26 Mart 2009 Perşembe
"Sakın Meslektaşlarıma Darbeci Olduğumu Söylemeyin !
Orhan Miroğul
Yukarıdaki başlığı Jacques Segula’dan esinlendim.
Hani şu, Copy –metin- stratejisi yerine, Star- stratejisini yerleştirerek, reklam dünyasının bütün ilkelerini sarstığı söylenen adam.
Star, bu ünlü reklamcıya göre, ‘kişileri canlandıran aktörden fazla bir şeydir. Star, aynı anda her yerde bulunan ve evrensel olandır ve Star, öncelikle inandırır, bu onun tabi halidir.’
Segula, Türkiye’de 1991 seçimlerinde Mesut Yılmaz’ın seçim kampanyasını üstlenmişti.
Ama Türkiye kamuoyu bu Star- stratejisinden pek bir şey anlamamış olacak ki ‘Segula’nın bir starı olarak Mesut Yılmaz’ seçimlerde başarılı olamadı.
Oysa Segula, Mitterrand’ı iktidara taşıyan reklamcı olarak biliniyor.
Türkiye’de çok ilginç bir adla yayınlanan kitabını hatırlayacaksınız:
‘Anneme Reklamcı Olduğumu Söylemeyin, O Beni Bir Genelevde Piyanist Sanıyor..’
Bu ilginç kitabın adını bugün yeniden hatırlayarak, hayatımıza son otuz yıldır her nasılsa girmiş ve yön vermiş bazı şahsiyetleri birer birer gözünüzün önüne getirin.
Bu şahsiyetlerin gerçek anıları yazılacak olsa, bu anılara en uygun başlığın şöyle bir başlık olacağını anlayacaksınız:
‘Anneme Darbeci Olduğumu Söylemeyin, O Beni ‘……’ Sanıyor.’
Ergenekon iddianamesinde yer alan sanıkların sahip olduğu meslek çeşitliliğini hatırlayarak noktalı yere dilediğiniz bir mesleği yazabilirsiniz, bunun için herhangi bir yaratıcılığa ihtiyaç yok, çünkü Ergenekon’da meslek çok!
Bilen biliyordu aslında ama, Ergenekon soruşturmasından bu yana iyice açığa çıktı ki, toplum içindeki statüleri ve devlet içindeki güçleri, medyadaki rolleriyle ve asker-sivil bürokrasideki, hiçbir zaman sorgulanmamış, aksine hep benimsenmiş, toplumdan ciddi bir kabul ve onay görmüş konumlarıyla, bir takım kimselerin aslında bizden hep gizledikleri, gizlemek zorunda kaldıkları ikinci bir statüleri ve bu statünün belirlediği ikinci bir yaşamları, hep varolmuş.
Ama toplumun gerçek olarak bildiği yaşamlar ise, gerçek gibi görünse de aslında hep sahte ve hep yanıltıcı olmuş.
Çünkü görünürdeki yaşamlar, aslında, bilinmeyen, fakat asıl gerçek olan yaşamları gizlemek için bir imkan olarak kullanılmış.
Ergenekon soruşturması, kısmen de olsa, bu gerçek yaşamların ve illegal faaliyetlerin deşifre olmasını dahası hukuk ve adalet adına bu yaşantıların içinde şekillenen gizli ve karanlık ilişkilerin açığa çıkmasını ve aydınlatılmasını sağladı.
Adamı, annesi dahil en yakın çevresi ve toplum gazeteci olarak biliyor ve tanıyor; ama bir bakıyorsunuz ki, iç savaşı bile göze alabilen en pervasız darbe teşebbüslerinin ta içinde; darbeci generallere akıl vermiş, hatta generaller kadar bile sabredememiş, generalleri bir an önce darbe yapsınlar diye kışkırtıp durmuş!
Adamı, toplum muteber bir iş adamı olarak biliyor ve tanıyor; ama bir bakıyorsunuz ki, darbecilerle en kirli pazarlıkların içinde. Sahip olduğu devasa iletişim şirketinin bütün imkanlarını, medyadaki gücünü darbecilerin emrine vermeye hazır, oturup darbecilerle pazarlıklar yapan bir zavallı!
Adamı, sendikacı olarak biliyor ve tanıyorsunuz; ama bir bakıyorsunuz ki değişmez başkanı olduğu sendikanın dokuz trilyonluk mal varlığı ve bütün imkanlarıyla, o da darbecilerin emrinde!
Adamı, üniversitede çalışan bir akademisyen ve bir bilim insanı olarak biliyor ve tanıyorsunuz, ama bir bakıyorsunuz ki o da, monist fikirlerinin toplumda egemen olması için darbecilerle işbirliği, gönül birliği yapmaktan kaçınmamış!
Adamı, Cizre gibi tarihi bir yerde, okuma yazması dahi olmadan ve Bedirxaniler’in ruhunu adeta ürpertircesine yıllarca belediye başkanlığı yapmış Kamo olarak biliyor ve tanıyorsunuz, sineye çekmişsiniz bunu artık; ama bir bakıyorsunuz ki, bu Kamo, zamanla Kamil Ağa oluyor ve yıllar sonra devran değişip, Dicle’nin kıyısındaki topraklar kazıldığında, onlardan geriye sadece birkaç kemik parçasının kaldığı çok sayıda insanın öldürülüp toprağın altına gömülmesinden sorumlu tutulan biri olarak çıkıyor karşınıza. Yani Ergenekon sanığı Levent Ersöz’ün, Veli Küçük, Cem Ersever, Arif Doğan ve Kayseri Alay Komutanı Albay Cemal Temizöz’ün suç ortağı olarak!
Adamı , doğuda savaşmış rütbeli bir kahraman olarak biliyor ve tanıyorsunuz; ama , geçmişteki suç ortağı bir samimi itirafçının, Abdulkadir Aygan’ın itirafları sonucu, onun aslında bir kahraman değil, mahkemelerin serbest bıraktığı sivil insanları dağ başlarına götürüp diz çöktürdükten sonra enselerine birer kurşun sıkan zalim bir infazcı olduğunu öğreniyorsunuz. Yıllarca kendini içinde gizlediği sahte kahramanlık zırhının artık ona hiç bir faydasının olmadığını fark ettiğinde ise bu kez kendi kendinin canına kıyan, kendi kendini infaz eden bir infazcı !
Adamı, milletvekili, bakan, genel müdür, parti genel başkanı olarak biliyor ve tanıyorsunuz; ama yıllar sonra, onun, aslında hesabını hiçbir zaman vermeye yanaşmadığı, bütün suçlarını ‘devletin yüce menfaatleri’ hanesine bir güzel yazdırıp inkar eden, ‘bin operasyon’ yönetmiş bir adam olduğunu anlıyorsunuz.
Adamı, hava kuvvetleri komutanı, kara kuvvetleri komutanı, deniz kuvvetleri komutanı, MGK Genel Sekreteri, Jandarma genel komutanı olarak biliyorsunuz, ama bir bakıyorsunuz ki, kendi genel kurmay başkanını ortadan kaldırma planları, darbe planları dahil-ama ülke savunması hariç- her şeyle uğraşıp durmuş!
İşte yolu bir tek noktada ve bir amaç için kesişmiş olan bütün bu insanlar; medyayı, toplumu, üniversiteleri, aydınları, yazarları, gazetecileri, iş adamlarını, sanatçıları, bir bütün olarak ‘darbenin toplumsal tabanı’ haline getirmek için planlar yaptılar ve bunu yaparken cinayet, sabotaj, ünlü kişilere suikast ve kışkırtma eylemleri planlayıp, ülkenin namlı mafya liderleriyle, hatta kitle katilleriyle işbirliği yapmaktan çekinmediler.
İkincisini ve üçüncüsünü henüz bilmediğimiz Ergenekonun ilk iddianamesi gösteriyor ki, bütün bunları yaparken çok cesur ve pervasızdılar.
Ama Ergenekon sanıklarının hiçbiri şimdi kamu huzurunda, mahkemelerde, yaşadığını ve yaptıklarını anlatacak cesarete sahip değil.
O kadar korkaklar ki, Mustafa Balbay gibi eli kalem tutan içlerinden bazıları da, vaktiyle defterlerine kaydettikleri darbe günlüklerini, şimdi de ‘memleketin zor yıllarına dair bir gazetecinin gözlem notları’ olarak yutturmaya çalışıyorlar.
Bir gün kitap halinde yayınlandığında, bu günlüklerin başlığı şu olsun mu peki?
‘Sakın Meslektaşlarıma Darbeci olduğumu Söylemeyin, Onlar Beni Hala Gazeteci Sanıyor.’
Yukarıdaki başlığı Jacques Segula’dan esinlendim.
Hani şu, Copy –metin- stratejisi yerine, Star- stratejisini yerleştirerek, reklam dünyasının bütün ilkelerini sarstığı söylenen adam.
Star, bu ünlü reklamcıya göre, ‘kişileri canlandıran aktörden fazla bir şeydir. Star, aynı anda her yerde bulunan ve evrensel olandır ve Star, öncelikle inandırır, bu onun tabi halidir.’
Segula, Türkiye’de 1991 seçimlerinde Mesut Yılmaz’ın seçim kampanyasını üstlenmişti.
Ama Türkiye kamuoyu bu Star- stratejisinden pek bir şey anlamamış olacak ki ‘Segula’nın bir starı olarak Mesut Yılmaz’ seçimlerde başarılı olamadı.
Oysa Segula, Mitterrand’ı iktidara taşıyan reklamcı olarak biliniyor.
Türkiye’de çok ilginç bir adla yayınlanan kitabını hatırlayacaksınız:
‘Anneme Reklamcı Olduğumu Söylemeyin, O Beni Bir Genelevde Piyanist Sanıyor..’
Bu ilginç kitabın adını bugün yeniden hatırlayarak, hayatımıza son otuz yıldır her nasılsa girmiş ve yön vermiş bazı şahsiyetleri birer birer gözünüzün önüne getirin.
Bu şahsiyetlerin gerçek anıları yazılacak olsa, bu anılara en uygun başlığın şöyle bir başlık olacağını anlayacaksınız:
‘Anneme Darbeci Olduğumu Söylemeyin, O Beni ‘……’ Sanıyor.’
Ergenekon iddianamesinde yer alan sanıkların sahip olduğu meslek çeşitliliğini hatırlayarak noktalı yere dilediğiniz bir mesleği yazabilirsiniz, bunun için herhangi bir yaratıcılığa ihtiyaç yok, çünkü Ergenekon’da meslek çok!
Bilen biliyordu aslında ama, Ergenekon soruşturmasından bu yana iyice açığa çıktı ki, toplum içindeki statüleri ve devlet içindeki güçleri, medyadaki rolleriyle ve asker-sivil bürokrasideki, hiçbir zaman sorgulanmamış, aksine hep benimsenmiş, toplumdan ciddi bir kabul ve onay görmüş konumlarıyla, bir takım kimselerin aslında bizden hep gizledikleri, gizlemek zorunda kaldıkları ikinci bir statüleri ve bu statünün belirlediği ikinci bir yaşamları, hep varolmuş.
Ama toplumun gerçek olarak bildiği yaşamlar ise, gerçek gibi görünse de aslında hep sahte ve hep yanıltıcı olmuş.
Çünkü görünürdeki yaşamlar, aslında, bilinmeyen, fakat asıl gerçek olan yaşamları gizlemek için bir imkan olarak kullanılmış.
Ergenekon soruşturması, kısmen de olsa, bu gerçek yaşamların ve illegal faaliyetlerin deşifre olmasını dahası hukuk ve adalet adına bu yaşantıların içinde şekillenen gizli ve karanlık ilişkilerin açığa çıkmasını ve aydınlatılmasını sağladı.
Adamı, annesi dahil en yakın çevresi ve toplum gazeteci olarak biliyor ve tanıyor; ama bir bakıyorsunuz ki, iç savaşı bile göze alabilen en pervasız darbe teşebbüslerinin ta içinde; darbeci generallere akıl vermiş, hatta generaller kadar bile sabredememiş, generalleri bir an önce darbe yapsınlar diye kışkırtıp durmuş!
Adamı, toplum muteber bir iş adamı olarak biliyor ve tanıyor; ama bir bakıyorsunuz ki, darbecilerle en kirli pazarlıkların içinde. Sahip olduğu devasa iletişim şirketinin bütün imkanlarını, medyadaki gücünü darbecilerin emrine vermeye hazır, oturup darbecilerle pazarlıklar yapan bir zavallı!
Adamı, sendikacı olarak biliyor ve tanıyorsunuz; ama bir bakıyorsunuz ki değişmez başkanı olduğu sendikanın dokuz trilyonluk mal varlığı ve bütün imkanlarıyla, o da darbecilerin emrinde!
Adamı, üniversitede çalışan bir akademisyen ve bir bilim insanı olarak biliyor ve tanıyorsunuz, ama bir bakıyorsunuz ki o da, monist fikirlerinin toplumda egemen olması için darbecilerle işbirliği, gönül birliği yapmaktan kaçınmamış!
Adamı, Cizre gibi tarihi bir yerde, okuma yazması dahi olmadan ve Bedirxaniler’in ruhunu adeta ürpertircesine yıllarca belediye başkanlığı yapmış Kamo olarak biliyor ve tanıyorsunuz, sineye çekmişsiniz bunu artık; ama bir bakıyorsunuz ki, bu Kamo, zamanla Kamil Ağa oluyor ve yıllar sonra devran değişip, Dicle’nin kıyısındaki topraklar kazıldığında, onlardan geriye sadece birkaç kemik parçasının kaldığı çok sayıda insanın öldürülüp toprağın altına gömülmesinden sorumlu tutulan biri olarak çıkıyor karşınıza. Yani Ergenekon sanığı Levent Ersöz’ün, Veli Küçük, Cem Ersever, Arif Doğan ve Kayseri Alay Komutanı Albay Cemal Temizöz’ün suç ortağı olarak!
Adamı , doğuda savaşmış rütbeli bir kahraman olarak biliyor ve tanıyorsunuz; ama , geçmişteki suç ortağı bir samimi itirafçının, Abdulkadir Aygan’ın itirafları sonucu, onun aslında bir kahraman değil, mahkemelerin serbest bıraktığı sivil insanları dağ başlarına götürüp diz çöktürdükten sonra enselerine birer kurşun sıkan zalim bir infazcı olduğunu öğreniyorsunuz. Yıllarca kendini içinde gizlediği sahte kahramanlık zırhının artık ona hiç bir faydasının olmadığını fark ettiğinde ise bu kez kendi kendinin canına kıyan, kendi kendini infaz eden bir infazcı !
Adamı, milletvekili, bakan, genel müdür, parti genel başkanı olarak biliyor ve tanıyorsunuz; ama yıllar sonra, onun, aslında hesabını hiçbir zaman vermeye yanaşmadığı, bütün suçlarını ‘devletin yüce menfaatleri’ hanesine bir güzel yazdırıp inkar eden, ‘bin operasyon’ yönetmiş bir adam olduğunu anlıyorsunuz.
Adamı, hava kuvvetleri komutanı, kara kuvvetleri komutanı, deniz kuvvetleri komutanı, MGK Genel Sekreteri, Jandarma genel komutanı olarak biliyorsunuz, ama bir bakıyorsunuz ki, kendi genel kurmay başkanını ortadan kaldırma planları, darbe planları dahil-ama ülke savunması hariç- her şeyle uğraşıp durmuş!
İşte yolu bir tek noktada ve bir amaç için kesişmiş olan bütün bu insanlar; medyayı, toplumu, üniversiteleri, aydınları, yazarları, gazetecileri, iş adamlarını, sanatçıları, bir bütün olarak ‘darbenin toplumsal tabanı’ haline getirmek için planlar yaptılar ve bunu yaparken cinayet, sabotaj, ünlü kişilere suikast ve kışkırtma eylemleri planlayıp, ülkenin namlı mafya liderleriyle, hatta kitle katilleriyle işbirliği yapmaktan çekinmediler.
İkincisini ve üçüncüsünü henüz bilmediğimiz Ergenekonun ilk iddianamesi gösteriyor ki, bütün bunları yaparken çok cesur ve pervasızdılar.
Ama Ergenekon sanıklarının hiçbiri şimdi kamu huzurunda, mahkemelerde, yaşadığını ve yaptıklarını anlatacak cesarete sahip değil.
O kadar korkaklar ki, Mustafa Balbay gibi eli kalem tutan içlerinden bazıları da, vaktiyle defterlerine kaydettikleri darbe günlüklerini, şimdi de ‘memleketin zor yıllarına dair bir gazetecinin gözlem notları’ olarak yutturmaya çalışıyorlar.
Bir gün kitap halinde yayınlandığında, bu günlüklerin başlığı şu olsun mu peki?
‘Sakın Meslektaşlarıma Darbeci olduğumu Söylemeyin, Onlar Beni Hala Gazeteci Sanıyor.’
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder