları öncesinde Engin Erkiner Ankara’dan gelmişti, orada örgüt üst komitesinde (Ömür Karamollaoğlu’nun o dönemde yoldaşlara aktardığı çok önemli bilgiler ışığında) sürtüşmelerin ve çelişkilerin olduğu gerçeğini burada hatırlatmak gerekmektedir. Silik kişiliğiyle, aktif yöneticiler karşısında sürekli ikinci sırada yer alan bu itirafçının taşıdığı kin ve bireyci hırs davranışlarıyla da uyumluydu. Siyaseti kin üzerinde yürüten bu kişinin, zayıf düştüğü an polisle her türden çirkin işbirliğine girmesi gündeme geliyordu. Tecrübesi olan her devrimcinin bildiği bu durum, itirafçının polis ifadesinde anlamını buluyordu.
Örgütümüz ülke çapında deşifre olmuştu. Aranmayan bir sorumlu ve kadro bırakılmamıştı. Firari koşullarda kalan militanlar, kadrolar, ağır kovuşturma koşullarına rağmen örgütü yeniden ayağa kaldırmaya yöneldiler. Bu adımda örgüt ülke çapında yeniden oluşturulmaya, kurum ve kuruluşlarıyla ayakları üzerine yükselmeye başlamıştı. Bu konuda güçlü bölgelerden kadro transferleriyle bu sürece kaynak yaratılıyordu. Ankara, Adana, İstanbul Samsun, Kayseri, Niğde, İzmir, Balıkesir yeniden toparlanıp merkezi bir işleyişe yöneliyordu.
Örgüt ayağa kalktıkça eylemleriyle de genişliyor, yeni katılımlarla siyasal hedeflerine o günün verileriyle yöneliyordu. Yayın faaliyeti ilk kez legal alanda yürütülmeye başlanmıştı, kitlesel eylemler, sendikal çalışmalar, sivil toplum kuruluşları içinde etkin olma çabaları gündeme gelmişti.
İtirafçı tasfiye etmişti, ancak bu örgüte gönül verenler deşifre edilmelerine rağmen örgütlerine sahip çıkarak yıkılanı yeniden kuruyordu. Bu süreçte öncü rol oynayanlar kadar, tüm militan, kadro ve sempatizanların katkısıyla örgütümüz yükselişe geçmişti. Her birinin diğeriyle yarış içinde örgüte katkı sağladığı bu yükselme sürecinde, ülkemizde yükselen devrimci hareketin ivmesine uygun bir performans sergilenmekteydi.
1978 Mart ayından itibaren gündeme gelen yakalanmalar ise bu süreci etkilememişti. Önemli kadronun ve militanın yakalanması bile örgütün çalışma ivmesini geriletmemişti. Bu yakalanmalarda ser verip sır vermeyen önder yoldaşların örgütsel gelişmelere zindandan yaptığı katkılar, yönlendirmeler, örgüte daha dinamik bir etkinlik sağlamıştı. ‘Yakalanma değil, yakalananların teslimiyeti tasfiye yaratır’ gerçeği bu olayda kanıtlanıyordu.
‘78–‘80 yılları örgütümüzün en aktif faaliyetlilik ve en güçlü duruş dönemi olması da bunu göstermeye yeterlidir. İtirafçının örgütümüze yönelik I. Tasfiye girişimi böylece aşılmış oluyordu.
Zindanda da etkisizleştirilen, örgütsel çalışmanın tüm karar etkinliklerinden uzak tutulan itirafçı Engin Erkiner için verilen cevaz örgütümüzün her zamanki akılla uyumlu işleyişine bir veriydi. İtirafçı itiraflarını üstlenecekti, yoldaşlara yönelttiği suçlamaları reddedecekti. Ona siyasi savunma hakkı verilmedi ve bunu zaten hiç yapmadı. O sadece ifşaatlarının ceremesini çekmek üzere, itiraflarını üstlenmekle görevlendirildi. İlk toplu mahkeme duruşmasında, bayrak açılması ve sloganların atılması sırasında gösterdiği teslimiyetçi, mahkemeye iyi halli görünme mesajı veren, sessiz kalışında ortaya çıkan tutumu, bu itirafçının iflah olmaz şüpheli davranışını dile getiriyordu.
II. TASFİYE GİRİŞİMİ
(1982–1986)
Örgüt 1. Tasfiye girişiminden başarıyla çıkmıştı. Ülke çapında eylem ve etkinlikleriyle mücadelesine devam etmişti. 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi gelip çattığında, örgütümüz gücü oranında demokrasi mücadelesinde ısrar edecek etkinlikteydi. 12 Eylül rejimine karşı dağıtılan ilk bildiri ve bunu dağıtmakta olan Hasan İnci yoldaşımız da, çatışmada ölen ilk şehit olmuştur (19 Eylül 1980. İskenderun). Örgütümüz siyasi iradesini direnmeden yana belirlemiş ve bunun için tüm çabasını sürdürmüştür. Ortadoğu sahasında mevzilenme bu amaç için en uygun karardı. Tam bu noktada itirafçı Engin, yine sahneye çıkıyor ve örgütsel çalışmanın yurt dışı alanında temel olarak Avrupa’da olması gerektiğini ilan ediyordu. Bu anlayış, örgütümüzü mücadeleden uzak tutma yönündeki, tasfiye amacıyla ortaya atılmış bir yaklaşımdı. Oysa 12 Eylül rejimine karşı direnmemiz gerekiyordu. Halkımızın her türden haklarını gasp eden bu faşist rejim ülkemizi büyük bir zindana dönüştürmüş “balyoz” harekâtlarıyla devrimci güçleri sindirmekteydi.
Örgütümüz yurt dışı alanında çalışma merkezinin Ortadoğu olduğunu ilan etti. Bu yönde parti okulu ve kamp çalışmalarını yoğunlaştırdı.12 Eylül darbesinin yıkıcı etkilerinden korunmak üzere güvenli bir liman olarak Ortadoğu’da mevzilerimizi genişletmeye koyulduk. Bölge demokrasi güçleri ve Filistin örgütleriyle kurulan ilişkiler, sosyalist ülkelerle geliştirilen diyaloglarla at başı yürüyordu. Kadrolar, çok yönlü eğitim süreçlerinden geçirilmeye başlanmıştı. Merkez yayın organı CEPHE, 12 Eylül 1981 tarihinde yeniden yayın faaliyetlerine başladı, bu süreç örgüt tarihinde ilk kez yapılan Genişletilmiş Merkez Komite toplantısıyla doruk noktasına ulaştı (1 Mayıs 1982). İç sürecimizde devam eden bu olumlu gelişmelere, Komünistlerin Birliği ittifak girişimi ve kurucu üye olduğumuz Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi’nin (FKBDC) kuruluş çalışmaları eşlik etti. Mücadele 12 Eylül faşist rejimine karşı, imkânlarımız ölçeğinde en etkin şekilde katılımla devam etmişti.
Bu çabalar içinde tüm devrimci hareketlere sunduğumuz imkânlarımızı, yardımları ve güvenlik konusunda yaptığımız katkıları, ülkeye giriş çıkışta değerlendirdiğimiz değişik kanallarımızın sunumlarını burada ayrıntılarıyla aktarmayacağız. Her Acilcinin Acilciliği ile övünebileceği, gurur ve onur duyacağı olumluluklar, bu uzun yıllar içinde durmadan, aksamadan devam etmiştir. Bu onurlu çabaları yok sayanlar, bunları önemsizleştirmek için kurguladıkları yalanlarla örgütümüzün emeklerine yönelik saldırıları gerçekte bir tasfiye girişimi olarak belirmekte gecikmiyordu. Olayın perde arkasında gizli olan sır, burada da çirkin yüzünü gösteriyordu. Merhametsiz bir inkârcılıkla Acilcilerin tüm devrimcilere kattığı değerler ayaklar altına alınarak, II. Tasfiye hareketi İtirafçı Engin’in girişimiyle bir kez daha sahneleniyordu.
II. Tasfiye hareketi, yurtdışında merkez tartışmalarıyla başlamıştı. Örgüt kararımız her alanda en etkin çalışmayı yürütmek olarak belirlemiş, Ortadoğu’nun ülkemize yakınlığı itibariyle bu sahada etkin bir yoğunlaşmayla ülkeye dönüş ve mücadeleye taze kaynak aktarımı temel alınmıştı. İtirafçı Engin Erkiner, bu süreci çelmeleme çabalarına ilişkin, o dönem alttan alta sürdürdüğü ve bugün tümü örgüt arşivinde olan el yazılı mektuplarında kendini ifade ediyordu.
Ne hikmetse bu gün Acilcilikten bahseden bu itirafçı, o gün yoldaşların kafasını bulandırmak üzere TKEP övgüleri yapmakta, Avrupa’nın rahatlığını pazarlayarak yoldaşların ülke dönüşü ve mücadeleye aktif katılımlarını engellemeye çalışmaktaydı. Aynı dönemde PKK içinde çıkan benzeri eğilimler üzerine Başkan Öcalan’la Genel Sekreterlik düzeyinde yapılan görüşmelerde, bu çevrelerin direnen örgütleri tasfiye etmek üzere, Özel Harp Dairesi’nin çabalarıyla ilgileri ve paralellikleri üzerinde hem fikir sağlanıyordu. Kürt özgürlük hareketine her zaman yönelen bu tür tasfiyeci girişimler, yoğunlaşan eylem ve çalışmalarımıza karşı da baş göstermekteydi.
İtirafçı Engin Erkiner’in mektuplarında süren bu kışkırtma, TKEP’in köylü kurnazı kimi yöneticilerince de destekleniyordu. Bir ittifak gücünü tasfiye etme, adam ayartma gibi düşkünce işleri marifet sayanlar, tasfiyecilerle birlik olarak örgütümüzü çökertme girişiminde yer almaktaydılar. O kesitte bizler olayı hala dost güçler çerçevesinde, ideolojik tartışmanın sınırlarında görmekteydik. Bu konuda TKEP’in eleştirisini ihtiva eden ve siyasal literatürümüzde önemli yeri olan, “Türkleşmiş Kürt Tavrı” (Mihrac Ural) adlı eser, bu konunun ana unsurlarına işaret eden bir yanıttı.
1982 tarihi bu açıdan çok önemlidir. II. Tasfiye hareketi böylesi bir ahlaksızlıkla başlamıştı. Kurgulara, komplo teorilerine prim vermemek için, belgesiz, kanıtsız bir yargısız infaz yapmamak için, o kesitte bölgede yer alan emperyalist-siyonist-Arap gericiliği ittifakına karşı ilerici güçlerin mücadelesinin, hangi bağlantı ve gizli ilişkilerle kösteklenmek istendiği ve bunun Türkiyeli örgütlerde nasıl tahribatlar yaratılarak tezgâhlandığı konusuna girmeyeceğiz.
Bir tek hatırlatmamız olacak o da, Hiram Abbas ve benzeri MİT ajanlarının Lübnan’da cirit attıklarını ve bu tasfiyelerde parmaklarının dolaştığını, bu gün ortaya çıkan belgelerden tüm detaylarıyla bilmekteyiz. Şehitlerimizi şaibeli yapmak isteyenlerin de kim olduğu zaten bilinmektedir.
1982 Haziranına doğru giderken ve FKBDC kuruluş toplantısı sırasında (4 Haziran 1982) İsrail, Lübnan’ı işgal harekâtına girişerek savaş başlamış oldu. Savaş tüm şiddetiyle sürerken, örgütümüz savaş cephelerinde kararlıca direnirken bu tasfiyeciler İtirafçının güdümüyle örgütün tüm birimlerine el koyma girişimlerini başlatıyordu. Lümpenler, kaçakçılar, canla başla Siyonizme karşı açık savaşta direnen örgütü arkadan vuruyordu. O günleri yaşayan yoldaşlar, o acılı tabloda şiddetin neden bu insanlara karşı kullanılmadığını hala sorgular dururlar.
Savaş cephesinde direnişimiz sürerken tasfiyecilerin örgüte karşı giriştikleri silahlı çabalara karşı da bir direniş yürüyordu. Bu kesitte İtirafçının ve TKEP’in kışkırtmalarıyla örgüt kampına baskın yapan Müntecep Kesici yoldaş, bir itişme çekişme ortamında, kaza kurşunu ile ölüyordu. Bu ölümün tüm sorumluluğu itirafçı Engin Erkiner ve TKEP’li köylü kurnazlarıdır.
Bu tasfiyeden sonuç almak isteyenler derin devletten başkası olamazdı. Direnen, savaş mevzilerinde olan bir gücü arkadan vurmak, yalnızca Özel Harp Dairesinin arzusu olabilirdi. Konu; sorunların tartışılması ise bunun yolu yordamı ve adabı vardı. MK genişletilmiş toplantısında, Konferans ve Kongre için de karar alınmıştı. Ama derin devletin hizmetlileri abesle iştigallerinde vakit kaybetmek istemiyorlardı. Bu kesitin el yazılı belgelerinin bir kısmı Mihrac Ural yoldaş tarafından daha önceki dosyalarda yayınlandı. Sinsi bir tasfiye, silahlı baskınlarla sonuç almaya girişmişti.
II. Tasfiye girişiminin başında yine İtirafçı Engin Erkiner vardı. Kiminle nasıl bir bağlantısı var? Bunları komplo hareket olarak hafife almamak için, derinliğine senaryolaştırma basitliğine düşmeyeceğiz; ancak tablo buydu. Bir el aramızda örgütümüzü tasfiye etmek için durmadan ortalığı karıştırıyordu. Aynı hat üzerinde, aynı çevrelerin çabaları tesadüf olmanın ötesinde tutumlar gösteriyordu. 26 yıl sonra bu gün sürmekte olan IV. Tasfiye girişiminin de bu kişilerce yürütülmesinin artık tesadüf olması düşünülemezdi.
TKEP’in TKP-B ile kurduğu ittifakında gösterdiği böl-yönet ve tasfiye et türü ilişkinin daha sonraları bize de yönelmesi ve en sonunda itirafçı Engin Erkiner’in de içinde yer aldığı TKEP’in tasfiyesi sürecine ait halkaları bir araya getirdiğimizde, zorlama olmadan bir kirli iş ve ilişkinin olduğu görülecektir. Tasfiye işi ve bunun cemaati bir arada, her kesitte, on yıllardır birbirini bularak “görevlerini” yerine getiriyorlar. Ortak amaç tasfiye olunca, aynı insanlar kümesi, aradan on yıllar da geçse, bir araya gelip “görevlerini” yerine getiriyorlarsa bunun derin devletten bağımsız olduğu düşünülemez.
Ülkemiz sol hareketi tarihi yazılırken, bu verilerin önemi zamanla ortaya açık şekilde çıkacaktır. Buna dikkat çekmekle yetineceğiz.
II. tasfiye hareketi, örgütü yok edemedi, bölemedi de. Ancak yıprattı. Sorunlu bir grup, itirafçıyla birlikte TKEP’e sığıntı oldu. Bu sığınma, kısa süre sonra da çözüldü. Arada hiçbir siyasal bağın olmaması bu gerçeği onlara da dayattı. TKEP her zamanki gibi yüzü kara çıktı; köprüyü geçene kadar ayılara dayı diyenler şahsi kurtuluşları için siyasal mücadeleyle her türden bağlarını keserek TKEP’i de terk ettiler.
II. Tasfiye girişimlerine, 1. Kongreyle cevap verildi. (25 Kasım -1 Aralık 1986) Gelişme dinamiklerimiz sayesinde o koşullarda çok güç olan böylesi bir kongrenin örgütlenmesi rahatlıkla başarıldı.
1.Kongre ve Üç MİT Ajanının Yakalanması
1. Kongre gücümüzdü. MİT üzerimize gelse de artık güçlüydük. Üç MİT ajanı yakaladık. İkisi açlıktan, zorluklardan teslim olmuş, kendini satmıştı. Üçüncüsü Şahin. Kod adını kimden esinlenerek almışsa -bu gün bize karşı saldırıların başında olan- İbrahim Yalçın’dı! Tümünün itirafları el yazılı belge olarak alındı. Bu konuda bugüne kadar devam eden eleştiri; bu ajanlara neden şiddet uygulanmadığıdır. Etkisizleştirmenin yolu mutlaka şiddetten geçmiyordu. Kuşatılması gerektiği gibi kuşatıldılar. Güçlü örgüt, tüm dengeleri ve sonuçlarını hesap ederek önlemini alır ve bu etkisizleştirmeyi ikame eder. 150. 000Tl karşılığı 1. kongremizi ispiyonlamaya gelmiş İbrahim Yalçın uygun biçimde etkisiz ve yetkisiz apoletlendirildi. 1. kongrenin yükseliş ivmesi yeni sorunlarla derin devletin arzuladığı iç çatışmalarla engellenmemeliydi. Uygun olan karara bağlandı ve uygulandı.
1. Kongre her alandan gelen temsilcilerin, PKK lideri Öcalan yoldaşın, Filistinli örgüt temsilcilerinin katılımıyla yapıldı. Her delege sonsuz konuşma hakkına sahipti. 1. Kongremiz örgütü, gerçek anlamda bir kurumsal ve kurallar örgütü haline getirdi.
İtirafçı ve avenesi yıkıp durdu, bizler ise üretmeye, inşa etmeye devam ettik.
III. TASFİYE GİRİŞİMİ
(1986–1993)
Bu girişim II. tasfiyenin devamı olarak Avrupa sahasında sürdü. Avrupa’daki çalışmalarımızı yıkmak amacı taşıyordu. Uzun yıllar Avrupa’nın tüm ülkelerinde başkent ve önemli şehirlerinde yaptığımız örgütsel çalışmanın tasfiyesine yönelmişti.
Bu süreçte MİT ajanı İbrahim Yalçın ortağı itirafçı Engin’le devreye girdi. İbrahim Yalçın’ın o günlerde cezaevlerine yazdığı mektuplar, kışkırtıcı-provakatif çabaları gözler önüne seriyordu. 2 Kasım 1987 tarihli mektubuyla, Avrupa’ya varalı henüz üç ay geçmemiş iken başlattığı çabalara kesintisiz devam ederek, 22 Temmuz 1988 tarihli daktilo yazımı olan ve altında kendi imzası bulunan mektupta, zindandaki yoldaşları umutsuzluğa, örgüte karşı sorunlu hale getirmeye yönelmesi bu çalışmaların nasıl bir organize iş olarak yürütüldüğünü gösteriyordu.
Avrupa çalışmalarımız 1980 yılına kadar uzanan çalışmalardı. Hanna yoldaşın önderliğinde geniş ve kapsamlı seminer ve konferanslarla süren çalışmalar, dernek ve siyasal etkinliklerimizle her alanda kendimizi ifade edebilecek bir boyut kazanmıştı. 1982 tasfiye girişimlerine karşın örgütsel yapı dinamizminden bir şey kaybetmemişti. 1. Kongre’nin ardından yoğun olarak ilgilenilen Avrupa çalışması önemli bir gelişme düzeyine ulaşmıştı. 80’li yılların sonlarına doğru Avrupa çalışması oturmaya başlayınca, zindanlardaki yoldaşlara da olanaklar ölçüsünde katkı da başlamıştı (gönderim dekontları arşivdedir). Aynı zamanda, ATAK dergisinin İstanbul’da legal olarak çıkması için önemli adımlar atılmıştı. Bu gelişmeler bir kez daha tasfiyecileri harekete geçirdi.
Bu süreçte de TKEP, üzerine düşen tasfiyeci rolü İtirafçı Engin Erkiner’le oynamaya başladı. MİT ajanı İbrahim Yalçın devrede mekik harekâtı yapıyordu. Aralarında hiçbir siyasi ortaklık olmayanlar vehimlerden oluşmuş düşmana karşı birleşmişti. Çalışmalarımız nerede ve ne zaman aktifleşiyorsa orada aynı kişiler devreye giriyordu. İçinde yer aldıkları örgütlerle değil, bizim aktivitelerimizle savaşıyorlardı. Bu tasfiyenin tek amacı, gelişen Avrupa çalışmalarımıza darbe vurmaktı.
Bu süreç basına da yansıdığı gibi (Milliyet 9 Aralık 1988), örgütümüze yönelik Fransız Anti-terör timlerinin (DST) baskınına kadar ilerledi. Bu baskın Mihrac Ural yoldaşın 67. Dosyada da açıkladığı gibi tüm belgeleriyle ve kesin kanıtlarla MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın ihbarıyla gündeme geldi. Avukata gizli kalması koşuluyla savcılık tarafından verilen belge bu operasyonda zindana atılan yoldaşlarımıza da gösterildi. Amaç, örgüt lider ve kadrolarını terörist olarak lanse edip Türkiye’ye teslimlerini sağlamaktı. Bu operasyon ardından Türkiye Dışişleri Bakanlığınca örgüt lider ve kadrolarımızı talep ettiği de bilinmektedir (geniş bilgi için Bkz. http://tarihselhainler.com/ 67. Dosya)
1990’lı yıllara gelirken dünyada gerileyen sol hareketlerin oluşturduğu dağılma bu sahadaki çalışmalarımıza olumsuz etkiler yapıyordu.
TKEP saflarına katılan bir gurup insan bu tasfiyede bir biçimde rol oynarken hiçbir siyasal kaygı taşımıyordu. Yaptıkları sadece bir sığınma girişimiydi. Devrim, devrimcilik, siyaset onlar için bitmişti. Siyasal algı dönemlerini bireysel olarak kapatmışlardı. Para kazanıyorlardı ve kimisinin dediği gibi ”sınıf atlamışlardı”. Örgütlü olmak bir yüktü, disiplin altında bulunmak, halk gibi yabancısı oldukları değerler için mücadele etmek, dava sahibi olmak saçma olarak geliyordu. ‘Örgütsüz olunuz’ nidaları sarmıştı her taraflarını.
Buna Avrupa’da ortaya çıkan örgütsel hatalarımızın da yarattığı boşluk katkı sağlamıştı. Bu dönem dünyanın her yerinde solun gerilemesine tanık oluyorduk: Türkiye devrimci hareketleri bundan da payını yeterince almıştı. Örgütümüz de bu süreçte önemli gerilemeler yaşadı.
İtirafçı Engin ve ortağı MİT ajanı İbrahim Yalçın, akıl almaz şaklabanlıklarla TKEP saflarına katılırken, kazanan TKEP olmuyordu. Tasfiye virüsü TKEP’in kanına karışıyordu. Bu dönemin, TKEP‘i tasfiye dönemi olarak gündeme gelmesinin anlamını burada bilince çıkarmak gerekiyor. Bu tasfiyeciler orada da derin işlerine devam ettiler. TKEP’i bitirdiler.
Nerede bulunuyorlarsa, orda bir sakatlık, bir tasfiye hareketi gündeme geliyordu.
IV
BUGÜNKÜ SALDIRILAR VE DÜNÜN İZLERİ
Tarihsel sürecimizde yaşadığımız bu 3 tasfiye girişimi ekseninde, son günlerde yaşanılan saldırıları değerlendirdiğimizde, tablo çok daha net olarak ortaya çıkmaktadır. Bu gün yapılan bu alçakça saldırılar açıkça Özel Harp Dairesi yöntemiyle yöneltilmektedir. Bu saldırıların 26 yıl öncelere dayanan kökleri var. Hala örgüte karşı karalama ve şaibe yaratma yarışı olarak da sürmektedir. İlginç olan, 26 yıldır TKEP’li olmalarına karşın Acil’e saldırmalarıdır. Bu kadar yıl sonra örgüt yine aynı kişilerce hedef seçiliyordu. Süreç içerisinde evirilerek bugüne gelen ve hızlanan etkinliklerimiz, yazınsal faaliyetlerimiz, çevremizin yeniden toparlanması ve kitlesel eylemlere yönelişimiz derin devletin aynı çömezleri üzerimize salmasına neden oldu.
Bu yeni hamle de tesadüf değildi.
Bugün bu süreç devam eden ‘geçmiş değerlendirmeleri’ ışığı altında sürmektedir. Aynı kişiler saldırılarını, kara çalmalarını, kurgu, uydurma ve yalanlarla sistemli şekilde ortaya koymaktadırlar. Bu kez kin öylesine bir boyut almış ki, nerede derin devletin işi, nerede şahsi kin, bilinmez olmuş.
Son yıllarda yaptığımız belirlemeler, demokrasi mücadelesinde Ülkemiz soluna da bir açılım şansı tanımaktadır: Sığlık içinde, varlığı bile tartışmalı durumda olan ülke solunun çıkış kanallarından birinin bu çabalarla zenginleşecek demokrasi mücadelesine bağlı olduğu belirlenmiştir. Bu belirlemeyle birlikte yerel alanlarda etkin çabalar da başlamıştır. Mücadelemiz meydanlara kitleler halinde inmeye ve demokrasi mücadelesine katabileceği tüm etkinlikleri ve değerleri akıtmaya çalışmaktadır.
Saldırı da tam bu noktada milliyetçi zemin üzerinde örgüt değerlerine ve etkinliklerine yönelmeye başlamıştır. III. tasfiye hareketi üzerinden 19 yıl geçmişti. Bu çevreler artık Acilcilerin buharlaşıp yok olduğunu, tam tasfiye edildiğini sanmışlardı. Zaten 26 yıldır TKEP saflarında bulunuyorlardı.
Bitmiş, dağılmış, yok olmuş olduğumuzu, bir daha ayağa kalkmamızın imkânsız olduğunu sanıyorlardı. Oysa 32 yıldır hiç kesilmeden devam eden çabalar, emekler, ilişkiler III. Tasfiyenin ve dünyada ortaya çıkan büyük gerilemenin külleri altında bir köz olarak tüm canlılığıyla yaşıyordu. Gücümüz oranında ülkedeki çalışmalarımızı, yayın faaliyetlerimizi, dernek ve sanat etkinliklerimizi kesintisiz bir şekilde sürdürüyorduk. 32 yıldır aksamadan yürüyen işleyişimizle, demokrasi mücadelesinde dağılmadan, gerilemelerden etkilenmeden kararlıca yolumuza devam ediyorduk. Sayılarla ilgili sorulacak soru, öncelikle tüm solun sayısal varlığını bilerek onun içindeki payımızla uğraşmalıydı. Büyük gerileme kesitlerinde siyasal doğrular arkasında dik duruş ve tutum alış geleceğe hazırlığın tek garantisiydi. Biz bunu başardık. Bu gün ilgi konusu, saldırı konusu olmamızın başka bir izahı yoktur. Düşmanlarımızın bu ölçüde kinle yaptıkları saldırı, web sitelerini tümüyle bize ayırmalarının başka anlamı olamaz. Olmayanla kimse uğraşmaz, meyve vermeyen ağaç taşlanmaz…
Saldırılar Devlet Kaynaklıdır
Bugünkü saldırıların bize yönelmesinde bu verilerin önemi ortaya çıkmaktadır. Bu süreç Kürt hareketinin özgürlük ve demokrasi mücadelesinin yükseldiği ve 29 Mart seçimleriyle artık açıkça “özerklik” taleplerini seslendirdiği bir dönemdir. Bu aynı zamanda siyasal tespitlerimizin bir kez daha doğrulanmasıydı. Kürt özgürlük hareketinin başarısını kendi başarımız olarak algılayan ve buna tümüyle destek olan bizler, bize yönelik tasfiyeci hareketlerin gerçekte milliyetçilik temelinde Kürt halkına yönelen tasfiyecilikle aynı merkezden yöneltilmekte olduğu bilmekteyiz.
Bu konuda halkımız ve yoldaşlarımızın duyarlı olmasını bir kez daha dikkatle dile getirmekteyiz.
Komplo teorisine asla prim vermeden, ancak ortaya çıkan kesişme ve benzerliklerin tesadüf olmadığını bilince çıkartarak hareket etmemiz gerekmektedir. Bu iddiamızın belgesel dayanağı, örgütümüze yönelik tasfiye hareketinde el yazılı itirafıyla MİT hesabına çalıştığını belirten İbrahim Yalçın’ın, itirafçı Engin Erkiner’le geçmişten bu yana her tasfiye döneminde ortaya birlikte çıkışlarıdır.
İşte bu ekip ülkemizde demokrasi mücadelesinin aldığı yeni boyutlarda mücadelemizin göstermeye başladığı etkinlik karşısında yeniden harekete geçmek üzere işaret aldı. 26 yılı aşkın süredir, TKEP saflarında olmalarına karşın sanki hala Acilciler içerisindeymiş gibi, iç sorunlarımızla ilgili taraf olarak kendilerini ortaya koymaları tesadüf değildir. Akıllara ziyan bu duruş, önce örgütsel sürecimizi şaibeli göstermeye yöneldi. Örgütsel geçmişimize ait her şeyi kirletmeye, tüm değerleri iğrenç olarak tanımlamaya ve bir bütün olarak örgütü “polis akademisi” olarak suçlamaya yöneldiler.
Şehit yoldaşların şahadetlerini şaibeli yaptılar, bölge gericiliğine, İsrail ve emperyalistlere karşı savaşta şehit düşenleri bir daha katlettiler. İsrail’in Lübnan işgali sırasında Filistinlilerle ve Lübnan yurtsever halkıyla dayanışma içerisinde onlarca yoldaşımızın fiilen savaşa fedakârca katılımının erdemini kirletmeye çalıştılar. Şehit yoldaşlarımızın ailelerinin duygularıyla oynayarak bu aileleri mücadelenin karşıtı bir noktaya çekmek istediler. Her türlü ahlaksızlıkla insanları savurmaya, örgütsüzleştirmeye, ideallerinden koparıp sefilleştirmeye çalıştılar. Akılların almayacağı kurgularla, ispatı kanıtı olmayan hikâyelerle, ölüleri bile konuşturarak, ahlaksızca suçlamalara yöneldiler. Devrimcilerin onurlu geçmişlerine kara çalmaya çalıştılar: “geçmişi olanın geleceği olamaz” gibi akılsız söylemlerle herkesin geçmişini inkâr için çağrı yaptılar. Tek amaç, en değerli geçmişimizi yok etmekti, geleceksiz bırakmaktı. Bu saldırıların hedefinde hangi isim yer almış olursa olsun, esas hedef; bugüne kadar bu saflarda sempatizan düzeyinden Genel Sekreter düzeyine kadar tüm yoldaşlarımızdır. Ve tüm yoldaşlarımızın çabaları, emekleri, idealleri, onurları, özverileri, yattıkları zindan yılları, çektikleri işkenceleri ve yarattıkları tüm değerleri hiçleştirmektir. Bu hedef tam da devletin hedefidir. Devlet bu hedefe ne en azılı faşist katillerle ulaşabilirdi, nede İbrahim Şahin gibi Özel Harekât Dairesi yöneticileriyle. Ama Özel Harekât Dairesi, Şahin kod adlı MİT ajanı İbrahim Yalçın ve itirafçı Engin Erkiner aracılığıyla, yanlarına isimlerini anmaya deymez birkaç satılmış vererek bu hedefe ulaşmaya çalışıyor.
Eleştiri yerine, iş edindikleri yalan uydurmalarıyla direnenleri, ser verip sır vermeyenlerin bu güne kadar dik duran tutumlarını kirletmeye çalıştılar. Buna hala devam etmektedirler. Yükselen etkinliklerimiz onlar için bir yıkım oldu. Yoktan var olmuş gibi görmek istediler, inanmadılar. Oysa on yıllardır devam eden kararlı, inatçı bir çalışma kendi özgün kimliğiyle kendini ifade etmeye başlamıştı. Bu saldırıların, bu tasfiye girişimlerinin altında bu gerçeklik yatıyordu.
1 Mayısta, yine kitlesel olarak meydanlara inildi. Mesajımızın halkımıza ulaştığı ortaya çıktı. Hiçbir çaba boşuna değildi. Dünün onurlu Acilcileri, bugünün özgün şekillenmesiyle, demokrasi mücadelesi içerisindeki yerlerini alıyorlardı. Onurlu tarihlerine sahip çıkarak bu günde, bu günün siyasal biçimlenişinde yeniden etkin bir şekilde yer alınmış ve mücadeleye yeni eksende devam kararlılığı gösterilmiştir.
Tasfiyecilerin, itirafçısından satılmışına kadar oluşturdukları cemaatle, on yıllardır ilgilerinin olmadığı değerlerimize el birliğiyle saldırmalarının anlamı derin devlet işinde yer buluyor. Bunun başka bir izahı yoktur. Bu kadar kin bu kadar kara çalma ve yalan bir araya başka türlü gelemezdi.
Olay örgütsel tarihi yıpratmak, kirletmek olarak da ele alınamaz. Bu çabaların taşıdığı kin öylesine derin gözüküyor ki, şahsi olanla Özel Harp Dairesi görevleri birbirine karışmış gibidir. Saldırılarda durmadan yaptıkları ihbarlar, eylemleri ve eylemlerde yer alanları, adresleri, kimliklerin ifşa edilmesi, dostlarımızla ilişkilerin, yaşamsal onurlu emek çalışmalarımızın ele verilmesinin bir arada sürmesi bu işlerin ne kadar kirli amaçlarla yapıldığını göstermektedir.
Dün itirafçılıklarıyla örgütü tasfiye etmek isteyenlerin bu gün ihbarlarıyla Doğu Perinçekçi çizgide seyretmeleri tesadüf değildir.
1977 Ağustos yakalanmalarından bu yana, sürekli yıkan, bölen, itirafçı olan, ihbar eden, satan bunlardı; bunu el yazılı belgelerle kanıtladık. Bu gerçekleri resmi belgelerle ortaya koyduk. Ortaya koyduğumuz iddiaları böylesine kesin kanıtlarla ispat ettik.
Bugün saldırılarında dillerine doladıkları her konu ile ilgili ayrıntılı açıklamalar zamanında ve ayrıntılı olarak devrimci kamuoyuna yapılmıştır. Bu saldırılara yanıt verilirken de bıkmadan, belgelere ve kanıtlara dayanarak dosyalar halinde açıklamalardan kaçınılmamıştır.
Ve buradan bir kez daha belirtiyoruz ki;
Bu tasfiye girişimleri asla tesadüf değildir.
Bizlere yönelik saldırılarda her malzeme kullanılmıştır. Yapılabilecek her saldırı yapılmıştır. Bütün bunlara gerekli olan her cevap verilmiş ve saldırıların devlet kaynaklı olduğu bilinmesine rağmen saldırı sahiplerini değil, ilgili kamuoyunu muhatap alma sorumluluğu ile yanıtlar verilmiştir. Bundan sonra gelebilecek saldırılar eskilerin küfürlerle bezenmiş tekrarlarından başka bir şey olamaz. Bizim ise küfürlerle ve düzeysiz polemiklerle işimiz olamaz. Değerlerimize hakaret ve küfre olan uygun yanıt hakkımız saklı kalmak kaydıyla bu konuda son sözümüzü bu yazıyla söylemiş oluyoruz. Böylece bu konuları biz kendi açımızdan sonlandırmış oluyoruz.
Bizler demokrasi mücadelesi içerisindeki etkin yerimizde çalışmalarımıza devam ediyoruz. Böyle bir sorunu olmayan zavallılar ise, asli görevleri olan derin devlet hizmetindeki ‘devrimci mücadeleye ve değerlere saldırı görevlerine’ devam edeceklerdir. Mücadelenin doğal seyri de budur: Bir yandan kervan yürür, diğer yandan itler ürür!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder