24 Kasım 2008 Pazartesi
"Kemalistler"mi ilerici, Mazlumder'ci "islamcılar" mı?
Baskın Oran
İslamcıların içinden gelen Mazlumder’in 15-16 Kasım’daki “Dinî ve Etnik Ayrımcılık” sempozyumunda dinlediklerim kadar beni hayatta mutlu eden çok az şey dinledim. Eğer “Bu dinciler bizi Ortaçağ’a götürüyorlar”cı değil de “Dur bakalım, ne diyorlar”cı iseniz sizi de mutlu edebilir.
Bendenizin, Af Örgütü’nden Levent Korkut’un, ODTÜ’den Mesut Yeğen’in, Bilgi’den Arus Yumul’un, Malatya katliamı avukatı O. Kemal Cengiz’in, Tokat Gaziosmanpaşa’dan B. Berat Özipek’in bildirileri önemli değil. Hatta “Osmanlı’da Çingeneler Müslüman oldukları halde gayrimüslimlerin verdikleri cizyeyi öderlerdi” gibi bilgiler veren ve 1934’te Yahudilerin Trakya’dan İstanbul’a sürülmelerinden önce bölgede “incelemeler” yapan Trakya Umumi Müfettişi İ. Tali Öngören’in “Burada Yahudiler ekonomiye egemen olmuş. Bunları buradan alalım” diye gizli rapor yazdığını anlatan, Sabancı’dan Fikret Adanır’ınki de önemli değil. Genel olarak “İslamcı” terimiyle tanımladığımız insanlarınki önemli.
“Ermenilerden ve Kürtlerden özür dilensin”
Abdülbasit Bildirici’nin sunduğu “Etnik Gruplara Yönelik Ayrımcılık” raporu Egeli bir Siyah’ın söylediklerini aktarıyor: “Bundan 15 yıl öncesinde simsiyah kızlarımızın tek aradıkları şey kocalarının beyaz olması. İçkici, kumarbaz, esrarkeş ne olursa olsun beyaz olması önemli. Bugün de topluma entegre olabilmek, konu komşusuyla iyi geçinmek için tercih ediyorlar beyaz biriyle evlenmeyi”. Çok önemli iki öneride bulunuyor: “Yaşanan tehcir, kıyım ve katliamlar nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti adına ve sonuçlarından bağımsız olarak Ermeni ulusundan özür dilenmelidir” ve “Yine sonuçlarından bağımsız olarak, bütün Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca inkar edilen Kürtlerden özür dilenmelidir”.
Bundan sonrası bir gökkuşağı sanki. Çok çeşitli etnik ve dinsel grupları temsilen kürsüye çıkanların hem egemen söylemden hem de birbirlerinden çok farklı tanıklıkları başlıyor.
Arap Alevisi bir din adamı: “Alevilerin Müslüman olmadıkları bir icattır. Benim mezhebim Ehli Sünnet değil, Ehli Beyt’dir. Sünni-Hanefi tasallutundan kurtulmalıyız”.
Yüzleşme Derneği’nden bir Alevi: “Tekke, zaviye vs.’yi kapatırken camiler kapatılmadı ama Alevi kurumlarını kapattılar”.
Mezoder Süryaniler Derneği temsilcisi: “Biz Avrupa’ya gitmedik; bizi siz kovdunuz. 1915 dedem, 6-7 Eylül babam. Azınlık olduğumu 7 yaşında anladım. Bir çocukla kavga ederken ‘Gâvurdur, vurun’ diye elli çocuk birden üstüme çullandı. Askerde herkes çavuş oldu, ben olamadım. Ticaret hayatımda Kapalıçarşı’da duydum: ‘Bir 6-7 Eylül daha olsa da şu gâvurların dükkanına el koysak’ ”.
Bahailerin temsilcisi bir genç kızın ardından Türkiye Protestan Kiliseleri temsilcisi kürsüye çıkıyor: “Kilisemiz bir dükkandı. Önü cam. Sigorta şirketi 1 yıldan sonra poliçeyi kaç para verirsek verelim yenilemedi; o kadar çok kırıldı ki camımız…”
Bir astsubay konuşuyor: “1997’de Kırklareli’ndeyken eşlerin ve 12 yaşından küçük kızların sağlık karneleri toplatıldı. Başı açık fotoyla yeniden müracaat istendi. Ben başvurmadım; tedavimizi dışarıya yaptırıyordum. Emre itaatsizlikten mahkemeye verildim. Mecbur olmadığım için beraat ettim. 28 Şubat’tan sonra ordudan ihraç edildim”.
“Biz kalabalığız diyemeyiz; adil olmalıyız”
Bizzat kendisi B. Britanya Çingenelerinden olan Adrian Marsh’ın “Türkiye Romanlarının Sorunları” bildirisinden sonra en ilginci geliyor: Nesip Yıldırım’ın okuduğu “İnanç Gruplarına Yönelik Ayrımcılık” raporu. “Müslümanların adil olması yükümlülüğü var. Biz kalabalığız diyemeyiz” diye başlıyor ve hemen ardından: “Herkes dinini tebliğ edebilmelidir” diye misyonerlere yapılan yasadışı baskı ve saldırılara karşı çıkıyor. Sonra ekliyor: “Gayrimüslimler ilahiyat fakülteleri kurabilmelidir”. Devam ediyor: “Fener’in ekümenikliği engellenemez”. Sonra, “Bütün gayrimüslim cemaatler tanınsın” diyor. “Kimliklerde din hanesi olmasın; isteyene belge verilir” diyor. Süryaniler evlerine dönebilsinler, diyor. Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılmalıdır, diyor. Vicdani Ret’in kabulünü istiyor. İdeolojik Devlet değil Hakem Devlet olsun, diyor. Bir Gerçekleri Araştırma Komisyonu kurulmasını istiyor. “Bir hakkın kötüye kullanılması o hakkın kullanılmasını engellememelidir” uyarısında bulunduktan sonra konuşmayı taçlandırıyor: “[Müslümanlar olarak] Ne zulme uğrayalım ne zulmedelim. Kendimiz için istediğimizi başkalarına da isteyelim”.
Kafalar tabii ki biraz karışık ama…
Tabii, gerek genel İslamcı söylemden gerekse devletçi söylemden bu kadar farklı (ve ileri) şeylerin söylenebildiği bir yerde kafa karışıklıkları da olacak. Nitekim, “Ayrımcı Önyargının Yeşerdiği Felsefi Zemin” adlı bildiriyi veren Yasin Aktay’ın “Allah ayrıntıları bilemez diyen İslami âlimler, filozoflar vardır” mealindeki ifadesi üzerine hemen itiraz geliyor: “Kimler bunlar? Bunlara İslam demek doğru değildir!”. Batı’da yüzyıllardır devam eden “libre arbitre” (özgür irade) tartışmalarını hiç duymamış.
Dinî ayrımcılık raporunda, iki tarafın da kabul etmesi halinde çokhukukluluk savunuluyor. Resmîden önce dinî nikah yaptırmanın cezalandırılmaması isteniyor ve “Kadını korumak derseniz başka tedbirlerle korunabilir” deniyor. Çalışma saatleri içinde ibadet yapılabilmesi, dinsel sembollerin açıkça takılabilmesi öneriliyor.
Müslümanlar ile Aleviler diye farklılaştırma yapılması konusunda çoğu dinleyici sessiz ama epey huzursuz.
Utandım ve kıvandım
Bu mükemmel gökkuşağı içinde bir tek “Gökkuşağı” eksik! Eğer “Şunu bulmuş da şunu arıyor” biçimindeki meşhur (ve belden aşağı) tabirdeki kadar “müşkülpesent” iseniz, bir de ayrımcılığı cinsel açıdan ele alanları konuştursalardı diyebilirsiniz. Ama hangi ülkedeyiz yahu? Çok sınırlı sayıdaki insan hakları kuruluşları dışında buradaki çeşitlilik nerede sağlandı bugüne kadar? Elinizi vicdanınıza koyun; Yılmaz Ensaroğlu’nun başkan olduğu dönemden beri izlediğim, İslamcı kesimin içinden gelen Mazlumder’cilerin mi kafası daha açık ve ilerici, yoksa Silivri’de tutuklu emekli generallerin resimlerini taşıyarak gösteri yapan “Kemalistler”in mi? Onların yapacakları bir sempozyumu düşünebiliyor musunuz?
Onu bırakın, siz biliyor musunuz benimle konuşan çok sayıda başı bağlı genç kızdan Sıdıka’nın ne dediğini? “Başka bir terim bulmalıyız. ‘Gayrimüslim’ dediğimiz anda onları Müslimlere göre tanımlamış oluyoruz. Bu, onları aşağılamak ve ayrımcılıktır”.
Dondum kaldım. 1982’den beri azınlıklar çalışıyorum, bu konuda Türkiye’de ilklerden biriyim, Sıdıka kardeşim o yıl daha doğmamıştı bile. Onun söylediği aklıma bugüne kadar hiç gelmedi. Utandım. Ve Sıdıka’yla iftihar ettim. Türkiye’ye güvenim tazelendi.
İslamcıların içinden gelen Mazlumder’in 15-16 Kasım’daki “Dinî ve Etnik Ayrımcılık” sempozyumunda dinlediklerim kadar beni hayatta mutlu eden çok az şey dinledim. Eğer “Bu dinciler bizi Ortaçağ’a götürüyorlar”cı değil de “Dur bakalım, ne diyorlar”cı iseniz sizi de mutlu edebilir.
Bendenizin, Af Örgütü’nden Levent Korkut’un, ODTÜ’den Mesut Yeğen’in, Bilgi’den Arus Yumul’un, Malatya katliamı avukatı O. Kemal Cengiz’in, Tokat Gaziosmanpaşa’dan B. Berat Özipek’in bildirileri önemli değil. Hatta “Osmanlı’da Çingeneler Müslüman oldukları halde gayrimüslimlerin verdikleri cizyeyi öderlerdi” gibi bilgiler veren ve 1934’te Yahudilerin Trakya’dan İstanbul’a sürülmelerinden önce bölgede “incelemeler” yapan Trakya Umumi Müfettişi İ. Tali Öngören’in “Burada Yahudiler ekonomiye egemen olmuş. Bunları buradan alalım” diye gizli rapor yazdığını anlatan, Sabancı’dan Fikret Adanır’ınki de önemli değil. Genel olarak “İslamcı” terimiyle tanımladığımız insanlarınki önemli.
“Ermenilerden ve Kürtlerden özür dilensin”
Abdülbasit Bildirici’nin sunduğu “Etnik Gruplara Yönelik Ayrımcılık” raporu Egeli bir Siyah’ın söylediklerini aktarıyor: “Bundan 15 yıl öncesinde simsiyah kızlarımızın tek aradıkları şey kocalarının beyaz olması. İçkici, kumarbaz, esrarkeş ne olursa olsun beyaz olması önemli. Bugün de topluma entegre olabilmek, konu komşusuyla iyi geçinmek için tercih ediyorlar beyaz biriyle evlenmeyi”. Çok önemli iki öneride bulunuyor: “Yaşanan tehcir, kıyım ve katliamlar nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti adına ve sonuçlarından bağımsız olarak Ermeni ulusundan özür dilenmelidir” ve “Yine sonuçlarından bağımsız olarak, bütün Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca inkar edilen Kürtlerden özür dilenmelidir”.
Bundan sonrası bir gökkuşağı sanki. Çok çeşitli etnik ve dinsel grupları temsilen kürsüye çıkanların hem egemen söylemden hem de birbirlerinden çok farklı tanıklıkları başlıyor.
Arap Alevisi bir din adamı: “Alevilerin Müslüman olmadıkları bir icattır. Benim mezhebim Ehli Sünnet değil, Ehli Beyt’dir. Sünni-Hanefi tasallutundan kurtulmalıyız”.
Yüzleşme Derneği’nden bir Alevi: “Tekke, zaviye vs.’yi kapatırken camiler kapatılmadı ama Alevi kurumlarını kapattılar”.
Mezoder Süryaniler Derneği temsilcisi: “Biz Avrupa’ya gitmedik; bizi siz kovdunuz. 1915 dedem, 6-7 Eylül babam. Azınlık olduğumu 7 yaşında anladım. Bir çocukla kavga ederken ‘Gâvurdur, vurun’ diye elli çocuk birden üstüme çullandı. Askerde herkes çavuş oldu, ben olamadım. Ticaret hayatımda Kapalıçarşı’da duydum: ‘Bir 6-7 Eylül daha olsa da şu gâvurların dükkanına el koysak’ ”.
Bahailerin temsilcisi bir genç kızın ardından Türkiye Protestan Kiliseleri temsilcisi kürsüye çıkıyor: “Kilisemiz bir dükkandı. Önü cam. Sigorta şirketi 1 yıldan sonra poliçeyi kaç para verirsek verelim yenilemedi; o kadar çok kırıldı ki camımız…”
Bir astsubay konuşuyor: “1997’de Kırklareli’ndeyken eşlerin ve 12 yaşından küçük kızların sağlık karneleri toplatıldı. Başı açık fotoyla yeniden müracaat istendi. Ben başvurmadım; tedavimizi dışarıya yaptırıyordum. Emre itaatsizlikten mahkemeye verildim. Mecbur olmadığım için beraat ettim. 28 Şubat’tan sonra ordudan ihraç edildim”.
“Biz kalabalığız diyemeyiz; adil olmalıyız”
Bizzat kendisi B. Britanya Çingenelerinden olan Adrian Marsh’ın “Türkiye Romanlarının Sorunları” bildirisinden sonra en ilginci geliyor: Nesip Yıldırım’ın okuduğu “İnanç Gruplarına Yönelik Ayrımcılık” raporu. “Müslümanların adil olması yükümlülüğü var. Biz kalabalığız diyemeyiz” diye başlıyor ve hemen ardından: “Herkes dinini tebliğ edebilmelidir” diye misyonerlere yapılan yasadışı baskı ve saldırılara karşı çıkıyor. Sonra ekliyor: “Gayrimüslimler ilahiyat fakülteleri kurabilmelidir”. Devam ediyor: “Fener’in ekümenikliği engellenemez”. Sonra, “Bütün gayrimüslim cemaatler tanınsın” diyor. “Kimliklerde din hanesi olmasın; isteyene belge verilir” diyor. Süryaniler evlerine dönebilsinler, diyor. Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılmalıdır, diyor. Vicdani Ret’in kabulünü istiyor. İdeolojik Devlet değil Hakem Devlet olsun, diyor. Bir Gerçekleri Araştırma Komisyonu kurulmasını istiyor. “Bir hakkın kötüye kullanılması o hakkın kullanılmasını engellememelidir” uyarısında bulunduktan sonra konuşmayı taçlandırıyor: “[Müslümanlar olarak] Ne zulme uğrayalım ne zulmedelim. Kendimiz için istediğimizi başkalarına da isteyelim”.
Kafalar tabii ki biraz karışık ama…
Tabii, gerek genel İslamcı söylemden gerekse devletçi söylemden bu kadar farklı (ve ileri) şeylerin söylenebildiği bir yerde kafa karışıklıkları da olacak. Nitekim, “Ayrımcı Önyargının Yeşerdiği Felsefi Zemin” adlı bildiriyi veren Yasin Aktay’ın “Allah ayrıntıları bilemez diyen İslami âlimler, filozoflar vardır” mealindeki ifadesi üzerine hemen itiraz geliyor: “Kimler bunlar? Bunlara İslam demek doğru değildir!”. Batı’da yüzyıllardır devam eden “libre arbitre” (özgür irade) tartışmalarını hiç duymamış.
Dinî ayrımcılık raporunda, iki tarafın da kabul etmesi halinde çokhukukluluk savunuluyor. Resmîden önce dinî nikah yaptırmanın cezalandırılmaması isteniyor ve “Kadını korumak derseniz başka tedbirlerle korunabilir” deniyor. Çalışma saatleri içinde ibadet yapılabilmesi, dinsel sembollerin açıkça takılabilmesi öneriliyor.
Müslümanlar ile Aleviler diye farklılaştırma yapılması konusunda çoğu dinleyici sessiz ama epey huzursuz.
Utandım ve kıvandım
Bu mükemmel gökkuşağı içinde bir tek “Gökkuşağı” eksik! Eğer “Şunu bulmuş da şunu arıyor” biçimindeki meşhur (ve belden aşağı) tabirdeki kadar “müşkülpesent” iseniz, bir de ayrımcılığı cinsel açıdan ele alanları konuştursalardı diyebilirsiniz. Ama hangi ülkedeyiz yahu? Çok sınırlı sayıdaki insan hakları kuruluşları dışında buradaki çeşitlilik nerede sağlandı bugüne kadar? Elinizi vicdanınıza koyun; Yılmaz Ensaroğlu’nun başkan olduğu dönemden beri izlediğim, İslamcı kesimin içinden gelen Mazlumder’cilerin mi kafası daha açık ve ilerici, yoksa Silivri’de tutuklu emekli generallerin resimlerini taşıyarak gösteri yapan “Kemalistler”in mi? Onların yapacakları bir sempozyumu düşünebiliyor musunuz?
Onu bırakın, siz biliyor musunuz benimle konuşan çok sayıda başı bağlı genç kızdan Sıdıka’nın ne dediğini? “Başka bir terim bulmalıyız. ‘Gayrimüslim’ dediğimiz anda onları Müslimlere göre tanımlamış oluyoruz. Bu, onları aşağılamak ve ayrımcılıktır”.
Dondum kaldım. 1982’den beri azınlıklar çalışıyorum, bu konuda Türkiye’de ilklerden biriyim, Sıdıka kardeşim o yıl daha doğmamıştı bile. Onun söylediği aklıma bugüne kadar hiç gelmedi. Utandım. Ve Sıdıka’yla iftihar ettim. Türkiye’ye güvenim tazelendi.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder