23 Kasım 2008 Pazar
MİLLİYETÇİLİKTEN KURTULMAK
YENER ORKUNOĞUL
24 kASIM 2008
Haftada bir defa köşe yazısı yazmanın şöyle bir sıkıntısı var: Konu çokluğu nedeniyle, seçim yapmak bazen çok uzun zaman alıyor. Konu seçmedeki karar verme süreci, yazı yazmanın kendisinden uzun sürüyor.
Örneğin, ‘Mustafa’ filmi hakkında yazılanlarla ilgili yazmayı düşündüm, sonra vazgeçtim. Cumhuriyet Gazetesi’nden Ergin Yıldızoğlu’nun ünlü Alman filozofu Hegel’i nasıl yanlış anlayıp, yorumladığını sergilemeyi düşündüm. Bir ara AKP oportunizmi üzerine bir şeyler karalamak istedim. AKP’nin demokrat olduğunu ileri sürenler vardı. Şimdi aynı insanlar AKP’nin faşizan bir parti olduğunu dile getiriyorlar. Bu tür çelişkilere şaşırmadığımı dile getirmek, siyasetin yüzeyinde kulaç atanların AKP’nin gerçek analizini yapma yeteneğinde olamayacaklarını tekrar dillendirmek istedim. Yine vazgeçtim. Sonunda yüzyıllardır baş belası olan şu milliyetçilik illeti üzerine yazmaya karar verdim.
Bir başbakan, ‘ya sev yada terket’ diyor ve bir Savunma Bakanı, "Rumlar ve Ermeniler kalsaydı, bugünkü ulus ortaya çıkamazdı" sözlerini dile getirebiliyorsa, balık baştan kokmuş demektir. Savunma Bakanı, bu sözleriyle ’Ermenilerin sürgün edilişlerini’ ve ’Ermenilerin katledilmelerini’ onaylamakta ve haklı gördüğünü dile getirmektedir
Böylesi sözlerin başbakan ve bakan düzeyinde dile getirilmesi Türkiye’de faşizan ve ırkçı bir ulus anlayışının ne kadar derin kökler saldığını göstermektedir. Dolayısıyla Türkiye’de en önemli sorun ırkçı-milliyetçilik sorunudur. Bu nedenle yaygın olan ulus anlayışı ile hesaplaşma her zamanınkinden daha önem kazanmaktadır. Ama milliyetçilikle hesaplaşmak için milliyetçiliğin bakış açısından kurtulmak gerekir.
Bu satırların yazarı, dini devletin dışına atan burjuva aydınlanmacılarının yaptığı işin bir benzerini savunmaktadır. Yani ‘ulusallığı’, ‘ulusal kimliği’ devlet kimliğinin dışına atmak. Nasıl ki, burjuva aydınlanmacıları, dinin ve kilisenin gücünü kırarak, dini olmayan bir devleti savundularsa, sosyalistler aydınlanmacılar da ‘ulusal kimlikten’ arınmış bir devlet anlayışını savunmalıdırlar. Gerçek demokratik bir devletin ne dini, ne de ulusal kimliği olur.
Marx, sınıflı toplumların tarihine ve kapitalizme, sınıf çelişkileri açısından yaklaştı. Marx’a göre sınıf mücadelesi, sınıflı toplumların tarihini anlamamıza bir ışık tutar. Eğer biri kalkıp da Marx’ın, her şeyi sınıf mücadelesine dayandırdığını iddia ederse, Marx’ın teorisini indirgemeci bir bakış açısından kavramış demektir. Bu bakış açısı ise Marx’ın teorisinin yoksullaştırılmasıdır. Marx’a göre sınıf savaşımı ile karşılaştırıldığında dünyadaki ulusal bölünmeler ikincil öneme sahiptir. Ulusal soruna ikincil önem atfetmek, ulus sorununun olmadığı anlamına gelmez.
Marx’ın bir ulus teorisi olmadı. Bu nedenle Marx’ın teorisi, her çeşit ulusalcı ideolojiden radikal bir şekilde ayrılır. Ulusçu ideolojilerde sınıf mücadelesine yer yoktur. Her şey yalnızca ulusların tarihi açısından ele alınmaktadır. Oysa bugün her ülkede zenginler ve yoksullar arasındaki makas açılmaktadır. Küresel kapitalizmdeki temel çelişki uluslararası işçi sınıfı ile uluslararası kapitalist sınıf arasındaki çelişkidir.
Marx ve Engels Komünist Manifesto’da ’İşçilerin vatanı yoktur’ derler. Günümüzde işçi sınıfının çoğunluğu bu gerçeğin bilincine varmamış olsa bile, bu gerçek değişmez.
Marx ve Engel manifestoda şunları yazıyorlardı:
’İşçilerin vatanı yoktur. Onlardan sahip olmadıkları bir şeyi alamayız. Proletarya, her şeyden önce, siyasal gücü ele geçirmek, ulusun önder sınıfı durumuna gelmek, kendisini ulus olarak oluşturmak zorunda olduğuna göre, kendisi, bu ölçüde, ulusaldır, ama sözcüğün burjuva anlamında değil.’
Marx’ın, sözcüğün burjuva anlamında ’ulus’ anlayışından farklı bir ’ulus’ anlayışına sahip olduğu görülüyor. Peki ama burjuva anlamında ’ulus’ ne demek ? Marx’ın burjuva anlamda ulustan farklı olarak ulus anlayışı nedir?
Marx ve Engels’in ulusal sorun konusunda kuramsal eserleri yoktur. Ulusun tanımını da yapmamışlardır. Ama bundan hareket ederek Marx ve Engels’in ulusal soruna önem vermedikleri sonucunu çıkarmak yanılgıdır. ‘Ulusal topluluk’ saçmalıktır diyen Prudhon’cuların tersine Marx ve Engels ulusal soruna önem vermişlerdir.
Marx şöyle diyor: ‘Dün Enternasyonalin konseyinde devam etmekte olan savaş hakkında bir tartışma oldu......Bekleneceği gibi tartışma, bizi, genel olarak ‘ulusal topluluk sorununa’ ve bu sorun karşısındaki tutumumuzun ne olacağına götürdü...’Genç Fransa’ (işçi olmayan bir grup) temsilcileri, bütün ulusal toplulukların hatta ulusların ‘çoktan eskimiş önyargılar’ olduğu iddiasıyla çıktılar. Prudhonlaşmış stirnizm. ...ulusal-toplulukları yadsımakla Lafargua, farkında olmadan, örnek Fransız ulusu tarafından yutulmayı kastetmektedir.’
Bu sözler, Marx ve Engels’in ulusal soruna verdikleri önemi gösteriyor. Prudhoncular, toplumsal devrim adına, ulusal sorunu görmezlikten geldiler. Marx ve
Engels, Prudhoncuları eleştirdiler.
Marksizmdeki ulus teorisi daha sonra gündeme geldi. II. Enternasyonal döneminde ulus sorunuyla ilgilenen iki ülke vardı: Çarlık Rusyası ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu. Her iki ülke çok-uluslu bir imparatorluktu. Çarlık Rusyası bir ’uluslar hapishanesi’ydi. Günümüzde Türkiye, ’uluslar hapishanesinden’ çok ’uluslar kasabı’ , ’uluslar mezarlığı’ veya ‘etnik temizlik coğrafyası’ haline gelmişse, yeni ulus teorilerinin bu ülkeden çıkması beklenmelidir
Çarlık Rusyası’ındaki ulusal sorununa çözüm önerilerinin Rus Marksistleri tarafından ortaya atılması rastlantı değildir. Ne var ki, o dönemdeki ulus teorisi II. Enternasyonal’da yaygın olan determinizm anlayışından kendini sıyıraramıştır. Ulusun sosyolojik analizi yapılırken, ulusun yaratılmasında öznel etkenler (devletin ve milliyetçilerin rolü vb.) yeterince dikkate alınmamıştır. 90’lı yıllların sonunda ise, ulusun yaratılmasında öznel etkenler tek yanlı abartılmıştır. Dolayısıyla tek-boyutlu bir ulus anlayışından kurtulmak gerekir. Özne-Nesne diyalektiğinin ışığında ulusun ne olduğu yeniden analiz edilmelidir. Çok uluslu ve çok dinli bir coğrafta olan Türkiye’de sorunu çözen yeni bir ulus anlayışının gerekliliği kendisini dayatmaktadır.
24 kASIM 2008
Haftada bir defa köşe yazısı yazmanın şöyle bir sıkıntısı var: Konu çokluğu nedeniyle, seçim yapmak bazen çok uzun zaman alıyor. Konu seçmedeki karar verme süreci, yazı yazmanın kendisinden uzun sürüyor.
Örneğin, ‘Mustafa’ filmi hakkında yazılanlarla ilgili yazmayı düşündüm, sonra vazgeçtim. Cumhuriyet Gazetesi’nden Ergin Yıldızoğlu’nun ünlü Alman filozofu Hegel’i nasıl yanlış anlayıp, yorumladığını sergilemeyi düşündüm. Bir ara AKP oportunizmi üzerine bir şeyler karalamak istedim. AKP’nin demokrat olduğunu ileri sürenler vardı. Şimdi aynı insanlar AKP’nin faşizan bir parti olduğunu dile getiriyorlar. Bu tür çelişkilere şaşırmadığımı dile getirmek, siyasetin yüzeyinde kulaç atanların AKP’nin gerçek analizini yapma yeteneğinde olamayacaklarını tekrar dillendirmek istedim. Yine vazgeçtim. Sonunda yüzyıllardır baş belası olan şu milliyetçilik illeti üzerine yazmaya karar verdim.
Bir başbakan, ‘ya sev yada terket’ diyor ve bir Savunma Bakanı, "Rumlar ve Ermeniler kalsaydı, bugünkü ulus ortaya çıkamazdı" sözlerini dile getirebiliyorsa, balık baştan kokmuş demektir. Savunma Bakanı, bu sözleriyle ’Ermenilerin sürgün edilişlerini’ ve ’Ermenilerin katledilmelerini’ onaylamakta ve haklı gördüğünü dile getirmektedir
Böylesi sözlerin başbakan ve bakan düzeyinde dile getirilmesi Türkiye’de faşizan ve ırkçı bir ulus anlayışının ne kadar derin kökler saldığını göstermektedir. Dolayısıyla Türkiye’de en önemli sorun ırkçı-milliyetçilik sorunudur. Bu nedenle yaygın olan ulus anlayışı ile hesaplaşma her zamanınkinden daha önem kazanmaktadır. Ama milliyetçilikle hesaplaşmak için milliyetçiliğin bakış açısından kurtulmak gerekir.
Bu satırların yazarı, dini devletin dışına atan burjuva aydınlanmacılarının yaptığı işin bir benzerini savunmaktadır. Yani ‘ulusallığı’, ‘ulusal kimliği’ devlet kimliğinin dışına atmak. Nasıl ki, burjuva aydınlanmacıları, dinin ve kilisenin gücünü kırarak, dini olmayan bir devleti savundularsa, sosyalistler aydınlanmacılar da ‘ulusal kimlikten’ arınmış bir devlet anlayışını savunmalıdırlar. Gerçek demokratik bir devletin ne dini, ne de ulusal kimliği olur.
Marx, sınıflı toplumların tarihine ve kapitalizme, sınıf çelişkileri açısından yaklaştı. Marx’a göre sınıf mücadelesi, sınıflı toplumların tarihini anlamamıza bir ışık tutar. Eğer biri kalkıp da Marx’ın, her şeyi sınıf mücadelesine dayandırdığını iddia ederse, Marx’ın teorisini indirgemeci bir bakış açısından kavramış demektir. Bu bakış açısı ise Marx’ın teorisinin yoksullaştırılmasıdır. Marx’a göre sınıf savaşımı ile karşılaştırıldığında dünyadaki ulusal bölünmeler ikincil öneme sahiptir. Ulusal soruna ikincil önem atfetmek, ulus sorununun olmadığı anlamına gelmez.
Marx’ın bir ulus teorisi olmadı. Bu nedenle Marx’ın teorisi, her çeşit ulusalcı ideolojiden radikal bir şekilde ayrılır. Ulusçu ideolojilerde sınıf mücadelesine yer yoktur. Her şey yalnızca ulusların tarihi açısından ele alınmaktadır. Oysa bugün her ülkede zenginler ve yoksullar arasındaki makas açılmaktadır. Küresel kapitalizmdeki temel çelişki uluslararası işçi sınıfı ile uluslararası kapitalist sınıf arasındaki çelişkidir.
Marx ve Engels Komünist Manifesto’da ’İşçilerin vatanı yoktur’ derler. Günümüzde işçi sınıfının çoğunluğu bu gerçeğin bilincine varmamış olsa bile, bu gerçek değişmez.
Marx ve Engel manifestoda şunları yazıyorlardı:
’İşçilerin vatanı yoktur. Onlardan sahip olmadıkları bir şeyi alamayız. Proletarya, her şeyden önce, siyasal gücü ele geçirmek, ulusun önder sınıfı durumuna gelmek, kendisini ulus olarak oluşturmak zorunda olduğuna göre, kendisi, bu ölçüde, ulusaldır, ama sözcüğün burjuva anlamında değil.’
Marx’ın, sözcüğün burjuva anlamında ’ulus’ anlayışından farklı bir ’ulus’ anlayışına sahip olduğu görülüyor. Peki ama burjuva anlamında ’ulus’ ne demek ? Marx’ın burjuva anlamda ulustan farklı olarak ulus anlayışı nedir?
Marx ve Engels’in ulusal sorun konusunda kuramsal eserleri yoktur. Ulusun tanımını da yapmamışlardır. Ama bundan hareket ederek Marx ve Engels’in ulusal soruna önem vermedikleri sonucunu çıkarmak yanılgıdır. ‘Ulusal topluluk’ saçmalıktır diyen Prudhon’cuların tersine Marx ve Engels ulusal soruna önem vermişlerdir.
Marx şöyle diyor: ‘Dün Enternasyonalin konseyinde devam etmekte olan savaş hakkında bir tartışma oldu......Bekleneceği gibi tartışma, bizi, genel olarak ‘ulusal topluluk sorununa’ ve bu sorun karşısındaki tutumumuzun ne olacağına götürdü...’Genç Fransa’ (işçi olmayan bir grup) temsilcileri, bütün ulusal toplulukların hatta ulusların ‘çoktan eskimiş önyargılar’ olduğu iddiasıyla çıktılar. Prudhonlaşmış stirnizm. ...ulusal-toplulukları yadsımakla Lafargua, farkında olmadan, örnek Fransız ulusu tarafından yutulmayı kastetmektedir.’
Bu sözler, Marx ve Engels’in ulusal soruna verdikleri önemi gösteriyor. Prudhoncular, toplumsal devrim adına, ulusal sorunu görmezlikten geldiler. Marx ve
Engels, Prudhoncuları eleştirdiler.
Marksizmdeki ulus teorisi daha sonra gündeme geldi. II. Enternasyonal döneminde ulus sorunuyla ilgilenen iki ülke vardı: Çarlık Rusyası ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu. Her iki ülke çok-uluslu bir imparatorluktu. Çarlık Rusyası bir ’uluslar hapishanesi’ydi. Günümüzde Türkiye, ’uluslar hapishanesinden’ çok ’uluslar kasabı’ , ’uluslar mezarlığı’ veya ‘etnik temizlik coğrafyası’ haline gelmişse, yeni ulus teorilerinin bu ülkeden çıkması beklenmelidir
Çarlık Rusyası’ındaki ulusal sorununa çözüm önerilerinin Rus Marksistleri tarafından ortaya atılması rastlantı değildir. Ne var ki, o dönemdeki ulus teorisi II. Enternasyonal’da yaygın olan determinizm anlayışından kendini sıyıraramıştır. Ulusun sosyolojik analizi yapılırken, ulusun yaratılmasında öznel etkenler (devletin ve milliyetçilerin rolü vb.) yeterince dikkate alınmamıştır. 90’lı yıllların sonunda ise, ulusun yaratılmasında öznel etkenler tek yanlı abartılmıştır. Dolayısıyla tek-boyutlu bir ulus anlayışından kurtulmak gerekir. Özne-Nesne diyalektiğinin ışığında ulusun ne olduğu yeniden analiz edilmelidir. Çok uluslu ve çok dinli bir coğrafta olan Türkiye’de sorunu çözen yeni bir ulus anlayışının gerekliliği kendisini dayatmaktadır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder