15 Ağustos 2009 Cumartesi
"BEKLEYELİM GÖRELİM" SOSYALİSTLİĞİ
Bedreddin Mahir
15 Ağustos 2009
Bazen es geçip gidiyorum. Ama dayanamıyorum illa elim tuşlara gidiyor ve yazmaya başlıyorum. Bu kez de öyle oldu.
Malum solculuk, milliyetçi ön yargıların etkisi altında ortak ülkemizin her sorununa, muğlak, anlaşılması güç, ilgili ilgisiz, kıyısından köşesinden açıklamalarla tutarsız belirlemeler yapmaktadır. Söyleyecekleri arkasında duramama kaygısının da itimiyle dengesiz tutumlar sergilemektedir. En iyi halde “bekleyip göreceğiz” cinsinden yaklaşımlarla, sürecin edilgen tarafında yer alıp, sessizce gözlemcilik yapmaktadır.
Bu bitip tükenmeyen “bekleyip görelim” edaları, çağlar değişmesine rağmen değişmeden devam ediyor. 20.yy dan 21.yy aynıyla süre gelen bu tutum, gerçekte bir kimlik arayışına işaret ediyor. Kararsızlık, tedirginlik, kendi söylemine karşı güvensizlikte beliren bu duruş, solu artan oranda siyasal mücadelenin dışına itiyor, halktan soyutluyor. Sosyalistlerin hızla marjinalleşmesi, etkin olmayan bir aydın kolonisi haline gelmelerinin altında da bu yatıyor.
Oysa sosyalist gerçeklikte tutumlar ve duruşlar bilinen tüm siyasal akımlardan çok daha net ve köşelidir. Bunun öyle olması çok normaldir. Sosyalizm, dünyayı yorumlarken elindeki yöntemle, kesin sonuçlara ulaşması mümkün olan bir ideolojidir. Bu açıdan muğlaklık Sosyalist yaklaşımda yeri olmayan bir tutumdur.
Ancak “sosyalistler” son çeyrek asırdır pusulalarını kaybetmiş gibiler. Özellikle sosyalist sistemin çözülüşüyle. Bu çözülüş beklenmedik ölçekte ve dünya çapında farklı sosyal hareketlerin doğmasına, tamamlanmamış ulusal davaların, tamamlanmamış demokratik açılımların elde edilmesi için yerden mantar gibi biten devrimci hareketlerin doğmasına yol açmıştır. Çağın bu yeniliklerini kavramakta geç kalan bu türden sosyalistlerin eskiye tutunma, milliyetçiliğe takılı kalma gibi refleksleri olmuştur. Bu reflekslerle, ortaya çıkan her sosyal hareketi “sınıf mücadelesi dışı bir hareket, sınıf mücadelesini bulandıran sis perdesi olarak” görme kolaycılığına yöneldiler. Bununla da kalmayıp bu türden hareketleri “dış mihrakların kumandasında birer hareket” olarak değerlendirdiler.
Bu arada Türkiye Komünist Partisi (TKP) gibileri de bilinçaltı milliyetçi tepkilerle Kürt özgürlük hareketine karşı, Türk ordusunu destekleme, kızları da askere alma gibi akıllara ziyan önermelerde bulunabildiler. TKP son bildirisinde MHP’yi bile geride bırakmıştır:
" Irak Kürdistan’ındaki özerk devlet yapılanması emperyalizmin bölgemizi yeniden şekillendirmeye dönük operasyonlarının tipik bir örneğidir. Bunun da ötesinde Irak Kürdistan’ı, bir yandan Türkiye Kürtlerini emperyalizm ve gericilik yanında taraflaştırmakta, milliyetçiliği körüklemekte ve başta Türkler ve Kürtlerden oluşan emekçi halkımızın birliğini dağıtıcı etki yaratmakta, diğer yandan ise Türkiye'de yayılmacı/Osmanlıcı perspektifler için zemin oluşturmaktadır."
"Türkiye'nin eyaletlere bölünmesi ve bölgesel özerkliğin geliştirilmesi, toplumsal parçalanmayı derinleştirir. Merkezi yapının bugüne dek anti-demokratik, baskıcı ve zorla asimilasyonu hedefleyen bir karakter taşımış olması, ademi merkeziyetçiliğin doğru seçenek olması için yeterli değildir. Eyaletleşme yeni, sağlıklı, üzerinde iradi birlikteliğin tesis edileceği bir zemin değil, parçalanmanın bir evresi olacaktır.” http://haber.sol.org.tr/sol-partilerden/tkp-den-baris-ve-kardeslik-acilimi-haberi-16751
Bu cümleler, aklı başında bir demokratın bile söylemesi olası değildir. Bu açık ve net haliyle milliyetçi bir iç savaş kışkırtıcılığıdır. Kürtlere “bin kez ölseniz de size hak verilmeyecek ne haliniz varsa görün” demektir. Bu bölücülüktür, hak sahibini köşeye sıkıştırıp patlatmaktır, iç savaşa zorlamaktır. “sosyalist” olmanın hiçbir türü tarihin hiçbir döneminde kendini böylesine rezil bir tarzda ortaya koymamıştır.
Bu cümleler sınıf mücadelesi denilen kapitalizm içi reform mücadelesi mantığının tekrarıdır. Her şey aynı dar alan içinde ve sistemin statüleri içinde olup bitmelidir. Farklılıkların tek bayrak, tek millet, tek devlet çatısı altından çıkışları bölünmektir diye kendini aldatan bir mantıktır. Bu dayatmaların, birliği asla oluşturmayacak cinsten birer bölücülük olduğu kavranamamaktadır.
Bu tutumlar ortak ülkemiz farklılıklarının özgün ve özgür örgütlenme ve mücadelesine karşı, milliyetçi hatta ırkçı tutumlar olarak belirmektedir.
Böylesi tehlikeli yaklaşımlar, bin bir biçimiyle bu gün de devam etmektedir.
Bu yaklaşımların en sıradan ve yaygın olanı “bekleyip görelim” muğlaklığına sığınanıdır.
Şu satırları birlikte okuyalım.
“Sosyalist bir siyasetçinin gözüyle bakıldığında, kuşaklar boyunca derin yaralar almış, kan kaybetmiş, savaş yorgunu Kürt halkını kısa vadede rahatlatabilecek olan ABD’li ve AKP’li ‘Kürt Açılımı’nın, uzun vadede ‘hayırlı sonuçlara vesile’ olmayacağı söylenebilir. Ama bazen, pek çok siyasi iradenin rol aldığı böylesi kritik tarihsel anlarda, biraz ‘bekleyip görmek’ gerekebilir; göreceğiz!...” (Kürdün hal ve gidişi)
Neyi bekleyip göreceğiz. Kimden bir beklentimiz olacak ki kendimize ait tutumları almakta çekinceli davranalım.
Bu satırlarda Kürt özgürlük hareketini dış mihraklara bağlama mesajı neyin nesidir. AKP’ye bağlama algısının gerekçesi nedir. Bu yaklaşımın neresi materyalisttir, bu yaklaşımın neresi sosyal bilim çözümlemesiyle ilgilidir. Bu yaklaşımın hiç bir cümlesi sosyalist olamaz.
Bilimsel ölçüleriyle, materyalist diyalektik yöntemi ve sosyal bilim araçlarıyla da ölçülünce Kürt özgürlük hareketi bir Kürt halk hareketidir. Yani bir halkın kendi iç dokularından ve dinamiklerinden üremiş haklı talepleriyle yükselen bir harekettir. Yüz yıllık bedellerin ortaya çıkardığı, dünya ve bölge güçler dengesini etkileyen ve ondan etkilenin yanıyla gerçekçi bir hak arayış hareketedir.
Kürt halkının bu yüz yıllık mücadelenin içinde bulunduğumuz kesitinde, ABD’nin ya da AKP’nin şu ya da bu dünya konjonktürü nedeniyle gösterdiği fraklı davranış, Kürt halk hareketini etkileyen değil, tersine ondan etkilenen bir sonuçtur.
Kürt özgürlük hareketi bu günün verileriyle artık etken bir harekettir. Temsilcileri etrafında sıkı bir dayanışma ve özverili bir duruşla yürümektedir. Filistin ulusal kurtuluş hareketi gibi, dünyanın en önemli ulusal kurtuluş hareketi olduğu da tartışmasızdır. Böylesi bir dik duruşun karışında, ABD’nin bölgedeki çıkarları için Kürt sorununa eğilmesi, Kürt özgürlük hareketinin başarısıdır. ABD’nin ya da AKP’nin Kürt özgürlük hareketi üzerindeki etkisi değildir. 29 Mart 2009 yerel seçimleri artık Kürt halkının haklarını elde edişte geri dönülmez bir yere geldiğini göstermeye yeterlidir: Bir bütün olarak Kürt ulusu “ben buradayım özgürlük istiyorum ve mahatabınız siyasal temsilcilerimdir, bunları sizin koyduğunuz, kural ve barajların baskısına rağmen gizli oy açık sayımla seçtim “dedi. Kendini sosyalist sayan milliyetçi solcular bunu görmüyor, algılamak istemiyorlar: Bu yanlarıyla ABD ve AKP’den de geri konumda kalıyorlar. CHP ve MHP çizgisinde seyrediyorlar.
Oysa sosyalist söylemin açık ve net ifadesi şudur:
“Biz sosyalistler, demokrasinin genişlemesi, ortak ülkemizin tüm farklılıklarının ve Kürt halkının her türden hak kazanımı için, demokratik her açılımı sonuna kadar ilerlemesi için zorlayacağız. Bu adımı her kim ne amaçla atıyor olurlarsa olsun, onların yetmezliklerini ve göstermelik tutumlarını sergilemek için de sonuna kadar çalışacağız. Demokratikleşme sürecinde Kürt halkını ve tüm hak sahiplerini yalnız bırakmayacağız. Demokratikleşmeyi mantıki sonuçlarına götürmek üzere tüm gücümüzle mücadele edeceğiz. Bu çabamız, halkın gözünü boyamak isteyenlerin maskesini düşürmeyi de amaçlayan bir mücadele olacaktır. İnanıyoruz ki, demokrasi ne kadar kapsamlı ve ileri olursa emekçilerin ve halkların kurtuluş umudu olan sosyalizm o kadar sonuç alıcı bir kapsam kazanır” demelidirler. Milliyetçi solcuların bunu söyleme cesaretleri yoktur olmayacaktır da.
Kendine sosyalist diyen komik bir tarzın şu sözlerine bakın ve bunların nereye kadar düştüklerini takdir edin.
“Fakat, Kürdün eşitlik ve özgürlük talebini merkeze alan bildik ‘yol haritası’, yakın geçmişte farklılaştı; çeyrek asırdır Kürt hareketinin ana dinamiği özelliğini koruyan PKK’nin lideri Abdullah Öcalan, “Eski fikirlerimden vazgeçtim; evet, biz Türk’le et ve tırnak gibiyiz, ayrılamayız. Kürt kimliğimizi tanıyın, kişilik haklarımızı teslim edin, yeter..” (Adı geçen makale)
Sayın Öcalan’ın bu sözlerinde, kardeşliğin ve barışın anlamlı ifadesini ortaya çıkarmak yerine, onun gelişen ve değişen görüşlerini hafife alma aymazlığını neye yormamız gerek. Bir bilen varsa beri gelsin.
Sosyalistler ne zamandan beri ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkınaı karışır oldu. Ne zaman ve hangi ilkeye dayanarak kendi iç dinamiğiyle gelişen ve ödediği bedellerle kimseye dayanmadan haklı taleplerini ortaya koyan bir halkın iradesine karışılır oldu. Kürt halkının siyasal temsilcileri ve önderliğinin kararlaştırdığı taktik ve strateji gelişmelerini ne zamandan beri sosyalistler tayin eder oldu; iyi ya da kötü olduklarına karar verir oldu. Kürt halkı ve temsilcilerinin aldığı etkin kararlarla, ortak ülkemizin siyasal tarihini, gelmiş geçmiş tüm devrimci hareketlerinden daha çok etkilediği ve hepimiz adına demokrasi sürecini yükselttiği bir dönemde, yanında olmamız gerekirken bu ötekileştirme tutumunun sosyalistlikle ne alakası var.
Beyler, artık bu defterleri kapatın, siz ne sosyalistsiniz ne de bir şeysiniz. Siz sadece kendinizi aldatmak üzere, gereksiz kuruntularınızla yaşamaya inat etmiş geviş getirenlersiniz. Demokrasi algılarınızı değiştirmeden de bu çıkmazdan kurtulamazsınız.
“biraz ‘bekleyip görmek’ gerekebilir; göreceğiz!...” Sizin sınırınız budur. Ötesi değil.
Daha çok beklersiniz. Daha çok mücadele edelerin, canını dişine katarak gösterdiği çabalara seyirci kalırsınız. Güvendiğiniz sınıf mücadelesine de karlar yağdı. Bu gün (15 ağustos 2009) açık oturumlarda “sınıf mücadelesinin sınırları”nı gördük; üç beş kuruş ücret artırımı kadardı. Bari bunlar reformist çabalarla genel mücadelenin bu köşesinde görevlerini yerine getiriyorlar ya siz ne yapıyorsunuz. Kürt halkının “demokratikleşme açılımından” yararlanmasına bıyık altında gülüyor kılınızı bile kıpırdatmadan ahkam kesiyorsunuz. Kendinizi aldatmaya son verin, yapacağınız en iyi şey budur.
Oysa bu işin alfabesinde yazılıydı; sosyalistler gerçek anlamda sosyalist iseler, demokrasinin ilerletilmesine öncü olmalıydılar. Demokrasinin derinleştirilmesi ve genişletilmesine katkı sunmalıydılar. Bu süreçlerin öncülüğüne soyunmalıydılar. Ancak, milliyetçi solcuların elinde ne biri ne ötekisi, sosyalistlik tutumsuzluk, muğlaklı, belirsizlik oldu. Bu da bize halktan kopmanın, mevta olmanın nedenlerini yeterince açıklıyor sanırım.
Milliyetçi sosyalistler, artık siyasal bir varlık bile değiller. 21. yy hiç kavrayamadılar. Demokrasi adına gelişen hiçbir şeyi hazmedemediler. Devrim algıları, kolay yoldan bir darbe olarak belirdi. Bir köşede o anı bekleyip duruyorlar. Hayatın içinde değil dışında bir gözlemci olarak zaman tüketiyorlar. 20. Yüz yılın siyasal önermeleriyle 21. Yüzyılda yer almak bundan başka bir şey değildir.
Bana gelince bu tür sosyalistlikten istifa ettim. Onlara bıraktım. Bana devrimcilik yetip artıyor bile.
Demokrasi ve özgürlük mücadelesini, insan hakları ve hukuk kavgamı devrimciliğimin bir parçası olarak görüyorum. Devrimi de tarihsel bir kategori olarak, yeni uygarlık, yeni toplumsal üretim tarzının taçlanması olarak görüyorum. İnsan ortak aklının yaratığı bilimsel ve teknik devrimin açtı yeni uygarlık sürecinin küreselleşmede ifadesini bulan tarihsel devrimden yana, emperyalistlerin küresel siyasal çıkar dayatmalarına karşı bir duruştayım. Bilgi çağının devrimciliğini kendime yol saçtım. 21. yüzyılın bilişim çağında, demokrasi ve özgürlüklerin kazanılmasıyla gerçekçi bir devrimcilik ortaya konabileceğine inanıyorum Bu kanaatle ortak ülkemizde tüm farklılıkların ve Kürt halkının hak arayışını sonuna kadar destekliyorum. Bunun için bekleyip görmemi gerektirecek hiçbir bahane yoktur.
Bahanelerde milliyetçi sosyalistler kadar lüksüm yoktur. Doğrularımın açık ve net olması da bundandır. Doğrularımın arkasında bu nedenle dik duruyorum.
Siz, “bekleyin ve görün”, kendinize geldiğinizde de bana haber verin…
15 Ağustos 2009
Bazen es geçip gidiyorum. Ama dayanamıyorum illa elim tuşlara gidiyor ve yazmaya başlıyorum. Bu kez de öyle oldu.
Malum solculuk, milliyetçi ön yargıların etkisi altında ortak ülkemizin her sorununa, muğlak, anlaşılması güç, ilgili ilgisiz, kıyısından köşesinden açıklamalarla tutarsız belirlemeler yapmaktadır. Söyleyecekleri arkasında duramama kaygısının da itimiyle dengesiz tutumlar sergilemektedir. En iyi halde “bekleyip göreceğiz” cinsinden yaklaşımlarla, sürecin edilgen tarafında yer alıp, sessizce gözlemcilik yapmaktadır.
Bu bitip tükenmeyen “bekleyip görelim” edaları, çağlar değişmesine rağmen değişmeden devam ediyor. 20.yy dan 21.yy aynıyla süre gelen bu tutum, gerçekte bir kimlik arayışına işaret ediyor. Kararsızlık, tedirginlik, kendi söylemine karşı güvensizlikte beliren bu duruş, solu artan oranda siyasal mücadelenin dışına itiyor, halktan soyutluyor. Sosyalistlerin hızla marjinalleşmesi, etkin olmayan bir aydın kolonisi haline gelmelerinin altında da bu yatıyor.
Oysa sosyalist gerçeklikte tutumlar ve duruşlar bilinen tüm siyasal akımlardan çok daha net ve köşelidir. Bunun öyle olması çok normaldir. Sosyalizm, dünyayı yorumlarken elindeki yöntemle, kesin sonuçlara ulaşması mümkün olan bir ideolojidir. Bu açıdan muğlaklık Sosyalist yaklaşımda yeri olmayan bir tutumdur.
Ancak “sosyalistler” son çeyrek asırdır pusulalarını kaybetmiş gibiler. Özellikle sosyalist sistemin çözülüşüyle. Bu çözülüş beklenmedik ölçekte ve dünya çapında farklı sosyal hareketlerin doğmasına, tamamlanmamış ulusal davaların, tamamlanmamış demokratik açılımların elde edilmesi için yerden mantar gibi biten devrimci hareketlerin doğmasına yol açmıştır. Çağın bu yeniliklerini kavramakta geç kalan bu türden sosyalistlerin eskiye tutunma, milliyetçiliğe takılı kalma gibi refleksleri olmuştur. Bu reflekslerle, ortaya çıkan her sosyal hareketi “sınıf mücadelesi dışı bir hareket, sınıf mücadelesini bulandıran sis perdesi olarak” görme kolaycılığına yöneldiler. Bununla da kalmayıp bu türden hareketleri “dış mihrakların kumandasında birer hareket” olarak değerlendirdiler.
Bu arada Türkiye Komünist Partisi (TKP) gibileri de bilinçaltı milliyetçi tepkilerle Kürt özgürlük hareketine karşı, Türk ordusunu destekleme, kızları da askere alma gibi akıllara ziyan önermelerde bulunabildiler. TKP son bildirisinde MHP’yi bile geride bırakmıştır:
" Irak Kürdistan’ındaki özerk devlet yapılanması emperyalizmin bölgemizi yeniden şekillendirmeye dönük operasyonlarının tipik bir örneğidir. Bunun da ötesinde Irak Kürdistan’ı, bir yandan Türkiye Kürtlerini emperyalizm ve gericilik yanında taraflaştırmakta, milliyetçiliği körüklemekte ve başta Türkler ve Kürtlerden oluşan emekçi halkımızın birliğini dağıtıcı etki yaratmakta, diğer yandan ise Türkiye'de yayılmacı/Osmanlıcı perspektifler için zemin oluşturmaktadır."
"Türkiye'nin eyaletlere bölünmesi ve bölgesel özerkliğin geliştirilmesi, toplumsal parçalanmayı derinleştirir. Merkezi yapının bugüne dek anti-demokratik, baskıcı ve zorla asimilasyonu hedefleyen bir karakter taşımış olması, ademi merkeziyetçiliğin doğru seçenek olması için yeterli değildir. Eyaletleşme yeni, sağlıklı, üzerinde iradi birlikteliğin tesis edileceği bir zemin değil, parçalanmanın bir evresi olacaktır.” http://haber.sol.org.tr/sol-partilerden/tkp-den-baris-ve-kardeslik-acilimi-haberi-16751
Bu cümleler, aklı başında bir demokratın bile söylemesi olası değildir. Bu açık ve net haliyle milliyetçi bir iç savaş kışkırtıcılığıdır. Kürtlere “bin kez ölseniz de size hak verilmeyecek ne haliniz varsa görün” demektir. Bu bölücülüktür, hak sahibini köşeye sıkıştırıp patlatmaktır, iç savaşa zorlamaktır. “sosyalist” olmanın hiçbir türü tarihin hiçbir döneminde kendini böylesine rezil bir tarzda ortaya koymamıştır.
Bu cümleler sınıf mücadelesi denilen kapitalizm içi reform mücadelesi mantığının tekrarıdır. Her şey aynı dar alan içinde ve sistemin statüleri içinde olup bitmelidir. Farklılıkların tek bayrak, tek millet, tek devlet çatısı altından çıkışları bölünmektir diye kendini aldatan bir mantıktır. Bu dayatmaların, birliği asla oluşturmayacak cinsten birer bölücülük olduğu kavranamamaktadır.
Bu tutumlar ortak ülkemiz farklılıklarının özgün ve özgür örgütlenme ve mücadelesine karşı, milliyetçi hatta ırkçı tutumlar olarak belirmektedir.
Böylesi tehlikeli yaklaşımlar, bin bir biçimiyle bu gün de devam etmektedir.
Bu yaklaşımların en sıradan ve yaygın olanı “bekleyip görelim” muğlaklığına sığınanıdır.
Şu satırları birlikte okuyalım.
“Sosyalist bir siyasetçinin gözüyle bakıldığında, kuşaklar boyunca derin yaralar almış, kan kaybetmiş, savaş yorgunu Kürt halkını kısa vadede rahatlatabilecek olan ABD’li ve AKP’li ‘Kürt Açılımı’nın, uzun vadede ‘hayırlı sonuçlara vesile’ olmayacağı söylenebilir. Ama bazen, pek çok siyasi iradenin rol aldığı böylesi kritik tarihsel anlarda, biraz ‘bekleyip görmek’ gerekebilir; göreceğiz!...” (Kürdün hal ve gidişi)
Neyi bekleyip göreceğiz. Kimden bir beklentimiz olacak ki kendimize ait tutumları almakta çekinceli davranalım.
Bu satırlarda Kürt özgürlük hareketini dış mihraklara bağlama mesajı neyin nesidir. AKP’ye bağlama algısının gerekçesi nedir. Bu yaklaşımın neresi materyalisttir, bu yaklaşımın neresi sosyal bilim çözümlemesiyle ilgilidir. Bu yaklaşımın hiç bir cümlesi sosyalist olamaz.
Bilimsel ölçüleriyle, materyalist diyalektik yöntemi ve sosyal bilim araçlarıyla da ölçülünce Kürt özgürlük hareketi bir Kürt halk hareketidir. Yani bir halkın kendi iç dokularından ve dinamiklerinden üremiş haklı talepleriyle yükselen bir harekettir. Yüz yıllık bedellerin ortaya çıkardığı, dünya ve bölge güçler dengesini etkileyen ve ondan etkilenin yanıyla gerçekçi bir hak arayış hareketedir.
Kürt halkının bu yüz yıllık mücadelenin içinde bulunduğumuz kesitinde, ABD’nin ya da AKP’nin şu ya da bu dünya konjonktürü nedeniyle gösterdiği fraklı davranış, Kürt halk hareketini etkileyen değil, tersine ondan etkilenen bir sonuçtur.
Kürt özgürlük hareketi bu günün verileriyle artık etken bir harekettir. Temsilcileri etrafında sıkı bir dayanışma ve özverili bir duruşla yürümektedir. Filistin ulusal kurtuluş hareketi gibi, dünyanın en önemli ulusal kurtuluş hareketi olduğu da tartışmasızdır. Böylesi bir dik duruşun karışında, ABD’nin bölgedeki çıkarları için Kürt sorununa eğilmesi, Kürt özgürlük hareketinin başarısıdır. ABD’nin ya da AKP’nin Kürt özgürlük hareketi üzerindeki etkisi değildir. 29 Mart 2009 yerel seçimleri artık Kürt halkının haklarını elde edişte geri dönülmez bir yere geldiğini göstermeye yeterlidir: Bir bütün olarak Kürt ulusu “ben buradayım özgürlük istiyorum ve mahatabınız siyasal temsilcilerimdir, bunları sizin koyduğunuz, kural ve barajların baskısına rağmen gizli oy açık sayımla seçtim “dedi. Kendini sosyalist sayan milliyetçi solcular bunu görmüyor, algılamak istemiyorlar: Bu yanlarıyla ABD ve AKP’den de geri konumda kalıyorlar. CHP ve MHP çizgisinde seyrediyorlar.
Oysa sosyalist söylemin açık ve net ifadesi şudur:
“Biz sosyalistler, demokrasinin genişlemesi, ortak ülkemizin tüm farklılıklarının ve Kürt halkının her türden hak kazanımı için, demokratik her açılımı sonuna kadar ilerlemesi için zorlayacağız. Bu adımı her kim ne amaçla atıyor olurlarsa olsun, onların yetmezliklerini ve göstermelik tutumlarını sergilemek için de sonuna kadar çalışacağız. Demokratikleşme sürecinde Kürt halkını ve tüm hak sahiplerini yalnız bırakmayacağız. Demokratikleşmeyi mantıki sonuçlarına götürmek üzere tüm gücümüzle mücadele edeceğiz. Bu çabamız, halkın gözünü boyamak isteyenlerin maskesini düşürmeyi de amaçlayan bir mücadele olacaktır. İnanıyoruz ki, demokrasi ne kadar kapsamlı ve ileri olursa emekçilerin ve halkların kurtuluş umudu olan sosyalizm o kadar sonuç alıcı bir kapsam kazanır” demelidirler. Milliyetçi solcuların bunu söyleme cesaretleri yoktur olmayacaktır da.
Kendine sosyalist diyen komik bir tarzın şu sözlerine bakın ve bunların nereye kadar düştüklerini takdir edin.
“Fakat, Kürdün eşitlik ve özgürlük talebini merkeze alan bildik ‘yol haritası’, yakın geçmişte farklılaştı; çeyrek asırdır Kürt hareketinin ana dinamiği özelliğini koruyan PKK’nin lideri Abdullah Öcalan, “Eski fikirlerimden vazgeçtim; evet, biz Türk’le et ve tırnak gibiyiz, ayrılamayız. Kürt kimliğimizi tanıyın, kişilik haklarımızı teslim edin, yeter..” (Adı geçen makale)
Sayın Öcalan’ın bu sözlerinde, kardeşliğin ve barışın anlamlı ifadesini ortaya çıkarmak yerine, onun gelişen ve değişen görüşlerini hafife alma aymazlığını neye yormamız gerek. Bir bilen varsa beri gelsin.
Sosyalistler ne zamandan beri ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkınaı karışır oldu. Ne zaman ve hangi ilkeye dayanarak kendi iç dinamiğiyle gelişen ve ödediği bedellerle kimseye dayanmadan haklı taleplerini ortaya koyan bir halkın iradesine karışılır oldu. Kürt halkının siyasal temsilcileri ve önderliğinin kararlaştırdığı taktik ve strateji gelişmelerini ne zamandan beri sosyalistler tayin eder oldu; iyi ya da kötü olduklarına karar verir oldu. Kürt halkı ve temsilcilerinin aldığı etkin kararlarla, ortak ülkemizin siyasal tarihini, gelmiş geçmiş tüm devrimci hareketlerinden daha çok etkilediği ve hepimiz adına demokrasi sürecini yükselttiği bir dönemde, yanında olmamız gerekirken bu ötekileştirme tutumunun sosyalistlikle ne alakası var.
Beyler, artık bu defterleri kapatın, siz ne sosyalistsiniz ne de bir şeysiniz. Siz sadece kendinizi aldatmak üzere, gereksiz kuruntularınızla yaşamaya inat etmiş geviş getirenlersiniz. Demokrasi algılarınızı değiştirmeden de bu çıkmazdan kurtulamazsınız.
“biraz ‘bekleyip görmek’ gerekebilir; göreceğiz!...” Sizin sınırınız budur. Ötesi değil.
Daha çok beklersiniz. Daha çok mücadele edelerin, canını dişine katarak gösterdiği çabalara seyirci kalırsınız. Güvendiğiniz sınıf mücadelesine de karlar yağdı. Bu gün (15 ağustos 2009) açık oturumlarda “sınıf mücadelesinin sınırları”nı gördük; üç beş kuruş ücret artırımı kadardı. Bari bunlar reformist çabalarla genel mücadelenin bu köşesinde görevlerini yerine getiriyorlar ya siz ne yapıyorsunuz. Kürt halkının “demokratikleşme açılımından” yararlanmasına bıyık altında gülüyor kılınızı bile kıpırdatmadan ahkam kesiyorsunuz. Kendinizi aldatmaya son verin, yapacağınız en iyi şey budur.
Oysa bu işin alfabesinde yazılıydı; sosyalistler gerçek anlamda sosyalist iseler, demokrasinin ilerletilmesine öncü olmalıydılar. Demokrasinin derinleştirilmesi ve genişletilmesine katkı sunmalıydılar. Bu süreçlerin öncülüğüne soyunmalıydılar. Ancak, milliyetçi solcuların elinde ne biri ne ötekisi, sosyalistlik tutumsuzluk, muğlaklı, belirsizlik oldu. Bu da bize halktan kopmanın, mevta olmanın nedenlerini yeterince açıklıyor sanırım.
Milliyetçi sosyalistler, artık siyasal bir varlık bile değiller. 21. yy hiç kavrayamadılar. Demokrasi adına gelişen hiçbir şeyi hazmedemediler. Devrim algıları, kolay yoldan bir darbe olarak belirdi. Bir köşede o anı bekleyip duruyorlar. Hayatın içinde değil dışında bir gözlemci olarak zaman tüketiyorlar. 20. Yüz yılın siyasal önermeleriyle 21. Yüzyılda yer almak bundan başka bir şey değildir.
Bana gelince bu tür sosyalistlikten istifa ettim. Onlara bıraktım. Bana devrimcilik yetip artıyor bile.
Demokrasi ve özgürlük mücadelesini, insan hakları ve hukuk kavgamı devrimciliğimin bir parçası olarak görüyorum. Devrimi de tarihsel bir kategori olarak, yeni uygarlık, yeni toplumsal üretim tarzının taçlanması olarak görüyorum. İnsan ortak aklının yaratığı bilimsel ve teknik devrimin açtı yeni uygarlık sürecinin küreselleşmede ifadesini bulan tarihsel devrimden yana, emperyalistlerin küresel siyasal çıkar dayatmalarına karşı bir duruştayım. Bilgi çağının devrimciliğini kendime yol saçtım. 21. yüzyılın bilişim çağında, demokrasi ve özgürlüklerin kazanılmasıyla gerçekçi bir devrimcilik ortaya konabileceğine inanıyorum Bu kanaatle ortak ülkemizde tüm farklılıkların ve Kürt halkının hak arayışını sonuna kadar destekliyorum. Bunun için bekleyip görmemi gerektirecek hiçbir bahane yoktur.
Bahanelerde milliyetçi sosyalistler kadar lüksüm yoktur. Doğrularımın açık ve net olması da bundandır. Doğrularımın arkasında bu nedenle dik duruyorum.
Siz, “bekleyin ve görün”, kendinize geldiğinizde de bana haber verin…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder