17 Haziran 2009 Çarşamba
DARBECİ AKIL, OSMANLI ARTIĞI BİR AKILDIR.
Mihrac Ural
17 Haziran 2009
Darbecilik topluma dayatılmış bir kırılma girişimidir. Hiç bir zaman ilerlemeyi sağlamaz. Evrimi kırar, gelişmenin dinamiklerini parçalar, kurduğu satülerle toplumsal yaşamı dondurur anti-demokratik yapar. Bu yanıyla darbecilğin her türü bir çeşit gericiliktir.
Bu aklın yeşerdiği bataklık ordudur. Asker olgular bir bütün olarak bu akılın ikamesi için yeterli araçlara sahiptir. Bunlar da zor araçlarıdır. Zor araçlarının toplumdaki tekeli olan ordu darbeciler için her yerde aynı olanakları sunar.
Yerleşmiş, tarihi süreç içinhde kendi dokularını oluşturmuş bir akıl sistematiğini mahkeme kararlarıyla sonlandırmak, susturmak, yok etmek mümkün olamaz. Bu nokta önemle kavranmaya muhtaçtır.
Basit bir doğa yasasını düşünceye uygulayınız. Düşünce yoktan var olamaz, var ise yok edilemez, ancak dönüştürülebilir. Osmanlı aklını yaratan nesnel koşullar ve tarih evrimi nasılki ittihatçılıkta en yüksek ifade tarzıyla kendini tecelli ettiyse, bu aklın tasfiyesi, tarihin çöp tenekesine atılması için de belli bir tarih evrimini gerekli kılar. Bu tarih son yüz yıldır yaşanmaktadır da.
Düşünceyi yok edemeyeceğimiz gerçeği onu başka bir düşünceyle dönüştürmemiz gerektiğini gösterir. Bu dönüşüm bir devrimdir, bir mücadele sürecidir. Demokrasi mücadelesinin on yıllardır süren kararlılığı ve ödediği bedeller, gerçekte darbeci aklın gelip sıkıştığı, güçsüzleştiği yerde artık ayakları üzerinde duramayacağı bir konuma getirmiştir. Bu başarı bu yoda bedel ödeyen demokrasi güçlerinin başarısıdır.
Darbecilikle mücadele bir süreç işidir, kararlı duruştur. Demokrasi güçleri bunu yapmıştır. Darbeciliğe karşı direnmiştir. En az üç kuşaktır bunun bedelleri ödenmektedir. İşkenceler, sürgünler zindanlar bunun için yatılmıştır. Bu gün darbecilerin zayıflıkları, tedirginlikleri, masa altından korkakça senaryolara sığınmaları, e-muhtırala gösterdikleri geri çekilme tamamıyla demokrasi güçlerinin mücadelesinin bir sonucudur. Bu mücadelenin toplumda oluşturduğu irade Ergenekon davalarında görüldüğü gibi darbecileri tutsak almaya kadar yükselmiştir.
AKP hükümeti sorunun bir tarafıdır, çözümün değil. Ülkemizin çok boyutlu kaoslarını, kimlik bunalımlarını her tarihsel kesitte yeniden üreten bu darbeci algılara karşı duruş tarihle yüzlemeyi gerektiriyor. Savcılığa verilecek bir dilekçeyle yapılan hukuk sığınması ülkemizin tarihiyle cesaretle yüzleşmeyip hesaplaşmasını sağlayamaz.
Demokrasi tutarlı siyasal duruşlarla genişler ve büyür. Bu nedenle, darbeci kime karşı olursa olsun, ona karşı durmak gerekir. Demokrasiyi kendi doğrusu olarak kabul edenler onun arkasında durmayı da bilmelidirler.
***
Yüz yıllık bir sorun tarihin derinliğinden gelen veriler üzerinde kendi akıl sistemiyle karşımıza dikilip duryor. Her on yılda bir darbe beklentisini kader haline getiren bu akıl türü Osmanlıdır. Kılıç darbeleriyle vurularak elde edilen, at nalları altında ezerek teslim alınan ganimet algısının, siyasal iktidarda İttihatçılıkta en özgün ifadesini bulan akıl sistemidir. 1908 den bu güne bellirgin peryotlarla süre gelen darbecilik, Osmanlı aklının siyasal abesi olarak toplumsal yaşantımıza yön verme dayatmaları ve müdahaleleriyle tecelli ede gelmiştir. Bu akıl cumhuriyet iniforması giymiş bir Osmanlı aklıdır.
Bu akıl, farklılığı kabullenmez, ayrı var oluşu hazmetmez, güçsüzdür, yetmezdir gafil avlamayı, bir gece ansızın darbeyle yaşamı gasp etmeyi kurgular. Şiddet ve zor araçları bu akılın siyasal mücadelede bildiği tek araçtır. Darbecilik bu günün verisi değildir. Bu gün darbeciliğin son demlerinin yaşandığı kesitlerdir. Bu akıl Osmanlının 500 yıllık evriminin ürünüdür. Bu nokta kavranmadan, tarihle yüzleşmenin cesurca olması mümkün değildir. Bu akıl belli nesnel verilerin ürünü olarak doğmuş olgunlaşmış doruğuna vararak gerisin geriye düşüşe geçmiştir.
Yaşadığımız coğrafyanın son bin yıllık tarihine göz attığımızda bu gerçeğin acımasız sonuçlarıyla yüz yüze kalırız. Anadolu bir uygarlıklar beşiği olduğu gerçeğini bu akıl, kılıç darbeleriyle katletmiştir, at nalları altında da ezmiştir; Orta-Asya’dan Anadolu’ya bir kısrak başı gibi uzanmanın anlamı da budur. Tek boyutlu kılınmak istenen Anadolu, uygar bir çok halklarını, inanç türlerini, kültürel farklılık zenginliğini bedel ödeyerek bu güne gelmiştir. Geride kalmayı becerenler direnenler ve ulaşılması güç olanlardı. Bu coğrafyayı %99 tek inanç türü ve tek etnik egemenlik altına getirmekle öğünenler, bunu ikna yoluyla yaptıklarını anlatırken düştükleri taji-komik haller, tarihin tanıklığıyla iflas etmektedir. Osmanlıdan Cumhuriyete geçerken bu malzemeyle geçildi, bu akıl etkinlikleriyle ve sistemleriyle geçilmişti.
Cumhuriyet’in ayrı bir planla kurulduğu söylendi. "Talancılık ve fetihler ardından serserice sürükleniş" çağının kapandığı dile getirildi. Kendi üretecek kendi tüketecek, “yurtta sulh cihanda sulh” halinde yaşanacaktı. Cumhuriyet henüz cenin halindeyken, hasta adam Osmanlı’nın ölmediğini ispatlarcasına kurtuluş savaşını omuz omuza verdiği Kürt halkına kırmaya kıymaya yakıp yıkmaya tehcir ve tenkile yöneldi. "İsyan" adı altında, 1925'te Kürt halkı hunharca katledildi. Bu sürecin arkası bu güne dek hiç kesilmedi. 19 Kürt "isyanı" denilen şey, askerin toplumun siyasal kaderi üzerindeki hükümranlığının darbeci algılarınca yaratılan düşmandı. Düşmansız yaşamayan bir akıl olarak darbecilik, siyasal iktidar üzerindeki ipoteklerini bu yollarla güçlendiriyordu.
Bu aklın yeşerdiği bataklık ordudur. Asker olgular bir bütün olarak bu akılın ikamesi için yeterli araçlara sahiptir. Bunlar da zor araçlarıdır. Zor araçlarının toplumdaki tekeli olan ordu darbeciler için her yerde aynı olanakları sunar. Bu davranış zaman zaman İzmir suikastında görüldüğü gibi kendi içinde çoğunlukla da dışa karşı her farklılığa her ayrı varlığı bir ölüm denklemi kurgular. Bunlar bir geleneğin devamıydı; darbecilik genetik bir vaka, akıl türü olduğunu ittihatçı reflekslerin içsel dokularda yer edindiğini yansıtıyordu.
1938 Hatay ilhakı, varlık vergisi olayı, DP'nin seçimle iktidar olmasına karşı ordunun İnönü'ye "engelleyelim" önerisi, 6-7 Eylül 1955 olaylarıyla azınlıklara reva görülen faşizanlık, en iyimser deyişle, Cumhuriyetin ayrı bir kuruluş planını beceremediğine bir işaretti. Cumhuriyet, Osmanlı aklı sisteminin tarihsel bir uzantısıydı. Darbecilik, bu sürecin her bir anında keskin izlere sahipti.
Darbeci akıl osmanlı aklıdır ve ittihatçılıkta en doruk noktasını bulmuştur. Öyle ki 400 yıl Osmanlı istilası altında bulunan ortadoğuda II. Dünya savaşı sonrası kurulan devletlerdeki darbeci sürecin de mimarıdır. Osmanlı artığı subayların Suriye, Irak, hatta Mısır da, "erken uyanan darbeyi yapar" söylencesini üretecek kadar etkin olmuştur. Bu akıl Osmanlının komşularımıza bıraktığı kirliğin ifadesiydi. Bölgemizin her bir ülkesi bu aklın çılgınlığından kurtulmak için daha uzun bir süreç demokrasi mücadelesi vermek zorundadır. Ülkemizde durum daha vahim.
27 Mayıs 1960 darbesi,12 Mart 1971 darbesi, 12 Eylül 1980 darbesi, lavlardan oluşmum birer boncuk gibi bu coğrafyada yaşayan halkların boynuna asılmıştır; İşkence etmiş, zindana atmış tenkil ve tehcirle tehdit ederek göçe, ölüme ve idamlara mahkum etmiştir.
1990 ve sonrası olanları arka arkaya sıralacyacak olursak bu boncuk taneleri küçülmesine rağmen, aynı akıl ürünü birer cehennem denklemi olarak dayatılmaktadır. Bu senaryolar, girişimler toplumu kaygan bir zemine, yarını belirsiz sürüklenişlere itmektedir. Kaygılı ve gergin bir toplum geleceğin kurma yönelimleri olmayan bir topluma dönüşülmektedir. Geleceği anlamsızlaştıran bu dayatmaların her türden rantını yine aynı egemen kesimler toplamaktadır. Şu “egemen kesim” kavramının muğlaklığını giderme adına, şunu belirtmek gerek, verili sistemden siyasi ve ekonomik, toplumsal ve kültürel, mevki, pazar, ilişki ve her türüyle kredi etkinliği kazanan kesimlerdir. Bu kemsi sınıfsal tanımlamalarla ifade etmek her zaman doğru bir belirleme değildir. Bezen sınıfsal belirlemeler daraltmayı, her şeyi ak ve kara boyamayı getirir ki, bu da egemenler içinde yer alan bir dizi unsurun gözden kaçıp gitmesini kolaylaştırır; darbelerin ordu üst kademelerine, geniş bürokratik kesimlere, birçok rantiyeci kesime sunduğu ganimet sınıf tanımlamaları içinde gözden kaybolacak çevrelerdir.
1980 askeri faşist darbesi üzerinden uzun zaman geçmiş gibi görünür. Bu süreç, darbeciler açısından soluk almaksızın, doludizgin dayatmaların süreci olmuştur. 28 Şubat 1997'de yapalan balans ayarı (fine turning), 27 Nisan 20077de yapılan e-muhtıra, Ergenekon davalarında ortaya çıkan darbe hazırlıklarının Pandora kutusu ve en son Taraf gazetesinin ifşa ettiği "tasfiye operasyonu" darbe hazırlığı bu sürecin nasıl ilerlemekte olduğunu gösteriyor.
Bu akıl, her daim tetiktedir. Subaylar, darbeyle sıçramalı yükseliş rütbelerini alır, darbe ile son rütbelerine ulaşırlar. Ancak bu süreç bir kırılmaylea karşı karşıya kaldı. Siyasal gerici sistemin kırılışını ifade eden ve ülkemizdeki siyasal kombinezonu değiştiren 22 temuz 2007 genel seçimleri bu açıdan önemli bir dönüm noktasıdır. Ardından gelen Cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşanan gelişmeler darbeci akılın artık tek başına ayakta durabileceği tüm dinamikleri tükettiğini gösteriyordu.
Bu süreç, ortak tehlike adı altında Kürt özgürlük hareketine karşı yeni bir bileşkeyi doğurdu. Milliyetçilik temelinde gelişen bu bileşke, AKP de dile gelen gerici güçleri Orduyla ortak bir çizgiye taşıdı. Darbeci akıl sistemi son nefeslerine doğru gittiği bir sathı maildeydi. 29 Mart 2009 yerel seçimlerine "son düello" olarak girildi. Seçim sonuçlarının ortaya koyduğu tablo ise, hiç bir ittifak kurtuluş olamazdı.
Kürt halkı bu seçimlerde siyasal temsilcilerinin arkasında tek yürek olarak durduğunu gösterdi. "Kürdistan sınırlarının çizildiği" bir seçim sonucu ortaya çıkmıştı. Bu ortamda darbeci akılların son bir refleksle varoluxşlarını onarmak istemeleri beklenen bir duruştu. Nitekim gün be gün basına sızmaya başlayan belgeler buna işaret etmekedir.
"Üç beş çapulcu" diye küçümseyerek üzerine yürüdükleri Kürt özgürlük hareketinden, ağır yenilgeler alması bu süreci derinleştiriyordu. Kürt özgürlük hareketinin bu anlamda ortak ülkemiz demokrasi mücadelesine oluşturduğu manivela görevi, aynı zamanda milliyetçi etkilerin gerilemesini de beraberinde getirmiştir. Genel Kurmay Başkanı Başbuğ'un yaptığı 29 Nisan 2009'da yaptığı "II. İletişim toplantısı" adı altındaki basın toplantısında, Türk ordusu ilk kez bu ülkede farklı halkların olduğunu açıkça ilan ediyordu; Kürt halkı deyimi ilk kez Türk ordusu jargonunda yerini alıyordu. Darbeci algılar arka arkaya ağır yaralar alarak bu güne geldiler.
Gündeme Taraf Gazetesi aracılığıyla oturan belgeler, yeni bir darbe girişimine işaret ediyor. Ancak bu ifşaata karşı hukuki süreçlerin başlatılması, iktidarın hızla savcılığa suç duyurusu yapma cüreti ülkemizde darbecilik aleyhine çok önemli gelişmelerin olduğuna bir işaretti. Bu girişmler, darbecilere kolay kolay teslim olunmayacağı duyarlılığı gibi görünse de yeterli değildir. Bu aklların tedip edilmesi bu yöntemlerle gerçekleşmez. Yerleşmiş, tarihi süreç içinde kendi dokularını oluşturmuş bir akıl sistematiğini mahkeme kararlarıyla sonlandırmak, susturmak, yok etmek mümkün değildir. Bu noktanın önemle kavranması gerek.
Basit bir doğa yasasını düşünceye uygulayınız. Düşünce yoktan var olamaz, var ise yok edilemez, ancak dönüştürülebilir. Osmanlı aklını yaratan nesnel koşullar ve tarih evrimi nasılki ittihatçılıkta en yüksek ifade tarzıyla kendini tecelli ettiyse, bu aklın tasfiyesi, tarihin çöp tenekesine atılması için de belli bir tarih evrimini gerekli kılar. Bu tarih son yüz yıldır yaşanmaktadır da.
Düşünceyi yok edemeyeceğimiz gerçeği onu başka bir düşünceyle dönüştürülmesi gerektiğini gösterir. Bu dönüşüm, mücadele sürecinin devrimidir. Yapmamız gereken dönüştürmektir. Gerçek devrimcilik, tarihsel süreç içinde dengeli ve geri dönüşü olmayan bir dönüşüm anlamına gelir. Kalıcı olan geri dönüşü olmayan çözüm de budur. Darbecileri tarihe gömecek olan da budur. Demokrasi mücadelesi bunu yapma çabasındadır.
Demokrasi mücadelesinin on yıllardır süren kararlılığı ve ödediği bedeller, gerçekte darbeci aklın gelip sıkıştığı, güçsüzleştiği yerde ayakları üzerinde duramayacağı bir konuma sıkıştırmıştır. Bu başarı, bu yolda bedel ödeyenlerin başarısıdır.
Darbecilikle mücadele bir süreç işidir, kararlılık gerektirir. Demokrasi güçleri bunu yapmıştır. Darbeciliğe karşı direnmiştir. En az üç kuşaktır bunun bedelleri ödenmektedir. İşkenceler, sürgünler yaşanmış, zindanlar bunun için yatılmıştır. Bu gün darbecilerin zayıflıkları, tedirginlikleri, masa altından korkakça senaryolara sığınmaları, e-muhtıralarla gösterdikleri geri çekilme, tamamıyla demokrasi güçlerinin mücadelesinin bir sonucudur. Bu mücadelenin toplumda oluşturduğu irade Ergenekon davalarında görüldüğü gibi darbecileri tutsak almaya kadar yükselmiştir. Bu noktada demokrasi güçlerini de sınıfsal kalıplara sokup tanımlamak kısırlıktır. Bu güçlerin içinde ülkemizin burjuava demokratik devrim sürecini yaşamamış olmasının yarattığı geniş yelpazede bir katılım olduğunu söylemek yanlış değildir.
Bu gelişmelerde hiç bir iktidar aslan payına sahip değildir, olamaz da. Bu gelişmelerde darbecilik ne kadar gerilemişse demokrasi güçleri o kadar bedel ödemiş ve ilerlemiştir.
Bu tarihsel dönüşümün bilinçlerde yarattığı yıkım her türlü çılgınlığa açık kapı bırakabileceği unutlmamalıdır. Geçiş döneminin en tehlikeli anı da budur.
Can çekişmenin son bir refleksi vardır. Ölürken, öldürebilir de. Ortak ülkemiz, darbeci aklın tarihe intikalı kesitinde ciddi bir askeri ve siyasi çalkalanmayla yüz yüze kalması zayıf bir ihtimal değildir. Bu noktada ortaya konulacak tutum, savcılara, hakim ya da mahkemelere dayanarak alınmaz. Dayanılacak tek güvenli yer, halklarımızın özgürlük ve demokrasi mücadelesidir. Bu mücadelenin aktivitesi, dinamiği darbeci aklın her refleksini nötürülize edebilecek tek güçtür.
Bu coğrafyada yaşayan halkların özgün ve özgür örgütlenmelerinin mücadeleye daha etkin olarakkatılımı başarı şansını güçlendiren bir yoldar. Tersi durumda tehlikeyi aşmak mümkün değildir.
Bu koşullarda demokrasiyi savunma kararılılığı gösterecek bir hükümetin yapması gerekenler öncelikle, halkın iradesini meydanlara yansıtacak aktif eylem çarısıdır. Gericilğin bir başka boyutu olan AKP hükümeti, bunu yapamaz. Onlar bu tehliklereri, gerçekleşmemeleri halinde birer siyasal rant kapısı olarak görmekte ve ona göre işlemektedirler. Bu tiyatral oyunda kazanan gerici güçlerken kaybeden halktır.
AKP hükümeti sornunun bir yanıdır, çözümün değil. Ülkemizin çok boyutlu kaoslarını, kimlik bunalımlarını her tarihsel kesitte yeniden üreten bu darbeci algılara karşı duruş tarihle yüzlemeyi gerektiriyor. Savcılığa verilecek bir dilekçeyle yapılan hukuk sığınması ülkemizin tarihiyle cesaretle yüzleşmeyip hesaplaşmasını sağlayamaz.
Demokrasi tutarlı siyasal duruşlarla genişler ve büyür. Bu nedenle darbeci kime karşı olursa olsun, ona karşı durmak gerekir. Demokrasiyi kendi doğrusu olarak kabul edenler onun arkasında durmayı da bilmelidirler.
Darbecilik topluma dayatılmış bir kırılma girişimidir. Hiç bir zaman ilerlemeyi sağlamaz. Evrimi kırar, gelişmenin dinamiklerini parçalar, kurduğu satülerle toplumsal yaşamı dondurur anti-demokratik yapar. Bu yanıyla darbecilğin her türü bir çeşit gericiliktir.
Darbecilik bir akıl türüdür, mahkeme kararlarıyla değiştirilemez. Halkımızın tarihle yüzleşmesi gerçekleşmeden bu akıl sistemini tarihe gömmek mümkün değlidir. Sancılarımızın büyük bir kısmı da buradan gelmektedir.
Osmanlı aklının bu güne uzanan genetik mirasçıları olan darbeci akıllarla tarihsel hesaplaşmamız için kitlesel etkinliklerimizi güçlendirmeliyiz. Bu aklın, yıkım ve kıyım üzerine oturan yenilemlerini coğrafyamızın her alanında sonuna kadar kovalamamız gerekmektedir.
Fıratın ötesi, berisi kadar, Torosların kuzeyi, güneyi kadar bu sorumluluk altadadır.
17 Haziran 2009
Darbecilik topluma dayatılmış bir kırılma girişimidir. Hiç bir zaman ilerlemeyi sağlamaz. Evrimi kırar, gelişmenin dinamiklerini parçalar, kurduğu satülerle toplumsal yaşamı dondurur anti-demokratik yapar. Bu yanıyla darbecilğin her türü bir çeşit gericiliktir.
Bu aklın yeşerdiği bataklık ordudur. Asker olgular bir bütün olarak bu akılın ikamesi için yeterli araçlara sahiptir. Bunlar da zor araçlarıdır. Zor araçlarının toplumdaki tekeli olan ordu darbeciler için her yerde aynı olanakları sunar.
Yerleşmiş, tarihi süreç içinhde kendi dokularını oluşturmuş bir akıl sistematiğini mahkeme kararlarıyla sonlandırmak, susturmak, yok etmek mümkün olamaz. Bu nokta önemle kavranmaya muhtaçtır.
Basit bir doğa yasasını düşünceye uygulayınız. Düşünce yoktan var olamaz, var ise yok edilemez, ancak dönüştürülebilir. Osmanlı aklını yaratan nesnel koşullar ve tarih evrimi nasılki ittihatçılıkta en yüksek ifade tarzıyla kendini tecelli ettiyse, bu aklın tasfiyesi, tarihin çöp tenekesine atılması için de belli bir tarih evrimini gerekli kılar. Bu tarih son yüz yıldır yaşanmaktadır da.
Düşünceyi yok edemeyeceğimiz gerçeği onu başka bir düşünceyle dönüştürmemiz gerektiğini gösterir. Bu dönüşüm bir devrimdir, bir mücadele sürecidir. Demokrasi mücadelesinin on yıllardır süren kararlılığı ve ödediği bedeller, gerçekte darbeci aklın gelip sıkıştığı, güçsüzleştiği yerde artık ayakları üzerinde duramayacağı bir konuma getirmiştir. Bu başarı bu yoda bedel ödeyen demokrasi güçlerinin başarısıdır.
Darbecilikle mücadele bir süreç işidir, kararlı duruştur. Demokrasi güçleri bunu yapmıştır. Darbeciliğe karşı direnmiştir. En az üç kuşaktır bunun bedelleri ödenmektedir. İşkenceler, sürgünler zindanlar bunun için yatılmıştır. Bu gün darbecilerin zayıflıkları, tedirginlikleri, masa altından korkakça senaryolara sığınmaları, e-muhtırala gösterdikleri geri çekilme tamamıyla demokrasi güçlerinin mücadelesinin bir sonucudur. Bu mücadelenin toplumda oluşturduğu irade Ergenekon davalarında görüldüğü gibi darbecileri tutsak almaya kadar yükselmiştir.
AKP hükümeti sorunun bir tarafıdır, çözümün değil. Ülkemizin çok boyutlu kaoslarını, kimlik bunalımlarını her tarihsel kesitte yeniden üreten bu darbeci algılara karşı duruş tarihle yüzlemeyi gerektiriyor. Savcılığa verilecek bir dilekçeyle yapılan hukuk sığınması ülkemizin tarihiyle cesaretle yüzleşmeyip hesaplaşmasını sağlayamaz.
Demokrasi tutarlı siyasal duruşlarla genişler ve büyür. Bu nedenle, darbeci kime karşı olursa olsun, ona karşı durmak gerekir. Demokrasiyi kendi doğrusu olarak kabul edenler onun arkasında durmayı da bilmelidirler.
***
Yüz yıllık bir sorun tarihin derinliğinden gelen veriler üzerinde kendi akıl sistemiyle karşımıza dikilip duryor. Her on yılda bir darbe beklentisini kader haline getiren bu akıl türü Osmanlıdır. Kılıç darbeleriyle vurularak elde edilen, at nalları altında ezerek teslim alınan ganimet algısının, siyasal iktidarda İttihatçılıkta en özgün ifadesini bulan akıl sistemidir. 1908 den bu güne bellirgin peryotlarla süre gelen darbecilik, Osmanlı aklının siyasal abesi olarak toplumsal yaşantımıza yön verme dayatmaları ve müdahaleleriyle tecelli ede gelmiştir. Bu akıl cumhuriyet iniforması giymiş bir Osmanlı aklıdır.
Bu akıl, farklılığı kabullenmez, ayrı var oluşu hazmetmez, güçsüzdür, yetmezdir gafil avlamayı, bir gece ansızın darbeyle yaşamı gasp etmeyi kurgular. Şiddet ve zor araçları bu akılın siyasal mücadelede bildiği tek araçtır. Darbecilik bu günün verisi değildir. Bu gün darbeciliğin son demlerinin yaşandığı kesitlerdir. Bu akıl Osmanlının 500 yıllık evriminin ürünüdür. Bu nokta kavranmadan, tarihle yüzleşmenin cesurca olması mümkün değildir. Bu akıl belli nesnel verilerin ürünü olarak doğmuş olgunlaşmış doruğuna vararak gerisin geriye düşüşe geçmiştir.
Yaşadığımız coğrafyanın son bin yıllık tarihine göz attığımızda bu gerçeğin acımasız sonuçlarıyla yüz yüze kalırız. Anadolu bir uygarlıklar beşiği olduğu gerçeğini bu akıl, kılıç darbeleriyle katletmiştir, at nalları altında da ezmiştir; Orta-Asya’dan Anadolu’ya bir kısrak başı gibi uzanmanın anlamı da budur. Tek boyutlu kılınmak istenen Anadolu, uygar bir çok halklarını, inanç türlerini, kültürel farklılık zenginliğini bedel ödeyerek bu güne gelmiştir. Geride kalmayı becerenler direnenler ve ulaşılması güç olanlardı. Bu coğrafyayı %99 tek inanç türü ve tek etnik egemenlik altına getirmekle öğünenler, bunu ikna yoluyla yaptıklarını anlatırken düştükleri taji-komik haller, tarihin tanıklığıyla iflas etmektedir. Osmanlıdan Cumhuriyete geçerken bu malzemeyle geçildi, bu akıl etkinlikleriyle ve sistemleriyle geçilmişti.
Cumhuriyet’in ayrı bir planla kurulduğu söylendi. "Talancılık ve fetihler ardından serserice sürükleniş" çağının kapandığı dile getirildi. Kendi üretecek kendi tüketecek, “yurtta sulh cihanda sulh” halinde yaşanacaktı. Cumhuriyet henüz cenin halindeyken, hasta adam Osmanlı’nın ölmediğini ispatlarcasına kurtuluş savaşını omuz omuza verdiği Kürt halkına kırmaya kıymaya yakıp yıkmaya tehcir ve tenkile yöneldi. "İsyan" adı altında, 1925'te Kürt halkı hunharca katledildi. Bu sürecin arkası bu güne dek hiç kesilmedi. 19 Kürt "isyanı" denilen şey, askerin toplumun siyasal kaderi üzerindeki hükümranlığının darbeci algılarınca yaratılan düşmandı. Düşmansız yaşamayan bir akıl olarak darbecilik, siyasal iktidar üzerindeki ipoteklerini bu yollarla güçlendiriyordu.
Bu aklın yeşerdiği bataklık ordudur. Asker olgular bir bütün olarak bu akılın ikamesi için yeterli araçlara sahiptir. Bunlar da zor araçlarıdır. Zor araçlarının toplumdaki tekeli olan ordu darbeciler için her yerde aynı olanakları sunar. Bu davranış zaman zaman İzmir suikastında görüldüğü gibi kendi içinde çoğunlukla da dışa karşı her farklılığa her ayrı varlığı bir ölüm denklemi kurgular. Bunlar bir geleneğin devamıydı; darbecilik genetik bir vaka, akıl türü olduğunu ittihatçı reflekslerin içsel dokularda yer edindiğini yansıtıyordu.
1938 Hatay ilhakı, varlık vergisi olayı, DP'nin seçimle iktidar olmasına karşı ordunun İnönü'ye "engelleyelim" önerisi, 6-7 Eylül 1955 olaylarıyla azınlıklara reva görülen faşizanlık, en iyimser deyişle, Cumhuriyetin ayrı bir kuruluş planını beceremediğine bir işaretti. Cumhuriyet, Osmanlı aklı sisteminin tarihsel bir uzantısıydı. Darbecilik, bu sürecin her bir anında keskin izlere sahipti.
Darbeci akıl osmanlı aklıdır ve ittihatçılıkta en doruk noktasını bulmuştur. Öyle ki 400 yıl Osmanlı istilası altında bulunan ortadoğuda II. Dünya savaşı sonrası kurulan devletlerdeki darbeci sürecin de mimarıdır. Osmanlı artığı subayların Suriye, Irak, hatta Mısır da, "erken uyanan darbeyi yapar" söylencesini üretecek kadar etkin olmuştur. Bu akıl Osmanlının komşularımıza bıraktığı kirliğin ifadesiydi. Bölgemizin her bir ülkesi bu aklın çılgınlığından kurtulmak için daha uzun bir süreç demokrasi mücadelesi vermek zorundadır. Ülkemizde durum daha vahim.
27 Mayıs 1960 darbesi,12 Mart 1971 darbesi, 12 Eylül 1980 darbesi, lavlardan oluşmum birer boncuk gibi bu coğrafyada yaşayan halkların boynuna asılmıştır; İşkence etmiş, zindana atmış tenkil ve tehcirle tehdit ederek göçe, ölüme ve idamlara mahkum etmiştir.
1990 ve sonrası olanları arka arkaya sıralacyacak olursak bu boncuk taneleri küçülmesine rağmen, aynı akıl ürünü birer cehennem denklemi olarak dayatılmaktadır. Bu senaryolar, girişimler toplumu kaygan bir zemine, yarını belirsiz sürüklenişlere itmektedir. Kaygılı ve gergin bir toplum geleceğin kurma yönelimleri olmayan bir topluma dönüşülmektedir. Geleceği anlamsızlaştıran bu dayatmaların her türden rantını yine aynı egemen kesimler toplamaktadır. Şu “egemen kesim” kavramının muğlaklığını giderme adına, şunu belirtmek gerek, verili sistemden siyasi ve ekonomik, toplumsal ve kültürel, mevki, pazar, ilişki ve her türüyle kredi etkinliği kazanan kesimlerdir. Bu kemsi sınıfsal tanımlamalarla ifade etmek her zaman doğru bir belirleme değildir. Bezen sınıfsal belirlemeler daraltmayı, her şeyi ak ve kara boyamayı getirir ki, bu da egemenler içinde yer alan bir dizi unsurun gözden kaçıp gitmesini kolaylaştırır; darbelerin ordu üst kademelerine, geniş bürokratik kesimlere, birçok rantiyeci kesime sunduğu ganimet sınıf tanımlamaları içinde gözden kaybolacak çevrelerdir.
1980 askeri faşist darbesi üzerinden uzun zaman geçmiş gibi görünür. Bu süreç, darbeciler açısından soluk almaksızın, doludizgin dayatmaların süreci olmuştur. 28 Şubat 1997'de yapalan balans ayarı (fine turning), 27 Nisan 20077de yapılan e-muhtıra, Ergenekon davalarında ortaya çıkan darbe hazırlıklarının Pandora kutusu ve en son Taraf gazetesinin ifşa ettiği "tasfiye operasyonu" darbe hazırlığı bu sürecin nasıl ilerlemekte olduğunu gösteriyor.
Bu akıl, her daim tetiktedir. Subaylar, darbeyle sıçramalı yükseliş rütbelerini alır, darbe ile son rütbelerine ulaşırlar. Ancak bu süreç bir kırılmaylea karşı karşıya kaldı. Siyasal gerici sistemin kırılışını ifade eden ve ülkemizdeki siyasal kombinezonu değiştiren 22 temuz 2007 genel seçimleri bu açıdan önemli bir dönüm noktasıdır. Ardından gelen Cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşanan gelişmeler darbeci akılın artık tek başına ayakta durabileceği tüm dinamikleri tükettiğini gösteriyordu.
Bu süreç, ortak tehlike adı altında Kürt özgürlük hareketine karşı yeni bir bileşkeyi doğurdu. Milliyetçilik temelinde gelişen bu bileşke, AKP de dile gelen gerici güçleri Orduyla ortak bir çizgiye taşıdı. Darbeci akıl sistemi son nefeslerine doğru gittiği bir sathı maildeydi. 29 Mart 2009 yerel seçimlerine "son düello" olarak girildi. Seçim sonuçlarının ortaya koyduğu tablo ise, hiç bir ittifak kurtuluş olamazdı.
Kürt halkı bu seçimlerde siyasal temsilcilerinin arkasında tek yürek olarak durduğunu gösterdi. "Kürdistan sınırlarının çizildiği" bir seçim sonucu ortaya çıkmıştı. Bu ortamda darbeci akılların son bir refleksle varoluxşlarını onarmak istemeleri beklenen bir duruştu. Nitekim gün be gün basına sızmaya başlayan belgeler buna işaret etmekedir.
"Üç beş çapulcu" diye küçümseyerek üzerine yürüdükleri Kürt özgürlük hareketinden, ağır yenilgeler alması bu süreci derinleştiriyordu. Kürt özgürlük hareketinin bu anlamda ortak ülkemiz demokrasi mücadelesine oluşturduğu manivela görevi, aynı zamanda milliyetçi etkilerin gerilemesini de beraberinde getirmiştir. Genel Kurmay Başkanı Başbuğ'un yaptığı 29 Nisan 2009'da yaptığı "II. İletişim toplantısı" adı altındaki basın toplantısında, Türk ordusu ilk kez bu ülkede farklı halkların olduğunu açıkça ilan ediyordu; Kürt halkı deyimi ilk kez Türk ordusu jargonunda yerini alıyordu. Darbeci algılar arka arkaya ağır yaralar alarak bu güne geldiler.
Gündeme Taraf Gazetesi aracılığıyla oturan belgeler, yeni bir darbe girişimine işaret ediyor. Ancak bu ifşaata karşı hukuki süreçlerin başlatılması, iktidarın hızla savcılığa suç duyurusu yapma cüreti ülkemizde darbecilik aleyhine çok önemli gelişmelerin olduğuna bir işaretti. Bu girişmler, darbecilere kolay kolay teslim olunmayacağı duyarlılığı gibi görünse de yeterli değildir. Bu aklların tedip edilmesi bu yöntemlerle gerçekleşmez. Yerleşmiş, tarihi süreç içinde kendi dokularını oluşturmuş bir akıl sistematiğini mahkeme kararlarıyla sonlandırmak, susturmak, yok etmek mümkün değildir. Bu noktanın önemle kavranması gerek.
Basit bir doğa yasasını düşünceye uygulayınız. Düşünce yoktan var olamaz, var ise yok edilemez, ancak dönüştürülebilir. Osmanlı aklını yaratan nesnel koşullar ve tarih evrimi nasılki ittihatçılıkta en yüksek ifade tarzıyla kendini tecelli ettiyse, bu aklın tasfiyesi, tarihin çöp tenekesine atılması için de belli bir tarih evrimini gerekli kılar. Bu tarih son yüz yıldır yaşanmaktadır da.
Düşünceyi yok edemeyeceğimiz gerçeği onu başka bir düşünceyle dönüştürülmesi gerektiğini gösterir. Bu dönüşüm, mücadele sürecinin devrimidir. Yapmamız gereken dönüştürmektir. Gerçek devrimcilik, tarihsel süreç içinde dengeli ve geri dönüşü olmayan bir dönüşüm anlamına gelir. Kalıcı olan geri dönüşü olmayan çözüm de budur. Darbecileri tarihe gömecek olan da budur. Demokrasi mücadelesi bunu yapma çabasındadır.
Demokrasi mücadelesinin on yıllardır süren kararlılığı ve ödediği bedeller, gerçekte darbeci aklın gelip sıkıştığı, güçsüzleştiği yerde ayakları üzerinde duramayacağı bir konuma sıkıştırmıştır. Bu başarı, bu yolda bedel ödeyenlerin başarısıdır.
Darbecilikle mücadele bir süreç işidir, kararlılık gerektirir. Demokrasi güçleri bunu yapmıştır. Darbeciliğe karşı direnmiştir. En az üç kuşaktır bunun bedelleri ödenmektedir. İşkenceler, sürgünler yaşanmış, zindanlar bunun için yatılmıştır. Bu gün darbecilerin zayıflıkları, tedirginlikleri, masa altından korkakça senaryolara sığınmaları, e-muhtıralarla gösterdikleri geri çekilme, tamamıyla demokrasi güçlerinin mücadelesinin bir sonucudur. Bu mücadelenin toplumda oluşturduğu irade Ergenekon davalarında görüldüğü gibi darbecileri tutsak almaya kadar yükselmiştir. Bu noktada demokrasi güçlerini de sınıfsal kalıplara sokup tanımlamak kısırlıktır. Bu güçlerin içinde ülkemizin burjuava demokratik devrim sürecini yaşamamış olmasının yarattığı geniş yelpazede bir katılım olduğunu söylemek yanlış değildir.
Bu gelişmelerde hiç bir iktidar aslan payına sahip değildir, olamaz da. Bu gelişmelerde darbecilik ne kadar gerilemişse demokrasi güçleri o kadar bedel ödemiş ve ilerlemiştir.
Bu tarihsel dönüşümün bilinçlerde yarattığı yıkım her türlü çılgınlığa açık kapı bırakabileceği unutlmamalıdır. Geçiş döneminin en tehlikeli anı da budur.
Can çekişmenin son bir refleksi vardır. Ölürken, öldürebilir de. Ortak ülkemiz, darbeci aklın tarihe intikalı kesitinde ciddi bir askeri ve siyasi çalkalanmayla yüz yüze kalması zayıf bir ihtimal değildir. Bu noktada ortaya konulacak tutum, savcılara, hakim ya da mahkemelere dayanarak alınmaz. Dayanılacak tek güvenli yer, halklarımızın özgürlük ve demokrasi mücadelesidir. Bu mücadelenin aktivitesi, dinamiği darbeci aklın her refleksini nötürülize edebilecek tek güçtür.
Bu coğrafyada yaşayan halkların özgün ve özgür örgütlenmelerinin mücadeleye daha etkin olarakkatılımı başarı şansını güçlendiren bir yoldar. Tersi durumda tehlikeyi aşmak mümkün değildir.
Bu koşullarda demokrasiyi savunma kararılılığı gösterecek bir hükümetin yapması gerekenler öncelikle, halkın iradesini meydanlara yansıtacak aktif eylem çarısıdır. Gericilğin bir başka boyutu olan AKP hükümeti, bunu yapamaz. Onlar bu tehliklereri, gerçekleşmemeleri halinde birer siyasal rant kapısı olarak görmekte ve ona göre işlemektedirler. Bu tiyatral oyunda kazanan gerici güçlerken kaybeden halktır.
AKP hükümeti sornunun bir yanıdır, çözümün değil. Ülkemizin çok boyutlu kaoslarını, kimlik bunalımlarını her tarihsel kesitte yeniden üreten bu darbeci algılara karşı duruş tarihle yüzlemeyi gerektiriyor. Savcılığa verilecek bir dilekçeyle yapılan hukuk sığınması ülkemizin tarihiyle cesaretle yüzleşmeyip hesaplaşmasını sağlayamaz.
Demokrasi tutarlı siyasal duruşlarla genişler ve büyür. Bu nedenle darbeci kime karşı olursa olsun, ona karşı durmak gerekir. Demokrasiyi kendi doğrusu olarak kabul edenler onun arkasında durmayı da bilmelidirler.
Darbecilik topluma dayatılmış bir kırılma girişimidir. Hiç bir zaman ilerlemeyi sağlamaz. Evrimi kırar, gelişmenin dinamiklerini parçalar, kurduğu satülerle toplumsal yaşamı dondurur anti-demokratik yapar. Bu yanıyla darbecilğin her türü bir çeşit gericiliktir.
Darbecilik bir akıl türüdür, mahkeme kararlarıyla değiştirilemez. Halkımızın tarihle yüzleşmesi gerçekleşmeden bu akıl sistemini tarihe gömmek mümkün değlidir. Sancılarımızın büyük bir kısmı da buradan gelmektedir.
Osmanlı aklının bu güne uzanan genetik mirasçıları olan darbeci akıllarla tarihsel hesaplaşmamız için kitlesel etkinliklerimizi güçlendirmeliyiz. Bu aklın, yıkım ve kıyım üzerine oturan yenilemlerini coğrafyamızın her alanında sonuna kadar kovalamamız gerekmektedir.
Fıratın ötesi, berisi kadar, Torosların kuzeyi, güneyi kadar bu sorumluluk altadadır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder