HER FIRSATTA DEVLETİMİZİ TEHTİD EDEN MİHRAC URAL HACKED ! BİZ GELDİK ! KEREM ŞAH NOYAN & ZENCİ MUSA


ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

ÜÇ HARFLİLER GELDİ !

Mihrac Ural’la BBC’nin yaptığı röportaj;

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/09/120907_mihrac_ural_int.shtml

“Suriye'de isyancılara karşı savaşan Türkiyeliler”

Mahmut Hamsici

BBC Türkçe

Suriye'de yaşanan gelişmelerin, önemli oranda Arap nüfusa sahip Hatay ve çevresindeki yansımaları son dönemde Türkiye basınında geniş yer buldu.

Bazı basın organları yerel halkın, Beşar Esad yönetimi karşıtı isyancıların Hatay'daki varlığından rahatsız olmasını öne çıkarırken bazılarıysa ortada bir rahatsızlığın değil, Esad yanlılarının kışkırtmalarının olduğunu öne sürdü.

Hatay'da son dönemde gerçekleştirilen iki önemli etkinlik de farklı basın organları tarafından bu iki farklı tavır doğrultusunda değerlendirildi.

25-26 Ağustos'ta Hatay'a bağlı Yeşilpınar Belediyesi tarafından düzenlenen 'Barışa Çığlık' etkinliğiyle, 1 Eylül'deki barış mitingini, kimi basın organları Suriye'deki savaşa tepki olarak kamuoyuna yansıtırken kimileriyse provokasyon olarak aktardı.

Yeni Şafak ve Sabah onu manşetlerine taşımıştı

Bu ikinci kesimdeki basın oranlarından Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, manşetten verdikleri haberlerde 'bu provokasyonları THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) Acilciler örgütünün lideri Mihraç Ural yürütüyor' iddiasında bulundu.

Bu haberler Hatay’da Suriyeli muhaliflerin sokaklarda karşılıklar çıkardığı ve halın da bundan tedirgin olduğu yönündeki haberlerle, içinde muhaliflere silahlı eğitim verildiği iddia edilen Apaydınlar kampıyla ilgili olarak Türkiye basınında yayımlanan haberleri takiben yayımlandı.

BBC Türkçe'nin Suriye üzerinden telefonla ulaştığı Mihraç Ural, hakkındaki suçlamaları yanıtlamanın yanısıra kendisinin aktif olarak yer aldığını söylediği çatışma alanına ilişkin gözlemlerini ve içinde yer aldığı yeni örgütü Mukaveme Suriye'yi anlattı.

'Lazkiye'deyim, 32 yıldır Hatay'a gelmedim'

Ural, Alevileri kışkırttığı ve Hatay'a gelip gittiği iddialarını yalanlarken, 'Lazkiye'de olduğunu', 32 yıldır da Hatay'a ayak basmadığını, Türkiye'ye dönmek istediğini, ancak hakkındaki soruşturmaların zamanaşımından düşmesini önlemek için sürekli davalar açıldığı için dönemediğini belirtiyor.

Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat'a yakın olduğu iddialarını da reddeden Ural, "Tam tersine Suriye zaman zaman bize baskı yaptı, 'Türkiye bizim komşumuz, bu topraklardan Suriye'ye zarar veremezsiniz' dedi. Ve biz sorumluluklarımızı üstlenmek için zaman zaman Suriye'nin dış politikasını zorlayan işlere kalkıştık çünkü halkımızı yalnız bırakmayacaktık" diyor.

Ural, Suriye'de rejimin sıkı bir savunucusu izlenimi verdiği konusunda ise, durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylüyor.

Anlattıklarına göre, Suriye kendisini dört kez tutuklamış.

1999'da Öcalan Suriye'yi terkettikten sonra Türkiye'nin talebi üzerine tutuklandıktan sonra bir yıl hücrede kaldığını söylüyor.

2000'de hücreden çıkttığını ama "Türkiye'yle biz bugün dostuz. Artık Türkiye'ye karşı topraklarımızdan herhangi bir yanlış istemiyoruz" uyarısına maruz kaldığını anlatıyor.

'Apo'yla 19 yıl birlikte yaşadım'

Öcalan'la yakın bağına ilişkin haberler, Ural'ın yalanlamadığı iddialardan.

"Apo'yla 19 yıl boyunca Suriye'de birlikte yaşadım'' diyor Öcalan için ve ''Aynı sofrada yedik, aynı evde yatıp kalktık. Dünyada tanıdığım en az milliyetçi olan adamıdır'' diye kendisinden bahsediyor, 'bölücü' olmadığını savunuyor Öcalan'ın.

Bölünme konusu, başka bir bağlamda, ama bu kez de Nusayrileri hedef alan bir suçlamayla gündeme gelmişti.

'Alevi devleti iddiası cahillik'

AKP Gaziantep milletvekillerinden Şamil Tayyar, Hatay ve civarında Suriye'ye olası müdahaleye karşı çıkanları ve bu yöndeki protesto gösterilerini Nusayri devleti kurma planlarının bir parçası olarak nitelemişti.

Ural, iddiayı en basit ifadeyle coğrafya ve kültür bilmemek olarak değerlendiriyor ve "Bunu iddia etmek cahilliktir. Asi nehrinin geçtiği bütün ova, Sünni ovasıdır. Aleviler dağdan itibaren sahile doğru uzanırlar. Alevilerin dağın alt kısımlarıyla bir ilgileri yok, bağlantıları yok. Dünyada en son olarak devlet kurmak isteyecek birileri olursa onlar da Alevilerdir. Alevilikte şeriatçılık yoktur. Alevilik insan merkezli evrimci bir inanç topluluğudur. Şeriat ne anlama gelir? Kanun yapmak, yani anayasa... Peki yeryüzünde bir akıllı var mıdır ki şeriat yapınca savcı, kolluk kuvveti cezaevi olmadan yönetebilsin? Oysa Alevi'nin böyle bir derdi yok. Alevi'nin derdi Tanrısına, insana hürmet etmektir, saygı göstermektir. Böylesine Sünni bir şeriat algısı olmayanbir topluluğun devlet kurma iddiası olamaz'' görüşünü dile getiriyor.

'THKP-C Acilciler örgütünün genel sekreteriyim'

THKP-CAcilciler, Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurduğu THKP-C örgütünün, hemen hemen tüm liderlerinin 1972’de Kızıldere olayında öldürülmesini takip eden yıllarda bu hareketi izleyerek kurulan örgütlerden biriydi.

Silahlı mücadeleyi benimseyen örgüt, çıkışında yayımladığı ‘Türkiye Devriminin Acil Sorunları’ broşürü nedeniyle THKP-C Acilciler adıyla anıldı.

Ural, Türkiye'de bazı yayın organlarında gündeme getirilen ‘Acilciler’ bağını inkar etmiyor.

1986'da örgütün genel sekreterliğine getirildiğini, Soğuk Savaş’ın bitimine paralel bir şekilde siyasi evrilmenin yaşandığını anlatıyor.

''Bu siyasi evrimin sonucunda Acilciler örgütü barışçı, demokratik mücadeleyi esas alan bir yol izlemeye çalıştı. 22 yıldır Acilciler örgütü, dünyanın hiçbir yerinde ve ülkemizde kayıtsız, şartsız bir biçimde herhangi bir silahlı mücadeleye girişmedi. Ama halkımızın haklaı için hukuk çerçevesinde, bir demokrasi, hukuk, insan hakları mücadelesi yürütmektedir" görüşlerini savunuyor Ural.

'Mukaveme Suriye' sınırdan sızmalara karşı mücadele ediyor'

Ural, Suriye'de şu anda faaliyette bulunan örgütün ise Acilciler olmadığını, 'yeni bir direniş hareketi' olduğunu kaydediyor.

Mukaveme Suriye'’ adlı hareketin kurucuları arasında Türkiyelilerin de bulunduğunu vurgulayan Ural, örgütün özellikle ‘Türkiye'den ayrıldıktan sonra bölgede giden ve geri dönemeyen Türkiyeli devrimcilerin öncülüğünde’ kurulduğunu aktarıyor.

''Türkiyeli Kürt, Suriyeli Kürt, Türkiyeli Sünni, Suriyeli Sünni, Türkiyeli Şii, Suriyeli Şii, Türkiyeli Arap, Suriyeli Arap hepimiz elbirliğiyle Mukaveme Suriye'yi inşa ettik."

Ural'ın anlatımlarına göre, hareket Suriye'nin içişlerine karışmıyor, muhalefetle de sorunları yok, ama vatansever oldukları sürece.

Örgütün sınırdan sızdırıldığını iddia ettiği yabancılara ve kendi ifadesiyle 'vatan hainlerine' karşı bir mücadele çizgisine sahip olduğunu belirtip hareketin başında kendisinin de bulunduğunu vurgularken, ''Mihraç Ural'ın başında bulunduğu Mukaveme Suriye'nin savaşı bütün bölge halkı adına bir savaştır. Şu anda sadece sınır bölgelerinde faaliyetteyiz" diyor.

'Adana, Hatay ve Mersin'den gençler savaşmak için Suriye'ye gelmek istiyor'

Ural'ın bir iddiası da, Adana'da Nusayri nüfusun yoğun olduğu Adana, Hatay ve Mersin'den gençlerin bölgeye savaşmak için gitmeye çalıştıkları.

Bu iddiayı bağımsız kaynaklarca doğrulamak mümkün değil.

Ural, bu gençleri geri çevirdiklerini belirterek, şu görüşleri dile getiriyor: "Biz böyle bir çağrı yapmadık. Gelip katılmak isteyen binler var. Bölgemizin sınırları suni sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Bu harita gerçekçi bir harita değildir. Bu haritanın yaşaması mümkün değildir. Biz hiç kimseye herhangi bir çağrı yapmadık. Gelmek isteyenler sürekli heyetler göndererek yanımıza gelerek gelmek istediklerini belirtiyorlar. Adana, Mersin, Hatay yörelerinden gençler arasında çok yoğun bir talep var. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda ve İsveç'ten buraya gelmek için çok yoğun bir talep var. Yoğun olarak Arap Alevileri gelmek istiyor, ama sadece onlar değil. Biz buna şu anda olumlu yanıt vermiyoruz. Suriye halkı kendi gücüyle zafer kazanacaktır. Onlara bulunduğunuz ülkelerde Suriye dostları olarak etkinliklere katılmanız yeterlidir diyoruz."

'Esad yönetimiyle resmi ilişkimiz yok'

Ural, örgütün Esad yönetimiyle ilişkisine ilişkin iddialarıysa yalanlıyor.

Ancak, örgüt üyelerinin arkasında Beşar Esad posterleriyle çekilmiş görüntüleri hatırlatıldığında ise ''Biz burada tamamen halk komiteleri olarak varız. Bu, emperyalizme karşı tavır alma refleksiyle ortaya çıkmış bir siyasi yapıdır ve bu siyasi yapı çok geniş bir çevrede onay göremeye başladı. Ve devletin bize zaman zaman burada bunu yapın, şurada şunu yapmayın gibi müdahalelerine karşı tavır aldığımızda halk da bizim yanımızda oldu. Şu 2000'e yakın militanımız var. Bu örgüt, İdlib'in ilçesi olan Serkin'den, Kesab'ın en uç noktasına kadar bu sınır boyundaki sızmalara karşı savunma hareketi olarak yerini almaktadır" görüşünü savunuyor.


YALAN ADILI TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

YALAN ADILI  TANRIYA TAPAN BASIN BUDUR

MİHRAC URAL'I HEDEF ALMIŞLAR...

Mihrac Ural - 31 Ağustos 2012 / Cuma - Lazkiye.

Siyasal mücadelem boyunca haksızlığa uğradım, yalan ve kurguların saldırısına maruz kaldım. Bu gün aynı senaryolar devam ediyor. Bu ahlaksız basın her zaman yalanların kurgu ve abartmaların basını provokasyonların basını oldu. Bunun için şaşırmadım. Ahlaksızlık üzerine kurulu bir basın başka bir şeyi başarması mümkün değil. Bu basın yalan adlı bir tanrıya tapıyor dini inançlarının esası budur. Bu açıdan hesap verecekleri merciinin sırat köprüsündeki kararına güveniyorlar. Oysa yeryüzünü ve göklerin gerçek kutsal güçleri, bunların tanrılarıyla savaş halindedir ve insanlığı barışı için inanç gücünü destekliyor. Yalan tanrılarının köleleri evveli yalan ahiri yalan bir bataklıkta gerçekleri çarpıtma abesiyle uğraşıyor.

YENİ ŞAFAK her zaman olduğu gibi karanlıkların basınıdır. ilkelliğin, gericiliğin insan haysiyeti ve onurunun karşısında olandır. Adımı sütunlarında konu ederken herkesin bildiği ya da kolayca öğrenebileceği gerçekleri bile pervasızca çarpıtmaktan çekinmiyor;

1)-Suriye'de Lazkiye'de yaşadığımı bilmeyen kimse yoktur ama onlar beni Fransa’da yaşıyor diye lanse ediyorlar.
2)- uzun yıllar olduğu gibi bu günlerde de ikametim dışında hiçbir yere gitmememe rağmen, Hatay’a eylem için geçtiğimi yazıyorlar.
3)- hayatım boyunca devlet dinilen yapılarla uzak yakın hiçbir ilişkim olmamasına rağmen, Suriye Mahabartıyla ilgili çabalarım olduğu yalanını iddia ediyorlar; doğrularım arkasında duran biri olarak Suriye dahil bir çok ülkede siyasi nedenlerle zindan yattığımı bilmemeyi tercih ediyorlar.

Bütün bu yalan makinesi on yıllardır çalıştırılıp duruyor. Bunun için bir itirafçı soysuz olan Engin Erkiner adlı polis işbirlikçisi ve MİT ajanı olan İbrahim Yalçın adlı biri bu yalanları bir provokasyon senaryosu olarak üretim basına pazarladıkları bilgisi elimize geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bu yalanları önemsemediğimi Suriye’yi anti emperyalist direnişinde sonuna kadar savunacağımı, bu savunumu sadece Suriye topraklarında yürüttüğümü kamuoyuna deklare ederim.


THKP-C (Acilciler) Basın Açıklaması 30 Ağustos 2012 / No: 44

BARIŞA OMUZ VERELİM

Barış insanın doğasına en uygun ortamdır. İnsan toplumsal bir varlık olarak güven içinde anlamlı bir yaşam sağlayabilir, uygarlıklar da bu ortamların ürünüdür. Rekabet gelişmenin önemli bir verisi olsa da savaş rekabet değil tahriptir, üretmez. Yakar ve yıkar.

İki yıla yakındır bölgemizde savaş tamtamları çalıyor. Tüm savaşlar gibi bölgemizde kurgulanan savaş kirli bir savaştır; sadece ölüm, gözyaşı, yıkım ve parçalanmayla sonuçlanacak barbarlıktır. Böylesi bir yıkımı bölgenin hiçbir halkı hiç bir gerekçeyle kabul etmez. Binlerce yılın komşuluk ilişkisi, kardeşlik ve barış erdemi içinde yaşamış toplulukların, savaşla ilgili hiç bir girişme onay vermesi düşünülemez.

Savaş bir dayatmadır. Bölgemize talan amaçlı çıkarlar için dıştan yapılan bir dayatmadır. Dünyanın her köşesinde talan yapan emperyalist güçler bu dayatmanın kirli tarafıdır. Erdoğan yönetimiyle; Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri gibi Arap gericiliğini temsil eden ülkeler bu dayatmanın yerli uzantılarıdır. Ülkelerinde barış içinde yaşayan farklılıkları, yer yer milliyet farklılıklarına, yer yer din ve mezhep kışkırtmalarıyla kardeş kanına sürüklemektedirler. Kaos ve iç savaş sonunda kimsenin kazanmadığı düşman kardeşler arenasında tek zararlı taraf, birbirine kırdırılan kardeşler olacaktır. Bunun tek anlamı ise, barış ve güvenli yaşamın katlidir.

Bölgemiz ve komşumuz bu ağır süreçten geçerken evi camdan olan ülkemizin göreceği zarar korkunç bir boyutta olacaktır. Bir yandan organik bağlarla örülü ilişkiler, diğer yandan bölünmesi mümkün olmayan coğrafyaların etkisi altında savaş, ülkemizi bir boydan bir boya kana bulayacak vahşet olarak ikame edilecektir. Enerji kaybı, yaralı düşmek takati kesilmek savaşan kardeşlerin kaderi olurken, hükümranlık bu savaşı körükleyen ve seyredenlere ait olacaktır. İstenen de budur.

Onlar yıkım istiyor, ölüm istiyor, talan istiyor. Ama halklarımız barış ve güvenlik istiyor, gelecek kuşakların barış içinde bir arada yaşama hakkını istiyor.

Bunun için ülkemizin dört bir yanında SAVAŞA KARŞI BARIŞ panelleri, miting ve yürüyüşleri, basın açıklamaları, bir vicdan sesi olarak yükseliyor. Antakya bu vicdanın adıdır. Dünya şer güçleri bu küçük kenti, bu barış ve kardeşlik alanını cehenneme çevirmek için, savaş ve istihbarat bürosu haline getirmek istiyor. Bölgenin gerçek düellosu da bir biçimde burada başlıyor. Bu kentin önemi, yeryüzünün tüm azılı katillerine karşı gösterdiği haklı refleksle anlam kazanıyor. Bu kadim Roma kenti, evlatlarının duyarlı duruşuyla dünya şer güçlerine ve onların savaş tamtamcılarına geçit vermeyeceğini böylece ilan ediyor.

Buradan çağrımız bölgede savaşa karşı daha bir dirençle durmak için, tüm barış güçlerini daha çok etkinlik yapmaya davet ediyoruz. Bu ülkemiz ve halklarımız için öncelikli olan barış içinde bir arada yaşama için gereklidir.

THKP-C(Acilciler)

30 Ağustos 2012


SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

SURİYE'Yİ KORUYALIM ÜLKEMİZİ KOLLAYALIM...

HEPİMİZ ORADAYIZ...MİTİNGTEYİZ...

Mihrac Ural - 24 Ağustos 2012 / Cuma

SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN... SURİYE'Yİ KORUMAK, ÜLKEMİZİ KOLAMAK İÇİN, 26 AĞOSTOS 2012 / PAZAR GÜNÜ ANTAKYA-YEŞİLPINAR (3AYNİL CAMUS) BELDESİNDE, MİTİNGTE OLACAĞIZ...

Ölüm örgülerinin gelip kapımıza dayandığı bir koşulda kendimizi korumanın tek yolu komşumuz, ikinci anavatanımız Suriye’de bilinçlice, haince ve vicdansızca kışkırtılap desteklenin kıyımı durdurmak, savaşı engellemek gerek. Savaşa karşı barış şiarını bu günün en gerçekçi çağrısı yapan da budur. Bunun adı acil önlemdir.

Yeşilpınar Belediyesinin duyarlı çabaları böylesi bir mitingide anlam bulmulmuştur. Hepimiz adına önemli hayati bir önem kazanan bu girişim, bölgemiz olaylarına olduğu kadar ülkemizdeki etkilerine karşıda duyarlıca bir davranıştır. Bu mitinge katılım aynı zamanda, savaşa karşı kararlı bir tavır alıştır.

Unutulmasın ki, bir tehlike anında hayvanlar bile kendince önlem alır, refleks gösterirler. İnsanlar bunu bilinçle, önlem kadar savunma hazırlıklarıyla birlikte ele alırlar. İflas etmiş dış politikaların sonucu, Erdoğan iktidarı, yeryüzü oranlamasına göre şehrimizde m² başına düşen azılı katil sayısını birinci sıraya oturtmuştur. Bu durum önlem algılarımızı daha da kapsamlı hale getirmemizi gerekli kılıyor. Bu miting, alacağımız önlemlerin en demokratik olanı, en doğal, en haklı, en toplumsal ve en siyasal olanıdır. Bu hakkı kullanmayanlar, eli kanlı şebekelerin kıyımı gelip dayattığında kimseden hiç bir yardım beklemesinler.

Hiç bir gerekçe geçerli değildir, hepimiz, çevremizle birlikte bu mitinge katılmayı görev sayacağız...



FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

FAŞİZAN REJİM ÇÖKECEK. BARIŞ KAZANACAK

SİZİNLE BİR HESABIM OLACAK BUNU BÖYLE BİLİN

Mihrac Ural - 23 Ağustos 2012 Perşembe

ANTAKYAM, KADİM ROMA KENTİ. UYGARALIK VE BARIŞ ŞEHRİ...

EVLATLARIN SAVAŞA KARŞI BARIŞI HAYKIRIYOR, SAVAŞ TELLALLARI İKTİDAR OLMANIN HOYRATLIĞIYLA BASKI ÜZERİNE BASKI, SALDIRI ÜZERİNE SALDIRI DÜZENLEYEREK BARIŞ STANDINI YIKIYOR, KIRIYOR DÖKÜYOR...

Bu bir siyasal yönetim tarzıdır. Tarihte de öyle yapıp bu güne geldiler. Osmanlının devamı olmak Yeni-Osmanlı olmak budur. Buna karşı tarihin her kesitinde halkın direnmesi olmuştur. Bu da halkın haklı duruşunun refleksidir.

Bugünün verileri ve gelişmeler çok farklı. Artık halk direnişi son sözü söylemeye yönelmiştir. Osmanlının yeni versyonları bu kaderle yüzleşmekten kurtulamayacak.. Despotluk yıkılacak demokrasi egemen olacaktır. Suriye olayları bunun ilk kıvılcımı sayılabilir.. Bu aynı zamanda, tarihin kirli cilveleriyle iki ayrı devlette yaşamaya mahkum edilen aynı halkın kader birliği içindeki davranışını da içeriyor. Bölge siyasal yeniden dizayn sancıları çekerken, halkın iradesi dış güçlerin kirli amaçlarla oluşan senaryolarına karşı böylesi bir birlik içinde zafer kazanacaktır. Tarih hep öyle yazılmıştır, haklı davaların sahipleri bu toprakların yerli halkı olarak kendi toprakları üzerinde özgür ve demokratik koşullarda yaşayacaktır. Kazanacak olan da bu güçtür. Kimse arada kalmasın, insan olmanın, yerli olmanın ölçütü ve vicdanı halkın yanında tutum almayı gerektiriyor. Beklenen de budur.


.

BUNLAR NEDİR?




Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi

Biri Türkiye’den diğeri Libya’dan. Eli kanlı şebekelerin Suriye halkının kanına girmek için eli kanlı şebekelere sunduğu lojistik destek artıkları. Alttaki fotaya bir göz atın…

...


Türk Kızılay’ının İlk yardım çantası bir de BKS adlı şerit tarama silah şarjörü ; Ferdi silahların en ağırı, ormanda bir tarama yapınca ağaçlar testere kesiği gibi ardı ardına devrilir. Bu şarjörün rengine iyi bakın YEŞİL…

Bu malzemeler, Erdoğan’ın tetikçisi eli kanlı şebekelerin Türkmenleri vatan haini haline getirmek isteyen, Suriye’deki sorunları daha da derinleştirme amacı taşıyan çabalarının araçlarıdır. Son çatışmalarda ele geçirildi.

Önceki yazım “SAHUR” da bu çatışmaları anlattım. Kıran kırana yürüyen mücadelede eli kanlı şebekelerin istila etmeye çalıştıkları alandan arındırıldılar. Son taramalarda ise geride bıraktıkları seyyar hastane ve kaçarken düşürdükleri BKS Şarjörü. Önemli bir ayrıntı gibi gelmeyebilir. Ama üzerindeki YEŞİL boya çok şey anlatır.

Malumunuz, Kaddafi Libya’sının bayrağı yeşildi; Kaddafi her yeri yeşile boyamaktan da zevk duyardı. 1982’de Libya’ya gittiğimde “YEŞİL SAHA” diye gösterdikleri geniş bir sahanın yeşile boyanmasından ibaretti… Silahlarda tabi bu arada yeşile boyanıp dururdu. Kaddafi devrildi, silahlar eli kaide’nin eline geçti. Aynı silahlar Akdeniz üstünden Suriye’ye doğru yola çıktı. Suriye halkının katledilmesinin bir aracı oldu.

Okura ve kamuoyuna Erdoğanın kirli çabalarının, Suriye halkına düşmanlığının iç yüzünü yansıtan bu artıkları sunuyorum.

11-12 Ağustos 2012 tarihleri arasında Kastal Maaf nahiyesi, Mazraa, Beyt Subyra, Beyt Mılk köyleri korusunda, MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin, eli kanlı şebekelere verilen ağır kayıplar ardından ele geçirilen bu artıklar, bir kez daha Türkiye’nin dünya şer güçleri adına neler yapmaya çalıştığını göstermeye yeter.




SAHUR



Mihrac Ural – 13 Ağustos 2012 / Pazartesi. Lazkiye – Beyt Mılk korusu.



Bir sahur vakti, Malatya’da linç edilmek istenen insanları, Suriye’de linç edilen halka nasıl bağlar bilir misiniz? Birbirini hiç tanımayan insanları kader birliği paydasına nasıl taşır tahmin edebilir misiniz? İşte böylesi bir sahur vaktinde, ekmek arasına sokuşturulan kızarmış patatesle linç edilmek istenen bir halkın savunması için, karanlık ormanların, tepelerin, vadi ve derelerin yol geçit tanımaz çamlıkların içinde, yok edilmek istenen bir halkın savunusu için, yaşam hakkını koruması için, hepimiz adına, sahurdan sahura, bitip tükenmeyen bir mücadele var farkında mısınız?



Anlatayım;



Erdoğan ve Barzani anlaştı. Suriye kaosunu derinleştirmek için biri ayrılıkçı, aşiretçi İsrail destekli sözde Kürt şiddet eylemlerine başlayacak diğeri ise tarihinde hiç anmadığı Türkmenler üzerinden aynı yolu döşeyecek.



Barzani'ye karşı vatansever Kürtler gereken cevabı verdi. "Ortak ülkemiz Suriye'de tahribe, yıkıma, kıyıma geçit yok" dedi. Halk komitelerine tanınan yerel güvenlik gücü olarak bölgelerini sızmalara karşı korumaya başladı.



Türkmenler ise Erdoğan’a karşı ezici çoğunlukla geçit vermedi. Vatan hainleri tetikçi kuklalar, sınır bölgelerinin askeri avantajlarıyla, Erdoğan yönetiminin Amerikan-Katar-Suudi destekli mali ve askeri katkılarıyla, kesif ormanlık alanda kıyım üretmeye devam etti. Asimetrik savaşın bildik vur kaç taktikleri, dehşet ve kaos yaratan gerginlikleri Suriye’nin en güvenli bölgelerini sarsmaya başladı. Ama her şey hesap ettikleri gibi yürümedi.



MUKAVEME SURİYYİ güçleri oyunu ters yüz etti. Gerilla savaşına başlardı. Eli kanlı şebekeleri ne zaman nerede nasıl vuracağı belli olmayan girişimleriyle, tokat üzerine tokat vurarak vatan hainlerini, Erdoğan tetikçisi şebekeleri şaşkına çevirdi. Artık savunma olmayacaktı, rüzgar ekenler fırtına biçmeye başladı.



Kastal Maaf Nahiyesine bağlı Mezraa, Beyt Subayr, Beyt Mılk ormanlık alanında, halka eziyet eden, mallarını gasp edip cana kıyan eli kanlı şebekeler kıstırıldı. Sınıra uzaklığı yaklaşık 15 km olan ormanlıklarda 11 sabahından 12 sabahına kadar süren ağır çatışmalar MUKAVEME SURİYYİ güçlerinin zaferiyle noktalandı. Geniş bir alan eli kanlı şebekelerin elinden kurtarıldı. Mukaveme güçlerinde 6 şehit 5 yaralı vardı. Eli kanlı şebekelerden 30 azılı katil hak ettiği cezayı buldu. Silahlar, çaldıkları araçlar ve onlarca materyale el konuldu.



Bu bir vatan savunması, ölüm kültürüne karşı yaşamı, barışı savunmanın kavgası . Direnişe destek olmanın, içinde yer almanın onuru buradadır.



Zifiri karanlığın ormanlığında, ölüm saatlerinin gerisin geriye sayıldığı zaman eğriliklerinde vuruştum. Barış için özürüm vardı safımı belirledim... Beyt Mılk köyü korusunda şehit düşen 6 yoldaşımın kanlı cesedini pikaba taşıdım, 5 yaralı yoldaşıma omuz verdim… Ölmedim… Yine o korudu... Ayaktayım, tutkuyla yolumdayım...



SURİYE BAŞBAKANI VE ALTBENLİK



Mihrac Ural – 7 Ağustos 2012. Çarşamba. Suriye sınır bölgesi- Lazkiye / Kesab



Suriye’de kıran kırana bir alt benlik savaşı yürüyor. Vatan kimliği edinemeyenler nerede olursa olsunlar alt benliklerine yeniliyorlar. Suriye Başbakanı, alt benliğin nerelere kadar ne tür etkiler yaratacağına bir örnektir. Ama Suriye başbakanlardan da generallerden de daha güçlüdür.



Haber bomba gibi patladı. Dünya şer güçlerine ve onun kirli iş tetikçisi eli kanlı şebekelerine, yalan kurgu medyasının diline yeni bir sakız verdi. “Suriye Başbakanı muhalefet saflarına katılarak görevinden kaçtı”. Bomba etkisi yaratan bu gelişme, Suriye Radyo – TV binasında patlayan bombaya eşlik etti. Suriye yönetimi ve devletini sarsmak için kurgulanan her senaryonun büyük mali ödemeler, mahalle baskısı ve kuşatması altında ikame edildiği ortaya çıktı. Bir kez daha ve bin kez daha görülen o ki, Suriye’de vatan kimliğine karşı dar, sığ, Ortaçağ mezhep algılarının savaşı dayatılmak istenmektedir. Tüm araçlar, ana amaç olan Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ikamesi için ortaya konan mezhepsel çatışmaya yakıt olarak ileri sürülmektedir.



İki farklı bilinçaltının savaşından söz etmek, bu anlamıyla doğru bir tespittir. Biri tarihin derinliklerinden çıkıp gelerek, kendi iç evrim ve denkliğini sağlayarak oluşmuş, vatanseverlik kimliğiyle kendini ikame etmiş benlik, diğer ise her türden gelişmeye karşı duran, karanlık dönemlerin, doğaüstü vahilerin esiri olmuş mezhepsel alt benliktir. Suriye olaylarının ikinci aşamasında, durmadan kışkırtılan ve iç kanamanın derinleştirilmesi için körüklenin alt benlik budur. Bu öylesi bir mahalle baskısı oluşturuyor ki, Başbakan olsanız da kar etmiyor, olay bir akıl tutulması, yol yöntem kaybı, pusula şaşırmasıdır…



Suriye Başbakanı Riyad Hicap, vatan kimliğini terk ederek aşiret kimliğine sığınmayı tercih etmiştir. Nedeni ne olursa olsun, bu sığınış meşru değildir. Azınlığın hükmüne boyun eğmedir vatan temsilciliği yerine dar aşiret temsilciliğiyle örtünmedir. Bu dönemin öne çıkan tarihsiz ve kimliksiz ülkelerin petrol ve gaz servetleri üzerindeki yükselişleri ve bu zemin üzerinde kimlik oluşturma çabalarının etkisi, alt kimlikler üzerinde derin etkiler yarattığı bilinir. Bu etkiler vatan sınırlarını aşan mezhepsel, etnik, aşiretsel bağlarda da kendini yoğun olarak gösterir. Öyle ki, kendi coğrafyasını tanımayan, onun derinliklerini özümsememiş olanlar, hangi makama gelirse gelsinler, bir tarafları her zaman aşiret, mezhep yarda etnik etkiler altında ezilir kalır. Suriye Başbakanının ezildiği yer burasıdır. Oysa Hafız Esad ve Beşşar Esad gibi, hiçbir zaman ne aşiret ne mezhepsel bir kurgu üzerinde siyaset gütmeyen, vatan coğrafyası, ulus bağımsızlığı noktasında kararlı duruş sergileyen liderlerin varlığında, iç dünyaların karanlık labirentlerinde aşiret tutsaklığıyla yamak ve bunu ülkenin en kritik döneminde bir hançer gibi arkadan saplamak işte bu tarihsiz ve kimliksizlerin başarabildikleri tek şeydir.



Ancak bu büyük bir yanılgıdır. Böylesi sığ düşünce ve algılar hiçbir zaman tarihi derinlikleriyle kimliğini oluşturmuş vatan algısına karşı zafer kazanamaz. Bunun tarihsel imkanı bile yoktur. Bunların en büyük yanılgısı aşiretlerinin ya da mezheplerinin coğrafi yayılma alanlarını vatan sanmalarıdır. Bu tüm gerici güçlerin tüm ırkçıların tüm din istismarcılarının düştüğü handikaptır. Bu nedenle yürüttükleri kirli savaşları, kanlı kıyımları yeryüzünün tüm dindaşları ya da mezhep kardeşlerinin adına yürütüldüğü sanısındadırlar; onlar bu vehimlerden, bu kof algılardan güç alırlar. Vatan ihanetlerini de bu anlamda, bir ihanet değil de öze dönem olarak görürler. Oysa yaptıkları, vatan yerine dar kabuklara sığınma, vatan sorunlarıyla yüzleşme yerine alt benliklerin ucu açık ilişkileriyle korunma yollarını ararlar. Vatan bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Suriye Başbakanının sergilediği duruş, bu tür örnekler için önemle dikkate alınması gerekmektedir. Bu sadece Suriye için değil, aynı zamanda tüm ülkeler için geçerli bir veridir.




Suriye Başbakanı, İgeydad aşiretine mensuptur. Bu aşiret, Irak, Suudi ve Suriye’de konumlanan büyük bir aşiret. Bu aşiret Irak işgali sırasında Amerika’ya karşı duruş alan önemli aşiretlerden biridir. Bu aşiretin anti-emperyalist direnmeci tutumu, Suriye yönetimi tarafından da desteklenmiştir. Aşiretin, büyük bir kısmı Irak’ta olmasına karşın siyasal olarak Suriye’de yer alan kesimi daha etkindir. Devlet işlerinde, Suriye’nin son yıllarında devletin en etkin yerlerinde bu aşiretin elamanları yer aldı. Bir eleştiri bir suçlama bir tepki olacaksa, devletin bizatihi kendisi de olan bu insanları içerir. Ama bunlar, işledikleri yanlışları devlet sırtına yıkarak, alt kimliklerini temiz tutuklarına inanırlar. Alan değiştirdiklerinde ise, temiz olacaklarını sanırlar. Oysa suçlamasını yaptıkları her şeyin bir numaralı aktörüdürler. Bir ülkede Başbakan olmak için yürünen devlet görevleri süreci bunu anlatmaya yeter.




Buna rağmen, binlerce yılın deneyimi içinden çıkıp gelmiş olan Suriye devleti, ne birkaç generalin kaçışı ya da şehit edilişiyle ne Başbakanın ya da bir iki diplomatın kaçışıyla kurulu dengeleri sarsılabilecek bir devlettir. Bu ülkenin siyasi iradesi, halkının siyasi iradesidir. Bunu başbakan temsil etmez. Suriye’de halkın siyasal iradesini temsil eden yönetici kadronun belirlenmesinde başbakanın bir rolü de yoktur. Sistem kendi önlemlerini kurumsal bir yapılanma içinde, anayasanın da verdiği yetkilerle siyasal iradesini belirleyen kurum, kuruluş ve yasalara sahiptir. Başbakan ülkenin hizmet veren tüm kurumlarının başında olsa da ana yönelimi belirleyen bir yerde değildir. Bu nedenle başbakan hangi pusulaları şaşırırsa şaşırsın, halkın siyasal iradesini temsil edebilecek konuma değildir.



Suriye dostları tedirgin olmasınlar. Olayların merkezinden sizlere yazdığım bu satırlarda temin ederim ki, Suriye kazanacaktır. Bir ülke başbakanının karşı saflara kayması acıdır ağır bir yaradır da. Bunu inkar etmek mümkün değil. Ama olayın özü budur. Alt kimliklerin mahkumları bu davranışlarıyla üst kimlikleri sarsamayacaktır. Bunu birlikte göreceğiz. Bu örnekler çoğalsa da, vatan ihanetleri böylesi sığ kimliklerin hançer darbelerine maruz kalsa da vatan kimliği, tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş gücüyle bunlara karşı başarı kazanacaktır. Suriye, karanlık akıllara, dar mezhepçi çıkarların bölgede emperyalizmin maşası olarak işlev görmesine asla teslim olmayacaktır.



Halkın ezici çoğunluğunun bağımsız siyasi iradesine güvenelim. Bu iradenin gücü herkesten daha güçlüdür. Suriye bu iradeyle ayaktadır ve bu iradeyle direnmektedir.





BAY PROVOKASYON…



Mihrac Ural – 10 Ağustos 2012 / Cuma. Lazkiye – Belluran



Bazen anlamakta güçlük çekersiniz türünden olaylar vardır. İşte öyle bir şeyden söz edeceğim. Birileri ne türden bir direnme, mücadele haberi görse derhal “aman etmeyin, yapmayan provokasyon olur” diye tutturur. Bunu da öyle ağdalı cümlelerle örter ki, sanırsınız tarihin en barışçıl döneminde yaşarken birileri bu dönemi provoke edecek, savaş çıkaracak sanırsınız. Yok öyle şey…



Savaş çoktan başlamış ama adam sağır, bomba sesini bile duymuyor. Dünya şer güçleri mali ve askeri tüm güçleriyle bir halkı yok etmek için tarihin en gelişmiş ferdi silahlarına ek, ağır silahları da ortaya koyarak komşumuza ölüm yağdırıyor. Bununla da yetinmiyor, ülkemizi savaşın açık tarafı yapmak için çırpınıp şehrimizi şer güçlerin askeri karargahı haline getirmiş. Barış kenti şehrimizi, dünyada metre kare başına azılı katil sayısının en yoğun olduğu şehir haline getirip, bu şehirde kanlı eylemleri başlatmak için Suriye olaylarının sonuçlanmasını bekliyor. Bütün bu gelişmeler bay provokasyonu ilgilendirmiyor. O varsa yoksa her mücadeleye, her direnme çabasına ve çağrısına provokasyon demeyi ibadet haline getirmiştir.



Bay provokasyon belli bir kişi değil, bu nedenle kimse belli bir isme takılmasın. O aramızda sıklıkla gördüğümüz, bildiğimiz, üç beş kitap bile okumamış haliyle yarım aydın sayılmayacak bir tiptir. Cahildir, ama ilgisiz okur tarafından bu özelliği fark edilmez. Ezberlediği bir iki kelimeyle, sizi vicdani bir sorumluluk altına alarak yaptığı demagojiyle susturmak ister; “yapmayın etmeyin, yaptığınız halkın katledilmesine yol açar, polisin saldırısını kışkırtır, kan akar” der ve vicdanınızı ezmeye çalışır. Oyalar, esir eder, susturur ve sonuçta direnme enerjinizi tüketerek sizi korumasız hale getirir. Gerisini ise düşmanınız yerine getirir… Bu gün de olan budur. MUKAVEME SURİYYİ haberleri sanal ortamda dolaştıkça bu tipleri bir kez daha aktifleşti. Böylesi yaklaşımlara karşı yazdığım bir yorumu sizlerle paylaşarak konuya açıklık getirmek istedim. Birlikte okuyalım..



Dönem çok dikkat ister. Bu doğrudur. Ama bu deve kuşu olmayı gerektirmez. Her şey açık ve net kim hangi haberi ve hangi oluşumu hangi kurgu ve yalanlarla nerelere oturtmak istediği de çok açık. Bunu Suriye olayları yeterince öğretmiş olmalı. Tarihin en kapsamlı yalan makineleri Suriye’yi yıkmak için çalıştırıldı. Bu gün aynı şey MUKAVEME SURİYYİ için yapılmak istenmesi bir tuzaktır ve buna düşmek için gönüllü olanların az olmadığını görmek acıdır.



MUKAVEME SURİYYİ haberi, Suriye’ye ait gerçek bir veridir.Sayfası da şudur https://www.facebook.com/syr.moqawama?ref=hl#!/syr.moqawama . Bu bir haber, herhangi bir haber gibi. Kimisi olumlu kimisi olumsuz karşılayacak. Bu platformun üyeleri de bu haberi farklılıklarıyla yorumlayacak. Ama haberi gerçekliğinden çıkarıp verilen emekleri provokasyon alarak görmek yada klavye başında bir çaba görmek aklın almayacağı bir haksızlık ve cinnettir. Ölümü göze alan, halkı için çırpınan ve halkın tarihinde bu ölçekte bir başka benzeri olmayan yapılanmanın yine halk tarafından kucaklanışını görmezden gelmek gerçek provokasyondur derim. Tarihler boyunca doğranan ve yeniden doğranmak için hazırlıkların yapıldığı bu halk ilk kez bu kapsamda ve meşru zeminde sivillerin oluşturduğu savunma gücü ve iradesini çok dikkatli yorumlamak gerek. İddialı olacak ama söyleyeyim, bu güç bu halkın savunmasında artan önemde rol oynayacak tek gücü olacaktır; devletin baş edemeyeceği süreçlerde sonuç alacak tek güç bu oluşumdur. Bu amaçla da kurulmuştur. Bu gerçekliği bulandırmak isteyenler, haber üzerinde yalan kurgular yapabilir ama bizler gerçeği açıklamakla yükümlüyüz.



Bu haber, ilgili olduğu halkın yeryüzünde ilk ve tek sivillerce oluşmuş silahlı savunma gücü olması çok çok önemlidir. Üstelik bu gücün içinde Hıristiyan, Sünni, Şii Ve Alevi tüm inançlar ve Kürt militanlarda aktif yer almaktadır. Bu nedenle, bazen hayretlere düşüyorum, böyle bir haberi görmezden gelmek mümkünü olur mu? Bu haberi provokasyon yapmak için Türkiye’de Hatay’da ve özel olarak Alevilere ait gibi göstermek isteyenlere bakıp, onlara da cevap vermeden yorum yapmak olacak şey mi? Böylesi yorumlar yapılan çarpıtma habere katkıdır. Bu nedenle MUKAVEME SURİYYİ haberini en iyi şekliyle halka aktarmak gerek; Suriye kaynaklı ve Suriye gerçekliğiyle ilgili bir haber olduğunu yansıtmak onu takip etmek gerek. Her gün, her saat, inanılmaz bir fedakarlıkla halkı için mücadele eden ve başarı üzerine başarı kazanan bu gücü tanıtmak bu coğrafyada tarihler boyu mazlum olan bir halkı savunmak kadar önemlidir.



Her şeye provokasyon diyip elimizi kolumuzu yeterince bağladık. “Artık çok geç” oldu diyorum. Bununla ilgili aynı başlıklı makale de yazdım ve gerçekleri anlattım. Biliyorum ki, hazırlıklı olan bu süreci belirleyecektir. Suriye vatan savunmasında mücadele eden güçleri halka daha iyi tanıtmanız dileğiyle…



Not: Dün gece (9-10 Ağustos 2012), Belluran beldesi kırsalında Beyt 3vvan köyünde pusuya düşürülerek, korkakça ve haince katledilen Albay Hatim Zureyk’in (Şabatli beldesinden) yola atılan cesedini MUKAVEME SURİYYİ güçleri ısrarlı ve kararlı bekleyişleriyle, ölümü göze alarak eli kanlı şebekelerle çatışıp almıştır. Yöre halkının bu çabaya biçtiği büyük değeri, MUKAVEME SURİYYİ güçlerini coşkun bir sevgiyle kucaklayarak gösterdi. Konuyla ilgili bilgiyi MUKAVEME SURİYYİ sayfasından izlemek mümkün.





İTİRAFÇI ENGİN ERKİNER VE MİT AJANI İBRAHİM YALÇIN HAKKINDA BİLGİ EDİNİN

SÖZÜN BİTTİĞİ YER...


Söylenti değil, siyasi hasım iddiası değil, üçüncü kişilerin doğrulamasını bekleyen söylem değil. Ölüler adına konuşmak da değil..

El yazılarıyla, imzalarıyla, yorumsuz resmi belge ve kanıtlarla gerçekler ortaya konuyor.


İşte belge ve kanıt, kendi el yazılarıyla, altında imzalarıyla söyledikleri. Altı üstü birer cümle...

Birinci cümle, Polis işbirlikçisi İtirafçı Engin Erkiner’e aittir;

Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim (Engin Erkiner Polis İfadesi, s:16)


İkinci cümle; MİT ajanı İbrahim Yalçın’a aittir;

Bir hafta sonraya gün kestik. (28 Ağustos 1986) ben, o günü MİT’e bildirdim. Çok sevindiler, başarılar vs. diyerek 150 bin TL’da paralarını alarak vedalaştık… Örgüt bittiği zaman, benim işim de bitecek. Artık devlet arkamda olacak hiçbir sıkıntım olmayacak. " ( İbrahim Yalçın el yazısı İtirafnamesi s:9-10)

Bu satılmış kişi, muhabımız değildir. Cezasını beklesin. İbreti alem sonu için, zaman aramızda hakemdir.

Bu ikili, bugün ihbar, şaibe, kirlilik ve ahlaksız suçlamalarla devrimcilere hayasızca saldırıyorlar. İşleri bu, sermayeleri de. Özel Harp Dairesinin Kürt özgürlük hareketine ve liderine yönelik saldırılarının aynısını, aynı dille yöneltiyorlar. Bu kuklaları iyi tanıyın.

Belgeleri, kanıtları, el yazılı itirafnameleri, polis ifadelerini yorumsuzca alttaki linklerden takip edebilirsiniz.

http://tarihselhainler.blogspot.com/ ve http://acilciler-thkpc.blogspot.com/

6 Haziran 2009 Cumartesi

ACİLCİLERE SALDIRILAR VE SON NOKTA

CEPHE YAYIN GİRİŞİMİ



24–30 Kasım 2008 tarihleri arasında “Şehitler Haftası” düzenlemeye karar verdiğimiz Eylül 2008’den bu yana devam eden bir saldırı ile karşı karşıyayız. Bu saldırı Mihrac Ural yoldaş nezdinde tüm değerlerimize yöneldiği gibi, doğrudan geçmişimize ve bugünkü değerlerimize yöneltilmektedir.

Bu saldırılar ile ortaya çıkan “polemik”, izleyen muhataplar açısından çok çirkin görünse de bu çirkinlik, saldırıyı yapanlar tarafından zaten amaçlanan bir şeydir. Bu çirkin saldırılar karşısında yanıtsız kalınamazdı. Ancak yanıt verilse de verilmese de böylesi saldırıların yaratacakları çirkinliklerin önüne geçilmesi mümkün değildir. Saldırıların sahiplerinin hedefi tam da budur. Amaç şüphe yaratmak, devrimci değerlere yönelik iticilik oluşturmak ve devrimci safları zayıflatmaktır. Böylece mücadelemizin önüne setler çekmektir. Hedef bu olunca onlar açısından yol ve yöntemin etik kurallarının önemi kalmamaktadır.

Devam eden saldırılara karşı Mihrac Ural yoldaşımız bütün hareketimiz ve tüm değerlerimiz adına gerekli yanıtları vermiştir. Verilen yanıtlar, devrimci değerler kaygısı gözetilerek, belgelere ve kanıtlara dayanarak verilmiştir. Gerek Mihrac Ural yoldaşımızın, gerekse de başka yoldaşlarımızın verdikleri yanıtlar, devrimci değerlerimize sahip çıkmanın, onurlu değerlerimizin-tarihimizin sahiplenilmesinin ve doğrularımızın arkasında duruşumuzun ifadesidir. Bu yanıtlar, geçmişten bu yana bu değerlerin oluşumunda pay sahibi olan, bu onurlu tarihin içinde yer almış olan ve bu tarihin değerlerini korumakta olan herkes adına verilmiştir. Kendi değerlerine yabancılaşıp o değerleri çiğner duruma düşmüş, hatta geçmişine küfür eden zavallılar için ise nedamet bataklığında çırpınmak dışında bir şey kalmamaktadır.

Demokrasi mücadelesi tarihimizde her zaman doğrularımızın arkasında durduk. Mücadele seyrimizde ilerlemeler ve gerilemeler olmuştur. Ancak her dönemde doğrularımızın yaşama geçmesi doğrultusunda zindanlar, işkenceler, sürgünler, şehitler ve her türden özverili çalışmalar pahasına mücadeledeki yerimizi aldık. Bu tarih tüm Acilcilerin onurlu tarihidir. Her onurlu Acilci nerede ve hangi konumda olursa olsun bu onurlu tarihini korur. Bir zamanlar hasbelkader içimizde yer almış olup şu anda onurlu tarihimize saldırır konumda olanların ne Acil ile ne de bu onurlu tarih ile bağları yoktur. Onlar bu onurlu tarihin karşısında, bizlere ve tüm devrimci değerlere alçakça saldıran, devletin uzantısı konuma düşmüş zavallılardır. Saldırılarını da “devrimci” görüntüsü ile yapmaktan çekinmemektedirler. Oysa “devrimcilikleri”, iradelerini devlete teslim ettikleri tarihin çok gerisinde kalmıştır.

“Acilciler” tarihi süreci içinde bize yönelik her türden saldırı yaşanmıştır. Bizleri yok etmek için, bölmek ve yoldaşı yoldaşa vuruşturmak için, sonuçta bizi tasfiye etmek için devletin derin-açık faaliyetleri sürmüştür. Ajanlarıyla, itirafçılarıyla, işbirlikçileriyle, genç ve dinamik olan yapımıza karşı karalamalar, yalan kurgularla dün olduğu gibi bu günde saldırılar devam etmektedir.

Acil’in etkinliği, evirilerek bugüne gelen ve yoğunlaşan çabaları bu saldırıları gündeme getirmektedir. Etkin olma, mücadeleye ısrarla devam etme kararlılığımız bu saldırılara neden olmaktadır. Bu durum ülkemiz devrimci hareketinde dinamik tüm örgütlerin karşı karşıya kaldığı bir durumdur. Özellikle ülkemiz farklılıklarının özgün örgütlenmelerine, kimlik ve hak taleplerinde ısrarlı olanlara karşı Özel Harp Dairesi’nin bitip tükenmez saldırıları gündeme gelmektedir.

Tarihimizde bu süreç çeşitli saldırılarla sürmüştür. Şu an üzerimize yönelen yeni saldırıyla birlikte IV. Tasfiye saldırısı gündeme gelmektedir. Örgüt tarihimizin yazım çalışmalarının başladığı bu kesitte bu evreleri ve birbiriyle bağlantıları eski yeni tüm yoldaşların ve kamuoyunun bilgisine sunmayı görev sayıyoruz.


Bu açıklamalarla birlikte bu sayfayı kapatmış, son noktayı koymuş olacağız. Değerlerimize, tarihimize saldıranlar söyleyebilecekleri her şeyi söylemiş oldular. Her türlü çarpıtmayı yapmaya çalıştılar. Her türlü yalana başvurdular. Bu uğurda herkesten yardım talep ettiler. Şu veya bu şekilde örgütle sorun yaşamış olanların çelişkilerinden yararlanıp bunları silah olarak kullanmaya çalıştılar. Hepsine de sorumluluk duyarlılığı ile değerlerimizin, doğrularımızın, onurlu tarihimizin savunucuları olarak hepimiz adına yanıtlar verildi. Doğrular anlatıldı. Belgelere, tanıklara dayanarak gerçekler ilgili herkese anlatıldı. Sabır, genişlik ve devrimci sorumluluk ile her saldırıya gerekli yanıtlar verildi. Saldırıların dipsiz çirkinliklerine karşın devrimci üslubun ve ilkeli değerlerin dışına çıkılmadı.

Saldırılar, başından beri çok ağır tahriklerle devam etti. Canlarını, emeklerini, bedenlerini, ideallerini, umutlarını bu mücadeleye ve tarihe yatırmış olan yoldaşlarımızın bu onurlu geçmişlerine yapılan küfürler doğaldır ki duygusal birçok tepki de yaratıyordu. Ancak mücadelemizde duygusal tepkilerle örülü adımlar yoktur. Bu doğrultuda tüm tepkisel kalkışmalar frenlenmiştir.



1.TASFİYE GİRİŞİMİ
(1977 AĞUSTOS İSTANBUL YAKALANMASI)


Birinci tasfiye 1977 Ağustos İstanbul yakalanmalarıyla gündeme gelmiştir. Bu yakalanmaların öncesinde Ankara’da gündeme gelen yakalanmalar ve örgütün Ankara birimi üst yöneticilerinin ölü ya da diri tasfiyesinden sonra İstanbul’a geçen Engin Erkiner, bu kez İstanbul dâhil ülkedeki tüm örgüt birimlerine ve olanaklarına yönelik tasfiyeye girişmiştir. Bu tasfiyede temel rol oynamıştır. Ankara tasfiyesinde bu itirafçının rolü nedir? Bunun sorgulanması yapılacaktır. Bu satırlarda açık ve net belge, kanıt ve tanık olmadan hiç kimseye bir suçlama yöneltilmeyecektir. Örgüte yönelik I. Tasfiye girişiminin resmi belgeleri üzerinden edinilen bilgilerle Ankara’da yürütülen tasfiyenin dikkate alınması gerektiğine işaretle yetinilecektir.



Engin Erkiner, İstanbul’da polisin eline düştüğü an, örgütü ülke çapında tasfiye etmek üzere polisle anlaşmaya oturmuştur. 20 sayfalık polis ifadesinde sadece İstanbul’da bildikleriyle değil, ülkenin en ücra köşesinde bildiklerini ev ev, adres adres, isim isim, yetki ve sorumluluklarıyla, örgütsel ilişkide yer alan ve olası eylemlerle bunları kimin yapabileceğini de içeren “kronolojik sıra içinde” (Polis İfadesi s:12) örgütü polise vermiştir.

“Emniyet kuvvetlerine yardım maksadıyla yakalandığım günün akşamı ve onu takip eden günde aşağıda sıralayacağım evleri bulmaları bakımından polise yardım ettim” (Engin Erkiner İfadesi, s:16)

Bu tabloyu daha iyi kavramak için yorumsuz olarak İtirafçı Engin’in polis ifadesini okumak yeterlidir. Bir hasım iddiası, bir duyum, bir karalama ve suçlama için bunların söylenmediğini anlamak açısından bu ifadeyi yorumsuz okumak yeterli olacaktır. (Bkz. http://tarihselhainler.blogspot.com/ )



Tarihi yazarken belgelere-kanıtlara dayanmak, dedikodu, duyum, hikâye- kurgudan uzak olmanın sorumluluğuyla yoldaşlar, İtirafçı Engin’in polis ifadesini yayınladılar. Resmi belge ortaya koydular. İtirafçının örgüte karşı bu güne kadar süren tasfiye çabalarının altında nelerin yattığını, kimlerle hangi zeminde, ne tür anlaşmaların yapıldığını, ortağı MİT ajanı İbrahim Yalçın’la bu son buluşmasının gerekçelerini düşünerek bu tasfiye sürecinin iç bağlantılarını belirginleştirmek zor olmayacaktır.

1977 Ağustos yakalanmaları öncesinde Engin Erkiner Ankara’dan gelmişti, orada örgüt üst komitesinde (Ömür Karamollaoğlu’nun o dönemde yoldaşlara aktardığı çok önemli bilgiler ışığında) sürtüşmelerin ve çelişkilerin olduğu gerçeğini burada hatırlatmak gerekmektedir. Silik kişiliğiyle, aktif yöneticiler karşısında sürekli ikinci sırada yer alan bu itirafçının taşıdığı kin ve bireyci hırs davranışlarıyla da uyumluydu. Siyaseti kin üzerinde yürüten bu kişinin, zayıf düştüğü an polisle her türden çirkin işbirliğine girmesi gündeme geliyordu. Tecrübesi olan her devrimcinin bildiği bu durum, itirafçının polis ifadesinde anlamını buluyordu.

Örgütümüz ülke çapında deşifre olmuştu. Aranmayan bir sorumlu ve kadro bırakılmamıştı. Firari koşullarda kalan militanlar, kadrolar, ağır kovuşturma koşullarına rağmen örgütü yeniden ayağa kaldırmaya yöneldiler. Bu adımda örgüt ülke çapında yeniden oluşturulmaya, kurum ve kuruluşlarıyla ayakları üzerine yükselmeye başlamıştı. Bu konuda güçlü bölgelerden kadro transferleriyle bu sürece kaynak yaratılıyordu. Ankara, Adana, İstanbul Samsun, Kayseri, Niğde, İzmir, Balıkesir yeniden toparlanıp merkezi bir işleyişe yöneliyordu.

Örgüt ayağa kalktıkça eylemleriyle de genişliyor, yeni katılımlarla siyasal hedeflerine o günün verileriyle yöneliyordu. Yayın faaliyeti ilk kez legal alanda yürütülmeye başlanmıştı, kitlesel eylemler, sendikal çalışmalar, sivil toplum kuruluşları içinde etkin olma çabaları gündeme gelmişti.

İtirafçı tasfiye etmişti, ancak bu örgüte gönül verenler deşifre edilmelerine rağmen örgütlerine sahip çıkarak yıkılanı yeniden kuruyordu. Bu süreçte öncü rol oynayanlar kadar, tüm militan, kadro ve sempatizanların katkısıyla örgütümüz yükselişe geçmişti. Her birinin diğeriyle yarış içinde örgüte katkı sağladığı bu yükselme sürecinde, ülkemizde yükselen devrimci hareketin ivmesine uygun bir performans sergilenmekteydi.


1978 Mart ayından itibaren gündeme gelen yakalanmalar ise bu süreci etkilememişti. Önemli kadronun ve militanın yakalanması bile örgütün çalışma ivmesini geriletmemişti. Bu yakalanmalarda ser verip sır vermeyen önder yoldaşların örgütsel gelişmelere zindandan yaptığı katkılar, yönlendirmeler, örgüte daha dinamik bir etkinlik sağlamıştı. ‘Yakalanma değil, yakalananların teslimiyeti tasfiye yaratır’ gerçeği bu olayda kanıtlanıyordu.

‘78–‘80 yılları örgütümüzün en aktif faaliyetlilik ve en güçlü duruş dönemi olması da bunu göstermeye yeterlidir. İtirafçının örgütümüze yönelik I. Tasfiye girişimi böylece aşılmış oluyordu.

Zindanda da etkisizleştirilen, örgütsel çalışmanın tüm karar etkinliklerinden uzak tutulan itirafçı Engin Erkiner için verilen cevaz örgütümüzün her zamanki akılla uyumlu işleyişine bir veriydi. İtirafçı itiraflarını üstlenecekti, yoldaşlara yönelttiği suçlamaları reddedecekti. Ona siyasi savunma hakkı verilmedi ve bunu zaten hiç yapmadı. O sadece ifşaatlarının ceremesini çekmek üzere, itiraflarını üstlenmekle görevlendirildi. İlk toplu mahkeme duruşmasında, bayrak açılması ve sloganların atılması sırasında gösterdiği teslimiyetçi, mahkemeye iyi halli görünme mesajı veren, sessiz kalışında ortaya çıkan tutumu, bu itirafçının iflah olmaz şüpheli davranışını dile getiriyordu.


II. TASFİYE GİRİŞİMİ
(1982–1986)


Örgüt 1. Tasfiye girişiminden başarıyla çıkmıştı. Ülke çapında eylem ve etkinlikleriyle mücadelesine devam etmişti. 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi gelip çattığında, örgütümüz gücü oranında demokrasi mücadelesinde ısrar edecek etkinlikteydi. 12 Eylül rejimine karşı dağıtılan ilk bildiri ve bunu dağıtmakta olan Hasan İnci yoldaşımız da, çatışmada ölen ilk şehit olmuştur (19 Eylül 1980. İskenderun). Örgütümüz siyasi iradesini direnmeden yana belirlemiş ve bunun için tüm çabasını sürdürmüştür. Ortadoğu sahasında mevzilenme bu amaç için en uygun karardı. Tam bu noktada itirafçı Engin, yine sahneye çıkıyor ve örgütsel çalışmanın yurt dışı alanında temel olarak Avrupa’da olması gerektiğini ilan ediyordu. Bu anlayış, örgütümüzü mücadeleden uzak tutma yönündeki, tasfiye amacıyla ortaya atılmış bir yaklaşımdı. Oysa 12 Eylül rejimine karşı direnmemiz gerekiyordu. Halkımızın her türden haklarını gasp eden bu faşist rejim ülkemizi büyük bir zindana dönüştürmüş “balyoz” harekâtlarıyla devrimci güçleri sindirmekteydi.


Örgütümüz yurt dışı alanında çalışma merkezinin Ortadoğu olduğunu ilan etti. Bu yönde parti okulu ve kamp çalışmalarını yoğunlaştırdı.12 Eylül darbesinin yıkıcı etkilerinden korunmak üzere güvenli bir liman olarak Ortadoğu’da mevzilerimizi genişletmeye koyulduk. Bölge demokrasi güçleri ve Filistin örgütleriyle kurulan ilişkiler, sosyalist ülkelerle geliştirilen diyaloglarla at başı yürüyordu. Kadrolar, çok yönlü eğitim süreçlerinden geçirilmeye başlanmıştı. Merkez yayın organı CEPHE, 12 Eylül 1981 tarihinde yeniden yayın faaliyetlerine başladı, bu süreç örgüt tarihinde ilk kez yapılan Genişletilmiş Merkez Komite toplantısıyla doruk noktasına ulaştı (1 Mayıs 1982). İç sürecimizde devam eden bu olumlu gelişmelere, Komünistlerin Birliği ittifak girişimi ve kurucu üye olduğumuz Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi’nin (FKBDC) kuruluş çalışmaları eşlik etti. Mücadele 12 Eylül faşist rejimine karşı, imkânlarımız ölçeğinde en etkin şekilde katılımla devam etmişti.

Bu çabalar içinde tüm devrimci hareketlere sunduğumuz imkânlarımızı, yardımları ve güvenlik konusunda yaptığımız katkıları, ülkeye giriş çıkışta değerlendirdiğimiz değişik kanallarımızın sunumlarını burada ayrıntılarıyla aktarmayacağız. Her Acilcinin Acilciliği ile övünebileceği, gurur ve onur duyacağı olumluluklar, bu uzun yıllar içinde durmadan, aksamadan devam etmiştir. Bu onurlu çabaları yok sayanlar, bunları önemsizleştirmek için kurguladıkları yalanlarla örgütümüzün emeklerine yönelik saldırıları gerçekte bir tasfiye girişimi olarak belirmekte gecikmiyordu. Olayın perde arkasında gizli olan sır, burada da çirkin yüzünü gösteriyordu. Merhametsiz bir inkârcılıkla Acilcilerin tüm devrimcilere kattığı değerler ayaklar altına alınarak, II. Tasfiye hareketi İtirafçı Engin’in girişimiyle bir kez daha sahneleniyordu.

II. Tasfiye hareketi, yurtdışında merkez tartışmalarıyla başlamıştı. Örgüt kararımız her alanda en etkin çalışmayı yürütmek olarak belirlemiş, Ortadoğu’nun ülkemize yakınlığı itibariyle bu sahada etkin bir yoğunlaşmayla ülkeye dönüş ve mücadeleye taze kaynak aktarımı temel alınmıştı. İtirafçı Engin Erkiner, bu süreci çelmeleme çabalarına ilişkin, o dönem alttan alta sürdürdüğü ve bugün tümü örgüt arşivinde olan el yazılı mektuplarında kendini ifade ediyordu.

Ne hikmetse bu gün Acilcilikten bahseden bu itirafçı, o gün yoldaşların kafasını bulandırmak üzere TKEP övgüleri yapmakta, Avrupa’nın rahatlığını pazarlayarak yoldaşların ülke dönüşü ve mücadeleye aktif katılımlarını engellemeye çalışmaktaydı. Aynı dönemde PKK içinde çıkan benzeri eğilimler üzerine Başkan Öcalan’la Genel Sekreterlik düzeyinde yapılan görüşmelerde, bu çevrelerin direnen örgütleri tasfiye etmek üzere, Özel Harp Dairesi’nin çabalarıyla ilgileri ve paralellikleri üzerinde hem fikir sağlanıyordu. Kürt özgürlük hareketine her zaman yönelen bu tür tasfiyeci girişimler, yoğunlaşan eylem ve çalışmalarımıza karşı da baş göstermekteydi.

İtirafçı Engin Erkiner’in mektuplarında süren bu kışkırtma, TKEP’in köylü kurnazı kimi yöneticilerince de destekleniyordu. Bir ittifak gücünü tasfiye etme, adam ayartma gibi düşkünce işleri marifet sayanlar, tasfiyecilerle birlik olarak örgütümüzü çökertme girişiminde yer almaktaydılar. O kesitte bizler olayı hala dost güçler çerçevesinde, ideolojik tartışmanın sınırlarında görmekteydik. Bu konuda TKEP’in eleştirisini ihtiva eden ve siyasal literatürümüzde önemli yeri olan, “Türkleşmiş Kürt Tavrı” (Mihrac Ural) adlı eser, bu konunun ana unsurlarına işaret eden bir yanıttı.

1982 tarihi bu açıdan çok önemlidir. II. Tasfiye hareketi böylesi bir ahlaksızlıkla başlamıştı. Kurgulara, komplo teorilerine prim vermemek için, belgesiz, kanıtsız bir yargısız infaz yapmamak için, o kesitte bölgede yer alan emperyalist-siyonist-Arap gericiliği ittifakına karşı ilerici güçlerin mücadelesinin, hangi bağlantı ve gizli ilişkilerle kösteklenmek istendiği ve bunun Türkiyeli örgütlerde nasıl tahribatlar yaratılarak tezgâhlandığı konusuna girmeyeceğiz.

Bir tek hatırlatmamız olacak o da, Hiram Abbas ve benzeri MİT ajanlarının Lübnan’da cirit attıklarını ve bu tasfiyelerde parmaklarının dolaştığını, bu gün ortaya çıkan belgelerden tüm detaylarıyla bilmekteyiz. Şehitlerimizi şaibeli yapmak isteyenlerin de kim olduğu zaten bilinmektedir.

1982 Haziranına doğru giderken ve FKBDC kuruluş toplantısı sırasında (4 Haziran 1982) İsrail, Lübnan’ı işgal harekâtına girişerek savaş başlamış oldu. Savaş tüm şiddetiyle sürerken, örgütümüz savaş cephelerinde kararlıca direnirken bu tasfiyeciler İtirafçının güdümüyle örgütün tüm birimlerine el koyma girişimlerini başlatıyordu. Lümpenler, kaçakçılar, canla başla Siyonizme karşı açık savaşta direnen örgütü arkadan vuruyordu. O günleri yaşayan yoldaşlar, o acılı tabloda şiddetin neden bu insanlara karşı kullanılmadığını hala sorgular dururlar.

Savaş cephesinde direnişimiz sürerken tasfiyecilerin örgüte karşı giriştikleri silahlı çabalara karşı da bir direniş yürüyordu. Bu kesitte İtirafçının ve TKEP’in kışkırtmalarıyla örgüt kampına baskın yapan Müntecep Kesici yoldaş, bir itişme çekişme ortamında, kaza kurşunu ile ölüyordu. Bu ölümün tüm sorumluluğu itirafçı Engin Erkiner ve TKEP’li köylü kurnazlarıdır.

Bu tasfiyeden sonuç almak isteyenler derin devletten başkası olamazdı. Direnen, savaş mevzilerinde olan bir gücü arkadan vurmak, yalnızca Özel Harp Dairesinin arzusu olabilirdi. Konu; sorunların tartışılması ise bunun yolu yordamı ve adabı vardı. MK genişletilmiş toplantısında, Konferans ve Kongre için de karar alınmıştı. Ama derin devletin hizmetlileri abesle iştigallerinde vakit kaybetmek istemiyorlardı. Bu kesitin el yazılı belgelerinin bir kısmı Mihrac Ural yoldaş tarafından daha önceki dosyalarda yayınlandı. Sinsi bir tasfiye, silahlı baskınlarla sonuç almaya girişmişti.

II. Tasfiye girişiminin başında yine İtirafçı Engin Erkiner vardı. Kiminle nasıl bir bağlantısı var? Bunları komplo hareket olarak hafife almamak için, derinliğine senaryolaştırma basitliğine düşmeyeceğiz; ancak tablo buydu. Bir el aramızda örgütümüzü tasfiye etmek için durmadan ortalığı karıştırıyordu. Aynı hat üzerinde, aynı çevrelerin çabaları tesadüf olmanın ötesinde tutumlar gösteriyordu. 26 yıl sonra bu gün sürmekte olan IV. Tasfiye girişiminin de bu kişilerce yürütülmesinin artık tesadüf olması düşünülemezdi.

TKEP’in TKP-B ile kurduğu ittifakında gösterdiği böl-yönet ve tasfiye et türü ilişkinin daha sonraları bize de yönelmesi ve en sonunda itirafçı Engin Erkiner’in de içinde yer aldığı TKEP’in tasfiyesi sürecine ait halkaları bir araya getirdiğimizde, zorlama olmadan bir kirli iş ve ilişkinin olduğu görülecektir. Tasfiye işi ve bunun cemaati bir arada, her kesitte, on yıllardır birbirini bularak “görevlerini” yerine getiriyorlar. Ortak amaç tasfiye olunca, aynı insanlar kümesi, aradan on yıllar da geçse, bir araya gelip “görevlerini” yerine getiriyorlarsa bunun derin devletten bağımsız olduğu düşünülemez.

Ülkemiz sol hareketi tarihi yazılırken, bu verilerin önemi zamanla ortaya açık şekilde çıkacaktır. Buna dikkat çekmekle yetineceğiz.

II. tasfiye hareketi, örgütü yok edemedi, bölemedi de. Ancak yıprattı. Sorunlu bir grup, itirafçıyla birlikte TKEP’e sığıntı oldu. Bu sığınma, kısa süre sonra da çözüldü. Arada hiçbir siyasal bağın olmaması bu gerçeği onlara da dayattı. TKEP her zamanki gibi yüzü kara çıktı; köprüyü geçene kadar ayılara dayı diyenler şahsi kurtuluşları için siyasal mücadeleyle her türden bağlarını keserek TKEP’i de terk ettiler.

II. Tasfiye girişimlerine, 1. Kongreyle cevap verildi. (25 Kasım -1 Aralık 1986) Gelişme dinamiklerimiz sayesinde o koşullarda çok güç olan böylesi bir kongrenin örgütlenmesi rahatlıkla başarıldı.

1.Kongre ve Üç MİT Ajanının Yakalanması

1. Kongre gücümüzdü. MİT üzerimize gelse de artık güçlüydük. Üç MİT ajanı yakaladık. İkisi açlıktan, zorluklardan teslim olmuş, kendini satmıştı. Üçüncüsü Şahin. Kod adını kimden esinlenerek almışsa -bu gün bize karşı saldırıların başında olan- İbrahim Yalçın’dı! Tümünün itirafları el yazılı belge olarak alındı. Bu konuda bugüne kadar devam eden eleştiri; bu ajanlara neden şiddet uygulanmadığıdır. Etkisizleştirmenin yolu mutlaka şiddetten geçmiyordu. Kuşatılması gerektiği gibi kuşatıldılar. Güçlü örgüt, tüm dengeleri ve sonuçlarını hesap ederek önlemini alır ve bu etkisizleştirmeyi ikame eder. 150. 000Tl karşılığı 1. kongremizi ispiyonlamaya gelmiş İbrahim Yalçın uygun biçimde etkisiz ve yetkisiz apoletlendirildi. 1. kongrenin yükseliş ivmesi yeni sorunlarla derin devletin arzuladığı iç çatışmalarla engellenmemeliydi. Uygun olan karara bağlandı ve uygulandı.

1. Kongre her alandan gelen temsilcilerin, PKK lideri Öcalan yoldaşın, Filistinli örgüt temsilcilerinin katılımıyla yapıldı. Her delege sonsuz konuşma hakkına sahipti. 1. Kongremiz örgütü, gerçek anlamda bir kurumsal ve kurallar örgütü haline getirdi.

İtirafçı ve avenesi yıkıp durdu, bizler ise üretmeye, inşa etmeye devam ettik.


III. TASFİYE GİRİŞİMİ
(1986–1993)


Bu girişim II. tasfiyenin devamı olarak Avrupa sahasında sürdü. Avrupa’daki çalışmalarımızı yıkmak amacı taşıyordu. Uzun yıllar Avrupa’nın tüm ülkelerinde başkent ve önemli şehirlerinde yaptığımız örgütsel çalışmanın tasfiyesine yönelmişti.

Bu süreçte MİT ajanı İbrahim Yalçın ortağı itirafçı Engin’le devreye girdi. İbrahim Yalçın’ın o günlerde cezaevlerine yazdığı mektuplar, kışkırtıcı-provakatif çabaları gözler önüne seriyordu. 2 Kasım 1987 tarihli mektubuyla, Avrupa’ya varalı henüz üç ay geçmemiş iken başlattığı çabalara kesintisiz devam ederek, 22 Temmuz 1988 tarihli daktilo yazımı olan ve altında kendi imzası bulunan mektupta, zindandaki yoldaşları umutsuzluğa, örgüte karşı sorunlu hale getirmeye yönelmesi bu çalışmaların nasıl bir organize iş olarak yürütüldüğünü gösteriyordu.

Avrupa çalışmalarımız 1980 yılına kadar uzanan çalışmalardı. Hanna yoldaşın önderliğinde geniş ve kapsamlı seminer ve konferanslarla süren çalışmalar, dernek ve siyasal etkinliklerimizle her alanda kendimizi ifade edebilecek bir boyut kazanmıştı. 1982 tasfiye girişimlerine karşın örgütsel yapı dinamizminden bir şey kaybetmemişti. 1. Kongre’nin ardından yoğun olarak ilgilenilen Avrupa çalışması önemli bir gelişme düzeyine ulaşmıştı. 80’li yılların sonlarına doğru Avrupa çalışması oturmaya başlayınca, zindanlardaki yoldaşlara da olanaklar ölçüsünde katkı da başlamıştı (gönderim dekontları arşivdedir). Aynı zamanda, ATAK dergisinin İstanbul’da legal olarak çıkması için önemli adımlar atılmıştı. Bu gelişmeler bir kez daha tasfiyecileri harekete geçirdi.

Bu süreçte de TKEP, üzerine düşen tasfiyeci rolü İtirafçı Engin Erkiner’le oynamaya başladı. MİT ajanı İbrahim Yalçın devrede mekik harekâtı yapıyordu. Aralarında hiçbir siyasi ortaklık olmayanlar vehimlerden oluşmuş düşmana karşı birleşmişti. Çalışmalarımız nerede ve ne zaman aktifleşiyorsa orada aynı kişiler devreye giriyordu. İçinde yer aldıkları örgütlerle değil, bizim aktivitelerimizle savaşıyorlardı. Bu tasfiyenin tek amacı, gelişen Avrupa çalışmalarımıza darbe vurmaktı.

Bu süreç basına da yansıdığı gibi (Milliyet 9 Aralık 1988), örgütümüze yönelik Fransız Anti-terör timlerinin (DST) baskınına kadar ilerledi. Bu baskın Mihrac Ural yoldaşın 67. Dosyada da açıkladığı gibi tüm belgeleriyle ve kesin kanıtlarla MİT ajanı İbrahim Yalçın’ın ihbarıyla gündeme geldi. Avukata gizli kalması koşuluyla savcılık tarafından verilen belge bu operasyonda zindana atılan yoldaşlarımıza da gösterildi. Amaç, örgüt lider ve kadrolarını terörist olarak lanse edip Türkiye’ye teslimlerini sağlamaktı. Bu operasyon ardından Türkiye Dışişleri Bakanlığınca örgüt lider ve kadrolarımızı talep ettiği de bilinmektedir (geniş bilgi için Bkz. http://tarihselhainler.com/ 67. Dosya)

1990’lı yıllara gelirken dünyada gerileyen sol hareketlerin oluşturduğu dağılma bu sahadaki çalışmalarımıza olumsuz etkiler yapıyordu.

TKEP saflarına katılan bir gurup insan bu tasfiyede bir biçimde rol oynarken hiçbir siyasal kaygı taşımıyordu. Yaptıkları sadece bir sığınma girişimiydi. Devrim, devrimcilik, siyaset onlar için bitmişti. Siyasal algı dönemlerini bireysel olarak kapatmışlardı. Para kazanıyorlardı ve kimisinin dediği gibi ”sınıf atlamışlardı”. Örgütlü olmak bir yüktü, disiplin altında bulunmak, halk gibi yabancısı oldukları değerler için mücadele etmek, dava sahibi olmak saçma olarak geliyordu. ‘Örgütsüz olunuz’ nidaları sarmıştı her taraflarını.

Buna Avrupa’da ortaya çıkan örgütsel hatalarımızın da yarattığı boşluk katkı sağlamıştı. Bu dönem dünyanın her yerinde solun gerilemesine tanık oluyorduk: Türkiye devrimci hareketleri bundan da payını yeterince almıştı. Örgütümüz de bu süreçte önemli gerilemeler yaşadı.

İtirafçı Engin ve ortağı MİT ajanı İbrahim Yalçın, akıl almaz şaklabanlıklarla TKEP saflarına katılırken, kazanan TKEP olmuyordu. Tasfiye virüsü TKEP’in kanına karışıyordu. Bu dönemin, TKEP‘i tasfiye dönemi olarak gündeme gelmesinin anlamını burada bilince çıkarmak gerekiyor. Bu tasfiyeciler orada da derin işlerine devam ettiler. TKEP’i bitirdiler.

Nerede bulunuyorlarsa, orda bir sakatlık, bir tasfiye hareketi gündeme geliyordu.


IV
BUGÜNKÜ SALDIRILAR VE DÜNÜN İZLERİ


Tarihsel sürecimizde yaşadığımız bu 3 tasfiye girişimi ekseninde, son günlerde yaşanılan saldırıları değerlendirdiğimizde, tablo çok daha net olarak ortaya çıkmaktadır. Bu gün yapılan bu alçakça saldırılar açıkça Özel Harp Dairesi yöntemiyle yöneltilmektedir. Bu saldırıların 26 yıl öncelere dayanan kökleri var. Hala örgüte karşı karalama ve şaibe yaratma yarışı olarak da sürmektedir. İlginç olan, 26 yıldır TKEP’li olmalarına karşın Acil’e saldırmalarıdır. Bu kadar yıl sonra örgüt yine aynı kişilerce hedef seçiliyordu. Süreç içerisinde evirilerek bugüne gelen ve hızlanan etkinliklerimiz, yazınsal faaliyetlerimiz, çevremizin yeniden toparlanması ve kitlesel eylemlere yönelişimiz derin devletin aynı çömezleri üzerimize salmasına neden oldu.

Bu yeni hamle de tesadüf değildi.

Bugün bu süreç devam eden ‘geçmiş değerlendirmeleri’ ışığı altında sürmektedir. Aynı kişiler saldırılarını, kara çalmalarını, kurgu, uydurma ve yalanlarla sistemli şekilde ortaya koymaktadırlar. Bu kez kin öylesine bir boyut almış ki, nerede derin devletin işi, nerede şahsi kin, bilinmez olmuş.

Son yıllarda yaptığımız belirlemeler, demokrasi mücadelesinde Ülkemiz soluna da bir açılım şansı tanımaktadır: Sığlık içinde, varlığı bile tartışmalı durumda olan ülke solunun çıkış kanallarından birinin bu çabalarla zenginleşecek demokrasi mücadelesine bağlı olduğu belirlenmiştir. Bu belirlemeyle birlikte yerel alanlarda etkin çabalar da başlamıştır. Mücadelemiz meydanlara kitleler halinde inmeye ve demokrasi mücadelesine katabileceği tüm etkinlikleri ve değerleri akıtmaya çalışmaktadır.

Saldırı da tam bu noktada milliyetçi zemin üzerinde örgüt değerlerine ve etkinliklerine yönelmeye başlamıştır. III. tasfiye hareketi üzerinden 19 yıl geçmişti. Bu çevreler artık Acilcilerin buharlaşıp yok olduğunu, tam tasfiye edildiğini sanmışlardı. Zaten 26 yıldır TKEP saflarında bulunuyorlardı.

Bitmiş, dağılmış, yok olmuş olduğumuzu, bir daha ayağa kalkmamızın imkânsız olduğunu sanıyorlardı. Oysa 32 yıldır hiç kesilmeden devam eden çabalar, emekler, ilişkiler III. Tasfiyenin ve dünyada ortaya çıkan büyük gerilemenin külleri altında bir köz olarak tüm canlılığıyla yaşıyordu. Gücümüz oranında ülkedeki çalışmalarımızı, yayın faaliyetlerimizi, dernek ve sanat etkinliklerimizi kesintisiz bir şekilde sürdürüyorduk. 32 yıldır aksamadan yürüyen işleyişimizle, demokrasi mücadelesinde dağılmadan, gerilemelerden etkilenmeden kararlıca yolumuza devam ediyorduk. Sayılarla ilgili sorulacak soru, öncelikle tüm solun sayısal varlığını bilerek onun içindeki payımızla uğraşmalıydı. Büyük gerileme kesitlerinde siyasal doğrular arkasında dik duruş ve tutum alış geleceğe hazırlığın tek garantisiydi. Biz bunu başardık. Bu gün ilgi konusu, saldırı konusu olmamızın başka bir izahı yoktur. Düşmanlarımızın bu ölçüde kinle yaptıkları saldırı, web sitelerini tümüyle bize ayırmalarının başka anlamı olamaz. Olmayanla kimse uğraşmaz, meyve vermeyen ağaç taşlanmaz…


Saldırılar Devlet Kaynaklıdır

Bugünkü saldırıların bize yönelmesinde bu verilerin önemi ortaya çıkmaktadır. Bu süreç Kürt hareketinin özgürlük ve demokrasi mücadelesinin yükseldiği ve 29 Mart seçimleriyle artık açıkça “özerklik” taleplerini seslendirdiği bir dönemdir. Bu aynı zamanda siyasal tespitlerimizin bir kez daha doğrulanmasıydı. Kürt özgürlük hareketinin başarısını kendi başarımız olarak algılayan ve buna tümüyle destek olan bizler, bize yönelik tasfiyeci hareketlerin gerçekte milliyetçilik temelinde Kürt halkına yönelen tasfiyecilikle aynı merkezden yöneltilmekte olduğu bilmekteyiz.

Bu konuda halkımız ve yoldaşlarımızın duyarlı olmasını bir kez daha dikkatle dile getirmekteyiz.

Komplo teorisine asla prim vermeden, ancak ortaya çıkan kesişme ve benzerliklerin tesadüf olmadığını bilince çıkartarak hareket etmemiz gerekmektedir. Bu iddiamızın belgesel dayanağı, örgütümüze yönelik tasfiye hareketinde el yazılı itirafıyla MİT hesabına çalıştığını belirten İbrahim Yalçın’ın, itirafçı Engin Erkiner’le geçmişten bu yana her tasfiye döneminde ortaya birlikte çıkışlarıdır.

İşte bu ekip ülkemizde demokrasi mücadelesinin aldığı yeni boyutlarda mücadelemizin göstermeye başladığı etkinlik karşısında yeniden harekete geçmek üzere işaret aldı. 26 yılı aşkın süredir, TKEP saflarında olmalarına karşın sanki hala Acilciler içerisindeymiş gibi, iç sorunlarımızla ilgili taraf olarak kendilerini ortaya koymaları tesadüf değildir. Akıllara ziyan bu duruş, önce örgütsel sürecimizi şaibeli göstermeye yöneldi. Örgütsel geçmişimize ait her şeyi kirletmeye, tüm değerleri iğrenç olarak tanımlamaya ve bir bütün olarak örgütü “polis akademisi” olarak suçlamaya yöneldiler.

Şehit yoldaşların şahadetlerini şaibeli yaptılar, bölge gericiliğine, İsrail ve emperyalistlere karşı savaşta şehit düşenleri bir daha katlettiler. İsrail’in Lübnan işgali sırasında Filistinlilerle ve Lübnan yurtsever halkıyla dayanışma içerisinde onlarca yoldaşımızın fiilen savaşa fedakârca katılımının erdemini kirletmeye çalıştılar. Şehit yoldaşlarımızın ailelerinin duygularıyla oynayarak bu aileleri mücadelenin karşıtı bir noktaya çekmek istediler. Her türlü ahlaksızlıkla insanları savurmaya, örgütsüzleştirmeye, ideallerinden koparıp sefilleştirmeye çalıştılar. Akılların almayacağı kurgularla, ispatı kanıtı olmayan hikâyelerle, ölüleri bile konuşturarak, ahlaksızca suçlamalara yöneldiler. Devrimcilerin onurlu geçmişlerine kara çalmaya çalıştılar: “geçmişi olanın geleceği olamaz” gibi akılsız söylemlerle herkesin geçmişini inkâr için çağrı yaptılar. Tek amaç, en değerli geçmişimizi yok etmekti, geleceksiz bırakmaktı. Bu saldırıların hedefinde hangi isim yer almış olursa olsun, esas hedef; bugüne kadar bu saflarda sempatizan düzeyinden Genel Sekreter düzeyine kadar tüm yoldaşlarımızdır. Ve tüm yoldaşlarımızın çabaları, emekleri, idealleri, onurları, özverileri, yattıkları zindan yılları, çektikleri işkenceleri ve yarattıkları tüm değerleri hiçleştirmektir. Bu hedef tam da devletin hedefidir. Devlet bu hedefe ne en azılı faşist katillerle ulaşabilirdi, nede İbrahim Şahin gibi Özel Harekât Dairesi yöneticileriyle. Ama Özel Harekât Dairesi, Şahin kod adlı MİT ajanı İbrahim Yalçın ve itirafçı Engin Erkiner aracılığıyla, yanlarına isimlerini anmaya deymez birkaç satılmış vererek bu hedefe ulaşmaya çalışıyor.

Eleştiri yerine, iş edindikleri yalan uydurmalarıyla direnenleri, ser verip sır vermeyenlerin bu güne kadar dik duran tutumlarını kirletmeye çalıştılar. Buna hala devam etmektedirler. Yükselen etkinliklerimiz onlar için bir yıkım oldu. Yoktan var olmuş gibi görmek istediler, inanmadılar. Oysa on yıllardır devam eden kararlı, inatçı bir çalışma kendi özgün kimliğiyle kendini ifade etmeye başlamıştı. Bu saldırıların, bu tasfiye girişimlerinin altında bu gerçeklik yatıyordu.

1 Mayısta, yine kitlesel olarak meydanlara inildi. Mesajımızın halkımıza ulaştığı ortaya çıktı. Hiçbir çaba boşuna değildi. Dünün onurlu Acilcileri, bugünün özgün şekillenmesiyle, demokrasi mücadelesi içerisindeki yerlerini alıyorlardı. Onurlu tarihlerine sahip çıkarak bu günde, bu günün siyasal biçimlenişinde yeniden etkin bir şekilde yer alınmış ve mücadeleye yeni eksende devam kararlılığı gösterilmiştir.

Tasfiyecilerin, itirafçısından satılmışına kadar oluşturdukları cemaatle, on yıllardır ilgilerinin olmadığı değerlerimize el birliğiyle saldırmalarının anlamı derin devlet işinde yer buluyor. Bunun başka bir izahı yoktur. Bu kadar kin bu kadar kara çalma ve yalan bir araya başka türlü gelemezdi.

Olay örgütsel tarihi yıpratmak, kirletmek olarak da ele alınamaz. Bu çabaların taşıdığı kin öylesine derin gözüküyor ki, şahsi olanla Özel Harp Dairesi görevleri birbirine karışmış gibidir. Saldırılarda durmadan yaptıkları ihbarlar, eylemleri ve eylemlerde yer alanları, adresleri, kimliklerin ifşa edilmesi, dostlarımızla ilişkilerin, yaşamsal onurlu emek çalışmalarımızın ele verilmesinin bir arada sürmesi bu işlerin ne kadar kirli amaçlarla yapıldığını göstermektedir.

Dün itirafçılıklarıyla örgütü tasfiye etmek isteyenlerin bu gün ihbarlarıyla Doğu Perinçekçi çizgide seyretmeleri tesadüf değildir.

1977 Ağustos yakalanmalarından bu yana, sürekli yıkan, bölen, itirafçı olan, ihbar eden, satan bunlardı; bunu el yazılı belgelerle kanıtladık. Bu gerçekleri resmi belgelerle ortaya koyduk. Ortaya koyduğumuz iddiaları böylesine kesin kanıtlarla ispat ettik.

Bugün saldırılarında dillerine doladıkları her konu ile ilgili ayrıntılı açıklamalar zamanında ve ayrıntılı olarak devrimci kamuoyuna yapılmıştır. Bu saldırılara yanıt verilirken de bıkmadan, belgelere ve kanıtlara dayanarak dosyalar halinde açıklamalardan kaçınılmamıştır.

Ve buradan bir kez daha belirtiyoruz ki;

Bu tasfiye girişimleri asla tesadüf değildir.


Bizlere yönelik saldırılarda her malzeme kullanılmıştır. Yapılabilecek her saldırı yapılmıştır. Bütün bunlara gerekli olan her cevap verilmiş ve saldırıların devlet kaynaklı olduğu bilinmesine rağmen saldırı sahiplerini değil, ilgili kamuoyunu muhatap alma sorumluluğu ile yanıtlar verilmiştir. Bundan sonra gelebilecek saldırılar eskilerin küfürlerle bezenmiş tekrarlarından başka bir şey olamaz. Bizim ise küfürlerle ve düzeysiz polemiklerle işimiz olamaz. Değerlerimize hakaret ve küfre olan uygun yanıt hakkımız saklı kalmak kaydıyla bu konuda son sözümüzü bu yazıyla söylemiş oluyoruz. Böylece bu konuları biz kendi açımızdan sonlandırmış oluyoruz.

Bizler demokrasi mücadelesi içerisindeki etkin yerimizde çalışmalarımıza devam ediyoruz. Böyle bir sorunu olmayan zavallılar ise, asli görevleri olan derin devlet hizmetindeki ‘devrimci mücadeleye ve değerlere saldırı görevlerine’ devam edeceklerdir. Mücadelenin doğal seyri de budur: Bir yandan kervan yürür, diğer yandan itler ürür!

Hiç yorum yok: